TRAVMA

Cevapla
Hasan Akça
Mesajlar: 1745
Kayıt: 05 May 2008, 22:02

TRAVMA

Mesaj gönderen Hasan Akça »

GÜNCEL TARTIŞMA KONUSU OLDUĞU İÇİN BURAYA AKTARIYORUM,Cumhuriyet halka rağmen mi kuruldu? sorusuna cevap arayanlar için ilginç bir yazı

TRAVMA
Eğer bir travma yaşanmışsa bu halkın yaşadığı değil, devleti kuran, tüm yaşam biçimlerini değiştiren aydın ve bürokratların yaşadığıdır. Yüzde sekseni köylü olan halk bu devrimleri fark etmemiş bile olabilir ve alıştığı hayatı, tüm değerlerini koruyarak, sürdürmüştür. Buradan iki sonuç çıkarıyorum. Birincisi devrimler o günkü dünya şartlarına uymak ve ülkeyi dışarıya karşı bir zırhla korumak için yapılmıştır. İkincisi devleti kuran kadro bunun gerekli olduğuna inanmıştır."

--------------------------------------------------------------------------------

Mahir Kaynak-STAR
Travma
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve izleyen devrimler kendisiyle karşılaştırılanlardan önemli ölçüde farklıdır. Komünist devrimin lideri Lenin özel bir Alman treniyle Leningrad’a , İran İslam devriminin lideri Humeyni bir Fransız devlet uçağıyla Tahran’a gelmiştir. Oysa Atatürk Anadolu topraklarına bir devlet görevlisi olarak ayak basmış, geçmişinde devlete karşı bir örgütlenme içinde bulunmamış bir kişidir. Ayrıca hem Milli Mücadelenin hem de kurulan devletin yönetim kadroları Osmanlı bürokrasisinin önde gelen kişileridir ve bunların devletle bir çatışması olmamıştır. Cumhuriyetle birlikte bir tasfiye hareketine rastlanmaz. Var olan muhalefet düşmanlık boyutuna ulaşmaz.
Devrimler önceden planlanarak hayata geçirilmemiştir. Bu devrimler kurulan devletin yaşaması için dünya şartları gözönüne alınarak gerçekleştirilmiştir. Yani bir ulus devlet inşa etmek dünya şartlarının gereğidir ve bunun adının Türk devleti olması bu ismin en uygun seçenek olmasının bir sonucudur. Yeni kurulan devlet kendisini herhangi bir ırk ile özdeşleştirmemiş ve tarihinden gelen, insanı inanç ve soyu nedeniyle ayırt etmeme geleneğini sürdürmüştür.
İdeolojisi tercihlerini ifade etse bile asıl amacı çevresinde büyük güçlerin kontrol ettiği yeni kurulan devletlerin ülke sınırları içine ideolojik açıdan sarkmasını engellemektir. Yani bu devletler aracılığıyla büyük güçlerin Türkiye’yi kendilerinin bir uzantısı saymaları engellenmek istenmiştir. Yurtta sulh, cihanda sulh çevreyle bir saldırmazlık anlaşması niteliğindedir.
Eğer bir travma yaşanmışsa bu halkın yaşadığı değil, devleti kuran, tüm yaşam biçimlerini değiştiren aydın ve bürokratların yaşadığıdır. Yüzde sekseni köylü olan halk bu devrimleri fark etmemiş bile olabilir ve alıştığı hayatı, tüm değerlerini koruyarak, sürdürmüştür. Buradan iki sonuç çıkarıyorum. Birincisi devrimler o günkü dünya şartlarına uymak ve ülkeyi dışarıya karşı bir zırhla korumak için yapılmıştır. İkincisi devleti kuran kadro bunun gerekli olduğuna inanmıştır.
Türkiye tek kişinin kurduğu bir devlet değildir. O bir kadro ve onu destekleyen halkın yaşama azmini temsil eder: Atatürk bu görev için seçilen ve seçimin çok isabetli olduğu müstesna bir şahsiyettir. Bu nedenle ona karşı çıkmak devleti kuran ve onun yaşamaya devam etmesini sağlamak için gereken düzenlemeleri yapan, önderlerinin Atatürk olduğu ama hiçbirin değersiz sayılamayacağı bir kadroyu reddetmek anlamına gelir.
Devletimizi kuran bir inanç ve ruhtur ve onu bu yaşatacaktır. İdeolojiler zamanla değişebilir. Ancak yenilikler eskilerin yanlış yaptığı anlamına gelmez. Yapılanlar en doğru olandı ve aynı şeyleri yaparak değil aynı derecede doğru olanı yapabilirsek geçmişimize layık olabiliriz.
Doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği şehrin sınırların dışında olması bir travmadır. Ama burayı ele geçirmek için pazarlık yapmamak ve yaratacağı tehlikeyi göze almamak fedakarlıktır. Benim için önemli olan devletimizi kuran ruhtur ve onu temsil eden herkese saygı ve sevgi duyarım.
Hasan Akça
Mesajlar: 1745
Kayıt: 05 May 2008, 22:02

Mesaj gönderen Hasan Akça »

aynı konu işleniyor,


KORPORATİZİM

Bunu "formüle" eden de Mussolini... (Aha gene bir yabancı deyim.) İtalya'da yirmi yıl uygulanmıştır, şu anda Türkiye'de de yeniden uygulamak için kıvrananlar vardır. Çünkü Türkiye'de de geçerliydi, hani o "devr-i saadet" boyunca!

