ŞEFAAT

Cevapla
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

ŞEFAAT

Mesaj gönderen f_altan »

Şefaat, sözlükte bir şeye bir mislini daha ekleyerek çift kılmak, tek olan bir şeyi bir başka şeyle birleştirmek anlamına gelir. Türevlerinin bütün kullanım yerlerinde bu anlam esas alınmıştır.
Şefaatin İslâmî literatürdeki anlamı da sözlük anlamıyla ilintili olarak, "kendisine şefaat götürülen makamdan birisinin yaptığı günah ve suçtan geçmesini istemek" veya "kendisine şefaat götürülen kimseden şefaat edilecek olan kimse hakkında bir şey istemek"tir.
Bu durumda Peygamber efendimizin (s.a.a) veya başkasının birine şefaat etmesi; onun için Allah'a dua etmesi, Allah'tan günahının bağışlanmasını ve dileklerinin giderilmesini istemesidir. Dolayısıyla şefaat bir nevi dua ve istektir.

KUR'ÂN'DA ŞEFAAT

"Şefaat" kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de on sekiz surede yirmi beş ayette kullanılmıştır.
Bu ayetlerde geçen şefaat kelimesi, birinci ıstılahî anlamda yani günahkâr ve suçlulardan cezanın kaldırılmasını istemek anlamında kullanılmıştır.
Şefaat konusundaki ayetler içerik açısından iki kısımdır:
1- Şefaatçileri sınırlandıran ayetler.
2- Şefaate ulaşacak ve ulaşmayacak kimseleri sınırlandıran ayetler.
Kur'ân-ı Kerim bu sınırlamayı, kişilerin dünya hayatındaki genel gidişat şekli esasına göre yapmaktadır.

Kur'ân-ı Kerim'de mutlak bir şekilde şefaati reddeden bir tek ayet bile yoktur. Şefaati reddeden ayetler sadece, Kur'ân-ı Kerim'de vasıfları açıklanan belli bir grupla ilgilidir. Bu ayetlerde kesin olarak kâfir olan kimselerin tüm anlamıyla şefaatten mahrum olacakları açıklanmıştır.
Kur'ân-ı Kerim'de belli bir kesimin şefaate ulaşamayacağı vurgulandığı gibi "mümin" kapsamına giren diğer bir kesimin de şefaate ulaşacağı vurgulanmıştır.

ŞEFAAT EDEN, ŞEFAAT EDİLEN VE ŞEFAAT EDİLMEYEN KİMSELER

1- Şefaat Eden Kimseler

Ayetleri incelediğimizde, ilgili ayetlerde şefaat edeceklerin birisinin bile isminin verilmediğini, sadece niteliklerine işaret edildiğini görürüz. Eğer bir insan bu niteliklere sahip olursa, Allah'ın izin verdiği durumda şefaatçilerden olur.
Ayetlerden peygamberlerin, meleklerin, salih müminlerin şefaat edecekleri ve yine salih amelin sahibine şefaat edeceği anlaşılmaktadır. Bu hususta Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: "Peygamberler, melekler ve müminler şefaat edecekler; bunun üzerine yüce Allah, benim şefaatim kaldı, buyuracaktır."[1]
Yine Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: "Kıyamet günü peygamberler, sonra âlimler ve sonra da şehitler şefaat edecekler."[2]
Kur'ân öğrenmek, öğrenen kişiyi şefaat etmeye ehil kılacak; Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: "Kim Kur'ân'ı öğrenir de ezberlerse ve böylece helalini helal ve haramını haram sayarsa, Allah onu cennete sokar ve ailesinden cehennemi hak eden on kişi hakkında onun şefaatini kabul eder..."[3]
Nehc-ül Belağa'da şöyle geçer: "Kıyamet günü Kur'ân kime şefaat ederse, onun hakkında şefaati kabul edilir."[4]
Yine salih amel ve İslâm'ın öğretilerine bağlı kalmak insanı şefaat etmeye ehil kılar. Bu hususta Hz. Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: "Yarın (kıyamet günü) bana en yakın ve şefaati bana en gerekli olanınız; dili en doğru konuşanınız, emanetinizi (iyi şekilde) eda edeniniz, ahlâkı en güzel olanınız ve halka en yakın olanınızdır."[5]
Yine Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle nakledilir: "Şefaatçiler beştir: Kur'ân, akrabalar, emanet, Peygamberiniz ve Peygamberinizin Ehlibeyti."[6]
İmam Zeynelabidin'den (a.s) şöyle rivayet edilir: "Allah'ım! Peygamberimizi (rahmetin onun ve Ehlibeyti'nin üzerine olsun) kıyamet günü mekan bakımından sana peygamberlerin en yakını ve şefaat bakımından en fazla şefaat imkânı olanı kıl..."[7]
Şimdi bu şefaatçilerden her grubu için apaçık delil teş-kil eden ayetlere değineceğiz:

a) Peygamberler

Aşağıdaki ayet, peygamberlerin şefaat edeceklerini ifade etmektedir. Yüce Allah buyuruyor ki: "Biz hiçbir elçiyi, Allah'ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah'tan, mağfiret dileseler ve Elçi de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah'ı affedici, merhametli bulurlardı." [8]
Burada ayette geçen bazı kayıtlara dikkat etmemiz gerekiyor. Yukarıdaki ayetin, "Kendilerine zulmettikleri zaman" ifadesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: Kendilerine zulmetmelerinden maksat, cezalandırılmayı gerektiren gü- nah işlemek ve itaatle kazanılması gereken sevabı yitirmek yoluyla zarar vererek nefislerinin hakkını eksik ödemektir.
Yine denilmiştir ki: "Kendilerine zulmetmek"ten mak-sat, küfür ve nifakla zulmetmektir. "Sana gelseler" ifadesinden maksat, sana inanarak, yönelerek, tövbe ederek gel-meleridir. "Allah'tan mağfiret dileseler" ifadesinden maksat, kendi günahları için mağfiret dilemeleri ve o günahlardan kopmalarıdır. "Elçi de onların bağışlanmasını dileseydi" ifadesinden maksat, Allah'tan onların günahlarının bağışlamasını istemesidir. "Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı" ifadesinden maksat da, günahları için Allah'ın mağfiret bağışını bulmalarıdır.[9]

b) Melekler

Meleklerin şefaatçi olacakların ifade eden ayetler şun-lardır:
"Rahman çocuk edindi, dediler. O, (böyle şeylerden) yüce (ve münezzeh)dir. Hayır (Rahman'ın çocukları sandıkları melekler, O'nun) değerli kullar(ı)dır. O'ndan önce söz söylemezler ve onlar, O'nun emriyle hareket e-derler. (Allah), onların önlerinde ve arkalarında ne varsa (ne yapmış, ne etmişlerse) bilir. (Allah'ın) razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve onlar, O'nun korkusundan titrerler." [10]
Bu ayet, yüce Allah'ın meleklere işaret ederek kâfirlerin; "Onlar Allah'ın çocuklarıdır." dediklerini vurgulamak-ta; fakat, Kur'ân-ı Kerim onların, Allah'ın kulları olduğunu ve onların, Allah'ın razı olduğundan başkasına şefaat edemeyeceklerini bildirmektedir.
"Göklerde nice melekler vardır da, Allah dileyip razı olduğuna izin vermeden önce, şefaatleri hiçbir işe yaramaz..." [11]
Bu ayet-i kerime açık bir şekilde, yüce Allah izin verdikten sonra meleklerin O'nun istediğine ve razı olduğuna şefaat edeceklerini ifade ediyor.

c) Müminler

Yüce Allah, müminleri şahitler ve sıddkılar makamına yüceltmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah ve elçilerine inananlar (yok mu) işte Rableri yanında onlar, sıddıklar ve şahitlerdir. Onlara da şahitlerle sıddıkların mükâfatı ve nurları vardır..." [12]
Bir başka ayette de şahitlerin (amel tanıklarının) şefaat edeceğini belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: "O'ndan başka (tanrı diye) yalvardıkları şeyler, şefaat (gücüne ve yetkisine) sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka (dine) şahitlik edenler bunun dışındadır."[13]
Bu iki ayet birlikte göz önünde bulundurulursa, müminlerin de şahitler gibi şefaat etme hakkına sahip oldukları sonucuna varılır. Bu ayetlerin içeriğini pekiştiren birçok hadis de rivayet edilmiştir.

Şefaatin Şartı

Bu konuyu bitirmeden önce okuyucularımızın dikkatini, şefaat eden veya şefaat edilen kimselerle ilgili ayetlerde tekrarlanan bir konuya çekmek istiyoruz. O da şefaat eden ve şefaat edilen kişilerden Allah'ın razı olmasıdır. Bu ayetlerde "rıza" kelimesinin gerekli bir kayıt olarak bilinmesi, rıza olmaksızın şefaatin bir yeri ve anlamı olmadığını bildiriyor.
Dolayısıyla şefaat eden kimsenin şefaatinin yerinde olması için yüce Allah'ın şefaat etmesine razı olması gerekiyor ve hakkında şefaat edilecek olan kişi de, hakkında şefaat edenlerin şefaatlerinin kabul edilmesi için yüce Allah'ın rızasını kazanmış olmalıdır.
Dolayısıyla, eğer yüce Allah'ın bazı kullarından "razı" olduğunu bildiren ayetlere müracaat edecek olursak, bu ayetlerin onların zirvede olan yüce ve parlak sıfatlarına i-şaret ettiklerini görürüz. Burada yüce Allah'ın, bazı salih kullarından "razı" olduğunu açık bir şekilde bildiren ayetlerden bazılarına değineceğiz.

