Ehl-i Sünnet Ve'l- Cemaat'in Öncüleri
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
Sizin değiminizle insanların en hayırlıları olan! Ashab-ı kiram, Hz. Peygamber’in (s.a.a), Gadir-i Hum günü Hz. Ali’nin hilafetiyle ilgili açık beyan ve tebliğine rağmen ve Hz. Peygamber’in cenazesi daha yerdeyken biatlerinden dönüp, Allah ve Resulünün emrine karşı çıktılar.alevisesi yazdı:Zülfükaaar yazdı:
Hazret-i Ebu Bekir'e dil uzatılamaz
.................
İnsanların en hayırlıları olan Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir’i halife olarak seçmişlerdi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetimin oyları dalalet üzerinde toplanmaz.) [Ebu Nuaym]
(Müminlerin güzel dediği şeyi, Allahü teâlâ da güzel kabul eder.) [İ. Ahmed]
Hz. Resulullah (s.a.a)'in Gadir-i Hum günü açıkça irâd buyurduğu hutbe henüz bütün Müslümanların kulağında çınlamaktayken, bu muhterem hazretler başka birini kendilerine halife seçmeye kalkıştılar.
Mevzunun biraz olsun aydınlığa kavuşması için burada tarihin bir dilimine kısaca değinmek, şu "Sakiyfe hadisesi"nin niçin ve nasıl vuku bulduğunu özetle incelemek zorundayız:
1- Târihi belgelerin de açıkça koyduğu üzere Kureyşliler öteden beri Haşimilere karşı düşmanlık besliyorlardı. Hatta Hz. Resulullah (s.a.a)'in sağlığında bile çeşitli yollarla bu kinlerini defalarca kusmuşlardır ve bu konuda Süleyman Belhi çokça rivayet nakletmektedir.[1]
Hatta iş öyle bir hadde vardı ki Hz. Resulullah (s.a.a) "Bazıları, Ehl-i Beyt'im konusunda eziyet ediyorlar bana" diye buyurdular. Bunu duyan Ensar derhal silahlanıp savaşa hazır halde Hz. Peygamber (s.a.a)'in yanına gittiler.
Muhib Taberi ve Bezzaz'dan gelen bir rivayette Kureyşlilerin bir gün Benî Hâşim'e küstahça çatarak "Çiçek, bazen de bataklıkta yeşerir" (Hz. Peygamber (s.a.a) Haşimilerdendir) dedikleri ve Hz. Resul-ü Ekrem'in bu sözden pek rahatsız olduğu geçer.[2]
Kısacası Kureyşliler, halifeliğin Haşimilere kalmasından yana değiller ve bu makamı Haşimilerin elinden almaya çalışıyorlardı.[3]
Yakubi, İbn-i Abbas'la Ömer arasında geçen bir konuşmayı aktarırken Ömer'in "Ey İbn-i Abbas! Allah'a yemin ederim ki amcanoğlu Ali, hilafete en layık olan kimsedir hakikaten! Ama Kureyşliler onu görmeye bile tahammül edemiyorlar!..."[4] dediğini yazar.
Buna benzer başka bir rivayette de İbn-i Esir aynı sözleri aktarır.[5]
İbn-i Ebi'l Hadid, İbn-i Abbas'tan naklettiği bir rivayette Ömer'in şöyle dediğini yazar: "Ben Ali'nin mazlum olduğuna kesinlikle inanıyorum. Muhacirler, sırf yaşça genç olduğu için Ali'yi istemedi.” [6]
Aynı anlamdaki cümleleri Ömer'den Taberi de aktarmaktadır[7] ve el-Ğadir'de, Ömer'in sözleri kelimesi kelimesine aktarılmaktadır.[8]
Abdulfettah Abdulmaksud "el-İmam Ali" adlı kitabında "Kureyşliler" Hz. Peygamber'e besledikleri hıncı Hz. Ali'den çıkardılar" der ve "Hz. Resulullah (s.a.a)'e ne yaptılarsa Ali'ye de aynısını yaptılar" diye ekler!
Büreyde olayında, Hz. Resulullah (s.a.a)'in yanında, onu Hz. Ali (a.s)'dan şikayette bulunmaya zorladıkları ve böylece Resulullah'ın Ali'ye olan sevgisinin azalacağını umdukları yazılır.[9]
Hz. Resulullah (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin geleceğinden hep endişe duyar ve "Benim ölümümden sonra Ehl-i Beyt'im bu ümmetin elinden pek çok perişanlıklar çekecek ve ümmetim tarafından öldürüleceklerdir." [10] buyururdu.
Hz. Ali (a.s) şöyle der:
"Kureyşliler Hz. Peygamber'e (s.a.a) besledikleri kin ve düşmanlığı bana karşı sürdürdüler ve benim evlatlarıma da aynı şeyi yapacaklar. Benim Kureyş'le bir alıp veremediğim yoktu; ben Allah ve Resulünün (s.a.a) emri gereğince onlarla savaşmıştım" [11]
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere "Muhacirler" olarak tanınan Kureyşliler Hz. Ali (a.s) ve diğer Haşimoğullarına düşmanlık ve kin güdüyorlardı. Her fırsatta dilleriyle veya kinayelerle bu düşmanlıklarını belirtmekte ve huzursuzluk çıkarmaktaydılar.
2- Kalbinde hastalık olanlar, bilhassa bazı muhacirler; Hz. Ali'nin İslam ahkâmını uygulama hususunda kimseye en ufak bir müsamaha göstermeyeceğini, bu hususta uzlaşma ve yumuşamasının imkansız olduğunu, buna göre böyle birinin işbaşına geçmesi halinde kendi durumlarının bir hayli zorlaşacağını -en azından, umdukları refah ve mevkilere ulaşamayacaklarını- biliyorlardı. Ömer'in kendisi bunu bizzat vurgulayarak şöyle der:
"VALLAHi eğer Ali Müslümanların başına geçerse onları doğru yola sokacaktır. Gerektiğinde haklı olarak onlara çatacak, hesaba çekecek ve azarlayacaktır ki bu da insanlara hoş gelmeyecek ve ona karşı kıyam ve isyan edeceklerdir!"
3- Mekke'nin fethiyle İslam'ı kabul etmek zorunda kalan Ümeyyeoğulları ve bilhassa Muaviye ile babası, kardeşi ve diğer bir grup, kendi dostlarından, İslam'ın merkezinde esrarengiz bir Emevi örgütü oluşturarak halifeliği Haşimoğullarına kaptırmamak için işe koyuldular.
Bu tür bir planın asıl müsebbiplerini bulabilmek için neticede kimin kârlı çıktığına ve sonuç olarak umulan makamları kimlerin elde ettiğine bakmak gerekir.
Nitekim, Hz. Ali'nin Ebubekir'e biat için zorla götürüldüğü gün, orada bulunan Ömer'e dönüp "Bu sütü iyi sağ sen; yarısı sana düşecek nasılsa! Bugün Ebubekir için biat topluyorsun ki, yarın halifelik postunu sana devretsin!" diyerek çıkıştığı bilinmektedir.[12]
Gerçekten de Ebubekir ne şura, ne de seçim yoluna gitmeksizin kendisinden sonra halifeliği Ömer'e bırakmış, bununla ilgili "yazı"yı, o sırada orada bulunan "Osman" yazmış, üstelik bu yazı da, her nedense Ebubekir'in koma halinde olduğu ve sürekli baygınlık geçirip sayıkladığı son dakikalarında yazılmış ve Ömer tarafından oluşturulan altı kişilik "Şura" da "Ali'nin seçilemeyeceği bir şekilde" tasarlanıp hazırlanmıştı!
Yine mevcut belgelere göre Hz. Ali'nin Ömer'in evinden çıkarken, orada bulanan amcası Abbas'a dönüp halifeliğin yine kendisine bırakılmayacağını söylediği bilinmektedir.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Sakife'de noktalanan "halife tayini" olayı önceden hesaplanıp planı çizilmişti.
Önceden hesaplanmış ve kararlaştırılmış bu olayın nasıl gerçekleştirildiği ve hangi yöntemlerle uygulama safhasına getirildiğinin açığa kavuşması için Sakife macerasını ana kaynaklarda nakledildiği üzere adım adım ve özetle incelemek faydalı olacaktır:
Hz. Resulullah (s.a.a) dünyadan göçmüştü. Başlarında Hz. Ali (a.s)'ın bulunduğu Haşimilerle diğer bir grup sahabe, Allah Resulünün (s.a.a) pâk naşının gusül ve kefen işleriyle meşguldü.[13]
Muhacirlerin çoğuyla, Useyd b. Huzeyre, Beni Abdul Eşhel, Evs kabilesinden bir grup[14] ve Zeyd b. Sâbit'le Beşir b. Sa'd gibi "Ensar"dan müteşekkil bir grup Ebubekir'in etrafına toplanarak aceleyle Benî Sâide Sakifesi'ne doğru hareket ettiler.[15]
Bir grup Ensar da, "Sa'd b. Ubade"nin etrafında toplanmıştı. Konuşmalar başladı. Her kafadan bir ses çıkmaya başlayınca ortada hiçbir söz birliği yokken Ömer kimseye danışmaksızın Ebubekir'in eline sarıldı; nezaketli ifadelerle birbirlerini halife olmaya davet ettiler.[16]
Derken, Ömer Ebubekir'e biat etti. Beşir b. Sa'd'le Zeyd b. Sâbit de konuşma yaparak Ebubekir'le biat konusunda Ensarı ikna etmeye çalıştılar. Muhacirlerle Ensarın çoğunluğunun biati sağlandı ve halife tayini işi böylece gerçekleşmiş oldu.
Burada, dikkatle üzerinde durulması gereken birkaç nokta söz konusudur:
Birincisi; Hz. Resulullah (s.a.a)'in ölüm döşeğinde iken verdiği "Usame" komutasındaki ordunun hemen yola çıkması ayrıca Birinci, İkinci ve Üçüncü halifelerin de bu ordunun birer askeri olarak Medine'yi mutlaka terketmelerinin gerekliliği yolundaki kesin ve ısrarlı emrine rağmen Ebubekir, Ömer ve Osaman'ın -şu veya bu sebeple- Resulullah (s.a.a)'in emrine itaat etmeyip Medine'den çıkmadıkları;[17]
Hz. Ali'nin (a.s) muhacirlere yönelerek "Allah aşkına ey muhacirler; Hz. Resulullah (s.a.a)'in hükümetine; Ehl-i Beyt'inin hakkı olan bu makama sahiplenmeyin!"[18] demesi.
Fazl b. Abbas'ın bu konuda konuşurken sadece Kureyşlileri muhatap alması;[19] Mikdad'ın da "Şura" günü sadece Kureyş'i muhatap alıp "Hilafeti Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inin elinden çekip alan şu Kureyş'in yaptığına şaşırıp kalmamak mümkün değil! Allah'a yemin ederim ki Allah rızası için yapmadılar bunu; dünyayı ahirete tercih ettiler, işin aslı bu!" demesi[20] ....vb. karineler bu işi yapanların -birkaç kişi dışında- Ensar olmadığı ve Kureyş'in bu işi plânlayıp uygulayan tek taraf olduğunu apaçık gözler önüne sermektedir.
Kureyş'in kimi zaman "Ali'nin yaşça küçük olması"nı bahane ettiği, kimi zaman da "halifelikle peygamberlik aynı ailede olmamalı -bir elde toplanmamalı-" dediği bilinmektedir.
Demek ki meselenin aslı, Ömer'in de dediği gibi: "Kureyşlilerin Ali (a.s)'ı halife olarak görmeye tahammül edemeyecekleri" dir.[21]
Nitekim aynı şahıslar bazen de "Gadir-i Hum" nassına rağmen içtihada kalkışmakta ve bir yerde Ömer'in de açıkça ifade ettiği gibi "İş öyle icap etti..." ve "maslahat öyle gerektiriyordu." [22] diyerek konuyu kapatmaya çalışmaktaydı.
Tabii ki halifelik macerasının kolayca olup bitmediği de bilinmelidir. Sırf bu yüzden Hz. Resulullah (s.a.a)'in mübarek naşı defnedilmeyerek kendi evlerinde, üç gün boyunca, bekletilmiştir..." [23]
Evet... Meselenin çok acı boyutları var...
Hz. Resulullah (s.a.a)'ın rıhletinin pazartesi günü olduğu, temiz naaşlarının ancak Çarşamba gecesi toprağa verildiği kayıtlarda geçmektedir. Komşu evler, ancak Çarşamba gecesi evden gelen kazma kürek seslerini duyunca Hz. Resulullah (s.a.a)'ın pâk bedeninin toprağa verilmekte olduğunu anlamışlardı.[24]
Sakife'de olan tartışmalarda Habbab b. el-Münzir-i Ensâri'nin ağzına toprak doldurulmuş, tekmeler altında ezilmekten zor bela kurtarılmıştı. Sa'd ve oğlu Kays ile orada bulunanlar arasında çirkin münakaşalar olmuş, şairler Kureyş ve Ensar adına şiirler söylemiş, birbirlerini hiciv etmiş ve sert ifadeler kullanarak suçlamışlardı. Ama sonunda Ensar yaptıkları bu işe pek pişman olmuş ve bu oldu bittiden sonra kendi aralarındaki konuşmalarda sürekli Ali (a.s)'ın hilafete daha layık olduğunu belirtmiş ve durum giderek değişerek Ebubekir'in düşmesi an meselesi haline gelmişti.[25]
Ancak muhacirler ne yapıp edip, halifeliği Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inin elinden almayı başarmıştı. Bu arada mevcut şartların, onların lehine gelişmiş olduğunu da hatırlatmak gerekir.
Yemame, Yemen ve Bahreyn'de ortaya çıkan mürtedler olayı, İslam toplumunu tehdit eden ciddi bir tehlikeye dönüşmüş ve bu tehlikenin boyutlarının farkına varan Hz. Ali (a.s) ve Şia'sı olan sahabeler bu iç ihtilafa -kendi haklarının çiğnenmesi pahasına da olsa- hemen son verilmesi gerektiği noktasında karar almışlardı. Çünkü iç ihtilafın farkına varan İslam düşmanlarının Medine'ye saldırıp İslam'ı tarihten silmeleri çok ciddi bir tehlike olarak ortada dolaşmaktaydı.
Öte yandan Haşimilerin, bu bozuk ortamda direnip kargaşayı bastırarak duruma hakim olabilecek güçleri de yoktu. Bu kargaşa sonucu gelişen olaylar her ne kadar belli bir grubun işine yaramış olsa da bu durumun doğurduğu sonuçlar bütün İslam ümmetini olumsuz yönde etkilemiş bir takım çarpıklıların doğmasına ve bu çarpıklıkların günümüze kadar devam etmesine sebep olmuştur.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
Hz. Ali (a.s)'ın Taraftarı Olan Bazı Sahabelerin Sakife Olayına İtirazları
Hz. Ali (a.s) ile onu izleyen bir avuç sâdık sahabe Hz. Resulullah (s.a.a)'in mutahhar bedeninin gusül ve kefen işleriyle uğraşırken, çoğunluk denilebilecek kalabalık bir grup, biraz ötede, hilafeti ele geçirebilmek için münakaşalar başlatmış ihtilafa düşmüşlerdi.
Bu olaylar neticesinde "oldu bitti"yle karşı karşıya bırakılan Hz. Ali'yle Şiası -onu izleyenler- söz konusu çoğunluğa karşı gerekli mücadele imkanlarına sahip olmadıkları ve İslam dünyasını tehdit etmeye başlayan mevcut şartların bir iç ihtilafa hiç mi hiç izin vermeyen böylesine bir ortamda meseleyi karşılıklı görüşmeler ve tebliğ yoluyla halletmeyi tercih edip Müslümanları bu "aceleci, zamansız eylem"leri noktasında uyararak bu yaptıklarının ileride çok kötü sonuçlar doğuracağına dair nasihatlerde bulundular.
Hz. Ali (a.s)'ın Tavrı
İbn-i Kuteybe (Ö: h.270) "el-İmâme Ve's Siyase" adlı kitabının "Ali'nin Ebubekir'e biat etmemesi" başlıklı bölümünde Ali (a.s)'ın Ebubekir'e biat etmemesinin nedenlerini anlatan konuşmasını aktardıktan sonra "Ali (a.s) orada bulunan muhacirleri muhatap alarak şöyle dedi" der:
"... Ey muhacirler! MUHAMMED (s.a.a)'in kurduğu hükümeti onun Ehl-i Beyt'inden almayın, Ehl-i Beyt'i, hakkı olan bu makamdan uzak tutmaya çalışmayın. Ey muhacirler (Kureyş)! Allah'a yemin ederim ki biz, insanlar içinde hilafete en lâyık olanlarız. Çünkü biz Ehl-i Beyt'iz! Siz de bilirsiniz ki "Kur'an-ı Okuyan", "Allah'ın dininde fakîh olan", "Allah Resulünün (s.a.a) sünnet ve yöntemini en iyi bilen", "halkın işlerine vâkıf", "bütün zulüm ve haksızlıklara karşı halkın haklarını müdafaa eden" ve "beyt'ulmalı eşit şekilde dağıtan", bu Ehl-i Beyt'in arasındadır.
İşte bundan dolayıdır ki liyakat ve hak sahibi biziz! Ve yine Allah'a andolsun ki böyle biri, biz Ehl-i Beyt'in arasındadır şu anda! Hevâ ve heveslerinize, nefsânî arzularınıza kapılmayın; yoksa Allah'tan uzaklaşır, Hak'tan kopup gidersiniz..."[26]
Tarih, Hz. Ali (a.s)'ın Hz. Fatıma'yı (s.a) bir bineğe bindirerek akşamları teker teker sahabenin kapısını çaldığını ve onlardan yardım istediğini, onlarınsa Hz. Fatıma (a.s)'a şu cevabı verdiklerini yazar: "Ey Resulullah'ın kızı! Biz Ebubekir ile biat etmiş bulunmaktayız artık! Eğer Ali ondan önce gelip biat isteseydi elbette ki Ali'ye biat ederdik!"
Bu cevap üzerine Hz. Ali "Ben Hz. Resulullah (s.a.a)'in cenazesini ortada bırakıp hilafet için biat toplama derdine düşemezdim!" demekteydi.[27]
Hz. Fatıma-i Zehra (s.a)'ın İtirazı
Fedek alarak oldukça düşündürücü ve çarpıcı bir konuşma yapmış ve hilafet konusuna da değinerek şöyle demişti:
"Allah Teala, Resulünü Berrin cennetlerinde peygamberlerin bulunduğu yere götürüp onu sizden ayırınca, sizde nifak kinleri görünmeye başladı ve Hz. Peygamber (s.a.a)'in zamanında konuşmaya cesaret edemeyen "sapmışların sözcüsü"nün dili söyler oldu, cahillerle yalancılar belli oldu. Şeytan sizi çağırdı, ona icabet ettiniz; başkasına ait deveye binip başkalarına ait bir pınara yöneldiniz"[28]
Hz. Fatıma-ı Zehra (s.a)'ın bu hutbesi epey tafsilatlıdır, dileyenler, bu hutbeyi içeren eselere bakabilirler.
Hz. Fatıma-ı Zehra (s.a) ölüm döşeğindeyken Ensar ve Muhacir hanımlarından kendisini ziyarete gelen bir gruba şöyle dediler:
"...Müslümanlar Ali'de ne hata buldular ki, halifeliği onun elinden alıp başkasına verdiler?! Evet, Allah'a yemin ederim ki Ali'nin keskin kılıcı, azimli ve yolundan dönmez adımları ve uygulamada hiçbir müsamaha ve ayrıcalık tanımaması, ilâhi ahkâm konusundaki bilgisi, Müslümanlara hoş gelmedi. Ama Allah'a ant olsuni, Hz. Resulullah (s.a.a)'in Müslümanların idaresini kendisinden sonra ona bıraktığı gibi onlar da ona bıraksaydı, Ali İslam ümmetini ifrat ve tefrite düşmeksizin idare ederdi. Çünkü Ali risaletin dayanağı, nübuvvetin sağlam beli (desteği) ve dinle dünya işlerinin bilgesidir. Şunu bilin ki İslam ümmeti bu işte apaçık kendi zararına olacak şekilde davrandı. Allah'a yemin ederim ki Müslümanlar Ali'nin yöneteceği bir hilafette eziyete uğramaz, sıkıntıya düşmezlerdi, Ali onları adalet ve bilgi pınarına doğru götürür ve doyasıya susuzluklarını giderirdi (herkes Hz. Ali'nin ilminden faydalanmış olurdu). Yerin ve göğün bereketleri Müslümanlara açılıverirdi o zaman!
Sözlerime iyi kulak verin ve bu duyduklarınızı sakın unutmayın: Daha nice şaşırtıcı şeyler göreceksiniz, bekleyin hele.. Bu işte hangi delil ve karineyle davrandı onlar? Neye dayanarak yaptılar bunu? Cesur ve işbilir bir uzmanı bırakıp korkak ve işbilmez birine sarıldılar.
"Yolu bilip de diğerlerine de doğru yolu gösteren"in mi, yoksa "yolu bilmeyen ve kılavuzluğa ihtiyacı olanın mı, halkı yönetmeye daha lâyık olduğunu bilmeyen şu güruha yazıklar olsun!
Ne oldu sizlere böyle?! Nasıl vardınız bu hükme?! Evet! Müslümanların yaptığı bu iş, tıpkı gebe devenin durumu gibidir[29]...
Bekleyin hele, yakında doğuracak; o zaman süt yerine kâse kâse kan ve öldürücü zehir sağacaksınız! İşte o zaman kötüler zararlı çıkar, gelecek nesiller geçmiş nesillerin düzüp koştuğu uğursuz temellerin sebep olduğu sonuçları görürler... O halde kesinlikle sizi saracak olan fitne ve fesadı bekleyedurun.
Keskin bir kılıç, her yeri sarıp kuşatacak daimi bir kargaşa ve zalimlerin diktatörlük ve zorbalığıdır bundan böyle sizi bekleyen... Varınızı yoğunuzu yağmalayacak, olgunlaşmış buğday başakları gibi tırpanlayıp biçecekler sizi! Bu uğursuz işin nelere yol açacağı şu anda belli değildir sizlerce... Ne de zavallıdır bunlar! Sizin kendiniz biat etmeye gelmedikçe biz Ehl-i Beyt, sizi zorlayamayız![30]
Hz. Fatıma'nın (a.s) bu konuşmasını dinleyenler içinde sağ kalıp Hırre hadisesini gözleriyle görenler; Medinelilerin nasıl üç gün boyunca acımasızca katledildiğini, Kureyşle Ensardan 700, sahabaden 70 ve diğerlerinden de onbin kişinin öldürüldüğüne bizzat şahid olmuşlardı.[31]
Tarih'ul Hulefâda, bu hadisde 1000'e yakın Medineli bakire kızın tecavüze uğradığı yazılmıştır.
Hz. Hasan B. Ali (a.s) Ne Dedi?
İmam Hasan (a.s) Mescidunnebi'ye girdi- Ebubekir'i minberde görür görmez "Babamın yerinden aşağı in" dedi.[32]
Aynı olay Ömer döneminde de olmuş ve bu defa da İmam Hüseyin (a.s) aynı şeyi Ömer'e söylemişti!
İmam Hasan (a.s) babasının şahadetinden sonra -o gün- minbere çıkarak şöyle buyurdu:
"Biz, Allah'ın galip gelecek olan hizbiyiz -Hizbullah- Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a)'in mutahhar soyu, onun pâk ve tertemiz Ehl-i Beyt'iyiz. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ümmet arasında iki ağır ve paha biçilmez emanet bıraktı; birincisi Allah'ın kitabı, ikincisi ise biz Ehl-i Beyt'iz! O halde biz Kur'an'ın tefsiri hususunda ümmetin -başvurması gereken- mercileriyiz. Kur'an'ın hakikatlerini bilen beyan edicileriz, o halde emrimize itaat edin! Bize itaat etmeniz farzdır; bu Allah ve Resulü'nün emrine itaatir."[33]
İmam Hasan (a.s) Muaviye'ye yazdığı bir mektupta şöyle buyurur:
"Allah Teala, Peygamberini ümmetin arasından alınca, Araplar onun yerine geçme hususunda birbirleriyle tartışıp çekişmeye düştüler. Kureyşliler "Biz Peygamber'in akrabasıyız ve O'nun vârisiyiz, O'nun saltanatı hususunda bizimle tartışmayın" dediler. Araplar, Kureyşin bu istidlalini kabul etti, ama Kureyşliler bizim aynı konudaki -akrabalık- delilimizi kabul etmediler! Ne yazık ki Kureyşliler, Araplara kabul ettirdikleri şeyi, bizim hakkımızda kendileri kabul etmemekle haksızlık ettiler!"[34]
Hz. Selman-i Farisi'nin İtirazı
Sakîfe günü Selman şöyle demişti:
"Hz. Peygamber (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inden sapıp bir ihtiyara biat ettiniz. Halifeliği Ehl-i Beyt'e bıraksaydınız kimse karşı çıkmaz, muhalefet etmezdi, nimetlerle dolu şerefli bir hayat sürdürürdünüz. Ama siz yapacağınızı yaptınız ve yapmanız gerekeni yapmadınız!"[35]
Hz. Ebuzer-i Gifari'nin Görüşü
O gün Ebuzer Medine dışındaydı. Medine'ye geldiğinde Ebubekir'in halife olduğunu görünce şöyle dedi:
"Kılıcı aldınız, ama kınını unuttunuz (halifeliği kabullendiniz, ama gerçek halifenin yerini bilemediniz). Bu halifeliği Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beti'ne bıraksaydınız kimsenin itirazı olmazdı."[36]
Ya'kubi şöyle yazar: Ebuzer Mescidu'n-Nebi'de bir konuşma yaparak şöyle dedi:
"MUHAMMED (s.a.a), Âdem'in ilminin vârisi olup bütün peygamberlerin faziletlerini kendisinde toplamıştır. Ali de Hz. Pegmaber'in vasisi ve O'nun ilminin vârisidir. Ey ne yapacağını bilemeyen şaşkın ümmet! Eğer Allah'ın öncelik tanıdığına öncelik tanır, Allah'ın geride bıraktıklarını geride bırakır, halifeliği gerçek hak sahibi olan kendi peygamberinizin Ehl-i Beyt'ine verseydiniz dört bir yandan nimetler gelirdi sizlere ve kimse de muhalefet etmezdi."[37]
Ya'kubi, kitabının 2. cildinde Muaviye'nin biat meclisinde Kays'ın söylediklerini nakleder.
