Ne var bu kadar abartacak

alibaran
Mesajlar: 136
Kayıt: 02 Mar 2011, 21:08

Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen alibaran »

Bismillahirrahmanirrahim
CEM VE CEM EVİ GERÇEĞİ
Cem; kelime anlamı olarak, toplanmak, bir araya gelmek, topluluk oluşturmak gibi manalara gelir. Arapça köken itibâriyle; ceme’a fiilinden türemiş ve dilimize geçmiştir.

Cem; kelime anlamının yanında bir de terim anlamı kazanmıştır ki, belli kurallar ve kâideler içerisinde Hakkın zikredildiği özel bir toplantı anlamında kullanılır. Dolayısıyla, Cem evi de; cem toplantısının yapıldığı yer demektir.

Aslına uygun olarak gerçekleştirilen cemlerde neler yapılır?;

Kur’ân’dan âyetler okunur, açıklanır.

Peygamberimize (a.s) ve Ehl-i Beyt’ine (a.s) salât-u selâm getirilir.


alıntıdır

Saz eşliğinde kalbden gelen bir coşku ile, içerisinde Oniki İmâm’ların (a.s) adlarının zikredildiği “Duvâz-ı İmâm” denilen deyişler söylenir.

İmâm Hüseyin (a.s) ve yarenlerini (r.a.) anmak için mersiye ve ağıtlar okunur. Ehl-i Beyt’in düşmanları ve pis amellerinden berî olunduğu îlân edilir.

Her birisi Kur’ân’ın bir çok hakîkatlerinin tefsîri ve meâli sayılabilecek ve insanımızın dinleyiş ve anlayış zevkine uygun tarzda yazılmış deme-deyişler okunur, dinlenir.

Ân olur ki cezbe ve aşk-ı ilâhî ile bazı canlar vecde gelir, semâha kalkar, devran döner, bazen de kendilerinden geçerler.

Ceme katılan canlara gerekli görülen konularda dînî ve dünyevî bilgiler verilir.

Küskünler barıştırılır. Aralarında anlaşmazlıklar bulunan müminlerin araları bulunarak ihtilaflar giderilmeye çalışılır.

Haktan uzak tâğûtî zulüm mahkemelerine baş vurulmaması için, bir âlimin liderliğinde ve halkın gözetiminde Hakka uygun bir şekilde davalar görülür ve çözümlenir.

Kurbanlar kesilerek lokmalar dağıtılır, ikramlar yapılır, duâlar edilir.

Ahlâkî öğüt ve tavsiyelerde bulunulur.

Kardeşlikler pekiştirilir. Canlar, Ensâr (r.a.) ve Muhacir (r.a.) misâli birbirleriyle musâhip-ihvân (manevi kardeş, candan kardeş, yol kardeşi) kılınırlar...vs.

Semahtaki devrânı Türk’e özgü sananlar,

Âlemlerdeki semâhı görmezler mi?

Peki;

Cemdeki bütün bu uygulamaların belli bir düzen ve intizâm içerisinde yapılması nereden kaynaklanıyor?

Bu tür bir toplantı ilk defa kim tarafından ve ne zaman başlatılmıştır?

Bu yapılanlar Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt (a.s) öğretilerinin neresinde yer alır? İslâm’daki ağırlığı nedir?

Cemdeki güzellikler ceme katılanlardan namaz ve diğer dînî görevleri düşürür mü? Ya da diğer bir ifâdeyle, cemdeki uygulamalar, namaza karşılık gelen türden bir uygulama mıdır?

Oniki İmâm’lardan (a.s) her hangi birisinin cem benzeri bir toplantı yaparak namazlarını terk ettikleri ya da namazı gereksiz kuru bir amelden ibâret gördükleri yolunda zayıf dahi olsa bir nakil, rivâyet var mıdır?

Cemi namazın, cem evini de caminin yerinde veya karşısında görmek doğru mudur?

