Abdestle ilgili sorular

Dinin ana direği namazdır...
Cevapla
byilmaz34
Mesajlar: 73
Kayıt: 23 May 2010, 14:08

Abdestle ilgili sorular

Mesaj gönderen byilmaz34 »

1-Arkadaşlar ayette topuklarınıza kadar diye ifade geçerken neden sadece ayaklarınızın üstünü mesh ediyorsunuz? Altını niye meshetmiyorsunuz?

2-Yüzü iki elle yıkamanın ve alttan yukarı yukarıdan alta yıkamada bir problem olmayacağına inanıyorum. Ayette bunlarada değinilebilirdi haksız mıyım?

3-Ayrıca kolu yıkadıktan sonra ilave suyla başı ve ayakları meshetmek batıl deniyor ama Kuranda böyle bir ifadede yok. Bunlar ayrıntılar mıdır? Yoksa Şia icma etmiş midir bu konularda?

4-Ayakları yıkamanın batıl olduğu söyleniyor ama işin doğrusu böyle değil mi "ayakları meshetmek farz yıkamak sünnet". Çünkü Peygamberimizin ayaklarını yıkadığına dair hadisler vardır. Taberi de bu görüştedir.

Lütfen bilenler cevaplarsa sevinirim.
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Abdestle ilgili sorular

Mesaj gönderen 3nokta »

Abdestte ayakların meshedilmesi gerektiğinin bir delili de teyemmümdür. Malumunuzdur ki teyemmun su olmadığı zaman alınır. Eller toprağa vurulur yüz ve kollar sırayla meshedilir. Yani abdestte meshedilen uzuvlar terk edilir, yıkanan uzuvlar ise meshedilir.
Kuran her şeyi ayrıntılı biçimde yazmaz. Şayet İslam'ın her şeyi açıkça ayrıntılarıyla yazılsaydı hiçbir ihtilaf olmazdı ve o kuran kamyon dolusu ciltlerde olurdu.
"Namazda Fatiha okumak ya da sure okumak çok da önemli değil Çünkü kuranda geçmiyor. Namazları bir rekat da kılsan olur 15 de olur çünkü kuran böyle bir bilgi yok." demek ne kadar doğruysa 2. ve 3. sorunuzun mantığı da o kadar doğrudur.
4. Biz kurana mı inanacağız hadislere mi? Ayetlerin bozulmadığı bilinen bir şeydir ve yine hadislerin değiştirildiği de öyle. Yani bir tane bile uydurma ayet yok ama binlerce uydurma hadis var.
Ayakları mest etmek farzken peygamberin ayaklarını yıkadığını söylemek peygamberi tanımamaktır ona iftiradır. O her adımında Allah'ın emriyle hareket etmiştir. Farz olan bir şeye muhalif olması düşünülemez.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Abdestle ilgili sorular

Mesaj gönderen f_altan »

Bizim Abdestle ilgili görüşümüzü öğrenmek istiyorsanız aşağıdaki yazıyı dikkatle okuyun:

ABDESTTE AYAKLARI MESHETMEK Mİ YOKSA YIKAMAK MI?

Allame Şerefuddin

İslam âlimlerinin, abdestte ayağı mesh etme yahut yıkama hususunda görüş ihtilafları vardır. Ehl-i Sünnet âlimleri ve onların dört mezhep imamları abdestte ayağın yıkanmasını farz-ı ta'yiyni biliyorlar. Zeydiyye imamlarından Davud bin Ali ve Nasirulilhak, abdestte ayağı hem yıkmayı, hem de mesh etmeyi farz bilmişlerdir. [1] Ama Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazıları [2] onlardan birinin yapılmasını yeterli görüyorlar. İmamiyye ise pak Ehl-i Beyt İmamlarına uyarak, ayağı mesh etmeyi farz-ı ta'yini biliyor. [3]

İmamiyye'nin Delili


İmamiyye'nin delili, Allah Teala'nın buyurduğu şu ayettir: "Meshedin başınızın bir kısmını ve ayaklarınızı da iki mafsala dek." [4]
Fahr-i Razi şöyle diyor: "Meshi farz bilenlerin delilleri, "Ercül" kelimesindeki naklolan iki meşhur kıraate dayalıdır. Kıraat imamlarından İbn-i Kesir, Hamza, Ebu Amr, -Ebu Bekr'in rivayetine göre- Asım, bu lafzı esreyle, "Erculikum" okumuşlar. Nafı', İbn-i Amr, -Hafs'ın o rivayetine göre- Âsım, üstünle "Erculekum" okunmasını kabul etmişlerdir."

Fahr-i Razî sonra şöyle ekliyor: "Ercül kelimesi esreyle "Erculikum" okunursa o zaman rüus'a atfedilir. Yani başın mesh edilmesinin farz olduğu gibi ayakların da mesh edilmesi farz olur."