Tarihte de kaydedilmiş olduğu üzere şii sahabiler, imkanları ölçüsünde gayret gösterdiler, ellerinden geleni yaptılar, bilhassa altı kişilik şurâ oluşturulduğu gün durumu düzeltmek için çok çaba sarfettiler; ancak ümmet, kendi durumunu değiştirmedi.
İbn-i Ebi'l Hadid şöyle yazar:
"Ammar Mescidu'n-Nebi'de ayağa kalkıp bir konuşma yaptı. Cemaat dört bir taraftan bağırarak susup yerine oturması için uyardılar, ihtar ettiler, hatta bazıları "halifelik işlerinden sana ne?! gibi laflar ettiler. Ammar yerine oturup "Allah'a şükürler olsun; haktan yana olanlar her zaman mazlum olmuşlardır"dedi.[38]
Karşı Çıkanlar Kimlerdi
Halifelik olayında Hz. Ali (a.s)'in etrafında toplanıp çoğunluğun yapmış olduğuna ilk itiraz edenler, yani ilk "şii"ler ne adı sanı belli olmayan, ne de heva ve heveslerine kapılıp dünyalarına uyan kimselerdi. Bilâkis, bunların tamamı sahabe-i kiramdan olup Hz. Resulullah (s.a.a)'in yüce öğretisinde yetişmiş, bildiklerini ondan öğrenmiş zahid, abid, bilinçli, âlim, siyaset bilimine vâkıf basiretli ve ileri görüşlü dürüst kimselerdi. Her biri, İslam tarihinde asırlarca anılacak türden hizmet ve fedakarlıklarda bulunmuş, seçkin birer sahabe olan bu Müslümanlar, sıradan insanlar değildi.
Şia'nın önde gelenleri Ammar, Ebuzer, Mikdad ve Selman gibi sahabelerin Allah ve Resulü katında ne yüce makamlara sahip oldukları herkesçe bilinmektedir.
Bu büyük sahabelerin kim oldukları ve neler yaptıklarını anlamak için Ebu Naim İsfehani'nin Hılyet'ul Evliya'sına, Hatib'in Tarih-i Bağdad'ına, İbn-i Asâkir'in Tarih'ine, İbn-i Cevzi'nin Safvat'us-Safve'sine, Hâkim'in Müstedrek'ine, Müslim'in sahih'ine, İbn-i Esir'in Usd'ul Ğabe'sine, İbn-i Hacer'in İsabe'sine, Ebu Ömer'in İstiab'ına bakmak gerekir. Bu kaynaklarda adı gelen sahabelerin üstün özellikleri anlatılmış ve her biri hakkında Hz. Resulullah (s.a.a)'in buyurduğu vasıf ve övgüler aktarılmıştır ki Taberi, Kamil ve Yakubi'nin Tarih'leriyle Belazuri'nin Futuh'ul Buldan, Vakidi'nin Futuh'uş- Şam ve İbn-i Hişam'la Halebi ve Zeyni Dehlan'ın siyer ve tarih kitaplarında bu yüce sahabilerin İslam uğrunda katlandıkları zorluklar, katıldıkları savaşlar, gösterdikleri fedakârlıklar, başarılar... vb. seçkin hasletleri ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
_____________________
[1] - Yenabiu'l-Mevedde s.11-156-2220.
[2] – a.g.e
[3] - İbn-i Ebil Hadid, c.3, s.283 ve Yenabiu'l-Mevedde s.373.
[4] - Yakubi Tarihi c.2, s.173.
[5] – Kamil-i İbni Esir c.3, s.24, s25.
[6] - İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.18.
[7] - Taberi Tarihi, c.3, s.288-289.
[8] - El-Gadir c.7, s.79-80.
[9] - Yenabiu'l-Mevedde s.226-253.
[10] - En Nasâihu'l Kâfiye, s.111, Yenabiu'l-Mevedde s.111.
[11] - Yenabiu'l-Mevedde s.111.
[12] – El-İmame Ve's-Siyase c.2, İbn-i Ebil Hadid c.2, s.5.
[13] - İbn-i Hişam Siyeri c.4, s.336 ve El Gadir c.7.
[14] - Halebiye Siyeri c.3, s.394.
[15] - İbn-i Hişam Siyeri, c.4, s.338, Taberi Tarihi, c.2, s446 ve Tarih'ul Hulefâ s.45 ve Kâmil-i İbn-i Esir c.2, s.124.
[16] – Kamil-i İbn-i. Esir. c.2, s.126, Tarih-i Taberi c.2, s.458-446 ve Halebiye Siyeri c.3, s.395 ve el-İmame, c.1, s.6 ve İbn-i Ebil Hadid c.2, s.3.
[17] - İbn-i Hişam Siyeri, c.4 s.338 ve Kâmil c.2, s.120-121 ve Yakubi c.2, s.92.
[18] - el İmame Ve's Siyase c.1, s.12.
[19] - Yakubi c.2, s.103 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.8.
[20] - Yâkubi Tarihi. c.2, s.140.
[21] - Aynı kaynak, c.2, s.137.
[22] - Kâmil, İbn-i Esir c.3, s.24.
[23] - el Bidaye c.5, s.271 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.191-192, Tarih-i Taberi c.2, s.450.
[24] - Taberi Tarihi. c.2, s.452-455.
[25] - İbn-i Ebil Hadid, c.2, s.2 ve 20, el Gadir c.7.
[26] – el-İmame Ves Siyase c.1, s.12.
[27] – el-Gadir c.7, İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.5, el-İmame Ves Siyase c.1, s.12-13.
[28] - Hz. Fâtıma-ı Zehrâ selamullah aleyha bu muazzam hutbesinde birçok meseleye dolaylı olarak değinmekte, fevkâlâde çarpıcı bir üslupla kendine has ima, deyim ve teşbihlerle beyan etmiştir ki okuyucuların bu çarpıcı hutbenin tamamını açıklama ve şerhiyle birlikte mütalâa etmesini tavsiye ederiz, bir kısmının tercümesiyle yetinmek zorunda kaldık.
İbn-i Ebil Hadid c.4, Tezkire-i Sıbt, İbn-i Cevzî, s.367, Şâfi: Seyyid Murtaza.
[29] - İbn-i Ebi'l Hadid. c.4, s.87, Tabersi'nin İhticac'ı ve Meani'ul Ahbar ve Keşfu'l Gumme ve et- Taaccub: Keracki ve Emâli Şehy Tusi.
[30] - El- İmame c.1, s.171-981, Tarih-i Hulefa s.139, Kâmil c.4, s.45-48, Taberi ve Yâkubi.
[31] - Yenabiu'l-Mevedde, Bombei bas. s.255
[32] - Murucu'z-Zeheb, O hazretten vecizeler ve Yenabiu'l-Mevedde s.18 ve 152.
[33] - İbn-i Ebi'l Hadid c.4, s.9 ve Keşf'ul-Gumme ve aynı içerikli bir diğer mektup da: Makatil'ut Talibin s.37 ve Şerh-i İbn-i Ebi'l Hadid c.4 s.12'de geçer.
[34] - İbn-i Ebi'l. Hadid, c.2, s.17.
[35] - Aynı kaynak. c.2, s.5.
[36] - Ya'kubi c.2, s.148 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.1, s.8, aynı nutkun bir benzeri de Mescid'ul Haram'da Ebuzer'den nakledilir.
Mesudi, Muruc-uz Zeheb'inde Osman'ın hilafetiyle ilgili ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.400 ve 412 ve c.3, s.182 ve Yaakubi c.2, s.140'de Mikdad'la Ammar'ın konuşmalarını naklederler. el- Gadir c.1, s.209'da Ammar'ın Sıffın savaşında Amr b. As'la konuşması ve Kays b. Sa'd'in Medine'de Muaviye'yle konuşmasını ve İbn-i Abbas'la Abddullah b. Cafer'in Muaviye'nin meclisindeki sözlerini aktarmaktadır.
[37] - Şerh-i İbni Ebi-l Hadid, c.3, s.72.
[38] - Sahih-i Müslim, c.7, s.108-192.
Not: zülfikaaarın naklettiği yazıda: "Ümmetimin oyları dalalet üzere toplanmaz" diye geçiyor. Oysa meşhur olan şudur:
Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar: "Benim ümmetim dalalet üzere toplanmaz." Demek doğru olan bütün müslümanların üzerinde ittifak ettiği şeylerdir. Şiilerle Sünniler bir şeyin üzerinde toplanıp ittifak ederlerse o şey doğru demektir. Ehlibeyt üzerinde ittifak vardır, o halde ehlibeyte sarılmalı ve onlara muhalif olanları ise bir kenara atmalıyız. Ebubekire biat konusunda asla ittifak yoktur ama Hz. Ali'ye Gadir-i Hum'da biat konusunda ittifak vardır. Gadir-i Hum olayını hem Sünniler nakletmişler hem de Şiiler. Onun için Hz. Peygamber'in sözüne uyarak hak ve haklı olanı yani Hz. Ali'yi ve O'nun hilafet ve velayetini kabul etmemiz gerekir. Aksi takdirde kendimiz zarar görenlerden oluruz.
Hz. Ali (a.s) ile onu izleyen bir avuç sâdık sahabe Hz. Resulullah (s.a.a)'in mutahhar bedeninin gusül ve kefen işleriyle uğraşırken, çoğunluk denilebilecek kalabalık bir grup, biraz ötede, hilafeti ele geçirebilmek için münakaşalar başlatmış ihtilafa düşmüşlerdi.
Bu olaylar neticesinde "oldu bitti"yle karşı karşıya bırakılan Hz. Ali'yle Şiası -onu izleyenler- söz konusu çoğunluğa karşı gerekli mücadele imkanlarına sahip olmadıkları ve İslam dünyasını tehdit etmeye başlayan mevcut şartların bir iç ihtilafa hiç mi hiç izin vermeyen böylesine bir ortamda meseleyi karşılıklı görüşmeler ve tebliğ yoluyla halletmeyi tercih edip Müslümanları bu "aceleci, zamansız eylem"leri noktasında uyararak bu yaptıklarının ileride çok kötü sonuçlar doğuracağına dair nasihatlerde bulundular.
Hz. Ali (a.s)'ın Tavrı
İbn-i Kuteybe (Ö: h.270) "el-İmâme Ve's Siyase" adlı kitabının "Ali'nin Ebubekir'e biat etmemesi" başlıklı bölümünde Ali (a.s)'ın Ebubekir'e biat etmemesinin nedenlerini anlatan konuşmasını aktardıktan sonra "Ali (a.s) orada bulunan muhacirleri muhatap alarak şöyle dedi" der:
"... Ey muhacirler! MUHAMMED (s.a.a)'in kurduğu hükümeti onun Ehl-i Beyt'inden almayın, Ehl-i Beyt'i, hakkı olan bu makamdan uzak tutmaya çalışmayın. Ey muhacirler (Kureyş)! Allah'a yemin ederim ki biz, insanlar içinde hilafete en lâyık olanlarız. Çünkü biz Ehl-i Beyt'iz! Siz de bilirsiniz ki "Kur'an-ı Okuyan", "Allah'ın dininde fakîh olan", "Allah Resulünün (s.a.a) sünnet ve yöntemini en iyi bilen", "halkın işlerine vâkıf", "bütün zulüm ve haksızlıklara karşı halkın haklarını müdafaa eden" ve "beyt'ulmalı eşit şekilde dağıtan", bu Ehl-i Beyt'in arasındadır.
İşte bundan dolayıdır ki liyakat ve hak sahibi biziz! Ve yine Allah'a andolsun ki böyle biri, biz Ehl-i Beyt'in arasındadır şu anda! Hevâ ve heveslerinize, nefsânî arzularınıza kapılmayın; yoksa Allah'tan uzaklaşır, Hak'tan kopup gidersiniz..."[26]
Tarih, Hz. Ali (a.s)'ın Hz. Fatıma'yı (s.a) bir bineğe bindirerek akşamları teker teker sahabenin kapısını çaldığını ve onlardan yardım istediğini, onlarınsa Hz. Fatıma (a.s)'a şu cevabı verdiklerini yazar: "Ey Resulullah'ın kızı! Biz Ebubekir ile biat etmiş bulunmaktayız artık! Eğer Ali ondan önce gelip biat isteseydi elbette ki Ali'ye biat ederdik!"
Bu cevap üzerine Hz. Ali "Ben Hz. Resulullah (s.a.a)'in cenazesini ortada bırakıp hilafet için biat toplama derdine düşemezdim!" demekteydi.[27]
Hz. Fatıma-i Zehra (s.a)'ın İtirazı
Fedek alarak oldukça düşündürücü ve çarpıcı bir konuşma yapmış ve hilafet konusuna da değinerek şöyle demişti:
"Allah Teala, Resulünü Berrin cennetlerinde peygamberlerin bulunduğu yere götürüp onu sizden ayırınca, sizde nifak kinleri görünmeye başladı ve Hz. Peygamber (s.a.a)'in zamanında konuşmaya cesaret edemeyen "sapmışların sözcüsü"nün dili söyler oldu, cahillerle yalancılar belli oldu. Şeytan sizi çağırdı, ona icabet ettiniz; başkasına ait deveye binip başkalarına ait bir pınara yöneldiniz"[28]
Hz. Fatıma-ı Zehra (s.a)'ın bu hutbesi epey tafsilatlıdır, dileyenler, bu hutbeyi içeren eselere bakabilirler.
Hz. Fatıma-ı Zehra (s.a) ölüm döşeğindeyken Ensar ve Muhacir hanımlarından kendisini ziyarete gelen bir gruba şöyle dediler:
"...Müslümanlar Ali'de ne hata buldular ki, halifeliği onun elinden alıp başkasına verdiler?! Evet, Allah'a yemin ederim ki Ali'nin keskin kılıcı, azimli ve yolundan dönmez adımları ve uygulamada hiçbir müsamaha ve ayrıcalık tanımaması, ilâhi ahkâm konusundaki bilgisi, Müslümanlara hoş gelmedi. Ama Allah'a ant olsuni, Hz. Resulullah (s.a.a)'in Müslümanların idaresini kendisinden sonra ona bıraktığı gibi onlar da ona bıraksaydı, Ali İslam ümmetini ifrat ve tefrite düşmeksizin idare ederdi. Çünkü Ali risaletin dayanağı, nübuvvetin sağlam beli (desteği) ve dinle dünya işlerinin bilgesidir. Şunu bilin ki İslam ümmeti bu işte apaçık kendi zararına olacak şekilde davrandı. Allah'a yemin ederim ki Müslümanlar Ali'nin yöneteceği bir hilafette eziyete uğramaz, sıkıntıya düşmezlerdi, Ali onları adalet ve bilgi pınarına doğru götürür ve doyasıya susuzluklarını giderirdi (herkes Hz. Ali'nin ilminden faydalanmış olurdu). Yerin ve göğün bereketleri Müslümanlara açılıverirdi o zaman!
Sözlerime iyi kulak verin ve bu duyduklarınızı sakın unutmayın: Daha nice şaşırtıcı şeyler göreceksiniz, bekleyin hele.. Bu işte hangi delil ve karineyle davrandı onlar? Neye dayanarak yaptılar bunu? Cesur ve işbilir bir uzmanı bırakıp korkak ve işbilmez birine sarıldılar.
"Yolu bilip de diğerlerine de doğru yolu gösteren"in mi, yoksa "yolu bilmeyen ve kılavuzluğa ihtiyacı olanın mı, halkı yönetmeye daha lâyık olduğunu bilmeyen şu güruha yazıklar olsun!
Ne oldu sizlere böyle?! Nasıl vardınız bu hükme?! Evet! Müslümanların yaptığı bu iş, tıpkı gebe devenin durumu gibidir[29]...
Bekleyin hele, yakında doğuracak; o zaman süt yerine kâse kâse kan ve öldürücü zehir sağacaksınız! İşte o zaman kötüler zararlı çıkar, gelecek nesiller geçmiş nesillerin düzüp koştuğu uğursuz temellerin sebep olduğu sonuçları görürler... O halde kesinlikle sizi saracak olan fitne ve fesadı bekleyedurun.
Keskin bir kılıç, her yeri sarıp kuşatacak daimi bir kargaşa ve zalimlerin diktatörlük ve zorbalığıdır bundan böyle sizi bekleyen... Varınızı yoğunuzu yağmalayacak, olgunlaşmış buğday başakları gibi tırpanlayıp biçecekler sizi! Bu uğursuz işin nelere yol açacağı şu anda belli değildir sizlerce... Ne de zavallıdır bunlar! Sizin kendiniz biat etmeye gelmedikçe biz Ehl-i Beyt, sizi zorlayamayız![30]
Hz. Fatıma'nın (a.s) bu konuşmasını dinleyenler içinde sağ kalıp Hırre hadisesini gözleriyle görenler; Medinelilerin nasıl üç gün boyunca acımasızca katledildiğini, Kureyşle Ensardan 700, sahabaden 70 ve diğerlerinden de onbin kişinin öldürüldüğüne bizzat şahid olmuşlardı.[31]
Tarih'ul Hulefâda, bu hadisde 1000'e yakın Medineli bakire kızın tecavüze uğradığı yazılmıştır.
Hz. Hasan B. Ali (a.s) Ne Dedi?
İmam Hasan (a.s) Mescidunnebi'ye girdi- Ebubekir'i minberde görür görmez "Babamın yerinden aşağı in" dedi.[32]
Aynı olay Ömer döneminde de olmuş ve bu defa da İmam Hüseyin (a.s) aynı şeyi Ömer'e söylemişti!
İmam Hasan (a.s) babasının şahadetinden sonra -o gün- minbere çıkarak şöyle buyurdu:
"Biz, Allah'ın galip gelecek olan hizbiyiz -Hizbullah- Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a)'in mutahhar soyu, onun pâk ve tertemiz Ehl-i Beyt'iyiz. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ümmet arasında iki ağır ve paha biçilmez emanet bıraktı; birincisi Allah'ın kitabı, ikincisi ise biz Ehl-i Beyt'iz! O halde biz Kur'an'ın tefsiri hususunda ümmetin -başvurması gereken- mercileriyiz. Kur'an'ın hakikatlerini bilen beyan edicileriz, o halde emrimize itaat edin! Bize itaat etmeniz farzdır; bu Allah ve Resulü'nün emrine itaatir."[33]
İmam Hasan (a.s) Muaviye'ye yazdığı bir mektupta şöyle buyurur:
"Allah Teala, Peygamberini ümmetin arasından alınca, Araplar onun yerine geçme hususunda birbirleriyle tartışıp çekişmeye düştüler. Kureyşliler "Biz Peygamber'in akrabasıyız ve O'nun vârisiyiz, O'nun saltanatı hususunda bizimle tartışmayın" dediler. Araplar, Kureyşin bu istidlalini kabul etti, ama Kureyşliler bizim aynı konudaki -akrabalık- delilimizi kabul etmediler! Ne yazık ki Kureyşliler, Araplara kabul ettirdikleri şeyi, bizim hakkımızda kendileri kabul etmemekle haksızlık ettiler!"[34]
Hz. Selman-i Farisi'nin İtirazı
Sakîfe günü Selman şöyle demişti:
"Hz. Peygamber (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inden sapıp bir ihtiyara biat ettiniz. Halifeliği Ehl-i Beyt'e bıraksaydınız kimse karşı çıkmaz, muhalefet etmezdi, nimetlerle dolu şerefli bir hayat sürdürürdünüz. Ama siz yapacağınızı yaptınız ve yapmanız gerekeni yapmadınız!"[35]
Hz. Ebuzer-i Gifari'nin Görüşü
O gün Ebuzer Medine dışındaydı. Medine'ye geldiğinde Ebubekir'in halife olduğunu görünce şöyle dedi:
"Kılıcı aldınız, ama kınını unuttunuz (halifeliği kabullendiniz, ama gerçek halifenin yerini bilemediniz). Bu halifeliği Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beti'ne bıraksaydınız kimsenin itirazı olmazdı."[36]
Ya'kubi şöyle yazar: Ebuzer Mescidu'n-Nebi'de bir konuşma yaparak şöyle dedi:
"MUHAMMED (s.a.a), Âdem'in ilminin vârisi olup bütün peygamberlerin faziletlerini kendisinde toplamıştır. Ali de Hz. Pegmaber'in vasisi ve O'nun ilminin vârisidir. Ey ne yapacağını bilemeyen şaşkın ümmet! Eğer Allah'ın öncelik tanıdığına öncelik tanır, Allah'ın geride bıraktıklarını geride bırakır, halifeliği gerçek hak sahibi olan kendi peygamberinizin Ehl-i Beyt'ine verseydiniz dört bir yandan nimetler gelirdi sizlere ve kimse de muhalefet etmezdi."[37]
Ya'kubi, kitabının 2. cildinde Muaviye'nin biat meclisinde Kays'ın söylediklerini nakleder.
Tarihte de kaydedilmiş olduğu üzere şii sahabiler, imkanları ölçüsünde gayret gösterdiler, ellerinden geleni yaptılar, bilhassa altı kişilik şurâ oluşturulduğu gün durumu düzeltmek için çok çaba sarfettiler; ancak ümmet, kendi durumunu değiştirmedi.
İbn-i Ebi'l Hadid şöyle yazar:
"Ammar Mescidu'n-Nebi'de ayağa kalkıp bir konuşma yaptı. Cemaat dört bir taraftan bağırarak susup yerine oturması için uyardılar, ihtar ettiler, hatta bazıları "halifelik işlerinden sana ne?! gibi laflar ettiler. Ammar yerine oturup "Allah'a şükürler olsun; haktan yana olanlar her zaman mazlum olmuşlardır"dedi.[38]
Karşı Çıkanlar Kimlerdi
Halifelik olayında Hz. Ali (a.s)'in etrafında toplanıp çoğunluğun yapmış olduğuna ilk itiraz edenler, yani ilk "şii"ler ne adı sanı belli olmayan, ne de heva ve heveslerine kapılıp dünyalarına uyan kimselerdi. Bilâkis, bunların tamamı sahabe-i kiramdan olup Hz. Resulullah (s.a.a)'in yüce öğretisinde yetişmiş, bildiklerini ondan öğrenmiş zahid, abid, bilinçli, âlim, siyaset bilimine vâkıf basiretli ve ileri görüşlü dürüst kimselerdi. Her biri, İslam tarihinde asırlarca anılacak türden hizmet ve fedakarlıklarda bulunmuş, seçkin birer sahabe olan bu Müslümanlar, sıradan insanlar değildi.
Şia'nın önde gelenleri Ammar, Ebuzer, Mikdad ve Selman gibi sahabelerin Allah ve Resulü katında ne yüce makamlara sahip oldukları herkesçe bilinmektedir.
Bu büyük sahabelerin kim oldukları ve neler yaptıklarını anlamak için Ebu Naim İsfehani'nin Hılyet'ul Evliya'sına, Hatib'in Tarih-i Bağdad'ına, İbn-i Asâkir'in Tarih'ine, İbn-i Cevzi'nin Safvat'us-Safve'sine, Hâkim'in Müstedrek'ine, Müslim'in sahih'ine, İbn-i Esir'in Usd'ul Ğabe'sine, İbn-i Hacer'in İsabe'sine, Ebu Ömer'in İstiab'ına bakmak gerekir. Bu kaynaklarda adı gelen sahabelerin üstün özellikleri anlatılmış ve her biri hakkında Hz. Resulullah (s.a.a)'in buyurduğu vasıf ve övgüler aktarılmıştır ki Taberi, Kamil ve Yakubi'nin Tarih'leriyle Belazuri'nin Futuh'ul Buldan, Vakidi'nin Futuh'uş- Şam ve İbn-i Hişam'la Halebi ve Zeyni Dehlan'ın siyer ve tarih kitaplarında bu yüce sahabilerin İslam uğrunda katlandıkları zorluklar, katıldıkları savaşlar, gösterdikleri fedakârlıklar, başarılar... vb. seçkin hasletleri ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
_____________________
[1] - Yenabiu'l-Mevedde s.11-156-2220.