Cemdeki yapılanlar tamamıyla İslâm’a uygun mudur? Ya da İslâm’la hiç ilgisi olmayan boş şeyler midir?...vb. soruların yanıtlarını Kur’ân’ın ve Ehl-i Beyt’in (a.s) buyruklarının aydınlık ışığı altında vermeye çalışalım:

Güvenilir İslâm Tarihleri ve Ehl-i Beyt yolunun hadis kaynaklarından araştırdığımız kadarıyla şunu samimiyetimizle söyleyebiliriz;

İslâm’ın ilk devirleri olan Resûlullâh’ın (a.s) hayatta olduğu dönem ile O’nun hak vârisleri olan İmâmların (a.s) aramızda bulunduğu dönemlerde tamamıyla bugünkü manada îfâ edilen bir cem anlayışı-uygulaması olmamış, yapılmamıştır. Çünkü;

O zamanlarda dînî yaşantının ana üsleri ve merkezleri Kur’ân’ın “mescid” adını verdiği mekanlar olmuştu. Ve yine o dönemlerde mescitler asıl fonksiyonlarını icrâ etmiş, ümmetin sorunlarıoralarda çözüme kavuşturulmuştu.

Hak önderlerinin (a.s) de yol göstericiliği sayesinde, mescit eksenli olmayan hiç bir oluşuma da imkan verilmemişti.

Öyle ki;

Mescitler;

Namaz ibâdetinin yerine getirildiği namazgâh,

Kalplerin nurlandığı, gönüllerin aydınlandığı, his ve duyguların zikir ile diriltildiği ilâhî dergâh,

Halkın kaynaşma ve dayanışmasının zirveye ulaştığı mabet,

İnsanların muhabbet ile olgunlaştığı meydân-ı muhabbet,

Müminlerin nikahlarının kıyıldığı nikâh salonu,

Âilevî sorunların konuşularak karara bağlandığı barış diyârı,

Cezâî hükümlerin takdîr edildiği âdil mahkemeler,

Yabancı elçilerin karşılandığı elçilik merkezi,

Bazı sportif faaliyetlerin yapıldığı spor salonu,

Savaş kararlarının alındığı karargâh,

Hasta ve yaralıların yatırıldığı, tedâvî edildiği hastahâne,

Kimsesizlerin, yolda kalmış gariplerin ağırlandığı, dinlendirildiği barınaklar...vs. idiler.

Ne oldu da müminler mescitlerden ayrı mekanlar edindiler? Kimileri yeni yerlerine “dergâh”, kimileri “tekke”, kimileri “zâviye”, kimileri “vekâle”, kimileri “hangâh” kimileri “hizmet evi” kimileri “cem evi”vs. dediler?

Günahları al eline,

Hele gel, gel bu dergâha.

Sâhip ol, el, bel, diline,

Hele gel, gel bu dergâha.

.....

.....

Muhkem tut, tuttuğun eli,

Yıkma mukaddes temeli.

Buradadır, Muhammed, Ali,

Hele gel, gel bu dergâha.

.....

.....

Ne zaman ki mescitler temel fonksiyonlarından soyutlandı ve insanların yalnızca namaz kıldıkları namazgâh ve birbirlerinin yüzlerine anlamsızca baktıkları buluşma yeri olarak algılanmaya başlandı, işte o zaman işler sarpasardı, var olan sorunlara yeni sorunlar eklendi ve yukarıdaki sonuçlar ortaya çıktı. Bir de buna resmî din anlayışının sınırlarını çizdiği bir İslâmî(!) eğitim, vaaz, hutbe ve ısmarlama fetvâlar eklendi mi hepten dökülme ve yıkım başladı.

