Doğrular'ın Öyküsü

ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

DUA İÇİN RİCA


Bir şahıs, heyecan ve ıstırapla, İmam Sadık (a.s)ın huzuruna gelerek:

- Ne olursunuz efendim, Allah’a bana daha fazla rızık vermesi için dua da bulunun, çünkü çok yoksulum, dedi.

- İmam: Hayır, asla dua edemem buyurdu.

Niçin edemezsiniz efendim?

- Zira Allah bu iş için bir yol tayin etmiştir; rızk peşinden koşun ve onu elde edin diye de emir buyurmuştur. Halbuki sen evinde oturup, dua etmek suretiyle, rızkın senin peşinden gelmesini istiyorsun.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Vesail, Emir Bahadır Basımı C. 2 Sahife 529.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

HALİFENİN MECLİSİNDE

Kan dökücü ve zorba Abbasi halifesi Mütevekkil, halkın İmam Hadi (a.s)’a olan manevi teveccühünden korkuyor ve halkın, onun emirlerine istekle itaat etmelerinden acı çekiyordu. Dedikodu edenler de ona, Ali ibni Muhammed (İmam-ı Hadi (a.s))’nin inkilaba kast etmiş olmasının, silahların veya en azından niyetini belli eden mektupların evinde meydana çıkmasının mümkün olacağını söylediler. Bunun üzerine Mütevekkil bir sefer habersizce gece yarısından sonra ve bütün gözlerin uykuya daldığı, her kesin yatağında dinlendiği bir anda cellatlardan ve taraftarlarından bir kaçını İmamın evine, evi aramaları ve imamı huzuruna getirmeleri için gönderdi. Mütevekkil, bu kararı meclisin kurulduğu ve şarap içmekle meşgul olduğu bir halde verdi. Habersiz gelen memurlar imamın evine girdiler ve önce kendisine doğru gittiler; imamı, odayı boşaltmış Allah’a niyaz edip zikir söylemekle meşgul buldular. Diğer odalara girdiler aradıklarından hiç bir şey bulamadılar. Çaresiz imamı Mütevekkilin huzuruna götürmekle yetindiler. İmam içeri girdiğinde Mütevekkil, meclisin baş ucunda içki alemine kurulmuş, şarap içmekle meşguldü. İmamın,yanına oturmasına izin verdi. İmam oturdu. Mütevekkil elinde bulunan şarap kadehini imama sundu. İmam men ederek: “Allah’a yemin ederim ki kanıma ve etime asla şarap girmedi, beni muaf tut” buyurdu. Mütevekkil kabul etti; “O halde şiir oku, güzel şiirler ve parlak gazellerle meclisimizi renklendir.” dedi.

İmam -”Ben şair değilim, eski şiirlerden pek azını ezbere biliyorum” buyurdu. Mütevekkil: “hiç çare yok, şiir okuman lazım” dedi. İmam şu mealde olan, şiirleri okumaya başladı:

“Yüksek tepeleri kendilerine konak ettiler ve daima etrafında silahlı adamlar vardı ki, onları koruyorlardı. Fakat hiç biri ölümlerinin önüne geçemedi ve devranın zararından koruyamadı onları”

“En sonunda o yüksek tepelerin eteğinden, o sağlam ve korunmuş kalelerden mezar çukurlarına çekilmiş oldular ve ne de kötü bir bedbahtlıkla o çukurlara indiler!”

“Bu anda münadi bağırdı! ve onlara: o ziynetler, taçlar, o azamet, yücelik, ve celal, nereye gitti? diye seslendi.”

“Gurur ve sonsuz kibirlerinden dolayı renkli perdelerin arkasında, kendisini halkın gözlerinden gizleyen, nimetlerle beslenmiş o çehreler nereye gitti?”

“Mezar, akıbetini rüsva etti onların ve nimetlerle beslenen o çehreler, en sonunda yer böceklerinin dolaştığı bir mekan haline geldi.”

“Dünyanın uzun zamanlarında yediler içtiler ve her şeyi yuttular. Fakat o gün her şeyi içenler bu gün, toprak ve yerdeki haşarat tarafından yendiler.”

İmamın sedası, kendine özgü tesirli çınlamasıyla ve orada bulunanlarla Mütevekkil’in ruhlarının derinliklerine nüfuz eden bir ahenkle bu şiiri bitirdi. İçenlerden, şarabın neşesi kaçtı. Mütevvekkil şarap kadehini kuvvetle yere vurdu, gözyaşları, yağmur gibi aktı.