[2] – a.g.e
[3] - İbn-i Ebil Hadid, c.3, s.283 ve Yenabiu'l-Mevedde s.373.
[4] - Yakubi Tarihi c.2, s.173.
[5] – Kamil-i İbni Esir c.3, s.24, s25.
[6] - İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.18.
[7] - Taberi Tarihi, c.3, s.288-289.
[8] - El-Gadir c.7, s.79-80.
[9] - Yenabiu'l-Mevedde s.226-253.
[10] - En Nasâihu'l Kâfiye, s.111, Yenabiu'l-Mevedde s.111.
[11] - Yenabiu'l-Mevedde s.111.
[12] – El-İmame Ve's-Siyase c.2, İbn-i Ebil Hadid c.2, s.5.
[13] - İbn-i Hişam Siyeri c.4, s.336 ve El Gadir c.7.
[14] - Halebiye Siyeri c.3, s.394.
[15] - İbn-i Hişam Siyeri, c.4, s.338, Taberi Tarihi, c.2, s446 ve Tarih'ul Hulefâ s.45 ve Kâmil-i İbn-i Esir c.2, s.124.
[16] – Kamil-i İbn-i. Esir. c.2, s.126, Tarih-i Taberi c.2, s.458-446 ve Halebiye Siyeri c.3, s.395 ve el-İmame, c.1, s.6 ve İbn-i Ebil Hadid c.2, s.3.
[17] - İbn-i Hişam Siyeri, c.4 s.338 ve Kâmil c.2, s.120-121 ve Yakubi c.2, s.92.
[18] - el İmame Ve's Siyase c.1, s.12.
[19] - Yakubi c.2, s.103 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.8.
[20] - Yâkubi Tarihi. c.2, s.140.
[21] - Aynı kaynak, c.2, s.137.
[22] - Kâmil, İbn-i Esir c.3, s.24.
[23] - el Bidaye c.5, s.271 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.191-192, Tarih-i Taberi c.2, s.450.
[24] - Taberi Tarihi. c.2, s.452-455.
[25] - İbn-i Ebil Hadid, c.2, s.2 ve 20, el Gadir c.7.
[26] – el-İmame Ves Siyase c.1, s.12.
[27] – el-Gadir c.7, İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.5, el-İmame Ves Siyase c.1, s.12-13.
[28] - Hz. Fâtıma-ı Zehrâ selamullah aleyha bu muazzam hutbesinde birçok meseleye dolaylı olarak değinmekte, fevkâlâde çarpıcı bir üslupla kendine has ima, deyim ve teşbihlerle beyan etmiştir ki okuyucuların bu çarpıcı hutbenin tamamını açıklama ve şerhiyle birlikte mütalâa etmesini tavsiye ederiz, bir kısmının tercümesiyle yetinmek zorunda kaldık.
İbn-i Ebil Hadid c.4, Tezkire-i Sıbt, İbn-i Cevzî, s.367, Şâfi: Seyyid Murtaza.
[29] - İbn-i Ebi'l Hadid. c.4, s.87, Tabersi'nin İhticac'ı ve Meani'ul Ahbar ve Keşfu'l Gumme ve et- Taaccub: Keracki ve Emâli Şehy Tusi.
[30] - El- İmame c.1, s.171-981, Tarih-i Hulefa s.139, Kâmil c.4, s.45-48, Taberi ve Yâkubi.
[31] - Yenabiu'l-Mevedde, Bombei bas. s.255
[32] - Murucu'z-Zeheb, O hazretten vecizeler ve Yenabiu'l-Mevedde s.18 ve 152.
[33] - İbn-i Ebi'l Hadid c.4, s.9 ve Keşf'ul-Gumme ve aynı içerikli bir diğer mektup da: Makatil'ut Talibin s.37 ve Şerh-i İbn-i Ebi'l Hadid c.4 s.12'de geçer.
[34] - İbn-i Ebi'l. Hadid, c.2, s.17.
[35] - Aynı kaynak. c.2, s.5.
[36] - Ya'kubi c.2, s.148 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.1, s.8, aynı nutkun bir benzeri de Mescid'ul Haram'da Ebuzer'den nakledilir.
Mesudi, Muruc-uz Zeheb'inde Osman'ın hilafetiyle ilgili ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.400 ve 412 ve c.3, s.182 ve Yaakubi c.2, s.140'de Mikdad'la Ammar'ın konuşmalarını naklederler. el- Gadir c.1, s.209'da Ammar'ın Sıffın savaşında Amr b. As'la konuşması ve Kays b. Sa'd'in Medine'de Muaviye'yle konuşmasını ve İbn-i Abbas'la Abddullah b. Cafer'in Muaviye'nin meclisindeki sözlerini aktarmaktadır.
[37] - Şerh-i İbni Ebi-l Hadid, c.3, s.72.
[38] - Sahih-i Müslim, c.7, s.108-192.
Not: zülfikaaarın naklettiği yazıda: "Ümmetimin oyları dalalet üzere toplanmaz" diye geçiyor. Oysa meşhur olan şudur:
Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar: "Benim ümmetim dalalet üzere toplanmaz." Demek doğru olan bütün müslümanların üzerinde ittifak ettiği şeylerdir. Şiilerle Sünniler bir şeyin üzerinde toplanıp ittifak ederlerse o şey doğru demektir. Ehlibeyt üzerinde ittifak vardır, o halde ehlibeyte sarılmalı ve onlara muhalif olanları ise bir kenara atmalıyız. Ebubekire biat konusunda asla ittifak yoktur ama Hz. Ali'ye Gadir-i Hum'da biat konusunda ittifak vardır. Gadir-i Hum olayını hem Sünniler nakletmişler hem de Şiiler. Onun için Hz. Peygamber'in sözüne uyarak hak ve haklı olanı yani Hz. Ali'yi ve O'nun hilafet ve velayetini kabul etmemiz gerekir. Aksi takdirde kendimiz zarar görenlerden oluruz.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
Sünni kardeşler, bir şey yazınca maalesef onun doğru dürüst kaynağını belirtmiyorlar. Hangi kitapta geçmiş, kaçıncı cildinde, kaçıncı sayfasında yazılmış belli değil. Bazen verdikleri adreslere bakıyoruz, onlarda da kaynak yok. Bir sitede, uyduruk bir hadis nakledilerek Ebubekir’in imanının bütün insanların imanından daha ağır bastığı yazılmıştı. Sünni biri de, “bu hadis zayıftır, kaynağı yoktur, uydurmadır”, dedi. Hadisi! Yazan şahıs, “nasıl uydurma oluyor oysa bütün Sünni siteleri onu yazmıştır”, dedi. Mantıki görüyor musunuz? Bütün siteler yazınca sahih oluyormuş! Üsteki hadisler de öyledir. Kuran’a ve sahih hadislere ters düşmektedir.alevisesi yazdı:Zülfükaaar yazdı:
Hazret-i Ebu Bekir'e dil uzatılamaz
...............................
Hazret-i Ebu Bekir, Peygamber efendimizin kayınpederi olmakla, mübarek kızı Âişe validemiz de müminlerin annesi olmakla şereflendi. Bu nimet ve şeref vesilesiyle de Cennetliktir.
Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]
Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]
(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]
(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar]
Sırf bu hadis-i şerifler bile Hazret-i Ebu Bekir’in Cennetlik olduğunu göstermektedir.
Biz, insanları, sözleri ve amelleriyle değerlendiriyoruz. Ebubekir’i, Ömer'i, Osmanı, Aişeyi de aynı şekilde sözleri ve amelleriyle değerlendiriyoruz.
Hz. Peygamber'in vefatından sonrada Hz. Fatıma'nın, Ebubekir'in emri üzere Ömer ve Ebubekir'in hizmetçisi tarafından vurulması bile onların imanla alakalarını kesmek için yeterlidir. Çünkü Hz. Fatıma (s.a) normal bir insan değildir. Hz. Peygamber'in kendisi onun hakkında "Ona eziyet bana eziyettir ve onun gazabı benim gazabımdır" buyurmuştur.
Ebubekir ve Ömer, Hz. Peygamber'in defalarca emretmesine ve “Allah’ın laneti Usame’nin ordusuna katılmayanların üzerine olsun.” buyurmasına rağmen onun ordusuna katılmadılar. Hz. Peygamber ömrünün son anlarında “kağıt kalem getirin size asla sapmayacağınız bir vasiyet yazayım” buyurmasına rağmen bu konudaki emri yerine getirilmedi, hatta Ömer, "bırakın bu adam sayıklıyor, bize Allah'ın kitabı yeter" dedi. Ebubekir ve yandaşları da Ömer’i desteklediler. Bu da onların imanlarını yok etmek için yeterlidir. Çünkü Hz. Peygamber'e hakaret edecek derecede O'nun emirlerini reddetmek asla iman ile bağdaşmaz.
İman olmadıktan sonra, ne mal, ne evlat, ne Peygamber’e yakın olmak ve ne de diğer şeyler insana fayda verir.
Kuran buyuruyor ki:
"O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"
"Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer)."
“(O gün) Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır.”
“Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır.” (Şuara: 88-91)
Gördüğünüz gibi kıyamet günü insanın imanı, Salih ameli ve kalbinin temizliği insana fayda verir. İman ve Salih amel olmadıktan sonra; babanın, evladın, kardeşin, malın, Esharın (zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafları) ve diğerlerinin bir faydası olmayacaktır.
Kendilerine cennet vaad edilen kimseler, kalpten inanmış ve ömürlerinin sonuna kadar da imanlarını koruyabilen müminlerdir yoksa imanı izhar edip kalbinde küfrü gizleyen münafıklar ve sonunda imandan çıkan kimseler değil. Çünkü amelin kabul olmasının şartı mutlak surette imandır.
Allah Teala buyuruyor ki:
"...ve kim imanından döner ve kafir olursa tüm amelleri hiç olur." (Maide/5)
Veya diğer bir ayette şöyle buyurur:
"Rabbine and olsun ki, kendi aralarında çıkan ihtilaflı konularda seni hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükme hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyla kabullenmedikçe, iman etmiş olamazlar." (Nisa: 65)
"Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem âhirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır." (Ahzâb, 57)
Hz. Peygamber'in Hudeybiye'de aldığı karara ve ölüm döşeğinde yazmak istediği vasiyetine karşı çıkanlar ve hilafet sevdasından dolayı Usame'nin ordusuna katılmayanlar nasıl mümin ve cennet ehli olabilirler?
Diğer ayetlerde de şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın)." (Enfal/15)
"Böyle bir günde her kim onlara, tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri dışında, arkasını dönerse, muhakkak Allah'dan bir gazaba uğramış olur ve varacağı yer cehennemdir, orası da ne kötü bir akıbettir." (Enfal/16)
"Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!" (Enfal/20)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız." (Enfal/27)
Bu ayetler gösteriyor ki Hz. Peygamber'in ashabı arasında savaştan kaçanlar (nitekim Uhud, Huneyn ve Hayber savaşlarında kaçmışlardır) olduğu gibi, hıyanet edenler ve O'nun sözünü dinlemeyenler de olmuştur. Savaştan kaçan, hıyanette bulunan, Hz. Peygamber'in sözünü dinlemeyen ve emirlerine karşı çıkanlar nasıl mümin ve cennet ehli olabilirler?
Diğer bir ayette de şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur." (Nisa/136)
Bu ayette Allah Teala, iman edenlere açıkça; " Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin" buyuruyor.
Demek ki zahiri imanın bir faydası yoktur. İman kalbin derinliklerinde kök salmalı, hiçbir şartlarda sarsılmamalıdır. Zahirde iman ettim deyip sonra onun aksini söz ve amellerinde yansıtanlar nasıl mümin ve cennet ehli olabilirler?
* * *
Kendilerini kurtaramayanlar başkalarını nasıl kurtarabilirler? Aişe ve Hafsa kendilerini kurtarabildiler mi ki Peygamberin (s.a.a) eşi olmakla babalarını, analarını, kardeşlerini ve diğer akrabalarını da kurtarabilsinler?
Bakın Allah Teala Ebubekir ve Ömer’in kızları hakkında ne buyurmuştur:
Allah Teala onların hakkında şöyle buyuruyor:
“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur.) Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve Müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (O’na) yardımcıdır.” (Tahrim / 4)
Bir sonraki ayette de şöyle buyuruyor:
“Eğer O sizi boşarsa Rabbi Ona, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren ve inanan eşler verir” (Tahrim / 5)
Allah Teala, sözü geçen ayetin başında buyuruyor ki:
“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştır.”
Hafsa ve Aişe Peygamber (s.a.a)’e karşı çirkin davranışlarından dolayı tövbe etmeliydiler. Şunu da bilmekteyiz ki, tövbe günah işleyenlerden ve Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayanlardan istenilen bir şeydir. Sadece Allah’ın “tövbe edin” diye buyurması bile onların apaçık bir günah işlediklerini gösterir. Buna ilave olarak; Allah “Kalpleriniz sapmıştır” buyurmasıyla Hafsa ve Aişe’nin muhalefette bulunduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Yani onların uymaları ve tabi olmaları gereken hakkı bırakıp başka şeylere saptıkları gözler önüne serilmektedir.
Allah Teala, bu olayın anlatıldığı Tahrim suresinin sonunda da şöyle buyuruyor:
“Allah, inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi savamadı. Onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi. Allah inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.” (Tahrim:10-11)
Allah’ın, Tahrim suresinde Hafsa ve Aişe’ye gösterdiği bu iki misal, onları korkutmak ve sadece Peygamber (s.a.a)’in eşi olmanın onların ne yararına ne de zararına olduğunu bilmeleri içindir. Zira insanın yarar ve zararı, onun iman, ilim ve takvasına bağlıdır.
Tarihçiler ve muhaddisler zincirleme senetlerle Aişe’den şöyle dediğini naklederler: “Peygamber beni babama şikayet etti.”
Ben şöyle dedim: “Ya Resulellah! Adaletli davran.”
Babam bana öylesine bir tokat vurdu ki burnum kanadı. Babam Ebu Bekir şöyle dedi: “Peygamber’e (s.a.a) adaletli davranmasını mı söylüyorsun?”
Bu rivayeti müsned sahipleri Aişe’den nakletmişlerdir. Kenz’ul-Ummal, s. 116, hadis: 1020; İhya’ul-Ulum, Gazali, c. 2, s. 35. Yine Mükaşefet’ul-Kulub kitabında 94. bab, s. 238’de gelmiştir.
Bir gün Aişe, Peygamber (s.a.a)’in yanındaki saygınlığını kaybetti. O esnada Peygamber’e (s.a.a) şöyle dedi: “Peygamber olduğunu zannettikleri sen misin?!”
Bu hadis şu kitaplarda nakledilmiştir: İhya’ul-Ulum, Gazali, Nikah adabı bölümü s. 35 ve Mükaşefet’ul-Kulub adlı kitap, s. 238.
Kuran-ı Kerim, kıyamet günü herkes amelinin karşılığını ister iyi olsun ister kötü görecektir buyuruyor. Yani o gün ayrıcalık ve taraf tutmak yoktur:
“O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır.”
“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.”
“Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal: 6-8)
Hz. Peygamber’in, kötü amelli hanımlarının (akrabaları ve ashabı da öyledir) cezası diğer insanlara oranla daha büyük ve daha çok olacaktır.
Bu konuda da Allah Teala buyuruyor ki:
"Ey peygamberin hanımları! sizden her kim bir terbiyesizlik ederse ona azab iki kat katlanır. Bu Allah'a göre çok kolaydır." (Ahzab:30)
İyi iş yapanları hakkında da şöyle buyuruyor:
“Yine sizden her kim Allah'a ve Resulü'ne boyun eğer, salih bir amel işlerse, ona da mükâfatını iki kat veririz. Hem onun için bol bir rızık hazırlamışızdır.” ( Ahzab:31)
* * *
Ashaptan bazıları münafıktı. Hatta Peygamber (s.a.a) bile onları bilmiyordu. Böyle insanların azabı iki kat ve daha büyük olacaktır. Bu konuda Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir." (Tevbe: 101)
Allah ve Peygamberi bir işe emredince inananların tercih hakları yoktur. Ama Ebubekir, Ömer ve yandaşları bu emirleri görmezlikten geldiler, bazen onların emirlerine bile karşı çıktılar.
Allah ve resulüne itaat konusunda da şöyle buyuruyor:
“Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Ahzab:36)
Allah Teâlâ, Peygamber’in evladını bile peygamberin sözüne uymadığından dolayı onun ailesinden çıkarıyor. Peygamber’in emrine itaat etmeyen ashabı, ondan uzaklaştırmaz mı?
Bu konuda buyuruyor ki:
"Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim." (Hud/46)
Allah’ın hükümlerini bırakıp kendi görüş ve sözde içtihatlarına göre hareket edenlerin durumları nasıl olacak acaba? Birçok sahabenin, tabiinin ve âlimlerin açık naslara rağmen kendi heva ve heveslerine uyarak hareket ettiklerini, sözde içtihat yaptıklarını tarih kitaplarında görüyoruz. Kuran böyleleri hakkında da şöyle buyuruyor:
"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (Maide:44)
"Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir." (Maide:45)
"Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir." (Maide:47)
Hz. Ali’ye, Hz. Fatıma’ya ve onların evlatlarına haksızlık yapanların kimler oldukları tarih kitapları basiret sahibi insanlara açıkça belirtilmiştir. Sahabeden, tabiinden tut şimdiye kadar gelip geçmiş birçok alimler onlara ve onların taraftarlarına haksızlık yapmış ve halen de yapmaktadırlar.
Allah Teala haksızlık yapanlar hakkında da şöyle buyuruyor:
"…Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)
Birinci halife ve diğerleri, Peygamber’in diliyle hadis uydurarak Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın hakkını vermediler, açıkça onların mallarına el koydular. Kuran’da, peygamberler miras bırakabilir ve birbirlerinden miras alabilirler buyurduğu halde peygamberler miras bırakmazlar deyip Hz. Fatıma’yı babasının mirasından mahrum ettiler. Bu duruma şahit olan ashap da birkaçı hariç susup bir şey demediler. Birçokları Kuran hafızı olmalarına rağmen Kuran’ın bu konudaki hükmünü söylemediler. Oysa Kuran’da peygamberlerden miras almakla ilgili birçok ayetler vardır ama onlar susmayı tercih ettiler.
Allah Teala, Hakkı saklayanlar hakkında da şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz apaçık belgelerden (ayetlerden) indirdiklerimizi ve insanlar için kitapta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de lanet ediciler lanet eder." (Bakara: 159)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şey göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir karşılığı) satın alanlar; onların karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Allah da kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acıklı bir azap vardır." Bakara: 174)
Devam edecek inş.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
Bu hadis de uyduruk hadislerdendir ve doğru değildir. Çünkü:alevisesi yazdı:Zülfükaaar yazdı:
Hazret-i Ebu Bekir'e dil uzatılamaz
...................
Birkaç hadis-i şerif daha bildirelim:
(Ebu Bekir Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, İbni Said]
- Ebubekir, Uhud, Huneyn ve Hayber gibi birçok savaşta kaçmıştır. Savaştan kaçanın cezasının da ateş olduğu Kur'an'da açıklanmıştır.
-Ebubekir, Hz. Peygamber’in (s.a.a hadislerini toplatıp yakmış ve hadis yazımını yasaklamıştır. Bu hareketiyle Sünnete karşı çıkmıştır.
-Ebubekir, Hz. Peygamber (s.a.a) vasiyetini yazmak isterken ona muhalefet ederek Ömer'in sözünü desteklemiş ve: "Resulullah sayıklıyor, Kurân bize yeter!" demiştir. Bu sözleriyle de Peygamber'e karşı gelmişler.
-Ebubekir, Hz. Ali'nin (a.s) Peygamber efendimizin (s.a.a) halifesi olduğuna dair sözünü görmezlikten gelerek biatinden dönmüş ve hilafet makamını gasp etmiştir.
-Ebubekir, Usame'nin ordusuyla gitmeyerek Hz. Peygamber'e muhalefet etmiş ve Peygamber'in katılmayanlar hakkındaki bedduasını almıştır.
-Ebubekir, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. Fatıma’ya (s.a) bağışladığı malı gasbetmiş ve Peygamber’in O’nun hakkındaki sözlerini dikkate almayarak onu kırmış ve öfkesini üzerine almıştır. Oysa Peygamberimiz, "Fatıma'yı inciten beni incitmiştir..." buyurmuştur.
- Ebubekir, Hz. Fatıma’nın evine saldırı emri vermiş ve bu olayda Hz. Fatıma kapıyla duvar arkasında kalarak çocuğunu kaybetmiştir.
- Ebubekir, Zekât vermeyen Müslümanları öldürerek Hz. Peygamber'in bu konudaki sünnetini ayaklar altına almıştır.
-Ebubekir, İyas b. Abdullah olayında sünnete muhalefet ederek, onu (elleri bağlı olarak) ateşe atmıştır. Oysaki Peygamberimiz, ateşe atarak insanları cezalandırmayı yasaklamıştı.
-Ebubekir, Peygamberimizin Müellefetü'l-qulûb hakkındaki sünnetini ihlal etmiş, bu konuda Ömer'in görüşüne uyarak bu hakkı vermemiştir.
-Ebubekir, Zilkurba'nın hakkını vermekten kaçınmış ve bu tutumuyla Kuran'ın emrine aykırı hareket etmiştir.
-Ebubekir, Peygamberimizin kurallarını çiğneyerek halifelik makamını Müslümanlara danışmadan Ömer'e devretmiştir.
Ebubekir bunlar gibi daha birçok şeyleri ayaklar altına almıştır. Bunların her biri onun cennette değil cehennemde olduğunu göstermek için yeterli delillerdir. Bu gerçekler Ehlisünnet'in kendi tarih kitaplarında ispatlanmıştır. Alimlerin dediği gibi Peygamber'in her fiili, sözü ve ikrarı, onun sünneti ise (ki sünnettir), demek ki Ebubekir bunların hepsine muhalefet etmiştir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
5- Zübeyr b. Avvam
Zübeyr b. Avvam; önde gelen sahabelerden, ilk hicret edenlerden ve aynı zamanda Peygamberimizin yakın akrabalarındandır. Abdülmüttalib'in kızı Safiye'nin (Resul-i Ekrem'in halası) oğludur. Zübeyr, Ebubekir'in bir diğer kızı Esma (Ayşe'nin kız kardeşi) ile evlenmiş, Ömer b. Hattab'ın hilafete aday gösterdiği kimseler arasına girmişti. [1]
Zübeyr de Ehlisünnet ve'l-Cemaat'e göre cennetle müjdelenen on kişiden biriydi.
Talha'nın adının geçtiği her yerde onun adına da rastlamak mümkündür. Tarihte Talha nerede anılmışsa Zübeyr de onun yanında ve Zübeyr nerede anılmışsa Talha da onun yanında anılmıştır. O da dünyaya meyledenler arasındaydı.
Taberî'nin dediğine göre Zübeyr öldükten sonra elli bin dinar nakit para, bin at, bin köle, bazı mülkler ve Basra, Kûfe, Mısır vb. şehirlerdeki birçok arazisini geriye miras olarak bırakmıştı.
Tâhâ Hüseyin bu konuda şöyle der:
"Tarihçiler arasında Zübeyr'in mirası hakkında ihtilaf vardır. En az söyleyenler, mirasçılarının 35 milyon dinarlık bir mal varlığını aralarında paylaştıklarını yazarlar. Ortalama hesaplayan bazıları da bunu 40 milyon dinar olarak nakletmişlerdir."
Yine de pek şaşırmamak gerekir. Çünkü Zübeyr'in Fustat, İskenderiye, Basra, Kûfe ve daha birçok yerde arazileri; Medine'de on bir evi ve bunlara ilave olarak da tahıl ambarları ve diğer mal varlıkları vardı. [2] Ama Buharî'nin rivayetine göre Zübeyr, 5 milyon 200 bin dinar miras bırakmıştı. [3]
Bizim bu incelemelerle sahabeyi sorgulamak gibi bir niyetimiz yok. Belki de bütün bu mal varlıkları helal yoldan elde edilmiştir! Ama Talha ve Zübeyr'in dünyaya olan düşkünlüklerini ve bu konudaki hırslarını gördüğümüzde Hz. Ali'yle (a.s) olan biatlerini neden bozduklarını daha iyi anlıyoruz. Çünkü Hz. Ali (a.s), Osman'ın Beytü'l-Mal'dan haksız yere verdiği malları onlardan geri istiyordu. Daha da öteye, halife olduğunda ilk işi, insanları tekrar Peygamber'in sünnetine geri döndürmek oldu. Bu konudaki ıslahatlara önce Beytü'l-malın doğru bir şekilde dağıtılmasını sağlayarak başladı. İster Arap olsun, ister acem her Müslüman'a üç dinar dağıtılmasını kararlaştırmıştı. İşte, Peygamber'in hayatı boyunca uyguladığı sünnet de bu idi.
