Ehl-i Sünnet Ve'l- Cemaat'in Öncüleri

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Zülfükaaar yazdı:
Ebu Bekr-i Sıddık

Ebu Bekr-i Sıddık hazretleri Peygamberlerden sonra, insanların en üstünüdür.
Aşere-i Mübeşşerenin yani Cennetle müjdelenen on sahabenin birincisidir. Peygamber efendimizin kayınpederi, Hazret-i Âişe'nin babasıdır.
Ayşe kimdir ki onun babası olmak da bir fazilet sayılsın. Ayşe; Hz. Peygamber’in kardeşi, amcası oğlu, damadı, cennet gençleri efendilerinin babası, en üstün kadınların eşi ve Müslümanların hakk halifesi olan Hz. Ali’ye karşı savaşan ve binlerce insanın ölümüne sebep olan ve Kur’an’da, Ömer’in kızı Hafsa’yla kınanan biri değil mi?

HAFSA VE AİŞE’NİN HZ. PEYGAMBER(S.A.A)’İN ALEYHİNE BİRLEŞMESİ

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur.) Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve Müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (O’na) yardımcıdır.” (Tahrim / 4)

Bir sonraki ayette de şöyle buyuruyor:
“Eğer O sizi boşarsa Rabbi Ona, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren ve inanan eşler verir” (Tahrim / 5)

Buhari bu ayetin tefsirinde Übeyd b. Huneyn’den, o da İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet eder: Bir yıldır, Ömer b. Hattab’tan bir ayet hakkında soru sormak istiyordum. Ama korktuğum için soramadım. Hac için Medine’den çıktığında ben de onunla beraberdim. Geri döndüğümüz zaman yolda ona şöyle sordum: “Peygamber (s.a.a)’in aleyhine birleştiklerini buyurduğu o iki kadın kimlerdi?”

Ömer: “Onlar Hafsa ve Aişe idi” dedi.

Bu hadis çok uzundur. Sahih-i Buhari c. 3, s.136’ya müracaat edin, sonra da ayet üzerinde biraz durun ve görün ki Peygamber (s.a.a), bu iki kadının elinden neler çekmiş. Sürekli olarak Peygamber (s.a.a)’i savunmaları gereken bu iki kadın, Peygamber (s.a.a) hayattayken ve vefat ettikten sonra nasıl davranışlarda bulunmuşlar!.

HAFSA VE AİŞE’NİN TÖVBE ETMELERİNİN İSTENMESİ

Allah, sözü geçen ayetin başında şöyle buyuruyor:
“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştır.”

Hafsa ve Aişe Peygamber (s.a.a)’e karşı davranışlarından dolayı tövbe etmeliydiler. Şunu da bilmekteyiz ki, tövbe günah işleyenlerden ve Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayanlardan istenilen bir şeydir. Sadece Allah’ın “tövbe edin” diye buyurması bile onların apaçık bir günah işlediklerini gösterir. Buna ilave olarak; Allah “Kalpleriniz sapmıştır” buyurmasıyla Hafsa ve Aişe’nin muhalefette bulunduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Yani onların uymaları ve tabi olmaları gereken hakkı bırakıp başka şeylere saptıkları gözler önüne serilmektedir.

el-Keşşaf, Zemahşeri, c. 4, s. 566, b. Beyrut; et-Teshil li-Ulum’it-Tenzil, Kelbi, c. 4, s. 131; Feth’ul-Beyan li-Sadık-ı Hasan Han; Tefsir-i Razi, c. 8, s. 333; ed-Dürr’ül-Mensur, c. 6, s. 339-342; Tefsir-i Kurtubi, c. 18, s. 177 ve 188; Feth’ul-Kadir, Şevkani, c. 5, s. 250; Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 4, s. 387.

(Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ebu Bekir’le Ömer’in kızlarını yani Aişe ile Hafsa’yı, görücü göndererek almamıştır. Aişe’yi babası Ebu Bekir’le annesi ısrarla Peygamber (s.a.a)’e teklif etmişlerdir. Peygamber (s.a.a) de onların bu ısrarları üzerine onunla evlenmeyi kabul etmiştir. Peygamber (s.a.a) onun nikahını Mekke’de kıydı, Medine’de de onunla evlendi. Aişe o zamanları 15 yaşlarında idi.

Hafsa da Bedir savaşında kocasını kaybettiğinden dolayı babasının evine gitmişti. Kötü huylu ve sert bir kadın olduğundan dolayı, kimse onunla evlenmeye hazır olmuyordu. Ömer, Ebu bekir’le Osman’a onunla evlenmelerini teklif etti. Ama onlar Hafsa’nın kötü huyunu ve sertliğini bildiklerinden dolayı onunla evlenmeye yaklaşmadılar. Ömer konuyu Peygamber (s.a.a)’e açtı. Hafsa’nın kocası Bedir savaşında Peygamber (s.a.a)’in yanında öldürüldüğünden dolayı Peygamber (s.a.a) onunla evlenmeyi kabul etti..)

ÖNEMLİ BİR NOKTAYA DİKKAT

Allah, bu olayın anlatıldığı Tahrim suresinin sonunda şöyle buyuruyor:

“Allah, inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi savamadı. Onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi. Allah inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.” (Tahrim / 10-11)

Allah’ın, Tahrim suresinde Hafsa ve Aişe’ye gösterdiği bu iki misal, onları korkutmak ve sadece Peygamber (s.a.a)’in eşi olmanın onların ne yararına ne de zararına olduğunu bilmeleri içindir. Zira insanın yarar ve zararı, onun iman, ilim ve takvasına bağlıdır.

PEYGAMBER’İN ŞİKAYETİNE İTİRAZ

Tarihçiler ve muhaddisler zincirleme senetlerle Aişe’den şöyle dediğini naklederler: “Peygamber beni babama şikayet etti.”
Ben şöyle dedim: “Ya Resulellah! Adaletli davran.”
Babam bana öylesine bir tokat vurdu ki burnum kanadı. Babam Ebu Bekir şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a)’e adaletli davranmasını mı söylüyorsun?”

Bu rivayeti müsned sahipleri Aişe’den nakletmişlerdir. Kenz’ul-Ummal, s. 116, hadis: 1020; İhya’ul-Ulum, Gazali, c. 2, s. 35. Yine Mükaşefet’ul-Kulub kitabında 94. bab, s. 238’de gelmiştir.

HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN EMRİNE KARŞI KÜSTAHLIK

Bir gün Aişe, Peygamber (s.a.a)’in yanındaki saygınlığını kaybetti. O esnada Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: “Peygamber olduğunu zannettikleri sen misin?!”

Bu hadis şu kitaplarda nakledilmiştir: İhya’ul-Ulum, Gazali, Nikah adabı bölümü s. 35 ve Mükaşefet’ul-Kulub adlı kitap, s. 238.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Zülfükaaar yazdı: Hazret-i Ebu Bekirin Resulullah efendimize fevkalade sadâkât ve sevgisi vardı. Vefatına, Peygamberimizden ayrıldığından duyduğu aşırı üzüntüsü, gammı ve hasreti sebep olmuştur. Çünkü Ona karşı olan, sevgisi ve bağlılığı kelimelerle tarif edilemiyecek kadar çoktur. Peygamber efendimiz de onu çok severdi.
Hz. Peygamber’i kalpten seven, O’nun emrini yerine getirmez mi? “Kağız kalem getirin benden sonra sapmamanız için size vasiyet yazayım” buyurduğunda niye emrini yerine getirmediler ve neden Ömer’i destekleyerek vasiyetin yazılmasına mani oldular?
Hz. Peygamber’i samimi olarak seven, Usame’nin ordusuna katılın diye emredildiğinde O'nun emrine itaat etmez mi?
Hz. Peygamber’e aşırı sevgisi olan, O’nun kızının evine baskın yapma emrini verir mi, O’nun kızını ağlatır mı, kızına bağışta bulunduğu Fedek’i ondan zorla alır mıı?
Hz. Peygamber’e sevgisi olan, onun kardeşi, amacası oğlu ve damadı olan Hz. Ali gibi bir şahsiyeti kendisine biat etmesi için zorlar mı, onu biat etmediği takdirde ölümle tehdit eder mi?
Hz. Peygamber’i seven ve O’nun vefatı üzüntüsünden ölen (!!!) bir kimse, Peygamber’in Gadir-i Hum’daki sözlerini ayaklar altına alarak Hz. Ali’ye olan biatinden dönür mü?
Hz. Peygamber’i seven, onun hadislerini toplatıp yakar mı ve onların yazılmasını engeller mi?
Bu nasıl bir sevgidir, bu nasıl bir sadakattir, sevgi ve sadakat böyle mi olur?!
Ey hür akıl sahipleri, sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
alevisesi
Mesajlar: 241
Kayıt: 22 Ara 2006, 16:06
Konum: 12 İmam Yolcusu
İletişim:

Mesaj gönderen alevisesi »

Zülfükaaar yazdı:

Hazret-i Ebu Bekir'e dil uzatılamaz

Sual: İbni Sebeciler, Peygamber efendimizin mübarek kayınpederi Hazret-i Ebu Bekir’e hâşâ kâfir diyorlar. Allah Resulünü yakalatmak için onunla hicret etti diyorlar. Fedek hurmalığını Fatıma’nın elinden zorla alıp beytülmala verdi diyorlar. Hazret-i Ali de halife olunca bu haksızlığı önlemedi diyerek ona da dil uzatıyorlar. Böyle söylemenin dinde yeri nedir?

CEVAP
Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü teâlâ anh), ilk iman edenlerden ve malını canını Allah ve Resulü için feda edenlerdendir. Allah Resulünün kayınpederidir. Eshab-ı kiramın en büyüğüdür. Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünüdür. Sağlığında ismen Cennet ile müjdelenen on kişinin birincisidir. Allah Resulünün ilk halifesidir.

İbni Sebecilerin iftiraları için, birinci ve ikinci maddelerde yeterli cevap, hâşâ ona dil uzatanların, kâfir diyenlerin kendilerinin kâfir olduklarına dair yeterli delil vardır. Burada birkaçını tekrar yazalım:

Hazret-i Ebu Bekir, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

Hazret-i Ebu Bekir, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vaad etmiştir!) [Nisa 95]

Hazret-i Ebu Bekir, ağaç altında söz verenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]

Hazret-i Ebu Bekir Bedir savaşına katılanlardan olduğu için Cennetliktir. İşte Bedir ehline katılan müslümanların şânı için bir hadis-i şerif meali:
(Bedir savaşına katılan müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]

Peygamber efendimiz, vefatından 8 gün önce, Hazret-i Ebu Bekir’i kendi yerine imam tayin buyurarak, halife olacağına işaret eyledi. Bir seferinde de, Hazret-i Ebu Bekir bulunmadığı için, Hazret-i Ömer imam oldu. Resulullah, Hazret-i Ömer’in sesini işitince, (Hayır, hayır, Allahü teâlâ ve Müslümanlar Ebu Bekir’den razıdır, namazı Ebu Bekir kıldırsın!) buyurdu. Eshab-ı kiram arasında, babası, anası ve çocuklarının ve torunlarının hepsi imana gelen, Hazret-i Ebu Bekir’den başka kimse yoktu. Resul aleyhisselam (Ebu Bekir’in malı gibi hiçbir kimsenin malı bana faydalı olmadı) buyurdu. (İ. Ahmed)

Bilal-i Habeşi’nin azat edilmesi için para verince, Leyl suresinde övüldü:
(Temizlenmek için malını hayra verip, [günahtan] çok sakınan ateşten uzaktır. O, iyiliği bir menfaat için değil, Rabbinin rızasını kazanmak için yaptı. Kendisi de, (Cennete girip) hoşnut olacaktır.) [Leyl 17-21]