Fahr-i Razi sonra şöyle diyor: "Eğer bir kimse, şöyle derse; Evet "Ercül" kelimesi meksurdur, fakat "rüus" kelimesine matuf olduğundan değil, "cerr-i civar"dan dolayıdır. Örneğin: "Cuhru zubbin haribin" (kertenkelenin yuvası haraptır) cümlesinde "harib" kelimesi "zubbin" kelimesine yakın olduğundan dolayı meksur olmuştur. Veya "Kebir-u unasin fî bicadin müzemmelin" (Bir kabilenin büyüğü nakışlı elbiseyle bürünmüştür) cümlesindeki "müzemmil" kelimesi "bicadin" kelimesine yakın olduğundan dolayı meksur olmuştur."

Cevabında deriz ki:

Bu, birkaç delile binaen doğru değildir:
1- Şüphesiz, "cerr-i civar" kuralı gereği meksur olan kelime pek azdır. Ancak şiirlerde zaruret dolayıyla olabilir. Kur'an-ı Mecid'de (harf-i atıf varken) böyle bir zaruret yoktur.

2- "Cerr-i civar" kuralı gereği esre, "cuhru zabbin harib" gibi şek ve şüphe doğurmadığı bir yerde gelir. Şu kesindir ki, "harib", "zabbin" sıfatı olamaz, sadece "cuhrun" haberi olabilir. Ama abdest ayetinde iltibastan (şüpheye düşmekten) güvence yoktur.

3- "Cerr-i civar" kuralı gereği esre, harf-i atıf olmadığı yerde olur. (Abdest ayetinde ise harf-i atıf vardır). Harf-i atıfla birlikte "cerr-i civar" kuralının da gelmesini hiç kimse söylememiştir.

Fahr-i Razi sonra şöyle devam ediyor: "Bir grup âlimler, "Ercül" kelimesinin nasb (üstün)le okunmasının da meshi gerektirdiğini söylemişlerdir. Çünkü "ercülekum", "bi-rüusikum" yerine matuftur. Bu kelime, mef'ul-u beh olduğundan dolayı mahallen mensuptur. Fakat lafzan ba-i carreyle mecrurdur. "Erculekum"un, "rüus" kelimesinin mahalline atfedilip mensup okunması [5] câiz olduğu gibi, "ercul" kelimesini "rüus" kelimesinin zahirine atfederek mecrur okumak da câizdir."

Fahr-i Razi daha sonra şöyle diyor: "Binaenaleyh "Ercül"de nasb veren amilin "Vemsehu" [6] veya "Feğsilu" [7] olduğunu diyebiliriz. Ama eğer iki amil bir ma'mulda toplanırsa, en yakın amilin amel etmesi daha uygundur. [8] Öyleyse bu açıklamalarımız doğrultusunda, Allah Teala'nın sözündeki "Erculekum" lafzına nasb (üstün) veren amil "Vemsehu"dur.

Fahr-i Razî sonra şunu da sözüne ekliyor: "Binaenaleyh "Erculekum" kelimesindeki "lam" harfini nasb (üstün) ile okumak da ayakların mesh edilmesini gerektirmektedir."

Daha sonra şöyle devam ediyor: "Alimlerin, hadislere dayanarak ayağın mesh edilmesi farz değildir demeleri doğru değildir. Çünkü (bu konudaki) tüm hadisler, haber-i ahad babındandır. Kur'an'ı, haber-i vahidle neshetmek câiz değildir" [9]

Nihayet Fahr-i Razi görüşünü şöyle açıklıyor: "Ayağı yıkamak hakkında çok hadis nakledilmiştir, yıkamak meshe de müştemildir (onu da kapsar), ama bunun aksi doğru değildir. Çünkü yıkamak ihtiyata daha yakındır. Bundan dolayı yıkamak farzdır. [10]
Bu beyana göre Ayakları yıkamak meshin yerine geçerlidir."

Yıkamakla ilgili hadisler hakkında Ehl-i Beyt İmamları ve onlara uyanların görüşünü yakında göreceksiniz. Fahr-i Razi'nin, "yıkamak mese de müştemildir" sözüne gelince o apaçık mugalatadır. Gasl (yıkamak) ve mesh; lügat, örf ve şeriatta [11] iki ayrı hakikattir.

Binaenaleyh gasl, kesinlikle meshin yerine geçerli sayılamaz. Ama gerçek olan şudur ki, Fahr-i Razî, iki mahzurun arasında kalmış; ya apaçık ayetle muhalefet etmek veya görüşünde sahih olan hadislerle muhalefet etmek. Bu çıkmazdan kurtulması için, "gasl (yıkamak) meshi de kapsar; bu ihtiyata daha yakındır, meshin yerine de geçerlidir" diyerek zannıca ayetle hadisin arasını cem' etmiştir.

Kim onun bu savunmasına dikkatle bakacak olursa, onu bir karmaşa içinde görecektir. Eğer ayet, meshin farz olmasına açıkça delalet etmeseydi, yıkamanın meshi de kapsadığını (böylece mesh de yerine gelmiş olur!) söylemeye ihtiyaç duymazdı. Öyleyse iyice dikkat ediniz ve derincesine düşününüz...

