Cem ve Cem Evi Gerçeği

Kullanıcı avatarı
AlevîGenç
Mesajlar: 80
Kayıt: 15 Oca 2007, 15:15
Konum: alevigenc@yolunakurban.com

Cem ve Cem Evi Gerçeği

Mesaj gönderen AlevîGenç »

CEMVE CEM EVİ GERÇEĞİ
Cem; kelime anlamı olarak, toplanmak, bir araya gelmek, topluluk oluşturmak gibi manalara gelir. Arapça köken itibâriyle; ceme’a fiilinden türemiş ve dilimize geçmiştir.

Cem; kelime anlamının yanında bir de terim anlamı kazanmıştır ki, belli kurallar ve kâideler içerisinde Hakkın zikredildiği özel bir toplantı anlamında kullanılır. Dolayısıyla, Cem evi de; cem toplantısının yapıldığı yer demektir.

Aslına uygun olarak gerçekleştirilen cemlerde neler yapılır?;

Kur’ân’dan âyetler okunur, açıklanır.

Peygamberimize (a.s) ve Ehl-i Beyt’ine (a.s) salât-u selâm getirilir.

Saz eşliğinde kalbden gelen bir coşku ile, içerisinde Oniki İmâm’ların (a.s) adlarının zikredildiği “Duvâz-ı İmâm” denilen deyişler söylenir.

İmâm Hüseyin (a.s) ve yarenlerini (r.a.) anmak için mersiye ve ağıtlar okunur. Ehl-i Beyt’in düşmanları ve pis amellerinden berî olunduğu îlân edilir.

Her birisi Kur’ân’ın bir çok hakîkatlerinin tefsîri ve meâli sayılabilecek ve insanımızın dinleyiş ve anlayış zevkine uygun tarzda yazılmış deme-deyişler okunur, dinlenir.

Ân olur ki cezbe ve aşk-ı ilâhî ile bazı canlar vecde gelir, semâha kalkar, devran döner, bazen de kendilerinden geçerler.

Ceme katılan canlara gerekli görülen konularda dînî ve dünyevî bilgiler verilir.

Küskünler barıştırılır. Aralarında anlaşmazlıklar bulunan müminlerin araları bulunarak ihtilaflar giderilmeye çalışılır.

Haktan uzak tâğûtî zulüm mahkemelerine baş vurulmaması için, bir âlimin liderliğinde ve halkın gözetiminde Hakka uygun bir şekilde davalar görülür ve çözümlenir.

Kurbanlar kesilerek lokmalar dağıtılır, ikramlar yapılır, duâlar edilir.

Ahlâkî öğüt ve tavsiyelerde bulunulur.

Kardeşlikler pekiştirilir. Canlar, Ensâr (r.a.) ve Muhacir (r.a.) misâli birbirleriyle musâhip-ihvân (manevi kardeş, candan kardeş, yol kardeşi) kılınırlar...vs.

Semahtaki devrânı Türk’e özgü sananlar,

Âlemlerdeki semâhı görmezler mi?

Peki;

Cemdeki bütün bu uygulamaların belli bir düzen ve intizâm içerisinde yapılması nereden kaynaklanıyor?

Bu tür bir toplantı ilk defa kim tarafından ve ne zaman başlatılmıştır?

Bu yapılanlar Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt (a.s) öğretilerinin neresinde yer alır? İslâm’daki ağırlığı nedir?

Cemdeki güzellikler ceme katılanlardan namaz ve diğer dînî görevleri düşürür mü? Ya da diğer bir ifâdeyle, cemdeki uygulamalar, namaza karşılık gelen türden bir uygulama mıdır?

Oniki İmâm’lardan (a.s) her hangi birisinin cem benzeri bir toplantı yaparak namazlarını terk ettikleri ya da namazı gereksiz kuru bir amelden ibâret gördükleri yolunda zayıf dahi olsa bir nakil, rivâyet var mıdır?

Cemi namazın, cem evini de caminin yerinde veya karşısında görmek doğru mudur?

Cemdeki yapılanlar tamamıyla İslâm’a uygun mudur? Ya da İslâm’la hiç ilgisi olmayan boş şeyler midir?...vb. soruların yanıtlarını Kur’ân’ın ve Ehl-i Beyt’in (a.s) buyruklarının aydınlık ışığı altında vermeye çalışalım:

Güvenilir İslâm Tarihleri ve Ehl-i Beyt yolunun hadis kaynaklarından araştırdığımız kadarıyla şunu samimiyetimizle söyleyebiliriz;

İslâm’ın ilk devirleri olan Resûlullâh’ın (a.s) hayatta olduğu dönem ile O’nun hak vârisleri olan İmâmların (a.s) aramızda bulunduğu dönemlerde tamamıyla bugünkü manada îfâ edilen bir cem anlayışı-uygulaması olmamış, yapılmamıştır. Çünkü;

O zamanlarda dînî yaşantının ana üsleri ve merkezleri Kur’ân’ın “mescid” adını verdiği mekanlar olmuştu. Ve yine o dönemlerde mescitler asıl fonksiyonlarını icrâ etmiş, ümmetin sorunlarıoralarda çözüme kavuşturulmuştu.

Hak önderlerinin (a.s) de yol göstericiliği sayesinde, mescit eksenli olmayan hiç bir oluşuma da imkan verilmemişti.

Öyle ki;

Mescitler;

Namaz ibâdetinin yerine getirildiği namazgâh,

Kalplerin nurlandığı, gönüllerin aydınlandığı, his ve duyguların zikir ile diriltildiği ilâhî dergâh,

Halkın kaynaşma ve dayanışmasının zirveye ulaştığı mabet,

İnsanların muhabbet ile olgunlaştığı meydân-ı muhabbet,

Müminlerin nikahlarının kıyıldığı nikâh salonu,

Âilevî sorunların konuşularak karara bağlandığı barış diyârı,

Cezâî hükümlerin takdîr edildiği âdil mahkemeler,

Yabancı elçilerin karşılandığı elçilik merkezi,

Bazı sportif faaliyetlerin yapıldığı spor salonu,

Savaş kararlarının alındığı karargâh,

Hasta ve yaralıların yatırıldığı, tedâvî edildiği hastahâne,

Kimsesizlerin, yolda kalmış gariplerin ağırlandığı, dinlendirildiği barınaklar...vs. idiler.