Müslüman’ların yaşadığı bazı bölgelerde bunlardan başka da bir takım sorunlar yaşanıyordu. Devletin resmî mezhep anlayışı herkese zorla kabul ettirilmeye çalışılmış, mescitler bu işe aracı kılınmış, esâsen Allâh evi olması gereken mescitler devletin-sultânın-pâdişâhın buyruklarının halka din adına dikte edildiği merkezlere dönüşmüştü. Oralara devletin resmî mezhep anlayışı dışında kendi mezhep ve mekteplerine uygun bir tarzda namazlarını kılmak üzere gidenler, ya resmi görevlilerce -tabîri câiz ise- fişleniyor, ya da “...dört mezhepten birine bağlı değiller, sapık, ehl-i bidat mezhebin mensuplarıdırlar...” denilerek dışlanıyor, hoşgörüyle karşılanmıyordu.

Bunlara ilâveten; ilme giden yollar kısmen kapatılmış, Ehl-i Beyt ilminden az-çok haberdâr olanlar sosyal, psikolojik ve politik baskılarla susturulmuş, sindirilmeye çalışılmış, bir kısmı da uzun vadede yok edilmişlerdi.

İşte böylesi bir ortamda Alevi Müslüman’lar hem mescitlerden, hem kitâbî bilgiden ve hem de Ehl-i Beyt yolu âlimlerinden uzak düşmüşler. Bildiklerini sözlü olarak kulaktan kulağa cem toplantılarında ve o günkü şartların sağladığı bir takım araçlarla gelecek nesillere aktarmaya çalışmışlardır.

Bu arada uzun zaman diliminde câhil kalan insanların arasına sızan bazı kötü niyetli kimselerde boş durmamışlar. “Fırsat bu fırsattır.” diyerek işin aslını, sosyo-politik sebepler ve sonuçlarını görmezlikten gelmişler. Halk bazında Alevi ve Sünnî Müslüman’ların ihtilaflarını arttırmaya çalışmış. Gele gele, şartların getirdiği geçici uygulamalar sanki olmazsa olmaz şeylermiş gibi kabul edilmeye başlanmış, yapılması gereken asıl görevler de, muhâlif taraf sâhiplendiği için tümden terk edilmiştir.

Cem olayının başlangıcı, başlama sebepleri, bugünkü şekle gelişinin sebeplerini tümüyle ve genişçe anlatmaya kalkarsak söz uzar da uzar. Bunları geçerek, bugün gelinen noktada gerçek cemdeki amellerin Kur’ân ve Ehl-i Beyt anlayışına uygun olup olmadığını, namaz ibâdetinin yerine geçerli olacak bir davranışlar sistemi olarak kabul edilip edilemeyeceğini açıklayalım:

Genel anlamda cemde yapılan ameller Kur’ân ve Sünnet perspektifinde ele alınarak değerlendirildiğinde hemen her bir amelin Kur’ân’dan bir kısım âyetlerin ve bir çok hadis-i şerîflerin yorum ve tevîlinin bir sonucu ve yansıması olduğunu görür, ve orada yapılan her amelin ibâdet aşkı ve anlayışıyla yapıldığına şâhit oluruz.

Gerçekte kâmil bir Müslüman’ın; bütün hal ve hareketleri, Meselâ;

Yolda mütevâzi ve kibirlenmeden yürümesi, “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme...” [İsrâ (17): 37.] âyetine,

Yeme, içme vs. de ölçülü olması, “...yiyiniz, içiniz fakat isrâf etmeyiniz...” [Arâf (7): 31.] âyetine,

Eşine insânî yaklaşımda bulunması, “...(eşlerinize) iyi davranır, takvâlı olursanız, bilin ki Allâh yaptıklarınızdan haberdardır.” [Nisâ (4): 129.] âyetine,

Her türlü konuşma ve dinlemelerde dedi-kodudan kaçınması ve nefse uymaması, “Ey îmân edenler!... birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın, biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin...” [Hucurât (49): 12.] âyetine,

Rüşvet alıp-vermemesi, “Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin... insanların mallarını yemek için onları hâkimlere peşkeş çekmeyin.” [Bakara (2): 188.] âyetine,

Evlere ve her yere münâsip yer ve yollardan girip çıkması, “...Evlere kapılarından girin...” [Bakara(2): 189.] âyetine,