İmam Ali (a.s) böylece Ömer b. Hattab'ın bidatini de ortadan kaldırmış oluyordu. Çünkü Ömer, Arapları acemlerden daha üstün tutar, acemlere verilenin iki katını Araplara verirdi.
Halkın Hz. Ali'ye (a.s) karşı tavır almasını sağlamak için onların ortadan kaldırılan bu bidati gerekçe olarak göstermeleri yeterli geliyordu. Çünkü sahabeler Hz. Peygamber'in sünneti yerine Ömer'in bidatini daha çok seviyorlardı. Biz, Kureyş'in Ömer'i sevmesindeki sebepleri açıklarken bu noktaya değinmeyi unutmuştuk. Ömer Kureyş'i diğer Müslümanlardan daha üstün tutuyor, Arap milliyetini diğer milliyetlerden üstün görüyordu. Onun döneminde milliyetçilik, kabilecilik ve burjuvacılık Müslümanlar arasında bir bidat olarak kaldı.
Hz. Peygamber efendimizin vefatından yirmi beş yıl geçtikten sonra Hz. Ali (a.s) Kureyş'i nasıl tekrar eski hâline, yani Peygamber zamanına geri döndürecekti? Peygamberimiz, Bilal Habeşî ile amcası Abbas'ı bir görür, Beytü'l-Mal'dan her ikisine de aynı miktarda maaş verirdi. Ne var ki Kureyş, Peygamberimizin bu sünnetini bile kabul etmiyordu.
Peygamber efendimizin hayatını incelediğimizde sırf bu eşitlik yüzünden birçok yerde Kureyş'in ona muhalefet ettiğini görüyoruz. İşte bu sebepten dolayı Talha ve Zübeyr, Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) karşı geldiler. Çünkü İmam Ali (a.s) Beytü'l-Mal'dan diğerlerine ne veriyor idiyse onlara da aynısını veriyordu. İstedikleri makamı onlara vermediği gibi haksız yere topladıkları mallardan ötürü de onları hesaba çekmek ve onlardan alacağı malları fakir halka geri vermek istiyordu.
İmam Ali'nin hükümeti çerçevesinde Basra valisi olamayacağını, kendisine herhangi bir makam verilmeyeceğini ve efsanevi servetine el konulacağını anlayan Zübeyr, her şeyini kaybedeceği korkusuyla arkadaşı Talha ile birlikte Hz. Ali'ye (a.s) müracaat etmiş, umre haccı bahanesiyle şehirden çıkmak için izin istemişlerdi. Onların hangi amaçla şehirden çıkmak istediklerini sezinleyen İmam (a.s), "Allah'a ant olsun ki onlar umre değil, hile peşindeler!" buyurmuştur.
Neticede Zübeyr de baldızı Ayşe'ye katıldı. Talha'yla birlikte Ayşe'yi Basra'ya kadar götürdüler. Ayşe Hav'eb denilen yerde köpeklerin havlama seslerini duyunca geri dönmek istedi. Ancak Talha ve Zübeyr, oranın Hav'eb olmadığına dair elli kişiye para vererek yalancı şahitlik yaptırdılar.
Böylece müminlerin annesi, Allah'a ve kocasına itaatsizlik etmeye devam edecek, onlarla birlikte yoluna devam edecekti. Ayşe çok iyi biliyordu ki, bulunduğu konum insanları etki altında bırakmak için Talha ve Zübeyr'in konumundan çok daha önemliydi. Onlar, çeyrek asır boyunca Ayşe'yi Allah resulünün biricik sevgilisi, eşi ve Ebubekir'in sevgili kızı olarak tanıttılar ve halka dinin yarısının onda olduğu mesajını verdiler.
Ne ilginçtir ki seçkin sahabeler Zübeyr'i Osman'ı öldürmekle suçlarken Zübeyr de Osman'ın intikamını almak için kıyama kalkışıyordu. Nitekim İmim Ali (a.s) savaş meydanında ona hitaben şöyle buyurmuştu:
"Osman'ı sen öldürdüğün halde onun intikamını benden mi almak istiyorsun?" [4]
Mesudî de bu konuda şöyle der: «Hz. Ali, Zübeyr'e "Ne ilginç! Ey Zübeyr, bu ayaklanmanın sebebi nedir?" diye sordu. Zübeyr, "Osman'ın intikamı" deyince Ali (a.s), "O halde hangimiz Osman'ın kanına daha yakınsak Allah da onu öldürsün!" diye cevap verdi.»
Hakim, Müstedrek'inde şöyle yazmıştır: «Talha ve Zübeyr Basra'ya vardıklarında halk onlara niçin geldiklerini sordu. Osman'ın intikamını almak için geldiklerini söyleyince Hüseyin şöyle dedi:
"Fesüphanallah! Sizce bu halk 'Osman'ı öldürecek biri varsa o da sizsiniz' demeyecek kadar akılsız mı?"»
Zübeyr de tıpkı dostu Talha gibi Osman'ı aldatmıştı. Halkı onu öldürmeye teşvik etti, sonra da kendi isteğiyle İmam Ali'ye biat etti ve aradan birkaç gün geçtikten sonra biatinden geri döndü. O da Basra'ya giderek Osman'ın intikamını almak istiyordu. Basra'ya vardığında orada çıkan olaylara ve işlenen suçlara ortak oldu. Taraftarlarıyla birlikte yetmişten fazla şehir muhafızını öldürdü. Beytü'l-Mal'ı yağmaladı.
Tarihçilerin yazdığına göre, Basra'ya geldiklerinde vali Osman b. Huneyf ile bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre Ali Basra'ya gelinceye kadar ona dokunmayacaklardı. Ancak sözlerinde durmadılar. Osman b. Huneyf halka yatsı namazını kıldırırken saldırıya geçtiler. Orada bulunan herkesi, ellerini ve ayaklarını bağladıktan sonra kılıçtan geçirdiler. Osman b. Huneyf'i de öldürmek istiyorlardı. Ancak Osman'ın kardeşi Sehl b. Huneyf Medine valisiydi ve onu öldürdükleri takdirde Medine'deki ailelerine zarar verebilir düşüncesiyle bundan vazgeçmek zorunda kaldılar. Yine de aşırı derecede döverek saçını ve sakalını yoldular. Sonra da hapsedip olabildiğince işkence yaptılar. Bununla da kalmayıp Beytü'l-Mal'a saldırdılar. Orada bulunan kırk görevliyi öldürdüler.
Tâhâ Hüseyin bu ihaneti şöyle anlatır: "Bu güruh sadece Ali ile olan anlaşmasını bozmakla kalmamış, Osman b. Huneyf ile yapılan ateşkes anlaşmasını da ayaklar altına almıştı. Daha da ileri giderek Beytü'l-Mal'ın yağmalanmasına, valinin zindana atılmasına ve askerlerin öldürülmesine karşı çıkan herkesi öldürdüler." [5]
Hz. Ali (a.s) Basra'ya geldiğinde onlarla hemen savaşmadı. Önce onları Kurân'a davet etti. Bunu kabul etmeyerek onlara Kuran'ı sunan elçiyi öldürdüler. Buna rağmen İmam (a.s) onlarla tekrar konuşmayı denedi ve Talha'yla konuştuğu gibi Zübeyr'i de muhatap alarak şöyle dedi:
"Ey Zübeyr! Hatırlıyor musun; sen ve Allah resulü birlikte Benî Ganim kabilesinin arasından geçiyordunuz. Derken Resul-i Ekrem bana dönerek gülümsedi, ben de ona gülümsedim. Sen, 'Ebu Talib'in oğlu kibrinden vazgeçmiyor!' deyince Resul-i Ekrem (s.a.a) sana, 'Sus, onda kibir olmaz; gün gelecek, sen ona zulmedecek ve onunla savaşacaksın!' diye karşılık vermişti?" [6]
İbn-i Ebil Hadid, İmam Ali'nin (a.s) bir hutbesinde şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Allah'ım, Zübeyr benimle olan akrabalık bağını kopardı; bana olan biatini bozdu ve düşmanıma yardım etti. Öyleyse kendi bildiğin gibi onun şerrini benden uzak tut!" [7]
İmam Ali'nin (a.s) Nehcü'l-Belaga'da Talha ve Zübeyr hakkında şöyle buyurduğu yazılıdır:
"Allah'ım, bu ikisi benden koptu ve bana zulmetti. Biatlerinden döndüler ve insanları benim aleyhime kışkırttılar. Öyleyse neyi bağlamışlarsa sen aç, neyi umut etmişlerse umutlarını suya düşür, yaptıkları ve arzu ettikleri bütün kötülükleri onlara göster. Savaşmadan önce tövbe etmelerini istedim ve onlarla savaşmakta acele etmedim. Yine de onlar iyiliğe yanaşmayıp esenliği kabul etmediler." [8]
Savaş henüz başlamadan önce onlara yazdığı bir mektupta şöyle buyuruyordu:
"Ey büyükler! Gelin, düşüncenizden vazgeçin. Buraya kadar yaptıklarınız sizin için sadece utançtı. Ama bundan sonra sizi hem utanç, hem cehennem ateşi bekliyor olacak. Allaha ısmarladık!" [9]
Bu acı gerçek Zübeyr'in akıbetini gözler önüne seriyor. Her ne kadar bazı tarih yazarları onun hakkında 'Hz. Ali ona Peygamberimizin hadisini hatırlatınca savaştan ayrıldı ve Seba' Vadisi'ne gitti; İbn-i Cermuz da onu burada öldürdü' diye yazmışsa da bunun ona faydası yoktu. Çünkü Peygamberimiz daha önce gelecekten haber vermiş; "Sen Ali'yle savaşacak ve ona zulmedeceksin" buyurmuştu.
Bazı tarihçilere göre de Hz. Ali (a.s) ona Peygamber'in sözünü hatırlattığında Zübeyr savaştan ayrıldı, ama oğlu Abdullah onu korkaklıkla suçlayınca galeyana gelip tekrar savaştı, ölünceye kadar da savaştan ayrılmadı.
Bu söz gerçeğe daha yakın gibi. Zaten hadis de gaipten haber veriyor. Peygamberimiz, Kurân-ı Kerim gereğince heva ve hevesiyle konuşmayacağına göre Zübeyr'in yaptıkları ortadadır. Eğer gerçekten pişman olmuşsa ve tövbe etmişse, o halde neden Peygamber'in şu buyruğuna amel etmemiş:
"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onun dostlarıyla dost, düşmanlarıyla da düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et. Onu yalnız bırakanı sen de yalnız bırak!"
Bu hadis gereğince neden Hz. Ali'ye (a.s) yardım etmedi? Neden onun gönlünü almadı? Diyelim ki, o zaman bunu yapamadı; peki neden savaşmak için getirdiği halkı bir araya toplayıp onlara gerçeği anlatmadı? Hz. Peygamberin sözünü unuttuğunu, hakikati şimdi hatırladığını neden söylemedi? Neden savaştan vazgeçmeyerek günahsız Müslümanların kanının dökülmesine sebep oldu?
Görüyoruz ki, o, bunların hiçbirini yapmadı. Çünkü Zübeyr'in tövbe konusu bir uydurmadan ibaretti. Belki de Ali'nin hak ve Zübeyr'in batıl olduğunu görenler, şaşkınlıklarını bu şekilde telafi etmeye çalışmışlar, çareyi bu rivayeti uydurmada bulmuşlardı. Talha ve Zübeyr'i cennete sokabilmek ve onların sonunu iyi gösterebilmek için Merven'ın Talha'yı öldürmesi gibi hikâyeler uydurdular. Zaten onlar istediklerini cennete, istediklerini de cehenneme sokuyorlar.
Bu rivayetin yalan olduğunu gösteren delillerden biri de Hz. Ali'nin (a.s), onları savaştan alıkoymak için yazmış olduğu şu mektuptu; mektupta kısaca şöyle diyordu:
"…Buraya kadar yaptıklarınız sizin için sadece utançtı. Ama bundan sonra sizi hem utanç, hem cehennem ateşi bekliyor olacak…" [10]
Kimse onların İmam (a.s)'a cevap verdiklerini, emrini dinlediklerini veya mektubuna cevap yazdıklarını nakletmemiş ve söylememiştir. Daha da öteye, İmam (a.s) onları savaştan önce Kurân'a uymaya davet etmişti, ama onlar bunu kabul etmemiş ve Kurân'ı getiren elçiyi öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali de (a.s) onlarla savaşmayı helal kılmıştı.
Bazı tarihçilerin yazmış olduğu gülünç hikâyeleri okursanız, hakikatten ne kadar uzakta olduklarını ve gerçeği anlayamadıklarını göreceksiniz. Bazıları der ki:
«Zübeyr, Ammar b. Yasir'in Hz. Ali'yle birlikte savaşa geldiğini öğrenince "Ah, ben perişan oldum, belim büküldü!" diye hayıflanmış, bedeni titremiş ve kılıcı elinden düşmüştü. Yanındakilerden biri bu manzarayı görünce, "Yazıklar olsun bana! Yanında yaşamayı ve yanında ölmeyi arzu ettiğim Zübeyr bu mu? Allah'a ant olsun ki tüm bunlar Peygamber'den (s.a.a) duyduğu hadis yüzünden oldu!"» [11]
Bu rivayeti uydurmakla Zübeyr'in, Peygamberimizin "Ne ilginç ki Ammar'ı azgın bir topluluk öldürecek!" şeklindeki hadisini hatırladığını, bu yüzden bedeninin titremeye başladığını ve azgın topluluk olmaktan korktuğunu ima etmek istemişlerdir. Bunlar bizi akılsız yerine koyup bizi alaya almaya çalışıyorlar. Ama Allah'a şükürler olsun ki bizim aklımız tam ve doğrudur. Onların bu sözünü kabul etmiyoruz. Çünkü nasıl olur da Zübeyr, Peygamberimizin "Ammar'ı azgın bir topluluk öldürecek!" hadisinden korkar da Hz. Ali (a.s) hakkında duyduğu çok sayıda hadisi bildiği halde bunlardan korkmaz? Acaba Ammar, Zübeyr'e göre Ali'den daha mı üstündü? Acaba Zübeyr, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu duymamış mıydı:
"Ey Ali! Seni müminden başkası sevmez ve münafıktan başkası seninle düşmanlık etmez."
"Ali hak iledir, hak da Ali iledir. O nereye dönerse hak da onunla döner."
"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onun dostlarıyla dost, düşmanlarıyla da düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et. Onu yalnız bırakanı sen de yalnız bırak!"
"Ey Ali! Kim seninle savaşırsa ben de onunla savaşırım ve kim seninle barış içerisinde olursa ben de onunla barış içerisinde olurum."
"Bayrağı öyle birine vereceğim ki, o, Allah'ı ve Peygamber'ini sever; Allah ve Peygamber'i de onu sever."
"Ben nazil olan Kurân('ı kabullendirmek) için savaştım, Ali de onun yorumu için savaşacak ve ümmetimi ihtilaf ettikleri konularda aydınlatacaktır."
"Ey Ali! Seninle ahitleşiyorum. Ama (şunu bil ki) sana karşı ahitlerinden dönenler, zulmedenler ve ayaklanma çıkaranlar olacak ve sen onlarla savaşacaksın."
Bu konular hakkında buyurduğu son söz de Zübeyr'e hitaben söylediği hadisi olmuştu: "Sen Ali'yle savaşacak ve ona zulmedeceksin!"
Zübeyr bütün bu hakikatleri nasıl olur da bilemez? Hâlbuki bunları Peygamber'den akrabalık bağı olmayan insanlar bile duymuştu ve biliyorlardı. Ne var ki o, bunları görmezlikten geldi. Üstelik o hem Peygamber'in (s.a.a) hem de Hz. Ali'nin (a.s) halalarının oğluydu. Bu tür uydurmalar ancak gerçekleri kulak ardı eden ölü zihniyetlerin ürünü olabilir. Tarihin gerçeklerini göremiyor ve halk için yalancı bahaneler uydurarak Talha ve Zübeyr'i zorla cennetle müjdelenen (!) on kişinin arasına sokmaya çalışıyorlar.
“Bu onların kuruntularıdır. De ki: «Doğru sözlü iseniz delilinizi getirin.” 12]
"Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapıları açılmaz; halat (veya deve) iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.“ [13]
________________________
[1]-Altı kişilik şurayı Ömer b. Hattab icat etmişti. Bu kurnazca yöntemle Hz. Ali (a.s) karşısında rakipler yarattı. Çünkü bütün sahabe hilafetin İmam Ali'ye ait olduğunu biliyordu. Kureyş haksız yere bu makamı ondan aldı. Hz. Fatıma (s.a) bu konuda onlarla konuştuğunda, "Eğer kocan daha önce gelseydi, bu hakkı başkasına vermezdik" dediler. Ömer, ölümünden sonra hilafetin gerçek sahibine ulaşmasına razı değildi. Hilafet hevesi taşıyanları rakip olarak ortaya attı. Bunlar, riyaset arzuyla yaşayan, dinlerini dünyalarına satmış ve hüsrana uğramış kimselerdi.
[2]-el-Fitnetü'l-Kübra, Tâhâ Hüseyin, c.1, s.147.
[3]-Sahih-i Buharî, c.4, s.53.
[4]-Tarih-i Taberî, c.4, s.509; el-Kamil, İbn-i Esir, c.3, s.102.
[5]-el-Fitnetü'l-Kübra, Tâhâ Hüseyin, c.2, s.465, Tâhâ Daru'l-Kitabi'l-Lübnanî.
[6]-Tarih-i Taberî, c.4, s.502, Cemel Savaşı bölümü; Tarih-i Mesudî, c.2, s.368; Tarih-i İbn-i A'sem, c.2, s.310.
[7]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, İbn-i Ebil Hadid, c.1, s.306.
[8]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, Muhammed Abduh, c.2, s.21; Şerh-i Nehcü'l-Belaga, İbn-i Ebil Hadid, c.1, s.310.
[9]-Aynı kaynak, c.3, s.112.
[10]-Aynı kaynak, c.3, s.112.
[11]-Tarih-i Taberî, c.4, s.511.
[12]-Bakara, 111.
[13]-Âraf, 40.
Zübeyr b. Avvam; önde gelen sahabelerden, ilk hicret edenlerden ve aynı zamanda Peygamberimizin yakın akrabalarındandır. Abdülmüttalib'in kızı Safiye'nin (Resul-i Ekrem'in halası) oğludur. Zübeyr, Ebubekir'in bir diğer kızı Esma (Ayşe'nin kız kardeşi) ile evlenmiş, Ömer b. Hattab'ın hilafete aday gösterdiği kimseler arasına girmişti. [1]
Zübeyr de Ehlisünnet ve'l-Cemaat'e göre cennetle müjdelenen on kişiden biriydi.
Talha'nın adının geçtiği her yerde onun adına da rastlamak mümkündür. Tarihte Talha nerede anılmışsa Zübeyr de onun yanında ve Zübeyr nerede anılmışsa Talha da onun yanında anılmıştır. O da dünyaya meyledenler arasındaydı.
Taberî'nin dediğine göre Zübeyr öldükten sonra elli bin dinar nakit para, bin at, bin köle, bazı mülkler ve Basra, Kûfe, Mısır vb. şehirlerdeki birçok arazisini geriye miras olarak bırakmıştı.
Tâhâ Hüseyin bu konuda şöyle der:
"Tarihçiler arasında Zübeyr'in mirası hakkında ihtilaf vardır. En az söyleyenler, mirasçılarının 35 milyon dinarlık bir mal varlığını aralarında paylaştıklarını yazarlar. Ortalama hesaplayan bazıları da bunu 40 milyon dinar olarak nakletmişlerdir."
Yine de pek şaşırmamak gerekir. Çünkü Zübeyr'in Fustat, İskenderiye, Basra, Kûfe ve daha birçok yerde arazileri; Medine'de on bir evi ve bunlara ilave olarak da tahıl ambarları ve diğer mal varlıkları vardı. [2] Ama Buharî'nin rivayetine göre Zübeyr, 5 milyon 200 bin dinar miras bırakmıştı. [3]
Bizim bu incelemelerle sahabeyi sorgulamak gibi bir niyetimiz yok. Belki de bütün bu mal varlıkları helal yoldan elde edilmiştir! Ama Talha ve Zübeyr'in dünyaya olan düşkünlüklerini ve bu konudaki hırslarını gördüğümüzde Hz. Ali'yle (a.s) olan biatlerini neden bozduklarını daha iyi anlıyoruz. Çünkü Hz. Ali (a.s), Osman'ın Beytü'l-Mal'dan haksız yere verdiği malları onlardan geri istiyordu. Daha da öteye, halife olduğunda ilk işi, insanları tekrar Peygamber'in sünnetine geri döndürmek oldu. Bu konudaki ıslahatlara önce Beytü'l-malın doğru bir şekilde dağıtılmasını sağlayarak başladı. İster Arap olsun, ister acem her Müslüman'a üç dinar dağıtılmasını kararlaştırmıştı. İşte, Peygamber'in hayatı boyunca uyguladığı sünnet de bu idi.
İmam Ali (a.s) böylece Ömer b. Hattab'ın bidatini de ortadan kaldırmış oluyordu. Çünkü Ömer, Arapları acemlerden daha üstün tutar, acemlere verilenin iki katını Araplara verirdi.
Halkın Hz. Ali'ye (a.s) karşı tavır almasını sağlamak için onların ortadan kaldırılan bu bidati gerekçe olarak göstermeleri yeterli geliyordu. Çünkü sahabeler Hz. Peygamber'in sünneti yerine Ömer'in bidatini daha çok seviyorlardı. Biz, Kureyş'in Ömer'i sevmesindeki sebepleri açıklarken bu noktaya değinmeyi unutmuştuk. Ömer Kureyş'i diğer Müslümanlardan daha üstün tutuyor, Arap milliyetini diğer milliyetlerden üstün görüyordu. Onun döneminde milliyetçilik, kabilecilik ve burjuvacılık Müslümanlar arasında bir bidat olarak kaldı.
Hz. Peygamber efendimizin vefatından yirmi beş yıl geçtikten sonra Hz. Ali (a.s) Kureyş'i nasıl tekrar eski hâline, yani Peygamber zamanına geri döndürecekti? Peygamberimiz, Bilal Habeşî ile amcası Abbas'ı bir görür, Beytü'l-Mal'dan her ikisine de aynı miktarda maaş verirdi. Ne var ki Kureyş, Peygamberimizin bu sünnetini bile kabul etmiyordu.
Peygamber efendimizin hayatını incelediğimizde sırf bu eşitlik yüzünden birçok yerde Kureyş'in ona muhalefet ettiğini görüyoruz. İşte bu sebepten dolayı Talha ve Zübeyr, Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) karşı geldiler. Çünkü İmam Ali (a.s) Beytü'l-Mal'dan diğerlerine ne veriyor idiyse onlara da aynısını veriyordu. İstedikleri makamı onlara vermediği gibi haksız yere topladıkları mallardan ötürü de onları hesaba çekmek ve onlardan alacağı malları fakir halka geri vermek istiyordu.
İmam Ali'nin hükümeti çerçevesinde Basra valisi olamayacağını, kendisine herhangi bir makam verilmeyeceğini ve efsanevi servetine el konulacağını anlayan Zübeyr, her şeyini kaybedeceği korkusuyla arkadaşı Talha ile birlikte Hz. Ali'ye (a.s) müracaat etmiş, umre haccı bahanesiyle şehirden çıkmak için izin istemişlerdi. Onların hangi amaçla şehirden çıkmak istediklerini sezinleyen İmam (a.s), "Allah'a ant olsun ki onlar umre değil, hile peşindeler!" buyurmuştur.
Neticede Zübeyr de baldızı Ayşe'ye katıldı. Talha'yla birlikte Ayşe'yi Basra'ya kadar götürdüler. Ayşe Hav'eb denilen yerde köpeklerin havlama seslerini duyunca geri dönmek istedi. Ancak Talha ve Zübeyr, oranın Hav'eb olmadığına dair elli kişiye para vererek yalancı şahitlik yaptırdılar.
Böylece müminlerin annesi, Allah'a ve kocasına itaatsizlik etmeye devam edecek, onlarla birlikte yoluna devam edecekti. Ayşe çok iyi biliyordu ki, bulunduğu konum insanları etki altında bırakmak için Talha ve Zübeyr'in konumundan çok daha önemliydi. Onlar, çeyrek asır boyunca Ayşe'yi Allah resulünün biricik sevgilisi, eşi ve Ebubekir'in sevgili kızı olarak tanıttılar ve halka dinin yarısının onda olduğu mesajını verdiler.
Ne ilginçtir ki seçkin sahabeler Zübeyr'i Osman'ı öldürmekle suçlarken Zübeyr de Osman'ın intikamını almak için kıyama kalkışıyordu. Nitekim İmim Ali (a.s) savaş meydanında ona hitaben şöyle buyurmuştu:
"Osman'ı sen öldürdüğün halde onun intikamını benden mi almak istiyorsun?" [4]
Mesudî de bu konuda şöyle der: «Hz. Ali, Zübeyr'e "Ne ilginç! Ey Zübeyr, bu ayaklanmanın sebebi nedir?" diye sordu. Zübeyr, "Osman'ın intikamı" deyince Ali (a.s), "O halde hangimiz Osman'ın kanına daha yakınsak Allah da onu öldürsün!" diye cevap verdi.»