Ehl-i Sünnet (kardeşler)in, fıkıh ve Arap edebiyatı hakkında görüş sahibi ve muhakkiklerinden bir grup kimse, örneğin: araştırmacı şeyh İbrahim el-Halebî, "Gunyet'ul- Mütemellî fî Şerhî Muniyet-il Musallî Ala'l Mezahib-il Hanefi" kitabında abdestle ilgili ayet hakkında bahsederken şöyle demiştir: "Abdest ayetinde geçen "Erculekum" kelimesi, kurra-i seb'a (yedi kari) arasında hem esre, hem de üstün (nasb)le okunmuştur. Nasble okunması vücuhekum yerine atfedildiğinden, cerle okunması da cerr-i civardan dolayıdır. Ama doğru olan, "Ercül" kelimesi her iki kıraatta "rüus" yerine matuftur; nasble okunduğu takdirde mahlline, cerle de okunduğu takdirde lafzına matuftur."

Daha sonra şöyle devam ediyor: "Erculekm"u, vücuhekum'a atfetmek câiz değildir. Çünkü matufla matufu aleyh arasında yabancı bir cümle (yani, Vemsehu bi-ruusikum) vaki olarak onların arasında ayrılık meydana gelir. Kural şudur ki, onların arasında bir kelime dahi fasılaya sebep olmamalı, nerede kaldı ki bir cümle vaki olsun."

Merhum şeyh İbrahim Halebî sonra şöyle diyor: "Fesahatli hiçbir kimsenin sözünde "Zerebtu Zeyden ve merertu bi-Bekr'in ve Amren" deyerek, Amr'ı Zeydin yerine atfetmesini duymamışım. Cerr-i civara gelince, bu kural sıfatta çok nadir kullanılmaktadır. Örneğin bazıları şöyle demiştir: "Haza cuhru zabbin harib'in." Tekit'te kullandığı hususunda ise bir şair şöyle demiştir:
"Ya sahi, belliğ zav'iz- zevecati kullihim en leyse vaslun izen hallet urye'z zenebi" (Yani: "Ey arkadaş, bütün birkaç eşi olanlara ilet ki, kuyruğun düğümü çözülürse, artık vasl olmaz.") Ferra'nın naklettiğine göre "kullihim" cerr-i civardan dolayı esreyle okunmuştur."
Sonra şunu da sözüne ekliyor: "Ama atıf harflerinde cerr-i civar kuralını uygulamak kesinlikle câiz değildir. Çünkü atıf, cerr-i civarı men ediyor."

İşte bunlar şeyh İbrahim Halebî'nin kendi sözleri idi. [12]
Bu açık yolu kat edenlerden biri de, Sindî ismiyle meşhur olan Ebu'l Hasan İmam Muhammed bin Abdulhadi'dir. Sindî, İbn-i Mace sünenine yazdığı haşiyede, -Kur'ân'ın zahirinden meshin anlaşıldığına yakin ettikten sonra- şöyle diyor: "Kur'ânın zahiri, (abdest ayeti) meshi göstermektedir. Çünkü "ercülikum" esreyle okunduğunda, "ruisikum" yerine atfedilir; nesble "erculekum" okunduğunda da ruisikum'un mahalline atfedilir. (Her iki suret de meshi gösterir.)
"Ercül'ün," nasble okunup mahalline atfedilmesi, cerr-i civar denilip vücuhekum'a atfedilmesinden daha uygundur. Nitekim Nahv ilminin bilginleri de buna tasrih etmişlerdir."

Zemahşeri sonra şöyle devam ediyor: "Cerr-i Civar Arapça'da pek azdır, ama mahalline atfetmek yaygın ve çoktur. Bu açıklamayla, matuf ve matufun aleyhin birbirinden ayrı düşmesinden de kurtulmuş oluruz. Bu beyana göre Kur'ânın zahiri, meshe delalet etmektedir."
Bu, Muhammed-i Sindî'nin açıkça beyan ettiği sözlerden ibaretti. [13] Ama maalesef o da diğerleri gibi ayağı yıkama babında Kur'ân'ı hadislere hamletmiştir.

İmam Zemahşeri, Tefsir-i Keşşaf'da abdest ayetiyle ilgili filozofluk taslayarak şöyle demiştir:
"Yıkanan üç uzuvlar arasında yeralan "Ercül"ün (ayaklar) yıkanması, suyun onun üzerine dökülmesiyle gerçekleşir. Yıkanmasının nehy edilmesi, israfa yol açacağı zannından dolayı abdestte meshedilen üçüncü uzva (rüus'a) atfedilmektedir. Bu atıf, onun meshedilmesi için değil sadece suyun onun üzerine dökülmesinde iktisatlı davranmanın gerekli olduğu içindir."

Zemahşerî sonra şöyle devam ediyor: "Allah Teala, "ile'l- ka'beyn" tabiriyle de, ayağın meshedilmesini zannedenin zannını gidermek için onun nihayetini belirtmiştir. Çünkü meshin, İslam şeriatında nihayeti belirlenmemiştir."

