Ehl-i Sünnet Ve'l- Cemaat'in Öncüleri

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

EHL-İ SÜNNET’TE BAZI ÇELİŞKİLER.....

1- Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Her kim vasiyet etmeden önce ölürse cahiliyet üzere ölmüştür.”

(el-Müttaki el-Hindi'nin Kenz' ul Ummal kitabı c.16, s.619 / Mişkât'ül Envâr kitabı s.335)

-Ayşe diyor ki: Resülullah arkasında ne dinar, dirhem...vs. hiçbir şey bırakmadı, hiçbir şey de vasiyet etmedi.”

(Sahih-i Müslim c.2, s.15)

Sünni kardeşlerimize soralım, acaba Peygamberimiz (saa) cahiliyet üzere mi öldü, yoksa Ayşe mi yalan söylüyor....Herkes dilediği şeye inanabilir....


2-Ehli Sünnet inancına göre Peygamber’den sonra en üstün ve hayırlı kimse Ebu Bekir’dir, ardından diğer halifeler gelir....

-Ebu Bekir dedi ki: “Beni azledin, ben en hayırlınız değilim.”

(İbn-i Kuteybe’nin “el-İmametü ves-Siyasetu” kitabı c.1, s.14 / Tarih-i Tabari c.2, s.450 / el-Bakilani’nin “et-Temhid” kitabı s.195 / El-Müttaki el-Hindi' nin Kenz' ul Ummal kitabı c.3, s.132 / İbni Ebil Hadit' in Şerhu Nehc' ül Belağa kitabı c.1, s.85 / El-Arbain fi Usul’id Din s.444 / Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk s.264)

Soruyorum, acaba Peygamber'den sonra en hayırlı kimse ile ilgili Ehli Sünnetin inancı mı batıldır, yoksa Ebu Bekir mi yalan söylüyor?!


3-Resulullah (s.a.a) Ebu Zer el-Gifari hakkında şöyle buyurdu: “Göğün altında ve yerin üzerinde Ebuzer'den daha doğru konuşan bir kimse yoktur.”

(İbn-i Sad’ın “Tabakat” kitabı c.4, s.288 / İbn’ül Esir’in “Üsd’ül Gabe” kitabı c.1, s.301)

Halife Osman bin Affan Ebu Zer el-Gifari hazretlerini sürgüne göndermeden önce halka şöyle dedi: “Bu yalancı şeyhi ne yapayım, vurayım mı, hapse mi atayım, yoksa öldüreyim mi, bana fikir verin.”

(Şerh-i Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit c.8, s.259; c.3, s.56)

Soruyorum, “Ebu Zer’in doğru sözlü olduğuna dair Peygamber mi (haşa) yalan söylüyor, yoksa halife Osman mı? Herkes dilediği inanca inanabilir.....

4- Yine Yusuf bin Asbat dedi ki: Ebu Hanife dedi ki: “Resülullah beni görseydi sözlerimden çok şeyler alırdı.”

(es-Sırat’ul Müstakim c.3, s.213)

Yine İmam Şafii diyor ki: "Ebu Hanife’nin ashabının kitabına baktım, içinde Kuran ve Sünnet’e muhalif 130 yaprak gördüm."

(es-Sırat’ul Müstakim c.3, s.213)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

4- Talha b. Ubeydullah

Talha b. Ubeydullah, meşhur sahabelerdendir. Ömer b. Hattab'ın hilafete layık gördüğü altı kişiden biridir. Ömer, onun hakkında, "Mutluyken mümin, öfkeliyken kâfir, bir gün insan, bir gün de şeytandır" demiştir. Ehlisünnet ve'l-Cemaat'e göre de Hz. Peygamber'in (s.a.a) cennetle müjdelediği on kişiden biridir.

Bu şahıs hakkında tarih sayfalarını karıştırdığımızda onun dünya malına aşırı derecede düşkün olduğunu ve bu uğurda dinini bile sattığını anlatan birtakım bilgilere rastlarız.

Talha, Hz. Resulullah'ın eşlerinden biri hakkında şöyle demişti: "Eğer Resulullah ölürse Ayşe ile evleneceğim; çünkü o, benim amcamın kızıdır." Bu söz Resulullah'ın kulağına vardığında çok rahatsız olmuştu.

Hicap ayeti nazil olduktan sonra tüm kadınlar hicaba bürününce Talha yine şöyle dedi: "Acaba MUHAMMED, bizim amcakızlarımızı da mı bize karşı giydirecek? O, bizden sonra hanımlarımızla evlenebiliyorken biz neden o öldükten sonra onun hanımlarıyla evlenmeyelim?" [1]

Peygamber efendimiz (s.a.a) bu sözleri duyunca incindi ve akabinde de şu ayet nazil oldu:
"Sizin Allah Resulüne eziyet etmeniz ve ondan sonra eşlerini nikâhlamanız asla (caiz) olmaz. Bu, Allah katında çok büyük bir günahtır." [2]

Ebubekir vasiyetinde kendisinden sonra Ömer'i halife olarak atadığını belirttiğinde, Talha; "Sert ve kaba birini başımıza geçirip giderken Allah'a ne cevap vereceksin?" diye çıkışmış, Ebubekir de ağır küfürlerle ona karşılık vermiştir. [3]

Ama görüyoruz ki aynı Talha, ikinci halife iktidara geçtikten sonra susuyor, ne yaparsa rıza gösteriyor ve hatta onun sadık dostlarından oluveriyor. Daha sonraki zamanını da kendine mal-mülk biriktirmeye, gulam ve cariye satın almaya adıyor.

Özellikle Ömer onu kendinden sonra hilafet makamına aday gösterdikten sonra Talha hep o anı arzu ededurdu ve halife olacağı günü iple çekmeye başladı.

Talha da diğerleri gibi Hz. Ali'yi yalnız bırakıp Osman b. Affan'ın yandaşları arasına katılanlardandı. Çünkü Hz. Ali (a.s) hilafete geçecek olursa, hiçbir ümidi kalmayacağını biliyordu.

Nitekim İmam Ali (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur. "Onlardan biri kininden ötürü yüz çevirdi, diğeri damadına oy verdi, diğerinin rezillikleri de zaten ortadaydı…"

MUHAMMED Abduh, İmam'a ait bu ibarenin şerhinde şöyle demiştir: "Talha, Osman'a aşırı ilgi duyardı. Çünkü aralarında akrabalık bağı vardı. Nitekim raviler de böyle nakletmişlerdir. Onun Ali'yle olan düşmanlığı Osman'a yönelmesi için yeterliydi. Zira Talha, Benî Temim kabilesindendi. Benî Haşim ile Benî Temim kabileleri birbirlerine pek sıcak bakmıyorlardı. Çünkü Ebubekir, onların (Benî Temim) kabilesi arasından halife olmuştu." [4]

Hiç şüphesiz Talha, Gadir-i Hum'da biat eden sahabelerden biriydi. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali (a.s) hakkında; "Ben kimin mevlası isem bu Ali'de onun mevlasıdır" ve "Ali hak iledir, hak da Ali iledir" sözünü duymuştu. Hayber savaşında bulunmuş ve Peygamber'in (s.a.a) bayrağı Hz. Ali'ye (a.s) vererek şöyle dediğini görmüştü: "O, Allah'ı ve resulünü sever, Allah ve resulü de onu sever." Ve yine İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'e (s.a.a) olan konumunun Harun'un Musa'ya olan konumu gibi olduğunu anlamıştı. Ve o, Hz. Ali (a.s) hakkında nice faziletleri daha biliyordu.

Ama onun derin kini ve hasedi kalbini doldurmuştu. Kabilecilik taassubu ile Ebubekir'in, yani amcasının kızı Ayşe'nin taraftarlığını yapmaktan başka bir şey bilmiyordu.

Evet, Talha Osman'ın yanında yer aldı ve ona biat etti. Çünkü Osman ona her zaman bağışta bulunuyordu. Hilafete geçtiğinde Müslümanlara ait Beytü'l-Mal'ın[5] kapılarını Talha'ya öylesine açtı ki, haddi hesabı yoktu. [6]

Talha'nın mal varlığı, hayvanları ve köleleri öylesine artıyordu ki, gün geldi, sadece Irak'taki hububat gelirinden günde bin dinar (altın para) kazanmaya başladı.

İbn-i Sâd, Tabakat adlı eserinde şöyle yazar: "Talha dünyadan gittiğinde mal varlığı otuz milyon dirhem (gümüş para) idi. Bunun 2 milyon 200 bini dirhem, 200 bini de dinar idi. Diğer mal varlıkları (gayrimenkul) ise bağ ve arazilerden ibaretti." [7]

Her şeye rağmen tüm bunlar Talha'nın isyan etme sebeplerindendi. Yakın dostu Osman'ı ortadan kaldırmak için diğerlerini kışkırtıyor, böylece onun yerine hilafet koltuğuna oturmayı hedefliyordu.

Belki de onu hilafet için iştahlandıran ve bu arzuyu gönlüne yerleştiren, Ümmül Müminin Ayşe olmuştu. Çünkü Osman'ın hilafetini sonlandıran en önemli etken oydu. Osman'ı ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştı. Amcası oğlu Talha'nın hilafete geçeceği konusunda en ufak bir şüphesi dahi yoktu. Osman'ın öldürüldüğünü ve insanların Talha'ya biat ettiklerini duyduğunda çok sevindi ve şöyle dedi:

"Şu uzun sakallı ihtiyar def olup gitsin! Ne mutlu reşit çocukların babasına! Ne mutlu amcamın oğluna! Ne mutlu babasına! Allah'a ant olsun ki onlar Talha'nın bu makama layık olduğunu biliyorlardı."

Evet, onca şeyden sonra Talha da Osman'ı böyle ödüllendirmişti işte. Onun sayesinde zengin oldu, sonra da hilafete gözünü dikti ve bu makam için onu öldürdü. Halkı ona karşı öylesine kışkırtmıştı ki Osman'ın evi kuşatma altına alındığında evine su bile götürmelerine izin vermiyordu.

İbn-i Ebil Hadid der ki: "Osman kuşatıldığı zaman şöyle diyordu: "Yazıklar olsun bana! Ben, Hazremî'nin oğluna (Talha'ya) ne bağışlar yapmıştım, ama o benim kanımı dökmek istiyor ve insanları beni öldürmeye zorluyor. Allah'ım, onu muradına erdirme ve isyankârlığının neticesini ona tattır!"