Eve ve sâir yerlere girerken selamlaşması, “...Evlere girdiğiniz zaman Allâh tarafından kutlu ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (ev halkına) selâm verin...” [Nûr (24): 61.] âyetine,

Göz, kulak ve tüm organlarını hak yolda kullanması, “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü göz, kulak ve gönül, bunların hepsi işlediklerinden sorumludurlar.” [İsrâ(17): 36.] âyetine,

Yeryüzünde gezip, dolaşırken ibret nazarıyla bakması, “...yeryüzünde gezin, dolaşın ve suçluların sonunun nasıl olduğunu görün.” [Neml (27): 69.] âyetine,

Kâinâta bakarak tefekküre dalması, “onlar... göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler...” [Âl-i İmrân (3): 191.] âyetine,

Her şeyde iyiye tâlip olması, “Onlar ki sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar...” [Zümer (39): 18.] âyetine,

Yapılan haksız, insafsız eleştiri ve karalamalara sabretmesi, “Onların dediklerine sabret...” [Tâhâ (20): 130.] âyetine,

Âile fertlerini doğruya ve hakka davet etmesi, “Oğlum, namazını kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelenlere sabret...” [Lokman (31): 17.] âyetine,

Kendi aleyhine bile olsa herkese, her konuda adâletli davranması, “Ey îmân edenler! Allâh için adâletle şâhitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adâletsizliğe sevk etmesin...” [Mâide (5): 8.] âyetine,

Ölçü ve tartıda doğruluktan ayrılmaması, “Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın...” [İsrâ (17): 35.] âyetine,

Borçlanmada şâhitler edinerek yazması-yazdırması, “Ey îmân edenler! Belli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın...” [Bakara (2): 282.] âyetine,

Evlenmeye gücü yetmeyen kimseye yardımcı olması, “İçinizdeki bekarlardan... iyileri evlendirin...” [Nûr (24): 32.] âyetine,

Kavgalı insanları barıştırarak aralarını adâletle bulması, “...Kardeşlerinizin arasını düzeltiniz...” [Hucurât (49): 10.] âyetine,

Tartışma ve mücâdelede taşkınlık yapmaması, “...onlarla en güzel şekilde mücadele et...” [Nahl (16): 125.] âyetine,

Açık ve gizli tüm günahlardan uzak durmaya çalışması, “...kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın...” [Enâm (6): 151.] âyetine,

Resûl’e ve Ehl-i Beyt’e salavât okuması, “...Ey îmân edenler! Siz de O’na salât ve selâm getiriniz.” [Ahzâb (33): 56.] âyetine,

Ana-babaya (büyüklerine) iyi davranması, “...sakın onlara “öf” bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle.” [İsrâ (17): 23.] âyetine,

Doğru ile yanlışı birbirine karıştırmadan olduğu gibi ortaya koyması, “Bile bile hakkı batılla bulayıp, hakkı gizlemeyin.” [Bakara (2): 42.] âyetine,

İnsanlarla ilişkilerinde onları alaya almaması, “Ey inananlar! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin...” Hucurât (49): 11.] âyetine,

Eşine helâl olan bir şekilde yaklaşması, “...Allâh’ın emrettiği yerden onlara varın...” [Bakara (2): 222.] âyetine,

Bayanların giyim kuşamlarında ölçüyü kaçırmaması, “...Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup, (boyunlarını da kapsayacak şekilde) örtsünler...” [Nûr (24): 31.] âyetine,

Hak bir İmâmın takipçisi olmayı isteyerek bu yolda gayretli olması, “Her topluluğu İmâmlarıyla çağırdığımız gün, kimlerin kitapları sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.” [İsrâ (17): 71.] âyetine... vs. dayanıyor, onlardan ilhâm alıyorsa, elbette ki her şeyi ibâdet olur. Her ameli Hak katında ibâdet olarak hesap edilir. Ve o kimse baştan ayağa ibâdet timsâli bir “Allâh adamı” oluverir. Nitekim; Allâh-u Teâlâ Kutlu Peygamberine (a.s) hitâben; “De ki, benim namazım, ibâdetim, hayâtım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi Allâh içindir.” [Enâm (6): 162] derken Müslüman’ın bütün yaşamının niyetine göre ibâdet boyutunda şekilleneceğine işâret etmiştir.