Âl-i İmran suresinin (İşlerinde onlara danış) mealindeki 159. âyeti, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer ile müşavere etmek için geldi. Bir hadis-i şerifte de, (Cebrail bana dedi ki: Allahü teâlâ Ebu Bekir ile istişareyi sana emrediyor) buyuruldu. Tevbe suresinin 40. âyetinde, (Mağaradaki iki kişinin ikincisi) buyurularak, Hazret-i Ebu Bekir övüldü. Leyl suresinin 5. âyeti de, Hazret-i Ebu Bekir’in şanını bildirmektedir. Bekara suresinin, (Gece-gündüz, gizli-açık, mallarını hayra sarf edenlerin mükafatlarını Rableri verecektir. Onlara korku ve üzüntü yoktur) mealindeki 274. âyeti, Hazret-i Ebu Bekir için inmiştir. Çünkü, o, geceleri on bin altını gizli, on bin altını da, göz önünde olarak ve gündüzleri de böyle onar bin altını sadaka vermiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ebu Bekir ile Ömer’i sevmek iman, bunlara düşmanlık küfürdür.) [İbni Adiy] (Mirat-i Kâinat)

(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir’le Ömer’i kötüleyecekler. Allah onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]

Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’e sövmek küfürdür. (Hulasa-tül-fetava, Mirat-ı Kâinat)

İnsanların en hayırlıları olan Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir’i halife olarak seçmişlerdi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetimin oyları dalalet üzerinde toplanmaz.) [Ebu Nuaym]

(Müminlerin güzel dediği şeyi, Allahü teâlâ da güzel kabul eder.) [İ. Ahmed]

Hazret-i Ebu Bekir, Peygamber efendimizin kayınpederi olmakla, mübarek kızı Âişe validemiz de müminlerin annesi olmakla şereflendi. Bu nimet ve şeref vesilesiyle de Cennetliktir.
Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]

Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]

(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]

(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar]
Sırf bu hadis-i şerifler bile Hazret-i Ebu Bekir’in Cennetlik olduğunu göstermektedir.

Birkaç hadis-i şerif daha bildirelim:
(Ebu Bekir Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, İbni Said]

(Ebu Bekir, insanların en üstünüdür. Yalnız Peygamber değildir.) [Deylemi]

(Ebu Bekir’i sevmek ve ona şükretmek her mümine vaciptir.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, Ebu Bekir’e rahmet etsin! Bana kızını nikah etti. Hicrette bana yardım etti.) [Hakim]

(Kıyamette, Ebu Bekir’den başka herkese hesap sorulur.) [Hatib]

(Ebu Bekir’in imanı, herkesin imanları toplamı ile tartılsa, hepsinden ağır gelir.) [M. Ç. Güzin]

(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir. Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatib]

(Göğsümdeki marifetlerin, bilgilerin hepsini, Ebu Bekir’in göğsüne akıttım.) [Reddi revafıd]

(Her Peygamberin halili vardır. Benim halilim Ebu Bekir’dir.) [Deylemi]

Sevgi, bağlılık çok oldukça, faydalanmak da o kadar çok olur. Bunun içindir ki, Hazret-i Ebu Bekir bütün Eshabın en üstünü oldu. Resulullaha bağlılığı da, herkesten çok idi. (Ebu Bekir’in üstünlüğü, namaz ve orucunun çokluğu ile değil, onun kalbinde bulunan bir şey iledir) hadis-i şerifte bildirilen şey, Resulullahın sevgisidir. [İ. Gazali]

Hicret meselesindeki iftiraları
İbni Sebecilerin hainlik ve küfürleri iyice anlaşılsın diye bu husustaki iddialarını genişçe yazıyoruz:

(Resulullah Mekke’den Medine’ye hicret buyuracağı gece, Eshabdan hiç kimse, bu gece evinden çıkmasın demiş. O gece, Cebrail nazil olup, bu gece, kâfirler, seni öldürmeye karar verdi. Eshabının hepsine söyle ki, bu gece evlerinden çıkmasınlar. Sen yalnızca filan mağaraya git demiş. Resulullah da, güneş batımına yakın, Eshabı toplayıp bu emri bildirmiş. Gece Ali, yaşı küçük olduğu halde, korkmayarak, yatağına girmiş. Ebu Bekir, Resulullahın emrini dinlemeyip, evinden çıkıp, Resulullahın arkasından gitmiş. Resulullah, bunun arkadan gelmesini istemeyerek geri döndürmeyi düşünürken, Cebrail gelip, Ebu Bekir’in, fesat çıkarmak için geldiğini, eğer geri dönerse, Kureyş kâfirlerine haber vermek ihtimali olduğunu bildirerek, Resulullahı uyarmış. Allah resulü naçar kalıp, Ebu Bekir’i mağaraya götürmüş. Çünkü, Resulullahın kâfirlerden ve Ebu Bekir’den emniyeti yok imiş.
Tevbe suresinin kırkıncı âyetindeki (Korkma! Allah bizimle beraberdir) denilmesi, Ebu Bekir’in [hâşâ] kâfir olduğunu gösteriyormuş. İmanı olsaymış, Allah onu, yılan sokmasından korurmuş.
CEVAP
Halbuki, tarih kitapları sözbirliği ile diyor ki:
Kureyş kâfirleri Resulullah efendimize ve Eshab-ı kirama karşı olan düşmanlıklarını günden güne arttırarak müslümanları muhasara ettiler. Muhasara üç sene sürünce, Eshab-ı kiramın bazısı, Medine-i münevvereye, kimisi de Habeşistan’a hicret etti. Mesela Kur’an-ı kerimin toplayıcısı olan Hazret-i Osman, muhterem zevcesi Hazret-i Rukayye ile Habeşistan’a giderken, Resulullah bunları görerek, (Peygamberlerden zevcesi ile birlikte ilk hicret eden Lut aleyhisselam idi. Benim Eshabım içinde zevcesi ile ilk hicret eden de, sensin. Allahü teâlâ, seni Cennette Lut aleyhisselama arkadaş edecektir) buyurmuştu. Böylece, Mekke-i mükerremede, Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ali’den başka kimse kalmamıştı. Hazret-i Ebu Bekir de hicret etmek için birkaç kere izin istemişti. Fakat, (Sen benimle beraber hicret edersin) buyurularak izin verilmemişti. Allahü teâlâdan, hicret için, izin bekliyordu. (Tezkiye-i ehl-i beyt)

Halbuki mağarada beraber bulunduğunu bildiren, Tevbe suresinin kırkıncı âyet-i kerimesi, Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın faziletini, şerefini göstermektedir. Çünkü, o gece, Cebrail aleyhisselam gelip, (Bu gece, kâfirler seni öldürmeye karar verdi. Bu gece, Ali’yi yatağına yatır ve Ebu Bekri Sıddık ile, Medine’ye hicret et!) dedi. O gece, Hazret-i Ali’nin yaşı küçük idi demeleri de yanlıştır. 23 yaşında idi. Hazret-i Ali, bin canım da olsa, senin yoluna fedadır diyerek yatağa girdi.

Resulullah Safer ayının yirmiyedinci perşembe gecesi kapıdan çıkıp, Yasin suresinin başından oniki âyet-i kerime okuyup, sokakta dizilmiş olan kâfirlerin üstüne üfledi. Hızla geçip, bir yere gitti. Öğle vakti Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın evine teşrif etti. Hazret-i Ebu Bekir’e haber verdiler. Kapıda, ay doğmuş gibi Resulullahın cemalini görünce, (Ne emriniz var ya Resulallah! İçeri buyurup emredin) dedi. İçeri teşrif edip, (Bu gece Medine’ye hicret etmeye emir aldım) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir, (Beraber olup, hizmetinizde bulunmakla şereflensem) dedi. (Sen de berabersin) buyurunca, Hazret-i Ebu Bekir sevindi. (Bana hicret için bir deve lazım) buyurunca, Hazret-i Ebu Bekir, (Bütün malım, canım, evlatlarım sana feda olsun. İki devem var. Hangisini istersen sana hediyem olsun) dedi. (Her zaman hediyeni kabul ettim ve edeceğim. Fakat bu gece hicret etmek ibadetini kendi malımla yapmak isterim. Bir deveni bana sat!) diye emir buyurdu. Parasını verdi.

Emir edip, kılavuz olarak, Abdullah bin Ureykıt isminde birini Hazret-i Ebu Bekir çağırdı. Para ile kılavuz tutup, iki deveyi ona teslim etti. Üç gün sonra, develeri Sevr dağındaki mağaraya getir, dedi. Hazret-i Ebu Bekir’in oğlu Abdullaha tembih edip, Her gece mağaraya gelip, Mekke’de dolaşan haberleri bize ulaştır buyurdu. Ebu Bekri Sıddıkın kızı Esma, üç günlük yemek hazırladı. Paketi bağlayacak ip bulamayınca, kuşağını çözüp ikiye yarıp, paketi bağladı. O günden beri, Esma’nın ismi (iki kuşaklı Esma) kaldı. Ebu Bekri Sıddık kapıyı açıp, çıkacakları zaman, (Kapıyı kapa. Arka pencereden çıkacağız) buyurdu. Ayak izleri belli olmasın diye pencereden atladılar. Mağara önüne gelince, Hazret-i Ebu Bekir, (Durun ya Resulallah! Önce ben girip bakayım. Zararlı bir şey varsa, mübarek vücudunuza bir şey olmasın) diyerek, içeri girdi. Mağaranın içini temizledi. Gömleğini çıkarıp, parçalayarak delikleri kapadı. (İçeri buyurun ya Resulallah!) dedi. İnsanların efendisi, Allahü teâlânın sevgilisi, karanlık mağaraya teşrif buyurdu.

Mağarada üç gece kaldıktan sonra, Rebiul evvel ayının ilk pazartesi günü çıkıp, denize yakın yoldan deve ile Medine’ye doğru yolcu oldular. Kudeyd denilen yerde bir çadıra rastladılar. Çadırdaki Atike adındaki kadından bir şey satın almak istediler. Zayıf, sütsüz bir koyundan başka yiyeceği olmadığını söyledi. İzin verirsen onu sağalım buyurdu. Mübarek eli ile koyunun sırtını okşayıp besmele ile sağdı. O kadar çok süt çıktı ki, bulunanların hepsi bol bol içti ve kapları da doldurdu. Sonra kadının zevci gelip bu mucizeyi işitince, zevcesi ile birlikte müslüman oldu.

Bütün kitaplar hicreti böyle anlatıyor. Mekke şehrinde Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ali’den başka hiçbir müslüman bulunmadığına göre, Resulullah Eshabına evden çıkmayınız diye emir etti sözünün doğru olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Ebu Bekri Sıddık, Resulullahtan iki yaş kadar küçüktü. Gençliklerinde arkadaş idiler. Birbirlerini çok severlerdi. Bu sevgileri ölünceye kadar sürmüş ve hep artmıştır. Gece gündüz birbirlerinden ayrılmazlardı. Resulullah iki defa Şam tarafına teşrif ettiği zamanlarda da birlikte bulunmuş idi. Bu kadar sevgiye, bağlılığa, fedakârlığa karşı Resulullahın buna güvenmediğini yazmak, apaçık bir yalan ve iğrenç bir iftiradır.