Hakim, Müstedrek'inde şöyle yazmıştır: «Talha ve Zübeyr Basra'ya vardıklarında halk onlara niçin geldiklerini sordu. Osman'ın intikamını almak için geldiklerini söyleyince Hüseyin şöyle dedi:
"Fesüphanallah! Sizce bu halk 'Osman'ı öldürecek biri varsa o da sizsiniz' demeyecek kadar akılsız mı?"»
Zübeyr de tıpkı dostu Talha gibi Osman'ı aldatmıştı. Halkı onu öldürmeye teşvik etti, sonra da kendi isteğiyle İmam Ali'ye biat etti ve aradan birkaç gün geçtikten sonra biatinden geri döndü. O da Basra'ya giderek Osman'ın intikamını almak istiyordu. Basra'ya vardığında orada çıkan olaylara ve işlenen suçlara ortak oldu. Taraftarlarıyla birlikte yetmişten fazla şehir muhafızını öldürdü. Beytü'l-Mal'ı yağmaladı.
Tarihçilerin yazdığına göre, Basra'ya geldiklerinde vali Osman b. Huneyf ile bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre Ali Basra'ya gelinceye kadar ona dokunmayacaklardı. Ancak sözlerinde durmadılar. Osman b. Huneyf halka yatsı namazını kıldırırken saldırıya geçtiler. Orada bulunan herkesi, ellerini ve ayaklarını bağladıktan sonra kılıçtan geçirdiler. Osman b. Huneyf'i de öldürmek istiyorlardı. Ancak Osman'ın kardeşi Sehl b. Huneyf Medine valisiydi ve onu öldürdükleri takdirde Medine'deki ailelerine zarar verebilir düşüncesiyle bundan vazgeçmek zorunda kaldılar. Yine de aşırı derecede döverek saçını ve sakalını yoldular. Sonra da hapsedip olabildiğince işkence yaptılar. Bununla da kalmayıp Beytü'l-Mal'a saldırdılar. Orada bulunan kırk görevliyi öldürdüler.
Tâhâ Hüseyin bu ihaneti şöyle anlatır: "Bu güruh sadece Ali ile olan anlaşmasını bozmakla kalmamış, Osman b. Huneyf ile yapılan ateşkes anlaşmasını da ayaklar altına almıştı. Daha da ileri giderek Beytü'l-Mal'ın yağmalanmasına, valinin zindana atılmasına ve askerlerin öldürülmesine karşı çıkan herkesi öldürdüler." [5]
Hz. Ali (a.s) Basra'ya geldiğinde onlarla hemen savaşmadı. Önce onları Kurân'a davet etti. Bunu kabul etmeyerek onlara Kuran'ı sunan elçiyi öldürdüler. Buna rağmen İmam (a.s) onlarla tekrar konuşmayı denedi ve Talha'yla konuştuğu gibi Zübeyr'i de muhatap alarak şöyle dedi:
"Ey Zübeyr! Hatırlıyor musun; sen ve Allah resulü birlikte Benî Ganim kabilesinin arasından geçiyordunuz. Derken Resul-i Ekrem bana dönerek gülümsedi, ben de ona gülümsedim. Sen, 'Ebu Talib'in oğlu kibrinden vazgeçmiyor!' deyince Resul-i Ekrem (s.a.a) sana, 'Sus, onda kibir olmaz; gün gelecek, sen ona zulmedecek ve onunla savaşacaksın!' diye karşılık vermişti?" [6]
İbn-i Ebil Hadid, İmam Ali'nin (a.s) bir hutbesinde şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Allah'ım, Zübeyr benimle olan akrabalık bağını kopardı; bana olan biatini bozdu ve düşmanıma yardım etti. Öyleyse kendi bildiğin gibi onun şerrini benden uzak tut!" [7]
İmam Ali'nin (a.s) Nehcü'l-Belaga'da Talha ve Zübeyr hakkında şöyle buyurduğu yazılıdır:
"Allah'ım, bu ikisi benden koptu ve bana zulmetti. Biatlerinden döndüler ve insanları benim aleyhime kışkırttılar. Öyleyse neyi bağlamışlarsa sen aç, neyi umut etmişlerse umutlarını suya düşür, yaptıkları ve arzu ettikleri bütün kötülükleri onlara göster. Savaşmadan önce tövbe etmelerini istedim ve onlarla savaşmakta acele etmedim. Yine de onlar iyiliğe yanaşmayıp esenliği kabul etmediler." [8]
Savaş henüz başlamadan önce onlara yazdığı bir mektupta şöyle buyuruyordu:
"Ey büyükler! Gelin, düşüncenizden vazgeçin. Buraya kadar yaptıklarınız sizin için sadece utançtı. Ama bundan sonra sizi hem utanç, hem cehennem ateşi bekliyor olacak. Allaha ısmarladık!" [9]
Bu acı gerçek Zübeyr'in akıbetini gözler önüne seriyor. Her ne kadar bazı tarih yazarları onun hakkında 'Hz. Ali ona Peygamberimizin hadisini hatırlatınca savaştan ayrıldı ve Seba' Vadisi'ne gitti; İbn-i Cermuz da onu burada öldürdü' diye yazmışsa da bunun ona faydası yoktu. Çünkü Peygamberimiz daha önce gelecekten haber vermiş; "Sen Ali'yle savaşacak ve ona zulmedeceksin" buyurmuştu.
Bazı tarihçilere göre de Hz. Ali (a.s) ona Peygamber'in sözünü hatırlattığında Zübeyr savaştan ayrıldı, ama oğlu Abdullah onu korkaklıkla suçlayınca galeyana gelip tekrar savaştı, ölünceye kadar da savaştan ayrılmadı.
Bu söz gerçeğe daha yakın gibi. Zaten hadis de gaipten haber veriyor. Peygamberimiz, Kurân-ı Kerim gereğince heva ve hevesiyle konuşmayacağına göre Zübeyr'in yaptıkları ortadadır. Eğer gerçekten pişman olmuşsa ve tövbe etmişse, o halde neden Peygamber'in şu buyruğuna amel etmemiş:
"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onun dostlarıyla dost, düşmanlarıyla da düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et. Onu yalnız bırakanı sen de yalnız bırak!"
Bu hadis gereğince neden Hz. Ali'ye (a.s) yardım etmedi? Neden onun gönlünü almadı? Diyelim ki, o zaman bunu yapamadı; peki neden savaşmak için getirdiği halkı bir araya toplayıp onlara gerçeği anlatmadı? Hz. Peygamberin sözünü unuttuğunu, hakikati şimdi hatırladığını neden söylemedi? Neden savaştan vazgeçmeyerek günahsız Müslümanların kanının dökülmesine sebep oldu?
Görüyoruz ki, o, bunların hiçbirini yapmadı. Çünkü Zübeyr'in tövbe konusu bir uydurmadan ibaretti. Belki de Ali'nin hak ve Zübeyr'in batıl olduğunu görenler, şaşkınlıklarını bu şekilde telafi etmeye çalışmışlar, çareyi bu rivayeti uydurmada bulmuşlardı. Talha ve Zübeyr'i cennete sokabilmek ve onların sonunu iyi gösterebilmek için Merven'ın Talha'yı öldürmesi gibi hikâyeler uydurdular. Zaten onlar istediklerini cennete, istediklerini de cehenneme sokuyorlar.
Bu rivayetin yalan olduğunu gösteren delillerden biri de Hz. Ali'nin (a.s), onları savaştan alıkoymak için yazmış olduğu şu mektuptu; mektupta kısaca şöyle diyordu:
"…Buraya kadar yaptıklarınız sizin için sadece utançtı. Ama bundan sonra sizi hem utanç, hem cehennem ateşi bekliyor olacak…" [10]
Kimse onların İmam (a.s)'a cevap verdiklerini, emrini dinlediklerini veya mektubuna cevap yazdıklarını nakletmemiş ve söylememiştir. Daha da öteye, İmam (a.s) onları savaştan önce Kurân'a uymaya davet etmişti, ama onlar bunu kabul etmemiş ve Kurân'ı getiren elçiyi öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali de (a.s) onlarla savaşmayı helal kılmıştı.
Bazı tarihçilerin yazmış olduğu gülünç hikâyeleri okursanız, hakikatten ne kadar uzakta olduklarını ve gerçeği anlayamadıklarını göreceksiniz. Bazıları der ki:
«Zübeyr, Ammar b. Yasir'in Hz. Ali'yle birlikte savaşa geldiğini öğrenince "Ah, ben perişan oldum, belim büküldü!" diye hayıflanmış, bedeni titremiş ve kılıcı elinden düşmüştü. Yanındakilerden biri bu manzarayı görünce, "Yazıklar olsun bana! Yanında yaşamayı ve yanında ölmeyi arzu ettiğim Zübeyr bu mu? Allah'a ant olsun ki tüm bunlar Peygamber'den (s.a.a) duyduğu hadis yüzünden oldu!"» [11]
Bu rivayeti uydurmakla Zübeyr'in, Peygamberimizin "Ne ilginç ki Ammar'ı azgın bir topluluk öldürecek!" şeklindeki hadisini hatırladığını, bu yüzden bedeninin titremeye başladığını ve azgın topluluk olmaktan korktuğunu ima etmek istemişlerdir. Bunlar bizi akılsız yerine koyup bizi alaya almaya çalışıyorlar. Ama Allah'a şükürler olsun ki bizim aklımız tam ve doğrudur. Onların bu sözünü kabul etmiyoruz. Çünkü nasıl olur da Zübeyr, Peygamberimizin "Ammar'ı azgın bir topluluk öldürecek!" hadisinden korkar da Hz. Ali (a.s) hakkında duyduğu çok sayıda hadisi bildiği halde bunlardan korkmaz? Acaba Ammar, Zübeyr'e göre Ali'den daha mı üstündü? Acaba Zübeyr, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu duymamış mıydı:
"Ey Ali! Seni müminden başkası sevmez ve münafıktan başkası seninle düşmanlık etmez."
"Ali hak iledir, hak da Ali iledir. O nereye dönerse hak da onunla döner."
"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onun dostlarıyla dost, düşmanlarıyla da düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et. Onu yalnız bırakanı sen de yalnız bırak!"
"Ey Ali! Kim seninle savaşırsa ben de onunla savaşırım ve kim seninle barış içerisinde olursa ben de onunla barış içerisinde olurum."
"Bayrağı öyle birine vereceğim ki, o, Allah'ı ve Peygamber'ini sever; Allah ve Peygamber'i de onu sever."
"Ben nazil olan Kurân('ı kabullendirmek) için savaştım, Ali de onun yorumu için savaşacak ve ümmetimi ihtilaf ettikleri konularda aydınlatacaktır."
"Ey Ali! Seninle ahitleşiyorum. Ama (şunu bil ki) sana karşı ahitlerinden dönenler, zulmedenler ve ayaklanma çıkaranlar olacak ve sen onlarla savaşacaksın."
Bu konular hakkında buyurduğu son söz de Zübeyr'e hitaben söylediği hadisi olmuştu: "Sen Ali'yle savaşacak ve ona zulmedeceksin!"
Zübeyr bütün bu hakikatleri nasıl olur da bilemez? Hâlbuki bunları Peygamber'den akrabalık bağı olmayan insanlar bile duymuştu ve biliyorlardı. Ne var ki o, bunları görmezlikten geldi. Üstelik o hem Peygamber'in (s.a.a) hem de Hz. Ali'nin (a.s) halalarının oğluydu. Bu tür uydurmalar ancak gerçekleri kulak ardı eden ölü zihniyetlerin ürünü olabilir. Tarihin gerçeklerini göremiyor ve halk için yalancı bahaneler uydurarak Talha ve Zübeyr'i zorla cennetle müjdelenen (!) on kişinin arasına sokmaya çalışıyorlar.
“Bu onların kuruntularıdır. De ki: «Doğru sözlü iseniz delilinizi getirin.” 12]
"Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapıları açılmaz; halat (veya deve) iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.“ [13]
________________________
[1]-Altı kişilik şurayı Ömer b. Hattab icat etmişti. Bu kurnazca yöntemle Hz. Ali (a.s) karşısında rakipler yarattı. Çünkü bütün sahabe hilafetin İmam Ali'ye ait olduğunu biliyordu. Kureyş haksız yere bu makamı ondan aldı. Hz. Fatıma (s.a) bu konuda onlarla konuştuğunda, "Eğer kocan daha önce gelseydi, bu hakkı başkasına vermezdik" dediler. Ömer, ölümünden sonra hilafetin gerçek sahibine ulaşmasına razı değildi. Hilafet hevesi taşıyanları rakip olarak ortaya attı. Bunlar, riyaset arzuyla yaşayan, dinlerini dünyalarına satmış ve hüsrana uğramış kimselerdi.
[2]-el-Fitnetü'l-Kübra, Tâhâ Hüseyin, c.1, s.147.
[3]-Sahih-i Buharî, c.4, s.53.
[4]-Tarih-i Taberî, c.4, s.509; el-Kamil, İbn-i Esir, c.3, s.102.
[5]-el-Fitnetü'l-Kübra, Tâhâ Hüseyin, c.2, s.465, Tâhâ Daru'l-Kitabi'l-Lübnanî.
[6]-Tarih-i Taberî, c.4, s.502, Cemel Savaşı bölümü; Tarih-i Mesudî, c.2, s.368; Tarih-i İbn-i A'sem, c.2, s.310.
[7]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, İbn-i Ebil Hadid, c.1, s.306.
[8]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, Muhammed Abduh, c.2, s.21; Şerh-i Nehcü'l-Belaga, İbn-i Ebil Hadid, c.1, s.310.
[9]-Aynı kaynak, c.3, s.112.
[10]-Aynı kaynak, c.3, s.112.
[11]-Tarih-i Taberî, c.4, s.511.
[12]-Bakara, 111.
[13]-Âraf, 40.
En son f_altan tarafından 06 Ara 2008, 07:47 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
HZ. ALİ’NİN HALİFELERE ÜSTÜNLÜĞÜ(1)alevisesi yazdı:Zülfükaaar yazdı:
Hazret-i Ebu Bekir'e dil uzatılamaz
............
(Ebu Bekir, insanların en üstünüdür. Yalnız Peygamber değildir.) [Deylemi]
Bu hadisi uyduranlara sormak gerekir: Ebu Bekir hangi açıdan bütün insanlardan üstündü? Üstünlük sizce ne iledir? Üstünlük; ilim, iman, şecaat, takva, fedakarlık, Peygamber’e (s.a.a) yakınlık vs. şeylerledir diyebiliriz. Şimdi ilmi ele alalım. Çünkü Kuran’da “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor. Acaba Ebu Bekir mi daha âlimdi yoksa Hz. Ali mi? Bize göre Hz. Ali (a.s) her açıdan özellikle ilim açısından bütün sahabelerden daha alimdi. Çünkü:
Hz. Ali (a.s) daha çocuk iken Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında terbiye oldu. Nitekim bizzat kendisi "Kasıa" adlı hutbesinde bu gerçeği şöyle beyan etmektedir:
"Resulullah'a ne kadar yakın olduğumu, yanında nasıl bir yere ulaştığımı bilirsiniz. Çocukluğumda beni bağrına basar, yatağına alır, lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne yaptığımda bir kötülük bulmuştur. Allah, sütten kesildiği andan itibaren meleklerin büyüklerinden birini ona arkadaş etmişti; O melek, ona gece gündüz yüceliklerin yolunu, alemin güzel ahlakını öğretirdi. Ben de yavrusu devenin ardından nasıl giderse onu öylece takip ederdim; her gün huylarından birini öğretir, ona uymamı isterdi. Her yıl Hira dağına çekilirdi, onu ben görürdüm, benden başkası da görmezdi. O gün İslam, Resulullah (s.a.a) ve Hatice'nin evinden başka hiçbir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım.
O'na vahiy geldiği zaman, şeytanın feryadını duydum da "Ya Resulullah! Bu feryat nedir?" dedim. "Bu kendisine kulluk edilmesinden ümidi kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin, vezirsin ve hayır üzeresin" dedi" [1]
Hz. Ali (a.s) yine şöyle buyurmuşlar:
"Ashab Resulullah'dan her şeyi soran ve açıklama isteyen bir konumda değildi. Öyle ki oradan geçmekte olan bir Arap Bedevi'nin gelip Peygamber'e sormasını ve bu vesileyle ilgili konunun açıklamasını, duymalarını istiyorlardı. Ama ben öyle değildim. Aklıma gelen her şeyi Peygamber'e soruyordum ve duyduğum her şeyi de ezberliyordum." [2]
Yine buyurmuşlar:
"Allah'a yemin olsun ki, inen bütün ayetlerin ne hakkında, nerede ve kimin hakkında nazil olduğunu biliyorum. Allah bana düşünen, sorgulayan bir kalp ve açık bir dil vermiştir." [3]
Hakeza buyurmuşlar:
"Ben Peygamber'e bir şey sorunca beni bilgilendiriyordu. Ben sessiz kalınca da O konuşmaya başlıyordu." [4]
Yine Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle demişler:
Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)'den ilim öğrenme hususunda bir an olsun boş durmuyordu. Necva ayeti (Mücadele/12) nazil olduğunda Hz. Ali (a.s)'ın bir dinarı vardı. Bu dinarı on dirheme çevirdi ve Peygamber'den on ilmî mesele sordu. Her defasında bir dirhemini sadaka olarak verdi. Sonunda da bu ayet nesh oldu. Bu ayet nesh olmadığı müddetçe Hz. Ali dışında hiç kimse bu ayete amel etmemiştir. Hz. Ali sürekli öğrenme aşkı ile yanıyor ve şöyle buyuruyordu:
"Allah'ın Resulü bana her birisinden bin kapı açılan tam bin ilim kapısı öğretti." [5]
Tarihin de tanıklık ettiği gibi ilk üç halife hüküm, siyaset ve savaş stratejileri hususunda ona ihtiyaç duymuşlardır. Özellikle ikinci halife sürekli,
"İçinde Ali'nin olmadığı bir sorunla karşılaşmaktan Allah'a sığınırım"
"Eğer Ali olmasaydı şüphesiz ki rezil rüsva olurdum"
"Eğer Ali olmasaydı helak olmuştum"
sözlerini tekrarlamıştır. [6]
Ashabın birçok bilginleri kendilerini Hz. Ali (a.s)'ın sonsuz ilminin öğrencisi kabul ediyorlardı. İbn-i Abbas şöyle diyordu: "Benim ve ashabın ilminin, Ali’nin (a.s) ilmi karşısındaki konumu bir damlanın yedi deniz karşısındaki konumu gibidir."[7]
Ayrıca şöyle diyordu: "Allah'a and olsun ki ilmin onda dokuzu Ali'ye verilmiştir. Geri kalan onda biri hususunda da Ali insanlarla ortaktır."[8]
Abdullah bin Mesut şöyle diyordu: "Şüphesiz ki Kur'an yedi harf üzere nazil olmuştur. Her harfin bir zahiri ve bir de batını vardır. Kur'an'ın zahir ve batın ilmi ise Ali'nin yanındadır."[9]
Yine şöyle diyordu: "Ali Peygamber (s.a.a)'den sonra insanların en bilginidir. Onu sürekli akan bir deniz gibi gördüm."[10]
Said bin Museyyib ise şöyle diyordu: "Ali'den başka insanlardan hiç kimse "istediğinizi bana sorun" diyememiştir. "
Ebu Tufeyl ise şöyle demiştir:
"Ali (a.s)'ın halka şöyle hitap ettiğine ben de şahidim:
"Bana istediğinizi sorunuz, Allah'a and olsun ki kıyamete kadar olacak her neyi sorarsanız cevaplarım. Bana Allah'ın kitabını sorunuz, Allah'a and olsun ki bütün ayetlerin tek tek gece mi veya gündüz mü, çölde mi ya da dağda mı nazil olduğunu bilirim."[11]
Ehl-i Sünnet ve Şia alimleri Hz. Ali'nin şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
"Beni kaybetmeden önce istediğiniz şeyi benden sorun. Allah'a andolsun ki, eğer fetva kürsüsünde oturursam, Tevrat ehli arasında Tevrat'ın hükmü ile, İncil ehli arasında, İncil ile, Zebur ehli arasında Zebur ile ve Kur'ân ehli arasında Kur'ân'la fetva veririm. Öyle ki eğer Allah Teala o kitapları konuşturmuş olursa ‘Ali doğru dedi, bizde nazil olan hükme göre fetva verdi' derlerdi." [12]
Hz. Ali (a.s)'ın sorulara çok çabuk cevap vermesi herkesi şaşırtıyordu. Bir gün Ömer şöyle dedi: "Ya Ali, beni şaşırtan, bütün ilmî, fıkhî ve siyasi ilimleri çok iyi bilmen değildir, benim asıl şaşırdığım şey senin çok çabuk ve beklemeden cevap vermendir."
Hz. Ali (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdu:
"Ey Ömer, bu elimde kaç parmak vardır?"
-Ömer, "Beş parmak vardır" dedi.
-İmam (a.s), "Öyleyse neden bu sorunun cevabında düşünmedin?"
-Ömer, "Bu açıktır, düşünmeğe gerek yoktur" dedi.
-Hz. Ali (a.s), "Bütün meseleler de benim yanımda beş parmak gibi açıktır." buyurdular.[13]
_________________________
1- Nehc'ül-Belağa 190. Hutbe
2- Nehc'ül-Belağa 210
3- Tabakat İbn-i Sa'd
4- Tabakat-i İbn-i Sa'd
5- Tefsir-i Razı ve Kenz'ul-Ummal, c.6, s.392-405
6- Ensab'ul-Eşraf, s.100
7- İstiab, c.3, s.1104
8- a.g.e
9- Ust'ul-Gabe c. 4, s.22
10- Ensab'ul Eşraf
11-Tefsir-i Taberi c.26, s.16; Tabakat: 338 ve Feth'ul-Bari c.10, s.221
12- Hz. Ali Kimdir?, s.236. (Fazlullah Kompani)
13- a.g.e, s.238.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
HZ. ALİ’NİN HALİFELERE ÜSTÜNLÜĞÜ(2)
1- Büreyde'den naklen: Resulullah (s.a.a) Hayber ehlinin kalelerine indiğinde bayrağı Ebu Bekir'e verdi, fethetmeden geri döndü. Sonra Ömer aldı, Ömer de askerleriyle beraber Hayber'e hücum etti. Fakat sonunda askerleriyle beraber geri kaçtı. Askerler Resulullah (s.a.a)'ın huzurunda Ömer'i ayıpladılar. Ömer de onları ayıpladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve resulünü sever, Allah ve resulü de onu severler. Allah kaleyi onun eliyle fethedecektir."
Ertesi gün sancağı Hz.Ali'ye verdi ve ve Hz. Ali Hayber kalesini fethetti.
Kaynak:
1) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 27
2) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.334
3) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.5,s.33
4) İbn-i Sa'd'ın "Tabakat" c.3, s.158
5) Tarih'üt Tabari c.2, s.93
6) Tirmizi Hadis no: 3970
7) Altı Parmak Peygamberler Tarihi s.644
2- Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğu geçmektedir:
"Ey Kureyş topluluğu! Siz Allah'ın kalbini imanla imtihan ettiği bir kişiyi üzerinize göndererek boynunuzu vurmadıkça çekinecek değilsiniz. Siz koyunun dağılıp kaçıştığı gibi, onun etrafından dağılıp kaçışacaksınız."
Bu arada Ebu Bekir: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.
Hz. Resulullah: "Hayır" buyurur.
Ömer: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.
Hz. Resulullah: "Hayır, o pabucu yamayandır" buyurur.
Hz. Ali'nin bu sırada Hz. Resulullah'ın pabucunu yamamakla meşguldü.
(El-Müttaki El-Hindi'nin "Kenz'ul Ummal" C.6 S.393 Hadis No: 610)
3- Yine Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Sizden bir kişi insanlarla Kur'an'ın te'vili üzerine savaşacaktır. Nitekim sizinle Kur'an'ın tenzili üzere savaşıldı."
Bu arada Ebu Bekir: "O kişi ben miyim?" der.
Resulullah, "Hayır" buyurur.
Sonra Ömer, "O kişi ben miyim?" der.
Resulullah: "Hayır, o kişi odada pabucu yamayandır" buyurur ve bu sırada Hz. Ali (a.s) odadan elinde Hz. Resulullah'ın pabucu olduğu halde çıkıp gelir."
(Müsned-i Ahmet Hadis No: 10859, 11348 / El-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek alas-Sahihayn" adlı kitabında)
Resulullah’ın Ömer’i Red Etmesi
4- Muttalib bin Abdullah bin Huntab'tan naklen, Resulullah (s.a.a) Sakif boyuna hitaben şöyle buyurdu:
"Gerektiği gibi Müslüman olacak mısınız, yoksa üzerinize nefsim gibi birini gönderirim ki boyunlarınızı vurur, soyunuzu esir eder ve mallarınızı elinizden alır."