Ve bu şekilde eğlence meclisi dağıldı. Hakikatın ışığı, gurur ve gaflet tozunu, kısa bir müddet için olsa da, kesafet dolu bu kalpten temizledi.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar-ül Envar, c: 12, Kompani basımı, Ahval-ı İmam-ı Hadi (a.s) S.149.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

BAYRAM NAMAZI


Abbasilerin akıllı ve tedbiri halifesi Me’mun kardeşi Muhammed Emindi yendikten ve ortadan kaldırdıktan sonra halifeliğin o zamanki geniş toprakları, galibiyet ve nüfuzu altına girdi. Henüz Horasan’ın bir parçası olan Merv’de gününü geçiriyordu. Medine’de bulunan İmam Rıza (a.s)’ya bir mektup yazdı ve o hazreti Merv’ çağırttı. Hazret-i Rıza mazeret göstererek Merv’ gitmemesinin sebeplerini açıklayarak özür diledi. Me’mun vazgeçmemişti ve arkadan İmam’dan riayetsizliğini belirtir tarzda bir mektup daha yazdı.

İmam Rıza Medine’den hareket etti ve Merv’ geldi. Memun “gel ve hilafet işini üzerine al” diye teklif etti. Memun’un iç yüzünü önceden anladığı için bu isteğin yüzde yüz siyasi bir kılıf içinde bulunduğunu biliyordu. Hiç bir şekilde bu öneriyi kabul etmeye yanaşmadı.

Bu cereyan iki ay devam etti. Bir taraftan ısrar, karşı taratan çekinme ve reddetme.

İşin sonunda Memun gördü ki bu teklif kabul edilmiyor valilik mevzuunu teklif etti. İmam bu teklifi, yalnız merasimlerde bulunmak, hiç bir işi üzerine almamak, hiç bir işe karışmamak şartıyla kabul etti. Memun da kabul etti.

Memun halkı bu işe biat ettirdi, şehirlerde genelge yayınladı. İmam adına sikke bastırılmasına emir verdi ve minberlerde imam adına hutbe okudular.

Bayram günü gelince (Kurban bayramı) Me’mun İmama haber gönderdi ve “bu bayramda siz gidiniz ve halka bayram namazını kıldırınız da halk bu işten daha mutmain olsun” diye rica etti. İmam, anlaşmamızda hiç bir resmi işe karışmayacaktım, buna göre bu işten beni mazur gör diye haber verdi.

Memun “vilayet mevzuunun tespiti için gidiniz, doğrusu budur” diye cevap gönderdi. O kadar ısrar ettiki sonunda İmam, “beni muaf tutmanız daha iyidir eğer mutlaka gitmem lazımsa ben de, namazı Allah elçisinin ve Ali ibni Ebi Talib (a.s)’in eda ettikleri şekilde eda edeceğim” dedi.

Memun: Seçmek senindir, istediğin tarzda yap dedi.

Bayram günü sabahı, ileri gelenler; eşraf ve halkın muhtelif sınıfları halifeler zamanında ortaya çıkan adetlere göre kıymetli elbiselerini giydiler, süslenerek eğerlenmiş atlarında İmamın evinin önünde bayram namazında bir lifte olmak için hazırlandı ve üzenginin hareketiyle namaz kılınan yere gitmek için vilayet makamının azametli alayını bekliyorlardı. Bir çok adam, İmamın maiyetinin azametini yakından görmek için dama çıkmıştı. Hepsi, İmam evden nasıl çıkacak ve mübarek alay nasıl görünecek diye bekliyorlardı.