Resulullah, hicret edeceğini Ebu Bekir’e haber vermedi, diyorlar. Evi kuşatan kâfirler, Resulullahın evden çıktığını anlayamadı. Ebu Bekri Sıddık anlayıp arkasına düştü ise, bunu keşf ve keramet ile anlamış olması lazım gelir. İbni Sebecilerin bu sözü, Ebu Bekri Sıddıkın keşf ve keramet sahibi olduğunu göstermektedir. Böylece keşf ve keramet sahibi olan bir zatın, Resulullaha hıyanet ve ihanet edeceğini söylemek, akla uygun söz olur mu? Eğer hıyanet etmek isteseydi, ertesi Cuma günü, kâfirler Mağara kapısına geldikleri, Mağara ağzındaki örümcek yuvasını görüp dünya yaratıldığından beri buraya adam girmişe benzemiyor, diyerek, içeriye girmek istemedikleri zaman, kâfirlere haber vermek fırsatı tam eline geçmemiş mi idi ve bu fırsatı kaçırır mı idi? (Tezkiye-i ehli beyt)

Görülüyor ki, Ebu Bekri Sıddıkı lekelemek için, hicreti yanlış anlatmakta, okuyanları ağlatıp, aldatmak için Hazret-i Ali küçük çocuk iken yatağa girdi demektedirler. Eshab-ı kiramı kötüleyebilmek için âyet-i kerimelere yanlış mana vermekten, hadis uydurmaktan, sahih hadisleri inkâr etmekten çekinmemektedirler. Kâfirler, münafıklar hakkında gelmiş olan âyet-i kerimeleri, Ebu Bekri Sıddık için ve Eshab-ı kiram için gelmiştir demek alçaklığında bulunmaktadırlar.

Mühim olan şu misali de bildirelim:
(Menakıb-i Çihar yar) kitabında diyor ki, Bedir gazasında, Ramazan-ı şerifin onyedinci Cuma günü, temmuz ayının öğle sıcağında, iki taraf hücum etmişti. Resulullah, Ebu Bekir, Ömer, Ebu Zer, Sa’d ve Said ile kumanda yerinde oturmuştu. İslam askeri sıkıntı çekiyordu. Sa’d ve Saidi yardıma gönderdi. Sonra Ebu Zeri gönderdi. Sonra, Ömer’i gönderdi. Bir saat geçti. Ebu Bekir, sıkıntının azalmadığını görerek, kılıcını çekip, atını sürerken, Resul-i ekrem elinden tutup, (Yanımdan ayrılma ya Eba Bekir! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübarek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor) buyurdu.

Hüseyin vaiz-i Kaşifi Hirevi tefsirinde buyuruyor ki:
(Kâfirler, Mağara önüne geldi. Ebu Bekri Sıddık dedi ki: Ya Resulallah! Kâfirlerden biri ayağı altına doğru bakarsa, bizi görür. Resulullah buyurdu ki, (O iki kişiye ne olur sanıyorsun ki, onların üçüncüsü Allah’tır.) Bu hadis-i şerif, Hazret-i Ebu Bekir’in üstünlüğünü göstermektedir. Yani Allahü teâlânın yardımı, koruması bizimledir buyurdu).

Ebu Bekri Sıddık bağırıp çağırmadı. Zaten bağırıp çağırsaydı mağaranın önündeki müşrikler haberdar olacaktı. Eğer hıyanet etmek isteseydi, müşrikler mağara kapısına geldikleri, mağara ağzındaki örümcek yuvasını görüp dünya yaratıldığından beri buraya adam girmişe benzemiyor, diyerek, içeriye girmek istemedikleri zaman, kâfirlere haber vermek fırsatı tam eline geçmiş iken bu fırsatı hiç kaçırır mıydı?

Bütün kitaplar diyor ki, (Ya Resulallah, mübarek vücudunuza bir zarar yapmalarından korkuyorum) dedi. Mağarada, Resulullah efendimize zarar gelmesin diye, açık kalan bir deliğe, mübarek ayağını kapamıştı. Delikteki yılanın ayağını sokması niçin bir kusur olsun? Resulullahı da, bir zaman akrep sokmuştu. Hazret-i Ali’nin ciğerpare oğlu Muhsin’i horoz gagalayıp ölümüne sebep olmuştu. Hazret-i Hasan’ı zehir öldürmüştü. Bunlar neden suç olsun? Niçin imansızlığa alamet olsun?

O, Resulullaha bir zarar gelirse diye korkmuştu. Ayağını deliğe bu yüzden koymuştu. Yılan onu kaç kere ısırdı. Acısına katlanıp, Resulü rahatsız etmemek için, ayağını çekmedi. Resulü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehirlenerek, canını Resule feda etmezdi. Ayrıca, hâşâ İbni Sebecilerin dediği gibi kötü biri olsaydı böyle yapmasına ne lüzum vardı ki?

Allahü teâlânın, kullarla beraber olması, sıfatlarının beraber olması demektir. Kahr, gadab sıfatının beraber olması, felaket ve rüsvalık olduğu gibi, rahmet, nusret, muhabbet sıfatlarının beraber olması da kıymet ve saadet olur. Resulullah, (Allah bizimle beraberdir) buyurarak, kendi zat-ı risaletpenahisine mahsus olan beraberliğe, Hazret-i Ebu Bekir’i de katıyor. Böylece, kendine tecelli eden, muhabbet, merhamet, ihsan ve ikramlara, Hazret-i Ebu Bekir’in de ortak olduğunu müjdeliyor. Ne büyük saadet! Fazilet böyle olur! Âyet-i kerimelerle, hadis-i şeriflerle bildirilen faziletten, meziyetten üstün bir şeref olabilir mi? Düşman düzmelerine inanıp, güneşin nuru inkâr olunabilir mi? Buna ancak, ahmaklar, körler inanır.

Allahü teâlânın gizli konuşanlarla beraber bulunması, ilim sıfatının beraber olmasıdır. Yani onların sırlarını bilir demektir. Bu âyet-i kerime, beğenmek veya kötülemek olmayıp, ilim sıfatını haber vermektedir.

(Sonra, Allah ona sekine indirdi) mealindeki âyet-i kerimeye de yanlış mana veriyorlar. Sekine, Resulullaha indi diyorlar. Sekine, yani rahatlık, nerede yoksa oraya iner. İbni Sebecilerin bu yazılarından, Resulullahta önceden sekine bulunmamış olduğu, korktuğu anlaşılır. Halbuki, Allahü teâlâ, önceden, seni kâfirlerden muhafaza edeceğim dediğini yazmışlardı. Demek ki, Resulullah Allahü teâlânın bu vaadine güvenmeyip korktu mu? Sonra, kendisine sekine indirildi demek, Allah’ın Peygamberine ne büyük hakaret ve kötülemek olur. Ebu Bekri Sıddıkı kötülemek isterken, Resulullahı kötüleyerek küfre sürüklendiklerinden haberleri olmuyor. Belki de, Resulullahı da kötülemek, böylece İslamiyet’i yıkmak istemektedirler. Bütün tefsirler, sekinenin Ebu Bekri Sıddıka indiğini bildiriyor. Çünkü, Resulullahın sekinesi zaten vardı. Ebu Bekri Sıddık ise, Resulullaha olan aşırı sevgisinden dolayı sekinesini kaybetmişti. (Eshab-ı Kiram)

Hâşâ, Allah resulü naçar kalıp, Ebu Bekri Sıddıkı mağaraya götürmüşmüş...Tekrar edelim:
Hicrette kâfirler izleri takip ederek mağara önüne kadar gelince, Hazret-i Ebu Bekir dedi ki: Ya Resulallah! Kâfirlerden biri eğilip bakarsa, bizi görür. Resulullah, (Korkma Allah bizimledir) buyurdu.

Allahü teâlâ da Tevbe suresinin 40. âyetinde buyuruyor ki:
(Eğer siz ona (Resulullaha) yardım etmezseniz de önemi yok; ona Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; onlar mağarada iken; o, arkadaşına [Ebu Bekir’e] üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi.)

Hâşâ, Allah resulü naçar kalıp, Ebu Bekri Sıddıkı mağaraya götürmüş olsaydı, (Üzülme Allah bizimle beraberdir) yerine (Bana bir şey olmaz Allah benimledir) buyururdu. Allahü teâlâ da Resulünün mübarek ismini müstakil zikreder, hâşâ bir kâfirle beraber (İki kişinin biri) diye zikretmezdi. Allahü teâlânın bahsettiği alelade birisi değil, Peygamberi ve Habibidir. Resulullaha da kişi denmekte, arkadaşına da kişi denmektedir Bu yüzden (İki kişinin biri) diye buyurması, yani bu hitap, Hazret-i Ebu Bekir’in Allah katındaki yüksek kıymetini, Resulü yanındaki derecesini bildirmektedir. (O, arkadaşına üzülme diyordu) buyuran Allahü teâlâ vahiy ile Resulüne, (O, senin arkadaşın değil, o bir kâfirdir, onu teselliye çalışma) demez miydi? Allah hâşâ gerçeği saklar mıydı, yanındakinden sakın demez miydi? Çünkü vahiy gizli geliyor. Yanındaki seni öldürecek veya öldürtecek demez miydi? Bu ne biçim iftira?

Resulüne üstelik namazda nalınındaki necaseti bile haber veren Allahü teâlâ, yanındaki senin düşmanındır, seni öldürecek veya öldürtecek demez miydi? Allah hâşâ gerçeği saklar mıydı? Yanındakinden sakın demez miydi? Vahiy gizli geliyor, onun ne haberi olurdu ki?

Medaric-ün-nübüvve kitabında diyor ki:
Münafıklar Hazret-i Âişe validemize iftira edince, Resulullah, arkadaşlarından bazılarını çağırdı. Bunlardan sırayla Hazret-i Ömer’e, Hazret-i Osman’a, Hazret-i Ali’ye ne düşündüklerini sordu. Hazret-i Ali dedi ki:
(Bu sözler yalandır, iftiradır. Münafıkların uydurmasıdır. Sizinle namaz kılarken mübarek nalınınızı çıkardınız. Size uyarak biz de çıkardık. (Nalınlarınızı niçin çıkardınız?) dediniz. Size uymak için dedik. Siz de, (Cebrail geldi. Nalında necaset bulaşığı olduğunu bana haber verdi. Onun için çıkardım) buyurmuştunuz. Namaz içinde bile vahiy ederek seni pislikten koruyan Allahü teâlâ, mübarek zevcelerine böyle pislik yapılmasına izin verir mi? Böyle bir şey olsaydı, bunu da hemen haber verirdi.)

Fedek hurmalığı meselesi
İbni Sebeciler diyor ki:
(Resulullahın vefatından sonra, Ebu Bekir ile Ömer, (Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sadaka olur) hadisini söyleyerek, Fatıma’nın elinden (Fedek) ismindeki hurma bahçesini zor ile alıp, Beytülmala verdiler. Fatıma, Ebu Bekir’e darılıp, lanet etti. Buna gücenip ölünceye kadar Ebu Bekir’e düşman oldu.)
CEVAP
Bu bahçede sayılı birkaç ağaç vardı. Büyük bir orman olsaydı dahi, böyle bir şey için, dünyanın malına, mülküne zerre kadar dönüp bakmadığı için, kendisine Betül denilen Resulullahın kızı, kadınların en şereflisi Fatıma-tüz-Zehra’nın, mübarek babasının Cennet ile müjdelediği üç Halifeye düşmanlık etmesi, af ve ihsanda bulunmaması, bunlara [hâşâ] lanet etmesi ve müslümanlara da böyle olmalarını tavsiye eylemesi çok büyük bir iftiradır.

Hazret-i Ali ile Hazret-i Fatıma’nın, bütün dünyaya yayılmış olan yüce şânlarını küçülten böyle iftiraları bu iki din büyüğüne yakıştırmak, bunları sevmek değil, belki düşmanlık etmektir. Ancak ibni Sebecilerin yapacağı şeydir.

Önce hadisenin, Kur’an-ı kerimden sonra en kıymetli kaynaklardan olan Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’deki geçtiği şekline bakalım:

(Fatıma ile Abbas’ın her ikisi, Resulullah efendimizden kalan miraslarını, yani Fedek’teki yerleri ile Hayber’deki hisselerini istemek üzere Ebu Bekir’e geldiler. Ebu Bekir de kendilerine şöyle dedi: Resulullah efendimizden işittim, buyurdu ki:
(Biz [Peygamberler] miras bırakmayız, bıraktığımız sadaka [vakf]dır.) Peygamber efendimizin ehli ve iyali bu maldan ancak yiyebilir. Vallahi Resulullahın yaptığını gördüğüm bir işi yapmadan bırakmam. [Ravi] diyor ki: Bunun üzerine Fatıma oradan ayrıldı ve ölünceye kadar bir daha miras lafını etmedi.)

Hâşâ, Hazret-i Ebu Bekir’in, Fedek hurmalığını Hazret-i Fatıma’dan zorla alması diye bir şey yok. Bu tamamen İbni Sebecilerin uydurmasıdır.

Ahmed Cevdet Paşa diyor ki:
Halife Hazret-i Ebu Bekir, Resulullahın silahları ile beyaz katırını, Hazret-i Ali’ye verdi. Diğer eşyayı Beytülmale bıraktı. Fedek ve Hayber’deki hurmalıklarını, Resulullah hayatta iken vakfetmiş, kimlere dağıtılacağını emir buyurmuştu. Gelip geçen elçilere ve misafirlere verirdi. Ebu Bekir bunları eskisi gibi dağıtıp, asla değiştirmedi. Fatıma mirasını istediğinde; (Resulullahtan işittim: (Biz Peygamberlere kimse vâris olamaz! Bıraktığımız mal, sadaka olur) buyurmuştu. Ben Resulullahın yaptığını değiştirmem) dedi. Fatıma (Sana kim vâris olur?) demiş. Halife de, (Evladım, ehlim olur) deyince, (Ya ben niçin babama vâris olmuyorum?) demiş. Halife de, (Senin baban olan Resul-i ekremden işittim ki, (Kimse bize vâris olamaz!) buyurdu. Onun için sen de vâris olamazsın. Fakat ben Onun halifesiyim, Onun nafaka verdiği kimselere, aynı şeyleri ben de veririm. Senin masraflarını yapmak benim vazifemdir) dedi. Bunun üzerine Fatıma razı oldu ve artık miras lafı etmedi. (Kısas-ı enbiya s.369)

Hadis âlimi Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri, aynı şeyleri bildirdikten sonra buyuruyor ki:
Resulullah birçok kimselere, mal vereceğini vaad etmişti. Vefatından sonra, gelip, bu malları istediler. Halife hepsine verdi. Ebu Bekri Sıddık, mirası yalnız Fatıma’dan men etmedi. Âişe de, gelip, miras istedi. Ona da vermedi. Başka zevceler de istedi. Hiçbirisine vermedi. Peygamberler miras bırakmaz hadis-i şerifini söyledi. Halife, bu hadis-i şerifi söyleyince, Eshab-ı kiramın hepsi, biz de işitmiştik, dediler, bir kişi bile itiraz etmedi. Halife kimseye miras vermedi ve Resulullahın akrabasına evvelce verilen her şeyi aynen verdi ve Resulullahın yaptığını değiştirmem dedi ve Onun akrabasını, kendi akrabamdan daha çok seviyorum diye yemin etti. Fatıma’nın miras yüzünden, Ebu Bekir’e darıldığını söylemek ne kadar yanlıştır. Eshab-ı kiramın sözbirliği ile bildirdiği hadis-i şerifi, Fatıma’nın kabul etmeyeceğini düşünmek Hazret-i Fatıma’ya iftira olur. Fatıma vefat edeceği zaman, Ebu Bekri Sıddık ile helalleşip ondan razı olmuştur.

Hadis âlimi imam-ı Beyheki hazretleri, imam-ı Şabi’den rivayet ediyor ki, Fatıma hasta iken, halife Ebu Bekir kapıya geldi. Ali, Fatıma’ya, Ebu Bekrin geldiğini haber verdi. Fatıma izin verdi. Halife içeri girdi ve kendisi ile helalleşti. Fatıma, Ebu Bekir’den razı oldu. İmam-ı Müstağfiri’nin Kitabülvefa ve Riyadunnadara kitaplarında ve Hafız Ebu Said, Kitab-ül-müvafeka adındaki kitabında da böyle yazmaktadır. Faslülhitab kitabında diyor ki: Fatıma akşam ile yatsı arasında vefat etti. Ebu Bekri Sıddık, Osman, Abdurrahman bin Avf ve Zübeyr bin Avvam hazır idiler. Cenaze namazını Ebu Bekri Sıddık kıldırdı. Gece defnettiler. (Medaric-ün-nübüvve c.2/ s.572)

Görülüyor ki, Hazret-i Ebu Bekir hurma bahçesini Hazret-i Fatıma’nın elinden almamış, eski halinde olduğu gibi bırakmış, onun her ihtiyacını Beytülmal’den vermiştir. Bütün bu vesikalar hiçe sayılarak, Ebu Bekir, Fedek hurmalığını zorla aldı nasıl denebilir? Hazret-i Ali halife olunca, her şey elinde ve emrinde iken, bu hurmalığı, niçin Hazret-i Hasan ile Hüseyin’e teslim etmedi? Hâşâ o da mı zulme iştirak etti? Yoksa, ölmüş halifelerden mi korktu? Hazret-i Ali’nin, üç halifenin yaptıklarını değiştirmeyip hurmalığı, onların yaptığı gibi idare etmesi, üç halifeyi onayladığını, yani onların doğru yaptığını açıkça göstermektedir.

Buraya birkaçını yazdığımız bu vesikalı açıklamalardan sonra, Hazret-i Ali’nin üç Halifeye düşman olduğunu ve bir bahçe için Hazret-i Fatıma’nın Eshab-ı kirama lanet ettiğini söylemek, âyet-i kerimelere de zıddır:

Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerdendir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

(Mekke’nin fethinden önce ve sonra Müslüman olanların hepsine de, Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]

(Allah, Eshabın hepsine Cenneti söz verdi.) [Nisa 95]

Allahü teâlânın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. Razı olması da sonsuzdur. Allah, Eshabdan birkaç sene razı oldu sonra vazgeçti denilemez. Allah sözünden dönmez.
İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]

(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]

Hazret-i Ali, Hazret-i Ebu Bekir’i, Hazret-i Ömer’i ve Hazret-i Osman’ı çok severdi. Bunlar da Hazret-i Ali’yi çok severdi. Birbirlerinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]

Eshab-ı kiramın birbirine karşı çok merhametli olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali de şudur:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29][/b]
alevisesi
Mesajlar: 241
Kayıt: 22 Ara 2006, 16:06
Konum: 12 İmam Yolcusu
İletişim:

Mesaj gönderen alevisesi »

Zülfükaaar yazdı:

Hazret-i Ebu Bekir’in dövülmesi

Resulullah ve arkadaşları oturmuşlardı. O zaman 38 kişiydiler. Hazret-i Ebu Bekir ayağa kalkarak insanları Allah’a ve Resulüne çağıran bir konuşma yaptı. Bu konuşma üzerine müşrikler Hazret-i Ebu Bekir’e ve diğer Müslümanlara saldırmaya başladılar, mescidin çevresinde bulunanları ve Hazret-i Ebu Bekir’i de çok şiddetli bir şekilde dövdüler. Ukbe bin Rabia, Hazret-i Ebu Bekir’e yaklaşarak ayağındaki altı çivili ayakkabılarıyla yüzüne vurmaya ve parçalamaya başladı. Yüzü gözü tanınmayacak hale gelinceye kadar karnı üzerinde tepindi. Teym oğulları gelerek müşrikleri Hazret-i Ebu Bekir’den uzaklaştırdılar ve onu öldü zannederek, bir çuvala koyarak evine götürdüler.

Hazret-i Ebu Bekir, bundan sonra, uzun bir süre kendine gelemedi. Babası ve Teym oğulları, Onu ayıltmak için çok uğraştılar. Ancak akşama doğru kendine gelebildi, gözlerini açar açmaz, ezik bir sesle; (Resulullah ne yapıyor? O, ne haldedir? Ona da dil uzatmışlar, hakaret etmişlerdi) diyebildi. (Hayattadır, hali iyidir) dendi. Hazret-i Ebu Bekir, (Vallahi, Resulullahı gidip görmedikçe, ne yemek yerim, ne de bir şey içerim!) dedi. Annesi, (Sen, şimdi biraz bekle, herkes uykuya dalsın) dedi.

Herkes uyuyup, ortalık tenhalaşınca, Hazret-i Ebu Bekir, annesine dayanarak, yavaş yavaş Resulullahın yanına vardı. Sarılıp öptü. Müslüman kardeşleriyle kucaklaştı. Hazret-i Ebu Bekir’in bu hali, Peygamber efendimizi çok üzdü. Hazret-i Ebu Bekir, (Yâ Resulallah! Babam, anam sana feda olsun! Bu yanımdaki de, beni dünyaya getiren annem Selma’dır. Onun hakkında dua buyurmanızı istirham ediyorum. Umulur ki, Allahü teâlâ, Onu senin hürmetine Cehennem ateşinden kurtarır) dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, Selma’nın Müslüman olması için Allahü teâlâya yalvardı. Resulullahın duası kabul olunmuştu. Annesi de hidayete kavuşup Müslümanlığı kabul etti. Böylece ilk Müslümanlardan biri olmakla şereflendi. (El-Bidaye ven-Nihaye, Tabakat-ı İbni Sa’d, Tarih-i Hulefa, İslam Âlimleri Ansiklopedisi)
En son alevisesi tarafından 10 Kas 2008, 12:39 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
alevisesi
Mesajlar: 241
Kayıt: 22 Ara 2006, 16:06
Konum: 12 İmam Yolcusu
İletişim:

Mesaj gönderen alevisesi »

Zülfükaaar yazdı:

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ali Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, ibni Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, ibni Sa’d]

(Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder.) [Nesai]

(Ali’yi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi, müslümanların günahını yok eder.) [İ. Asakir]

(Ali’yi seven, beni sevmiştir. Ona düşmanlık, bana düşmanlıktır. Onu inciten beni incitmiştir. Beni inciten de elbette Allah’ı incitmiş olur.) [Taberani]

(Ben kimin mevlası [efendisi] isem, Ali de onun mevlasıdır!) [Nesai]

(Ya Ali, senin sevdiğini sever, senin buğzettiğine buğzederim.) [Taberani]

(İmanın alametleri vardır. Birinci alameti Ali’yi sevmektir.) [M. Ç. Güzin]

(Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır.) [Deylemi]

(Ali’yi sevmek, iman, ona düşmanlık, nifak alametidir.) [Kurret-ül-ayneyn]

(Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.) [Buhari]

(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir. Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatib]

(Bir kimseyi, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’den üstün gören beni yalanlamış olur.) [Rafi'i]

(Cebrail dedi ki: Allahü teâlâ buyuruyor ki, "Her ümmet kıyamette susuzluk görecek, yalnız Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi sevenler müstesna.) [Rafi'i]

(Şu dört kişinin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali.) [İbni Asakir]

(Allahü teâlâ, namazı, zekatı ve orucu farz ettiği gibi, Ebu Bekri, Ömer’i, Osman’ı ve Ali’yi sevmeyi de farz etti.) [Vesile]

(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin yoluna sımsıkı sarılın!) [Buhari]

(Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en sağlam olanı Ömer, en hayalısı Osman, en iyi hüküm vereni ise Ali’dir.) [İbni Asakir, Ebu Ya’la]



Allah Resulünün damadı, Hazret-i Ömer’in kayınpederi, Allah’ın aslanı Hazret-i Ali’ye iftiralar:

1) İbni Sebeciler, (Hazret-i Ali, Üç halife ve eshabı sevmiyordu. Onlar da Hazret-i Ali’yi sevmiyorlardı. Hazret-i Ali onları senelerce sever görünerek idare etti) diyorlar.


CEVAP
Elbette Eshab-ı kiram birbirlerini çok sever ve birbirlerinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]

Eshab-ı kiram birbirlerini çok sevdiği gibi birbirine karşı çok merhametli idi. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın peygamberidir, Onunla birlikte bulunanların [Eshabın] hepsi, kâfirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametlidir. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.) [Feth 29]

Hepsi insanların en hayırlısı ve Cennetlik idi. İşte âyet-i kerime mealleri:
([Resulullahın eshabı olan] sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.) [Âl-i İmran 110]

(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlara, fetihten sonra verenlerden ve savaşanlardan daha yüksek derece vardır. Bunların dereceleri eşit değildir. Hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]

(İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ile onlara [eshab-ı kirama] güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.) [Tevbe 100]

İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Araf ve Hicr surelerinde (Biz azimüşşan, onların kalblerindeki gıl ve gışşı nezettik) buyuruluyor. Yani kalblerindeki kin ve düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp attık. Demek ki, hiçbir sahabi, başka bir sahabiye haset ve kin beslemez. Çünkü, hepsi Hakkulyakîn mertebesine ulaşmışlardır. Aralarındaki savaşlar ictihad sebebi ile idi. Her biri, kendi ictihadı ile hareket etmeye mecbur olduğundan, hiçbiri kötülenemez. Eshab-ı kiramdan birini kötülemek, (Allah onlardan razıdır) mealindeki âyete inanmamak olur. (Tathir-ül-cenan)

Allahü teâlânın sıfatları ebedidir, sonsuzdur. Onlardan [eshab-ı kiramdan] razı olması da sonsuzdur. Artık bir daha sözünden dönmez, hep razıdır. İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]

(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Birkaçını bildirdiğimiz âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler karşısında Allahü teâlâ, mezhepsizlere insaf versin! Herkes bilir ki, iki yüzlülük, hainlik alametidir. Eshab-ı kirama ve hele, en kıymetlilerinden olan, Allah’ın aslanına, hiç iki yüzlü denilebilir mi? İnsanlık dolayısıyla, doğru söz, bir iki saat veya bir-iki gün saklanabilir denirse, yeri vardır. Fakat, Allah’ın aslanına, tam otuz sene, hainlik alametini yüklemek ve bu uzun zamanda, hep iki yüzlülükle yaşadı demek, ne kadar çirkin, ne kadar alçakça bir iftira olur. Küçük günah, her zaman yapılırsa, büyük günah olur buyurmuşlardır. Kötü insanların, münafıkların bir fenalığını otuz sene durmadan yapmanın, artık ne olacağını düşünmeli. Bu sözlerinin çirkinliğini bilip de, Şeyhaynın [yani Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’in] üstünlüğünü kabul etselerdi, böylece Hazret-i Ali’ye ihanet etmekten, alçaltmaktan kurtulurlardı. İki beladan küçüğünü seçmiş olurlardı. Şunu da söyleyelim ki, Şeyhaynın üstünlüğünü söylemekte, Hazret-i Ali’yi küçültmek yoktur ve onun Halifeliği inkâr edilmiş olmaz. Vilayetteki yüksek mertebesine ve hidayet ve irşad makamına dokunulmuş olmaz. Halbuki, bunların dediği gibi, onu iki yüzlü bilmekle, bütün bu meziyetler, kıymetler, kendisinden alınmış olur. Çünkü, iki yüzlülük, münafıkların, en aşağı insanların ve yalancı, dolandırıcı kimselerin işidir. (Eshab-ı Kiram kitabı)

Peygamber efendimiz Hazret-i Ali için, (Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır) (İlim on kısımdır. Dokuzu Ali’de, biri diğer halktadır. O, bu biri de onlardan iyi bilir) buyurdu. Burada birkaçını yazdığımız âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri Hazret-i Ali bilmiyor muydu? Hâşâ o cahil veya münafık mıydı? Yoksa, hâşâ bunları hiçe sayacak kadar gözünü mevki makam yani halifelik hırsı mı bürümüştü?

Maide suresinin ikinci âyet-i kerimesinde mealen, (Allah, kullarını birr ve takvada, birbirlerine yardım etmeye, birbirleri ile iyi geçinmeye çağırıyor. Günahta ve düşmanlıkta yardım etmeyiniz) buyuruldu. Eshab-ı kiramın birbirini sevmemesi, milyonlarla müslümanın birbirine kâfir demesi, lanet etmeleri, birr ve takva olmayıp günah olur. Hazret-i Ali’nin ve Hazret-i Fatıma’nın bu âyet-i kerimeye [ve yukarıda bildirdiğimiz âyet-i kerimelere] uymadıkları söylenmiş olur.

Bunlar, üç halifenin hilafetlerini kabul etmemekle ve Eshab-ı kirama düşman olmakla, sonra gelen müslümanların birbirlerine kâfir diyeceklerine sebep olacaklarını, böylece bu âyet-i kerimeye uymayan bir çığır açılacağını bilmiyorlardı, eğer bilselerdi vazgeçerlerdi denirse, bunların üstünlüğü keşf ve kerametleri de inkâr edilmiş olur.

Hazret-i Ali’nin evladından ve Evliyanın büyüklerinden olan seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri, Gunyet-üt-Talibin adındaki kitabında buyuruyor ki, (Şiilere göre hilafet oniki imama mahsustur. Bunlar masumdur. Günah işlemezler. Keşf ve keramet yalnız kendilerinde görülür. Dünyada, olmuş ve olacak her şeyi bilirler, derler.) Kumların sayısına varıncaya kadar her şeyi bilen Hazret-i Ali’nin, Hazret-i Ebu Bekir’e oy vermediği için, milyonlarca ümmetin yoldan çıkacağını bilmediğini söylemek, bu inanışlarına uymaz. Böyle söylemek, zaten doğru da değildir.

Halifelik ağır bir yüktür. Böyle olduğu kitaplarda da yazılıdır. [Bu yükün ağırlığından Hazret-i Ebu Bekir, bir kuş görüp, (Ey kuş ne mutlu sana ki meyveleri yersin. Yapraklar arasında gölgelenirsin. Kıyamette hesaba çekilmezsin. Keşke, Ebu Bekir de senin gibi olsa idi) demişti. Bir kere de, (Keşke bir yeşil ot olaydım. Hayvanlar beni yiyeydi. Böylece, kıyamet günü yaratılıp hesaba çekilmeseydim) buyurdu. (Zeynül-mecalis)

Hazret-i Ömer bir cemiyette ağladı. Niçin ağladığı sorulduğunda, buyurdu ki: (Niçin ağlamayayım ki, eğer Fırat kenarında oğlak zayi olsa, yarın kıyamet gününde, o Ömer’den sorulur.) Bir kere de eline bir saman çöpü alıp, (Ne olaydı, bu saman çöpü ben olaydım. Ne olaydı mahluk olmaya idim, validem beni doğurmayaydı. Ne olaydı, hatırlanan nesne değil de, unutulan nesne olaydım) demişti. (M. Ç. Güzin)]

Bir müminin, başka müminler, beni niçin seçmediler diye üzülerek, onlara düşmanlık etmesi mi, yoksa bu ağır yükü çok şükür bana vermediler diye sevinmesi mi doğrudur? Hele, onun düşmanlığından, müslümanlar arasında, kıyamete kadar fitne ve fesat çıkacağını biliyor ise, elbette, seve seve oy verip Halifeyi desteklemesi lazım olur. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
(Dünya hayatı, ancak insanları aldatıcı şeylerdir.) [Al-i imran 185, Hadid 20]

(Dünya hayatı oyun ve boş şeylerdir. Allah’tan korkanlar için, ahiret hayatı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz?) [Enam 32]

(Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizi imtihan etmek için verildi. Allah, iyiliklerinize karşılık, size çok büyük ecr verecektir.) [Enfal 28, Tegabün 15]

(Dünya hayatını ahiretten daha çok mu beğeniyorsunuz? Dünya hayatında ele geçenler, ahirettekilerden çok azdır.) [Tevbe 38]

(Mal ve çocuklar, dünya hayatının süsleridir. Sonsuz kalıcı olan iyi işlerin sevapları, Rabbinin yanında daha iyidir.) [Kehf 46]

Daha böyle altmışaltı kadar âyet-i kerimeler, dünya malına, mevkiine gönül bağlamamayı tembih buyuruyor. Bu yolda sayısız hadis-i şerifler de bildirilmiştir.

Bu âyet-i kerimeleri, ilim şehrinin kapısı olan Hazret-i Ali ile kadınların en üstünü olan Hazret-i Fatıma-tüz-Zehra elbette herkesten daha iyi biliyorlardı. Bunların dünya mevkii için ve hurma bahçesi için üzülerek didişmeleri, kakışmaları hiç düşünülebilir mi?

Hele yüz milyonlarla insanın Cehennemde sonsuz kalmasına sebep olacak bir didişmeyi, dövüşmeyi yapmaları olacak şey midir?

Bu fakir, [yani Tezkiye-i ehli beyt risalesini yazan Osman efendi], Şii âlimlerinden birine sordum ve Fatıma hazretlerinin, hurma bahçesini vermedikleri için Eshab-ı kirama gücenmesi, dünyayı sevmek demek olup caiz değildir, dedim. (Onun gücenmesi dünyaya düşkün olmasından değildi. Çirkin bir işin yapılmasını beğenmedikleri için idi) dedi. Bu kaçamak cevabı ile, Resulullahın tertemiz kerimesini lekelemiş oluyordu. Çünkü İslamiyet’e uygun olarak yapılan bir işi, ancak nefs-i emmare çirkin sanır. Bunu hatırlattım ve aşağıdaki açıklamayı yaptım. Şaşkına döndü. Diyecek söz bulamadı.

Şöyle ki: Tarih okuyan iyi bilir ki, bir gazada imam-ı Ali hazretleri, bir kâfiri yere yıkıp öldüreceği sırada, canından ümidini kesen bu adam, ağzında olan bütün pislikleri, İmamın yüzüne püskürtmüştü. Yüzü gözü pislik içinde kalan İmam, kâfiri öldürmekten vazgeçmişti. Gözleri dönmüş, aklı gitmiş olan kâfir, daha şaşırıp, niye durdun, korktun mu, dedi. Hazret-i Ali kâfiri bırakıp, (Seni önce müslüman olmadığın için, Allahü teâlânın emri ile öldürecektim. Şimdi ise, yaptığın bu pislikten dolayı nefsim sana karşı düşman oldu. Şimdi öldürürsem, nefsim için öldürmüş olurum. Allahü teâlânın emrini değil, nefsimin isteğini yapmış olurum. Böylece, seni öldürmekle sevap kazanacağım yerde, günah işlemiş olurum) buyurdu. Kâfir, bu sözleri işitince, imam-ı Ali’nin vicdanının dayanmış olduğu İslam dininin üstünlüğüne hayran kalarak, bütün kalbi ile Kelime-i şehadet getirdi. Seve seve müslüman oldu. Birkaç dakika önce, can düşmanları iken, şimdi kucaklaşarak kardeş oldular.

Evliyanın büyüklerinden olan İbrahim bin Edhem, önce Belh padişahı idi. Saltanatı bırakıp, Mekke-i mükerremeye geldi. Sırtında odun taşıyarak ekmek parasını kazanırdı. Ölünceye kadar nefsi ile pençeleşti.

Osmanlı padişahlarının yedincisi olan Fatih Sultan Muhammed hanın babası, altıncı Osmanlı padişahı olan Sultan ikinci Murad han, kendi arzusu ile, saltanatı oğluna bırakarak kendisi Manisa’ya çekildi. Bir köşede ibadet ile meşgul oldu.

Hazret-i Ali’nin ve Hazret-i Fatıma’nın, dünyanın vefasızlığını anlamakta ve nefsle mücahedede, adı geçen sultanlardan aşağı olmadıkları gün gibi meydanda iken, bunların dünya malı ve mevkii için üzüldüklerini ve hele kin beslediklerini, bir müslümanın söylemesine imkan yoktur. Bu iftiraların, Abdullah bin Sebe adındaki münafık bir yahudi tarafından çıkarıldığına şüphe yoktur. Hazret-i Osman zamanında Yemen’den Mısır’a ve oradan Medine’ye gelip müslüman olduğunu söyledi. İslamiyet’e, başkalarının yapamadığı zararı yaptı.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinizden mağfiret istemeye ve Cennete girmeye koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennetin büyüklüğü gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allah’tan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da, çok bulunsa da, mallarını Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi af ederler. Allah, ihsan edenleri sever) [Âl-i İmran 133-134]

(Müminler, birbirleri ile kardeştir. Kardeşleriniz arasında sulh yapınız!) [Hucurat 10]

Bunlar gibi daha otuza yakın âyet-i kerimelerde, müminlerin birbirlerine öfkelenmemesi, birbirlerine iyilik ve ihsan yapmaları, af etmeleri emir olunmaktadır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birbirlerine merhamet edenlere, Allah merhamet eder. O, merhamet edicidir. Yer yüzünde olanlara merhamet ediniz ki, gökte olan melekler de, size merhamet etsin.)

Buna benzer daha elli kadar hadis-i şerifte öfkeyi yenmek, iyilik ve ihsan etmek emredilmekte, insanlık vazifeleri öğretilmektedir.

İşte, Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma, mevki için ve birkaç hurma ağacı için öfkelenip, iyilik ve ihsan etmeyip, ölünceye kadar Eshab-ı kirama düşmanlık etselerdi, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymamış olurlardı. Buna hiç ihtimal var mıdır? Böyle yaptıklarını söyleyen bir kimse, her ikisinin yüksek şânlarını lekelemiş olur.

Ehl-i sünnet âlimleri, Resulullahın bu iki göz bebeğine hiçbir kusur gelmemesi için, böyle saçma şeyler söylememiş, bu büyükleri sevmek, son nefeste iman ile gitmeye sebep olur, diyerek çok sevilmelerini teşvik buyurmuşlardır.

Muhammed aleyhisselamın ümmetinin kardeşler oldukları, birbirlerini ne kadar çok sevdikleri herkesçe bilinmektedir. Mesela Abdullah ibni Ömer bir gün Resulullahın huzuru şerifine gelmişti. Buna çok iltifat buyurdu ve (Kıyamet günü herkesin beratı [yani kurtuluş vesikası], her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın beratı ise, dünyada verilmiştir) hadis-i şerifi ile bunu meth ve sena buyurdu. Sebebi sorulduğunda, (Kendisi vera ve takva sahibi olduğu gibi, dua ederken “Ya Rabbi! Benim vücudumu, kıyamet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım. Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselamın ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir) buyurdu. Ebu Bekri Sıddıkın da böyle dua ettiği (Menakıb-i çihar yâr) kitabında yazılıdır.

Hazret-i Ali’nin, müslümanları sevmesi, Abdullah ibni Ömer’in sevmesinden kat kat fazla olduğu şüphesizdir. Halife yapılmadığı için, milyonlarca müslümanın Cehennemde sonsuz yanmasına sebep olacak bir sevgisizlik göstermesi imkansızdır.

Tebük gazasında ağır yaralanan Eshab-ı kiramdan birkaçı çok susamıştı. Bir müslümanın getirdiği bir bardak su, hangi yaralıya verildi ise, (önce, su istediğini işittiğim din kardeşime ver) diyerek birbirlerine gönderdikleri ve suyu içmeye sıra gelmeden her birinin şehit olduğu, imam-ı Gazali’nin (Kimya-yı saadet) kitabında ve diğer kitaplarda yazılıdır.

İşte, Resulullahın Eshabı birbirini bu kadar çok seviyordu. Bütün gazalarda canını ölüme atan imam-ı Ali ve Resulullahın sevgili kızı olan Fatıma-tüz-Zehra’nın üç Halifeyi ve Eshab-ı kiramın çoğunu sevmemesi hiç düşünülebilir mi? Böyle olduğunu söylemek, Onlar için bir kıymet ve üstünlük olmayıp, âyet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin yasak ettiği bir kötülük ve alçaklık olur. Kendileri böyle, alçak, kötü işleri yapmaktan uzak ve tertemiz oldukları için, böyle sözlerin, İslam düşmanları tarafından uydurulduğu, yalan ve iftira olduğu anlaşılmaktadır. (Tezkiye-i ehl-i beyt risalesi)

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ensara, Ehl-i beyte, Ebu Bekir ve Ömer’e ancak münafık buğzeder.) [İ. Asakir]

(Eshabıma dil uzatmakta Allah’tan korkun! Benden sonra onları kötü emellerinize alet etmeyin! Onları seven, beni sevdiği için sever. Beni sevmeyen de onları sevmez. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten de Allahü teâlâyı incitmiş olur. Bunun da cezası gecikmeden verilir.) [Buhari]

(Eshabımı kötüleyene Allah lanet etsin.) [Taberani, Beyheki, Hakim]

(Kimi çıkıp, Eshabımı kötüleyecek. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır.) [Beyheki]

(Beni gören müslüman, Cehenneme girmez.) [Taberani]

(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir’le Ömer’i kötüleyecekler. Allah onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]

(Ya Ali! Sen İsa gibisin! Yahudiler, Ona düşman oldu. Mübarek annesi Meryem’e iftira etti. Hıristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar.) [İ. Ahmed]

Hazret-i Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki türlü insanlar helak olur. Birisi, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu hadis-i şerifte, hariciler, Yahudilere; Eshab-ı kirama düşmanlık edenler de, Hıristiyanlara benzetilmiştir.

2) İbni Sebeciler, (Hazret-i Ali’de bir Mushaf vardı, bu eldeki Kur’anın iki misli idi. Bunlar kimseye gösterilmeden 12 imama verilmiştir, ahir zamanda Mehdi meydana çıkaracak) diyorlar.
CEVAP
Allah resulünün damadı, Allah’ın aslanı, Vilayet yolunun reisi Hazret-i Ali’nin de, mübarek torunlarının da, ne kendilerindeki ilmi, ne de Allah’ın âyetlerini saklaması mümkün değildir. Hâşâ Hazret-i Ali ilme ve dine düşman olamaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler lanet eder.) [Bekara 159]

(Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!) [Al-i İmran 187]

Hazret-i Ebu Hüreyre diyor ki:
Bu iki âyet olmasa idi, hiçbir hadis rivayet etmezdim. (Buhari)

Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(İlmini saklayanların kıyamette ağzına ateşten gem vurulacaktır.) [İbni Mace)

Bu âyet ve hadis-i şerif de gösteriyor ki, Hazret-i Ali, Allah’ın kendisine ihsan ettiği ilmi, hele Kur’an-ı kerimi saklaması asla mümkün değildir.

Tezkiye-i ehl-i beyt kitabının müellifi Osman efendi anlatıyor:
Maarif meclisine gittiğim zamanlarda, Sebecilerin bir sandık içinde tefsirleri geldi. Basılmasına izin verilmedi. Sebebini sordular. (İslamiyet’e uymayan bir yeri mi var?) dediler. Evet, (Hazret-i Ali’nin kâfir ve zalim olduğunu yazıyorsunuz) dedim. Öfkeden gözleri döndü. (Hiddetlenme beni az dinle) dedim. Kitabın başında yazılmış ki:
(Talha, Ali’ye sordu ki, Osman Kur’andan 70 âyeti, Ömer de, 80 âyeti çıkardığı söyleniyor. Bu söz doğru mu? Ali evet doğrudur, dedi. Talha yine sordu ki: Değişmemiş olan Mushaf sende imiş, öyle mi? Ali, evet bendedir. Hem de, bu Kur’anın iki katı bende var, dedi. Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermeyecek misin? dedi. Eğer Ebu Bekir yerine, beni halife yapsalardı verirdim. Bana biat etmedikleri için, vermem ve vasiyet edeceğim, kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalacak, buyurdu.)

İşte tefsirinizde böyle yazıyor. Yahudiler, Tevrat’taki Muhammed aleyhisselamı bildiren 20 âyeti sakladıkları için, Allahü teâlâ, bunlara (kâfir) diyor. Hazret-i Ali, Kur’anın iki mislini ki üç binden fazla âyeti saklamış oluyor. Bu yazınız ile, Hazret-i Ali’ye kâfir demiş oluyorsunuz, dedim.

Sebeci, şaşırıp kaldı, bir cevap veremedi. Daha sonra “Doğrusunu isterseniz, ben ne Şii, ne de Sünni’yim, ben masonum” dedi.

[Masonluğu da Yahudiler kurmuştur. Her tefrikanın, her oyunun içinde bir Yahudi parmağının olması bir rastlantı değildir.]

Bu yalanları çıkaran kimseler, açıkça gösteriyor ki, ne Şii, ne de Sünni’dir. İbni Sebe denilen bir Yahudi ve onun oyununa gelen zavallılardır. (Tezkiye-i ehl-i beyt)
alevisesi
Mesajlar: 241
Kayıt: 22 Ara 2006, 16:06
Konum: 12 İmam Yolcusu
İletişim:

Mesaj gönderen alevisesi »

MÜCAHİD yazdı:

Sayın moderatör arkadaşlar,
Bu zavallı arkadaş, durmadan İnbi sebeciler, Sebeciler diye hitap etmiş, bu söz büyük bir hakarettir. Yani sebecilerin oğlu, diğer bir tabirle haramzadeler demek istemişler. Bu adam böyle gelişi güzel yazılar kopya yaparsa bunun önü alınmaz. Diğer konudaki sorulan sorulara cevap vermeden yeni konu açmasına müsade etmeyin. Çünkü hedefimiz hakkın ortaya çıkmasıdır, laf karabalığı yapmak değil. Yazılan bir konu hakkında bir neticeye varmadan, yeni konular açmak ve daldan dala konmak, kafaları karıştırmaktan başka bir şey değildir. Bunun için sizden ricam açılan bu konuların hemen silinmesidir.
alevisesi
Mesajlar: 241
Kayıt: 22 Ara 2006, 16:06
Konum: 12 İmam Yolcusu
İletişim:

Mesaj gönderen alevisesi »

Ali yazdı:

Zülfikaaar !!! nickli arkadaş
bu konu zaten Ehli sünnet vel cemaat öncüleri başlığı altında açılmıştır söyleyeceklerini ilmi ahlak düzeyinde kalarak yani çaresizlerin sarıldığı gibi küfür ve hakaret etmeden istediğin gibi yazabilirsin bu nedenle bu bölümün ehli sünnet vel cemaat öncüleri bölümüne taşınmasını öneriyorum

uyarıları dikkate almazda bilimsel cevap yerine küfür hakaret aşağılkama türünden cevaplar verirsen ve daldan dala atlayıp konu bütünlüğünü bozarsan bizde hiç istemediğimiz halde karşı tavır koyarız sonra da beni susturuyorlar diye ağlama çünkü asla kimseyi susturmak sansürlemek istemiyoruz biz doğrular apaçık ortaya konulsun istiyoruz
anlaştık mı?
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Mesaj gönderen 3nokta »

"İbni Sebe" eğer tarihte böyle biri yoksa Allah sana lanet etsin. Bu yaptığın iftiralar yüzünden tarihteki gelecekteki ve şimdiki cümle Alevi-Şiiler senden hesap soracaktır haberin olsun.
İbni sebeymiş Adam gibi cevaplar veremeyince ilmi açıdan sıkışında batıl düşüncelerinizi bize yutturamayınca hemen de aganız lanet muaviye gibi hileye başvuruyorsunuz.
Diğer mesle bu forumlara üye olduğundan beri hangi ayzına ne için sansür koyuldu? Böyle bir durum yok bu sitede. Herkes özgürce ama saygı çerçevesinde düşüncesini yazabilir. Ama her şeyin bir sınırı var. İbni sebeceiler bilmem neyciler diye iftira atacaksan ben senin üyeliğinin silinmesini talep ediyorum.
Çünkü bu yaptığın hem milyonlarca Ehl-i Beyt dostuna hem de bu sitenin anlayışına hakarettir. Yok adam gibi tartışacaksan buyur tartış. Konuyla alakalı olmayan yazılar önceden haber verilmeksizin silinebilir. Bu forumların genel kurallarındandır. Hangi foruma girersen gir yöneticiler alaka beklerler yazdığın cevaplarda. Senin yazdığın ve tarafımdan silinen mesaj ise konuyla alakadar olmayan bir içeriğe sahipti. O yüzden silindi. Ama dikkat edersen ortada bir sansür yok sansür olsaydı diğer mesajlarınla bilrikte hepsini silerdik ve seni de...
O yüzden adam ol ki adam gibi muamele göresin. Kural ihlali yaparsan yine yazılarını silerim. Burası senin babanın yeri değil. Kurallar var sen de herkes gibi uymak zorundasın. Kopyala yapıştır içeriklerle devam edemezsin yazmaya. Cevap öylew verilmez.
Şimdi bu başlıkla alakalı yazılmasını talep ediyorum
Değerli arkadaşlarım bu başlıkta zulfikar kisveli bu munafık muaviye dostunun saçmalıkları buraya kadar. bundan sonra bununla ilgili yazmayınız. Cevaplarınız sadece konuyu açan abimizin yazıları doğrultusunda olabilir. Katılmadığınız kısımları tek tek belirtin ve delil gösterin. Yoksa kopyala yapıştır içeriklerle olmaz. Biz onları google'den tarama yaparak da bulabiliriz. Gerek yok. kendi ifadelerinizle tartışın düşüncelerinizi. Eleştirecekseniz mesajın içeriğini eleştirin. eleştiri yapıyorum diye yine mesajda eleştirilen yalanlanan saçmalıkları yazmayın buraya.
LAFIMIZ ANLAYANA! ANALMAYAN ZATEN MUHATABIMIZ OLAMAZ!Saygılarımla.
Zülfükaaar
Mesajlar: 214
Kayıt: 04 Eki 2008, 01:25
Konum: İstanbul

Re: Ehl-i Sünnet Ve'l- Cemaat'in Öncüleri

Mesaj gönderen Zülfükaaar »

MÜCAHİD yazdı:EHLİ-İ SÜNNET VE'L- CEMAAT'İN ÖNCÜLERİ

PRF. DR. MUHAMMED TİCANÎ SEMAVÎ


1- Ebubekir b. Ebu Kuhafe (Sıddık)
2- Ömer b. Hattab (Faruk)
3- Osman b. Affan (Zinnureyn)
4- Talha b. Ubeydullah.
5- Zübeyr b. Avvam..
6- Sad b. Ebi Vakkas.
7- Abdurrahman b. Avf
8- Ebubekir'in Kızı Ayşe ( Ümmül Müminin)
9- Halid b. Velid.
10- Ebu Hureyre Dusî
11- Abdullah b. Ömer
Abdullah b. Ömer'in Kitap ve Sünnet ile Muhalefeti
12- Abdullah b. Zübeyr



Yukarıda belirttiğim bu on iki kişiyi, Ehlisünnet'in takdirle andığı birçok şahsiyetin arasından seçtim. Çünkü Ehlisünnet arasında en çok adı geçen ve en çok övülen şahsiyetler bu on iki kişidir. Ehlisünnet'e göre bu şahsiyetlerin çok fazla rivayetleri varmış ve ilimleri de çokmuş. Şimdi bu şahsiyetleri kısaca tanımaya çalışacağız. Onların, isteyerek veya istemeyerek Peygamber'in (s.a.a) sünnetine nasıl muhalefet ettiklerini gözler önüne serelim ki, araştırma yapan bir şahıs hakikati bilsin.
Ehlisünnet ve'l-Cemaat, aslında var olmayan bir şeyi ispatlamaya çalışarak, sadece kendilerinin hak olduğuna, diğerlerinin de sapıklıkta olduğuna inanır.


Ebubekir b. Ebu Kuhafe (Sıddık)


Daha önceki çalışmalarımızda belirttiğimiz gibi Ebubekir, Peygamberimizden (s.a.a) beş yüz hadis toplamış, onları yakarak halka şöyle demişti:
"Allah resulünden hiçbir şey rivayet etmeyin. (Bundan dolayı) biri size bir şey soracak olursa, deyin ki: Allah'ın kitabı aramızdadır; helalini helal sayın, haramlarından da kaçının!" [1]

-Aynı şekilde, Hz. Peygamber (s.a.a) vasiyetini yazmak isterken ona muhalefet ederek Ömer'in sözünü desteklemiş ve: "Resulullah sayıklıyor, Kurân bize yeter!" demiştir.

-Hz. Ali'nin (a.s) Peygamber efendimizim (s.a.a) halifesi olduğuna dair rivayeti de görmezden gelerek hilafet makamını gasp etmiştir.

-Usame'nin ordusuyla gitmeyerek Hz. Peygamber'e muhalefet etmiştir.

-Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) hakkındaki sünnetini çiğneyerek onu rencide etmiş, öfkesini üzerine almıştır.

-Zekât vermeyen Müslümanları öldürerek yine Hz. Peygamber'in bu konudaki sünnetini ayaklar altına almıştır.

-İyas b. Abdullah olayında da sünnete muhalefet ederek, onu (elleri bağlı olarak) ateşe atmıştır. Oysaki Peygamberimiz, ateşe atarak insanları cezalandırmayı yasaklamıştı.

-Peygamberimizin Müellefetü'l-Kulûb hakkındaki sünnetini ihlal etmiş, bu konuda Ömer'in görüşüne uyarak bu hakkı vermemiştir.

-Peygamberimizin kurallarını çiğneyerek halifelik makamını Müslümanlara danışmadan Ömer'e devretmiştir.
Peygamberimizin kuralı sayılan bunlar gibi daha birçok şeyi ayaklar altına almıştır. Bu gerçekler Ehlisünnet'in kendi tarih kitaplarında ispatlanmıştır. Âlimlerin dediği gibi, "Peygamber'in her fiili, sözü ve ikrarı" onun sünneti ise, demek ki Ebubekir bunların hepsine muhalefet etmiştir. Örnek olarak:

1- Hz. Peygamber'in Sözüyle Muhalefet

a) Peygamber efendimizin sözlerinden biri şudur: "Fatıma benim bedenimin parçasıdır. Onu gazaplandıran beni gazaplandırmıştır." Bildiğimiz gibi Fatıma (s.a) vefat ettiğinde Ebubekir'e kızgındı. Buharî, bunu Sahih'inde nakletmiştir.

b) Peygamberimiz, Usame'nin komutanlığını reddeden grup hakkında, "Usame'nin ordusuna katılmayanlara Allah lanet etsin!" buyurmuştur. O, böyle buyurduğu halde bir grup ashap Usame ile gitmeye razı olmadı. Ebubekir de Usame'nin ordusuna katılmayanlar arasındaydı.

2- Hz. Peygamber'in Fiiliyle Muhalefet

Resul-i Ekrem'in (s.a.a) fiillerinden biri de Müellefetü'l-Kulûb'a [2] Allah'ın emri gereği iyilikle davranmasıydı. Zekâttan onlara belli bir pay veriyordu. Ama Ebubekir, Kurân-ı Kerim'in açık olarak tanıdığı bu haktan onları mahrum etti ve Ömer'i razı edebilmek için Hz. Peygamber'in bu işiyle de muhalefet etmiş oldu. Zira Ömer, "Bizim size ihtiyacımız yoktur!" demişti.

3- Hz. Peygamber'in İkrarıyla Muhalefet

Peygamber efendimizin (s.a.a) onayladıkları şeylerden biri de sünnetinin yazılmasına ve halk arasında yayılmasına izin vermesiydi. Ama Ebubekir, bunların yazılmasını ve söylenmesini yasaklayarak onları yaktırmıştı.
Bunlara ilave olarak, Kurân'ın birçok hükmünü de bilmiyordu. Nitekim Kurân'da hükmü geçen kelale [3] meselesini sorduklarında şöyle demişti: "Ben kendi görüşümü söylüyorum; eğer doğruysa Allah'tandır, yanlışsa da ya benden ya da şeytandandır!" [4]

Allah aşkına nasıl şaşırmayalım? Müslümanların halifesi, Allah-u Teala'nın kitabında beyan etmesine ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) bizzat açıklamasına rağmen kendisine "kelale"nin hükmü sorulduğunda, kitabı ve sünneti bir kenara bırakıp kendi şahsî görüşüne dayanarak fetva veriyor! Üstelik, Şeytan'ın onun görüşlerinde etkili olduğunu itiraf ediyor!! Müslümanların halifesi Ebubekir'in böyle bir sözü söylemiş olması aslında pek de şaşırtıcı değildir. Çünkü kendisi defalarca şöyle söylemiştir: "Benim bir şeytanım var; sürekli damarlarımda ve derimde geziniyor!"

İslam âlimleri, "Kurân karşısında kendi şahsî görüşleriyle konuşan kâfirdir" derler. Peygamber efendimiz dahi asla kendi şahsî görüşüne ve kıyasa göre konuşmamıştır. Bundan da öte, Ebubekir şöyle diyordu: "Beni sünneti uygulamak konusunda zorlamayın. Çünkü benim buna gücüm yetmez!"

Eğer Ebubekir'in sünneti uygulamaya gücü yoksa onun takipçileri ve dostları nasıl oluyor da sünnet ehli olduklarını iddia edebiliyorlar? Belki de Ebubekir, bu söylemiyle Hz. Peygamber'in sünnetinden ne denli uzaklaştığını itiraf etmiştir. Aksi taktirde Allah-u Taâla'nın şu sözünü nasıl tefsir edebilirdik ki:
"O, size dinde bir zorluk yüklemedi." [5]
"Allah sizin için kolaylığı ister, güçlüğü istemez." [6]
"Allah hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey yüklemez." [7]
"Allah Resulü size ne verdiyse alın onu ve size neyi yasakladıysa sakının ondan."[8]


Ebubekir'in "Benim Peygamber sünnetine gücüm yetmez!" sözü, aslında bu ayetlerin reddidir. Hz. Peygamber'in ilk halifesi (!) Ebubekir, o günkü şartlar altında sünneti yerine getirememişse, bugünkü Müslümanların Kurân ve sünnette emredilen hükümleri yerine getirmeleri nasıl beklenebilir?

Bunca şeye rağmen görüyoruz ki, Ebubekir, cevabı çok kolay ve hükmü çok açık olan meselelerde bile, sıradan insanlardan geri kalıyor, bunu telafi etmek için Peygamber sünnetiyle muhalefet ediyordu. Hatta Ebubekir, Peygamberimizin yaptığı ve yapılmasını önemle tavsiye ettiği "hac mevsiminde kurban kesme işini" bile yapmıyordu. Hâlbuki bütün Müslümanlar bu mevsimde kurban kesmenin önemli bir sünnet olduğunu çok iyi biliyordu.

Peki Müslümanların halifesi nasıl oluyor da böylesine önemli bir sünneti yerine getirmiyordu?
Şafiî, "Umm" adlı kitabında, Ebubekir ve Ömer'in hacda kurban kesmediklerini yazmış, buna gerekçe olarak da "Halk eğer onlara katılacak olsaydı, bunun vacip bir amel olduğunu sanacaktı; o yüzden onlar bunu istemediler" demiştir. Aynı rivayete diğer hadisçiler de kitaplarında yer vermiştir. [9]

Bu, yanlış ve delilsiz bir gerekçedir. Zira sahabeler kurban kesmenin vacip değil, sünnet olduğunu Peygamberimizden (s.a.a) öğrenmişlerdi. İnsanların kurban kesmeyi vacip sanacaklarını farz etsek bile, bunun zararı ne olurdu ki? O halde Ömer, teravih namazına (Peygamberimizin bu namazı cemaatle kılmayı yasaklamış olmasına rağmen) cemaatle kılma bidatini ilave ederken insanların bu namazın vacip olduğunu sanacaklarını neden hiç düşünmemişti? Gelin, görün ki bugün Ehlisünnet'in çoğu, bu namazın cemaatle kılınmasının vacip olduğunu zannetmektedir.
Ömer ve Ebubekir'in kurban kesme konusunda Peygamberimizin sünnetini terk etmeleri ve önemsiz bir işmiş gibi davranmaları, belki de halka Hz. Peygamber'in her sünnetini yapmanın vacip olmadığını göstermek içindi.

Böylece Ömer'in "Kurân bize yeter!" şeklindeki sözüyle Ebubekir'in "Allah resulünden hiçbir şey rivayet etmeyin. (Bundan dolayı) biri size bir şey soracak olursa, deyin ki: Allah'ın kitabı aramızdadır; helalini helal sayın, haramlarından da kaçının!" şeklindeki sözü, onların sergilediği bu tutumlarla tamamen bağdaşmış oluyor.

Dolayısıyla kurban kesmek hususunda birisi Ebubekir'e Peygamberimizin sünnetinden delil getirecek olsa, Ebubekir'in cevabı şu olacaktı: "Sakın Peygamber'in hadislerinden bir şey nakletme ve kurban kesmenin hükmünü bana Allah'ın kitabından göster!"

Araştırmacı bir insan için Peygamberimizin sünnetinin neden meçhul kaldığı, neden terk edildiği, Allah'ın hükümlerinin şahsî görüşlere ve kıyaslara göre neden değiştirildiği artık daha net bir biçimde ortaya çıkmış oldu.

Aslında bunlar, Ebubekir'in sünnete karşı nasıl bir tutum sergilediğini, Peygamberimizin sünnetinin yakılmasına nasıl müsamaha gösterdiğini, hatta bizzat kendi eliyle nasıl aşağıladığını gözler önüne seren birkaç tarihî delilden ibarettir. Eğer bu konuları daha geniş bir şekilde incelemek istesek, başlı başına bir kitap bile yazabiliriz.

İlim seviyesi ancak bu kadar olan ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetiyle işi olmayan bir insana Müslümanlar nasıl güvenebilir ve onun taraftarlarına "sünnet ehli" demek nasıl mümkün olabilir?
Gerçek sünnet ehli hiçbir zaman sünneti görmezlikten gelip onu hafife almaz. Aksine sünneti takip eder ve ona saygı gösterir. Nitekim Allah-u Taâla Kurân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:

"De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.' (Ve) de ki: 'Allah'a ve resulüne itaat edin!' Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez." [10][/size]
______________________________
Dipnot:

[1]-Tezkiretu'l-Hifaz, Zehebî, c.1, s.3.
[2]-Müellefetü'l-Kulûb: Kalbleri İslam'a ısındırmak için kendilerine zekâttan bir pay ayrılan kimselere denir. Kurân'da sadece bir yerde geçen "Müellefetü'1-Kulub" tabiri, bir isim tamlaması olup, "müellefe" ve "el-Kulûb" kelimelerinden oluşur. "Müellefe", ülfetlendirilen, ısındırılan, alıştırılan gibi anlamlara gelir. "el-Kulub" ise kalpler demektir. İkisi beraber, "kalpleri ısındırılan" gibi bir anlam ifade eder. Kurân-ı Kerim; Tevbe suresi 60. ayeti zekâtın kimlere verileceğini sayarken "müellefetü'1-kulûb"u da zikreder. Bu ayetin gereği olarak Resul-i Ekrem (s.a.a), zamanında zekât mallarının bir bölümünü bu tür insanlara vermiştir. Çev.
[3]-Kelale: Babası ve çocuğu olmayan kimseye denir. Nisa suresi 176. ayette bu kimsenin mirası hakkında bilgi verilmiştir. Çev.
[4]-Tefsir-i Taberî, c.4, s.191-192; Tefsir-i İbn-i Kesir, c.1, s.609; Tefsir-i Hâzin, c.1, s.326; Tefsir-i Celaluddin Suyutî, c.2, s.756. Birçokları konuyla ilgili ayetin (Nisa, 176) tefsirinde bu olaya değinmişlerdir. Ayrıca bkz: el-Camiu'l-Kebir, Suyutî, Nisa suresi 176. ayetin tefsiri.
[5]-Hac, 78.
[6]-Bakara, 185.
[7]-Bakara, 286.
[8]-Haşr, 7.
[9]-es-Sünenü'l-Kübra, Beyhakî, c.9, s.265; Cemu'l-Cevami, Suyutî, c.3, s.45.
[10]-Âl-i İmran, 31-32.

Cevap :

Mücahit takma adlı kişinin, başta Hz. Ebu Bekir (R.A.) olmak üzere Ashab-ı Kiram hakkındaki ithamlara gelelim.

1- Kaynak olarak gösterilen kitapta (Zehebi,Tezkiratu’l-huffaz, I, 3) Hz. Ebu Bekir’in (R.A.) Peygamberimizden (S.A.V.) beş yüz hadis topladığı ve bunları yaktığı ifadeleri bulunmamaktadır. Sözü edilen kişi, burada olduğu gibi aşağıda da görüleceği üzere verdiği kaynağa sadık kalmayıp kendi heva ve hevesine, fırkasına uygun olan kısmı çıkarıp almış diğer bilgileri görmezden gelmiştir.

Hz. Ebu Bekir’in (R.A.), bütün işlerini Ku’an-ı Kerim’e göre, Ku’an-ı Kerim’de bulamadığını Sünnet’te aradığı ve burada da bulamazsa Ashab-ı kirama muracaat ettiği kaynak kitaplarımızda yer almaktadır. Nitekim Mücahit takma adlı kişinin kaynak olarak verdiği kitapta da örnek olarak Hz. Ebu Bekir (R.A.), kendisine mirastaki payını soran bir nineye: "Allah'ın kitabına göre senin hiçbir payın yoktur. Râsûlullah'in sana bir pay verdiğini de bilmiyorum. Bu durumu ashabı kirama soracağım," buyurduğu sonra meseleyi ashaba sorduğu ve onlardan bazıları, Râsûlullah'ın neneye (altıda bir) 1/6 verdiğini söylediler. Bunun üzerine Ebu Bekir (R.A.)' nineye bu payı verdiği nakledilmektedir. (Zehebi,Tezkiratu’l-huffaz, I, 2, 3)

Hz. Ebu Bekir (R.A.) Rasul-i Ekrem’den 142 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir.(Hasan Hüsnü Erdem, Riyazu’s-Salihîn Hadislerinin Ravileri Olan Ashab-ı Kiram’ın Ve Hadis İmamları’nın Hal Tercemeleri s. 54)

Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ashab-ı Kiram'ın diğer büyükleri Hz. Usame’nin ordusuna katılmışlardır. Bu konuda da Mustafa Asım KÖKSAL'ın "İslam Tarihi" adlı kitabına (11/9) bakabilirsiniz.

Diğer iddialarının hepsi de aynı şekilde gerçeği yansıtmamakta kendi heva ve heveslerine uygun olarak çarpıtılarak yorumlanmıştır.

Netice olarak Hz. Peygamber(s.a.v.) Efendimizi görmek şerefine eren her Müslüman, Sahabe-i Kiramdan sayılır. Ashab-ı Kiram peygamberlerden sonra insanlığın en mümtaz simalarıdır. Bunlardan her birinin İslam'ın yayılmasında büyük hizmetleri vardır. Bu itibarla Ashab-ı Kiram'ı ve bilhassa Hz. Peygamber'in hanımlarını, cennetle müjdelenen Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğerlerini sevmek, onlardan hiç biri hakkında saygısızlığı ifade eden sözler kullanmamak bizim için bir vecibedir. Onlardan herhangi biri hakkında sevgi ve saygıya aykırı düşünce ve davranışlarda bulunmak doğru değildir.
Fatır Suresi 5. Ayet :Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi
aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak)
aldatmasın.
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Mesaj gönderen 3nokta »

Önceikle şunu belirtmek istiyorum. Mucahit abimizin kullandığı teknik yani sahaba kisveli bazı munafıkların içyüzünü ortaya koyma tekniği çok mükemmeldir. Ehl-i sunnet kaynaklarından deliller içeriyor. Ama bu deliller bizi bağladığından değil sizin kendi kaynaklarınız olması hasebiyle kullanılıyor. Yani ortada bir çelişki yok! Aksine mükemmel bir yöntem var. Bu yöntem sayesinde yani biz sizin kaynaklarınızdan delil sunmamız sizin elinizi kolunuzu bağlıyor. Karşı cevap olarak yine kendi kaynakarınızı kullanmanız bizi bağlamaz! Zira biz zaten o kitaplara inanmıyoruz. İnansak sizin gibi düşünürüz. Kaynaklarınızda bazı yerlerde sizin çelişşkilerinizi ortaya koyuyoruz. Bu sayede kaçacak yerini kalmıyor. Kalmayınca da böyle kıvırmak zorunda kalıyorsunuz. Ortaya koyduğunuz cevaplar birer cevap değildir.
Zira bekirin hadis yaktığı sizin kaynaklarınızda yazıyor. O zaman bizi değil gidin o kitapları yazan alimlerinizi suçlayın.
Bazı munafıkları Ehl-i Beyt düşmanlarını Sahaba kisvesine büründürüp hakmış gibi göstermek alçakça bir muaviye hilesidir. Hamd olsun biz sizin bu sapık düşüncelerinizden uzağız. Bizz Allah için seviyor Allah için buğz ediyoruz
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“İslam Tarihi” sayfasına dön