--------------------------------------------------------------------------------

Engin Ardıç-SABAH
Korporatizm
Hasan Bülent Kahraman'ın ağzına sağlık, kelimeyi "telaffuz" etti: Korporatizm. Ben de yazacaktım da, "okuyucu yazıda yabancı kelimeler geçmesinden hoşlanmıyor" diye geri durmuştum. Üç yabancı isim zikredince "Fransızca yazmasana hemşerim" diye eleştiriler alıyoruz...
Oh olsun, bana müstahaktır. Atamayana atarlar, yazmazsan yazarlar.
Hasan Bülent çok basit, çok bilinen, fakat aydınlar tarafından bilindiği için sıradan okuyucunun da bildiğini varsaydığımız ve bu nedenle de üstünde fazla durmadığımız bir gerçeği hatırlatmış: "Kemalizm, korporatist bir ideolojidir" ... (Üff, gene üç yabancı kelime.)
Bunu "formüle" eden de Mussolini... (Aha gene bir yabancı deyim.) İtalya'da yirmi yıl uygulanmıştır, şu anda Türkiye'de de yeniden uygulamak için kıvrananlar vardır.
Çünkü Türkiye'de de geçerliydi, hani o "devr-i saadet" boyunca!
O dönemi göklere çıkaran ve kendini solcu sanan salaklara hatırlatmak isteriz: Türkiye'de sol parti yasak olduğu gibi sendika da yasaktı, grev hakkı da yoktu... Otuzlu yıllarda... Daha doğrusu, 1925-1945 arası, yirmi yıl...
Çünkü "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz" palavrası dilimize şöyle tercüme edilmelidir: "Bu toplumda imtiyazlar da sınıflar da vardır ama bunun dile getirilmesi yasaktır."
Korporatizm, her işkolunda işçi ile işvereni "aynı çatı altında" bir araya getirir, sendikayı ortadan kaldırır, bir "korporasyon" yani bir çeşit "lonca" kurar, sermaye ile emeği "ortak çıkarlar etrafında" birleştirir. Eh, ortak çıkar bahanesiyle çatışma da olmayacaktır tabii bu düzende, alavere dalavere gene patron baskın çıkacaktır. Devlet kapitalizmi uygulamasında da, patron olan devlet...
İtalya böyleydi. Türkiye de böyleydi. İtalya'da kapitalizm daha gelişmiş olduğu için sıkıntı yaratıyor, Türkiye çok geri ve kapitalizmi çok cılız olduğundan kimsenin sesi çıkmıyordu.
(Komünistler de buna benzer bir dümen tutturmuşlar ve işçiye şöyle demişlerdir: "Bak, artık iktidardasın... Üretim araçları hep senin... Kendi kendine karşı mı grev yapacaksın? Grev mrev yok, doğru işinin başına!")
Bu durumda... İsmet İnönü ile Recep Peker'e hep kızarız ya, aslında kendilerince tutarlı adamlardı! Korporatist devletin bir üstyapı kurumu olarak "millet meclisi" falan gibi kandırmacalara başvurmasını abes bulmuşlar, 1936 yılında, TBMM'nin dışında ve üstünde yer alacak bir "yüce konsey" tasarlamışlardı! Bu konsey seçimle değil, atamayla oluşacaktı. Öyle ya, tek parti diktası değil miydi yürürlükte olan? Ortada gerçek anlamda ne seçen vardı, ne seçilen... Öyleyse işin adı konmalıydı.
Atatürk çok kızdı, küplere bindi ve bunları bağırıp çağırarak kovdu.
Çünkü Atatürk, Kemalist değildi. Kemalistler tarafından kıskıvrak sarmaya alınmıştı. "Totaliter" değil, "otoriterdi" (işte iki yabancı kelime daha.)
Ve düzenin zıvanadan çıkmakta olduğunu görünce, tercihini "liberal kapitalizmden" yana kullandı! 1923 yılında da böyle yapmış, 1930 yılında da bunu denemişti... 1937 yılında Türkiye bambaşka bir yöne dönmekteydi, Atatürk hasta olmasaydı, "ömrü vefa etseydi", diyelim 1938'de değil de 1958'de aramızdan ayrılsaydı, kırklı yılların, ellili yılların Türkiyesi'nin ne olabileceği hep kafamı kurcalayan bir konudur...
Herkes, 1937'de, Atatürk'ün İnönü'yü başbakanlıktan yürütüp yerine Bayar'ı atamasına "Hatay meselesinin" neden olduğunu düşünür.
Oysa altında, bu girişim de vardır!
Atatürk, onu "kullanmak isteyen" faşistleri affetmemişti.
Atatürkçülük, zemin ve zaman uygun olunca demokrasiye doğru "evrilebilirdi", Kemalizm, hayır. Savaşı Almanya kazansaydı, çok arardınız "çok partili düzen" müzen...
Savaş bitti, faşizm bitti, Kemalizm, yani "İnönü Atatürkçülüğü" de bitti.
Altmış küsur yıldır onu diriltme çabalarına da halk sandıkta gereken yanıtı vermiştir.
Oysa Atatürk ve Atatürkçülük, yaşamaktadır. Çağdaş uygarlık düzeyinde aklın ve bilimin rehberliği her zaman geçerli olacaktır.
Tabii arkadaşlar Atatürk'ün "suretini" milli maçlara götürüp ona amigoluk yaptırmazlarsa!... İşte bu tür adamlar olsalar olsalar Kemalist olabilirler, Atatürkçü değil.
Cevapla

“İç Siyaset (Politika)” sayfasına dön