Cemdeki yapılanlar hakkındaki sözümüze şunları da eklemeden geçemeyeceğiz.

Bazı bâtıl ve zorlama yorumların târih içerisinde zamanla cem toplantılarına girdirildiğine ve Alevî Müslüman halkın zihinlerini bulandırdığına tanık olmaktayız. Bu cümleden olmak üzere; “Cem, Alevînin namazıdır, bizim namazımız, cemdeki niyazımızdır, bizde cem toplantılarında îfâ edilen halka namazı, orta namazı vardır ki bütün ibâdetlerin özüdür, kıble insanın cemâlidir, Kabe sembol olmaktan öte bir anlam taşımaz, asıl Kabe mürşîd-i kâmilin kalbidir, Âdeme secde Hakka secdedir, cemdeki içilen içki değil demdir, bu demden sır ederek içersen helâldir, zır ederek içersen harâm olur...vs.” gibi sözlerin bir kısmı, çok derin anlamı olan bazı hakîkatlerin bâtıl amaçlar yolunda kullanılması için ortaya saçılmakta ve bir kısmı da sorumsuzca ne denildiği düşünülmeden söylenmektedir. Halbuki Ehl-i Beyt yoluna göre İslâm’da hiç bir zaman zâhir terk edilerek bâtına ulaşılamaz. Hiç bir bâtınî anlayış da zâhire aykırı olamaz. Başta Sevgili Peygamberimiz (a.s) olmak üzere, bütün Ehl-i Beyt önderlerinin (a.s) hayatları da zâhir-bâtın dengesinin binlerce örnekleriyle doludur. Onlar ki manâ âlemine kanat açmış erlerdir, ancak şerîatın bir tek zâhirî hükmünü bile mânâya fedâ etmemişlerdir. Zîrâ onlar (a.s) biliyorlardı ki, bâtın ruh gibi ise, zâhir de bedene benzer. Nasıl ki bedensiz ruh veya ruhsuz beden dünyâ âleminde bir anlam ifâde etmiyorsa, zâhirsiz bâtın ya da bâtınsız zâhir de eksikliktir, nâkıslıktır.

Sözün özü; Ehl-i Beyt yoluna uygun tarzda yapılanmış bir mescidin bitişiğinde müminler eksikliğini hisseder ve dilerlerse sıcak bir muhabbet ortamı olması ve bazı sosyal faaliyetlerin yerine getirilmesi amacıyla bir cem evi\\sohbet evi\\ders evi kurabilir, oluşturabilirler. İhtiyaç duymayanlar ise bütün ferdî ve sosyal kulluk vazifelerini mescitte yerine getirirler.

Alevî Müslüman’lar bilirler ve inanırlar ki, cem evi caminin alternatifi değil, belki Sünnî tasavvuf anlayışındaki tekke ve zâviye örgütlenmesinin bazı yönlerden bir benzeridir.[30]

Sözümüzü Cenâb-ı Allâh’ın; “...O namaz kılanlara yazıklar olsun ki, onlar kıldıkları namazdan (namazın içerik ve ruhundan) gâfildirler...” [Mâûn (107): 4-5] âyetinin bir vecihten meâl ve tefsîri sayılabilecek bir dörtlükle noktalıyoruz;

“Bütün evren semah döner,

Aşkından güneşler yanar.

Aslına ermektir hüner,

Beş vakitle avunmayın.”

Cemi, namaza, cem evini, câmiye alternatif görenlerle, Semâhı folklöre dönüştürenler,

Hak’tan sapmış gâfillerdir.

Salavât ver Muhammed Mustafâ’ya,

Vermeyenler bu meydana gelmesin.

Veliyullâh demez isen Murtazâ’ya,

Demeyenler bu meydana gelmesin.

Hasan Müctebâ’dan haberin yoksa,

Bağırınca avazın göklere çıksa,

Gücün bu âlemi yakıpta yıksa,

Hak demeyen bu meydana gelmesin.

Evlâd-ı Resûlü tanımaz isen,

Kur’ân âyetini okumaz isen,

Hak için meydana dökülmez isen,

Dökülmeyen bu meydana gelmesin.[31
AnadoluAlevisi
Mesajlar: 307
Kayıt: 12 Mar 2011, 23:33

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen AnadoluAlevisi »

alibaran yazdı:Ne oldu da müminler mescitlerden ayrı mekanlar edindiler? Kimileri yeni yerlerine “dergâh”, kimileri “tekke”, kimileri “zâviye”, kimileri “vekâle”, kimileri “hangâh” kimileri “hizmet evi” kimileri “cem evi”vs. dediler?
Kimileri de "camii" dediler!
Makalat, Can Yay., s.44, 2007:
(a.s.) buyurdu: İçinizde iki emanet bırakıyorum yüce Tanrı'nın kitabı ve ailem Ehl-i Beyt'im, O halde eğer istiyorsanız ki Hak yolunda sağlıklı kalasınız, ilahi kitap ve nebiler sultanının (a.s.) evlatlarına tutunun.
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen 3nokta »

Burada kimsenin ama hiçkimsenin Ehl-i Beyt as ve Kuranın zikrinin yapılmasına, Ehl-i Beyt as için mersiyeler okunmasına, toplantılar düzenlemesine karşı olduğunu sanmıyorum. Ancak semahın ve cemevinde yapılan diğer kültürel unsurların Ehl-i Beyt as'a mal edilmesine karşıyız. Cemevinin üstlendiği misyona karşıyız. Bu misyon ki insanları temel Ehl-i Beyt as kaynaklarından, inançlarından ve ibadetlerinden uzak tutuyor. Kültürel sentez yoluyla oluşturulmuş ritüelleri Ehl-i Beyt as'a atfediyor. Biz buna karşıyız.
Şöyle düşünebilirsiniz. MEsela bazı diyanet camiilerinde Ehl-i Beyt as'ın ismi yazar. İmam Ali as'ın İmam Hasan as ve İmam Hüseyin as'ın ismi yazar. Siz buna karşı mısınız? Hayır ancak biz onların isminin yanına Muaviyenin Talhanın Zubeyrin isminin yazılmasına karşıyız. Bunun gibi işte.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
AnadoluAlevisi
Mesajlar: 307
Kayıt: 12 Mar 2011, 23:33

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen AnadoluAlevisi »

3nokta yazdı:Burada kimsenin ama hiçkimsenin Ehl-i Beyt as ve Kuranın zikrinin yapılmasına, Ehl-i Beyt as için mersiyeler okunmasına, toplantılar düzenlemesine karşı olduğunu sanmıyorum. Ancak semahın ve cemevinde yapılan diğer kültürel unsurların Ehl-i Beyt as'a mal edilmesine karşıyız. Cemevinin üstlendiği misyona karşıyız. Bu misyon ki insanları temel Ehl-i Beyt as kaynaklarından, inançlarından ve ibadetlerinden uzak tutuyor. Kültürel sentez yoluyla oluşturulmuş ritüelleri Ehl-i Beyt as'a atfediyor. Biz buna karşıyız.
Şöyle düşünebilirsiniz. MEsela bazı diyanet camiilerinde Ehl-i Beyt as'ın ismi yazar. İmam Ali as'ın İmam Hasan as ve İmam Hüseyin as'ın ismi yazar. Siz buna karşı mısınız? Hayır ancak biz onların isminin yanına Muaviyenin Talhanın Zubeyrin isminin yazılmasına karşıyız. Bunun gibi işte.
Siz kimsiniz yahu!
Ehlibeyt sanki sizin tekelinizde, sizden sorulur!
Biz de size karşıyız! Ehlibeyt ile ilginizin olduğuna inanmıyoruz! Yolunuz Muaviyenin Talhanın Zubeyrin yolu, haberin olsun!
Makalat, Can Yay., s.44, 2007:
(a.s.) buyurdu: İçinizde iki emanet bırakıyorum yüce Tanrı'nın kitabı ve ailem Ehl-i Beyt'im, O halde eğer istiyorsanız ki Hak yolunda sağlıklı kalasınız, ilahi kitap ve nebiler sultanının (a.s.) evlatlarına tutunun.
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen 3nokta »