Buyuruyor ki: "Allah buyurdu: 'Bu, sadıklara, doğruluklarının fayda sağlayacağı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır.' Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte o büyük başarı budur." [14]
Bu ayet-i kerime açık bir şekilde, tam anlamıyla sadıklara işaret etmektedir.
Başka bir ayette şöyle buyuruyor: "Muhacirlerden ve Ensardan, (İslâm'a girmekte) ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur." [15]
Ve yine şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Elçisine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, o-rada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşe onlar Allah'ın hizbi (partisi)dir. Muhakkak ki başarıya ulaşacak olanlar, Allah'ın hizbidir." [16]
Bu ayet-i kerime açık bir şekilde gerçek müminlerin, Allah'ın ve Resulü'nün düşmanlarıyla babaları, oğulları, kardeşleri olsalar bile dostluk kuramayacağına ve onlara sevgi besleyemeyeceğine işaret etmektedir. İşte bunlar, müminlerin sahip olmaları gereken yüce sıfatlardır.
Başka bir ayette şöyle buyuruyor: "İman edip salip a-mellerde bulunanlar ise; işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır. Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden içi titreyerek korku duyan kimse içindir." [17]
Bu ayetlerin içeriğini incelediğimizde, altlarından ırmaklar akan cennetlerde ebedi olarak kalacak olanları, Al-lah'ın kendilerinden razı olduğu ve onların da Allah'tan razı olduğu kişileri tanımada karşımıza geniş bir ufuk açılacaktır.
Bu ayet çok yüce bir vasıf ve beyan içermektedir. Acaba Allah'tan razı olan bu kişiler kimlerdir? Onlar Allah'a iman ve amellerinde sadık olanlardır. Onlar Muhacirlerden ve Ensardan (İslâm'a girmekte) ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlardan iyi ameller yapan ve Allah'tan korkanlardır ve onlar Allah ve Resulünün sınırlarını aşmayan, Allah ve Resulüne düşman olanları sevmeyen müminlerdir.