Diğer taraftan Hazreti Rıza (a.s), önce de Memun’a haber verdiği gibi Bayram namazına, Allah elçisinin ve Aliyyil Murtazanın icra ettikleri şekilde iştirak edecekti, halifelerin sonradan icra ettikleri şekilde değil. Bunun için önce sabahleyin yıkandı, başına beyaz bir sarık,bağladı,sarığın bir ucunu,göksüne doğru sarkıttı, diğer ucunu da omuzuna attı.Ayakları çıplaktı,elbisesinin eteğini yukarı kaldırdı. Yanında bulunan kimselere “siz de böyle yapınız” diye seslendi. Başucu demir bir asa aline alıp dışarı çıktı, ve İslami sünnette olduğu gibi, yüksek sesle; Allah Ekber! dedi. Topluluk onunla birlikte, bu zikri yüksek sesle söylediler. Öylesine bir heyecan ve ahenkle tekbir getirdiler ki sanki bu cümle yer, gök, kapı ve duvarlardan geliyordu kulaklara. Bir müddet evin önünde durdu ve yüksek sesle bu zikri söyledi: “Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber! ala ma hedana Allahu Ekber ala ma razakana min behimeti’l En’am Elhamdulillahi ala ma evlana. Bütün halk yüksek sesle ve uyum içinde bu cümleyi tekrar etti. O anda hepsi ağladı ve gözyaşı döktüler. Duyguları ve heyecanları şiddetlenmişti. Resmi elbiselerle gelmiş, atlarına binmiş,. ayakları çizmeli olan ordunun ileri gelenleri ve komutanlar vilayet makamı İmam Rıza (a s.) saltanat merasimiyle kıymetli elbiseler içinde atlara binmiş olarak çıkacak zannediyorlardı. İmamı, o sade, yalın ayak yürür vaziyette ve Allah’a yönelmiş olarak görünce duygulandılar ve göz yaşı dökerek tekbir getirdiler. Aceleyle binek hayvanlarından aşağı atladılar. Hemen çizmelerini ayaklarından çıkardılar. Hatta bazıları vakit kaybetmemek için çizmelerinin bağlarını bir çakıyla kestiler. Her biri kendisini başkasından daha mutlu hissediyordu. Birlikte nede çok, hisler heyecanlar duyuldu ve sesler işitildi. İmam Rıza (a.s.) attığı her on adımda bir, duruyor ve dört defa tekbir getiriyordu. Topluluk da yüksek sesle tekbir getiriyordu. Heyecanla, ağlayarak ona uyuyorlardı. Makamdaki ululuk ve gerçek, halkı öyle duygularla tahrik etmişte ki halkın beklediği maddi azamet ve yücelik gönüllerde eridi. Halk safları hareket ve coşkunlukla namaz kılınan yere doğru hareket ediyordu.

Haber Me’mun’a ulaştı. Yanındakiler ona: “Eğer birkaç dakika daha bu durum devam eder de Aliyyibni Musa (a.s) namaz yerine varırsa inkılap tehlikesi olabilir” dediler. Memun titredi, hemen Hazrete adam gönderdi; geri dönünüz diye rica etti. Çünkü darbe yemeniz ve rahatsız olmanız mümkündür dedi.

İmam, ayakkabı ve elbiselerini istedi, giydi ve döndü.

“Önceden beni bu işten mazur görün demiştim” buyurdu.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Biharü’l-Envar, Kompani basımı, c:2, Halet-i Rıza (A.M) s 39
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

ANA DUASINA KULAK VERMEK


O gece, hep odanın bir köşesinde kıbleye doğru durmuş olan annesinin sözlerine kulak veriyordu. O Cuma kunudunu, annesinin rüku, sucud, kıyam ve kunudunu izliyordu. Henüz çocuktu. Annesinin erkek-kadın bütün Müslümanlar için hayır dua ettiğini, bir bir isimlerini saydığını, yüce Allah’tan her biri için saadet, rahmet, iyilik ve bereket istediğini duyan çocuk acaba annesi kendisi için Allah’tan ne isteyecek diye merakla bekliyordu.

İmam Hasan (a.s), o gece sabaha kadar uyumadı. Annesi Sıdığa-i Merziyye (a.s)’ı dikkatle gözlemekteydi. Annesinin, kendisi hakkında nasıl dua edeceğini, Allah’dan nasıl bir iyilik ve saadet isteyeceğini görmek için bekliyordu.

O gece, sabah oldu. Diğerleri hakkındaki duaları geçti. Fakat İmam Hasan (a.s), annesinin kendisi için dua ettiği bir kelime dahi işitmedi. Sabah annesine: “Anneciğim ben her şeye kulak verdim, niçin başkaları hakkında dua ettin de kendin için bir tek kelime dua etmedin?!” dedi.

Şefkatlı anne cevap verdi: “Aziz çocuğum, Önce komşu sonra kendi evin.”[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Biharü’l-Envar, c. 10, kompani basımı s. 25.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

MİNA'DA

Hacca gitmiş olan halk Mina’da toplanmıştı. İmam Sadık (a.s) ve dostlarından bir grup bir müddet için, bir yerde oturmuş önlerindeki bir miktar üzümü yiyorlardı.