Evet, başlangıçta Osman'ın taraftarı olan, hilafeti İmam Ali'nin (a.s) elinden alabilmek için Osman'ı öne süren, Osman'ın verdiği altın ve gümüşlerle bu kez de insanları Osman'a karşı ayaklandıran, ölüm fermanını veren ve hatta bir yudum suyu dahi ona çok gören Talha'dan başkası değildi.
Hatta Osman'ın cansız bedenini getirdiklerinde onun Müslüman mezarlığına defnedilmesine engel olmuş, bir Yahudi mezarlığı olan Haşş-i Kevkeb Mezarlığı'na defnettirmişti. [8]

Osman'ın öldürülmesi olayından hemen sonra (gelişen olaylar neticesinde) İmam Ali'ye (a.s) ilk biat eden de yine Talha olmuştu. Ne var ki daha sonra biatinden döndü ve Mekke'deki amcasının kızı Ayşe'ye katıldı. Bu kez de Osman'ın intikamını Hz. Ali'den almaya kalkıştı.

Bazı tarihçiler Hz. Ali'ye (a.s) olan biatinden neden döndüğünü şöyle açıklamışlardır: "Hz. Ali Talha'yı Kufe ve etrafındaki illerin valiliğine atamaya yanaşmadı. Bunun üzerine Talha da biatini bozarak dün biat ettiği imama ertesi gün savaş ilan etti."

Görüldüğü gibi bu tavırlar baştan ayağa dünyaya tapan ve ahiretini dünyasına satan kimselerin psikolojisini sergiliyor. Böyle bir yapıya sahip kimse mal, mülk, makam ve paradan başka bir şey düşünmez.

Tâhâ Hüseyin şöyle der: "Talha düzen karşıtları arasında bir numuneydi. Zenginliği ve gücü varken razı idi, ancak daha fazlasını istediğinde muhalefete kalkıştı, öldürdü ve öldü." [9]

İşte bu adam, bir önceki gün İmam Ali'ye (a.s) biat edip bir sonraki gün biatinden dönerek Resul-i Ekrem'in (s.a.a) hanımı Ayşe'yi Basra'ya kadar çeken kimsedir. Hz. Ali'nin biatinden insanları döndürmek için onları tehdit eden, masum insanların kanını akıtan, özgürce biat ettiği halde zamanının imamına muhalefet edip onunla savaşan kimse…

Her şeye rağmen İmam Ali (a.s) savaştan önce ona bir elçi göndererek, "Bana biat etmemiş miydin, biatinden dönmene sebep olan şey nedir?" diye sormuş, Talha "Osman'ın kanı" diye cevap verince İmam, "O halde hangimiz Osman'ın kanına daha yakınsa Allah onu öldürsün!" diye buyurmuştu.

İbn-i Asakir'in rivayetinde şöyle geçer: «İmam Ali (a.s) ona şöyle dedi: "Ey Talha! Seni Allah katında şahitliğe çağırıyorum; Allah Resulünün şöyle buyurduğunu duymadın mı: "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, Ali'nin dostuyla dost, düşmanıyla da düşman ol!"
Talha, "Evet, bunları duydum" deyince Hz. Ali, "Öyleyse neden benimle savaşıyorsun?" diye sordu.

Talha, "Osman'ın dökülen kanının intikamını almak için" diye cevap verdi.

Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle dedi: "O halde hangimiz Osman'ın kanına daha yakınsak Allah onu öldürsün!"»

Allah (c.c), İmam Ali'nin (a.s) duasını kabul etti ve Talha aynı gün öldürüldü. Talha'yı, Hz. Ali ile savaşmak için getiren Mervan b. Hakem öldürmüştü.

Talha öyle bir kişiliğe sahipti ki, fitne yaratmakta ve hakikatleri örtbas etmekte üstüne yoktu. Hiçbir anlaşmayı kabul etmiyor, kendi anlaşmalarına vefa göstermiyor ve hakkın sesine kulak asmıyordu. İmam Ali (a.s) ona hakkı göstermesine rağmen Talha ondan yüz çevirdi.

Beraberindekilerle birlikte azgınlıklarına devam etti ve onun bu fitneleri yüzünden Osman'ın kanıyla alakası bile olmayan birçok insan öldürüldü. Öldürülen masum insanlar hayatı boyunca Basra'dan dışarı çıkmamış, hatta Osman'ı bir kere dahi görmemiş insanlardı.

İbn-i Ebil Hadid şöyle yazmıştır:
«Talha Basra'ya geldiğinde Abdullah b. Hekim et-Temimî yanına gelerek göndermiş olduğu mektuplar hakkında görüşme talebinde bulundu. Abdullah: "Ey Ebu MUHAMMED (Talha)! Bunlar senin bize göndermiş olduğun mektuplar değil mi?" diye sordu.
Talha, "Evet" deyince Abdullah şöyle devam etti: "Dün, 'Osman'ı öldürün ve onu hilafetten azledin!' diye mektup gönderiyordun; şimdi de onu öldürüp yanımıza geliyor ve suçu bizim üzerimize mi atıyorsun? Allah'a ant olsun ki kendi söylediklerine kendin de inanmıyorsundur. Sadece dünyalık peşinde olduğunu biliyorum. Aşırı gitme! Eğer Osman'ın katillerini biliyor idiysen neden özgürce Ali'ye biat ettin, sonra da biatinden dönüp bizi de fitnelerine bulaştırmak için buralara geldin?"» [10]

Ehlisünnet ve'l-Cemaat, tarih ve sünen kitaplarında Talha b. Ubeydullah hakkında işte bu gerçekleri yazmıştır. Ama tüm bunlara rağmen Ehlisünnet, bu adamı cennetle müjdelenen on kişiden biri olarak tanımaktan da geri kalmaz.

Ehlisünnet galiba cenneti Hilton Oteli zannediyor! Öyle ya, oraya milyonerler de giriyor fakirler de, katiller de giriyor maktuller de, zalimler de giriyor mazlumlar da, müminler de giriyor münafıklar da, iyiler de giriyor kötüler de… Şimdi bu adamlar Hilton otelinde bir araya gelir gibi cennette de mi bir araya gelecekler?

"Onlardan her biri nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?" [11]

"Yoksa biz iman edip de iyi işler yapanları yeryüzünde bozguncuk yapanlar gibi mi tutacağız veya Allah'tan korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?" [12]

"İnanan kimseyle fasık bir olur mu hiç? Bunlar asla bir tutulmaz." [13]

"İman edip de iyi işler yapanlara gelince; onlar için yaptıklarına karşılık varıp kalacakları cennet konakları vardır. Yoldan çıkanların varacakları yer ise ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler. Onlara, 'Yalanlayıp durduğunuz cehennem ateşini tadın artık!' denir." [14]
________________________
[1]-Tefsir-i İbn-i Kesir, c.3 s.513; Tefsir-i Kurtubî, c.14, s.228; Tefsir-i Âlusî, c.22, s.74 ve diğerleri Ahzab suresi 53. ayetin tefsirinde bu konuya değinmiştir.
[2]-Ahzab: 53.
[3]-el-İmame ve's-Siyase, İbn-i Kuteybe, c.1, s.82, Ebubekir'in Ölümü ve Yerine Ömer'i Ataması bölümü.
[4]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, MUHAMMED Abduh, c.1, s.187-188, Şıkşıkiye Hutbesi şerhi.
[5]-Beytü'l-Mal: Devlet hazinesi.
[6]-Taberî, c.4, s.405'te; İbn-i Ebil Hadid, c.2, s.161'te; Taha Huseyin, el-Fitnetü'l-Kübra, s.149'da şöyle demişlerdir: "Talha Osman'dan elli bin dinar borç almıştı. Bir gün ona, 'Paran hazır, birini gönder vereyim' demiş, Osman'da, 'Ey Ebu MUHAMMED, o senin yiğitliğine karşın bir ödüldür' diye cevap vermişti. Rivayet edilir ki, Osman bir keresinde de Talha'ya iki yüz bin dinar bağışta bulunmuştu."
[7]-Tabakatü'l-Kübra, İbn-i Sâd, c.3, s.222.
[8]-Tarih-i Taberî, c.4, s.405.
[9]-el-Fitnetü'l-Kübra, Tâhâ Hüseyin, c.1, s.150.
[10]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, İbn-i Ebil Hadid Mutezilî, c.9, s.318.
[11]-Maaric: 38.
[12]-Sad: 28.
[13]-Secde: 18.
[14]-Secde: 19-20.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

MEMUN'UN SÜNNİ ALİMLERİNİN BİRÇOK UYDURUK HADİSLERİNE VERDİĞİ CEVAPLAR

İshak bin Hammad bin Zeyd'den şöyle naklediyor:

Kadı Yahya bin Eksem bizleri bir araya toplayarak şöyle dedi:

Memun bana, hadis alimlerinden bir grubu davet etmemi emretti. Ben de emri yerine getirerek, her iki gruptan kırk kişi topladım. Sonra onları yanımda getirerek bir odada beklemelerini ve Memun'a onların geldiğini haber vereceğimi söyledim. Onlar da orada beklediler. Memun'a haber verince, içeri girmelerini emretti. Onlar da içeri girerek selam verdiler. Memun bir süre onlarla konuşup tanıştı ve şöyle dedi:

"Ben, bugün sizleri kendim ile Allah-u Tebarek ve Teala arasında hüccet olarak karar vermeyi düşünüyorum. Kimin herhangi bir ihtiyacı varsa kalksın ve ihtiyacını gidersin, böylelikle rahatlayıp hafifleyin, sırtınızdaki elbiseleri de çıkarın."

Onlar da emredilen şeyleri aynen yerine getirdiler. Memun daha sonra oradakilere dönerek şöyle dedi:

"Ey cemaat; ben sizleri Allah katında kendime hüccet tutmak için buraya çağırdım, öyleyse Allah'tan korkun, kendinizi ve imanınızı muhafaza edin. Hiçbir zaman benim makam ve durumum, sizlerin kimden olursa olsun hak sözü kabul etmenize engel olmasın ve batıl sözü de kimden olursa olsun reddetmenize mani olmasın. Kendiniz için ateşten korkunuz. Allah'ın rızasını kazanarak ve itaat ederek ona yaklaşınız. Hiç kimse Allah'a itaatsizlikle kendisini herhangi bir mahluka yaklaştırmamıştır. Meğer ki Allah o mahluku ona musallat etmiştir. Öyleyse benimle bütün dikkatinizle münazara ediniz (tartışınız). Ben Ali (a.s)'nin Resulullah (s.a.a)'den sonra insanların en hayırlısı olduğunu düşünen biriyim. O halde doğru söylüyorsam beni tasdik edin, yok eğer bu görüşümde yanılıyorsam delillerle sözlerimi reddedin ve benimle tartışın; ya ben sizden sorayım ya da siz benden sorun."