Evet, bu onun, Ercül'ün, rüus yerine atfedilmesinde ve "ile'l- kabeyn", ayağın gayetini (bitiş noktasını) belirtmesini söylemedeki felsefe parçalamasıdır! Gördüğünüz gibi onun sözlerinin, ahkam-ı şer'iyyeyi Kur'ân'dan istinbat etmek ve onun tefsiriyle herhangi bir ilişkisi yoktu. Hiçbir delil de onun sözlerini teyit etmemektedir. Onun sözleri, islami meseleleri kendi kanalından istinbat ve istihraç etme yerine, ayeti kendi mezhebine tatbık ve tahlil etmede bir çeşit tahakkümdür.

Bu kahinliğinde öyle garip söz söylemiş ki, ayakların yıkanması, yanında kesin ve zaruri olan kimseden başka hiç kimse onu dinlemez. Oysaki ayağı yıkamak ihtilaflı bir meseledir. Buna teveccüh bile etmemiştir. Özellikle onların bilginleri, Kur'ân'ın zahirinin, meshin farz olmasını gösterdiğini bile itiraf etmekteler. Bu konuda, Ercul'un, rüus'a atfedilmesiyle ilgili nahvî kurallarının gerektirdiği şey bizim için yeterlidir. İslam bilginleri, nâss ve fetva açısından bunda ittifak etmişlerdir.

Ayağı Yıkamakla İlgili Hadislere Bir Bakış

Ayağı yıkamakla ilgili hadisler iki kısımdır: Onlardan bazıları Abdullah bin Amr bin As'ın hadisi gibi kesinkes yıkamaya delalet etmemekteler. Müslim ve Buhari'de Abdullah'tan tahriç edilen hadiste Abdullah şöyle diyor:
"Hz. Resulullah'la birlikte yolculuktaydık, Resulullah (s.a.a) bizden geriye kaldı, (biraz bekledikten) sonra gelip bize ulaştı. İkindi namazı vakti de gelip çatmıştı. Abdest alırken ayaklarımızı mesh ediyorduk. Resulullah (s.a.a); "Ateşten dolayı vay topukların haline!"diye seslendiler. [14]

Bu hadis sahih olduğu takdirde meshi gerektirir, yıkamayı değil. Çünkü Resul-i Ekrem, onları bu amelden nehy etmemiştir, hatta onların bu amelini teyit bile etmiştir. Sadece topuklarının kir ve necasetine karşı çıkmıştır. Buna şaşmaya gerek yoktur. Çünkü onların arasında bir grup yalın ayaklı cahil bedevi Araplar vardı, bunlar idrar ettiklerinde, özellikle yolculukta idrarın ayaklara sıçramasından kaçınmıyorlardı. Bundan dolayı, necis ve kirli ayaklarla namaz kılmamaları için Resulullah (s.a.a) onları ateşle tehdit etmiştir. [15]

Ayağın yıkanmasına delalet eden hadislerden biri de, Osman'ın kölesi Hamran'ın naklettiği hadistir. Hamran şöyle diyor:
"Osman'ı gördüm; su kabından ellerine su döktü, üç kere ellerini yıkadı, sonra sağ elini kaba daldırdı; ağzına, burnuna su verdi; burnunu arıttı." [16]

Sonra şöyle devam ediyor: "Daha sonra üç defa ayaklarını yıkadı ve şöyle dedi: Resulullah'ın (s.a.a) benim abdest aldığım gibi abdest aldığını gördüm."
Abdullah bin Zeyd bin Asim el- Ensarî'nin hadisi de şöyledir: "Abdullah'a, Resulullah'ın aldığı abdest gibi abdest al dediklerinde, bir kap su istedi, ondan ellerine döktü, sonra kollarını topuklarıyla yıkadı ve şöyle dedi: Hz. Resulullah'ın abdesti böyleydi." [17]

Bu manada diğer hadisler de naklolunmuştur. Bu hadisler birkaç yönden doğru değildir:

1- Bu çeşit hadisler, Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beyt İmamlarının icma ettiği şeyle muhaliftir. [18] Kur'ân ve Ehl-i Beyt, Resulullah (s.a.a)'in birbirinden ayrılmaz emanetleridir. Ümmet bunlara sarıldığı müddetçe kesinlikle sapmaz. Bu ikisine muhalif olan her hadis duvara çalınmalıdır. (terk edilmelidir).

Ayakları yıkamakla ilgili hadislerin zayıf ve onların reddinde; ümmetin âlimi, kitap ve sünnetin heybesi olan Abdullah bin Abbas'ın mesh için ihticaç ettiği şu söz yeterlidir:
"Allah Teala abdestte iki yıkamayı, iki de meshi farz etti; görmez misin, teyemmümü zikrederken, iki yıkama yerine iki meshi zikretmiş, öbür iki meshi (başı ve ayakları mesh etmeyi) ise terk etmiştir." [19]
Gene İbn-i Abbas; "Abdest iki yıkayış, iki mesh ediştir" der; [20]

Abdullah bin Abbas'a; "Ensar'dan Muavvız bin Afra'nın kızı Rabia, Resulullah'ın (s.a.a) onun yanında abdestte ayaklarını yıkadığını sanmaktadır" dediklerinde, İbn-i Abbas Rabia'nın yanına gelerek durumu ondan sordu ve onun sözünü kabul etmeyip abdestte ayaklarını yıkayanlara şaştığını ve; "Ben, Allah'ın kitabında meshten başka bir şey görmüyorum" dediğini vurgulamıştır. [21]