Bu senin görüşündür. Zaten sen bizi hak bilsen bizden olurdun. Bilmediğin içindir ki böyle ağır bir ithamda bulunabiliyorsun. Biz lanet ettiğimiz kişilerin yolunda nasıl olabiliriz ki? Allah Muaviyeye Talhaya ve Zubeyre ve onların takipçilerine lanet etsin. Ebeden lanet etsin. Binlerce kez lanet etsin.
Peki sizin çizginiz kimin yolu? Bak sen diyorsun senin çizgin Muaviyenin çizgisi ben reddediyor ve Muaviyeye lanet ediyorum. Oysa sen yolunun h Bektaş'ın yolu olmadığını söyleyebiliyor musun? Elbette hayır. Gerçekten de yolunuz temelini ondan almış olsa bile tam olarak onun yolu değil. Onun adına çıkarılan yüzyıllarca değişime ve farklılaşmaya uğrayan Bektaşiliktir, yolunuz.
Bizim Ehl-i Beyt as ile olan ilgimiz şudur: Biz onların öğretilerini anlamaya, yaşamaya çalışan onların takipçisi olma yolunda olan onların velayetine inanan gariplerden başkası değiliz.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
AnadoluAlevisi
Mesajlar: 307
Kayıt: 12 Mar 2011, 23:33

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen AnadoluAlevisi »

3nokta yazdı:Bu senin görüşündür. Zaten sen bizi hak bilsen bizden olurdun. Bilmediğin içindir ki böyle ağır bir ithamda bulunabiliyorsun. Biz lanet ettiğimiz kişilerin yolunda nasıl olabiliriz ki? Allah Muaviyeye Talhaya ve Zubeyre ve onların takipçilerine lanet etsin. Ebeden lanet etsin. Binlerce kez lanet etsin.
Peki sizin çizginiz kimin yolu? Bak sen diyorsun senin çizgin Muaviyenin çizgisi ben reddediyor ve Muaviyeye lanet ediyorum. Oysa sen yolunun h Bektaş'ın yolu olmadığını söyleyebiliyor musun? Elbette hayır. Gerçekten de yolunuz temelini ondan almış olsa bile tam olarak onun yolu değil. Onun adına çıkarılan yüzyıllarca değişime ve farklılaşmaya uğrayan Bektaşiliktir, yolunuz.
Bizim Ehl-i Beyt as ile olan ilgimiz şudur: Biz onların öğretilerini anlamaya, yaşamaya çalışan onların takipçisi olma yolunda olan onların velayetine inanan gariplerden başkası değiliz.
Sünniler de çok dediler bize senin gibi!
Muaviye'nin yolu senin yolun ama haberin yok!
Muaviye de sizler gibi Alevilere, seyyidlere düşmandı! Alevi düşmanlarına lanet Hak zaten! Söylemesek bile!
Alevi/Bektaşi yolu, Hacı Bektaş'ın yolu, "Hak, Muhammed, Ali" yoludur.
Alevi/Bektaşi düşmanlarına nasıl da kanmışsın!
Senin yolun sana, haddini bil!
Makalat, Can Yay., s.44, 2007:
(a.s.) buyurdu: İçinizde iki emanet bırakıyorum yüce Tanrı'nın kitabı ve ailem Ehl-i Beyt'im, O halde eğer istiyorsanız ki Hak yolunda sağlıklı kalasınız, ilahi kitap ve nebiler sultanının (a.s.) evlatlarına tutunun.
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen 3nokta »

Rahat ol ben haddimi biliyorum. En azından misafir olarak bulunduğum bir yerde nasıl davranmam gerektiğini de biliyorum.
Diyorum ya o senin görüşün, senin kanaatin. Ancak hak bir tane er geç göreceğiz hepimiz. İnşallah bu hayatta görürsün. O tarafa kalırsa çok geç olur çünkü.