Memun'dan sonra, hadis ehli olan bilginler "Biz soracağız" dediler.

Memun: "Sorun ve sözcü olarak içinizden birini seçin. O konuştuktan sonra içinizden herhangi birinin söyleyecek bir sözü varsa bunu eklesin veya herhangi bir hatası olursa düzeltmeye çalışsın."

İçlerinden biri: Bize göre Resulullah (s.a.a)'den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir'dir, şöyle ki; herkesin kabullenmiş olduğu bir rivayetle Peygamber (s.a.a)'in şöyle buyurduğu bildirilmektedir. "Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer'e uyunuz." Rahmet Peygamberinin bizleri bu ikisine uymayı emretmesi şunu bildiriyor ki Peygamber, halkın en hayırlısına uymaktan başka bir şey buyurmaz."

Memun: "Çok rivayetler vardır ki ya bunların hepsi haktır ya batıldır veya bazısı hak ve bazısı batıldır. Eğer hepsini hak ve doğru olarak kabul edersek tekrar hepsi batıl olmuş olur. Çünkü bazıları birbirini yalanlıyor ama hepsini batıl bilirsek dinin ve şeriatın batıl olduğu ispatlanmış olur. Öyleyse bu iki görüş batıl olduğuna göre çaresiz üçüncü bir görüş kanıtlanmış olur ve o bazısının hak ve bazısının da batıl olduğudur. Durum böyle iken bir rivayetin doğruluğuna dair delil getirmek ve böylece karşıtını reddetmek zaruri olur.

Eğer rivayetin delili hak ise ona inanmak ve kabullenmek gerekmektedir. Senin rivayetin, delili kendiliğinden batıl olan bir rivayettir. Zira Resulullah (s.a.a) hakimlerin en bilgini, halkın en doğru söyleyeni, halkı imkânsız olan bir şeye davet etmekten ve imanlı kimseleri batıla davet etmekte herkesten daha uzaktır.

Dolayısıyla bu şahıslar iki varsayımdan uzak değildir. Ya bunlar her yönden müttefiktirler, aynıdırlar veya birbirlerinden farklıdırlar. Eğer her yönden bir olurlarsa bunlar adet, sûret, sıfat ve cisim yönünden birdirler ve böyle de değil ki iki kişi her yönden bir olmuş olsun. Ama eğer bunlar birbirlerinden farklı kişi iseler her ikisine de uymak nasıl caiz olur? İşte bu imkânsız bir durumdur. Zira sen ihtilaflı oldukları halde birisine uyduğun zaman diğerine muhalefet etmiş olursun.

Bunların ihtilaflı ve birbirlerinden farklı olduklarının delili şudur ki, Ebu Bekir Rıdde ehlini(1) tutukladı, Ömer ise serbest bıraktı, Ömer, Ebu Bekir'den Halid bin Velid'i makamından azletmesini ve Malik bin Nuveyre'yi öldürdüğü için kısas edilmesini istedi ama Ebu Bekir buna yanaşmadı.

Ömer iki mutayı (Temettü Haccı ve kadın mutasını) haram kıldı. Ebu Bekir ise böyle bir şey yapmadı. Ömer ordu mensuplarına ne kadar ödenek yapılacağını düzenlerken, Ebu Bekir böyle bir şey yapmadı. Ebu Bekir kendinden sonra yerine birini getirdi, ama Ömer bunu yapmadı. Buna benzer olaylar çoktur."


İçlerinden bir başkası: Nebi (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Eğer ben kendime birini dost seçmiş olsaydım, mutlaka Ebu Bekir'i dost edinirdim."

Memun: "Bu mümkün değil. Zira sizin rivayetlerinizde Resulullah (s.a.a)'ın, ashabı arasında kardeşlik başlattığını ve Ali'yi kimseyle kardeş yapmadığını görüyoruz. Ali (a.s) bunun sebebini sorduğunda, Resulullah (s.a.a) "Ben seni kendim için bıraktım" buyurdu. Bunlardan hangisini kabul edersek diğerini reddetmiş oluruz?"

Bir başkası: Ali'nin kendisi minberde "Peygamber'den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir ve Ömer'dir" diye buyurmuştur.

Memun: "Bu da mümkün değildir. Zira, eğer Peygamber onları herkesten üstün görseydi Amr bin As ile Usame bin Zeyd'i bunlara amir olarak tayin etmezdi. İşte bu rivayeti yalanlayan şeylerden biri de Ali'nin Peygamber'in vefatından sonraki konuşmasıdır: "Ben onun yerine geçmeye daha layık idim; kendimle gömleğimin mesafesinden daha yakındım. Ama halkın İslam'dan dönüp tekrar kâfir olmasından korktum." diye buyurmuşlardır ve diğer bir konuşmalarında ise: "Nasıl olur da o ikisi benden üstün olabilir? Halbuki onlardan önce ben Allah'a ibadet ediyordum ve onlardan sonra da ibadet edeceğim" buyurmuştur.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İçlerinden bir başkası: "Ebu Bekir evinin kapısını kapatarak "Acaba benim biatimi kaldıran biri var mı?" diye sorduğunda Ali (a.s) şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a) seni öncü kıldı, seni kim geri atabilir?"

Memun: "Bu batıl ve geçersizdir, şöyle ki; Ali (a.s)'nin kendisi Ebu Bekir'e biat etmedi ve sizin rivayetinize göre Fatıma (a.s) hayatta olduğu müddetçe Ali biat etmedi. Üstelik Fatıma (a.s) o iki kişinin kendi cenazesinde bulunmamaları için gece defnedilmesini vasiyet etti.
Başka bir delil ise şudur: Eğer Resulullah (s.a.a) onu kendi halifesi karar vermiş olsaydı, nasıl olur da "Benimle biatinizi bozdunuz" der ve Ensar için "Bu ikisinden birine; Ebu Ubeyde ve Ömer'e oy veriniz" diyerek onları önerirdi?"


Bir başkası: Amr bin As "Ey Allah'ın Peygamberi, halk içerisinde kadınlardan kimi daha fazla seviyorsun? diye sorduğunda Peygamber; Ayşe'yi seviyorum, demiş; "Peki erkeklerden kimi daha fazla seviyorsun?" denildiğinde de "Onun babasını" diye cevap vermişlerdir.

Memun: "Sizin kendi rivayetlerinize göre bu da batıl ve asılsızdır. Zira Resulullah (s.a.a)'a kuş eti getirdiklerinde şu şekilde dua ettiler: "Allah'ım, bana en sevgili kulunu buraya getir." Duadan sonra oraya gelen ilk kişi ise Ali idi. Öyleyse hangi rivayetiniz kabul edilmelidir?"

İçlerinden bir başkası: Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Beni Ebu Bekir ve Ömer'den üstün gören kimseye iftira eden birinin cezasını veririm."

Memun: "Ali'nin, üzerine had (ceza) vacip olmayan birine "had uygularım" demesi nasıl caiz olabilir? Eğer böyle demişse Allah (c.c)'ın haddinde (cezalarında) sınırı aşmış ve emrine karşı gelmiş olur. Onu o iki kişiden üstün tutmak iftira değildir. Zira sizler imamınızın (Ebu Bekir'in) şöyle dediğini rivayet ediyorsunuz: "Ben size imam oldum ama sizin hayırlınız değilim." Öyleyse bu iki kişiden hangisi size göre doğru söylüyor? Acaba Ebu Bekir'in kendisi için söylediği mi, yoksa Ali'nin Ebu Bekir için söylediği mi? Bununla birlikte hadisler de birbiriyle çelişiyor. Ebu Bekir'in ya doğru ya da yalan söylediğini kabullenmemiz kaçınılmazdır. Eğer doğru söylüyorsa bunu nereden biliyor? Acaba kendisine vahiy mi geliyordu? Yoksa kendi görüşü ve zannı mıydı? Eğer "vahiy geliyordu" derseniz kendileri zamanında vahiy kesilmiş idi. Zanna gelince; o da değişkendir. "Kendi görüşüdür" diye kabul edersek, bu da doğru değildir. Çünkü bu konu görüş bildirme makamında değildir. Ama eğer doğru değilse; Müslüman'ların velisi, emiri, halk için ahkâmı ayakta tutan ve hududu (cezaları) icra eden birisinin yalancı olması imkânsız bir şeydir."

İçlerinden bir başkası: Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ebu Bekir ve Ömer cennetin iki yaşlılarıdır."

Memun: "Hadis imkânsız ve muhal bir şeydir. Zira cennette yaşlılık yoktur ve rivayet edildiğine göre Eşceiye denen bir kadın Resulullah (s.a.a)'ın yanındayken, Resulullah ona şöyle buyurdular: "Cennete yaşlı kadınlar girmeyecektir." Derken kadın ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.a) kadına hitaben Allah-u Teala şöyle buyuruyor dedi: "Biz kadınların hepsini genç ve bakire kızlar olarak karar vereceğiz." (Vakia 35-37)

Ebu Bekir'in cennete gireceği zaman gençleşeceğini zannediyorsunuz. Halbuki kendiniz Peygamber (s.a.a)'in Hasan ve Hüseyin için: "Bu ikisi bütün insanlar içerisinde cennet gençlerinin efendisidir ve babaları onlardan daha hayırlıdır" diye buyurduğunu naklediyorsunuz."


Hadis ehlinden bir başkası: Resulullah (s.a.a)'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Eğer aranızdan ben peygamberliğe seçilmeseydim mutlaka Ömer seçilirdi."

Memun: "Bu imkânsız bir şeydir. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Biz vahyettik sana, nitekim vahyettik Nuh'a ve ondan sonraki Peygamberlere" (Nisa:163) ve yine şöyle buyuruyor: "An o zamanı ki, biz, Peygamberlerden kesin söz almıştık; senden ve Nuh'tan ve İbrahim'den ve Mûsa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da." (Ahzab:7)
Acaba Peygamberliği için söz alınmış birisinin bunun için seçilmemesi ve hiçbir ahdi olmayan birisinin peygamberliğe nail olması mümkün müdür?"


İçlerinden bir başkası: Peygamber (s.a.a) Arefe günü Ömer'e bakıp gülümsedi ve ardından şöyle buyurdu: "Allah-u Teala kullarıyla genel olarak, Ömer ile de özel olarak övünüyor."