2- Eğer ayakları yıkamakla ilgili hadisler doğru olsaydı tevatürle nakledilmiş olurdu. Çünkü abdestte ayağın yıkanmasını, kadın, erkek, köle, hür ve herkesin bilmesi gerekir. Çünkü her gece gündüz ona ihtiyaç duyulmaktadır. Eğer yıkamak müslümanların arasında kesin olsaydı, bütün mükellefler, peygamberin zamanında ve ondan sonraki zamanlarda onu iyice öğrenip ve her asır ve zamanda onu tevatürle nakletmiş olurlardı. Artık hiç kimse onu inkar veya reddetmeye kalkışmazdı. Durum böyle olmadığından dolayı, bu çeşit hadislerin zayıf oluşu ve yetersizlikleri bizim için gözler önüne serilmektedir.

3- Ayakların taharetiyle (yıkamak veya mesh etmekle) ilgili nakledilen hadisler birbirleriyle çelişmektedir. Bazıları, daha önce naklettiğimiz Hamran ve İbn-i Asim'in hadisleri gibi yıkamayı emretmektedir. Bazı hadisler de, Buhari'nin, Sahihinde tahriç ettiği hadis gibi meshi göstermektedir. Sahih-i Buhari'nin bu hadisini Ahmed, İbn-i Ebî Şeybe, İbn-i Ebi Ömer, Beğavî, Tabarani ve Maverdî de nakletmekteler. Her birisi, güvenilir bildikleri kişiler yoluyla Ebu Esved'den, o da Ubbad bin Temim'den, o da babasından nakletmişlerdir. Hadis şudur:
"Resulullah'ı (s.a.a) abdest alırken abdestte ayaklarını meshettiğini gördüm."

Buhari'nin Sahihinde, naklettiği hadis gibi A'yen'in iki oğlu Zürare ve Bukeyr de, İmam Muhammed Bakır (a.s)'ın Resulullah (s.a.a)'in nasıl abdest aldığını amelen gösterirken abdestte, ellerinin ıslaklığıyla, yeniden elini suya dokundurmaksızın başını ve ayaklarının üstlerini mesh ettiklerini nakletmekteler. [22]

İbn-i Abbas'dan, -Mecma'ul- Beyan'da nakledildiği üzere- Resulullah (s.a.a)'in nasıl abdest aldığını gösterirken ayaklarının üzerini mesh ettiği nakledilmektedir.
Hadisler çelişkili olduğundan dolayı başvurulması gereken şey, Kur'ân olmalı ve ondan yüz çevrilmemelidir.

Bu Konuda Onların İstihsanla İstidlal Etmelerine Bir Bakış

Ehl-i Sünnet alimleri, ayakların yıkanması için şöyle istidlal etmişlerdir: Ayakları yıkamak onları mesh etmekten daha uygundur. Nitekim başı mesh etmek onu yıkamaktan daha münasiptir. Çünkü ayakların kiri genellikle yıkanmaksızın temiz olmaz, ama baş genellikle mesh etmekle temiz olur.

Yine şöyle demişlerdir: Makul maslahatlar, farz olan ibadetler için sebep olabilirler; hatta Şari (şeriat kanununu koyan) onda iki manayı yani maslahatî ve ibadî yönünü kastedebilir. Maslahatî yönünden maksat hissedilen maddi şeylerdir; ibadî yönünden maksat da nefsi arındırmaktır.

Cevap: Biz de, Şari-i mukaddes'in emrettiği her şeyde bir maslahatın olduğunu, nehyettiği her şeyde de bir faydanın bulunduğunu kabul ediyoruz. Ama Allah Teala bu maslahat ve mefsedeyi, kulların görüşüne bağlı kılmamıştır. Güçlü bir delille kullarını mükellef kılmış ve onlar için bir seçenek hakkı da tanımamıştır.
Bu hikmetli delillerin ilki, Kur'ân-ı Kerim'dir. Kur'ân abdestte başın ve ayakların mesh edilmesini emretmektedir. Onun hükmüne boyun eğmekten başka kurtuluş yoktur.

Ayakların kirden temizlenmesine gelince, ayağı mesh etmeden önce, abdestte taharet ve temizliğin şart oluşunun göstergesi olan özel delillerden dolayı onu temizlemek gerekir. [23] Ayakları yıkamakla ilgili hadisler de bu amaçtan dolayı veya serinlemek için veyahut temizliğe aşırı ilgi göstermeden dolayı da olabilir. Allah-u a'dem.

Uyarı


İbn-i Mâce, Sünen'inde "Gasl'ül- Kademeyn" babında Ebu İshak yoluyla Ebu Hayye'den şöyle naklediyor:
"Ali'yi abdest alırken gördüm; ayaklarını mafsala kadar yıkadı; sonra da size; ‘Peygamber'in (s.a.a) abdestini göstermeyi istedim' dedi."