Ne oldu da müminler mescitlerden ayrı mekanlar edindiler? Kimileri yeni yerlerine “dergâh”, kimileri “tekke”, kimileri “zâviye”, kimileri “vekâle”, kimileri “hangâh” kimileri “hizmet evi” kimileri “cem evi”vs. dediler?

Günahları al eline,

Hele gel, gel bu dergâha.

Sâhip ol, el, bel, diline,

Hele gel, gel bu dergâha.

.....

.....

Muhkem tut, tuttuğun eli,

Yıkma mukaddes temeli.

Buradadır, Muhammed, Ali,

Hele gel, gel bu dergâha.

.....

.....

Ne zaman ki mescitler temel fonksiyonlarından soyutlandı ve insanların yalnızca namaz kıldıkları namazgâh ve birbirlerinin yüzlerine anlamsızca baktıkları buluşma yeri olarak algılanmaya başlandı, işte o zaman işler sarpasardı, var olan sorunlara yeni sorunlar eklendi ve yukarıdaki sonuçlar ortaya çıktı. Bir de buna resmî din anlayışının sınırlarını çizdiği bir İslâmî(!) eğitim, vaaz, hutbe ve ısmarlama fetvâlar eklendi mi hepten dökülme ve yıkım başladı.

Müslüman’ların yaşadığı bazı bölgelerde bunlardan başka da bir takım sorunlar yaşanıyordu. Devletin resmî mezhep anlayışı herkese zorla kabul ettirilmeye çalışılmış, mescitler bu işe aracı kılınmış, esâsen Allâh evi olması gereken mescitler devletin-sultânın-pâdişâhın buyruklarının halka din adına dikte edildiği merkezlere dönüşmüştü. Oralara devletin resmî mezhep anlayışı dışında kendi mezhep ve mekteplerine uygun bir tarzda namazlarını kılmak üzere gidenler, ya resmi görevlilerce -tabîri câiz ise- fişleniyor, ya da “...dört mezhepten birine bağlı değiller, sapık, ehl-i bidat mezhebin mensuplarıdırlar...” denilerek dışlanıyor, hoşgörüyle karşılanmıyordu.

Bunlara ilâveten; ilme giden yollar kısmen kapatılmış, Ehl-i Beyt ilminden az-çok haberdâr olanlar sosyal, psikolojik ve politik baskılarla susturulmuş, sindirilmeye çalışılmış, bir kısmı da uzun vadede yok edilmişlerdi.

İşte böylesi bir ortamda Alevi Müslüman’lar hem mescitlerden, hem kitâbî bilgiden ve hem de Ehl-i Beyt yolu âlimlerinden uzak düşmüşler. Bildiklerini sözlü olarak kulaktan kulağa cem toplantılarında ve o günkü şartların sağladığı bir takım araçlarla gelecek nesillere aktarmaya çalışmışlardır.

Bu arada uzun zaman diliminde câhil kalan insanların arasına sızan bazı kötü niyetli kimselerde boş durmamışlar. “Fırsat bu fırsattır.” diyerek işin aslını, sosyo-politik sebepler ve sonuçlarını görmezlikten gelmişler. Halk bazında Alevi ve Sünnî Müslüman’ların ihtilaflarını arttırmaya çalışmış. Gele gele, şartların getirdiği geçici uygulamalar sanki olmazsa olmaz şeylermiş gibi kabul edilmeye başlanmış, yapılması gereken asıl görevler de, muhâlif taraf sâhiplendiği için tümden terk edilmiştir.

Cem olayının başlangıcı, başlama sebepleri, bugünkü şekle gelişinin sebeplerini tümüyle ve genişçe anlatmaya kalkarsak söz uzar da uzar. Bunları geçerek, bugün gelinen noktada gerçek cemdeki amellerin Kur’ân ve Ehl-i Beyt anlayışına uygun olup olmadığını, namaz ibâdetinin yerine geçerli olacak bir davranışlar sistemi olarak kabul edilip edilemeyeceğini açıklayalım:

Genel anlamda cemde yapılan ameller Kur’ân ve Sünnet perspektifinde ele alınarak değerlendirildiğinde hemen her bir amelin Kur’ân’dan bir kısım âyetlerin ve bir çok hadis-i şerîflerin yorum ve tevîlinin bir sonucu ve yansıması olduğunu görür, ve orada yapılan her amelin ibâdet aşkı ve anlayışıyla yapıldığına şâhit oluruz.

Gerçekte kâmil bir Müslüman’ın; bütün hal ve hareketleri, Meselâ;

Yolda mütevâzi ve kibirlenmeden yürümesi, “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme...” [İsrâ (17): 37.] âyetine,

Yeme, içme vs. de ölçülü olması, “...yiyiniz, içiniz fakat isrâf etmeyiniz...” [Arâf (7): 31.] âyetine,

Eşine insânî yaklaşımda bulunması, “...(eşlerinize) iyi davranır, takvâlı olursanız, bilin ki Allâh yaptıklarınızdan haberdardır.” [Nisâ (4): 129.] âyetine,

Her türlü konuşma ve dinlemelerde dedi-kodudan kaçınması ve nefse uymaması, “Ey îmân edenler!... birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın, biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin...” [Hucurât (49): 12.] âyetine,

Rüşvet alıp-vermemesi, “Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin... insanların mallarını yemek için onları hâkimlere peşkeş çekmeyin.” [Bakara (2): 188.] âyetine,

Evlere ve her yere münâsip yer ve yollardan girip çıkması, “...Evlere kapılarından girin...” [Bakara(2): 189.] âyetine,

Eve ve sâir yerlere girerken selamlaşması, “...Evlere girdiğiniz zaman Allâh tarafından kutlu ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (ev halkına) selâm verin...” [Nûr (24): 61.] âyetine,

Göz, kulak ve tüm organlarını hak yolda kullanması, “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü göz, kulak ve gönül, bunların hepsi işlediklerinden sorumludurlar.” [İsrâ(17): 36.] âyetine,

Yeryüzünde gezip, dolaşırken ibret nazarıyla bakması, “...yeryüzünde gezin, dolaşın ve suçluların sonunun nasıl olduğunu görün.” [Neml (27): 69.] âyetine,

Kâinâta bakarak tefekküre dalması, “onlar... göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler...” [Âl-i İmrân (3): 191.] âyetine,

Her şeyde iyiye tâlip olması, “Onlar ki sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar...” [Zümer (39): 18.] âyetine,

Yapılan haksız, insafsız eleştiri ve karalamalara sabretmesi, “Onların dediklerine sabret...” [Tâhâ (20): 130.] âyetine,

Âile fertlerini doğruya ve hakka davet etmesi, “Oğlum, namazını kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelenlere sabret...” [Lokman (31): 17.] âyetine,

Kendi aleyhine bile olsa herkese, her konuda adâletli davranması, “Ey îmân edenler! Allâh için adâletle şâhitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adâletsizliğe sevk etmesin...” [Mâide (5): 8.] âyetine,

Ölçü ve tartıda doğruluktan ayrılmaması, “Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın...” [İsrâ (17): 35.] âyetine,

Borçlanmada şâhitler edinerek yazması-yazdırması, “Ey îmân edenler! Belli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın...” [Bakara (2): 282.] âyetine,

Evlenmeye gücü yetmeyen kimseye yardımcı olması, “İçinizdeki bekarlardan... iyileri evlendirin...” [Nûr (24): 32.] âyetine,

Kavgalı insanları barıştırarak aralarını adâletle bulması, “...Kardeşlerinizin arasını düzeltiniz...” [Hucurât (49): 10.] âyetine,

Tartışma ve mücâdelede taşkınlık yapmaması, “...onlarla en güzel şekilde mücadele et...” [Nahl (16): 125.] âyetine,

Açık ve gizli tüm günahlardan uzak durmaya çalışması, “...kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın...” [Enâm (6): 151.] âyetine,

Resûl’e ve Ehl-i Beyt’e salavât okuması, “...Ey îmân edenler! Siz de O’na salât ve selâm getiriniz.” [Ahzâb (33): 56.] âyetine,

Ana-babaya (büyüklerine) iyi davranması, “...sakın onlara “öf” bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle.” [İsrâ (17): 23.] âyetine,

Doğru ile yanlışı birbirine karıştırmadan olduğu gibi ortaya koyması, “Bile bile hakkı batılla bulayıp, hakkı gizlemeyin.” [Bakara (2): 42.] âyetine,

İnsanlarla ilişkilerinde onları alaya almaması, “Ey inananlar! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin...” Hucurât (49): 11.] âyetine,

Eşine helâl olan bir şekilde yaklaşması, “...Allâh’ın emrettiği yerden onlara varın...” [Bakara (2): 222.] âyetine,

Bayanların giyim kuşamlarında ölçüyü kaçırmaması, “...Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup, (boyunlarını da kapsayacak şekilde) örtsünler...” [Nûr (24): 31.] âyetine,

Hak bir İmâmın takipçisi olmayı isteyerek bu yolda gayretli olması, “Her topluluğu İmâmlarıyla çağırdığımız gün, kimlerin kitapları sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.” [İsrâ (17): 71.] âyetine... vs. dayanıyor, onlardan ilhâm alıyorsa, elbette ki her şeyi ibâdet olur. Her ameli Hak katında ibâdet olarak hesap edilir. Ve o kimse baştan ayağa ibâdet timsâli bir “Allâh adamı” oluverir. Nitekim; Allâh-u Teâlâ Kutlu Peygamberine (a.s) hitâben; “De ki, benim namazım, ibâdetim, hayâtım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi Allâh içindir.” [Enâm (6): 162] derken Müslüman’ın bütün yaşamının niyetine göre ibâdet boyutunda şekilleneceğine işâret etmiştir.

Cemdeki yapılanlar hakkındaki sözümüze şunları da eklemeden geçemeyeceğiz.

Bazı bâtıl ve zorlama yorumların târih içerisinde zamanla cem toplantılarına girdirildiğine ve Alevî Müslüman halkın zihinlerini bulandırdığına tanık olmaktayız. Bu cümleden olmak üzere; “Cem, Alevînin namazıdır, bizim namazımız, cemdeki niyazımızdır, bizde cem toplantılarında îfâ edilen halka namazı, orta namazı vardır ki bütün ibâdetlerin özüdür, kıble insanın cemâlidir, Kabe sembol olmaktan öte bir anlam taşımaz, asıl Kabe mürşîd-i kâmilin kalbidir, Âdeme secde Hakka secdedir, cemdeki içilen içki değil demdir, bu demden sır ederek içersen helâldir, zır ederek içersen harâm olur...vs.” gibi sözlerin bir kısmı, çok derin anlamı olan bazı hakîkatlerin bâtıl amaçlar yolunda kullanılması için ortaya saçılmakta ve bir kısmı da sorumsuzca ne denildiği düşünülmeden söylenmektedir. Halbuki Ehl-i Beyt yoluna göre İslâm’da hiç bir zaman zâhir terk edilerek bâtına ulaşılamaz. Hiç bir bâtınî anlayış da zâhire aykırı olamaz. Başta Sevgili Peygamberimiz (a.s) olmak üzere, bütün Ehl-i Beyt önderlerinin (a.s) hayatları da zâhir-bâtın dengesinin binlerce örnekleriyle doludur. Onlar ki manâ âlemine kanat açmış erlerdir, ancak şerîatın bir tek zâhirî hükmünü bile mânâya fedâ etmemişlerdir. Zîrâ onlar (a.s) biliyorlardı ki, bâtın ruh gibi ise, zâhir de bedene benzer. Nasıl ki bedensiz ruh veya ruhsuz beden dünyâ âleminde bir anlam ifâde etmiyorsa, zâhirsiz bâtın ya da bâtınsız zâhir de eksikliktir, nâkıslıktır.