Memun: "Bu, mantıksızca bir şeydir. Zira Allah Tebareke ve Teala peygamberini bırakıp da Ömer'e hususi davranmaz. Öyleyse Ömer özel ve Peygamber (s.a.a) genel olmuş olur. Bu, şu rivayetinizden daha acayip değildir ki, Peygamber (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyorsunuz: "Cennete girdiğimde ayak sesleri duydum, dikkat ettiğimde onun Ebu Bekir'in kölesi Bilal olduğunu fark ettim ki, benden önce cennete girmişti."

Şia; Hz. Ali (a.s) Ebu Bekir'den üstündür, der. Ama sizler Ebu Bekir'in kölesi Peygamber (s.a.a)'den üstündür, diyorsunuz. Zira, önce girenin sonrakine üstünlüğü vardır. Yine şeytanın Ömer'in gölgesinden kaçtığını rivayet ediyorsunuz. Ama Resulullah'ın diline musallat olarak şöyle dedirttiğini savunuyorsunuz: "Bu putlar yüce Tavus misalleridir." (2) Size göre şeytan, Ömer'den kaçınır; fakat, Resulullah'ın dilinde küfrü cari edebilir!"

İçlerinden bir başkası: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Eğer azap inerse Ömer bin Hattab'tan başka hiç kimse kurtulamaz."

Memun: "Bu söz, Kur'an-ı Kerim'in açık beyanına aykırıdır. Zira Allah-u Teala Peygamber'i (s.a.a) hakkında şöyle buyuruyor: "Sen onların arasında olduğun müddetçe, onlara azap göndermem." (Enfal 33). Oysa siz Ömer'i Resulullah (s.a.a) gibi algıladınız."

Bir başkası: "Peygamber (s.a.a) ashaptan on kişiyle birlikte Ömer'i de cennetle müjdelemiştir."

Memun: "Eğer bu düşündükleriniz Ömer için doğru ise, Ömer Huzeyfe'den "Allah aşkına söyle; acaba ben de münafıklardan mıyım?" diye sormazdı(3). Eğer Resulullah (s.a.a) ona "sen cennetliksin" demiş ise, onu hiçe sayarak bir de Huzeyfe'den sormuş olması şunu gösterir ki; Ömer, Huzeyfe'ye inanıyor ama Peygamber'e inanmıyordu. Bu, İslam dışı bir harekettir. Eğer Resulullah (s.a.a)'a inanıyor idiyse neden bir daha Huzeyfe'ye soruyordu? İşte bu iki haber birbiriyle çelişiyor."

İçlerinden bir başkası: "Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Beni terazinin bir kefesine, ümmetimi de diğer kefesine koydular, ben ümmetime üstünlük sağladım; sonra benim yerime Ebu Bekir'i koydular, o da üstünlük sağladı ve sonra Ömer'i koydular, o da üstünlük sağladı ve daha sonra teraziyi kaldırdılar."

Memun: "Bu da imkânsız bir şeydir. Zira burada ölçü, ya cisimlerin, ya da amellerin ağırlığıdır. Eğer cisimlerin tartısı ise ruh sahibi olduklarından imkânsızdır, çünkü onların zahiri cisimleri ümmetin cismine ağır basamaz ve eğer onların amellerini ümmetin amelleriyle ölçüye almışlarsa, o zaman bütün ümmetin amelleri hazır değildi. Peki, olmayan bir şey nasıl üstünlük sağlayabilir. Öyleyse, halka neyle üstünlük sağladıklarını söyleyiniz?"

Orada bulunanlardan bazıları, "Salih amelle" dediler.

Memun: "Söyler misiniz; Resulullah (s.a.a)'ın sağlığında salih amellerinden dolayı arkadaşından üstün olan bir kimseye, Resulullah (s.a.a)'ın ölümünden sonra üstünlük sağlanması doğru mudur? "Evet" diyecek olursanız ben asrımızda da cihat, hac, oruç, namaz ve sadaka yönünden onların her birinden daha üstün kişiler bulabilirim!"

Hadis ehli uleması: "Doğru söyledin, bizim zamanımızdakiler üstünlük bakımından Resulullah (s.a.a) zamanındakilere ulaşamazlar."

Memun: "Sizler, dininizi kendilerinden almış olduğunuz imamlarınızdan Ali (a.s)'nin faziletiyle ilgili rivayetlerinizi, cennetle müjdelenen on kişinin faziletiyle ilgili rivayetlerle karşılaştırın. Eğer onlar hakkındaki rivayetler çok ise sizin sözünüz doğrudur, ama Ali (a.s)'ın fazilet ve üstünlüğünü anlatan rivayetlerin çok olduğunu görürseniz imamların Ali hakkındaki rivayetlerini alın ve onu bırakmayın, kabul edin."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Ravi diyor k: Söz buraya gelip çattığında içeridekilerin hepsi başlarını yere eğdiler.

Memun: "Neden sustunuz?"

Hadis ehli uleması: "Biz sözümüzü bitirdik."

Memun: "O halde şimdi ben sizlerden bazı sorular soracağım: "Resulullah (s.a.a) gönderildiği zaman en üstün amelin hangisi olduğunu söyler misiniz?"

Hadis ehli uleması: İlk önce İslam'ı kabullenmektir. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Önde gidenler önde gitmişlerdir, onlardır (Allah'a) yaklaştırılanlar." (Vakıa:10-11)

Memun: "Acaba Ali'den önce Müslüman olan birini biliyor musunuz?"

Hadis ehli uleması: "Ali'nin ilk Müslüman olduğu doğrudur, ama henüz çocuktu ve mükellef olmamıştı. Ebu Bekir ise yaşlı ve mükellef idi. İşte bu iki durum arasında (yaşlı ve çocuk) farkı vardır."

Memun: "Ali'nin İslam'ı kabul edişi Allah tarafından bir ilham mıydı, yoksa sadece Peygamber (s.a.a)'in davetiyle miydi? Eğer "ilham vesilesiyle" derseniz, onu Resulullah (s.a.a)'tan üstün bilmiş olursunuz. Zira Resulullah (s.a.a) ilham edilmiyordu aksine, Cebrail Allah tarafından, Allah'ın emirlerini ona ulaştırıyordu ve eğer "Resulullah'ın davetiyle idi" derseniz, o zaman söyler misiniz; Peygamber'in daveti, Allah emriyle miydi, yoksa kendi isteğiyle miydi? Eğer "kendi isteğiyleydi" derseniz, bu Allah'ın peygamberini vasıflandırdığı şeylerin aksine bir şey olur ki şöyle buyuruyor: "Ben kendime kapılmış biri değilim" (Sad :86). Yine şöyle buyuruyor: "O, kendiliğinden konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir." (Necm/3-4) Ama eğer bu tebliğ ve davet Allah tarafından idiyse öyleyse Allah peygamberine bütün çocuklar arasından Ali'yi davet etmesini emretmiştir. Demek ki mütmain olarak ve bilerek Allah'ın onayı ile onu İslam'a davet etmiştir.

Başka bir açıdan söyler misiniz, Hekim olan Allah yaratıklarını güçleri ötesindeki bir şeyden sorumlu tutar mı? "Evet" derseniz gerçekten kâfir olursunuz. Ama "hayır" derseniz o halde Allah, peygamberine yaşının küçük olması ve kabullenmesinin zayıf olması sebebiyle emirlerini kabul etmeyi imkânsız kılan birini davet etmesini nasıl emredebilir? Bir başka konu ise; acaba sizler Peygamber (s.a.a)'in kendi kabilesinden veya başka bir kabileden çocukları davet ederek onları Ali'ye örnek karar verdiğini gördünüz mü? Eğer başka birini davet etmediğini düşünürseniz bunun kendisi Ali'nin diğer çocuklara olan üstünlüğüdür."


Memun: "İman getirdikten sonra hangi amel daha üstündür?"

Hadis ehli uleması: "Allah yolunda cihat etmek üstündür."

Memun: "Acaba o on kişiden herhangi biri hakkında Ali'nin cihatta her zaman Peygamber (s.a.a)'in yanında olduğu gibi bir şey bulabiliyor musunuz? Bedir savaşında müşriklerden altmış küsür kişi öldürülmüş ve bunlardan sadece yirmi küsürünü Ali öldürmüş, kalan kırkını ise diğerleri öldürmüştür."

İçlerinden biri: "Ebu Bekir de Resulullah (s.a.a) ile beraber idi ve savaşı yönetmekteydi."

Memun: "Tuhaf şeyler söylüyorsun! Acaba Peygamber'den ayrı mı savaşı yönetiyordu, yoksa onunla birlikte miydi? Ya da Peygamber (s.a.a)'in Ebu Bekir'in nazarına ihtiyacı mı vardı? Bu üç olasılıktan hangisini söyleyebilirsin?"

Aynı şahıs: "Resulullah'tan ayrı bir şekilde savaşı yönettiğini düşünmekten ve Resulullah (s.a.a) ile beraber yönettiklerini söylemekten ve yine Resulullah (s.a.a)'in onun görüşüne ihtiyacı olduğunu savunmaktan Allah'a sığınırım."

Memun: "Öyleyse gölgelikte oturmanın ne fazileti vardır? Eğer Ebu Bekir'in fazileti savaştan kaçmak ve cepheyi terk etmek idiyse bütün korkakları ve savaştan kaçanları, mücahitlerden üstün görmemiz ve onlara tercih etmemiz lazım gelirdi. Halbuki Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Müminlerin özür sahibi olanlar dışında oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihat edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Doğrusu Allah, hepsine de güzellik (cennet) vaadetmiştir. Ama mücahitleri oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (Nisa/95)

İshak bin Muhammed bin Zeyd diyor ki:
Memun bana, "Hel eta" (Dehr/İnsan) sûresini okumamı emretti. Ben de okuyup şuraya ulaştım: "Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksulla, öksüzlere ve esirlere yedirirler ve (onlara): İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer, denir." (İnsan 8 ve 22. ayetler)

Sonra Memun şöyle dedi: "Bu ayetler kimler hakkında nazil olmuştur?"

Ben; "Ali (a.s) hakkında" dedim.

Şöyle dedi: "Acaba Ali'nin miskin, yetim ve esiri doyurduğu zaman, aynen Allah'ın kitabında vasıflandırdığı gibi, onlara; "Sizleri sadece Allah için doyuruyorum ve sizden herhangi bir karşılık ve teşekkür beklemiyorum" (İnsan:9) dediği sana ulaşmadı mı?"

Ben de hayır dedim. Şöyle cevap verdi. "Gerçekten Allah-u Teala onun niyetini biliyordu ve halkın bilmesi için onu kendi kitabında açıkladı. Acaba biliyor musun; Allah cennetten vasfettiği şeyleri bu sûrede olduğu gibi mi bildirmiştir? Şöyle buyuruyor: "İncecik gümüş..." (İnsan:16)

Ben; "hayır bilmiyorum" dedim.

Bunun üzerine Memun; "İşte bu da başka bir fazilettir. "İncecik gümüş nasıl olur?" dedi.

Ben; "bilmiyorum" deyince şöyle dedi: "Letafet ve inceliğinden dolayı içi de dışı gibi görülmektedir. Demek istiyor ki ey İshak; bu aynen Resulullah (s.a.a)'ın buyurduğu şu sözlere benziyor: "Rüveyden sevkuke bilkevarir" ki bundan amaç, cismî yönden nazik ve latif olan kadınlar kastedilmiştir. Yine Resulullah (s.a.a) başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Ebu Talha'nın atına bindiğimde kendimi denizde (su üzerinde) zannediyorum." Resulullah (s.a.a)'ın denizden amacı atın hızlı koşuşudur: Yine Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Onu yudum yudum alacak fakat yutamayacaktır. Ölüm ona her taraftan geldiği halde, ölemeyecek, arkasından da çetin bir azâp gelecektir." (İbrahim/17) Yani ölüm, tek taraftan geldiği halde her tarafı sarmış gibidir.

Sonra Memun şöyle dedi: "Ey İshak, acaba sen de on kişinin cennetle müjdelediğine tanıklık edenlerden değil misin?"

Ben; evet, dedim.

Memun: "Söyler misin; eğer birisi, bu hadisin doğru ya da yanlış olduğunu bilmiyorum, derse sana göre kâfir olur mu? Ben; hayır, dedim. Bunun üzerine: Ama eğer birisi "Dehr sûresi Kur'an'dan mıdır, değil midir, bilmiyorum" derse sana göre kâfir olur mu? diye sordu. Evet, diye cevap verdiğimde "O halde ben Ali (a.s)'ın üstünlüğünü daha fazla görüyorum" dedi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Sonra "Ey İshak; bana Tair-i Meşvî (pişirilmiş kuş) hadisinden haber ver (Bu hadisde Hz. Resulullah: "Allah'ım, en sevdiğin kulu gönder bunu benimle yesin" diye dua ediyor, Bu esnada Hz. Ali içeri girir m.) bu hadis sana göre doğru mudur?" dedi.
Evet, dedim. Bana dönerek:
"Andolsun ki inadın belli oldu; üç haletten dışarı değildir: Ya Allah peygamberinin duası kabul oldu, ya reddedildi veya Allah onu mahlukundan en üstünü olarak tanıdı ama, üstünlüğü ve fazileti daha az olanı sevdi veya Allah üstün olan ve olmayan arasında fark koymadı, diye düşünüyorsunuz. Bu sözlerin hangisini seviyor ve doğru biliyorsun?

Ben bir müddet başımı aşağı eğmiştim, sonra şöyle dedim:
"Ey müminlerin önderi! Allah-u Teala Ebu Bekir için şöyle buyuruyor: "Ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, bilin ki, küfredenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir'e) "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, küfredenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hekimdir." (Tevbe/40) Allah onu Peygamber'i için sohbet arkadaşı olarak karar verdi."

Memun: "Suphanallah, lügat ve kitap ilmin ne kadar da azmış! Acaba kâfir, mümin için arkadaş olmaz mı? Bunun neresi fazilettir. Allah'ın şu şekilde buyurduğunu duymadın mı: "Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Seni topraktan, sonra nutfeden yaratana, sonunda da seni insan kılığına koyana mı küfrediyorsun?" (Kehf/37) Burada Allah-u Teala kâfiri mümin için arkadaş ve sahip olarak karar vermiştir.

Huzellî (şair) de şiirinde atı için şöyle diyor:

"Geceyi sabahladım ve arkadaşım (atım) vahşiydi.
Çulunun altında basireti vardı (her şeyi biliyordu).
Gökyüzüne bakar, güneşin doğmasını beklerdi."


Başka bir şair Ezdî ise şöyle diyor:

"Hiç şüphesiz orada yalnızlıktan korktum ve benim arkadaşım yalnız beyaz bilekli, uzun boylu, güzel ve dört ayaklı idi."

Burada şair, atının arkadaşı olduğunu vurguluyor.
Ama "Allah bizimledir" sözüne gelince; Allah Tebarek ve Teala her iyi ve kötü kimseyle beraberdir. Allah'ın şu buyruğunu duymadın mı: "Göklerde olanları da, yerde olanları da Allah'ın bildiğini bilmez misin? Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka O'dur; beş kişinin gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka O'dur; bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla berâberdir. Sonra, kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir." (Mücadele/7)

Peygamber'in (korkma) sözüne gelince; söyler misin, Ebu Bekir'in bu korku ve hüznü Allah'a itaatinden dolayı mıydı, yoksa ona karşı gelişinden miydi? Eğer itaatinden dolayıdır diye düşünürsen, öyleyse Peygamber (s.a.a) onu Allah'a olan itaatinden alıkoymuş ve menetmiştir. İşte bu hekim birinin sıfatı değildir. Ama eğer onun günah ve Allah'a karşı gelişinden dolayı korktuğunu düşünürsen, asi ve günahkar için fazilet ve üstünlük nerededir? Bana Allah'ın şu sözlerinden haber verir misin: "Allah ona sükûnet nazil etti." Bu sözden amaç nedir? Kime sükûnet nazil oldu, söyler misin?"


Ben: "Sükûnet Ebu Bekir'e nazil oldu, zira Peygamber (s.a.a)'in sükûnete ihtiyacı yoktu, dedim."

Memun: "Allah-u Teala'nın şu sözlerini bana anlat: "Andolsun ki Allah size bir çok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Sonra sükünetini ona ve müminlere indirdi" (Tevbe 25-26) Acaba Allah'ın bu ayette açıkladığı müminlerin kim olduğunu biliyor musun?"

Ben; "hayır" dedim.

Memun: "Halk Huneyn günü kaçtığında Peygamber (s.a.a) ile birlikte Benî Haşim'den yedi kişiden başka kimse kalmamıştı. Ali (a.s) kılıcıyla çarpışıyor, Abbas Resulullah (s.a.a)'ın atını tutuyor, diğer beş kişi de Resulullah (s.a.a)'ın etrafını sarmış bir halde ona ulaşacak saldırıdan koruyorlardı (Allah resulünü muzaffer kılıncaya kadar). Öyleyse bu ayetteki "mümin"den amaç, Ali ve Benî Haşim'den orada bulunanlardır. O halde kimdir üstün olan? Acaba Peygamber (s.a.a) ile birlikte olan ve Peygamber'le beraber kendisine sükûnet inen mi, yoksa Peygamber (s.a.a) ile mağarada bulunan ve kendisine sükûnet inme liyakatine sahip olmayan mı?(4)

Ey İshak, üstün kimdir? Mağarada Peygamber (s.a.a) ile, birlikte olan mı, yoksa Peygamber (s.a.a)'in yerine yatağında yatan mı? Öyle ki, kendisini Peygamber'e feda etti. Allah-u Teala peygamberine, Ali'ye kendi yatağında yatmasını ve kendisini ona feda etmesini bildirmesini emretti. Peygamber (s.a.a) aynı şekilde bunu Ali (a.s)'ye iletti. Ali (a.s): "Ey Allah Resulü sen salim kalacak mısın?" diye sordu. Peygamber (s.a.a) "Evet" deyince Ali (a.s); "işittim ve itaat ettim", dedi. Sonra Peygamber (s.a.a)'in yatağında yatarak üzerine yorganı çekti. Müşrikler etrafını sardı ve yatakta yatanın Resulullah olduğundan şüphe bile etmediler. Her kabileden birer kişi bir araya gelmişlerdi. Her biri bir kez vurmak suretiyle, Haşimîlerin kısas etme talebini ortadan kaldıracaklarına inanıyorlardı.

Ali (a.s) onların sözünü işitiyor ve işlerinden haberdar olup, kendisini tehlikede görüyordu. Bunların hiç birisi onu korkutmadı. Ama Ebu Bekir, mağarada Peygamber (s.a.a) ile birlikte olduğu halde korkuya kapılmıştı. Halbuki Ali (a.s) yalnız idi. Her zaman olduğu gibi sabırlıydı ve kendisini Allah'a havale etmişti. Allah meleklerini, onu Kureyş müşriklerinin şerrinden koruması için yeryüzüne göndermişti. Muhammed (s.a.a)'i öldürmek isteyen müşrikler sabah olunca Ali'yi onun yatağında gördüklerinde, Muhammed nerede, diye sordular. O, nerede olduğunu bilmediğini söyleyince müşrikler; bizi yanılttın, dediler.

Ali (a.s) daha sonra kendisini Resulullah'a ulaştırdı. Allah onun, seçkin ve bağışlanmış bir insan olarak ruhunu alıncaya kadar da üstünlüğünü korudu."


Söz buraya vardığında Memun tekrar sordu: "Ey İshak, sen velayet hadisini nakletmedin mi?"

"Evet", dedim.

Memun: "Öyleyse bir kez de benim için naklet."

Ben de hadisi naklettim. Şöyle dedi: "Acaba bu hadisin Ali için, Ebu Bekir ve Ömer'in üzerine bir hak vacip kıldığını, ama onlar için Ali'nin üzerine bir şey vacip kılmadığını dersem bundan üzüntü ve rahatsızlık duymaz mısın?"

Evet, "rahatsız olurum", dedim.

Memun: "Kendi çocuğunun uzak olması gerektiğini savunduğun bir şeyden, Peygamber'in de uzak olması gerektiğini bilmiyorsun. Yazıklar olsun size! Bilginlerinizi kendinize sahip edinmişsiniz. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir." (Tevbe/31) Andolsun onlar için oruç tutuyor ve namaz kılmıyorlardı ama söylemiş oldukları her şeye itaat ve amel ediyorlardı."

Memun daha sonra şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a)'ın Ali (a.s) hakkında buyurmuş olduğu "Sen bendensin; senin bana olan yakınlığın, Hârun'un Mûsa'ya olan yakınlığı gibidir." Şeklindeki hadisi rivayet ettin mi?"

-Evet.

-Memun: "Hârun ve Mûsa'nın (ana-baba bir) kardeş olduklarını bilmiyor musun?"

-Biliyorum.

-Memun: "Acaba Ali de böyle miydi?"

-Hayır.