Bir dilenci Peyda oldu ve yardım istedi. İmam üzümdem bir parça alarak dilenciye vermek istedi. Dilenci kabul etmedi. “Bana para verin” dedi. İmam, “Hayır, param yok” buyurdu. Dilenci üzülerek gitti.

Dilenci birkaç adım gittikten sonra pişman oldu ve “O halde üzümü veriniz” dedi. İmam “Hayır” dedi ve üzümü ona vermedi.

Uzun sürmedi, başka bir dilenci hasıl oldu ve yardım istedi. İmam, buna bir salkım üzüm alarak, verdi. Dilenci üzümü aldı, “Bana rızık veren alemlerin rabbine Hamd olsun” dedi. İmam, ona durmasını emretti, sonra her iki avucunu da üzümle doldurarak ona verdi. Dilenci ikinci defa Allah’a şükretti.

İmam tekrar ona “dur, gitme” dedi. Sonra orada bulunanlardan birine döndü ve: “Yanında ne kadar para var?” dedi. Aradı, yirmi dirhem kadar para vardı. İmamın emriyle dilenciye verdi. Dilenci üçüncü defa Allah’a şükür dilini açtı. “Şükür yalnız Allah’adır, ey Allahım nimetlendiren sensin ve şerikin yoktur” dedi. İmam bu cümleyi işittikten sonra gömleğini çıkarıp dilenciye verdi. Burada dilenci sözünü değiştirdi ve İmam’a teşekkür edici bir cümle söyledi. İmam artık ona bir şey vermedi, o da gitti.

Orada oturmuş olan dostlar ve ashab bunu şöyle anladılar: Eğer dilenci bu şekilde Allah’a olan şükre devam etseydi, imam ona yine yardım ederdi. Fakat ifadesini değiştirdi ve İmam’ı ululayıp teşekkür ettiği için, artık yardım devam etmedi.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Biharü’l Envar, Kompani basımı, c. 11, Halet-i Sadık, s. 116
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

KADI NIN HUZURUNDA

Şikayetçinin biri, şikayetini zamanın iktidarlı halifesi Ömer İbnü’l-Hattab’a iletti. Dava taraflarının hazır olması ve davanın müzakere edilmesi gerektiğinden Ömer, kendisinden şikayet edilen (Davalı) Emirü’l-Müminin Ebi Talib (a.s) ve diğer tarafı (Davacıyı) çağırdı. Kendisi kadılık makamına oturdu. İslami kurallara göre her iki dava tarafının yanyana oturmaları gerekir. Mahkemede eşitlik mahfuz kalır. Halife davacıyı adıyla çağırdı ve karşısındaki belirli bir yere oturmasını emretti. Sonra Ali’ye döndü ve dedi: “Ya Ebe’l-Hasan davacı’nın yanına otur.” Bu cümleyi işitince Ali (a.s)’nın suratı asıldı, yüzünde rahatsızlık izleri görüldü. Halife “Ya Ali; hasmın yanına oturmak istemiyor musun?” dedi.

Ali (a.s): Benim rahatsızlığım davacının yanına oturmaktan değil aksine; senin, adaleti tamamen riayet etmemendendir. Çünkü ismimi hürmetle söyledin ve künyemle hitab ettin, Ya Ebe’l-Hasan dedin.

Fakat karşı tarafın ismini çok sade söyledin. Üzülmemin ve rahatsızlığımın nedeni buydu.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - El-İmam Ali Savt ul-Adalet il-İnsaniye. s.40, ve Bk. İbni Ebi’l-Hadid Beyrut, c. 4, s. 185.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

ZAHİDİN NASİHATI


Yaz havasının sıcaklığı şiddetlenmişti. Güneş, Medine’de, Medine etrafındaki bahçelerde ve tarlalarda şiddetle parlıyordu. Bu sıralarda, kendisini, zahidlerden ve dünya yaşamını terketmiş kimselerden bilen Muhammed ibni Münkedir isimli bir adam Medine’nin dışındaki bir yere geldi. Ansızın gözü, bu saate tarlasında çalışmak üzere buraya gelmiş ve fazla çalıştığı her halinden belli olan ve etrafındaki bir kaç adamıyla birlikte yürümekte olan, iri cüsseli ve yorgun bir şahsa ilişti.

Kendi kendine, “bu sıcak havada, kendisini dünya işiyle meşgul eden bu adam kim?” diye düşündü. Bir az daha yaklaştı. “Hayret! Bu adam Muhammed ibn-i Ali ibn-il Hüseyin (İmam-ı Bakır)(a.s)! Bu şerefli adam neden dünyanın peşinden gidiyor? Ona bir nasihat vermem ve bu tutumundan caydırmam lazım”dedi.

Yaklaşarak selam verdi. İmam Bakır(a.s), yorgun nefes alışı, ter dökülen mübarek yüküyle selamına cevap verdi.

- Acaba sizin gibi asaletli bir adamın dünya hevesiyle, böylesine bir vakitte ve sıcakta, bilhassa pek çok güçlüklere katlanmak zorunda kalan bu endamın, dışarı çıkması uygun mu? Kim ölümden haberdar olur? Ne zaman öleceğini nasıl bilir? Allah göstermesin, başınıza ölüm hali gelirse, ne olacak? Dünya peşinden gitmeniz, bu endam ile böylesine sıcak günlerde,zorluk ve zahmetlere katlanmanız size layık değil.

İmam Bakır(a.s),ellerini, yanındaki kişilerin omuzlarından kaldırdı ve duvara yaslanarak: “Eğer bu halde ölürsem ibadet ve taatimi yapmış, dünyadaki vazifelerimi bitirmiş olarak ölürüm” dedi. Çünkü bu işim de Allah’a ibadet ve kulluktur. Sen, ibadeti; yalnız zikir, namaz ve duayla sanmışsın. Benim geçimim ve masraflarım var. Eğer çalışmazsam ve zorluk çekmezsem, sen ve senin gibisine yardım için elimi açmam lazım. Hiç kimseye muhtaç olmamak için rızık peşinde gidiyorum. Yalnız, günah işlediğim, uygunsuz bir iş yaptığım, ilahi emre muhalif olduğum zaman, ölümün bana gelmesinden korkmam gerekir. Allah’ın emrine uyduğum zaman değil. Çünkü Rabbim beni, başkalarına yük olmayayım ve kendi rızkımı kendim sağlıyayım diye vazifelendirmiştir. Zahid:Hayret! Yanılmışım, başkasına nasihat etmeyi düşünmüştüm; şimdi yanıldığımı, yanlış bir yolda gittiğimi ve bilakis kendim tam bir nasihate ihtiyacım olduğunu anladım.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar-ul Envar, Kompani basımı, Halet-i İmam Bakır (a.s) S. 82 cilt: 11
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

İBNİ SİNA VE İBNİ MİSKAVEYH

Ebu Akşi ibni Sina, henüz yirmi yaşına gelmemişken zamanının ilimlerini öğrenmişti;İlahi, tabii, ve riyazı ilimlerinde zamanın başta gelen alimlerinden oldu. Bir gün zamanın tanınmış alimi Ebu Ali ibni Meskuveyh’in dersine geldi. Büyük bir gururla ibni Meskuveyh’in önüne bir ceviz attı ve “bunun alanını hesapla” dedi.

İbn-i Meskuveyh ahlak ve terbiye hakkında yazdığı (Kitabu Taharat-ül A’rak) kitabından bir bölümü İbn-i Sına’nın önüne bıraktı ve: “Önce ahlakını islah et, sonra ben sevizin alanını belirteyim benim cevizin alanını ölçmemden daha çok sen ahlakını düzeltmeye muhtaçsın” dedi.

Ebu Ali, bu sözlerden mahcup oldu ve bu cümleyi bütün hayatında ahlak rehberi yaptı.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Tarih-i Ulum-i Akli der İslam, S. 211.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

GAZALİ VE HAYDUTLAR

Gazali Tus ahalisinin meşhur, müslüman bir bilginiydi. (Tus, İran’da Meşhed yakınında bir köydür). O zamanlar, yani hicri beşinci yüzyılda Nişabur, o bölgenin en büyük ilim merkeziydi. Ve bir üniversite sayılırdı. O bölgedeki talebeler, tahsil için Nişabur’a gelirdiler. Gazali de, işi gereğince, Nişabur ve Cürcan’a geldi, yıllarca aşırı arzu ve isteğiyle hocaların ve faziletli kimselerin huzurunda üstünlüğünü gösterdi. Bildiklerinin unutulmaması, elde ettiği öğreti ve tecrübelerini kayb etmemesi için onları düzenli bir şekilde yazar ve defter haline getirirdi. Yıllardır verdiği emeğin mahsulü olan bu defterleri tatlı canı gibi severdi.

Yıllar sonra, vatanına dönmeye karar verdi. Defterlerini düzenleyip bükerek torbanın içine koymuştu. Kafileyle birlikte vatanına doğru yola koyuldu.

Tesadüfen kafile, bir kısım hırsız ve eşkiya ile karşılaştı. Hırsızlar kafilenin önünü kestiler. Malları ve istedikleri şeyleri birer birer topladılar. Sıra Gazali ve eşyasına geldi. Hırsızların eli o torbaya gidince Gazali, yalvarıp yakarmaya başladı: “Bundan başka ne varsa alınız, bir tek bunu bana bırakınız” dedi.

Hırsızlar, kesin olarak bu kapalı şeyin içinde kıymetli bir mal bulunduğunu sandılar. Torbayı açtılar, bir avuç karalanmış kağıttan başka bir şey görmediler. “Bunlar nedir, neye yarar?” diye sordular.

Gazali, “Size yaramayan şeyler, bana yarar” dedi.

Neye yarar?

- Bunlar, benim bir kaç senelik tahsilimin ürünüdür. Bunları benden alırsanız, bilgilerim boşa, yıllardır ilim tahsilindeki zahmetlerim heba olup gider.

- Gerçekten senin bilgilerin bunda mı?

- Evet!

- Yeri bohça içi olan ve çalınması da mümkün olan bilgi, ilim değildir. Git de haline bir çare düşün, dedi.

Bu, sıradan basit söz, istidatlı ve akıllı Gazali’nin ruhani durumunu sarstı, o güne kadar papağan gibi hocadan dinlediklerini, defterlere kaydeden Gazali, ondan sonra çalışarak, beynini düşüncelerle beslemeyi, daha çok düşünmeyi, araştırmayı ve faydalı konuları, zihin defterine işlemeye karar verdi.

Gazali; “düşünce hayatıma yol gösteren öğütlerin en iyisini, yol kesen bir hırsızın dilinden işittim.”der.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Gazzali Name S. 116
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

PAZARCI VE YOLDAN GEÇEN ADAM


İyi gelişmiş vücudu ve güneşten yanmış yüzüyle; uzun boylu, iriyarı cüsseli, savaş meydanlarındaki dövüşmelerin hatırasını yüzünde taşıyan, gözlerinin kenarı yarılmış olan bir adam, emin ve kararlı adımlarla Kufe pazarından geçiyordu. Dükkanında oturmuş olan civardaki bir pazarcı, arkadaşlarını güldürmek için adama doğru, bir avuç çöp fırlattı. Yoldan geçen adam, gözünü kapamadan ve o tarafa bakmadan bile aynı emin ve sağlam adımlarla yoluna devam etti. Uzaklaşır uzaklaşmaz pazarcının arkadaşlarından biri ona, “Kendisine hakaret ettiğin o adamı tanıdın mı?” diye sordu.

- Hayır, tanımadım! Her gün gözümün önünden geçen binlercesinden biriydi! Sahi kimdi o adam?

- Hayret, tanımadın mı? Yoldan geçen o adam Malik-i Eş teri Naha’i, diye tanınan, o meşhur komutandı.

- Bu adam Malik-i Eşter miydi? Hani Aslan, kalbinin korkusundan eriyerek su olduğu, ve adının düşmanları titrettiği Malik mi?

- Evet Malik’in ta kendisiydi.

- Vay benim halime! Ne biçim iş yaptım! Şimdi beni sert bir şekilde cezalandırmak için emir verecek. Hemen koşup da eteğini tutayım ve kusurumu bağışlaması için yalvarayım.

Malik-i Eşter’in peşinden yola koyuldu. Malik’in yolunu mescide çevirdiğini görünce, peşinden mescide gitti. Onun namaza durduğunu görünce selam vermesi için bekledi. Sonra ona yaklaşıp yalvarıp yakararak kendisini tanıttı, “Ben cahillik neticesi hakarette bulunan kişiyim” dedi. Malik: Allah’a yemin ederim ki mescide senin hatırın için geldim. Çünkü senin, çok bilgisiz, cahil ve yolunu şaşırmış bir insan olduğunu anladım. Sebepsiz yere halkı incitenlerdensin. Acıdım haline ve buraya senin için dua edip Allah’tan doğru yola girmeni istemek için geldim. Zannettiğin gibi sana karşı her hangi bir düşmanca kasdım yoktur.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Sefine-tül Bihar, “Sutur” maddesi. Verram mecmuasından nakil.
Cevapla

“Hikaye, Kıssa ve Nükteler” sayfasına dön