Ömer bin Hattab dedi ki: “Bugün gibi hiçbir zaman amirliğe heves göstermemiştim, göğsümü gerip Resulullah (s.a.a)'ın bana işaret edip: O adam budur, demesini diledim, fakat Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'nin bulunduğu yere gelip, Hz. Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu:
"O adam budur, o adam budur."
Kaynak:
1) Siret-i Halebi c.2, s.734
2) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 4
3) Menakıb-ı Hüvarezmi el-Hanefi s.81
4) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.64 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.107
5) Abdürrezzak'ın "el-Müsannaf " c.11, s.226, Hadis No: 20389
Resulullah’ın Ebu Bekir’i Red etmesi
5- Beraat süresinin ilk ayetleri indiğinde Resulullah (s.a.a) onları, Mekke ehline okuması için Ebu Bekir'i gönderdi. Sonra İmam Ali'yi arkasında gönderip Ebu Bekir'den almasını emretti. İmam Ali, Ebu Bekir'e yetişip ayetleri ondan aldı ve Mekke ehline kendisi okudu. Bu durumdan etkilenen Ebu Bekir, Medine'ye dönüp Resulullah (s.a.a)'a, benim hakkımda bir şey mi indi, diye sordu. Resulullah (s.a.a) da şöyle cevap buyurdu:
"Hayır, lakin bu ayetleri ancak ben veya benden olan birinin tebliğ etmesi için emrolundum."
Kaynak:
1) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.151
2) Hasais en-Nisai s.91
3) Tefsir-i İbn-i Kesir c.2, s.333
4) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.545
5) Tabari'nin "Riyad'ul Nadara" c.2, s.147
6) Tarih-i İbn-i Kesir c.5, s.38 / Feth'ül Bari c.8, s.256
Hz. Peygamber’in Geride Bıraktıklarının En Hayırlısı ve Vasisi
6- Abdullah bin Ömer dedi ki: Selman-ı Farisî yanımızdan geçiyordu. Aramızdan biri ona dedi ki: Şu gelene sorsanız, peygamberden sonra aramızda olan Ebu Bekir ve Ömer’den daha faziletli olan adamın kim olduğunu sizlere bildirirdi. Hazır olanlar Selman’a sordular. Selman bize dedi ki:
“İsteseydim, sizlere peygamberden sonra ümmetin ve aranızda oturan Ebu Bekir ve Ömer’den daha faziletli olan adamın kim olduğunu bildirirdim.”
Selman yoluna devam edince arkasından gelip ona dediler ki: “Ey Ebu Abdullah, o adamın kim olduğunu bize söyleseydin.” Bunun üzerine Selman şöyle buyurdu:
Resulullah (s.a.a)’a hastalığı şiddetli olduğu vakitte yanına geçip ona sordum ki: "Ey Resulullah, vasiyet ettin mi? Resulullah bana buyurdu ki:
“Ey Selman, vasi olanların kim olduklarını biliyor musun?”
Ben dedim ki: “Allah ve Resulü daha iyi bilirler.”
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu:
“Adem’in vasisi Şit (as) idi, nitekim kendisi Adem’den sonra en faziletli olanı idi. Nuh (as)’un vasisi Sam idi. Çünkü Nuh’tan sonra geri kalanların içinde en faziletlisi kendisi idi. Musa’nın vasisi Yuşa (as) idi. Yuşa Musa’nın terk ettiklerinin en faziletlisi idi. İsa’nın vasisi Şemun bin Ferhiya idi. Şemun İsa’nın terk ettiklerinin en faziletlisi idi.Ben de Ali’yi vasi kıldım, kendisi terk ettiklerimin en faziletlisidir.”
(El-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.253 / Tirmizi el-Hanefi’nin “Menakıb-ı Murdaviyye” s.128 / Muhammed bin Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb ed-Dürri" s.133 / Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.353-354 / Muhammed Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertü Mezhebe Ehlilbeyt" s. 306-307 / Et-Tüsteri'nin "İhkak'ul Hak" c.4, s.327 Ali vel-Vasiyyah s.366 / El-Hemedani eş-Şafii’nin “Meveddet’ül Kurba”)
Sıddık-ı Ekber Ve Ümmetin Faruku
7- Selman el-Farisi, Ebu Zer ve Hüzeyfe'den naklen, Resulullah (s.a.a) Hz.Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu:
(İnne hâze, evvelü men âmene bi, ve hâze evvelü men yusâfiheni yevm’rl-kıyâmeh. Ve hâze es-Sıddıyk'ul Ekber ve Fâruk hâzihil ümmet, hâze ya'subuddin , vel mâlu ya'sub'ul münâfıkin)
Meali: "Bu, bana ilk iman eden ve Kıyamet Günü’nde benimle ilk tokalaşacak olandır. Kendisi en büyük sıddık ve bu ümmetin farukudur. Bu, dinin önderidir, mal ise zalimlerin önderidir."
Kaynak:
1) Tabarani'nin "Mucem el-Kebir" c.6, s.269
2) el-Müttaki'nin "Kenz' ul Ummal" c.6, s.156
3) el-Heysemi'nin "Mecma üz-Zevaid" c.9, s. 102
4) İbn-i Udey'in "el-Kamil fi Düefa ir-Rical"c.4, s.229
5) el-Künci'nin "Kifayet üt-Talip"s.187
6) el-Akili'nin "Düefa'il Kebir" c.2, s.47
8- Hz. Ali şöyle buyurdu:
(Ena es-Sıddık'ul ekber, âmentü qeble en âmene Ebu Bekr'in ve eslemte qeble en yeslume Ebu Bekr'in)
Meali: "En büyük Sıddık benim, Ebu Bekir iman edip islam olmadan önce iman edip müslüman oldum."
Kaynak:
1) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül Belağa" c.3, s.251
2) İbn-i Kuteybe'nin "el-Maarif " s.73
3) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.53
4) el-Müttaki el Hindi'nin "Kenz'ul Ummal"c.6, s.405
5) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.58 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.155
6) el-Belazuri’nin “Ensab'ül Eşraf” c.2, s.146
7) ez-Zehebi'nin "Mizan'ül İtidal" c.1, s.417, Hadis no: 3484
8) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi' ul Mevedde" s.202
9) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.116
10) el-Suyuti’nin “el-Cem” tertibinde c.6, s.405
11) el-Emini’nin “el-Gadir” c.2, s.314
12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.88-89
Hz. Ali Hakkıyla Dördüncü Halifedir
9- Hüseyn bin Zeyd, Cafer bin Muhammed’ten, babasından, Ali bin Hüseyin’ den, o da babası Hüseyin’den, dedi ki: Emir’ül Müminin Hz.Ali şöyle buyurdu:
“Her kim benim halifelerin dördüncüsü olduğumu söylemezse ona Allah’ın laneti olsun.”
Hüseyin bin Zeyd dedi ki : Cafer bin Muhammed (as)’e dedim ki: Siz bundan başka mana da rivayet ettiniz mi, çünkü siz bunu yalanlamıyorsunuz.
Buyurdu ki:
“Evet, Allah-u Teala kitabının muhkeminde buyuruyor ki: “Allah meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti” (Bakara: 30) Adem Allah'ın ilk halifesiydi. Ve buyuruyor ki: “Ey Davud, seni yeryüzünde halife kıldık.”(Sad:26) Davud (as) ikinci halifeydi. Harun (as) da üçüncü halifedir. Allah-u Teala buyuruyor ki: “Musa kardeşi Harun’a, Milletim içinde halifem ol ve onları ıslah et, dedi.” (Araf: 142) Ali de Hz. Muhammed (s.a.a)’in halifesidir. Ve buyuruyor ki: “Her kim benim halifelerin dördüncüsü olduğumu söylemezse ona Allahın laneti olsun.”
(el-Bahrani’ nin “Tefsir-i Burhan” c.1, s.13 / Gayet’ül Meram s.19 / Menakıb-ı İbn-i Şehraşub c.3, s.63 )
Hz. Ali’nin Velayeti Altına Girmeyenler Cenneti Koklayamazlar
10- İmam Ali’den naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Ey Ali, bir kul Allah'a karşı Nuh’un kavmi içinde kaldığı gibi ibadet etse, Uhud dağı kadar altını olup onu Allah'ın yolunda harcasa, ömrü uzun olup bin kere yayan hac etmeğe ömrü yetse ve sonra Safa ve Merve arasında mazlum olarak öldürülse ve bütün bunlara rağmen senin velayetin altında değilse o kişi hiçbir zaman ne cennete girecek, ne de cennetin kokusunu koklayacaktır.”
(Menakıb-ı Hüvarezmi s.28 / Maktel’il Hüseyn s.37 / Lisan’ul Mizan c.5, s.219, Rakam: 766; İhkak’ul Hak c.7, s.177 / Süleyman el-Kunduzi' nin "Yenabi' ul Mevedde" s.252 / Ed-Deylemi’nin “el-Firdevs” c.3, s.364, Hadis No: 5103 / Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.458 / El-Hilli’nin “Keşf’ül Yakin” s.262 / Buğyet’üt Talib s.118 , 143-144
Keşf ül Gumme 1-112)
1- Büreyde'den naklen: Resulullah (s.a.a) Hayber ehlinin kalelerine indiğinde bayrağı Ebu Bekir'e verdi, fethetmeden geri döndü. Sonra Ömer aldı, Ömer de askerleriyle beraber Hayber'e hücum etti. Fakat sonunda askerleriyle beraber geri kaçtı. Askerler Resulullah (s.a.a)'ın huzurunda Ömer'i ayıpladılar. Ömer de onları ayıpladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve resulünü sever, Allah ve resulü de onu severler. Allah kaleyi onun eliyle fethedecektir."
Ertesi gün sancağı Hz.Ali'ye verdi ve ve Hz. Ali Hayber kalesini fethetti.
Kaynak:
1) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 27
2) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.334
3) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.5,s.33
4) İbn-i Sa'd'ın "Tabakat" c.3, s.158
5) Tarih'üt Tabari c.2, s.93
6) Tirmizi Hadis no: 3970
7) Altı Parmak Peygamberler Tarihi s.644
2- Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğu geçmektedir:
"Ey Kureyş topluluğu! Siz Allah'ın kalbini imanla imtihan ettiği bir kişiyi üzerinize göndererek boynunuzu vurmadıkça çekinecek değilsiniz. Siz koyunun dağılıp kaçıştığı gibi, onun etrafından dağılıp kaçışacaksınız."
Bu arada Ebu Bekir: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.
Hz. Resulullah: "Hayır" buyurur.
Ömer: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.
Hz. Resulullah: "Hayır, o pabucu yamayandır" buyurur.
Hz. Ali'nin bu sırada Hz. Resulullah'ın pabucunu yamamakla meşguldü.
(El-Müttaki El-Hindi'nin "Kenz'ul Ummal" C.6 S.393 Hadis No: 610)
3- Yine Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Sizden bir kişi insanlarla Kur'an'ın te'vili üzerine savaşacaktır. Nitekim sizinle Kur'an'ın tenzili üzere savaşıldı."
Bu arada Ebu Bekir: "O kişi ben miyim?" der.
Resulullah, "Hayır" buyurur.
Sonra Ömer, "O kişi ben miyim?" der.
Resulullah: "Hayır, o kişi odada pabucu yamayandır" buyurur ve bu sırada Hz. Ali (a.s) odadan elinde Hz. Resulullah'ın pabucu olduğu halde çıkıp gelir."
(Müsned-i Ahmet Hadis No: 10859, 11348 / El-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek alas-Sahihayn" adlı kitabında)
Resulullah’ın Ömer’i Red Etmesi
4- Muttalib bin Abdullah bin Huntab'tan naklen, Resulullah (s.a.a) Sakif boyuna hitaben şöyle buyurdu:
"Gerektiği gibi Müslüman olacak mısınız, yoksa üzerinize nefsim gibi birini gönderirim ki boyunlarınızı vurur, soyunuzu esir eder ve mallarınızı elinizden alır."
Ömer bin Hattab dedi ki: “Bugün gibi hiçbir zaman amirliğe heves göstermemiştim, göğsümü gerip Resulullah (s.a.a)'ın bana işaret edip: O adam budur, demesini diledim, fakat Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'nin bulunduğu yere gelip, Hz. Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu:
"O adam budur, o adam budur."
Kaynak:
1) Siret-i Halebi c.2, s.734
2) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 4
3) Menakıb-ı Hüvarezmi el-Hanefi s.81
4) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.64 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.107
5) Abdürrezzak'ın "el-Müsannaf " c.11, s.226, Hadis No: 20389
Resulullah’ın Ebu Bekir’i Red etmesi
5- Beraat süresinin ilk ayetleri indiğinde Resulullah (s.a.a) onları, Mekke ehline okuması için Ebu Bekir'i gönderdi. Sonra İmam Ali'yi arkasında gönderip Ebu Bekir'den almasını emretti. İmam Ali, Ebu Bekir'e yetişip ayetleri ondan aldı ve Mekke ehline kendisi okudu. Bu durumdan etkilenen Ebu Bekir, Medine'ye dönüp Resulullah (s.a.a)'a, benim hakkımda bir şey mi indi, diye sordu. Resulullah (s.a.a) da şöyle cevap buyurdu:
"Hayır, lakin bu ayetleri ancak ben veya benden olan birinin tebliğ etmesi için emrolundum."
Kaynak:
1) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.151
2) Hasais en-Nisai s.91
3) Tefsir-i İbn-i Kesir c.2, s.333
4) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.545
5) Tabari'nin "Riyad'ul Nadara" c.2, s.147
6) Tarih-i İbn-i Kesir c.5, s.38 / Feth'ül Bari c.8, s.256
Hz. Peygamber’in Geride Bıraktıklarının En Hayırlısı ve Vasisi
6- Abdullah bin Ömer dedi ki: Selman-ı Farisî yanımızdan geçiyordu. Aramızdan biri ona dedi ki: Şu gelene sorsanız, peygamberden sonra aramızda olan Ebu Bekir ve Ömer’den daha faziletli olan adamın kim olduğunu sizlere bildirirdi. Hazır olanlar Selman’a sordular. Selman bize dedi ki:
“İsteseydim, sizlere peygamberden sonra ümmetin ve aranızda oturan Ebu Bekir ve Ömer’den daha faziletli olan adamın kim olduğunu bildirirdim.”
Selman yoluna devam edince arkasından gelip ona dediler ki: “Ey Ebu Abdullah, o adamın kim olduğunu bize söyleseydin.” Bunun üzerine Selman şöyle buyurdu:
Resulullah (s.a.a)’a hastalığı şiddetli olduğu vakitte yanına geçip ona sordum ki: "Ey Resulullah, vasiyet ettin mi? Resulullah bana buyurdu ki:
“Ey Selman, vasi olanların kim olduklarını biliyor musun?”
Ben dedim ki: “Allah ve Resulü daha iyi bilirler.”
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu:
“Adem’in vasisi Şit (as) idi, nitekim kendisi Adem’den sonra en faziletli olanı idi. Nuh (as)’un vasisi Sam idi. Çünkü Nuh’tan sonra geri kalanların içinde en faziletlisi kendisi idi. Musa’nın vasisi Yuşa (as) idi. Yuşa Musa’nın terk ettiklerinin en faziletlisi idi. İsa’nın vasisi Şemun bin Ferhiya idi. Şemun İsa’nın terk ettiklerinin en faziletlisi idi.Ben de Ali’yi vasi kıldım, kendisi terk ettiklerimin en faziletlisidir.”
(El-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.253 / Tirmizi el-Hanefi’nin “Menakıb-ı Murdaviyye” s.128 / Muhammed bin Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb ed-Dürri" s.133 / Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.353-354 / Muhammed Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertü Mezhebe Ehlilbeyt" s. 306-307 / Et-Tüsteri'nin "İhkak'ul Hak" c.4, s.327 Ali vel-Vasiyyah s.366 / El-Hemedani eş-Şafii’nin “Meveddet’ül Kurba”)
Sıddık-ı Ekber Ve Ümmetin Faruku
7- Selman el-Farisi, Ebu Zer ve Hüzeyfe'den naklen, Resulullah (s.a.a) Hz.Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu:
(İnne hâze, evvelü men âmene bi, ve hâze evvelü men yusâfiheni yevm’rl-kıyâmeh. Ve hâze es-Sıddıyk'ul Ekber ve Fâruk hâzihil ümmet, hâze ya'subuddin , vel mâlu ya'sub'ul münâfıkin)
Meali: "Bu, bana ilk iman eden ve Kıyamet Günü’nde benimle ilk tokalaşacak olandır. Kendisi en büyük sıddık ve bu ümmetin farukudur. Bu, dinin önderidir, mal ise zalimlerin önderidir."
Kaynak:
1) Tabarani'nin "Mucem el-Kebir" c.6, s.269
2) el-Müttaki'nin "Kenz' ul Ummal" c.6, s.156
3) el-Heysemi'nin "Mecma üz-Zevaid" c.9, s. 102
4) İbn-i Udey'in "el-Kamil fi Düefa ir-Rical"c.4, s.229
5) el-Künci'nin "Kifayet üt-Talip"s.187
6) el-Akili'nin "Düefa'il Kebir" c.2, s.47
8- Hz. Ali şöyle buyurdu:
(Ena es-Sıddık'ul ekber, âmentü qeble en âmene Ebu Bekr'in ve eslemte qeble en yeslume Ebu Bekr'in)
Meali: "En büyük Sıddık benim, Ebu Bekir iman edip islam olmadan önce iman edip müslüman oldum."
Kaynak:
1) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül Belağa" c.3, s.251
2) İbn-i Kuteybe'nin "el-Maarif " s.73
3) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.53
4) el-Müttaki el Hindi'nin "Kenz'ul Ummal"c.6, s.405
5) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.58 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.155
6) el-Belazuri’nin “Ensab'ül Eşraf” c.2, s.146
7) ez-Zehebi'nin "Mizan'ül İtidal" c.1, s.417, Hadis no: 3484
8) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi' ul Mevedde" s.202
9) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.116
10) el-Suyuti’nin “el-Cem” tertibinde c.6, s.405
11) el-Emini’nin “el-Gadir” c.2, s.314
12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.88-89
Hz. Ali Hakkıyla Dördüncü Halifedir
9- Hüseyn bin Zeyd, Cafer bin Muhammed’ten, babasından, Ali bin Hüseyin’ den, o da babası Hüseyin’den, dedi ki: Emir’ül Müminin Hz.Ali şöyle buyurdu:
“Her kim benim halifelerin dördüncüsü olduğumu söylemezse ona Allah’ın laneti olsun.”
Hüseyin bin Zeyd dedi ki : Cafer bin Muhammed (as)’e dedim ki: Siz bundan başka mana da rivayet ettiniz mi, çünkü siz bunu yalanlamıyorsunuz.
Buyurdu ki:
“Evet, Allah-u Teala kitabının muhkeminde buyuruyor ki: “Allah meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti” (Bakara: 30) Adem Allah'ın ilk halifesiydi. Ve buyuruyor ki: “Ey Davud, seni yeryüzünde halife kıldık.”(Sad:26) Davud (as) ikinci halifeydi. Harun (as) da üçüncü halifedir. Allah-u Teala buyuruyor ki: “Musa kardeşi Harun’a, Milletim içinde halifem ol ve onları ıslah et, dedi.” (Araf: 142) Ali de Hz. Muhammed (s.a.a)’in halifesidir. Ve buyuruyor ki: “Her kim benim halifelerin dördüncüsü olduğumu söylemezse ona Allahın laneti olsun.”
(el-Bahrani’ nin “Tefsir-i Burhan” c.1, s.13 / Gayet’ül Meram s.19 / Menakıb-ı İbn-i Şehraşub c.3, s.63 )
Hz. Ali’nin Velayeti Altına Girmeyenler Cenneti Koklayamazlar
10- İmam Ali’den naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Ey Ali, bir kul Allah'a karşı Nuh’un kavmi içinde kaldığı gibi ibadet etse, Uhud dağı kadar altını olup onu Allah'ın yolunda harcasa, ömrü uzun olup bin kere yayan hac etmeğe ömrü yetse ve sonra Safa ve Merve arasında mazlum olarak öldürülse ve bütün bunlara rağmen senin velayetin altında değilse o kişi hiçbir zaman ne cennete girecek, ne de cennetin kokusunu koklayacaktır.”
(Menakıb-ı Hüvarezmi s.28 / Maktel’il Hüseyn s.37 / Lisan’ul Mizan c.5, s.219, Rakam: 766; İhkak’ul Hak c.7, s.177 / Süleyman el-Kunduzi' nin "Yenabi' ul Mevedde" s.252 / Ed-Deylemi’nin “el-Firdevs” c.3, s.364, Hadis No: 5103 / Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.458 / El-Hilli’nin “Keşf’ül Yakin” s.262 / Buğyet’üt Talib s.118 , 143-144
Keşf ül Gumme 1-112)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
HZ. ALİ’NİN HALİFELERE ÜSTÜNLÜĞÜ(3)
Hz. Ali (a.s)’ın tüm sahabeden ilmi üstünlüğü delile ihtiyaç olmayacak derecede açıktır. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ben ilim şehriyim Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir.”
(El-Cam’us-Sagir 1/415, Sevaik’ul Muhrika 73 Tehzib’ut-Tehzib 6/320 ve Müstedrek-i Hakim 3/126)
Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Fatıma’ya (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eşin (Hz. Ali), ümmetin en hayırlısı, ilim açısından en bilgini, hilim ve sabır açısından en üstünü ve İslam’ı kabul açısından insanların ilkidir.”
(Kenz’ul-Ummal 11/605, Cem’ul-Cevami’I, Suyuti, 6/398; İstiab 3/1099; Mecme’ul Zevaid 9/101 ve 114; Siyer-i Halebiyye 1/285.)
Nahiv ilminin büyük şahsiyetlerinden olan ve Aruz ilminin kurucusu sayılan Halil şu gerçeğe işaretle şöyle demiştir:
“Herkesin Ali’ye ilimde muhtaç oluşu ve onun herkesten müstağni oluşu onun herkesin önderi olduğuna delildir.”
Bu cümlesiyle Halil, İslam tarihinde tüm sahabenin hatta birinci ve ikinci halifenin bile bir hükmü bilmediklerinde Hz. Ali’ye müracaat ettikleri gerçeğine işaret etmektedir.
Biz her türlü taassuptan uzak olarak diyoruz ki günümüzde dünyanın kütüphaneleri herkesin yüzüne açıktır. İnternet yoluyla tüm önemli kütüphaneleri araştırmak bile mümkündür. Siz inceleyin, dost ve düşmanın Hz. Ali’den naklettiği sözler ve ilmi değer taşıyan mektup ve hutbeleri bir yana ve yüz bini aşkın diğer tüm sahabilerin sözlerini de diğer yana bırakın sonra bunlar arasında bir mukayese yapın, göreceksiniz ki Hz. Ali’den nakledilen ilmi eser ve sözler tüm sahabeden nakledilen ilmi eserden çok daha üstündür. Hatta o yüz bin sahabinin ilmi eseri Hz. Ali’den nakledilen ilim karşısında mukayeseye gelmeyecek derecede küçüktür. Buna dost ve düşman herkes itiraf etmektedir.
Örneğin Meşhur Arap Edebiyatçısı Cahiz _ ki bu zat Ehl-i Beyt’e düşmanlığı ile tanınır; ama buna rağmen “tüm bu edebi gücü sen kimden öğrendin” diye kendisine sorulduğunda “ben Ali’nin hutbelerini ezberlemek sayesinde bu makama ulaştım” diyor.
Arap edebiyatının dört temel eserinden biri sayılan “el-Beyan vet- Tibyan” kitabında defalarca Hz. Ali (a.s)’ın sözlerinden övgüyle bahsetmiştir; hatta birçok yerde bu sözler karşısında hayranlığını ifade etmekten bile çekinmemiştir.
Ebu İshak Şirazi Tabakatul’Fukaha kitabında Hasan-i Basri’den şöyle rivayet etmiştir:
“Ömer, Peygamber (s.a.a)’in ashabını istişare için bir araya topladı aralarında Ali de bulunuyordu, Ali’ye hitaben sen bunların en âlimi ve en üstünüsün” dedi.
Ahmet b. Muhammed b. Abdi Rabbih (Ö: 328) “Ikdı’l-Ferid” kitabında Aişe’den şöyle nakleder:
“Peygamber erkekler arasında en çok sevdiği kişi Ali ve kadınlar arasında en çok sevdiği onun hanımı (Hz. Fatıma) idi.”
Hz. Ali (a.s)’ın tüm sahabeden ilmi üstünlüğü delile ihtiyaç olmayacak derecede açıktır. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ben ilim şehriyim Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir.”
(El-Cam’us-Sagir 1/415, Sevaik’ul Muhrika 73 Tehzib’ut-Tehzib 6/320 ve Müstedrek-i Hakim 3/126)
Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Fatıma’ya (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eşin (Hz. Ali), ümmetin en hayırlısı, ilim açısından en bilgini, hilim ve sabır açısından en üstünü ve İslam’ı kabul açısından insanların ilkidir.”