-Memun: "Hârun Peygamber idi ama Ali değildi, öyleyse o üçüncü yakınlık hilafetten başka bir şey midir? İşte bu yüzdendir ki münafıklar şöyle diyorlar: Peygamber Ali'yi Medine'de kendi yerine bıraktığı için bu, Ali'ye çok ağır gelmişti. Ama Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)'yi kendi yerine bırakarak içi rahat bir şekilde gitmeyi istiyordu. Bu, aynen Mûsa'nın Hârun'a söylediği şeyler gibidir ki, Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Mûsa, kardeşi Hârun'a, kavminin içinde benim yerime geç, onları düzene koy ve bozgunculara uyma, demişti." (Âraf 142)

-Mûsa hayattayken, Hârun'u bütün kavmi içerisinde kendi yerine halife bıraktı ve sonra Allah ile konuşmaya gitti. Ama Peygamber (s.a.a), Ali'yi sadece savaşa giderken Medine'de yerine bıraktı."

Memun: "Söyler misin bana; Mûsa Hârun'u kendi yerine halife olarak bırakıp, Allah ile konuşmaya giderken, ashabından onunla birlikte giden de var mıydı?"

-Evet.

Memun: "Öyleyse Hârun'u kavminin hepsine halife olarak bırakmamıştı. İşte aynen bu şekilde Peygamber (s.a.a) de savaşa giderken Ali'yi savaş gücü olmayan zayıflara, kadınlara ve çocuklara halife olarak bırakmıştı. Çoğunluğu kendisiyle beraber götürdüğü halde yine de onu herkese halife olarak karar vermiştir. Sağlığında bulunmadığı zamanlarda ve ölümünden sonra onu bütün herkese halife olarak bıraktığının delili Peygamber (s.a.a)'in şu sözleridir: "Ali bendendir, onun bana yakınlığı Hârun'un Mûsa'ya yakınlığı gibidir, ama benden sonra Peygamber yoktur."

Yine, bu hadise göre Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)'in veziri idi. Zira Mûsa (a.s) Allah'a dua ederek ondan yardımcı ve dost talebinde bulunarak şöyle dedi: "Bana Ehlim'den bir vezir tayin et, kardeşim Hârun'u, onunla arkamı kuvvetlendir, onu işime ortak kıl." (Tâha/29-32)

Eğer Ali (a.s)'ı Peygamber (s.a.a)'e olan nispet ve yakınlığı, Hârun'un Mûsa'ya olan nispeti gibiyse, Hârun Mûsa'nın veziri olduğu gibi, o da Peygamber (s.a.a)'in veziri idi. Hârun, Mûsa'nın halifesi olduğu gibi, o da Peygamber (s.a.a)'in halifesidir."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Memun daha sonra orada bulunanlara dönerek şöyle dedi: "Ben mi sorayım, siz mi soracaksınız!"

Onlar: "Biz senden soracağız," dediler.

Sonra içlerinden biri şöyle dedi: "Acaba Ali'nin imameti Allah tarafından değil midir? Bakınız, Resulullah'tan vacip amelleri naklederken örneğin şöyle diyorlar: Öğle namazı dört rekâttır, iki yüz dirhemin zekâtı beş dirhemdir veya Hac Mekke'dedir vs..."

Memun: "Evet, Allah tarafındandır."

Aynı şahıs: "Öyleyse neden bunların hiçbirinde ihtilaf yoktur da sadece Ali'nin velayetinde ihtilaf vardır?"

Memun: "Çünkü diğer vaciplerde, hilafette olduğu gibi rekabet, siyaset ve koşuşturma yoktur."

İçlerinden bir başkası: "Sizler Peygamber (s.a.a)'in ümmetine olan lütuf ve sevgisinden dolayı kendisinden sonra yerine birini halife olarak karar vermeksizin kendi istekleriyle içlerinden birini seçmelerine göz yumduğunu ve böylece kendisinin seçmiş olduğu halifeye, halkın itiraz ederek azaba duçar olmasını önlemiş olduğunu neden kabul etmiyorsunuz?"

Memun: "Allah, yarattığı mahlukatına Peygamber'den daha mihriban olduğu için ben bu meseleyi inkâr ediyorum. Zira, peygamberini ümmet için kendisi gönderdi; kimin karşı geleceğini ve kimin itaat edeceğini biliyordu. Bu, kendisinin peygamber göndermesine engel olmadı. Bunun başka bir sebebi de şudur ki:
Eğer içlerinden birisini sevmeyi emretseydi, şu iki şıktan hariç değildi: Ya ümmetin tamamına ya da bazılarına emretmiştir. Eğer tamamına emretmiş olsa, bu konuda hepsi görevli olur. Artık kimse kendi isteğine bırakılmamıştır. Ama eğer bazılarına birilerini seçmeyi emretmiş olsa bu durumda onların tanınıp bilinmesi gerekir. "Bunlar fakihlerdir" diyecek olursan, onlar da tanıtılmalıdır."


Bir başkası: "Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslümanların güzel gördüğü her şey Allah katında güzeldir ve kötü gördükleri her şey de Allah katında kötüdür."

Memun: "Bu sözlerden bütün müminler mi kastediliyor yoksa bazıları mı? Bunu bilmek zorundayız. Eğer bütün müminler kastedilmiş iseler bu, imkânsızdır. Zira herkes hiçbir zaman bir şeyde birleşmez. Ama eğer bazıları kastedilmiş ise her grubun, kendi sahibinin ve uymuş olduğu kişinin güzelliği ve iyiliği ile ilgili rivayet naklettiğini görüyoruz. Örneğin; Şia'nın Ali (a.s) hakkında söyledikleri ve Haşaviye'nin (Şia dışındakilerin) başkaları hakkındaki sözleri vs. Öyleyse sizin irade etmiş olduğunuz imamet nasıl ispatlanabilir?"

Bir başkası: "Dolayısıyla, Muhammed (s.a.a)'in ashabının hata yaptığını düşünüyorsun, öyle değil mi?"

Memun: "Onların hata yaptığını ve dalalette birleştiklerini nasıl düşünebiliriz ki, onlar imameti ne vacip ne de sünnet biliyorlardı. Zira sen imametin Allah tarafından vacip ve peygamberler tarafından sünnet olmadığını düşünüyorsun. Öyleyse vacip ve sünnet olmayan bir şeyde nasıl hata yapabilir?"

Bir başkası: "Eğer sizler imametin başkasına değil de Ali (a.s)'ye ait olduğunu savunuyorsanız iddianızı doğrulayan delilleri getiriniz."

Memun: "Ben bunu iddia değil, aksine ikrar ediyorum; ikrar edenden delil istenmez. Ama iddia eden azl ve nasbedenin (alıkoyan ve onaylayan), kendisi olduğunu ve ihtiyar sahibi olduğunu düşünen kimsedir; şahit ve delil onun emsallerinden (ki düşmanlarıdır) veya başkalarından olmalıdır. Öyleyse bu konuya nasıl şahit getirilebilir?"

Diğer birisi: "Resulullah (s.a.a)'tan sonra Ali (a.s)'nin yapması vacip olan iş neydi?"

Memun: "Yapmış olduğu işlerdir."

Aynı şahıs: "Acaba Ali'ye, halkı kendi imametinden haberdar etmesi vacip değil miydi?"

Memun: "İmamet onun için kendi işi değildi ve halkın işi de değildi ki onu imam seçip diğerlerine üstün kılsınlar; aksine imamet onun için Allah'ın fiili ileydi. Aynen İbrahim (a.s)'e buyurduğu gibi; "Ben seni halka imam kılıyorum" (Bakara 124) Yine Dâvud (a.s)'a buyurduğu gibi; "Ey Dâvud! Ben seni yeryüzünde halife kıldım" (Sad 26) Yine, Adem (a.s) için meleklere şöyle buyurduğu gibi; "Ben yeryüzünde halife karar vereceğim" (Bakara 30). Öyleyse imam sadece Allah tarafından karar verilen ve seçilendir. İlk yaratıldığı andan itibaren, soy ve nesep yönünden büyük, temiz, pak asıllı ve bütün ömrü boyunca masum karar verilen kimsedir. Eğer imamet onun kendi fiili ve kendi elinde olmuş olsaydı, her kim bu fiil ve işi yapacak olursa imametliğe layık olurdu. Bunların zıddını da yaparsa imametlikten azlolunurdu. Böylece ismet, insanın kendi ameli ve ürünü olurdu."

Bir başkası: "Resulullah (s.a.a)'tan sonra neden imameti Ali için vacip biliyorsun?"

Memun: "Çünkü aynen Peygamber'in çocukluktan imanla çıktığı gibi, o da çocukluktan imanla çıkmış ve aynen Peygamberin dalaletten uzak ve şirkten kaçınması gibi, o da kavminin delilsiz dalaletinden ve şirkinden uzaklaşmıştır. Zira şirk zulümdür ve zalim, imam olamaz. Yine, bütün Müslüman'ların icmasıyla puta tapan biri imam olamaz. Müşrik ve puta tapan biri, Allah'ın düşmanını Allah'ın yerine koymuştur. Bunun hükmü, aksi bir şehadet verilinceye kadar, bütün ümmetin şehadetiyle küfürdür. Zira birisi için bir defada olsa ve böyle bir hüküm verilmiş ise onun hakim olması caiz değil ve böylece hakim mahkum konumuna geçmiş olur. Dolayısıyla böyle olunca, hakim ve mahkum arasında fark kalmamış olur."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Bir başkası: "Peki Ali, Muaviye ile savaştığı gibi neden Ebubekir, Ömer ve Osman ile savaşmamıştır?"

Memun: "Bu doğru bir soru değil. Zira soru olumlu şeylerden sorulur, olumsuz şeylerden değil. Olumsuz ve yapılmayan bir şey için sebep olmaz. Çünkü sebep sabit olan şeyler için gerekir. Ali (a.s)'nin hilafetinde onun Allah tarafından verildiğine, ya da başka biri tarafından verildiğine bakılmalıdır. Eğer Allah tarafından verildiği ispatlanırsa onun işlerinde tereddüde düşmek küfür sayılır. Çünkü Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Hayır; Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa/65)
Failin fiiline tâbi olmak, onun aslına tâbi olmak gibidir. Eğer Ali'nin kıyamı Allah tarafından ise, işleri de Allah tarafındandır. Buna göre halkın vazifesi, ona razı ve teslim olmaktan başka bir şey değildir.

Resulullah (s.a.a), Hudeybiye vakıasında müşriklerin, umre yapmalarına mani olmalarına rağmen onlarla savaşıp saldırıya geçmedi. Ama yardımcı, kuvvet ve kudret bulduğu zaman onlarla savaştı.
Allah-u Teala bu konuda şöyle buyuruyor: "Şimdilik onlara güzel muamele et." (Hicr/85)
Yine şöyle buyuruyor: "Müşrikleri nerde bulursanız öldürün, yakalayın, kuşatın, hapsedin, onların gelip geçecekleri bütün yolları tutun." (Tevbe/5).


Başka biri: "Eğer senin dediğin gibi Ali'nin imameti Allah tarafından ise ve itaati de vacip ise o halde neden peygamberlere (a.s) davet ve tebliğden başka bir şey caiz değildir de Ali'ye tebliği terk etmesi ve halkı kendisine itaate davet etmemesi caizdir?"

Memun: "Biz Ali'nin peygamber gibi tebliğe emredildiğini ve resul olduğunu düşünmüyoruz, onun Allah ile yarattıkları arasında bir belirti olarak kararlaştırıldığını savunuyoruz. Ona tabi olan, itaat edici ve ona muhalefette bulunan, asi ve günahkâr sayılır. Eğer yardımcı bulsaydı cihat ederdi. Yardımcı bulamadıysa aşağılanmak onun değil, ona yardım etmeyenlerin suçudur. Zira onlar her halükârda ona itaat etmek mecburiyetindeydiler. Ali (a.s) ise yardımcı ve kuvveti olmadan cihat etmekle görevli değildi. O, Allah'ın evi gibidir; halk hac için ona gelmelidir. Bunu yaparlarsa üzerlerine vacip olanı yaparlar, ama amel etmezlerse Allah'ın evi için hiçbir sorun yoktur."

Kelam alimlerinden biri: "Eğer bir imamın olması ve ona itaatin vacip oluşu kaçınılmaz olursa onun başka biri değil de Ali (a.s) olması neden zarureten vaciptir?"

Memun: "Çünkü Allah-u Teala meçhul birinin itaatini vacip kılmaz. Zira, vacip imkânsız olmaz; halbuki meçhul imkânsızdır. Öyleyse Resul (s.a.a) mutlaka vacipleri halka bildirmeli ki, Allah ile kulları arasında mazereti ortadan kaldırmış olsun. Acaba Allah'ın halka bir ay oruç vacip kıldıktan sonra o orucun hangi ayda yerine getirileceğini veya onun nişanelerini bildirmediğini gördün mü? Eğer halk kendi akıllarıyla bu ayı bulmuş ve Allah'ın hangi ayı irade etmiş olduğunu anlarlarsa artık beyan edici bir resule ve resulün buyruklarını bildiren bir imama ihtiyacı kalmaz."

Bir başkası: "Ali'nin Resulullah (s.a.a)'in daveti sırasında baliğ olduğunu nasıl ispat edebilirsin? Halbuki halk, Ali'nin davet edildiği zaman çocuk olduğunu, mükellef erkeklerin yaşına ulaşmadığını düşünüyor."

Memun: "Şöyle ispatlıyorum ki; eğer Resulullah (s.a.a) Ali'yi davet etmek için görevlendirildiyse o da ihtimal dahilinde teklife ulaşmış ve vacipleri yerine getirebilecek güçteydi. Ama Resulullah (s.a.a) onu davet etmekle görevli değildiyse, Resulullah (s.a.a) hakkında Allah'ın şu buyruğunu düşünmek gerekir: "Ve eğer bize isnat ederek bazı laflar etseydi, elbette onu kudretimizle aldırtır, sonra da şahdamarını çeker koparırdık." (Hakka: 44-46)

Binaenaleyh, (sizin sözünüzün doğru olduğunu varsayarsak) Resulullah (s.a.a), Allah'ın, kullarına takat ve gücünü vermediği şeylerde onları mükellef kılmaya çalışıyor demeliyiz. Bu da imkânsız ve muhal bir şeydir. İşte, hekim biri böyle bir şeyi emretmez. Resul de böyle bir şeyi yapmaz. Allah-u Teala imkânsız bir şeyi emretmekten münezzehtir. Yine, Peygamber'in şânı, Allah'ın hikmetinde varolması imkânsız bir şeyi emretmekten yücedir."


Söz buraya varınca muhaliflerin hepsi susup kaldılar. Memun şöyle devam etti: "Siz sorularınızı sorun ve eleştirilerinizi yapın. Acaba ben de size soru sorabilir miyim?"

Hepsi bir ağızdan "evet" dediler.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Memun: "Bütün Müslümanlar'ın onayıyla Peygamber'in şu şekilde buyurduğu nakledilmiyor mu: "Bana bilerek yalan isnat eden kimse kıyamet günü ateşte yerini hazırlasın."

Yine hepsi bir ağızdan "Evet, öyledir" dediler.

Memun: "Yine, Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyorlar: "Allah'ın küçük veya büyük günahlarını işleyip sonra onu kendine bir inanç olarak benimseyerek ısrar eden kimse cehennem tabakalarında sonsuza dek kalacaktır."

Hepsi bir ağızdan "Evet, aynen öyledir" dediler.

Memun: "Öyleyse söyler misiniz; ümmetin seçip halife olarak karar verdiği şahıs, Resulullah (s.a.a) onu halife olarak karar vermediği halde "Resulullah (s.a.a)'in halifesidir ve Allah tarafındandır" demek caiz midir?

Eğer "evet, caizdir" derseniz üstünlüğünüzü zorla sabit etmeye çalışmış olursunuz; ama eğer "caiz değildir" derseniz, Ebu Bekir'in, Resulullah (s.a.a)'in halifesi olmadığını ve Allah tarafından seçilmediğini kabullenmemiz gerekir ve böylece, sizlerin Peygamber'e yalan isnat ettiğiniz ispatlanmış olur. Bu takdirde de Peygamber (s.a.a)'in ateşe gireceğine işaret ettiği kimselerden olursunuz.

Öyleyse hangi sözünüzün doğru olduğunu söyler misiniz? Acaba "Resulullah dünyadan göçtü ve halife bırakmadı" sözünü mü, yoksa "Ebu Bekir Allah Resulünün halifesidir" cümlesini mi doğruluyorsunuz?

Eğer her ikisini de onaylıyorsanız bilesiniz ki bu, birbirini yalanlayan imkânsız bir şeydir. Birini kabul ettiğiniz takdirde de diğeri batıl ve yalan olmuş olur. Öyleyse Allah'tan korkun, kendinize gelin, taklidi kenara atın ve şüphelerden kaçının. Andolsun ki, Allah akıl ve düşünceyle yapılmış amelden başka hiçbir ameli kabul etmez ve hak olarak bilmediği hiçbir şeyi kabullenmez. Bununla devam etmek, Allah'a küfür (kâfir olmak) demektir. Kâfir ise ateştedir.

Söyler misiniz; sizden bir köle satın alındığında satın alınanın ağa, alanın da köle olması mümkün müdür?


Oradakiler "hayır" dediler.

Memun: "Öyleyse nasıl olur, siz ona hilafet makamını verdiğiniz halde o sizin emiriniz oluyor. Halbuki velayeti siz ona verdiniz! Acaba siz onun halifesi olmuyor musunuz? Siz önce halifeyi meydana getirdiniz, sonra da ona Allah Resulünün (s.a.a) halifesi dediniz. Daha sonra Osman bin Affan'a yapıldığı gibi, sinirlenerek onu katlettiniz."

İçlerinden biri: "İmam vekil hükmündedir; ondan razı olunduğu müddetçe görevini yapar veya yapmaz, sinirlenildiği zaman da azledilir."

Memun: "Müslümanlar, halk ve şehirler kimindir?"

Onlar; "Allah-u Teala'nındır" dediler.

Memun: "Öyleyse Allah-u Teala kullarına, şehirlerine ve diğer şeylere vekil karar vermeye onlardan daha layıktır. Zira ümmet, bir kimsenin bir başkasının mülkünde zarara sebebiyet vermesi halinde zamin olduğunu icma ile kabul etmiştir. Öyleyse ona başkasının yerinde tasarruf etme hakkı düşmüyor. Eğer bunu yaparsa borçlu ve zamindir.

Söyler misiniz; Peygamber (s.a.a) vefat ettiğinde kendisine bir halife bıraktı mı, yoksa bırakmadı mı?"


Onlar; "hayır bırakmadı" dediler.

Memun: "Acaba bu şekilde yapılması hidayet miydi yoksa dalalet miydi?"

Onlar "hidayet idi" dediler.

Memun: "Öyleyse halk hidayet peşinde gitmeli, batılı terk etmeli ve dalaletten uzaklaşmalıdır" dedi.

Onlar: "Evet halk böyle de yaptı."

Memun: "Öyleyse Peygamber'in kendisi tayin etmediği halde neden halk onlardan sonra halife tayin etti? Peygamber (s.a.a)'in fiil ve amelini terk etmenin kendisi dalalettir ve hidayetin zıddının yine hidayet olması imkânsızdır.

Eğer tayin etmemek hidayet ise neden Ebu Bekir'i seçtiler, halbuki Peygamber (s.a.a) onu bu iş için karar vermemişti? Ve neden Ömer kendisinden sonra, Ebu Bekir yapmadığı halde işi Müslümanlar arasında bir şûraya bıraktı. Size göre Peygamber halife tayin etmedi, Ebu Bekir kendisine halife tayin etti, Ömer ise Peygamber'in halife karar vermeyi terk etmesi gibi terk etmedi ve tıpkı Ebu Bekir gibi de yapmadı, üçüncü bir manada bunu

Eğer Peygamber'in yaptığını doğru bulursanız Ebu Bekir'in yaptığının yanlış olduğunu ve diğer sözlerin de yanlış olduğunu kabullenmelisiniz ve bunların hangisi doğrudur? Acaba Peygamber (s.a.a)'in yaptıkları mı (ki size göre halife bırakmadı) yoksa halife tayin eden taifenin yaptıkları mı doğrudur? Acaba hilafetin Resul tarafından terk edilmesi ve başkaları tarafından da tayin edilmesi her ikisi de hidayet olabilir mi? Ve hidayet, hidayetin zıddı da olabilir mi?

Öyleyse dalalet nerededir? Söyler misiniz; Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra bugüne kadar bütün ashabın seçimiyle velayete ulaşan biri var mıdır? Eğer "hayır" derseniz bütün halkın Peygamber (s.a.a)'den sonra dalalete uğradığını savunmuş olursunuz. Ama eğer "evet" derseniz, ümmeti yalanlamış ve inkâr edilmesi mümkün olmayan bir şeyi batıl etmiş olursunuz.

Söyler misiniz; Allah'ın şu buyruğu: "Söyle, gökte ve yerde olanlar kimindir, de ki Allah'ındır" (Enam 12), doğru mudur yoksa yalan mıdır?"


