Zülfükaaar yazdı:velayet hak yazdı:Ebubekir'in Elini Hz. Ali’nin (a.s) Eline Sürmeleri
Resul-i Ekrem’in (s.a.a) sahabesinden ve aynı zamanda Hz. Ali’nin (a.s) dostlarından olan Udey b. Hatem, şöyle diyor:
“Allah’a andolsun ki Hz. Ali’yi (a.s) Ebubekir’e biat etmesi için yakasından tutup mescide doğru sürükleyerek götürdüklerinde onun bu haline içim yandığı kadar kimseye yanmamıştı.”
Hz. Ali (a.s); “Eğer biat etmezsem ne olur?” diye buyurduğundan ona; “Boynunu vururuz” dediler.
Sonra başını gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi; “Ya Rabbi! Sen şahit ol ki bu topluluk benim Allah’ın kulu ve Resul-i Ekrem’in (s.a.a) kardeşi olduğumu bildikleri halde öldürmeye gelmişlerdir.”
Onlar bir kez daha Hz. Ali’ye; “Biat etmek için elini uzat!” dediler. Ama İmam Ali biat için elini uzatmadı. Onlar zorla Hz. Ali’nin (a.s) elinden tutarak çektiler. Hz. Ali (a.s) avcunu sıkıca kapattı. Orada hazır bulunan cemiyet tüm güçlerini kullanarak elini açmak istediler ancak başaramadılar. Sonunda elini açamayacaklarını anlayınca Ebubekir’in elini Hz. Ali’nin (a.s) kapalı eline sürdüler. Hz. Ali (a.s) o haliyle yüzünü Allah Resulünün (s.a.a) mübarek kabrine çevirmiş ve şöyle sesleniyordu; “Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi.”
Ravi der ki; “Hz. Ali (a.s) Ebubekir’e hitaben şu iki beyiti okudu: “Eğer sen şura yoluyla halkın önderliğini üstlendiysen, bu nasıl bir şuradır ki o şuraya (benim gibi) meşveret tarafları dâhil edilmedi. Eğer akrabalığını delil olarak sunuyorsan bu işe diğerleri senden daha yakındırlar.”
Bunun uydurma olduğu apaçık ortadadır. Akli selim olan bir kişi bunu hemen anlar !
1- Hz. Ali r.a. Efendimiz elinden kolundan sürüklenerek yaka paça götürülecek
aciz bir insan değildi !
2- Hz. Ali r.a. efendimizin nasıl savaştığını herkes bilir ! O hayber'in fatihidir.
3- Hz. Ali r.a. efendimizin hiç kimseden korkmayan cesur bir insan olduğunuda herkez bilir. Zaten ona Allah c.c.'ın Aslanı benzetmesi boşuna yapılmamıştır.
4- Hz. Ali r.a. efendimizin kişilik olarak ne kadar sert mizaçlı olduğunuda herkes bilir. Bırakın onu yakapaça sürüklemeyi ellerini kaldırsalar o eller kopardı elhamdülillah !
5- Sanki Hz. Ali efendimiz tek başınaymışta. onu pusuya düşürmüşlerde kimse görmemiş ! Yok böyle birşey öyle bir şey olduğu anda Hz. Ali efendimizi destekleyenler ayağa kalkar ortalık karışır savaş bile çıkabilirdi.
bu tamamen Hz. Ali efendimizi aşağılamaya onu aciz göstermeye çalışanların uydurduğu birşeydir. Sakın inanmayın !
Evet, Hz. Ali (a.s) yalnızdı, ona yardım edecek yeterince yareni yoktu. Bunu kendisi de sözlerinde vurguluyor. Hz. Ali'nin bütün bu zorbalıklara ve haksızlıklara karşı susması sırf İslam'ın maslahatı içindi, aksi takdirde İslam'dan da bir eser kalmazdı.
Peygamber bile olsa yar ve yaveri olmayınca susmak ve tabiri caiz ise kaçmak zorunda kalıyor. Hz. Musa (a.s) gibi bir peygamber yar ve yaveri olmadığı için Mısır'dan kaçıp Medain'e gidiyor. Hz. İbrahim (a.s), yareni olmadığından yakalanıp ateşe atılıyor. Hz. İsa çarmıha çekiliyor ve sonra Allah onu kurtarıyor. Hz. Yahya'nın başını kesip zamanının tağutuna hadiye olarak gönderiyorlar...
Demek istediğim, susmak korkaklıktan değildir, bazen insanın İslam ve müslümanların maslahatı için susması gerekir, Hz. Ali de İslam ve müslümanların maslahatı için susmuş ve kılıca el atmamıştır.
Hz. Ali (a.s) böyle büyük musibet ve belâ karşısında Allah ve Resulü (s.a.a) tarafından sabır ve tahammülle görevlendirilmişti. Burada da bu emir doğrultusunda hareket ederek böylesine zor bir durumda sabretmiştir.
Merhum Seyyid Raziyuddin Musevi, “Hasaisu’l Eimme (s.a)” kitabında şöyle yazıyor:
İmam Kazım (a.s) diyor ki babam imam Cafer Sadık’a şöyle sordum: “Hz. Resulullah baygınlık geçirip kendisine geldikten sonra ne oldu?” (Peygamberin kağıt kalem getirmelerini emretmesi ve Ömer’in (Allah’a sığınırız) bu sayıklıyor bize Kur’an yeter deyip kağıt kalemin getirilmesine mani olduktan sonra) şöyle buyurdu:
“Kadınlar içeri girdi ve ağlama sesleri yükseldi. Muhacirler ve Ensar toplanmış ve üzüntü ve kederlerini gösteriyorlardı. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: O sırada Resulullah beni çağırdı ve kendimi Allah Resulünün üstüne attım. Bana şöyle buyurdu: “Kardeşim! Bu insanlar beni bırakacak ve dünya işleriyle uğraşacaklar, ancak bu durum benim işlerimi görmene mani olmasın. Sen bu ümmet içinde Kabe gibisin. Allah onu uzak yerlerden onun yanına gelmesi için bir nişane karar kılmıştır…
Sana vasiyetim; dünyadan göçtüğümde ve bedenimi kabre koyduğunda evinde otur ve sana emrettiğim gibi Kur’an’ı farzlar, hükümler ve nüzul sırasına göre bir araya getir. Sana ve Fatıma’ya bu topluluktan gelecek her türlü şeye karşı sabırlı olmanı vasiyet ediyorum. Bana ulaşıncaya kadar sabret. (Şerif Razi, Ebu’l Hasan Muhammed bin Hüseyin bin Musa el- Musevi el- Bağdadi, ‘Ölümü, 406 hicri’ Hasaisu’l Eimme, s. 73 ve Biharu’l Envar, c. 22, s. 484)
Bu konu hakkında rivayet çoktur, ancak biz konuyu fazla uzatmamak için bununla yetiniyoruz.
Sahi, “Haydar-ı Kerrar”dan başka kim böyle zor bir sınavdan çıkabilirdi?!
Savaş meydanlarının korkusuz cengaveri ve küffar ordusunun yiğit ve kahramanlarını yere seren Hz. Ali, işte o gün Allah’ın ve Hz. Peygamberin vasiyeti üzerine İslam’ın korunması için susuyor, evine saldırmalarına ve kendisinin sürüklenmesine bile tahammül ediyor.
Gerçi sizin gibilerin bunları anlaması ve algılaması çok zor. Allah yardımcınız olsun.