2- Şefaat Edilen kimseler

a) Günahkâr Müminler

Burada insanın aklına şöyle bir soru gelebilir: Şefaat, günahın bağışlanması ve günahı izleyen cezalandırmanın kaldırılması demektir; öyleyse Allah'a ve kıyamet gününe iman sıfatıyla günah işleme durumu nasıl bir araya gelir?
Bu soruya verecek cevabımız şudur: Her müminin sahip olduğu sıfatlara oranla dereceleri vardır. Kur'ân-ı Ke-rim'de birçok yerde müminlerin dereceleri arasındaki farka değinilmiştir; örneğin bir yerde yüce Allah şöyle buyuruyor:
"İnananlardan özürsüz olarak (savaşa katılmayıp) yerlerinde oturanlar ile, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla cihat edenleri, derece bakımından oturanlardan üs-tün kılmıştır. Allah hepsine de (sevabın en ) güzelini vaat etmiştir; ama Allah mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır." [18]
Bu ayet-i kerime üzerinde düşündüğümüzde birkaç önemli husus aydınlık kazanacaktır. Bunlardan biri, azalarının noksan olması veya fakir olmaları gibi hiçbir şer'î mazeretleri olmadan mallarıyla ve canlarıyla cihat etmekten sakınanlarla cihat edenler eşit değillerdir. Fakat buna rağmen yüce Allah her iki gruba ahirette güzellik vaadi vermiştir. Ancak yüce Allah sevap ve mükâfat bakımından ci-hat edenleri cihattan sakınanlara üstün kılmış ve bunu "büyük ecir" diye vasıflandırmıştır.
Günah işleyen, fakat daha sonra Allah'tan bağışlanma dileyerek tövbe eden mümin de şefaate muhtaçtır. İmam Cafer Sadık'a (a.s), "Acaba mümine de şefaat edilecek mi?" diye sorulunca, İmam (a.s); "Evet" buyurdu. Bunun üzerine aralarından birisi, "Acaba müminin de Muhamme-d'in (s.a.a) şefaatine ihtiyacı var mıdır?" diye sordu. Bu kez İmam (a.s) şöyle cevap verdi: "Evet, müminin de hata ve günahları var; o gün Muhammed'in şefaatine muhtaç olmayan hiç kimse yoktur."[19]
Bu söylediklerimizden sonra artık, "Fiilin nedeni bir olduğunda, müminler onu eşit olarak yapmadıkça mümin olamazlar." diye bir itiraza yer kalmıyor.
Çünkü bu itiraz, insan tabiatının gereksinimlerinden bir gaflettir. Allah kullarını daha iyi bilir. Yüce Allah'ın buyruğu, yaratılış kanunlarından birini açıklamaktadır. Mümin bile olsalar, insanlar arasında fark olduğu inkâr e-dilmez bir gerçektir.
Nitekim İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen hadiste açık bir şekilde müminlerin de hata ve günahlarının olabileceği, dolayısıyla kıyamet günü onların da Hz. Muhammed'in (s.a.a) şefaatine muhtaç oldukları beyan edilmiştir.
Şimdi değerli okuyucularımızı bu husustaki ayetler üzerinde araştırmaya davet ediyoruz:
"Rabbinizden bir bağışa ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, korunanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun! O (koruna)nlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutkunurlar, insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever. Ve onlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı Rableri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlerdir. Çalışanların ecri ne güzeldir!" [20]
Bu ayetlerde dikkat edilmesi gereken nokta, bu ayetlerin açık bir şekilde, bir kötülük veya nefislerine zulüm yaptıktan sonra Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dileyenlere ve bu çirkin işlerine bile bile ısrar etmeyenlere yüce Allah'ın, içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar a-kan cennetleri vaat etmesidir. Ve yine anlaşılmaktadır ki, bile bile günaha ısrar etmemek ve daha sonra bağışlanmak dileme ve tövbe etmek müminlerin sıfatlarındandır; çünkü Allah Teala mümin olmayan ve rızasını kazanmayan birine cennet ve nimet vaadinde bulunmaz.
Fakat mümin günah işlediğinde veya hataya düştüğünde, bu günah ve hatasına bile bile ısrar ederse, acaba buna rağmen yine gerçek anlamıyla iman sıfatında kalır mı? (Tabi ki hayır.) Şüphesiz, bile bile günaha ısrar etmek, mümini tam anlamıyla gerçek iman sıfatından çıkarır. "Çünkü bile bile günaha ısrar etmek, Allah'ın emrini küçümsemek ve O'nun makamını tahkir etmektir; bu günah ister küçük günahlardan olsun, ister büyük günahlardan durum değişmez..."[21] İmam Cafer Sadık'ın (a.s) Abdullah b. Sinan'a verdiği cevapta, bile bile günaha ısrar etmenin insanı imandan çıkardığı vurgulanmıştı.
Akıl sahibi birisi kalkıp şöyle diyebilir mi: Allah'ın emirlerini küçük düşürenle Allah'ın bütün emir ve yasaklarına emredildiği ve yasaklandığı gibi itaat eden eşittir!
Değerli okuyucumuza ayet-i kerimelerden sonra Resu-lullah ve tertemiz Ehlibeyti'nden rivayet edilen hadislere bir daha göz atmayı ve üzerinde düşünmeyi tavsiye ederiz.
İmam Sadık (a.s) bir mektubunda ashabına şöyle yazmıştır: "Sakın nefisleriniz sizi, Allah'ın size haram kıldığı bir şeye çekmesin. Doğrusu kim dünyada Allah'ın kendisine haram kıldığı şeyi çiğnerse (ve onu yapmaktan sakınmazsa), Allah onunla cennet, cennet nimetleri, lezzetleri, cennetin kendi ehline sunduğu sürekli saygınlık ve ikramları arasında ebedi bir perde oluşturur... Sakın Allah'ın Kur'ân'da haram ettiği şeylere ısrar etmeyin."[22]
Resul-i Ekrem'in (s.a.a), seçkin sahabesi Ebuzer'e vasiyetinde şöyle geçer: "Ey Ebazer! Mümin insan, günahını üzerine düşmek üzere olan bir kaya parçası gibi görür; kâfir ise günahını burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür."[23]
Ali b. İbrahim'den, o da babasından, o da Ebu Ü-meyr'den, o da Mensur b. Yunus'tan ve o da Ebu Basir'den şöyle rivayet eder: İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu duydum: "Hayır! Vallahi yüce Allah, kendisine isyan olan bir şeye ısrar edilerek yapılan hiçbir itaati kabul etmeyecektir."[24]
Buraya kadar yapılan açıklamalarımızdan, müminin günah ve isyana ısrar etmesiyle tam anlamıyla gerçek iman çerçevesinden dışarı çıktığı ve büyük veya küçük bir günah işleyen bir müminin, günahının ardından hemen Allah'tan bağışlanma dilemesi ve tövbe etmesi durumunda, şefaate ulaşacağı hususları aydınlığa kavuşmuş oldu.
Hüseyin b. Halid der ki: ...İmam Rıza'ya (a.s), "Ey Re-sulullah'ın torunu! "Allah'ın razı olduğu kimselerden başkaları şefaat edemezler." ayetinin anlamı nedir? diye sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'ın, dininden razı olduğu kimseden başkası şefaat edemez."[25]
Berkî'den, o da Ali b. Hüseyin Rıkkî'den, o da Abdullah b. Ceble'den, o da Hasan b. Abdullah'tan, o da babaları kanalıyla Hasan b. Ali'den (a.s) uzun bir hadiste şöyle nak-leder: "Resulullah (s.a.a) kendisinden birkaç meseleyi soran bir Yahudi'nin cevabında şöyle buyurdu: Şefaatime gelince; o, şirk ve zulüm dışında büyük günahlar işleyenlere ulaşacaktır."[26]
Bu hadisten de, önceki hadiste olduğu gibi net bir ifadeyle yüce Allah'ın müşrik veya zalim olarak ölenlerden razı olmadığı anlaşılmaktadır.
Übeyd b. Zürare'den şöyle nakledilir: İmam Sadık'tan (a.s), mümin için şefaat olacak mı? diye sorduklarında İmam (a.s) "Evet" buyurdu. Bunun üzerine aralarından bir kişi, "Acaba o gün mümin bir kişinin, Muhammed'in şefaatine ihtiyacı olacak mı?" diye sorduğunda ise, İmam (a.s); "Evet" buyurdu, "Müminin de günah ve hataları var; o gün Hz. Muhammed'in şefaatine muhtaç olmayan kimse yoktur."[27]

b) Cehenneme Girecek Olan Müminler

Şefaat, yüce Allah'ın günahları bağışlaması ve cennete girmeleri açısından müminlere faydalı olacağı gibi onların cehenneme girdikten sonra oradan dışarı çıkmaları için de faydalı olacaktır. Resulullah'tan (s.a.a) ve pâk Ehlibeyti'nden rivayet edilen hadislerde, Resulullah'ın (s.a.a) ve salih müminlerin şefaatiyle bir grup müminin cehennemden çıkacağı açıklanmıştır. Örneğin, Resulullah'tan (s.a.a) çeşitli yerlerde şu farklı ifadeler nakledilmiştir:
"Peygamberler, samimi olarak 'La ilâhe illellah' diyen herkese şefaat edecekler ve onları cehennemden dışarı çı-karacaklar..."[28]
"Yüce Allah şefaatle bir grup insanı cehennemden dışarı çıkaracaktır."[29]
"Ümmetimden, cehennemlikler diye adlandırılan bir grup benim şefaatimle cehennemden dışarı çıkacaklardır."[30]
"...Ama ateş ehli olan cehennemliklere gelince; onlar cehennemde ne ölürler, ne de dirilirler; ancak onlar, günahlarından veya hatalarından dolayı cehenneme düşen ve böylece cehennemin öldürdüğü kişilerdir; onlar kömür olunca şefaat edilmelerine izin verilecektir; bunun üzerine grup grup cehennemden dışarı çıkacaklar."[31]
"Yüce Allah, kulları arasında hükmedip cehennemden çıkarmak istediğini dışarı çıkardıktan sonra meleklerine ve elçilerine şefaat etmelerini emredecek ve onlar şu alametlerinden tanınacaklar: Ateş Adem oğlunun secde yeri dışında her yerini yakacaktır..."[32]
"Cennetliklerle cehennemlikler ayırt edildikten sonra cennetlikler cennete ve cehennemlikler de cehenneme gire-cekler; sonra elçiler gelerek şefaat edecekler..."[33]
"Kıyamet günü cennetlik olan birisi, ey Rabbim! Falanca dünyada bana bir içimlik su vermişti; o hâlde beni onun hakkında şefaatçi kıl, diyecek. Bunun üzerine Allah Teala, git onu cehennemden çıkar, buyuracak. O da gidip cehennemde onu arayıp bularak cehennemden dışarı çıkaracaktır..."[34]
Ehlibeyt İmamlarının sekizincisi olan İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: "Tevhit ehli olan günahkârlar, ebedi olarak cehennemde kalmayacaklar; onlar cehennemden dışarı çıkacaklar ve onlar hakkında şefaat edilecektir..."[35]
Allâme Tabatabaî de konuyla ilgili araştırmasında değerli el-Mizan tefsirinde, "Şefaat Ne Zaman Fayda Verir?" başlığı altında şu cümlelere de yer verir: "Sonuç olarak [ayet ve hadislerden] ortaya şu çıkıyor: Şefaat, kıyamet günündeki en son durakta gerçekleşecek. Bu sayedeki bağışlanma sonucu bazı kimseler ateşe girmekten alıkonulacaklar. Ya da ateşe girenlerin bir kısmı oradan çıkarılacaklar. Hiç kuşkusuz bütün bunlar rahmetin geniş kapsamlığı veya kullara yönelik ilâhî lütfün zuhuru sayesinde gerçekleşecek."[36]
Bütün bu hadislerden şefaatin, kıyamette hesaba çekildikten sonra insanın ya cehenneme girmesine ya da cehennemde ebedi kalmasına engel olacağı anlaşılmaktadır.

3- Şefaat EdilmeyeN kimseler

Buraya kadar yapılan açıklamalardan, şefaatin müminlere has olduğu, kâfirlerin ise şefaatten mahrum olacakları, şefaatin onlara ister cehenneme girmeden önce ol-sun, ister cehenneme girdikten sonra hiçbir yararı dokunmayacağı ve yine yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de birçok yerde insanlardan birkaç grubun cehennemde ebedi kalacaklarını ve şefaatten yararlanamayacaklarını vurguladığı anlaşıldı.
Kur'ân-ı Kerim'in yirmi sekiz suresinde, otuz sekiz yerde azapta veya cehennemde ya da ateşte "ebedi kalacaklar" tabiri kullanılmıştır.
Bu ayetlerin hepsini incelememiz bu kısa kitapçığın kapasitesini aşmasına rağmen bu ayetleri okumak, içerik ve delaletlerine göz atmak, müminlerin, yüce Allah'ın cehennemde ebedi olarak kalacaklarını haber verdiği grubun çerçevesinin dışında kalacakları konusunun vurgulanmasında faydalı olacaktır.
Aşağıda ilk olarak yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de açıklanan sıfatlarından dolayı cehennemde ebedi olarak kalacak olan kimselere değinen ayetleri açıklayalım:

a) Kâfirler

"İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise ateş ehlidirler, onlar orada ebedi kalacaklardır." [37]
"Ama ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlar, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üstünedir. Ebediyen lânet içinde kalırlar. Ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de onlara fırsat verilir." [38]
"...Allah, onların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş ehlidirler, orada ebedi kalacaklardır." [39]
"Gerçekten küfredenlerin ise, ne malları, ne de evlatları onlara, Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar ateş ehlidirler; onlar orada kalacaklardır." [40]
"O inkâr edip zulmedenler var ya, Allah onları ne bağışlayacak, ne de bir yola iletecektir. Sadece cehenne-min yoluna (iletecek ve) orada ebedi kalacaklardır. Bu da Allah'a çok kolaydır." [41]
"Eğer şaşacaksan, onların şu sözlerine şaşmak lazım: 'Biz toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?' İşte onlar, Rablerine karşı küfre sapanlardır. Ve onlar, boyunlarında halkalar bulunan kimselerdir, onlar ateş ehlidirler. Onlar orada ebedi kalacak-lardır." [42]
"Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi kalacaklar; (kendilerini koruyacak) ne bir dost, ne bir yardımcı bulamayacaklardır." [43]
"İnkâr edenler, bölük bölük cehenneme sürüldüler. Oraya geldikleri zaman, cehennemin kapıları açıldı, cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi: 'Kendi aranızdan, Rabbinizin ayetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?' Evet geldi, dediler, ama kâfirlere azap sözü hak oldu. O hâlde içinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş! denildi."[44]
"(Onların durumu) tıpkı şeytanın durumuna benzer ki insana 'inkâr et' dedi. (İnsan) inkâr edince de, 'Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım!' dedi. Nihayet ikisinin de sonu, ebedi olarak ateşte kalmaları oldu. Zalimlerin cezası budur."[45]
"Küfredip ayetlerimizi yalanlayanlar(a gelince); onlar da ateş ehlidir. Orada ebedi kalacaklardır. Ne kötü gidilecek yerdir orası!" [46]
"Kitap ehlinden ve (Allah'a) ortak koşanlardan küfre sapanlar, sürekli olarak cehennem ateşindedirler. Onlar, halkın en şerlileridir." [47]
"Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere cehennem ateşini vaat etmiştir; onlar orada ebedi kalacaklardır. O onlara yeter. Allah onları lânetlemiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır." [48]
"İsrailoğullarından küfredenlere, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânet edilmiştir. Çünkü (onlar) isyan etmişlerdi ve saldırıyorlardı. Yaptıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı. Ne kötü şey yapıyorlardı! Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Gerçekten nefislerinin, kendileri için yapıp gönderdiği ne kötüdür (ki o yüzden) Allah onlara gazap etmiştir ve a-zapta ebedi kalacaklardır." [49]

b) Mürtetler

"...Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların bütün yaptıkları dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateş ehlidir; orada sürekli kalacaklardır."[50]
"İman ettikten, Resulün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkâr eden bir kavme Allah nasıl yol gösterir?! Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez. İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lânetlerinin onların üzerine olmasıdır! O lânetin içinde ebedi kalacaklardır. Onlardan azap hafifletilmeyecek ve onlara asla fırsat verilmeyecektir." [51]

c) Müşrikler

"(Allah'a) ortak koşanların, nefislerinin küfrünü göre göre Allah'ın mescitlerini onarmalarına hak ve yetkileri yoktur. İşte bunlar yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar, ateşte ebedi kalacak da olanlardır." [52]
"Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehennemin odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar tanrı olsalardı oraya girmezlerdi. Oysa hepsi orada sürekli kalacaklardır." [53]
"...Kim bunları yaparsa (Allah'tan başka bir tanrıya dua eder, Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürür ve zina ederse) cezasını bulur. Kıyamet günü onun için azap kat kat yapılır ve o azabın içinde hor ve hakir olarak kalır." [54]
"Kitap ehlinden ve (Allah'a) ortak koşanlardan küfre sapanlar, sürekli olarak cehennem ateşindedirler. Onlar, halkın en şerlileridir." [55]
"Hepsini bir araya topladığı gün: Ey cin (şeytan)lar topluluğu (der), siz insanlarla çok uğraştınız. Onların, in-sanlardan olan dostları derler ki: 'Rabbimiz! Birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık.' (Allah da) buyurur ki: 'Durağınız ateştir. Allah'ın dile(yip affet)mesi hariç, orada ebedi kalacaksınız.' Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir." [56]

d) Faiz Yiyenler

"Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların: 'Alış veriş de faiz gibidir' demelerinden ötürüdür. Oysa Allah, alış verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak faizden) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi de Allah'a kalmıştır. Kim tekrar (faize) dönerse, onlar ateş ehlidir; orada ebedi kalacaklardır." [57]

e) Allah ve Resulüne Karşı Gelenler

"Kim de Allah'a ve O'nun Elçisi'ne karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır." [58]
"Bilmediler mi ki kim Allah'a ve Elçisine karşı koymağa kalkarsa, onun için sürekli kalacağı cehennem ate-şi vardır. İşte, büyük rezillik budur." [59]
"Artık kim Allah'a ve Elçisi'ne baş kaldırırsa, ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır." [60]

f) Yalanlayanlar ve Müstekbirler

"...Ayetlerimizi yalanlayıp onları kabule tenezzül etmeyenlere gelince, onlar da ateş ehlidir; onlar orada ebedi kalacaklardır." [61]
"...Gerçekten sana katımızdan bir zikir (ibret verici olayları taşıyan bir Kitap) verdik. Kim ondan yüz çevirirse o, kıyamet günü (ağır) bir günah yüklenecektir. O (yükün ağırlığı altı)nda ebedi olarak kalıcıdırlar. Bu, kıyamet günü onlar için ne kötü bir yüktür!" [62]
"Ki onlar, Kitabı ve peygamberimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Artık yakında bileceklerdir! Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu hâlde sürükleneceklerdir: Kaynar suda, sonra da ateşte yakılacaklardır. Sonra onlara denilecek: Ortak koştuklarınız nerede? Allah'tan başka (taptıklarınız)? Diyecekler ki: 'Bizden (uzaklaşıp) kayboldular; hayır, meğer biz önceden bir şe-ye tapar değilmişiz!' İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır. Bu durum, sizin yeryüzünde haksız olarak şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizden ötürüdür. Cehennemin kapılarından girin, orada ebedi kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.!" [63]
"...Bu gününüzle karşılaşmayı unutmanızın cezasını tadın! (Şimdi) biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınızdan ötürü ebedi azabı tadın!" [64]
"Bu, Allah'ın düşmanlarının cezası olan ateştir. Ayet-lerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak orada onlara e-bedi kalma yurdu vardır." [65]

g) Münafık Erkek ve Kadınlar

"Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara ve kâfirlere cehennem ateşini vaat etmiştir, onlar orada e-bedi kalacaklardır. O onlara yeter, Allah onları lânetlemiştir. Onlar için sürekli bir azap var." [66]
"Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar. Allah onlar için çetin bir azap hazırlamıştır. Onlar ne kötü işler yapıyorlar. Yeminleri kalkan yapıp Allah'ın yoluna engel ol-dular. Onlar için küçük düşürücü bir azap vardır. Onların ne malları, ne de evlatları kendilerini Allah'a karşı koruyamaz. Onlar ateş ehlidir. Orada ebedi kalacaklardır." [67]

h) Kasıtlı Olarak bir Mümini Öldürenler

"Her kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır!" [68]

i) Zalimler

"Sonra zulmedenlere; 'Sürekli azabı tadın' denilecek. Kazanmakta olduklarınız dışında başka bir şeyle mi cezalandırılacaksınız?" [69]
"Nefislerine zulmederlerken meleklerin, canlarını aldığı kimseler; biz hiçbir kötülük yapmıyorduk! diye teslim olurlar. Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı biliyor. Öyleyse, içinde sürekli kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!" [70]

j) Suçlular

"Suçlular, cehennem azabının içinde ebedi kalacak olanlardır." [71]

k) Kötü İş Yapanlar

"Kötü iş yapanlara da (yaptıkları) kötülüğün aynen cezası verilir. Ve onların yüzlerini bir zillet kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalara bürünmüştür. İşte onlar da ateş ehlidir, hep orada kalacaklardır." [72]

l) Tartıları Hafif Gelenler

"Kimlerin tartıları hafif gelirse, işte onlar kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde de sürekli kalanlardır." [73]
Yukarıdaki sınıflandırmadan ebedi olarak azapta veya cehennemde kalacakların, tövbe eden, kendilerini ıslah eden, günahlarından dolayı Allah'tan bağışlanma dileyen ve yaptıkları çirkinliklere ısrar etmeyen müminlerden olmadıklarını anlıyoruz. İşte buradan, müminlerin, ister cehennemden alıkonmalarıyla olsun ve ister cehennemden çıkarılmalarıyla olsun şefaati hak kazandıklarına inanıyoruz.
Son olarak özetle şunu diyoruz: Şefaati ispatlamak için iki yol var:
1- Şefaatten ve şefaatin şartlarından bahseden Kur'ân ayetleri.
2- Günahkâr müminlerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları, sonunda cehennemden çıkacakları, cehennemden çıkmaları için de bir vesileye gerek olduğu ve bu vesilenin de şefaat olduğudur. Ve bu şefaat de Allah'ın şefaat etmelerine razı olduğu peygamberlerin, elçilerin, vasilerin, meleklerin, salih kulların ve salih amellerin şefaati aracılığıyla gerçekleşecektir.
Kısacası: Şefaat onaylanmıştır ve şefaate ancak yüce Allah'ın dinlerinden razı olduğu müminler ulaşacaktır. Şefaat konusunda, şefaatin gerçekleşmesinde ve etkisinde bu en önemli ve temel şarttır. Resulullah (s.a.a), Ehlibeyt İmamları (onlara selâm olsun), salihler, salih amel, Kur'ân-ı Kerim ve melekler şefaate hak kazananlara şefaat edeceklerdir; nitekim, şefaat edilecekler için koşulan şartlar gerçekleşmedikçe, şefaate ulaşmak mümkün değildir.
Allah bizi, yüce peygamberi Hz. Muhammed'in (s.a.a) ve pâk Ehlibeyti'nin şefaatine ulaşanlardan eylesin!
En son duamız, âlemlerin Rabbine hamdetmektir.
__________________
Dipnotlar:
[1]- Sahih-i Buhari, c.9, s.160
[2]- Sünen-i İbn-i Mace, c.2, s.1443,4313; ve bkz. el-Hısal -Şeyh Saduk- s.142; başka bir tabirle: "Allah yanında üç grup şefaat edecek: Önce peygamberler, sonra âlimler ve sonra da şehitler."
[3]- Sünen-i Tirmizi, c.4, s.245
[4]- Şerh-u Nehc-il Belağa -İbn-i Ebi-'l Hadid- c.2, s.92
[5]- Tesyir-ul Metalib fi Emali-i İmam Ali b. Ebitalib -Yahya b. Hüseyin- s.442-443
[6]- Menakıb -İbn-i Şehr Aşub- c.2, s.14
[7]- Sahife-i Seccadiye, c.2, s.198
[8]- Nisâ, 64
[9]- Mecma-ul Beyan tefsiri, -Tabersi- c.1, s.87
[10]- Enbiyâ, 26-28
[11]- Necm, 26
[12]- Hadîd, 19
[13]- Zuhruf, 86
[14]- Mâide, 119
[15]- Tevbe, 100
[16]- Mücâdele, 22
[17]- Beyyine, 7-8
[18]- Nisâ, 95
[19]- Tefsir-ül Ayyâşî, c.2, s.314
[20]- Âl-i İmrân, 133-136
[21]- el-Mizan Tefsiri -Allâme Tabatabaî- c.4, s.21
[22]- Vesail-uş Şia -Hürr-i Amili- c.6, s.201
[23]- İ'lam-ud Din Fi Sıfat-il Müminiîn -Deylemiî- s.191; Âl-ul Beyt müessesesi baskısı
[24]- el-Kâfi -Kuleyni- c.2, s.288/3 "İman ve Küfür" kitabı, "Israr ale-z Zenb" babı
[25]- Bihar-ul Envar -Allâme Meclisî- c.8, s.34
[26]- Bihar-ul Envar - Allâme Meclisî- c.8, s.39
[27]- Bihar-ul Envar - Allâme Meclisî- c.8, s.48
[28]- Müsned-i Ahmed, c.3, s.12
[29]- Sahih-i Müslim, c.1, s.122
[30]- Sünen-i İbn-i Mace, c.2, s.1443
[31]- Müsned-i Ahmet, c.3, s.79
[32]- Sünen-i Nesai, c.2, s.18, "mevzi-us sucud" babı
[33]- Müsned-i Ahmed, c.3, s.325
[34]- Mecma-ul Beyan Fi Tefsir-il Kur'ân -Tabersi- c.10, s.392
[35]- Uyun-u Ahbar-ir Rıza, c.2, s.125
[36]- el-Mizan tefsiri -Allâme Tabatabaî- c.1, s.174
[37]- Bakara, 39
[38]- Bakara, 161-162
[39]- Bakara, 257
[40]- Âl-i İmrân, 116
[41]- Nisâ, 168-169
[42]- Ra'd, 5
[43]- Ahzâb, 64-65
[44]- Zümer, 71-72
[45]- Haşr, 16-17
[46]- Teğâbun, 10
[47]- Beyyine, 6
[48]- Tevbe, 68
[49]- Mâide, 78-80
[50]- Bakara, 217
[51]- Âl-i İmrân, 86-88
[52]- Tevbe, 17
[53]- Enbiyâ, 98-99
[54]- Furkan, 68-69
[55]- Beyyine, 6
[56]- En'âm, 128
[57]- Bakara, 275
[58]- Nisâ, 14
[59]- Tevbe, 63
[60]- Cin, 23
[61]- A'râf, 36
[62]- Tâhâ, 99-101
[63]- Mü'min, 70-76
[64]- Secde, 14
[65]- Fussilet, 28
[66]- Tevbe, 68
[67]- Mücâdele, 14-17
[68]- Nisâ, 93
[69]- Yûnus, 52
[70]- Nahl, 28-29
[71]- Zuhruf, 74
[72]- Yûnus, 27
[73]- Mü'minûn, 103
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

Mesaj gönderen Musa Özateş »

Mücahid hocam
kendilerini radikal sünni olarak tanıtan yada böyle bilinen bazı gruplar şefaati özellikle neden reddediyorlar?
Yani ellerine ne geçecek? amaçları nedir? oysa klasik sünni anlayışındada şefaate inanılır bunlar neden böyle yapıyor?
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Sevgili Musa Özateş kardeş;
Şefaati reddeden şahıslar, Kur'anın manasını doğru düzgün anlayamayan ve hadisleri görmezlikten gelen cahillerdir. Kur'an'ın ayetleri birbirini açıklamaktadır, bir ayeti görmekle genel bir hüküm verilmez. Bir de Hz. Peygamber (s.a.a) ve onun Ehlibeyt'i Kur'an'ın müfessir ve açıklayıcılarıdır. Şefaat veya diğer konularda da onların sözüne baş vurulması gerekir. Ama maalesef Allah'ın kitabı bize yeterlidir diyen zihniyet bugün de vardır. Bu konu hakkında kendilerini alim sanan selefilerle defalarca sesli olarak tartışmışım; ayet ve hadislerle şefaatin var olduğunu ispatlamışım ama yine de utanmadan hadisleri kabul etmeyip ayetleri de çarpıtarak tevil etmişlerdir. Şefaati reddedenler buyursunlar gelsinler burada tartışalım. Şefaati reddetmek cehaletten başka bir şey değildir. Şefaati reddedenler inş ondan mahrum kalırlar.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Araştırma ve Makaleler” sayfasına dön