Allah Ehl-i Beyt as'in cümle düşmanlarına birincisinden sonuncusuna lanet etsin. Ve Ehl-i Beyt as'ın adını kullanarak onların tertemiz yolunu saptıranlara, saptırmaya çalışanlara da lanet etsin.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
AnadoluAlevisi
Mesajlar: 307
Kayıt: 12 Mar 2011, 23:33

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen AnadoluAlevisi »

3nokta yazdı:Rahat ol ben haddimi biliyorum. En azından misafir olarak bulunduğum bir yerde nasıl davranmam gerektiğini de biliyorum.
Diyorum ya o senin görüşün, senin kanaatin. Ancak hak bir tane er geç göreceğiz hepimiz. İnşallah bu hayatta görürsün. O tarafa kalırsa çok geç olur çünkü.

Allah Ehl-i Beyt as'in cümle düşmanlarına birincisinden sonuncusuna lanet etsin. Ve Ehl-i Beyt as'ın adını kullanarak onların tertemiz yolunu saptıranlara, saptırmaya çalışanlara da lanet etsin.
Çok misafirperversiniz! "Soysuz, it, mikrop, vs."! İspatlarsam ne yaparsın?
Sen de düşün, çok geç olmasın inşallah.
Son 2 cümlene: Eyvallah.
Makalat, Can Yay., s.44, 2007:
(a.s.) buyurdu: İçinizde iki emanet bırakıyorum yüce Tanrı'nın kitabı ve ailem Ehl-i Beyt'im, O halde eğer istiyorsanız ki Hak yolunda sağlıklı kalasınız, ilahi kitap ve nebiler sultanının (a.s.) evlatlarına tutunun.
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen 3nokta »

Ben sana mikrop, it ya da soysuz dediğimi hatırlamıyorum. Dediysem özür dilerim. Gerçi ben kimseye böyle hitaplarda bulunmam. Başkasının üslubu beni ilgilendirmez.
Neyse iyi geceler.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
AnadoluAlevisi
Mesajlar: 307
Kayıt: 12 Mar 2011, 23:33

Re: Ne var bu kadar abartacak

Mesaj gönderen AnadoluAlevisi »

3nokta yazdı:Ben sana mikrop, it ya da soysuz dediğimi hatırlamıyorum. Dediysem özür dilerim. Gerçi ben kimseye böyle hitaplarda bulunmam. Başkasının üslubu beni ilgilendirmez.
Neyse iyi geceler.
Aklımda halen ve unutamıyorum da!
Bana ve önderlerime "soysuz" diyen "Hasan Akça" idi ve uyarmıştın gerçi. Ama uyarından dolayı ağzının payını veremediğim için halen üzülüyorum. İnşallah kendine ve kendi önderlerine yönelsin bu sözü.
"İt" diyen ise "alone_man" idi ve görmedin, uyarmadın bile! Öylece, duruyor! Şahsıma demişti ama yine şahsına ve onu böyle eğiten önderlerine, yetiştirenlere yönelsin inşallah!
İstenirse bulup linkleri hemen vermeye hazırım.
Makalat, Can Yay., s.44, 2007:
(a.s.) buyurdu: İçinizde iki emanet bırakıyorum yüce Tanrı'nın kitabı ve ailem Ehl-i Beyt'im, O halde eğer istiyorsanız ki Hak yolunda sağlıklı kalasınız, ilahi kitap ve nebiler sultanının (a.s.) evlatlarına tutunun.
Cevapla

“Cem, Semah ve Saz” sayfasına dön