Onlar: "Doğrudur" dediler.

Memun: "Acaba Allah'ın dışındakiler, onları yarattığı ve sahibi olduğu halde Allah'tan değil mi?"

Onlar: "Evet" dediler.

Memun: "Bu sözünüzün batıllığı şuradadır ki; kendinize halife seçip ona itaat etmeyi vacip bildiniz ve onu Resulullah (s.a.a)'ın halifesi olarak adlandırdınız. Sizler kendiniz onu halife seçiyor ve sinirlendiğiniz vakit azlediyorsunuz. Ayrıca isteğiniz dışında hareket ettiği zaman ve azledilmeyi reddettiğinde onu öldürüyorsunuz, yazıklar olsun size! Allah'a yalan iftira etmeyiniz, zira yarın kıyamette Allah'ın huzuruna çıktığınızda bunun akıbetini göreceksiniz ve Resulullah (s.a.a) ile görüştüğünüzde ona bilerek yalan isnat etmiş olursunuz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Bana bilerek yalan isnat eden kimse kıyamet günü ateşte yerini hazırlasın."

Sonra Memun, kıbleye dönüp ellerini kaldırarak şöyle dedi:

"Allah'ım, ben bunları irşad ettim ve Allah'ım, bunları söylemem için üzerime vacip olan şeyleri söyledim; onları şüphede bırakmadım, Allah'ım, sana yaklaşmak için aynen Resulü'nün bize emrettiği gibi Peygamber'inden sonra Ali'yi diğerlerine mukaddem ettim."

Ravi şöyle diyor: Sonra hepimiz dağıldık ve Memun ölünceye kadar da böyle bir toplantı yapılmadı.

(Şeyh Saduk "Uyun Ahbâr'ur-Riza" C.2, S.185-199, 45. Bölüm)
__________________________
Dipnotlar:

(1) Malik bin Nuveyre'nin olayına ve Halid bin Velid tarafından yağmalanmasına işarettir; bu olay tarih kitaplarında ele alınmıştır.
(2) Bazı Ehl-i Sünnet müfessirlerinin Hacc suresi 52. ayet ile ilgili olarak naklettikleri kıssaya işarettir. Sözde şeytan ona şu sözleri söyletmiştir: "Tilkel ğeranik'ul-Ula ve inne şefaetehunne leturca"
(3) Huzeyfe'nin Akabe gecesi, Peygamber'e suikast düzenleyen münafıkları tanıdığı meşhurdur.
(4) Memun'un delilleri şu şekilde doğru olur ki, İshak, sükunetin mağarada Peygamber'e nazil olduğunu kabullenmiş olsun, Ebu Bekir'e değil. Ama İshak mağarada sükûnetin Ebu Bekir'e nazil olduğunu ve Peygamber (s.a.a)'in buna ihtiyacı olmadığını kabul etmiştir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

alevisesi yazdı:Zülfükaaar yazdı:

Hazret-i Ebu Bekir'e dil uzatılamaz
.....................
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ebu Bekir ile Ömer’i sevmek iman, bunlara düşmanlık küfürdür.) [İbni Adiy] (Mirat-i Kâinat)

(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir’le Ömer’i kötüleyecekler. Allah onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]

Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’e sövmek küfürdür. (Hulasa-tül-fetava, Mirat-ı Kâinat)
[/b]
Muaviye’nin adamları, Hz. Ali’nin (a.s) fazileti hakkında nakledilen her hadis karşısında Ebubekir ve Ömer hakkında da hadis uydurmuşlar. Onları sevmek imandanmış, onlara düşmanlık ise küfürmüş! Hangi ölçüye göre?! Hz. Peygamber’i incitenleri, O’nun emrine muhalefet edenleri sevmek nasıl imandan olur?!

Hz. Peygamber'in (s.a.a) vasiyet yazmasını engelleyen ve “bu adam saçmalıyor” diyerek ne adam olduğunu ortaya koyanı sevmemek küfür mü oluyor?! Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından Hz. Fatıma'ya verilmiş olan Fedek bağını gasp edenleri, Hz. Fatıma’nın evine baskın yaparak O’nu incitenleri, Uhud, Huney ve Hayber gibi birçok savaşlarda kaçanları, Usame’nin ordusuna katılmayarak Hz. Peygamber’in lanetini kazananları sevmemek imandan çıkmaya ve küfre düşmeye mi sebep oluyor?!

Müslüman bir kimsenin tevelli ve teberrisi olmalıdır, aksi takdirde onun din ve imanından şüphe etmek gerekir.

Hz. Ali’yi sevmek imandandır, ona buğz etmek ise nifak ve küfürdür. Çünkü Hz. Ali Kur’an ve hakk iledir, Kuran ve hakk da O’nunladır.

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
"Ali Kur'ân iledir; Kur'ân da Ali iledir. Bunlar Kevser havuzu başında bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar." [1]

Yine buyurmuşlar ki:
"Allah Teala Ali'ye rahmet etsin. Allah'ım, hakkı, o nereye döndüyse onunla döndür." [2]

Hakeza buyurmuşlar:
"Ali'den ayrılan benden ayrılmıştır; benden ayrılan ise Allah'tan ayrılmıştır." [3]

Yine buyurmuşlar ki:
"Ali hak iledir; hak da Ali iledir. Bunlar kıyamet günü havuzun başında yanıma gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar." [4]
________________
[1] - Mustedrek-u Ala's- Sahihayn,c.3, s.124.
[2] - a.g.e. s.125. Menakıb-i Harezmî,s.56.
[3] - Menakıb-i Harezmî, s.57.
[4] - Tarih-i Bağdat,c.14, s.321.



Hz. Ali'nin Sevgisi Hakkında

Hz.Ali, Ümmü Seleme, Ömer bin Hasin'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
(Yâ Ali, lâ yohibbuke illâ muminun, velâ yübğiduke illâ münâfık)
"Ey Ali, seni müminden başkası sevmez ve münafıktan başkası da sana buğz etmez."


Kaynak:
1) Sahih-i Tirmizi c.5, s.306, Hadis No: 3819
2) Sünen-i Nisai c.8, s.117
3) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.95
4) Ebu Naim el-Asbahani'nin "Hilyet'ül-Evliya" c.4, s.185
5) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.2, s.598 ve Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30
6) İbn'ül-Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Havas" s.35
7) İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc' ül Belağa" c.8, s.119
8) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.47
9) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.133
10) el-Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.91
11) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.209
12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.211


İbn-i Abbas'tan naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
(Hubbu Aliyyin imânun, ve buğduhu nifâkun)
"Ali'yi sevmek iman, ona buğzetmek ise nifaktır."


Kaynak:
1) Sahih-i Müslim c.1, s.61
2) Sünen-i Tirmizi c.8, s.306
3) Sünen-i Nisai c.6, s.117
4) el-Hamzavi'nin "Meşarik'ul-Envar" s.122 Mısır bas.
5) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.55
6) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.209


Ayşe'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
(Hubbu Aliyyin ibadeh)
"Ali'yi sevmek ibadettir."


Kaynak:
1) Tefrih'ul-Ehbab fi Menakib el-Âl vel Ashab s. 340
2) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.17, s.234


-İmam Cafer-i Sadık da şöyle buyurdu:
(Hubbu Aliyyin ibadeh ve efdalül ibadeh.)
"Ali'yi sevmek ibadet ve ibadetlerin en faziletlisidir."


(Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.12, s.301)[/size]


Hz. Ali'nin Onüç Faziletini Anlatan Hadis

Cabir bin Abdullah el-Ansari dedi ki:

"Lekad semitü Resulallâh sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem yekulü fi Aliyyin hisâlün lev kanet vâhidetün minhu fi recülin yektefi bihâ fadlen ve şerefen.
Qavluhu Sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem:
"Men küntü mevlâh fealiyyün mevlâh"
Ve qavluhu: "Aliyyun minni ke-Hârun'e min Musâ"
Ve qavluhu: "Aliyyun minni ve enâ minhu"
Ve qavluhu: "Aliyyun minni ke-nefsi, tâ'atühü tâati, ve ma'sıyatühü ma'siyeti"Ve qavluhu: "Harbü Aliyyin harbüllâh, ve silmü Aliyyin silmullâh"
Ve qavluhu: "Veliyyu Aliyyin veliyyullâh, ve adüvvü Aliyyin adüvvullâh"
Ve qavluhu: "Aliyyin hüccetüllâhi alâ ibâdihi"
Ve qavluhu: "Hübbu Aliyyin imânun, ve buğduhu küfürun"
Ve qavluhu: "Hizbu Aliyyin hizbullâh, ve hizbu a'dâihi hizbüşşeytân"
Ve qavluhu: "Aliyyun meal hak velhaku me Aliyyin, lâ yefterikân"
Ve qavluhu: "Aliyyin kasimul cenneti ven nâr"
Ve qavluhu: "Men fâreka Aliyyen fekad fârekani, vemen fârekani fârekallâh"
Ve qavluhu: "Şiatü Aliyyün hümül faizune yevmel kıyâme"


Meali:

Resulullah (s.a.a)'ın Hz. Ali hakkında buyurmuş olduğu bir takım hasletler duydum ki, onlardan biri bir şahısta olsaydı ona fazilet ve şeref olarak yeterliydi. (O hasletler) Resulullah (s.a.a)'ın bu buyruklarıdır:
"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır."
"Ali bana oranla Harun'un Musa'ya olan konumundadır."
"Ali benden, ben de ondanım."
"Ali bana oranla, nefsim gibidir. Ona itaat bana itaattir, ona asi olmak bana asi olmaktır."
"Ali'nin savaşı Allah'ın savaşıdır; Ali'nin barışı Allah'ın barışıdır."
"Ali'nin dostu Allah'ın dostudur; Ali'nin düşmanı Allah'ın düşmanıdır."
"Ali, Allah'ın yaratıklarına olan hüccetidir."
"Ali'yi sevmek iman, ona buğz etmek ise küfürdür."
"Ali'nin hizbi Allah'ın hizbidir; Ali'nin düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."
"Ali hakladır, hak da Ali'yledir; İkisi birbirinden ayrılmazlar."
"Ali Cennet ve Cehennemin bölüştürücüsüdür."
"Ali'den ayrılan benden ayrılmıştır, benden ayrılan da Allah'tan ayrılmıştır."
"Ali'nin şiası (yandaşları) Kıyamet Günü kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."


Kaynak:
1) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.55-56
2) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.43; c.4, s.287
3) el-Behrani'nin "Gayet'ül-Meram"
4) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.135, Beyrut Bas.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“İslam Tarihi” sayfasına dön