Sindi, Sünen'e yazdığı ta'likatta; "Bu, ayaklarını mesh eden Şia'ya tam anlamıyla bir reddiyedir." diyor.
Daha sonra şöyle ekliyor: "İşte bundan dolayı Musannif, (İbn-i Mace) bu babda Ali'nin rivayetini nakletmiş ve kitabın babını onun hadisiyle başlamıştır. Onun hadisini bu babda tahriç etmekle kendisinden güzel bir iş sergilemiştir. Allah ona iyi mükafat versin."

Sindi sözüne yine şöyle devam ediyor: "Kur'ân'ın zâhiri meshi gösteriyor. Nitekim İbn-i Abbas'ın hadisinde de mesh geçmiştir. Ama onu yıkamaya hamletmek gerekiyor!" [24]

Bu, Sindi'nin sözlerinden ibaretti. Allah onu, İbn-i Mace'yi ve diğer Ehl-i Sünnet alimlerini bağışlasın. Şüphesiz onlar bu hadisin senedinin birkaç yönden zayıf olduğuna vakıftılar:

1- Hadisi rivayet eden Ebu Hayye, tanınmamış birisidir. Zehbî, "Mizan"ının künyeler bölümünde; "O, tanınmamış biridir" diyor ve İbn-i Medyenî ve Ebu'l Velid-i Farzî'nin onun hakkında, "Mechuldur" dediklerini zikrediyor.
Zehbî daha sonra; "Ebu Zer'a'nın adı anılmaz, hadis uyduranların böyle bir kişiyi de uydurmaları mümkündür; ben her ne kadar araştırdımsa bu konuda hiçbir bilgi elde edemedim!" diyor.

2- Bu hadis sadece Ebu İshak yoluyla nakledilmiştir. [25] Ebu İshak çok yaşlandığından ve hafızasını kaybettiğinden halk onu terk etmiş, [26] ve Ebu Ahvas, Zuheyr bin Muaviyet'il Cu'fî'den başka kimse ondan hadis nakletmemiştir. [27]

Halk, Ebu İshak'dan hadis naklettiklerinden dolayı o ikisini kınamıştır. [28] Şüphesiz bir mühaddis hafızasını kaybederse, hafızasını kaybetmekten önce mi yoksa sonra mı naklolunduğu bilinmeyen tüm hadisler itibardan düşer. Çünkü şüphe-i mahsuredeki icmalî ilim, hepsinden kaçınmayı gerektirmektedir. Bu kural, Usul-u Fıkıh'da beyan edilmiştir.

3- Bu hadis, Emir'ul- Müminin Ali ve onun, Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'i olan değerli evlatlarından nakledilen sahih hadislerle ters düşmekte ve Allah'ın kitabı Kur'an'la da çelişmektedir.

Ayakların Mafsala Dek Meshi


A'yen'in oğulları Zurare ve Bukeyr'in [29] ve Şeyh Saduk'un [30] İmam Muhammed Bakır (a.s)'dan naklettikleri rivayete göre abdest ayetindeki "Ka'beyn", ayakla bacağın arasındaki mafsaldan (bilekten) ibarettir. [31] Lügat âlimleri, iki kemiğin arasındaki mafsala ka'b demişlerdir. [32]

Ehl-i Sünnet âlimleri ise ayağın iki tarafındaki kemiğe ka'b diyorlar. Şöyle ihticaç etmişlerdir; Eğer ka'b, ayakla bacağın arasındaki mafsal olsaydı o zaman her ayakta bir ka'b olurdu; böyle olunca da Kur'ân'ın ka'beyn yerine "Ve erculekum ilek kiâb" demesi gerekirdi. Nitekim her kolda bir mirfek (dirsek) olduğundan Kur'an "Ve eydiyekum ilel merafik" buyurmuştur.

Cevap: Eğer Allah Teala "mirfekayn" de buyurmuş olsaydı, şüphesiz yine de doğru olurdu. Bu durumda ayetin manası şöyle olurdu: "Yıkayın yüzünüzü ve iki dirseklerle ellerinizi, meshedin başınızı ve iki mafsala kadar ayaklarınızı"

Bir ayette iki kelimenin tesniye olması veya iki kelimenin cem' olması veyahut birinin tesniye diğerinin cem' olması sıhhat açısından aynıdır. Şayet, tabirdeki tefennün, böyle olmasını iktiza etmiştir. Bu sözler her ayağın bir ka'bı olduğu takdirde doğrudur; ama eğer her ayağın iki ka'bı olduğunu söylersek artık onların sözünün bir anlamı olmaz.

Doktorlar yine ka'b denilen ayakla bacağın arasındaki mafsalın içinde, inekle koyunun bacağının alt kısmındaki yumru kemik gibi bir yuvarlak kemiğin olduğunda ittifak etmişlerdir. [33]

Binaenaleyh her ayağın meshi, iki ka'ba ulaşmaktadır; biri mafsalın kendisi, diğeri ise mafsalın altındaki yuvarlak kemik. Ayette, ka'bın tesniye olup mirfakın tesniye olmamasında latif bir nükte olmasıyla birlikte ancak cerrah bilginlerin bildikleri şeye de bir işaret vardır. Alîm ve hekîm yaratıcı pâk ve münezzehtir.
______________
[1] - Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir'de abdestle ilgili ayet hakkında bahsederken o ikisinin ismini getirmiştir. Güya onlar, ayetle hadis tearuz ettiğinden dolayı şaşkınlıkta kalarak ikisinin (meshle yıkamanın) cem' edilmesini gerekli görmüşlerdir.
[2] - Fahr-i Razî ve diğerlerinin naklettiğine göre Hasan-ı Basrî ve Muhammed bin Cerir-i Taberi gibi alimler, kitap ve sünneti hak bildiklerinden abdestte ayağı mesh yahut yıkamayı farz-ı muhayyer bilmişlerdir.
[3] - Yine Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir'inde "Kaffal" tefsirinden naklen bu görüş İbn-i Abbas, Enes bin Malik, İkrime, Şa'bî ve İmam Muhammed Bakır'ın görüşüdür demiştir. İmamiyye'ye göre diğer İmamların da görüşü abdestte ayağı meshetmektir.
[4] - Mâide/6.
[5] - Bunun benzeri Arapça'da çoktur. Örneğin:
Leyse fulanun bi-alimin vela amilen.
Yani; "Falan adam ne alimdir ne de amil (amel eden)".
Bazıları da şöyle inşat etmiştir:
Muavî, innena beşerun fesceh
Felesna bilcibali vele'l hadiden
Yani; "Ey Muaviye! Şüphesiz biz insanız, kaya ve çelik değiliz; öyleyse yumuşak davran."
Teebbet Şerra da şöyle demiştir:
Hel ente baisu dinarin lihacetina
Ev abde rabbin eha Avn-ibn-i Mihrak'in.
Yani; "İhtiyacımızı karşılamak için bize para mı gönderiyorsun? Yoksa Avn bin Mihrak'ın kardeşi Abderabb'i mi?"
Bu cümledeki "abd", dinarın yerine atfedilerek mensup okunmuştur.
[6] - "Ercül"deki amil "Vemsehu"dur, "Feğsilu" onun amili olabilmez. Bunun delilini yakında göreceksiniz.
[7] - Feğsilu'nun "Erculekum"un amili olması kesinlikle câiz değildir. Çünkü o zaman "Erculekum"un, "Vücuhekum"un yerine atfedilmesi gerekir. Bu da lugat alimlerinin ittifakıyla doğru değildir. Çünkü atıfla matufun arasında bir kelimenin dahi olması câiz değildir; nerede kaldıki bunların arasına bir cümle girmiş olsun.
[8] - Önceden açıkladığmız gibi, "Erculekum"un birden fazla amili olamaz; o bir tek amil de "Vemsehu" dur.
[9] - Fefsir-i Kebir, c. 3, s. 370. (Mâide suresindeki abdest ayetiyle ilgili bahis)
[10] - Fahr-i Razi'nin, "Abdestte ayağı yıkamak meshi de kapsar" sözü kesinlikle doğru değildir. Çünkü yıkamakla meshetmek iki ayrı hakikattir. Evet sadece ihtiyat olarak o ikisini cem' etmek mümkündür. Mesela önce ayağı meshedip sonra onu yıkar. Bundan başka yol yoktur.
[11] - Gaslın anlamında, suyun az da olsa abdest uzuvlarında akması kast olunmuştur. Ama meshin anlamında kesinlikle böyle bir şey kast olunmamıştır. Sadece onun anlamında, elin ayağın üzerine çekilmesi yeterli sayılmıştır.
[12]- Guniyet'ul- Mütemelli'il- Kebir, s. 16. (Şeyh İbrahim Halebî)
[13] - Şerh-i Sünen-i İbn-i Mâce, c. 1, s. 88, (Gasl'ül- Kadameyn konusu). Fahr-i Razî, Halebî ve Sindî'nin sözünü te'yid ve tasrih eden bilginler oldukça çoktur. Bu üç şahsiyetin sözü (rahmetullahi aleyhim) bizim için yeterlidir.
[14] - Bu hadis, Amr, Aişe ve Ebu Hureyre'nin hadisinde geçmiş, Buharî ve Müslim'in şartına göre de sahihtir.
[15] - Hz. Resulullah'la yolculuk yapan ashabın hepsi, meshin farz olduğunu bilmeyerek ayaklarını meshetmeleri aklen muhaldır. Bu hadis ayakların meshedilmesinin farz olduğuna delil olarak yeterlidir. Eğer ayakları meshetmek farz olmasaydı o zaman neden bütün ashap ayaklarını yıkamayıp da meshettiler.
[16] - Bu hadisi, Buharî Sahihinde tahriç etmiştir.
[17] - Bu hadisi de Müslim, Sahihinde tahriç etmiştir.
[18] - Ehl-i Beyt İmamları, ayakların meshedilmesinin farz olmasına icma etmişlerdir. Bu konuda, Vesail'uş- Şia ve diğer fıkıh ve hadis kitaplarına bakabilirsiniz.
[19] - Kenz'ul- Ummal, c. 5, 2213. hadis.
[20] - Kenz'ul- Ummal, c. 5, 2211. hadis. Yüce şahsiyetli "Bahr'ül- Ulum" Fıkhî menzumesinde (Durret'un- Necef'te) şöyle der:
İnne'l vuzûe gasletani indena
Ve meshatani ve'l kitabi ma'na
Felğaslu lil vechi ve lil yedeyn
Ve'l meshu lir re'si velil ricleyn
"Abdest bizim yanımızda iki yıkayış ve iki meshediştir; Kur'an da bizim görüşümüzü teyit etmektedir. İki yıkayış, yüz ve kollardır, iki mesih de baş ve ayaklardır."
[21] - İbn-i Mace ve diğerleri, Müsned'lerinde bu hadisi nakletmişlerdir.
[22] - Füru-u Kafi, c. 1, s. 8-9 (İran baskısı)
[23] - Bundan dolayı, Şia'nın, zıraat vs. işlerde yalın ayak çalışan işçi ve çiftçileri, abdest almak isterken önce ayaklarını yıkayıp temizlerler. Daha sonra yüz ve kollarını yıkayıp kuru ve temiz ayaklarının üzerini elin ıslaklığıyla meshederler.
[24] - Mezhebini Kur'ân'dan istinbat edeceğine, Kur'ân'ı yorumlayıp mezhebine tatbık ediyor!
[25] - Zehebi, "Mizan"ın Künye babında, sadece Ebu İshak'ın Ebu Hayye'den; "Ali (a.s) abdeste başını meshetti ve ayaklarını mafsala kadar üç defa yıkadı" diye naklettiğini zikretmektedir.
[26] - Mizan'ul- İ'tidal ve diğer teracim kitaplarında, Ebu İshak'ın ismi, Amr bin Abdullah-i Sebîi diye zikredilmiştir. Bu söz, onun hal tercemesinde mezkurdur.
[27] - Zehebi, Mizan'ul- İ'tidala buna tasrih etmiştir.
[28] - Hatta İmam Ahmed şöyle demiştir: Züheyr bin Muaviye'nin, Ebu İshak'ın ömrünün sonlarında ondan naklettiği hadisler zayıftır, onun dışındaki şeyhlerinden naklettiği hadisler sağlamdır.
Ebu Zer'a da şöyle demiştir: Züheyr bin Muaviye sıkadır; sadece sorunu şudur ki, Ebu İshak'ın hafızısı karıştıktan sonra ondan hadis nakletmiştir.
Zehebî de Ahmed ve Ebu Zer'a'dan hadis naklettikten sonra şöyle diyor: Ebu İshak'ın hadisleri, kendi şahsından dolayı zayıftır, ondan (Züheyr bin Muaviye'den) dolayı değil.
[29] - Şey Saduk, sahih senetle A'yen'in oğullarından naklettiği hadiste, onlar İmam'a: Ka'beyn neresidir? diye sorduklarında, İmam (a.s) bacakla ayağın arasındaki mafsala işaret ederek; "İşte burasıdır" buyurmuştur.
[30] - Şeyh Saduk, İmam Bakır'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Hz. Resulullah, başının ön kısmını ve ayaklarının üstünü bacağın mafsalına dek mesh ediyorlardı."
[31] - Bazıları ayakların kubbelerine (ayağın üzerindeki kabarmış kemiğe) k'ab demişlerdir. Ama ayakla bacağın arasındaki mafsalın k'ab olması, daha güçlü ve ihtiyata daha uygundur.
[32] - Lügat sözlükleri, bunu açıkça bildirmektedir. İsteyen, sözlüklere bakabilir.
[32] - Lügat sözlükleri, bunu açıkça bildirmektedir. İsteyen, sözlüklere bakabilir.
[33] - Muhammed bin Hasan'iş- Şeybanî ve Asmaî, "abdest ayetindeki ka'b, bacağın alt kısmındaki yumru kemikten ibarettir" diyorlar. Asmaî şunu da sözüne ekliyor: "Ayağın iki tarafındaki çıkıntı halindeki kemiğe Araplar ‘mincemeyn' diyorlar."

Fahr-i Razî, bunların sözünü, İmamiyye mezhebinin sözü olduğunu zannetmiş ve bundan dolayı onların reddinde şöyle demiştir: "Eğer ayetteki ka'b bacağın alt kısmındaki yuvarlak kemik olursa, o gizli bir şeydir, onu ancak cerrahlar bilebilir. Ama ayağın iki tarafındaki iki çıkıntı herkes için malumdur. Binaenaleyh şer'î hükmün milakı sade ve açık olmalıdır, gizli değil."

Cevap: Fahr-i Razî, İmamiyyenin mafsala dek ayaklarını meshettiğini gördüğünden, Şeybanî ve Asmaî'nin görüşünü İmamiyenin görüşü olarak zannetmiştir. Ama ka'b kelimesinin İmamiyyenin yanında, herkes için malum olan mafsalın kendisi olduğunu anlayamamıştır.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Namaz” sayfasına dön