İslâm'da "İmâmet"

Peygamberden sonra, Müslümanların rehberi ve lideri İmamet makamına sahip olan 12 İmamlarındır.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
AlevîGenç
Mesajlar: 80
Kayıt: 15 Oca 2007, 15:15
Konum: alevigenc@yolunakurban.com

İslâm'da "İmâmet"

Mesaj gönderen AlevîGenç »

İMÂMET:

İmâm; Ehl-i Beyt mektebine göre, peygamberlerden sonra, ümmete yol göstermek, onları hidayete irşat etmek amacıyla Allâh’ın emri ile, peygamberler tarafından vasî olarak tayin edilen kimsedir. Özellikle de son peygamber Hz. Muhammed (a.s)’in aramızdan ayrılmasından sonra nübüvvet ve risâletle görevlendirme son bulduğundan, bu dînin korunup gelecek nesillere saf ve tertemiz iletilmesi görevi Allâh’ın irâdesi ve peygamberimizin aracılığı ile vasîlerine verilmiş ve onlar ümmetin İmâmlığına tayîn edilmişlerdir. Peygamberimizin sonsuzluğa kanat açmasından sonra ümmetin işlerini çekip çevirecek, Kur’ân-ı Kerîm’in ve hadîs-i şeriflerin zâhirî-bâtınî hakîki manalarını beyân edecek ve onlardan çıkarılan hükümleri tatbîk edecek bir liderin ve liderliğin (İmâmetin) gerekli olduğunu kabul etmek farzdır ve aklen de elzemdir.

İmâmetin gerekliliğini kabul etmek, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizle, biz Ehl-i Beyt mektebi mensupları (Alevî, Şîi, İmâmî, Caferî...) arasında ortak bir inançtır. Şu kadar farkla ki;

Kardeşlerimiz; bu makâma belli şahısları değil, şartları tuttuğu takdirde, tüm Müslüman’ları-sahabîleri (r.a.) lâyık görüyorlar.

Biz; var olan ve inandığımız naslar gereği, bu makama sayıları belli olan, Oniki İmâm (a.s) olarak bilinen zâtları lâyık biliyoruz.

Kardeşlerimiz; bu makamı Kur’ân ve Sünnetin tatbîk edildiği dünyevî yöneticilik ve hilâfetten öte görmüyorlar.

Biz; dünyevî hilâfete ilâveten, bu makâmın sâhiplerinin, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Sünnet’i en iyi anlayıp koruduklarına, Nûr-u Nebîyi taşıdıklarına, Hz. Allâh katında zamanlarının en üstün Velâyet mertebelerinde olduklarına inanıyoruz.

Kardeşlerimiz; İmâmlığa kimin geçeceği ile ilgili Kur’ân’da ve Resûlullâh’ın (a.s) hadislerinde açık bir hüküm olmadığını söylüyorlar.

Biz; bu konuda yeteri kadar nasların, işâretlerin olduğuna inanıyor, bu bilgilerin temel kaynak eserlerde günümüze kadar ulaştığını savunuyoruz.

Elbette ki en doğrusunu Allâh bilir.

İmâmetin en önemli İslâmî farzlardan, hattâ, îmândan sonra ikinci sıradaki farzlardan olduğunu ifâde eden bâzı Ehl-i Sünnet (Sünnî) âlimi kardeşlerimizin görüşleri şöyledir:

“Hilâfet veya İmâmet şerî bir farzdır. Şerîat onu her Müslüman’a vâcip kılar. Bu farz yerine getirilinceye kadar, bütün Müslüman’lar sorumludur.”[17]

“İmâmet-i Kübrâ, Müslüman’lar üzerinde genel tasarrufa sahip olan makama verilen isimdir. Bu, Peygamber (a.s.)tarafından bize hilâfet yoluyla intikal eden reislik ve başkanlık demektir... Bu itibarla devlet başkanının tayîni en önemli farzlardandır...”[18]

“Bütün (mezhep) İmâmları, İmâmetin farz olduğu üzerinde ittifâk etmişlerdir. Dînin emirlerini uygulayan, mazlumları zalimlerin elinden kurtarıp haklarını alacak bir İmâm, bütün Müslüman’lar için gereklidir. Binâenaleyh, tüm dünyâda aynı zamanda iki İmâmın Müslüman’ları idâreye kalkışmaları hiç bir zaman câiz değildir...”[19]

“Din usûlünün dördüncüsü İmâmettir. İmâmet genel bir riyâsettir. Dünyâda din işlerini, peygamber (a) yerine, çekip çeviren kimsenin makâmıdır. İmâmla peygamber arasında vahiyden başka bir fark yoktur. İmâm şerîatın bekçisi, muhâfızıdır. Bu sebeple, İmâmın kötülüklerden münezzeh, temiz, masûm olması îcâp eder. Hiç bir eksikliğinin olmaması gerekir.[20]

“...İslâmî eserlerde halîfe, sultân, Ulul Emr ve İmâm kavramları hep aynı mânâları, mâhiyeti beyân için kullanılmıştır... İmâm Ebû Muîn En Nesefî: “Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan İmâmı (Ulu’l Emr’i) görmeden bir günün (bile) geçmesi câiz değildir. İmâm, devlet başkanı olan halîfedir. İMÂMETİN HAK OLDUĞUNU KABUL ETMEYEN KİMSE KÂFİR OLUR.. Çünkü dînî hükümlerden bir kısmının farz olması İmâmın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek gibi... İmâmı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur.” hükmünü zikreder.” (Yusuf Kerimoğlu: Kelimeler kavramlar: c:1 sh: 87)[21]

Hz. Peygamberimiz (a.s) buyuruyorlar; “...Her kim boynunda bîat (beyat) olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”[22]

Ehl-i Beyt mektebi, Oniki İmâm yoluna göre ise, İmâmet makâmı; Kur’ân âyetlerinin işâretiyle, risâlet ağacının solmaz gülü olan Hz. Muhammed (a.s)’in ilâhî emirler çerçevesindeki beyân, tavsiye ve tayîni ile ilâhî bir makâm olarak tanıtılmış ve bu makâma lâyık olanların kimler olduğu açıklanmıştır.

Bu makâmın vârisleri olan Ehl-i Beyt İmâmları (Allâh’ın selamı üzerlerine olsun), vahiy hâriç olmak üzere; takvâda, cesârette, güzel ahlakta, ilimde, celâl ve cemâlde, temizlik ve zerâfette, şirk-tuğyân-zulüm ve her türlü günahlardan berî ve uzak olmakla masûmlukta, âdetâ Resûl-ü Ekrem’in (Salât ve selâm O’na ve Âli’ne olsun) birer aynasıdırlar. Ve bu zâtlar, inancımıza göre ONİKİ İMÂM’lar olarak bilinen kişilerdir.

Bu konudaki inanç ve itikâdımızın temelleri olarak kabul ettiğimiz bâzı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler şunlardır:

Ehl-i Beyt yoluna göre İmâmete inanç ile ilgili bazı temel deliller;
Âyet-i Kerîmelerden bâzıları;

Mâide sûresi (5): 67.ayetindeki:“Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni teblîğ et, eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allâh seni insanlardan korur...” buyruğunda insanlara duyurulması istenen mesaj, İmâm Ali’nin İmâmet ve Velâyeti olup, bu âyet Ğadîr-i Hum’da[23] nâzil olmuş görevi gereği peygamberimiz (a.s), İmâm Ali’nin Velâyetini bütün ashâbına (r.a.) îlân etmiş ve “...Ben kimin velîsi isem, Ali’de onun velîsidir. Ey Allâh’ım Ali’yi velî edineni sen de velî edin! O’na düşman olana, sen de düşman ol! O’na yardım edene sen de yardımcı ol! O’nu aşağılamaya çalışanı dazelîl et!..” buyurarak Velâyet ve İmâmet tezkeresini o mübârek kelamları ile mühürlemişlerdir.

Nisâ sûresi (4): 59. ayetindeki: “Ey îmân edenler! Allâh’a itaat edin, Resûle ve sizden olan Ulu’l- Emre’ de itaat edin!..” buyruğunda yer alan “Ulul Emr” in kimler olduğu Ehl-i Beyt kanalıyla gelen rivâyetlerde ve bir çok Ehl-i Sünnet âlimlerinin beyânıyla da açıklanmıştır ki; onlar; altın soy olan Ehl-i Beyt İmâmlarıdır ve Oniki muhterem zâttırlar.

Mâide sûresi (5): 55. ayetindeki: “Sizin velîniz ancak Allâh, O’nun elçisi ve namazlarını kılan ve rüku halinde zekâtını (sadakasını) veren müminlerdir.” buyruğunda peygamberimizden sonra müminlerin velîsi olduğu belirtilen ve bâzı özellikleri bildirilen zât, bir çok Alevî (şîi) ve Sünnî rivâyetlerde ifâde edildiği üzere İmâm Ali (a)’dir.

Ahzâb sûresi (33): 33. âyetindeki: “...Ey Ehl-i Beyt! Muhakkak ki Allâh sizden her türlü kiri, günâhı (ricsi) uzak tutup, sizleri tertemiz kılmayı murâd ediyor.” buyruğunda, günah ve her türlü maddî ve manevî pislikten mutahhar olmalarını, Allâh’ın kendi üzerine aldığı, Ehl-i Beyt’in fertlerinin kimler olduğu sahîh ve güvenilir yollarla günümüze kadar ulaştırılmış ve bu zâtların; “Hamse-i Âl-i Âbâ” tabîr edilen; Hz. Muhammed (s.a.a.), Hz. Fâtıma (a), Hz. İmâm Ali (a), Hz. İmâm Hasan (a) ve Hz. İmâm Hüseyin (a) efendilerimiz olduğu açıklanmıştır.

Şûrâ sûresi (42): 23. âyetindeki: “...(Ey Resûlüm) De ki; yapmış olduğum tebliğe karşılık, sizden, yakınlarımı sevmenizden başka bir ücret istemiyorum...” buyruğunda, sevilmeleri Allâh tarafından emredilen, farz kılınan “yakınların” kimler oldukları sağlam rivayetlerle ortaya konulmuş, bu zâtların da Ehl-i Beyt’in fertleri olduğu sübût bulmuştur.

Mâide (5): 3; İkmâlüddîn âyeti, Âl-i İmrân (3): 61; Mübâhale âyeti ve daha nice âyet-i kerîmeler...

Sünnet’e, hadîs-i şerîflere gelince;

Hazreti Ali’nin, Resûlullâh’tan sonra, bütün müminlerin velîsi olduğunu beyân eden “ĞADÎR-İ HUM” hadîsi, Hazreti Ali’nin, Resûlullâh’ın yanındaki konumunun, Hazreti Hârun (a.s.)’un Hz. Mûsâ (a.s.)’nın yanındaki konumu gibi olduğunu bildiren “MENZİLET” hadisi, ilk inen âyetlerden olan Şuarâ (26): 214. âyeti; “(önce) en yakın akrabânı uyar.” nâzil olduğunda teblîğ amaçlı yapılan yakın akrabâ toplantısında, Hz. Ali’nin vasî, vezîr ve halîfe olarak tanıtıldığı “YEVMÜ’D-DÂR” hadîsi, Ehl-i Beyt’i Nûh (a.s.)’un gemisine teşbîh ederek, binenlerin kurtulacağı müjdesini veren, ayrılanların ise helâk olacaklarını inzâr eden “SEFÎNE-İ NÛH” hadîsi, “Benden sonra Oniki halîfe (İmâm-emir) gelecektir, hepsi de kureyştendir...” buyrularak, Oniki İmâm’ların geleceğini bildiren “ONİKİ HALİFE” hadîsi, vedâ haccında ve muhtelif zamanlarda ümmete emânet olarak bırakıldığı bildirilen, iki emânetten bahseden “KUR’ÂN VE EHL-İ BEYT EMÂNETİ” (SEKALEYN-HALÎFETEYN) hadîsi, İmâm Mehdî (a.f.) ile ilgili onlarca hadîs ve daha nice hadîs-i şerîfler...[24]

Hazreti Peygamber (a.s) buyurdular; “Ey İnsanlar! Aranızda iki ağır (önemli) emânet bırakıyorum. Birisi, Allâh’ın gökten yere uzanan bir ipi olan Kur’ân, diğeri ise itret’im, Ehl-i Beyt’imdir. Bunlar, kıyâmette Kevser havuzunun başında bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Bu ikisine sarılırsanız aslâ dalâlete düşmezsiniz.”[25]

Canlar cânı (s.a.a.) buyurdular; “Oniki halîfe olduğu müddetçe İslâm azîz olacaktır. Onların hepsi de Kureyş’tendir.”[26]

Oniki halîfenin kimler olduğunu beyân eden ve Ehl-i Sünnet âlimlerinden bâzı kimselerin nakletmiş oldukları aşağıdaki rivâyette oldukça dikkat çekicidir.

Hz. Resûlullah (a.s) efendimiz şöyle buyurdular; “Ben peygamberlerin efendisiyim. Ebû Tâlibin oğlu Ali’de vasîlerin efendisidir. Benden sonra Oniki vasîm vardır. İlki, Ali b. Ebî Tâlib, sonuncusu ise Mehdî’dir.”

Yine Nebîler başbuğundan (a.s) nakledildiğine göre şöyle buyurdular; “Mîrac gecesi göğe yükseldiğimde yüce Rabb’im bana şöyle buyurdu: “Peygamber, Rabb’inden kendisine nâzil olanlara îman etti...” [Bakara (2): 285] dedim ki: “müminler de”, buyurdu ki; “doğru söyledin ey Muhammed! Ben yeryüzü ehline şöyle bir nazar kıldım ve içlerinden seni seçtim. Sonra, kendi isimlerimden birinden senin için bir isim seçtim. Benim zikrolunduğum her yerde sen de benimle zikrolundun. Ben Mahmûd’um, sen de Muhammed’sin. Sonra bir nazar daha kıldım, diğerlerinin içinden de (velî) olarak Ali’yi seçtim. O’nu da kendi adlarımdan birisi ile adlandırdım. Ey Muhammed! Seni, Ali’yi, Fâtıma’yı, Hasan’ı, Hüseyin’i ve Hüseyin’in soyundan olan İmâmları kendi nûrumdan yarattım, sizlerin velâyetinizi göklerin ve yerin ehline sundum...

Ey Muhammed! Eğer kullarımdan bir kul nefesi kesilinceye kadar ve derisi kemiğe yapışıncaya kadar bana ibâdet etse dâhi eğer sizin velâyetinize karşı çıkarsa onu affetmem. Ey Muhammed! Onları görmek ister misin?” Dedim ki; “Evet ey Rabb’im.” Bana buyurdu ki; “Arşın sağ tarafına bak.” bakınca; Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin, Ali b. Hüseyin, Muhammed b. Ali, Cafer b. Muhammed, Mûsâ b. Cafer, Ali b. Mûsâ, Muhammed b. Ali, Ali b. Muhammed, Hasan b. Ali ve Muhammed Mehdî b. Hasan’ı gördüm. O (Mehdî) onların içinde inci misâli parlayan bir yıldız gibiydi. Buyurdu ki; “Ey Muhammed! Onlar, benim kullarıma hüccetimdir. Onlar, senin vasilerindir...”[27]

Gönüller Sultânı (a.s) buyurdular; “Dünya, ömründen bir gün bile kalmış olsa, Allâh, Ehl-i Beyt’imden ismi ismime uygun Arap birini zulüm ile dolmuş olan dünyâyı adâletle doldurması için göndermedikçe yok olmayacaktır.”

“Mehdî, Fâtıma’nın evlatlarından olan soyumdandır.[28]”

“Aleviyim” demekle, Alevî olunmaz.

Alevî, Ali (a.s) gibi yaşamakla olunur.

www.ehlibeytyolu.tr.cx
Muhammedî
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Cevapla

“12 İmam (İmamet) İnancı” sayfasına dön