Sözün özü; Ehl-i Beyt yoluna uygun tarzda yapılanmış bir mescidin bitişiğinde müminler eksikliğini hisseder ve dilerlerse sıcak bir muhabbet ortamı olması ve bazı sosyal faaliyetlerin yerine getirilmesi amacıyla bir cem evi\\sohbet evi\\ders evi kurabilir, oluşturabilirler. İhtiyaç duymayanlar ise bütün ferdî ve sosyal kulluk vazifelerini mescitte yerine getirirler.

Alevî Müslüman’lar bilirler ve inanırlar ki, cem evi caminin alternatifi değil, belki Sünnî tasavvuf anlayışındaki tekke ve zâviye örgütlenmesinin bazı yönlerden bir benzeridir.[30]

Sözümüzü Cenâb-ı Allâh’ın; “...O namaz kılanlara yazıklar olsun ki, onlar kıldıkları namazdan (namazın içerik ve ruhundan) gâfildirler...” [Mâûn (107): 4-5] âyetinin bir vecihten meâl ve tefsîri sayılabilecek bir dörtlükle noktalıyoruz;

“Bütün evren semah döner,

Aşkından güneşler yanar.

Aslına ermektir hüner,

Beş vakitle avunmayın.”

Cemi, namaza, cem evini, câmiye alternatif görenlerle, Semâhı folklöre dönüştürenler,

Hak’tan sapmış gâfillerdir.

Salavât ver Muhammed Mustafâ’ya,

Vermeyenler bu meydana gelmesin.

Veliyullâh demez isen Murtazâ’ya,

Demeyenler bu meydana gelmesin.

Hasan Müctebâ’dan haberin yoksa,

Bağırınca avazın göklere çıksa,

Gücün bu âlemi yakıpta yıksa,

Hak demeyen bu meydana gelmesin.

Evlâd-ı Resûlü tanımaz isen,

Kur’ân âyetini okumaz isen,

Hak için meydana dökülmez isen,

Dökülmeyen bu meydana gelmesin.[31]

www.ehlibeytyolu.tr.cx
Muhammedî
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

Re: Cem ve Cem Evi Gerçeği

Mesaj gönderen Musa Özateş »

AlevîGenç yazdı:CEMVE CEM EVİ GERÇEĞİ

Semahtaki devrânı Türk’e özgü sananlar,

Âlemlerdeki semâhı görmezler mi?

Peki;

Cemdeki bütün bu uygulamaların belli bir düzen ve intizâm içerisinde yapılması nereden kaynaklanıyor?

Bu tür bir toplantı ilk defa kim tarafından ve ne zaman başlatılmıştır?

Bu yapılanlar Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt (a.s) öğretilerinin neresinde yer alır? İslâm’daki ağırlığı nedir?

Cemdeki güzellikler ceme katılanlardan namaz ve diğer dînî görevleri düşürür mü? Ya da diğer bir ifâdeyle, cemdeki uygulamalar, namaza karşılık gelen türden bir uygulama mıdır?

Oniki İmâm’lardan (a.s) her hangi birisinin cem benzeri bir toplantı yaparak namazlarını terk ettikleri ya da namazı gereksiz kuru bir amelden ibâret gördükleri yolunda zayıf dahi olsa bir nakil, rivâyet var mıdır?

Cemi namazın, cem evini de caminin yerinde veya karşısında görmek doğru mudur?

Cemdeki yapılanlar tamamıyla İslâm’a uygun mudur? Ya da İslâm’la hiç ilgisi olmayan boş şeyler midir?...vb. soruların yanıtlarını Kur’ân’ın ve Ehl-i Beyt’in (a.s) buyruklarının aydınlık ışığı altında vermeye çalışalım:

Güvenilir İslâm Tarihleri ve Ehl-i Beyt yolunun hadis kaynaklarından araştırdığımız kadarıyla şunu samimiyetimizle söyleyebiliriz;

İslâm’ın ilk devirleri olan Resûlullâh’ın (a.s) hayatta olduğu dönem ile O’nun hak vârisleri olan İmâmların (a.s) aramızda bulunduğu dönemlerde tamamıyla bugünkü manada îfâ edilen bir cem anlayışı-uygulaması olmamış, yapılmamıştır. Çünkü;

O zamanlarda dînî yaşantının ana üsleri ve merkezleri Kur’ân’ın “mescid” adını verdiği mekanlar olmuştu. Ve yine o dönemlerde mescitler asıl fonksiyonlarını icrâ etmiş, ümmetin sorunlarıoralarda çözüme kavuşturulmuştu.

Hak önderlerinin (a.s) de yol göstericiliği sayesinde, mescit eksenli olmayan hiç bir oluşuma da imkan verilmemişti.

Öyle ki;

Mescitler;

Namaz ibâdetinin yerine getirildiği namazgâh,

Kalplerin nurlandığı, gönüllerin aydınlandığı, his ve duyguların zikir ile diriltildiği ilâhî dergâh,

Halkın kaynaşma ve dayanışmasının zirveye ulaştığı mabet,

İnsanların muhabbet ile olgunlaştığı meydân-ı muhabbet,

Müminlerin nikahlarının kıyıldığı nikâh salonu,

Âilevî sorunların konuşularak karara bağlandığı barış diyârı,

Cezâî hükümlerin takdîr edildiği âdil mahkemeler,

Yabancı elçilerin karşılandığı elçilik merkezi,

Bazı sportif faaliyetlerin yapıldığı spor salonu,

Savaş kararlarının alındığı karargâh,

Hasta ve yaralıların yatırıldığı, tedâvî edildiği hastahâne,

Kimsesizlerin, yolda kalmış gariplerin ağırlandığı, dinlendirildiği barınaklar...vs. idiler.

Ne oldu da müminler mescitlerden ayrı mekanlar edindiler? Kimileri yeni yerlerine “dergâh”, kimileri “tekke”, kimileri “zâviye”, kimileri “vekâle”, kimileri “hangâh” kimileri “hizmet evi” kimileri “cem evi”vs. dediler?

Günahları al eline,

Hele gel, gel bu dergâha.

Sâhip ol, el, bel, diline,

Hele gel, gel bu dergâha.

.....

.....

Muhkem tut, tuttuğun eli,

Yıkma mukaddes temeli.

Buradadır, Muhammed, Ali,

Hele gel, gel bu dergâha.

.....

.....

Ne zaman ki mescitler temel fonksiyonlarından soyutlandı ve insanların yalnızca namaz kıldıkları namazgâh ve birbirlerinin yüzlerine anlamsızca baktıkları buluşma yeri olarak algılanmaya başlandı, işte o zaman işler sarpasardı, var olan sorunlara yeni sorunlar eklendi ve yukarıdaki sonuçlar ortaya çıktı. Bir de buna resmî din anlayışının sınırlarını çizdiği bir İslâmî(!) eğitim, vaaz, hutbe ve ısmarlama fetvâlar eklendi mi hepten dökülme ve yıkım başladı.

Müslüman’ların yaşadığı bazı bölgelerde bunlardan başka da bir takım sorunlar yaşanıyordu. Devletin resmî mezhep anlayışı herkese zorla kabul ettirilmeye çalışılmış, mescitler bu işe aracı kılınmış, esâsen Allâh evi olması gereken mescitler devletin-sultânın-pâdişâhın buyruklarının halka din adına dikte edildiği merkezlere dönüşmüştü. Oralara devletin resmî mezhep anlayışı dışında kendi mezhep ve mekteplerine uygun bir tarzda namazlarını kılmak üzere gidenler, ya resmi görevlilerce -tabîri câiz ise- fişleniyor, ya da “...dört mezhepten birine bağlı değiller, sapık, ehl-i bidat mezhebin mensuplarıdırlar...” denilerek dışlanıyor, hoşgörüyle karşılanmıyordu.

Bunlara ilâveten; ilme giden yollar kısmen kapatılmış, Ehl-i Beyt ilminden az-çok haberdâr olanlar sosyal, psikolojik ve politik baskılarla susturulmuş, sindirilmeye çalışılmış, bir kısmı da uzun vadede yok edilmişlerdi.

İşte böylesi bir ortamda Alevi Müslüman’lar hem mescitlerden, hem kitâbî bilgiden ve hem de Ehl-i Beyt yolu âlimlerinden uzak düşmüşler. Bildiklerini sözlü olarak kulaktan kulağa cem toplantılarında ve o günkü şartların sağladığı bir takım araçlarla gelecek nesillere aktarmaya çalışmışlardır.

Bu arada uzun zaman diliminde câhil kalan insanların arasına sızan bazı kötü niyetli kimselerde boş durmamışlar. “Fırsat bu fırsattır.” diyerek işin aslını, sosyo-politik sebepler ve sonuçlarını görmezlikten gelmişler. Halk bazında Alevi ve Sünnî Müslüman’ların ihtilaflarını arttırmaya çalışmış. Gele gele, şartların getirdiği geçici uygulamalar sanki olmazsa olmaz şeylermiş gibi kabul edilmeye başlanmış, yapılması gereken asıl görevler de, muhâlif taraf sâhiplendiği için tümden terk edilmiştir.

Cem olayının başlangıcı, başlama sebepleri, bugünkü şekle gelişinin sebeplerini tümüyle ve genişçe anlatmaya kalkarsak söz uzar da uzar. Bunları geçerek, bugün gelinen noktada gerçek cemdeki amellerin Kur’ân ve Ehl-i Beyt anlayışına uygun olup olmadığını, namaz ibâdetinin yerine geçerli olacak bir davranışlar sistemi olarak kabul edilip edilemeyeceğini açıklayalım:

Genel anlamda cemde yapılan ameller Kur’ân ve Sünnet perspektifinde ele alınarak değerlendirildiğinde hemen her bir amelin Kur’ân’dan bir kısım âyetlerin ve bir çok hadis-i şerîflerin yorum ve tevîlinin bir sonucu ve yansıması olduğunu görür, ve orada yapılan her amelin ibâdet aşkı ve anlayışıyla yapıldığına şâhit oluruz.

Gerçekte kâmil bir Müslüman’ın; bütün hal ve hareketleri, Meselâ;

Yolda mütevâzi ve kibirlenmeden yürümesi, “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme...” [İsrâ (17): 37.] âyetine,

Yeme, içme vs. de ölçülü olması, “...yiyiniz, içiniz fakat isrâf etmeyiniz...” [Arâf (7): 31.] âyetine,

Eşine insânî yaklaşımda bulunması, “...(eşlerinize) iyi davranır, takvâlı olursanız, bilin ki Allâh yaptıklarınızdan haberdardır.” [Nisâ (4): 129.] âyetine,

Her türlü konuşma ve dinlemelerde dedi-kodudan kaçınması ve nefse uymaması, “Ey îmân edenler!... birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın, biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin...” [Hucurât (49): 12.] âyetine,

Rüşvet alıp-vermemesi, “Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin... insanların mallarını yemek için onları hâkimlere peşkeş çekmeyin.” [Bakara (2): 188.] âyetine,

Evlere ve her yere münâsip yer ve yollardan girip çıkması, “...Evlere kapılarından girin...” [Bakara(2): 189.] âyetine,

Eve ve sâir yerlere girerken selamlaşması, “...Evlere girdiğiniz zaman Allâh tarafından kutlu ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (ev halkına) selâm verin...” [Nûr (24): 61.] âyetine,

Göz, kulak ve tüm organlarını hak yolda kullanması, “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü göz, kulak ve gönül, bunların hepsi işlediklerinden sorumludurlar.” [İsrâ(17): 36.] âyetine,

Yeryüzünde gezip, dolaşırken ibret nazarıyla bakması, “...yeryüzünde gezin, dolaşın ve suçluların sonunun nasıl olduğunu görün.” [Neml (27): 69.] âyetine,

Kâinâta bakarak tefekküre dalması, “onlar... göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler...” [Âl-i İmrân (3): 191.] âyetine,

Her şeyde iyiye tâlip olması, “Onlar ki sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar...” [Zümer (39): 18.] âyetine,

Yapılan haksız, insafsız eleştiri ve karalamalara sabretmesi, “Onların dediklerine sabret...” [Tâhâ (20): 130.] âyetine,

Âile fertlerini doğruya ve hakka davet etmesi, “Oğlum, namazını kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelenlere sabret...” [Lokman (31): 17.] âyetine,

Kendi aleyhine bile olsa herkese, her konuda adâletli davranması, “Ey îmân edenler! Allâh için adâletle şâhitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adâletsizliğe sevk etmesin...” [Mâide (5): 8.] âyetine,

Ölçü ve tartıda doğruluktan ayrılmaması, “Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın...” [İsrâ (17): 35.] âyetine,

Borçlanmada şâhitler edinerek yazması-yazdırması, “Ey îmân edenler! Belli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın...” [Bakara (2): 282.] âyetine,

Evlenmeye gücü yetmeyen kimseye yardımcı olması, “İçinizdeki bekarlardan... iyileri evlendirin...” [Nûr (24): 32.] âyetine,

Kavgalı insanları barıştırarak aralarını adâletle bulması, “...Kardeşlerinizin arasını düzeltiniz...” [Hucurât (49): 10.] âyetine,

Tartışma ve mücâdelede taşkınlık yapmaması, “...onlarla en güzel şekilde mücadele et...” [Nahl (16): 125.] âyetine,

Açık ve gizli tüm günahlardan uzak durmaya çalışması, “...kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın...” [Enâm (6): 151.] âyetine,

Resûl’e ve Ehl-i Beyt’e salavât okuması, “...Ey îmân edenler! Siz de O’na salât ve selâm getiriniz.” [Ahzâb (33): 56.] âyetine,

Ana-babaya (büyüklerine) iyi davranması, “...sakın onlara “öf” bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle.” [İsrâ (17): 23.] âyetine,

Doğru ile yanlışı birbirine karıştırmadan olduğu gibi ortaya koyması, “Bile bile hakkı batılla bulayıp, hakkı gizlemeyin.” [Bakara (2): 42.] âyetine,

İnsanlarla ilişkilerinde onları alaya almaması, “Ey inananlar! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin...” Hucurât (49): 11.] âyetine,

Eşine helâl olan bir şekilde yaklaşması, “...Allâh’ın emrettiği yerden onlara varın...” [Bakara (2): 222.] âyetine,

Bayanların giyim kuşamlarında ölçüyü kaçırmaması, “...Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup, (boyunlarını da kapsayacak şekilde) örtsünler...” [Nûr (24): 31.] âyetine,

Hak bir İmâmın takipçisi olmayı isteyerek bu yolda gayretli olması, “Her topluluğu İmâmlarıyla çağırdığımız gün, kimlerin kitapları sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.” [İsrâ (17): 71.] âyetine... vs. dayanıyor, onlardan ilhâm alıyorsa, elbette ki her şeyi ibâdet olur. Her ameli Hak katında ibâdet olarak hesap edilir. Ve o kimse baştan ayağa ibâdet timsâli bir “Allâh adamı” oluverir. Nitekim; Allâh-u Teâlâ Kutlu Peygamberine (a.s) hitâben; “De ki, benim namazım, ibâdetim, hayâtım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi Allâh içindir.” [Enâm (6): 162] derken Müslüman’ın bütün yaşamının niyetine göre ibâdet boyutunda şekilleneceğine işâret etmiştir.

Cemdeki yapılanlar hakkındaki sözümüze şunları da eklemeden geçemeyeceğiz.

Bazı bâtıl ve zorlama yorumların târih içerisinde zamanla cem toplantılarına girdirildiğine ve Alevî Müslüman halkın zihinlerini bulandırdığına tanık olmaktayız. Bu cümleden olmak üzere; “Cem, Alevînin namazıdır, bizim namazımız, cemdeki niyazımızdır, bizde cem toplantılarında îfâ edilen halka namazı, orta namazı vardır ki bütün ibâdetlerin özüdür, kıble insanın cemâlidir, Kabe sembol olmaktan öte bir anlam taşımaz, asıl Kabe mürşîd-i kâmilin kalbidir, Âdeme secde Hakka secdedir, cemdeki içilen içki değil demdir, bu demden sır ederek içersen helâldir, zır ederek içersen harâm olur...vs.” gibi sözlerin bir kısmı, çok derin anlamı olan bazı hakîkatlerin bâtıl amaçlar yolunda kullanılması için ortaya saçılmakta ve bir kısmı da sorumsuzca ne denildiği düşünülmeden söylenmektedir. Halbuki Ehl-i Beyt yoluna göre İslâm’da hiç bir zaman zâhir terk edilerek bâtına ulaşılamaz. Hiç bir bâtınî anlayış da zâhire aykırı olamaz. Başta Sevgili Peygamberimiz (a.s) olmak üzere, bütün Ehl-i Beyt önderlerinin (a.s) hayatları da zâhir-bâtın dengesinin binlerce örnekleriyle doludur. Onlar ki manâ âlemine kanat açmış erlerdir, ancak şerîatın bir tek zâhirî hükmünü bile mânâya fedâ etmemişlerdir. Zîrâ onlar (a.s) biliyorlardı ki, bâtın ruh gibi ise, zâhir de bedene benzer. Nasıl ki bedensiz ruh veya ruhsuz beden dünyâ âleminde bir anlam ifâde etmiyorsa, zâhirsiz bâtın ya da bâtınsız zâhir de eksikliktir, nâkıslıktır.

Sözün özü; Ehl-i Beyt yoluna uygun tarzda yapılanmış bir mescidin bitişiğinde müminler eksikliğini hisseder ve dilerlerse sıcak bir muhabbet ortamı olması ve bazı sosyal faaliyetlerin yerine getirilmesi amacıyla bir cem evi\\sohbet evi\\ders evi kurabilir, oluşturabilirler. İhtiyaç duymayanlar ise bütün ferdî ve sosyal kulluk vazifelerini mescitte yerine getirirler.

Alevî Müslüman’lar bilirler ve inanırlar ki, cem evi caminin alternatifi değil, belki Sünnî tasavvuf anlayışındaki tekke ve zâviye örgütlenmesinin bazı yönlerden bir benzeridir.[30]

Sözümüzü Cenâb-ı Allâh’ın; “...O namaz kılanlara yazıklar olsun ki, onlar kıldıkları namazdan (namazın içerik ve ruhundan) gâfildirler...” [Mâûn (107): 4-5] âyetinin bir vecihten meâl ve tefsîri sayılabilecek bir dörtlükle noktalıyoruz;

“Bütün evren semah döner,

www.ehlibeytyolu.tr.cx

Bak arkadaşım ;
sallamaya sulandırmaya anlamsız kıyaslarla halka şirini gözükme çabalarına gerek yok
gerçeği herkes kabul etmek zorundadır İslamiyette cemevi semah türünden kültürel olayları ibadet diye yutturmak günahtır,

kendinizi vebale ateşe atmayın,
yok evren semah dönermiş yok cemevi tekkelerin benzeriymiş gibi saçma sapan kıyaslarla şeytana uymayın helak olursunuz,gerçeği apaçık kabul edin ve söyleyin, işte o zaman kazanırsınız.
Kullanıcı avatarı
AlevîGenç
Mesajlar: 80
Kayıt: 15 Oca 2007, 15:15
Konum: alevigenc@yolunakurban.com

Mesaj gönderen AlevîGenç »

Yukardaki yazıyı okuduysan çevap orada...

Ve Selam...
Muhammedî
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Mesaj gönderen ali muhsin »

Alevi genc arkadas

site ismi vermissiniz biraz göz attim , bazi seyler dogru bazilarinda ise sacmaliklar gördüm .mesela önce namazdan bahsediyorsunuz sonrada cemevlerini, dedeleri, kirklar gibi yalanlari göklere cikariyorsunuz ..anlamaniz gerekki bizler Bektasilerin üretmis oldugu geleneksel ve kültürel SAHTE Aleviligi, ..kirklar cemi masallari yalanlari ile donanmis Aleviligi kabul etmiyoruz ..yazilarini okudugumda ayetleri kulanarak cemvelerini ve onlarin geleneksel kültürünü Alevilik olarak tanitmanida mantiksiz karsiliyorum ..yazilarinda Alevilikten cok Bektasi inancinin geleneksel ayinlerini ,dolayli yolardan övdügünüde söyleyebilirim ..kisacasi Sizin bir Alevi genci olarak, Hakki Batilla karsitirmamani öneriyorum ..kendinizi atese atmamanizi ve bu konularda titiz bir aratstima yapmanizida dostca tavsiye ediyorum ...cemevlerindeki ayinler Bektasilerin Geleneksel ayinlerdir ve buda Alevilikle asla alakasi olmayan bir kültür anlayisidir ..gercekleri görün ve anlayin..
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Bugün cemevi olarak adlandırılan mekanların ilk oluşumları, o günlerin şartlarında islam coğrafyasının bazı yerlerinde, belki birilerince iyi niyetli olarak ve alevi-islam yolunun, ehlibeyt yolunun bir takım ibadet ve gereklerini, çeşitli baskı zulüm ve düşmanlıklardan dolayı mecburen gözlerden uzak bir yerlerde gizli gizli yapabilme amacıyla, o günlerde daha farklı versiyonlarda yapılanmalar olarak kuruldukları kabul edilse bile,

Artık günümüzde tamamen o ilk masum amaçlarından, onun teori ve pratiklerinden, tarihi süreç içerisinde180 derecelik bir açıyla sapılmış, saptırılmış ve bugün alevilikle hiç alakası olmayan, insanları gerçek alevilikten uzaklaştıran birer fesat ve günah yuvalarına, alevi halkımızın Kur’an, Hz.Peygamber ve 12 imamların yoluna girmelerinin önündeki en büyük engele, kandırma, istismar ve sömürü yuvalarına dönüşmüşler,

İslami değerlerle açıkça ve fütursuzca alay edilen, hatta islamın bazı kutsallarının doğrudan yada dolaylı olarak inkar edildiği -ne idüğü belli- bir takım şer-güç odakları tarafından kontrol! altına alınmış ve devamlı olarakta denetim ve gözetim altında tutulan mekanlar haline gelmişlerdir.

Ve bunun aksi durumunda tek bir cemevi bile gösterilemez.

Dolayısıyla sadece ve katışıksız olarak kuran ,hz peygamber ve masum imamların yolunda olan alevisesi sitesinin açtığı bu tertemiz sayfalara ve üstlendiği bu tarihi misyona sahip çıkılmalı ve köken itibariyle alevi olarak adlandırılan, ama işte sözkonusu bu engellerden dolayı bir türlü gerçek alevi olamayan bu mazlum ve mustaz’af insanlarımızın daha fazla kandırılmalarına izin vermemek adına elimizden gelen her türlü çalışma ve gayreti, girişimi sanal alemde de başka yerlerde de göstermeliyiz.Bu konuda herkes kendi bilgi, birikim, tecrübe ve yeteneklerine göre çaba göstermelidir diye düşünüyorum.

Allah (cc) yar ve yardımcımız olsun. Amin
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
hakikat
Mesajlar: 11
Kayıt: 26 Nis 2008, 09:18

Mesaj gönderen hakikat »

Öncelikle yeni üye olduğum için selamlar.

Sitenizi uzun zamandır biliyorum ve takip etmeye çalışıyorum. Açıkcası bir şeyler yazma ihtiyacı hissettim.

Görüşlerinize saygım var fakat sitenizin bir " NURCU " sitesinden farkı olmadığını söylemek istiyorum.

Senelerdir mücadelesi verilen " Cem Evini" reddeden " Semah " ibadetini reddeden bir Alevilik nasıl oluyor? O zaman sizde gidin caminize namaz kılın, ramazanda oruç tutun, her ay hatim indirin.

Biliyor musunuz sivasta yanan 37 can niçin yakıldı, neden yandı? Çorum'da Maraş'ta insanlar neden katledildi. İşte bunun mücadelesini verdiler. Kültürlerini kimseye parçalatmamak için, onu yaşatmak için kendi yaşamlarından oldular. Fakat siz kendinize alevi diyorsunuz ve bu değerleri kendi ellerinizle yıkmaya çalışıyorsunuz.

Kusura bakmayın ama böyle bir Alevi anlayışı benim görüşüme göre yok.

Sizlerin görüşlerine saygılıyım ama benim görüşlerimde bunlardır.

Sevgiler.
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

hakikat yazdı: Sitenizi uzun zamandır biliyorum ve takip etmeye çalışıyorum.
Arkadaş bu nasıl uzun zamandır takip etmektir böyle ?
Yazdıklarınıza bakılırsa siz herhalde sadece "göz ucuyla" takip
etmişsiniz sanırım.. :D
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
hakikat
Mesajlar: 11
Kayıt: 26 Nis 2008, 09:18

Mesaj gönderen hakikat »

MERDAN yazdı:
hakikat yazdı: Sitenizi uzun zamandır biliyorum ve takip etmeye çalışıyorum.
Arkadaş bu nasıl uzun zamandır takip etmektir böyle ?
Yazdıklarınıza bakılırsa siz herhalde sadece "göz ucuyla" takip
etmişsiniz sanırım.. :D

Emin olun takip ediyorum. Takip etmediğimi nereden anladınız?
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

hakikat yazdı:
MERDAN yazdı:
hakikat yazdı: Sitenizi uzun zamandır biliyorum ve takip etmeye çalışıyorum.
Arkadaş bu nasıl uzun zamandır takip etmektir böyle ?
Yazdıklarınıza bakılırsa siz herhalde sadece "göz ucuyla" takip
etmişsiniz sanırım.. :D

Emin olun takip ediyorum. Takip etmediğimi nereden anladınız?
Alevisesini bir nurcu sitesiyle aynı katagoride görmenizden,
Alevilikle bektaşiliği birbirine karıştırdığınızdan,
Cem, semah saz vs gibi alevilik adına kutsadığınız şeylerin dinin aslı olmayıp, kültürel
ögeler olduğunu anlamadığınızdan,
Anadoludaki bektaşiler dışında türkiyede ve dünyada, imam Ali (a)’ın ve 12
imamlarımızın (a.) yolunun takipçisi milyonlarca alevi-caferi olduğu gerçeğini bir türlü
kabul etmek istemeyişinizden,
Namaz oruç vb gibi islamın özünü teşkil eden ibadetleri inkar etmenizden yada hafife almanızdan,
14 masumlarımızın ve ehlibeyt aleyhiselamın yaşam pratiklerini görmemezlikten gelmenizden..
Türkiyede alevilere cemevleri üzerinden özellikle son yıllarda oldukça yoğunlaşan
oyunlardan, planlardan dolaplardan haberdar olmamanızdan.. vs vs vs…
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Mesaj gönderen ali muhsin »

hakikat yazdı:
Öncelikle yeni üye olduğum için selamlar.
Hosgeldiniz

Görüşlerinize saygım var fakat sitenizin bir " NURCU " sitesinden farkı olmadığını söylemek istiyorum.
Ayni Seyi Bektasiler icinde söyleyebilirsmisin mesela Bektasilerin Vahabilerden farki yoktur !! ayrica hangi Nurcu sitesi Ehli Beyten Tevella Teberradan söz ediyor merak ediyorum ...
Senelerdir mücadelesi verilen " Cem Evini" reddeden " Semah " ibadetini reddeden bir Alevilik nasıl oluyor? O zaman sizde gidin caminize namaz kılın, ramazanda oruç tutun, her ay hatim indirin. [/quote
]

klasik düsünceniz var ,evet senelerdir Cemevlerinde Aleviler asimile edilip Sömürlümüstür ,Tüm Hürriyetleri elerinden alinip Diktatör Sebatayist Dedelerin oyuncagi olmustur .Simdi uyanis devridir ,Alevilerin uyandigni ve Bektasi Sömürüsüne karsi cikip gercek Aleviligin ne demek oldugunu arastirdiklarini Kuran Ve Ehli Beyte baglandiklarini görebiliyoruz Rahatsizliginiz bunun icinmi ? Sucmu isliyoruz ? yoksa deyminizle Ikrardanmi döndük ?
Biliyor musunuz sivasta yanan 37 can niçin yakıldı, neden yandı? Çorum'da Maraş'ta insanlar neden katledildi. İşte bunun mücadelesini verdiler. Kültürlerini kimseye parçalatmamak için, onu yaşatmak için kendi yaşamlarından oldular. Fakat siz kendinize alevi diyorsunuz ve bu değerleri kendi ellerinizle yıkmaya çalışıyorsunuz.
Ne garibtirki Bektasilerin Alevi katliyamlarinda burunlari bile kanamiyor herse tezgahlaniyor ve Probaganda olarak kalkan gibi Sivas olaylarini geneleme yaparak bizlere dahi kulanabiliyorlar,Gercek Alevilik Kültürel ve geneklerden ibaret degildir ! Alevilik Saz calmak Sömrülmek Degildir ! Aleviligin yok olmasini ve Alevilerin asimile olmasini (yezitlesmesini) temeni eden karanlik Güclerin desteginde olan Bektasilerdir !! bunuda unutmayin ,Siz düsünün !
Kusura bakmayın ama böyle bir Alevi anlayışı benim görüşüme göre yok.


Sizde kusura bakmayinki Bizim görüsümüzdede , Kuran ve Ehli Beyt hükümelerini Red eden bir görüse yer yoktur ! Yalan ,Hurafe , hikaye Siir ,Gazel , Semah, Dem , Dede , Baba , gelenekleri gibi Düsüncelerinde.. Alevilikte yeri yoktur !!

Sizlerin görüşlerine saygılıyım ama benim görüşlerimde bunlardır.
Saygili olan kisi, Bizleri Nurculukla Suclayip, Kurani Asagilayip gelenekleri savunup , nerdeyse Sivas olaylarini arac olarak kulanip Bizlere maal etmeye kalkismaz...Bizler Aleviyiz ! Bektasi degiliz ! Kuran ve Ehli Beyte Baglanip Imamlarimizin Sözlerinden feyz alan, Onlar gibi yasayan kisiler Alevilik ünvanina sahip olur ! gelenekler ile kültürlerle degil ! , buda benim görüsümdür..!
Cevapla

“Cem, Semah ve Saz” sayfasına dön