Gönderilme zamanı: 18 Tem 2007, 15:28
8- Hıristiyan Baba Ve Müslüman Oğul
Hibetullah Musili şöyle diyor:
“Rabia” diyarında, “Kefertuta” (Filistin köylerinden) halkından Yusuf b. Yakup adında Hıristiyan bir katip vardı. Babamla dost ve arkadaştılar. Uygun olmayan bir vakitte yolculuktan gelerek babamın evine gitti. Ben ona; “Neden bu vakitte geldiğiniz?” diye sordum.
Dedi ki: “Mütevekkil beni çağırmış, ne iş için çağırdığını da bilemiyorum. Ama ben yüz dinarla kendimi sigorta ettim. Bundan dolayı onu Ali b. Muhammed’e (İmam Hadi’ye) getirmişim.”
Babam: “Bu işte muvaffaksın” dedi.
Adam Mütevekkil’in yanına gitti ve birkaç gün sonra sevinçli bir halde geri döndü. Babam neler olup bittiğini anlatmasını istedi.
Dedi ki: “Şimdiye kadar gitmediğim Samerra kentine gittim, bir ev kiraladım ve kendi kendime; “Mütevekkil’e gitmeden önce ve burada olduğumdan kimsenin haberi yokken Ali b. Muhammed (a.s)’ı bulup, yüz dinarı O’na teslim etmeliyim” diye düşünüyordum.
Sonra Mütevekkil’in, Hazreti evinden çıkmaktan men ettiğini öğrendim. Sormaktan çekindiğim için bir merkebe binerek, belki tesadüfen O Hazretin evini bulabilirim diye, sokakta rasgele gezinmek kalbimden geçti. Dinarları bir kağıda koyup gömleğin kolunda sakladım ve merkebe bindim. Merkep istediği şekilde sokaklarda dolaşıyordu. Nihayet bir kapıya gelip durdu, ne yaptıysam ileri gitmedi. Hizmetçime; “Bu evin kime ait olduğunu sor” dedim.
Dediler ki: “Ali b. Muhammed (a.s)’ın evidir.”
“Allah-u Ekber! Bu yeterli bir alamettir” dedim.
Sonra zenci bir köle evden çıkarak; “Yusuf b. Yakup sen misin?” dedi.
“Evet, benim” dedim.
İnmemi istedi, beni evin avlusuna aldı ve kendisi içeri girdi. “Bu ikinci alamet” dedim.
Kendi kendime; “Bu köle benim ve babamın adını nereden biliyor? Halbuki bu şehirde hiç kimse beni tanımıyor ve şimdiye kadar buralara gelmiş de değilim” dedim
Hizmetçi tekrar gelerek; “Kağıda sarıp gömleğinin kolunda sakladığın yüz dinar nerededir? Onu ver” dedi.
Verdim ve; “Bu üçüncü alamettir” dedim.
Yine dönerek; “İçeri gir” dedi.
İçeri girdiğimde, İmam Hadi’nin kendi yerinde tek başına oturduğunu gördüm. Buyurdular ki:
“Ey Yusuf! Bazıları, bizim velayet ve sevgimizin, senin gibi (gayr-i müslime) faydası olmadığını sanıyorlar. Onlar yalan söylüyorlar. Allah’a andolsun ki, velayetimizin senin gibi kimselere de yararı vardır. Şimdi buraya kendisi için geldiğin işin peşine git. Sevindirici şeylerle karşılaşacaksın ve çok yakında sana mübarek bir evlat nasip olacak.”
Ben Mütevekkil’in yanına gittim, istediğim şeyleri söyleyip döndüm.
Hibetullah diyor: “Onun ölümünden sonra oğlunu gördüm, Müslüman ve Şia inancına sahip idi. Babasının Hıristiyan olarak öldüğünü ve onun ölümünden sonra kendisinin Müslüman olduğunu söyledi. O şöyle diyordu: “Mevlam, benim dünyaya geleceğimden haber vermiştir!”
(Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 392)
Hibetullah Musili şöyle diyor:
“Rabia” diyarında, “Kefertuta” (Filistin köylerinden) halkından Yusuf b. Yakup adında Hıristiyan bir katip vardı. Babamla dost ve arkadaştılar. Uygun olmayan bir vakitte yolculuktan gelerek babamın evine gitti. Ben ona; “Neden bu vakitte geldiğiniz?” diye sordum.
Dedi ki: “Mütevekkil beni çağırmış, ne iş için çağırdığını da bilemiyorum. Ama ben yüz dinarla kendimi sigorta ettim. Bundan dolayı onu Ali b. Muhammed’e (İmam Hadi’ye) getirmişim.”
Babam: “Bu işte muvaffaksın” dedi.
Adam Mütevekkil’in yanına gitti ve birkaç gün sonra sevinçli bir halde geri döndü. Babam neler olup bittiğini anlatmasını istedi.
Dedi ki: “Şimdiye kadar gitmediğim Samerra kentine gittim, bir ev kiraladım ve kendi kendime; “Mütevekkil’e gitmeden önce ve burada olduğumdan kimsenin haberi yokken Ali b. Muhammed (a.s)’ı bulup, yüz dinarı O’na teslim etmeliyim” diye düşünüyordum.
Sonra Mütevekkil’in, Hazreti evinden çıkmaktan men ettiğini öğrendim. Sormaktan çekindiğim için bir merkebe binerek, belki tesadüfen O Hazretin evini bulabilirim diye, sokakta rasgele gezinmek kalbimden geçti. Dinarları bir kağıda koyup gömleğin kolunda sakladım ve merkebe bindim. Merkep istediği şekilde sokaklarda dolaşıyordu. Nihayet bir kapıya gelip durdu, ne yaptıysam ileri gitmedi. Hizmetçime; “Bu evin kime ait olduğunu sor” dedim.
Dediler ki: “Ali b. Muhammed (a.s)’ın evidir.”
“Allah-u Ekber! Bu yeterli bir alamettir” dedim.
Sonra zenci bir köle evden çıkarak; “Yusuf b. Yakup sen misin?” dedi.
“Evet, benim” dedim.
İnmemi istedi, beni evin avlusuna aldı ve kendisi içeri girdi. “Bu ikinci alamet” dedim.
Kendi kendime; “Bu köle benim ve babamın adını nereden biliyor? Halbuki bu şehirde hiç kimse beni tanımıyor ve şimdiye kadar buralara gelmiş de değilim” dedim
Hizmetçi tekrar gelerek; “Kağıda sarıp gömleğinin kolunda sakladığın yüz dinar nerededir? Onu ver” dedi.
Verdim ve; “Bu üçüncü alamettir” dedim.
Yine dönerek; “İçeri gir” dedi.
İçeri girdiğimde, İmam Hadi’nin kendi yerinde tek başına oturduğunu gördüm. Buyurdular ki:
“Ey Yusuf! Bazıları, bizim velayet ve sevgimizin, senin gibi (gayr-i müslime) faydası olmadığını sanıyorlar. Onlar yalan söylüyorlar. Allah’a andolsun ki, velayetimizin senin gibi kimselere de yararı vardır. Şimdi buraya kendisi için geldiğin işin peşine git. Sevindirici şeylerle karşılaşacaksın ve çok yakında sana mübarek bir evlat nasip olacak.”
Ben Mütevekkil’in yanına gittim, istediğim şeyleri söyleyip döndüm.
Hibetullah diyor: “Onun ölümünden sonra oğlunu gördüm, Müslüman ve Şia inancına sahip idi. Babasının Hıristiyan olarak öldüğünü ve onun ölümünden sonra kendisinin Müslüman olduğunu söyledi. O şöyle diyordu: “Mevlam, benim dünyaya geleceğimden haber vermiştir!”
(Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 392)