(Kenz’ul-Ummal 11/605, Cem’ul-Cevami’I, Suyuti, 6/398; İstiab 3/1099; Mecme’ul Zevaid 9/101 ve 114; Siyer-i Halebiyye 1/285.)
Nahiv ilminin büyük şahsiyetlerinden olan ve Aruz ilminin kurucusu sayılan Halil şu gerçeğe işaretle şöyle demiştir:
“Herkesin Ali’ye ilimde muhtaç oluşu ve onun herkesten müstağni oluşu onun herkesin önderi olduğuna delildir.”
Bu cümlesiyle Halil, İslam tarihinde tüm sahabenin hatta birinci ve ikinci halifenin bile bir hükmü bilmediklerinde Hz. Ali’ye müracaat ettikleri gerçeğine işaret etmektedir.
Biz her türlü taassuptan uzak olarak diyoruz ki günümüzde dünyanın kütüphaneleri herkesin yüzüne açıktır. İnternet yoluyla tüm önemli kütüphaneleri araştırmak bile mümkündür. Siz inceleyin, dost ve düşmanın Hz. Ali’den naklettiği sözler ve ilmi değer taşıyan mektup ve hutbeleri bir yana ve yüz bini aşkın diğer tüm sahabilerin sözlerini de diğer yana bırakın sonra bunlar arasında bir mukayese yapın, göreceksiniz ki Hz. Ali’den nakledilen ilmi eser ve sözler tüm sahabeden nakledilen ilmi eserden çok daha üstündür. Hatta o yüz bin sahabinin ilmi eseri Hz. Ali’den nakledilen ilim karşısında mukayeseye gelmeyecek derecede küçüktür. Buna dost ve düşman herkes itiraf etmektedir.
Örneğin Meşhur Arap Edebiyatçısı Cahiz _ ki bu zat Ehl-i Beyt’e düşmanlığı ile tanınır; ama buna rağmen “tüm bu edebi gücü sen kimden öğrendin” diye kendisine sorulduğunda “ben Ali’nin hutbelerini ezberlemek sayesinde bu makama ulaştım” diyor.
Arap edebiyatının dört temel eserinden biri sayılan “el-Beyan vet- Tibyan” kitabında defalarca Hz. Ali (a.s)’ın sözlerinden övgüyle bahsetmiştir; hatta birçok yerde bu sözler karşısında hayranlığını ifade etmekten bile çekinmemiştir.
Ebu İshak Şirazi Tabakatul’Fukaha kitabında Hasan-i Basri’den şöyle rivayet etmiştir:
“Ömer, Peygamber (s.a.a)’in ashabını istişare için bir araya topladı aralarında Ali de bulunuyordu, Ali’ye hitaben sen bunların en âlimi ve en üstünüsün” dedi.
Ahmet b. Muhammed b. Abdi Rabbih (Ö: 328) “Ikdı’l-Ferid” kitabında Aişe’den şöyle nakleder:
“Peygamber erkekler arasında en çok sevdiği kişi Ali ve kadınlar arasında en çok sevdiği onun hanımı (Hz. Fatıma) idi.”
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
6- Sa’d b. Ebi Vakkas
Sa’d b. Ebi Vakkas, sahabenin büyüklerinden ve İslam tarihinde adından çokça bahsedilen kimselerdendir. İlk muhacirlerdendir. Bedir Savaşı'na da katılmıştır. Ömer b. Hattab'ın hilafete layık gördüğü altı kişiden biri olmakla beraber, Ehlisünnet ve'l-Cemaat'e göre cennetle müjdelenen on kişiden de biridir.
Ömer b. Hattab döneminde Kadisiye Savaşı'nın kahramanlarından idi. Bir rivayete göre sahabelerden bazıları onun nesebi konusunda şüpheliydi ve bu yüzden yer yer bu meseleyi gündem yaparak onu üzdükleri de olurdu. Bir başka rivayete göre de Peygamberimiz (s.a.a) onun soyunu belirlemiş ve Zühre oğullarından olduğunu söylemiştir.
İbn-i Kuteybe el-İmamet ve's-Siyaset adlı eserinde şöyle rivayet eder:
Zühre oğulları, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Sâd b. Ebi Vakkas ve Abdurrahman b. Avf'ın etrafında bir araya geldi. Hepsi Peygamber Mescidi'nde oturuyordu. Derken Ebubekir ile Ebu Ubeyde geldi. Bunun üzerine Ömer onlara dönerek, "Neden ayrı ayrı halkalar oluşturmuşsunuz? Kalkın ve Ebubekir'e biat edin. Ben ve ensar da ona biat ettik."
Sâd, Abdurrahman ve Zühre oğulları bu sözün ardından kalkıp Ebubekir'e biat ettiler. [1]
Bir rivayete göre, Ömer b. Hattab onu valilikten azletti ama kendisinden sonraki halifeye "Eğer o halife olarak seçilmezse ona arka çık ve makam ver; çünkü onu herhangi bir hıyanetinden dolayı azletmedim" şeklinde vasiyette bulundu. Osman da halife olduktan sonra bu vasiyete uydu ve onu Kufe valisi yaptı.
Sâd b. Ebi Vakkas, ölümünden sonra diğer sahabelere nazaran geride fazla bir servet bırakmamıştı. Yazılanlara göre, ölümünden sonra geride bıraktığı mal varlığı 300 bini buluyordu. Ayrıca o, Osman'ın öldürülmesi olayına hiç karışmadı. Talha ve Zübeyr gibi halkı bu işe yönlendirmedi.
İbn-i Kuteybe Tarihu'l-Hulefa adlı kitabında şöyle yazar: Amr b. As, Sad b. Ebi Vakkas'a yazdığı bir mektupta Osman'ın nasıl öldürüldüğünü ve bunu kimim yaptığını sormuş, Sâd da ona şöyle bir cevap yazmıştı:
"Osman'ın nasıl öldürüldüğünü soruyorsan sana şöyle diyeyim: Osman, Ayşe'nin kılıfından çıkardığı, Talha'nın bilediği, Ebu Talib oğlunun zehirle yoğurduğu kılıçla öldürüldü. Zübeyr de eliyle Osman'ı göstererek bu duruma seyirci kaldı. Bize gelince; elimizi elimizin üstüne koyup (bekledik). Eğer isteseydik onu koruyabilirdik. Ama Osman birtakım değişiklikler yapmış, kendi de değişmişti. İyi işleri de vardı, kötü işleri de. Eğer iyi bir iş yapmışsak zaten iyidir; ama kötü bir iş yapmışsak Allah bizi affetsin.
Yine de sana söylüyorum; Zübeyr yenik düşecek. Çünkü ailesinin sözü onda etkili oluyor. Talha'ya gelince; o da hilafet için yırtınabildiği kadar yırtınıyor!.." [2]
İşin ilginç yanı, Sâd b. Ebi Vakkas da Müminlerin Emiri İmam Ali'ye (a.s) biat etmekten kaçınmış, ona yardımcı olmamıştı. Hâlbuki onun hakkaniyetini ve faziletlerini pekâlâ biliyordu. Nitekim bizzat kendisi de İmam Ali (a.s) hakkında birkaç fazilet nakletmiş, Buharî ve Müslim Sahih'lerinde bu rivayetlere yer vermişler.
Sâd der ki: “Resul-i Ekrem'i (s.a.a) Ali (a.s) hakkında üç sıfat beyan ederken duydum; eğer onlardan biri bende olsaydı benim için bütün sarı ve kızıl nimetlerden daha hayırlıydı:
1- Onun için şöyle dediğini duydum: "Onun bana olan yakınlığı, Harun'un Musa'ya olan yakınlığı gibidir. Ama benden sonra peygamber yoktur."
2- Yine şöyle buyurduğunu duydum: "Yarın bayrağı öyle birine vereceğim ki o, Allah ve resulünü sever; Allah ve resulü de onu sever."
3-Ve yine şöyle buyurduğunu duydum: "Ey insanlar! Sizin mevlanız kimdir?" Halk, "Allah ve resulüdür" diye cevap verince üç kez aynı soruyu sordu ve aynı cevabı aldı. Daha sonra Ali'nin elini tutup yukarı kaldırdı ve şöyle seslendi: “(O halde) ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onun dostlarına dost, düşmanlarına düşman ol!" [3]
Sahih-i Müslim'de şöyle nakledilmiştir: «Sâd b. Ebi Vakkas der ki, Resul-i Ekrem (s.a.a), Ali'ye (a.s) şöyle buyuruyordu: "Senin bana olan yakınlığının Harun'un Musa'ya olan yakınlığı kadar olmasını istemez misin? Ancak benden sonra peygamber yoktur."
Ve yine Hayber Savaşı'nda şöyle diyordu: "Bayrağı öyle birine vereceğim ki, o, Allah'ı ve Peygamber'ini sever; Allah ve Peygamber'i de onu sever."
Biz hepimiz boynumuzu uzatıp "Acaba kimi çağıracak" diye merakla baktık. O sırada "Ali'yi çağırın!" diye seslendiğini duyduk…
"Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dâhil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim." [4] ayeti nazil olduğunda Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırıp, "Allah'ım, bunlar benim Ehlibeyt'imdir" buyurdu.» [5]
Nasıl oluyor da Sad b. Ebi Vakkas Hz. Ali hakkında bunca hakikati bildiği halde ona biat etmekten kaçınıyor? Sâd, Peygamberimizin "Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır; Allah'ım onun dostuyla dost, düşmanıyla da düşman ol" hadisini duyduğu ve üstelik bizzat kendisi bu hadisi rivayet ettiği halde nasıl oluyor da onunla dost olmuyor veya ona yardım etmiyor? Nasıl oluyor da Sâd, Peygamber'in (s.a.a) şu sözünü unutabiliyor? "Zamanın imamına biat etmeden ölen kimse cahiliyet ölümü üzere ölmüştür."
Nitekim bu rivayeti Abdullah b. Ömer nakletmiştir. Ama her şeye rağmen Sâd b. Ebi Vakkas cahiliye ölümü üzere ölmüş oluyor. Zira Sâd da Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye biat etmemiştir.
Tarihçilerin yazdığına göre, «Sâd, bir gün Hz. Ali'nin yanına gelerek özür diledi:
"Ey Müminlerin Emiri! Allah'a ant olsun ki ümmet arasında hilafete en layık kimse sensin; din ve dünya işlerinde en iyi ve en güvenilir kimsenin sen olduğunda da şüphem yoktur. Ama öyle kişiler seninle düşmanlık ediyor ki, eğer sana biat etmemi istiyorsan bana bir kılıç ver. Öyle bir kılıç ki dili olsun ve "Bunu al, şunu bırak!" diyebilsin." dedi.
Bunun üzerine İmam (a.s) ona şöyle cevap verdi:
"Sence diğerleri sözlerinde ve davranışlarında Kurân'a muhalefet ettiler mi? Muhacir ve ensar Peygamber'in sünnetine ve Allah'ın kitabına amel etmem koşuluyla benimle biatleştiler. İster biat et, ister git evinde otur. Ben seni bu iş için zorlamam." [6]
Acaba Sâd b. Ebi Vakkas'ın bu durumu şaşırtıcı değil mi? Bir yandan İmam Ali'nin hilafete daha layık olduğuna, din ve dünya işlerinde güvenilirliğine şehadet ederken bir yandan da hem biat etmek, hem de hak ile batılı birbirinden ayırt etmek için dili olan bir kılıç istiyor. Sizce bu, akıllı insanların kabul edebileceği bir şey midir? Bu iki zıt fiilin bir yerde birleşmesi mümkün mü? İçi boş bir keşmekeş değil de nedir? Bizzat kendisi bu konuda Peygamber'den en az beşten fazla hadis rivayet etmesine rağmen buna inanmıyor.
Acaba Sâd; Ebubekir, Ömer ve Osman'ın biatlerinde fitne ve ayaklanma çıkmaması için "Kim onlara biat etmezse öldürülsün!" diye emir verildiğinde orada hazır değil miydi?
Sâd, hiçbir şart koşmaksızın Osman'a biat etti. Abdurrahman b. Avf'ın İmam Ali'ye (a.s) kılıç kaldırarak "Sakın elimize bir bahane verme, yoksa kılıçtan başka bir şey göremezsin!" diye tehdit savurduğunu da duymuştu. [7]
Yine Sâd, Ebubekir'e biat edildiği sırada orada hazır idi ve Hz. Ali'nin (a.s) biat etmediğini ama buna karşılık Ömer'in İmam'a "Allah'a yemin ederim ki biat etmeyecek olursan kılıçla boynunu vururum!" dediğini görmüştü. [8]
Sâd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Ömer, Usame b. Zeyd ve Muhammed b. Seleme gibileri, Peygamber halifesi olan Hz. Ali'ye (a.s) biat etmeme cesaretini nereden alıyorlardı?
Görüyoruz ki Ömer b. Hattab bu beş kişiyi Ali'yle (a.s) rakip olmaları için seçmişti. Onlar da yapmalarını istediği planı aynen icra ediyorlardı. Bu plan da ancak ve ancak Ali'nin (a.s) hilafete geçmesini engellemekti.
Abdurrahman kendi damadı Osman'ı hilafete seçti ve İmam Ali'yi kabul etmediği takdirde ölümle tehdit etti. Zira Ömer, terazinin bir kefesini Abdurrahman için ağırlaştırırken diğer kefesini de diğerleri için boş bırakmıştı. Abdurrahman b. Avf ve Osman b. Affan'ın ölümlerinden sonra İmam Ali'nin karşısında hilafet için üç canlı rakip kalmıştı: Talha, Zübeyr ve Sad. Bunlar muhacir ve ensarın tamamının biat için İmam Ali'ye koştuklarını görünce içlerindeki kini sineye çekerek onun için problem yaratmaya başladılar ve onu rahat bırakmadılar. Talha ve Zübeyr, İmamla savaş yolunu seçtiler, Sad ise onu yalnız bıraktı.
Unutmayalım ki Osman ölmeden önce İmam Ali için tehlikeli bir rakip hazırlayıp gitmişti. Bu daha hilekâr ve kurnazdı. Askerleri ve gücü de çoktu. Osman onun için hilafet yolunu açık bırakmıştı. İslam ülkelerinin en önemlilerini 20 yıldan daha fazla süreliğine onun emrine vermişti. Oysaki bütün İslam ülkelerinin gelirlerinin üçte ikisinden fazlası bu bölgelerden toplanıyordu.
Bu rakip, din ve ahlak tanımayan Muaviye'den başkası değildi. Hilafet makamına varabilmek için her yola başvurabilecek ve her şeyi yapabilecek biriydi. Tüm bunlara rağmen Ali (a.s) diğer halifelerin yaptığı gibi halkı zorla kendisine biat etmeye çağırmadı. Daima Kurân ve sünnete bağlı kaldı. Bunlar üzerinde hiçbir değişiklik yapmadı. Sâd b. Ebi Vakkas'a da aynen böyle buyurmamış mıydı:
"Sence diğerleri sözlerinde ve davranışlarında Kurân'a muhalefet ettiler mi? Muhacir ve ensar Peygamber'in sünnetine ve Allah'ın kitabına amel etmem koşuluyla benimle biatleştiler. İster biat et, ister git, evinde otur. Ben seni bu iş için zorlamam."
Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu, ey başkalarının ortadan kaldırdığı Kurân ve sünneti yeniden canlandıran kimse! İşte, elimizdeki Kurân senin hakkında bize şöyle buyuruyor:
"Şüphe yok ki seninle biatleşenler, ancak Allah ile biatleşmişlerdir; Allah'ın eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse zararı kendi nefsinedir ve kim Allah ile ahitleştiği şeyde durursa ona, yakında büyük bir mükâfat verilecektir." [9]
Ve Allah şöyle buyuruyor:
"Sen insanları mümin oluncaya kadar zorlayıp duracak mısın?" [10]
Dinde zorlama yoktur. İslam'da kimse zorla imana çağrılamaz. Allah-u Taâla da Peygamber'ine (s.a.a) "Git, iman edinceye kadar insanlarla savaş!" şeklinde bir emir vermemiştir. Ama halifeler ve sahabeler Peygamber'den sonra kendilerine biat etmeyenleri öldürdüler. Hz. Fatıma'yı (s.a) dahi biate zorlamış, evdekileri biat etmek üzere dışarı çıkarmadıkları takdirde içindekilerle birlikte evlerini ateşe vermekle tehdit etmişlerdi. Peygamber'in (s.a.a) kendisinden sonra halife olarak tayin ettiği İmam Ali'yi (a.s) biate zorlamış, aksi takdirde onu da ölümle tehdit etmişlerdi. Onlar Hz. Fatıma ve Hz. Ali gibi şahsiyetler hakkında bu kadar ileri gittiklerine göre Ammar, Selman, Bilal vb. gibi diğer mustazaf sahabelere neler yapmışlardır, artık siz düşünün.
Önemli olan Sâd b. Ebi Vakkas'ın İmam Ali'ye biat etmemesidir. Muaviye onu İmam Ali'ye (a.s) karşı küfretmeye zorlamasına rağmen her ne kadar o bunu yapmamışsa da (nitekim bu konu Sahih-i Müslim'de de geçmiştir) bu, onun cennete girmesi için yeterli bir neden değildir. Çünkü Sâd kendine ayrı bir yol çizmiş, tarafsızlığı (İtizal Mezhebi)[11] benimsemiş ve "Ben sana karşı değilim, seninle de değilim" şiarıyla yeni bir mezhep kurmuştur. Oysaki İslam, bu mezhebi kabul etmez ve "Hakkın dışındaki her şey sapıklıktır" der.
Allahın kitabı ve Peygamber'in sünneti böyle bir fitnenin habercisiydi. Daha önceden böyle bir şeyin olacağını bildikleri için bunun sınırlarını çizmişlerdi. Böylece hidayete eren için de, sapıklığa düşen için de deliller açık ve net olmalıydı.
Resul-i Ekrem (s.a.a) İmam Ali (a.s) hakkındaki her şeyi şu sözle açıklamıştır:
"Allah'ım, onun dostlarıyla dost, düşmanlarıyla da düşman ol. Yardımcılarına yardım et ve onu yalnız bırakanı sen de yalnız bırak. O nereye giderse gitsin hakkı onunla beraber kıl."
İmam Ali (a.s), Sad'ın ona biat etmemesinin sebebini Şıkşıkiye Hutbesi'nde şöyle açıklamıştır:
"…Onların arasından bir kişi kininden ötürü diğerine yöneldi."
Muhammed Abduh, bu cümlenin şerhinde şöyle der: "Sad b. Ebi Vakkas, sahip olduğu mal varlığından dolayı Hz. Ali'ye küskündü. Sâd'ın annesi Hamne ise, Ebusüfyan b. Ümeyye b. Abduşems'in kızıydı ve Ali (a.s) bu ailenin önde gelen büyüklerinin birçoğunu öldürmüştü."[12]
Sâd'ın derin kin ve nefreti gözlerini kör etmişti. Ali düşmanlarına tanıdığı hakkı ona da tanıyamazdı. Rivayet edilir ki, Kûfe'ye vali olarak atandığında orada halka hitaben "İnsanların en iyisine, yani Osman'a itaat edin!" şeklinde bir konuşma yapmıştı.
Sad b. Ebi Vakkas, Osman'ın hayatta olduğu dönemde ve hatta ölümünden sonra bile onun taraftarlığını yapmıştı. Amr b. As'a yazdığı mektupta neden İmam Ali'ye (a.s) iftirada bulunduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor! Zira o, mektubunda şöyle diyordu:
"Osman, Ayşe'nin kılıfından çıkardığı, Talha'nın bilediği, Ebu Talib oğlunun zehirle yoğurduğu kılıçla öldürüldü…"
Bu, iftira ve yalandır. Tarih de buna şahitlik etmiştir ki, Osman ne zaman zor durumda kalsa İmam Ali'den (a.s) başka kimseyi yanında bulamazdı. Sâd'ın bu vefasız davranışlarından anlıyoruz ki, o, İmam'ın (a.s) vasıflandırdığı gibi gözünü kin bürümüş bir kimseydi. Her ne kadar Ali'nin (a.s) hak olduğunu bilse de, hakkın ona geri verilmesine izin vermedi. Öylece aylak ve başıboş kaldı. Bir taraftan vicdanı onu azarlarken asıl imanı kalbinde saklamaya çalışıyor, bir taraftan da hasta kalbi cahiliyet zamanından kalma kinler yüzünden ona galip geliyordu. Sonunda nefsi vicdanına galip geldi ve onu hakka yardım etmekten alıkoydu.
Tarihçiler birçok yerde bu konuya değinmişlerdir. Mesela, İbn-i Kesir, Tarih adlı eserinde şöyle yazar:
«Bir gün Sâd b. Ebi Vakkas, Muaviye b. Ebu Süfyan'ın yanına gitti. Muaviye, "Neden Ali ile savaşmadın?" diye sorunca Sâd şöyle cevap verdi:
"Başımın üzerinden bir karayel geçti. Ah-vah ederek devemi yere yatırdım. Sonunda karayel üzerimden geçip gitti. Ben de önümü görünce yoluma devam ettim."
Muaviye, "Allah'ın kitabında ah-vah diye bir tabir yoktur. Bilakis Allah şöyle buyurur: 'İnananlardan iki grup, birbiriyle savaşa girişirse hemen aralarını bulun, bir bölüğü, öbürüne saldırırsa o saldırganlarla, Allah'ın emrine itaat edinceye dek savaşın' [13]
Allah'a ant olsun ki sen adaleti olan toplulukla değildin ve zalime karşı da savaşmadın." diye cevap verdi.
Bu söz üzerine Sâd, "Ben Peygamber'in, hakkında "Senin bana nispetin, Harun'un Musa'ya nispeti gibidir. Ama tek fark, benden sonra Peygamber yoktur" buyurduğu bir kişiye karşı savaşamazdım." yanıtını verdi.
Muaviye: "Senden başka bu hadisi duyan var mı?" diye sordu.
Sâd: "Falanca şahıslar ve Ümmü Seleme" diye cevap verdi.
Bunun üzerine Muaviye hemen ayağa kalkarak bunu Ümmü Seleme'ye de sordu. Aynı hadisi Ümmü Seleme de tekrarlayınca Muaviye şöyle dedi: "Eğer Ali hakkındaki bu hadisi daha önce duymuş olsaydım, o ölünceye veya ben ölünceye kadar kendimi onun hizmetine adardım."14]
Mesudî de kendi Tarih'inde Muaviye ve Sâd arasındaki bu konuşmayı şöyle yazmıştır:
Sad, bu hadisi Muaviye'ye söyleyince Muaviye şöyle cevap verdi: "Sana hiçbir zaman bu kadar kızmamıştım. Neden ona yardım etmedin? Neden ona biat etmedin? Eğer Ali hakkındaki bu hadisi Peygamber'den ben duymuş olsaydım, yaşadığım sürece Ali'nin hizmetkârı olurdum." [15]
Sâd b. Ebi Vakkas'ın, Hz. Ali'nin (a.s) faziletine yönelik Muaviye'ye naklettiği bu hadis, İmam hakkında nakledilen yüzlerce hadis gibi hep aynı doğrultuda olan hadislerdir. Hepsi de İmam Ali'nin (a.s) Peygamber'den sonra İslam'ı yönetecek tek kişi olduğunu ve ondan başka hiç kimsenin bu işe liyakati olmadığını vurgular. Bu böyle olduğu sürece, tüm Müslümanlar yaşantıları boyunca ona hizmet etmelidirler.
Muaviye'nin "Eğer ben bu hadisi daha önce duysaydım, ömrüm boyunca Ali'nin hizmetkârı olurdum" dediği bu söz, bir hakikattir ve inanan herkes onun hizmetkârı olmakla iftihar etmelidir.
Ne var ki Muaviye bu sözü Sâd b. Ebi Vakkas'ı küçümsemek ve azarlamak maksadıyla söylemiştir. Çünkü Sâd, bir yandan Hz. Ali (a.s) ile savaşmamış, diğer yandan da Muaviye'ye yardımcı olmamıştı. Nitekim Muaviye, Hz. Ali'nin (a.s) faziletiyle ilgili bu hadis gibi daha birçok hadis biliyordu. O, İmam'ın (a.s) Peygamber'den sonra hilafet makamına en layık kişi olduğunu da biliyordu. Zira Muhammed b. Ebubekir'e yazmış olduğu mektupta da bu konuya değinmişti. İleriki konularda bu mektuba yer vereceğiz.
Acaba Muaviye, Sâd ve Ümmü Seleme'den bu hadisi duyduktan sonra İmam Ali'ye (a.s) lanet okumaya ve onunla düşmanlık etmeye son vermiş miydi? Asla! Bilakis yapmış olduğu kötülüklere devam ederek kendi günahlarıyla gurur duydu. İmam Ali ve ailesine lanet okudu, lanet okutturdu ve halkı da buna mecbur kıldı. Çocuklar küçük yaştan bu zihniyetle büyüdüler ve büyükler de bu zihniyetle yaşlandılar. Bu durum seksen yıl bu şekilde devam etti.
"Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dâhil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim." [16]
____________________
[1]-Tarihu'l-Hulefa, İbn-i Kuteybe, c.1, s.18.
[2]-Tarihu'l-Hulefa, İbn-i Kuteybe, c.1, s.48.
[3]-Hasais, Nesaî, s.47 ve 114.
[4]-Âl-i İmran, 61.
[5]-Sahih-i Müslim, c.7, s.119, Ali b.Ebutalib'in Faziletleri bölümü.
[6]-Tarih, İbn-i Â'sem, c.2,s.258.
[7]-el-İmame ve's-Siyase, İbn-i Kuteybe, c.1, s.31.
[8]-Aynı kaynak, s.20.
[9]-Fetih, 10.
[10]-Yunus, 99.
[11]-Adı geçen İtizal Mezhebi, bilinen Mutezile Mezhebi değildir. Bu, siyasî itizal mezhebidir. İmam Ali (a.s) zamanında ortaya çıkmıştır. İtikattaki İtizal Mezhebi (Mutezile) ise, hicretin 100. yılında Hasan Basrî döneminde, büyük günahlara mürtekip olma konusunda, Mürcie grubu ile Haricîlerin savaştığı dönemde ortaya çıkmıştır.
[12]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, Muhammed Abduh Mısrî, c.1, s.34.
[13]-Hucurat, 9.
[14]-Tarih, İbn-i Kesir, c.8, s.77.
[15]-Tarih (Murucu'z-Zeheb), Mesudî, Sâd b. Ebu Vakkas'ın Biyografisi bölümü.
[16]-Âl-i İmran, 61.
Sa’d b. Ebi Vakkas, sahabenin büyüklerinden ve İslam tarihinde adından çokça bahsedilen kimselerdendir. İlk muhacirlerdendir. Bedir Savaşı'na da katılmıştır. Ömer b. Hattab'ın hilafete layık gördüğü altı kişiden biri olmakla beraber, Ehlisünnet ve'l-Cemaat'e göre cennetle müjdelenen on kişiden de biridir.
Ömer b. Hattab döneminde Kadisiye Savaşı'nın kahramanlarından idi. Bir rivayete göre sahabelerden bazıları onun nesebi konusunda şüpheliydi ve bu yüzden yer yer bu meseleyi gündem yaparak onu üzdükleri de olurdu. Bir başka rivayete göre de Peygamberimiz (s.a.a) onun soyunu belirlemiş ve Zühre oğullarından olduğunu söylemiştir.
İbn-i Kuteybe el-İmamet ve's-Siyaset adlı eserinde şöyle rivayet eder:
Zühre oğulları, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Sâd b. Ebi Vakkas ve Abdurrahman b. Avf'ın etrafında bir araya geldi. Hepsi Peygamber Mescidi'nde oturuyordu. Derken Ebubekir ile Ebu Ubeyde geldi. Bunun üzerine Ömer onlara dönerek, "Neden ayrı ayrı halkalar oluşturmuşsunuz? Kalkın ve Ebubekir'e biat edin. Ben ve ensar da ona biat ettik."
Sâd, Abdurrahman ve Zühre oğulları bu sözün ardından kalkıp Ebubekir'e biat ettiler. [1]
Bir rivayete göre, Ömer b. Hattab onu valilikten azletti ama kendisinden sonraki halifeye "Eğer o halife olarak seçilmezse ona arka çık ve makam ver; çünkü onu herhangi bir hıyanetinden dolayı azletmedim" şeklinde vasiyette bulundu. Osman da halife olduktan sonra bu vasiyete uydu ve onu Kufe valisi yaptı.
Sâd b. Ebi Vakkas, ölümünden sonra diğer sahabelere nazaran geride fazla bir servet bırakmamıştı. Yazılanlara göre, ölümünden sonra geride bıraktığı mal varlığı 300 bini buluyordu. Ayrıca o, Osman'ın öldürülmesi olayına hiç karışmadı. Talha ve Zübeyr gibi halkı bu işe yönlendirmedi.
İbn-i Kuteybe Tarihu'l-Hulefa adlı kitabında şöyle yazar: Amr b. As, Sad b. Ebi Vakkas'a yazdığı bir mektupta Osman'ın nasıl öldürüldüğünü ve bunu kimim yaptığını sormuş, Sâd da ona şöyle bir cevap yazmıştı:
"Osman'ın nasıl öldürüldüğünü soruyorsan sana şöyle diyeyim: Osman, Ayşe'nin kılıfından çıkardığı, Talha'nın bilediği, Ebu Talib oğlunun zehirle yoğurduğu kılıçla öldürüldü. Zübeyr de eliyle Osman'ı göstererek bu duruma seyirci kaldı. Bize gelince; elimizi elimizin üstüne koyup (bekledik). Eğer isteseydik onu koruyabilirdik. Ama Osman birtakım değişiklikler yapmış, kendi de değişmişti. İyi işleri de vardı, kötü işleri de. Eğer iyi bir iş yapmışsak zaten iyidir; ama kötü bir iş yapmışsak Allah bizi affetsin.
Yine de sana söylüyorum; Zübeyr yenik düşecek. Çünkü ailesinin sözü onda etkili oluyor. Talha'ya gelince; o da hilafet için yırtınabildiği kadar yırtınıyor!.." [2]
İşin ilginç yanı, Sâd b. Ebi Vakkas da Müminlerin Emiri İmam Ali'ye (a.s) biat etmekten kaçınmış, ona yardımcı olmamıştı. Hâlbuki onun hakkaniyetini ve faziletlerini pekâlâ biliyordu. Nitekim bizzat kendisi de İmam Ali (a.s) hakkında birkaç fazilet nakletmiş, Buharî ve Müslim Sahih'lerinde bu rivayetlere yer vermişler.
Sâd der ki: “Resul-i Ekrem'i (s.a.a) Ali (a.s) hakkında üç sıfat beyan ederken duydum; eğer onlardan biri bende olsaydı benim için bütün sarı ve kızıl nimetlerden daha hayırlıydı:
1- Onun için şöyle dediğini duydum: "Onun bana olan yakınlığı, Harun'un Musa'ya olan yakınlığı gibidir. Ama benden sonra peygamber yoktur."
2- Yine şöyle buyurduğunu duydum: "Yarın bayrağı öyle birine vereceğim ki o, Allah ve resulünü sever; Allah ve resulü de onu sever."
3-Ve yine şöyle buyurduğunu duydum: "Ey insanlar! Sizin mevlanız kimdir?" Halk, "Allah ve resulüdür" diye cevap verince üç kez aynı soruyu sordu ve aynı cevabı aldı. Daha sonra Ali'nin elini tutup yukarı kaldırdı ve şöyle seslendi: “(O halde) ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onun dostlarına dost, düşmanlarına düşman ol!" [3]
Sahih-i Müslim'de şöyle nakledilmiştir: «Sâd b. Ebi Vakkas der ki, Resul-i Ekrem (s.a.a), Ali'ye (a.s) şöyle buyuruyordu: "Senin bana olan yakınlığının Harun'un Musa'ya olan yakınlığı kadar olmasını istemez misin? Ancak benden sonra peygamber yoktur."
Ve yine Hayber Savaşı'nda şöyle diyordu: "Bayrağı öyle birine vereceğim ki, o, Allah'ı ve Peygamber'ini sever; Allah ve Peygamber'i de onu sever."
Biz hepimiz boynumuzu uzatıp "Acaba kimi çağıracak" diye merakla baktık. O sırada "Ali'yi çağırın!" diye seslendiğini duyduk…
"Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dâhil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim." [4] ayeti nazil olduğunda Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırıp, "Allah'ım, bunlar benim Ehlibeyt'imdir" buyurdu.» [5]
Nasıl oluyor da Sad b. Ebi Vakkas Hz. Ali hakkında bunca hakikati bildiği halde ona biat etmekten kaçınıyor? Sâd, Peygamberimizin "Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır; Allah'ım onun dostuyla dost, düşmanıyla da düşman ol" hadisini duyduğu ve üstelik bizzat kendisi bu hadisi rivayet ettiği halde nasıl oluyor da onunla dost olmuyor veya ona yardım etmiyor? Nasıl oluyor da Sâd, Peygamber'in (s.a.a) şu sözünü unutabiliyor? "Zamanın imamına biat etmeden ölen kimse cahiliyet ölümü üzere ölmüştür."
Nitekim bu rivayeti Abdullah b. Ömer nakletmiştir. Ama her şeye rağmen Sâd b. Ebi Vakkas cahiliye ölümü üzere ölmüş oluyor. Zira Sâd da Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye biat etmemiştir.
Tarihçilerin yazdığına göre, «Sâd, bir gün Hz. Ali'nin yanına gelerek özür diledi:
"Ey Müminlerin Emiri! Allah'a ant olsun ki ümmet arasında hilafete en layık kimse sensin; din ve dünya işlerinde en iyi ve en güvenilir kimsenin sen olduğunda da şüphem yoktur. Ama öyle kişiler seninle düşmanlık ediyor ki, eğer sana biat etmemi istiyorsan bana bir kılıç ver. Öyle bir kılıç ki dili olsun ve "Bunu al, şunu bırak!" diyebilsin." dedi.
Bunun üzerine İmam (a.s) ona şöyle cevap verdi:
"Sence diğerleri sözlerinde ve davranışlarında Kurân'a muhalefet ettiler mi? Muhacir ve ensar Peygamber'in sünnetine ve Allah'ın kitabına amel etmem koşuluyla benimle biatleştiler. İster biat et, ister git evinde otur. Ben seni bu iş için zorlamam." [6]
Acaba Sâd b. Ebi Vakkas'ın bu durumu şaşırtıcı değil mi? Bir yandan İmam Ali'nin hilafete daha layık olduğuna, din ve dünya işlerinde güvenilirliğine şehadet ederken bir yandan da hem biat etmek, hem de hak ile batılı birbirinden ayırt etmek için dili olan bir kılıç istiyor. Sizce bu, akıllı insanların kabul edebileceği bir şey midir? Bu iki zıt fiilin bir yerde birleşmesi mümkün mü? İçi boş bir keşmekeş değil de nedir? Bizzat kendisi bu konuda Peygamber'den en az beşten fazla hadis rivayet etmesine rağmen buna inanmıyor.
Acaba Sâd; Ebubekir, Ömer ve Osman'ın biatlerinde fitne ve ayaklanma çıkmaması için "Kim onlara biat etmezse öldürülsün!" diye emir verildiğinde orada hazır değil miydi?
Sâd, hiçbir şart koşmaksızın Osman'a biat etti. Abdurrahman b. Avf'ın İmam Ali'ye (a.s) kılıç kaldırarak "Sakın elimize bir bahane verme, yoksa kılıçtan başka bir şey göremezsin!" diye tehdit savurduğunu da duymuştu. [7]
Yine Sâd, Ebubekir'e biat edildiği sırada orada hazır idi ve Hz. Ali'nin (a.s) biat etmediğini ama buna karşılık Ömer'in İmam'a "Allah'a yemin ederim ki biat etmeyecek olursan kılıçla boynunu vururum!" dediğini görmüştü. [8]
Sâd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Ömer, Usame b. Zeyd ve Muhammed b. Seleme gibileri, Peygamber halifesi olan Hz. Ali'ye (a.s) biat etmeme cesaretini nereden alıyorlardı?
Görüyoruz ki Ömer b. Hattab bu beş kişiyi Ali'yle (a.s) rakip olmaları için seçmişti. Onlar da yapmalarını istediği planı aynen icra ediyorlardı. Bu plan da ancak ve ancak Ali'nin (a.s) hilafete geçmesini engellemekti.
Abdurrahman kendi damadı Osman'ı hilafete seçti ve İmam Ali'yi kabul etmediği takdirde ölümle tehdit etti. Zira Ömer, terazinin bir kefesini Abdurrahman için ağırlaştırırken diğer kefesini de diğerleri için boş bırakmıştı. Abdurrahman b. Avf ve Osman b. Affan'ın ölümlerinden sonra İmam Ali'nin karşısında hilafet için üç canlı rakip kalmıştı: Talha, Zübeyr ve Sad. Bunlar muhacir ve ensarın tamamının biat için İmam Ali'ye koştuklarını görünce içlerindeki kini sineye çekerek onun için problem yaratmaya başladılar ve onu rahat bırakmadılar. Talha ve Zübeyr, İmamla savaş yolunu seçtiler, Sad ise onu yalnız bıraktı.
Unutmayalım ki Osman ölmeden önce İmam Ali için tehlikeli bir rakip hazırlayıp gitmişti. Bu daha hilekâr ve kurnazdı. Askerleri ve gücü de çoktu. Osman onun için hilafet yolunu açık bırakmıştı. İslam ülkelerinin en önemlilerini 20 yıldan daha fazla süreliğine onun emrine vermişti. Oysaki bütün İslam ülkelerinin gelirlerinin üçte ikisinden fazlası bu bölgelerden toplanıyordu.
Bu rakip, din ve ahlak tanımayan Muaviye'den başkası değildi. Hilafet makamına varabilmek için her yola başvurabilecek ve her şeyi yapabilecek biriydi. Tüm bunlara rağmen Ali (a.s) diğer halifelerin yaptığı gibi halkı zorla kendisine biat etmeye çağırmadı. Daima Kurân ve sünnete bağlı kaldı. Bunlar üzerinde hiçbir değişiklik yapmadı. Sâd b. Ebi Vakkas'a da aynen böyle buyurmamış mıydı:
"Sence diğerleri sözlerinde ve davranışlarında Kurân'a muhalefet ettiler mi? Muhacir ve ensar Peygamber'in sünnetine ve Allah'ın kitabına amel etmem koşuluyla benimle biatleştiler. İster biat et, ister git, evinde otur. Ben seni bu iş için zorlamam."
Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu, ey başkalarının ortadan kaldırdığı Kurân ve sünneti yeniden canlandıran kimse! İşte, elimizdeki Kurân senin hakkında bize şöyle buyuruyor:
"Şüphe yok ki seninle biatleşenler, ancak Allah ile biatleşmişlerdir; Allah'ın eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse zararı kendi nefsinedir ve kim Allah ile ahitleştiği şeyde durursa ona, yakında büyük bir mükâfat verilecektir." [9]
Ve Allah şöyle buyuruyor:
"Sen insanları mümin oluncaya kadar zorlayıp duracak mısın?" [10]
Dinde zorlama yoktur. İslam'da kimse zorla imana çağrılamaz. Allah-u Taâla da Peygamber'ine (s.a.a) "Git, iman edinceye kadar insanlarla savaş!" şeklinde bir emir vermemiştir. Ama halifeler ve sahabeler Peygamber'den sonra kendilerine biat etmeyenleri öldürdüler. Hz. Fatıma'yı (s.a) dahi biate zorlamış, evdekileri biat etmek üzere dışarı çıkarmadıkları takdirde içindekilerle birlikte evlerini ateşe vermekle tehdit etmişlerdi. Peygamber'in (s.a.a) kendisinden sonra halife olarak tayin ettiği İmam Ali'yi (a.s) biate zorlamış, aksi takdirde onu da ölümle tehdit etmişlerdi. Onlar Hz. Fatıma ve Hz. Ali gibi şahsiyetler hakkında bu kadar ileri gittiklerine göre Ammar, Selman, Bilal vb. gibi diğer mustazaf sahabelere neler yapmışlardır, artık siz düşünün.
Önemli olan Sâd b. Ebi Vakkas'ın İmam Ali'ye biat etmemesidir. Muaviye onu İmam Ali'ye (a.s) karşı küfretmeye zorlamasına rağmen her ne kadar o bunu yapmamışsa da (nitekim bu konu Sahih-i Müslim'de de geçmiştir) bu, onun cennete girmesi için yeterli bir neden değildir. Çünkü Sâd kendine ayrı bir yol çizmiş, tarafsızlığı (İtizal Mezhebi)[11] benimsemiş ve "Ben sana karşı değilim, seninle de değilim" şiarıyla yeni bir mezhep kurmuştur. Oysaki İslam, bu mezhebi kabul etmez ve "Hakkın dışındaki her şey sapıklıktır" der.
Allahın kitabı ve Peygamber'in sünneti böyle bir fitnenin habercisiydi. Daha önceden böyle bir şeyin olacağını bildikleri için bunun sınırlarını çizmişlerdi. Böylece hidayete eren için de, sapıklığa düşen için de deliller açık ve net olmalıydı.
Resul-i Ekrem (s.a.a) İmam Ali (a.s) hakkındaki her şeyi şu sözle açıklamıştır:
"Allah'ım, onun dostlarıyla dost, düşmanlarıyla da düşman ol. Yardımcılarına yardım et ve onu yalnız bırakanı sen de yalnız bırak. O nereye giderse gitsin hakkı onunla beraber kıl."
İmam Ali (a.s), Sad'ın ona biat etmemesinin sebebini Şıkşıkiye Hutbesi'nde şöyle açıklamıştır:
"…Onların arasından bir kişi kininden ötürü diğerine yöneldi."
Muhammed Abduh, bu cümlenin şerhinde şöyle der: "Sad b. Ebi Vakkas, sahip olduğu mal varlığından dolayı Hz. Ali'ye küskündü. Sâd'ın annesi Hamne ise, Ebusüfyan b. Ümeyye b. Abduşems'in kızıydı ve Ali (a.s) bu ailenin önde gelen büyüklerinin birçoğunu öldürmüştü."[12]
Sâd'ın derin kin ve nefreti gözlerini kör etmişti. Ali düşmanlarına tanıdığı hakkı ona da tanıyamazdı. Rivayet edilir ki, Kûfe'ye vali olarak atandığında orada halka hitaben "İnsanların en iyisine, yani Osman'a itaat edin!" şeklinde bir konuşma yapmıştı.
Sad b. Ebi Vakkas, Osman'ın hayatta olduğu dönemde ve hatta ölümünden sonra bile onun taraftarlığını yapmıştı. Amr b. As'a yazdığı mektupta neden İmam Ali'ye (a.s) iftirada bulunduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor! Zira o, mektubunda şöyle diyordu:
"Osman, Ayşe'nin kılıfından çıkardığı, Talha'nın bilediği, Ebu Talib oğlunun zehirle yoğurduğu kılıçla öldürüldü…"
Bu, iftira ve yalandır. Tarih de buna şahitlik etmiştir ki, Osman ne zaman zor durumda kalsa İmam Ali'den (a.s) başka kimseyi yanında bulamazdı. Sâd'ın bu vefasız davranışlarından anlıyoruz ki, o, İmam'ın (a.s) vasıflandırdığı gibi gözünü kin bürümüş bir kimseydi. Her ne kadar Ali'nin (a.s) hak olduğunu bilse de, hakkın ona geri verilmesine izin vermedi. Öylece aylak ve başıboş kaldı. Bir taraftan vicdanı onu azarlarken asıl imanı kalbinde saklamaya çalışıyor, bir taraftan da hasta kalbi cahiliyet zamanından kalma kinler yüzünden ona galip geliyordu. Sonunda nefsi vicdanına galip geldi ve onu hakka yardım etmekten alıkoydu.
Tarihçiler birçok yerde bu konuya değinmişlerdir. Mesela, İbn-i Kesir, Tarih adlı eserinde şöyle yazar:
«Bir gün Sâd b. Ebi Vakkas, Muaviye b. Ebu Süfyan'ın yanına gitti. Muaviye, "Neden Ali ile savaşmadın?" diye sorunca Sâd şöyle cevap verdi:
"Başımın üzerinden bir karayel geçti. Ah-vah ederek devemi yere yatırdım. Sonunda karayel üzerimden geçip gitti. Ben de önümü görünce yoluma devam ettim."
Muaviye, "Allah'ın kitabında ah-vah diye bir tabir yoktur. Bilakis Allah şöyle buyurur: 'İnananlardan iki grup, birbiriyle savaşa girişirse hemen aralarını bulun, bir bölüğü, öbürüne saldırırsa o saldırganlarla, Allah'ın emrine itaat edinceye dek savaşın' [13]
Allah'a ant olsun ki sen adaleti olan toplulukla değildin ve zalime karşı da savaşmadın." diye cevap verdi.
Bu söz üzerine Sâd, "Ben Peygamber'in, hakkında "Senin bana nispetin, Harun'un Musa'ya nispeti gibidir. Ama tek fark, benden sonra Peygamber yoktur" buyurduğu bir kişiye karşı savaşamazdım." yanıtını verdi.
Muaviye: "Senden başka bu hadisi duyan var mı?" diye sordu.
Sâd: "Falanca şahıslar ve Ümmü Seleme" diye cevap verdi.
Bunun üzerine Muaviye hemen ayağa kalkarak bunu Ümmü Seleme'ye de sordu. Aynı hadisi Ümmü Seleme de tekrarlayınca Muaviye şöyle dedi: "Eğer Ali hakkındaki bu hadisi daha önce duymuş olsaydım, o ölünceye veya ben ölünceye kadar kendimi onun hizmetine adardım."14]
Mesudî de kendi Tarih'inde Muaviye ve Sâd arasındaki bu konuşmayı şöyle yazmıştır:
Sad, bu hadisi Muaviye'ye söyleyince Muaviye şöyle cevap verdi: "Sana hiçbir zaman bu kadar kızmamıştım. Neden ona yardım etmedin? Neden ona biat etmedin? Eğer Ali hakkındaki bu hadisi Peygamber'den ben duymuş olsaydım, yaşadığım sürece Ali'nin hizmetkârı olurdum." [15]
Sâd b. Ebi Vakkas'ın, Hz. Ali'nin (a.s) faziletine yönelik Muaviye'ye naklettiği bu hadis, İmam hakkında nakledilen yüzlerce hadis gibi hep aynı doğrultuda olan hadislerdir. Hepsi de İmam Ali'nin (a.s) Peygamber'den sonra İslam'ı yönetecek tek kişi olduğunu ve ondan başka hiç kimsenin bu işe liyakati olmadığını vurgular. Bu böyle olduğu sürece, tüm Müslümanlar yaşantıları boyunca ona hizmet etmelidirler.
Muaviye'nin "Eğer ben bu hadisi daha önce duysaydım, ömrüm boyunca Ali'nin hizmetkârı olurdum" dediği bu söz, bir hakikattir ve inanan herkes onun hizmetkârı olmakla iftihar etmelidir.
Ne var ki Muaviye bu sözü Sâd b. Ebi Vakkas'ı küçümsemek ve azarlamak maksadıyla söylemiştir. Çünkü Sâd, bir yandan Hz. Ali (a.s) ile savaşmamış, diğer yandan da Muaviye'ye yardımcı olmamıştı. Nitekim Muaviye, Hz. Ali'nin (a.s) faziletiyle ilgili bu hadis gibi daha birçok hadis biliyordu. O, İmam'ın (a.s) Peygamber'den sonra hilafet makamına en layık kişi olduğunu da biliyordu. Zira Muhammed b. Ebubekir'e yazmış olduğu mektupta da bu konuya değinmişti. İleriki konularda bu mektuba yer vereceğiz.
Acaba Muaviye, Sâd ve Ümmü Seleme'den bu hadisi duyduktan sonra İmam Ali'ye (a.s) lanet okumaya ve onunla düşmanlık etmeye son vermiş miydi? Asla! Bilakis yapmış olduğu kötülüklere devam ederek kendi günahlarıyla gurur duydu. İmam Ali ve ailesine lanet okudu, lanet okutturdu ve halkı da buna mecbur kıldı. Çocuklar küçük yaştan bu zihniyetle büyüdüler ve büyükler de bu zihniyetle yaşlandılar. Bu durum seksen yıl bu şekilde devam etti.
"Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dâhil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim." [16]
____________________
[1]-Tarihu'l-Hulefa, İbn-i Kuteybe, c.1, s.18.
[2]-Tarihu'l-Hulefa, İbn-i Kuteybe, c.1, s.48.
[3]-Hasais, Nesaî, s.47 ve 114.
[4]-Âl-i İmran, 61.
[5]-Sahih-i Müslim, c.7, s.119, Ali b.Ebutalib'in Faziletleri bölümü.
[6]-Tarih, İbn-i Â'sem, c.2,s.258.
[7]-el-İmame ve's-Siyase, İbn-i Kuteybe, c.1, s.31.
[8]-Aynı kaynak, s.20.
[9]-Fetih, 10.
[10]-Yunus, 99.
[11]-Adı geçen İtizal Mezhebi, bilinen Mutezile Mezhebi değildir. Bu, siyasî itizal mezhebidir. İmam Ali (a.s) zamanında ortaya çıkmıştır. İtikattaki İtizal Mezhebi (Mutezile) ise, hicretin 100. yılında Hasan Basrî döneminde, büyük günahlara mürtekip olma konusunda, Mürcie grubu ile Haricîlerin savaştığı dönemde ortaya çıkmıştır.
[12]-Şerh-i Nehcü'l-Belaga, Muhammed Abduh Mısrî, c.1, s.34.
[13]-Hucurat, 9.
[14]-Tarih, İbn-i Kesir, c.8, s.77.
[15]-Tarih (Murucu'z-Zeheb), Mesudî, Sâd b. Ebu Vakkas'ın Biyografisi bölümü.
[16]-Âl-i İmran, 61.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM