Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Dinin ana direği namazdır...
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

Doğ­ru­su ka­nun ve düs­tur­la­rın du­ru­mu hi­tap ni­te­lik­li di­rek­tif­le­rin du­ru­mun­dan fark­lı­dır. Hi­tap ni­te­lik­li bir di­rek­ti­fin çok az bir za­man da ol­sa, diyalogun ger­çek­leş­ti­ği za­man­dan ön­ce ger­çek­leş­miş ol­ma­sı doğ­ru ol­maz. Kur'ân-ı Ke­rim'de bu ka­te­go­ri­de ayet­ler çok­tur: "Ger­çek­ten Al­lah eşi ko­nu­sun­da se­nin­le tar­tı­şan ve Al­lah'a şi­ka­yet­te bu­lu­nan ka­dı­nın sö­zü­nü işit­ti. Al­lah ara­nız­da ge­çen ko­nuş­ma­la­rı işi­ti­yor­du." (Mü­ca­de­le, 1) "Oy­sa on­lar bir ti­ca­ret ya da bir eğ­len­ce gör­dük­le­ri za­man, he­men ona sö­kün et­ti­ler ve se­ni ayak­ta bı­rak­tı­lar." (Cu­m'a, 11) "Mü­min­ler­den öy­le adam­lar var­dır ki, Al­lah ile yap­tık­la­rı ahi­de sa­da­kat gös­ter­di­ler; böy­le­ce on­lar­dan ki­mi ada­ğı­nı ger­çek­leş­tir­di, ki­mi bek­le­mek­te­dir. On­lar hiç­bir de­ğiş­tir­me ile söz­le­ri­ni de­ğiş­tir­me­di­ler." (Ah­zab, 23)

Ay­rı­ca Kur'ân'da na­sih ve men­suh ayet­ler de var­dır. Bun­la­rı ay­nı an­da in­dir­me­nin pra­tik­te bir an­la­mı yok­tur.

Zi­hin­ler­de be­li­re­bi­le­cek bu prob­le­me şöy­le bir ce­vap da öne­ril­miş­tir: Kur'ân'ın Ra­ma­zan ayın­da in­di­ri­li­şin­den mak­sat, ilk ayet­le­rin ra­ma­zan ayın­da in­dik­le­ri­dir.

Bu ce­va­ba kar­şı­lık şöy­le de­ni­le­bi­lir: Meş­hur ve yay­gın ka­na­at, Pey­-gam­be­ri­mi­zin (s.a.a) pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ril­di­ği an­dan iti­ba­ren fi­i­len Kur'ân'ın iniş sü­re­ci­nin baş­la­dı­ğı şek­lin­de­dir. Ve yi­ne bi­li­niyor ­ki, pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şi re­cep ayı­nın yir­mi ye­din­ci gü­nü­ne denk düş­mek­te­dir. O gün i­le ra­ma­zan ayı ara­sın­da ise, otuz gün­den çok bir za­man var­dır. Pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şin, bu sü­re için­de Kur'ân'ın in­di­ri­li­şin­den yok­sun ol­du­ğu dü­şü­nü­le­bi­lir mi? Kal­dı ki, "Alak Su­re­si"nin gi­riş kıs­mı, onun ilk inen su­re ol­du­ğu­na ve efen­di­mi­zin pey­gam­ber­lik mis­yo­nu­nu üst­len­di­ği an­da in­di­ği­ne ta­nık­lık et­mek­te­dir. Ay­nı şe­kil­de, "Müd­des­sir Su­re­si"nin ifa­de tar­zı ve at­mos­fe­ri de onun da­vet sü­re­ci­nin ilk gün­le­rin­de na­zil ol­du­ğu­nu gös­te­rir ni­te­lik­te­dir. Do­la­yı­sıy­la, ilk ön­ce inen aye­tin Ra­ma­zan ayın­da in­miş ol­ma­sı ger­çek­ten çok uzak bir ih­ti­mal­dir. Kal­dı ki, "Kur'ân on­da in­di­ril­di." ifa­de­si ile, Kur'ân'ın ilk kı­sım­la­rı­nın ra­ma­zan ayın­da in­di­ği yö­nün­de bir me­saj ve­ril­di­ği hu­su­su sa­nıl­dı­ğı ka­dar net de­ğil­dir. İfa­de­nin akı­şı için­de bu gö­rü­şü pe­kiş­ti­ren bir be­lir­ti, bir ipu­cu yok­tur. İfa­de­yi bu şe­kil­de yo­rum­la­mak de­lil­siz tef­sir ola­rak ni­te­len­di­ri­le­bi­lir.

Bu aye­tin bir ben­ze­ri de şu ayet­ler­dir: "Apa­çık ki­ta­ba an­dol­sun, ger­çek­ten biz onu mü­ba­rek bir ge­ce­de in­dir­dik. Ger­çek­ten biz uya­ran­la­rız." (Du­han, 2-3) "Ger­çek şu ki, biz onu ka­dir ge­ce­sin­de in­dir­dik." (Ka­dir, 1) Gö­rül­dü­ğü gi­bi, ayet­le­rin za­hir­le­ri, Kur'ân'ın in­di­ri­li­şi ile, ilk kez in­di­ri­li­şi­nin ya da ba­zı kı­sım­la­rı ile bö­lüm­le­ri­nin in­di­ri­li­şi­nin kas­te­dil­di­ği id­di­a­sı ile ör­tüş­me­mek­te­dir. Ayet­le­rin akı­şın­da da bu­nu des­tek­le­yen bir ipu­cu­na rast­lan­mı­yor.

Oy­sa Kur'ân ayet­le­ri üze­rin­de du­rup dü­şü­nül­dü­ğü za­man bir baş­ka ger­çek be­lir­gin­lik ka­za­nı­yor: Kur'ân'ın ra­ma­zan ayın­da ve­ya ra­ma­zan ayı­nın bel­li bir ge­ce­sin­de in­di­ğin­den sö­z e­den ayet­ler­de kul­la­nı­lan ke­li­me "in­zal"dır. Bu ise, bir de­fa­da ini­şi ifa­de eder. Bu ayet­ler­de "ten­zil" ke­li­me­si kul­la­nıl­ma­mış­tır. Şu ayet­le­re bir göz ata­lım: "Ra­ma­zan ayı... Kur'ân on­da in­di­ril­di." (Ba­ka­ra, 185) "Ha. Mim, Apa­çık ki­ta­ba an­dol­sun, ger­çek­ten biz onu mü­ba­rek bir ge­ce­de in­dir­dik." (Du­han, 1-3) "Ger­çek şu ki biz onu ka­dir ge­ce­sin­de in­dir­dik." (Ka­dir, 1)

Bu ayet­le­rin tü­mü­nün ori­ji­na­lin­de "bir de­fa­lık iniş" ifa­de eden "in­zal" ke­li­me­si kul­la­nıl­mış­tır. "Bir de­fa­lık iniş"te ise, ya ki­ta­bın tü­mü ya da bir kıs­mı gö­z ö­nün­de bu­lun­du­rul­muş­tur. Ör­ne­ğin yü­ce Al­lah yağ­mu­run yağ­ma­sı­nı ko­nu alan bir ayet-i ke­ri­me'de şöy­le bu­yu­ru­yor: "Gök­-ten in­dir­di­ği­miz bir su gi­bi." (Yûnus, 24) Bu ayet­te de "in­zal" ke­li­me­si kul­la­nıl­mış­tır. Oy­sa yağ­mur bir de­fa­da yağ­maz, dam­la dam­la, ya­ni ted­ri­cî ola­rak ya­ğar. An­cak bu ayet­te, yağ­mu­ra yö­ne­lik bü­tün­sel bir ba­kış esas alın­mış­tır. Bu yüz­den, "ted­ri­ci ini­şi" ifa­de eden "ten­zil" ke­li­me­si ye­ri­ne "bir de­fa­da iniş"i ifa­de eden "in­zal" ke­li­me­si kul­la­nıl­mış­tır. Tıp­kı şu ayet-i ke­ri­me­de ol­du­ğu gi­bi "Ayet­le­ri­ni iyi­den iyi­ye dü­şün­sün­ler ve te­miz akıl sa­hip­le­ri öğüt al­sın­lar di­ye sa­na in­dir­di­ği­miz mü­ba­rek bir ki­tap­tır." (Sâd, 29) Aye­tin ori­ji­na­lin­de "bir de­fa­lık iniş"i ifa­de e­den "in­zal" ke­li­me­si­nin kul­la­nı­lı­şı bel­ki de ki­ta­bın bi­zim an­la­yı­şı­mız­dan öte bir ha­ki­ka­ti­nin olu­şu­na da­ya­nı­yor­dur. Bi­zim nor­mal an­la­yı­şı­mız­da, par­ça­la­ra ayır­ma, ay­rın­tı­lan­dır­ma, yo­rum­la­ma ve aşa­ma­lı ola­rak kav­ra­ma esas­tır. An­cak bir ke­re­de in­di­ği, ted­ri­ci ve pey­der­pey in­di­ril­me­di­ği söy­len­di­ği za­man bi­zim nor­mal an­la­yı­şı­mız de­ğil de Ki­ta­bın nor­mal an­la­yış­tan öte bir ha­ki­ka­tinin olu­şu esas alın­mış­tır.

Ayet-i ke­ri­me­ler­den al­gı­la­nan da bu ikin­ci ih­ti­mal­dir. Ör­ne­ğin: "Ayet­le­ri muh­kem kı­lın­mış, son­ra hik­met sa­hi­bi ve her­ şey­den ha­ber­dar olan Al­lah ta­ra­fın­dan bi­rer bi­rer açık­lan­mış bir ki­tap­tır." (Hûd, 1) Ayet­te ge­çen "muh­kem kı­lın­ma" (ih­kam) ifa­de­si "bi­rer birer açık­la­ma" (taf­sil) ke­li­me­si­nin kar­şı­tı ola­rak kul­la­nıl­mış­tır. Taf­sil, Kur'ân'ı bö­lüm bö­lüm ve par­ça par­ça kıl­ma de­mek­tir. Do­la­yı­sıy­la ihkam; bir par­ça­sı­nın bir di­ğer par­ça­sın­dan ay­rıl­ma­ma­sı, ba­zı­sı­nın ba­zı­sın­dan ayırt edilmemesi an­la­mı­nı ifa­de eder. Çün­kü hep­si­de cüz­ler ve fa­sıl­lar bu­lun­ma­yan bir an­la­ma dö­nük­tür. Ayet-i ke­ri­me bi­ze açık­ça an­la­tı­yor ki: Kur'ân'da gö­rü­len bö­lüm bö­lüm ay­rın­tı­lar, par­ça par­ça ifa­de­ler son­ra­dan or­ta­ya çık­mış­tır. O ön­ce­le­ri muh­kem­di, mu­fas­sal (ay­rın­tı­lı) de­ğil­di.

Şu ayet-i ke­ri­me­ler ko­nu­yu bi­raz da­ha aç­mak­ta­dır: "An­dol­sun, biz on­la­ra bir ki­tap ge­tir­dik; iman ede­cek bir top­lu­lu­ğa bir hi­da­yet ve bir rah­met ol­mak üze­re bir bil­gi­ye da­ya­na­rak onu çe­şit­li bi­çim­ler­de açık­la­dık. On­lar, onun te­vi­lin­den baş­ka­sı­na bak­maz­lar mı? Onun te­vi­li­nin ge­le­ce­ği gün, da­ha ön­ce onu unu­tan­lar,di­ye­cek­ler ki: Ger­çek­ten Rab­bi­mi­zin el­çi­le­ri bi­ze hak­kı ge­tir­miş­ler­dir." (A'râf, 52, 53) "Bu Kur'ân, Al­lah'tan baş­ka­sı ta­ra­fın­dan ya­lan ola­rak uy­du­rul­muş de­ğil­dir. An­cak bu önün­de­ki­le­ri doğ­ru­la­yan ve ki­ta­bı ay­rın­tı­lı ola­rak açık­la­yan­dır. Bun­da hiç şüp­he yok­tur. Âlemlerin Rab­bin­den­dir... Ha­yır, on­lar il­mi­ni ku­şa­ta­ma­dık­la­rı ve ken­di­le­ri­ne he­nüz yo­ru­mu gel­me­miş bir şe­yi ya­lan­la­dı­lar." (Yûnus, 37-39)

Bu ayet­ler, özel­lik­le "Yûnus Su­re­si"n­den der­le­di­ği­miz ayet­ler, ay­rın­tı­lı açık­la­ma­nın Ki­tap açı­sın­dan son­ra­dan or­ta­ya çık­mış bir du­rum ol­du­ğu­nu an­lat­mak­ta­dır­lar. Bu­na gö­re, Ki­ta­bın ken­di­si baş­ka bir şey­dir, Ki­ta­ba son­ra­dan arız olan ay­rın­tı­lan­dır­ma ol­gu­su­ da baş­ka bir şey. Do­la­yı­sıy­la, ayet­ler­de işa­ret edi­len kim­se­ler de, an­cak Ki­ta­bın ay­rın­tı­sı­nı ya­lan­la­mış­lar­dır. Çün­kü bu ay­rın­tı­la­rın yo­ru­mu­na esas ola­cak bir şe­yi unut­muş­lar­dır, onun far­kın­da de­ğil­ler­dir. Kı­ya­met gü­nü unut­tuk­la­rı bir şe­yin far­kı­na va­ra­cak­lar, ke­sin ola­rak bil­me du­ru­mun­da ka­la­cak­lar­dır. Ama piş­man­lık fay­da ver­me­ye­cek­tir. Ka­ça­cak de­lik bu­lun­ma­ya­cak­tır. Bu­ra­da ki­ta­bın as­lı­nın, ay­rın­tı­sı­nın te­vi­li ol­du­ğu­na da işa­ret edil­mek­te­dir.

Şu ayet-i ke­ri­me ön­ce­ki ayet­le­re na­za­ran ko­nu­yu bi­raz da­ha aç­mak­ta­dır: "Ha mim. Apa­çık ki­ta­ba an­dol­sun; ger­çek­ten biz onu, bel­ki ak­lı­nı­zı kul­la­nır­sı­nız di­ye Arap­ça bir Kur'ân kıl­dık. Şüp­he­siz o, bi­zim ka­tı­mız­da olan ana ki­tap­ta­dır; çok yü­ce­dir, hikmet sa­hi­bi­dir." (Zuh­ruf, 1-4) Açık­ça an­la­şı­lı­yor ki, apa­çık bir ki­tap var­dır. Bu ki­ta­ba "Arap­ça okun­ma" du­ru­mu son­ra­dan arız ol­muş. Okun­ma ve Arap­ça ol­ma giy­si­si, sırf in­san­lar akıl­la­rı­nı kul­la­na­rak an­la­ya­bil­sin­ler di­ye ona son­ra­dan giy­di­ril­miş­tir. Yok­sa o, ana ki­tap­ta, Al­lah ka­tın­da­dır. Yü­ce­dir, akıl­la­rın ona eriş­me­si müm­kün de­ğil­dir. Hik­met sa­hi­bi­dir. İçin­de fasl, bö­lüm, ay­rın­tı yok­tur. Ayet­te ay­rı­ca, apa­çık ki­ta­ba bir ta­nım ge­ti­ri­li­yor, onun apa­çık Arapça olan Kur'ân'ın as­lı ol­du­ğu vur­gu­la­nı­yor.

Şu ayet­ler de ay­nı doğ­rul­tu­da ele alı­na­bi­lir: "Ha­yır, yıl­dız­la­rın yer­le­ri­ne ye­min ede­rim. Şüp­he­siz bu, eğer bi­lir­se­niz ger­çek­ten bü­yük bir ye­min­dir. El­bet­te bu, bir Kur'ân-ı Ke­rim'dir. Sak­lan­mış ko­run­muş bir kitaptır. Ona te­miz­le­nip, arın­mış olan­lar­dan baş­ka­sı do­ku­na­maz. âlem­le­rin Rab­bin­den in­di­ril­me­dir." (Va­kıa, 75-80) Bu ayet­ten açık­ça an­la­şı­lı­yor ki, Kur'ân-ı Ke­rim'in sak­lan­mış-ko­run­muş ki­tap için­de bir ye­ri ve mev­ki­si var­dır. Ora­day­ken Al­lah'ın kul­la­rın­dan te­miz­le­nip-arın­mış olan­la­rın dı­şın­da kim­se ona do­ku­na­maz. Na­zil olu­şu ise, bun­dan son­ra­dır. Bun­dan ön­ce, Kur'ân, ya­ban­cı­la­ra ve baş­ka­la­rı­na kar­şı ko­run­muş ki­tap için­de­ki ye­rin­de­dir. Sak­lan­mış-ko­run­muş ki­tap, Zuh­ruf Su­re­si'­nin ko­nu­ya iliş­kin ayet­le­rin­de "ana ki­tap", Bu­ruc Su­re­si'n­de ise "Levh-i Mah­fuz ola­rak ni­te­len­di­ril­miş­tir. Ni­te­kim şöy­le bu­yur­muş­tur: "Ha­yır; o şe­ref­li-üs­tün olan bir Kur'ân'dır; Levh-i Mah­fuz'da­dır." (Bu­rûc, 21-22) Lev­hin "Mah­fuz" ola­rak ni­te­len­di­ril­me­si, de­ği­şi­me kar­şı ko­run­muş ol­ma­sı se­be­biy­le­dir. Oy­sa ted­ri­ci ola­rak inen Kur'ân'da na­sih ve men­suh bu­lun­du­ğu, aşa­ma­lı ola­rak in­di­ği bi­lin­mek­te­dir. Kuş­ku yok ki, aşa­ma­lı ola­rak in­mek bir tür de­ği­şim­dir. Bu­na gö­re, hü­küm­le­ri ay­rın­tı­lar­dan be­ri olan ve Kur'ân'ın as­lı­nı oluş­tu­ran apa­çık ki­tap, in­di­ri­len bu ki­tap­tan öte bir şey­dir. Bu ki­tap ona gö­re bir giy­si ko­nu­mun­da­dır.

Ay­rı­ca bu an­lam, ya­ni Kur'ân'ın apa­çık ki­ta­ba (ki biz ona ki­ta­bın hakikati di­yo­ruz) gö­re bir in­me olu­şu hu­su­su­nun gi­yi­ne­ne gö­re bir giy­si, hakikate gö­re bir ör­nek, kelâm ile kas­te­di­len ama­ca gö­re bir darb-ı me­sel me­sa­be­sin­de olu­şu, söz konusu bu asıl ki­ta­ba za­man za­man Kur'ân de­nil­me­si ile de pe­ki­şen ve onu doğ­ru­la­yan bir an­lam­dır. Ör­ne­ğin, Bu­ruc Su­re­si'nde şöy­le bu­yu­ru­lu­yor: "Ha­yır, o şe­ref­li-üs­tün olan bir Kur'ân'dır; Levh-i Mah­fuz'da­dır." (Bu­rûc, 21-22) Bu­nun gi­bi da­ha birçok ör­nek gös­te­ri­le­bi­lir... Do­la­yı­sıy­la, şim­di­ye ka­dar an­lat­tık­la­rı­mız; "Ra­ma­zan ayı... Kur'ân on­da in­di­ril­di.", "Biz onu mü­ba­rek bir ge­ce­de indir­dik.", "Biz onu ka­dir ge­ce­sin­de in­dir­dik." ayet­le­ri­nin, ki­ta­bın hakikatinin ve apa­çık ki­ta­bın Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) kal­bi­ne bir de­fa­da in­di­ri­li­şi ola­rak yo­rum­lan­ma­sı­nı, ge­rek­tir­mek­te­dir. Ay­rın­tı­lı Kur'ân ise, Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) kal­bi­ne ne­be­vî da­vet sü­re­ci bo­yun­ca pey­der­pey, ted­ri­ci ola­rak in­di­ril­miş­tir.

Bu ger­çek, Kur'ân'ın ba­zı ayet­le­rin­de be­lir­gin­lik ka­zan­mak­ta­dır: "Onun vah­yi sa­na ge­lip-ta­mam­lan­ma­dan ev­vel, Kur'ân'ı oku­ma­da ace­le et­me." (Tâhâ, 114) "Onu ace­le­ye ka­pı­lıp di­li­ni onun­la ha­re­ket et­ti­rip-dur­ma. Şüp­he­siz, onu top­la­mak ve onu sa­na okut­mak Bi­ze ait­tir. Şu hâlde, Biz onu oku­du­ğu­muz za­man, sen de onun oku­nu­şu­nu iz­le. Son­ra mu­hak­kak onu açık­la­mak Bi­ze ait­tir." (Kı­ya­met, 16-19) Bu ayet­ler­den açık­ça an­la­şı­lı­yor ki, Re­su­lul­lah efen­di­miz (s.a.a) ken­di­si­ne in­di­ri­le­cek olan ayet­ler hak­kın­da ön­ce­den bil­gi sa­hi­biy­di. Bu yüz­den, vah­yin ini­şi ta­mam­lan­ma­dan, onu oku­ma­da ace­le et­mek­ten alı konmuştur. Ye­ri ge­lin­ce -in­şa­al­lah- bu hu­su­su et­raf­lı­ca açık­la­ya­ca­ğız.

Kı­sa­ca­sı, Kur'ân ayet­le­ri üze­rin­de et­raf­lı­ca dü­şü­nen bi­ri, bu ayet­le­rin şu hu­sus­la­ra de­la­let et­tik­le­ri­ni ka­çı­nıl­maz ola­rak iti­raf ede­cek­tir: Re­su­lul­lah efen­di­mi­ze (s.a.a) ted­ri­ci ola­rak, bö­lüm bö­lüm in­di­ri­len Kur'ân-ı Ke­rim, yü­ce bir ger­çe­ğe da­ya­lı­dır. Kur'ân'a da­ya­na­rak oluş­tu­ru­lan bu yü­ce ger­çe­ğe in­san ak­lı eri­şe­mez, he­ves­ler­le ve maddî kir­ler­le le­ke­len­miş fi­kir­le­rin kol­la­rı ona ula­şa­maz. Bu ger­çek ise, Re­su­lul­lah efen­di­mi­ze (s.a.a) bir ke­re­de in­miş­tir. Bu­nun­la yü­ce Al­lah, ki­ta­bın içer­di­ği ger­çek­le­ri ona öğ­ret­miş­tir. İle­ri de, "Sa­na ki­ta­bı in­di­ren O'dur. On­da bir kı­sım ayet­ler muh­kem­dir." (Âl-i İm­rân, 7) aye­ti­ni tef­sir eder­ken, "ten­zil" ve "te­vil" kav­ram­la­rı üze­rin­de dur­du­ğu­muz­da, ko­nu­ya iliş­kin de­tay­lı açık­la­ma­lar­da bu­lu­na­ca­ğız. Ayet­ler üze­rin­de et­raf­lı­ca dü­şün­me­nin ışı­ğın­da beli­ren ve ayet­le­rin işa­ret et­tik­le­ri ger­çek­ler­dir bun­lar.

Evet, ha­dis er­ba­bı kim­se­ler kelâm­cı­la­rın bü­yük ço­ğun­lu­ğu ve çağ­daş po­zi­ti­vist ve araş­tır­ma­cı­lar­da el­le tu­tu­lur maddî âlemin öte­si­nin var­lı­ğı­nı inkâr et­tik­le­ri için söz konusu ayet­le­ri ve Kur'ân'ın, hi­da­yet, rah­met, nur, ruh, yıl­dız­la­rın yer­le­ri, apa­çık ki­tap, Levh-i Mah­fuz'­da, Al­lah ka­tın­dan in­di­ril­di­ği­ne, ter­te­miz sa­hi­fe­ler­de ol­du­ğu­na iliş­kin ger­çek­le­re işa­ret eden ben­ze­ri ayet­le­ri is­ti­a­re ve me­caz sa­na­tıy­la izah et­me­ye mec­bur kal­mış­lar­dır. Böy­le­ce Kur'ân rast gele söy­len­miş bir şi­ir dü­ze­yi­ne in­dir­gen­miş­tir.

Araş­tır­ma­cı­lar­dan bi­ri­nin Kur'ân'ın ra­ma­zan ayın­da in­miş ol­ma­sı hu­su­sun­da şöy­le söz­le­ri var­dır: So­nuç ola­rak şöy­le di­yor: Pey­gam­ber efen­di­mi­zin (s.a.a) pey­gam­ber ola­rak gö­rev­len­di­ril­di­ği anın, za­man ola­rak, Kur'ân'dan ilk ayet­le­rin ini­şi­ne ve teb­liğ ve uya­rı em­ri­ni alı­şı­na ya­kın ol­du­ğun­da kuş­ku yok­tur. Ay­rı­ca bu­nun ge­ce­le­yin ger­çek­leş­ti­ği de ke­sin­dir. Çün­kü Yü­ce Al­lah şöy­le bu­yu­ru­yor: "Ger­çek­ten Biz onu mü­ba­rek bir ge­ce­de in­dir­dik. Ger­çek­ten Biz uya­ran­la­rız." (Du­ha, 3) "Ra­ma­zan ayı... Kur'ân on­da in­di­ril­di." (Ba­ka­ra, 185) aye­tin­den de, bu ge­ce­nin Ra­ma­zan ayı­nın bir ge­ce­si ol­du­ğu­nu an­lı­yo­ruz.

Kur'ân'ın ta­ma­mı bu ge­ce in­me­miş­se de, Fa­ti­ha Suresi'nin o ge­ce in­di­ği ve o da Kur'ân öğ­re­ti­si­nin tü­mü­nü kap­sa­yan ifa­de­ler içer­di­ği için, Kur'ân'ın tü­mü o ge­ce in­miş gi­bi de­ğer­len­di­ril­miş­tir. Do­la­yı­sıy­la "Biz onu bir ge­ce­de in­dir­dik." de­mek bu ba­kım­dan sa­hih­tir. (Kal­dı ki, "Kur'ân" is­mi ki­ta­bın tü­mü için kul­la­nıl­dı­ğı gi­bi, bir kıs­mı için de kul­la­nı­la­bi­lir. Hat­ta Tev­rat, İn­cil ve Ze­bur gi­bi öte­ki semavî ki­tap­lar da Kur'-ân (oku­nan ki­tap) ta­nım­la­ma­sı­na gi­rer­ler ve bu, Kur'ânî bir ıs­tı­lah­tır.)

Şöy­le ki: Kur'ân'ın ilk na­zil olan kıs­mı, ya­ni "Ya­ra­tan Rab­bi­nin adıy­la oku." di­ye baş­la­yan ayet­ler gru­bu, ra­ma­zan ayı­nın yir­mi be­şin­ci ge­ce­sin­de imiş­tir. O sı­ra­da Re­su­lul­lah (s.a.a) va­di­nin or­ta­sın­da Ha­ti­ce'-nin evi­ne gi­di­yor­du, Ceb­ra­il'i biz­zat gö­rü­yor­du ve o da ken­di­si­ne: "Ya­ra­tan Rab­bi­nin adıy­la oku." di­ye baş­la­yan ayet­ler gru­bu­nu vah­ye­di-yor­du. Re­su­lul­lah vah­yi al­gı­la­yın­ca ak­lı­na Rab­bi­nin adı­nı na­sıl zik­re­de­ce­ği so­ru­su gel­di. Bu­nun üze­ri­ne Ceb­ra­il tek­rar ken­di­si­ne gö­rün­dü ve Bes­me­le­den baş­la­ya­rak tüm Fa­ti­ha Suresi'ni öğ­ret­ti. Son­ra na­sıl na­maz kı­la­ca­ğı­nı gös­ter­di. Ar­dın­dan gö­zün­den kay­bol­du. Resulullah (s.a.a) ken­di­ne gel­di­ğin­de, üze­rin­de ağır­lık­tan baş­ka bir ize rast­la­ma­dı. Bu da, vah­yin es­na­sın­da üze­ri­ne çö­ken Ceb­ra­il'in ağır­lı­ğıy­dı. Son­ra yo­lu­na de­vam et­ti. Ama Al­lah ta­ra­fın­dan in­san­la­ra gön­de­ri­len, on­la­rı doğ­ru yo­la ilet­mek­le yü­küm­lü bir el­çi ol­du­ğu­nu bil­mi­yor­du. Eve gi­rer gir­mez, üze­rin­de­ki şid­det­li ağır­lık­tan do­la­yı sa­ba­ha ka­dar uyu­du. O ge­ce­nin sa­ba­hın­da vah­yin me­le­ği tek­rar ya­nı­na gel­di ve şu aye­ti vah­yet­ti: "Ey bü­rü­nüp ör­tü­nen, kalk ve uyar." (Müd­des­sir, 1-2)

İş­te Kur'ân'ın Ra­ma­zan ayın­da ini­şi­nin ve Re­su­lul­lah'ın pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şi­nin Ka­dir ge­ce­si­ne denk düş­tü­ğü­nün an­la­mı bu­dur. Kur'ân'ın Re­cep ayı­nın yir­mi ye­din­ci gü­nün­de in­di­ği­ne iliş­kin ola­rak ba­zı Şia kay­nak­la­rın­da yer alan bil­gi­ler bil­di­ği­niz gi­bi Kur'ân-ı Ke­rim'in bu hu­sus­ta­ki içe­ri­ğiy­le uyuş­ma­mak­ta­dır. Ay­rı­ca bu ko­nuy­la il­gi­li ri­va­yet­le­re an­cak, ya­zı­lış ta­rih­le­ri Hic­ri dör­dün­cü yüz­yı­lın baş­la­rı­nı geç­me­yen ba­zı Şia kay­nak­la­rın­da rast­la­na­bi­lir.

Öte yan­dan ön­ce­ki ri­va­yet­le­ri teyit ni­te­lik­te di­ğer ba­zı ri­va­yet­ler var­dır. Bu ri­va­yet­ler Kur'ân'ın Ra­ma­zan ayın­da ini­şi­nin, onun pey­gam­be­ri­mi­zin pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şin­den ön­ce, Levh-i Mah­fuz'-dan Beyt'ül-Ma­mur'a in­di­ril­me­si ve Ceb­ra­il'in onu me­lek­le­re yaz­dı­rıp, bi­'set­ten son­ra da efen­di­mi­ze in­di­ril­me­si an­la­mı­na gel­di­ği­ni vur­gu­la­mak­ta­dır... Hiç kuş­ku yok ki, bun­lar asıl­sız ku­run­tu­lar­dan ve pe­şi­nen red­de­dil­me­si ge­re­ken ha­ber­ler ara­sın­da yay­gın olan hu­ra­fe­ler­den baş­ka bir şey de­ğil­dir­ler. Ön­ce­lik­le ki­tap­la çe­liş­mek­te­dir. İkin­ci­si, Kur'ân-ı Ke­rim'de kul­la­nı­lan Levh-i Mah­fuz kav­ra­mın­dan mak­sat ta­bi­at âlemi­dir. Beyt'ül-Ma­mur ise, yer kü­re­si­dir. İn­sa­nın yer­le­şip onu me­mur hâle ge­tir­me­sin­den do­la­yı bu adı al­mış­tır. Ada­mın gö­rüş­le­ri özet ola­rak bun­dan iba­ret­tir.

Ada­mın sarf ettiği cüm­le­le­rin han­gi­si­nin -bü­tün cüz­le­ri fe­sat­tan, ya­lan yan­lış­tan iba­ret ol­mak­la be­ra­ber- dü­zel­ti­le­bi­le­ce­ği­ni, bu şe­kil­de hak­ka ve ha­ki­ka­te uy­du­ru­la­bi­le­ce­ği­ni bi­le­mi­yo­rum? Çün­kü yır­tık ya­ma tu­ta­cak gi­bi de­ğil­dir.

Bir ke­re, pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­liş (bi'­set) ve Kur'ân'dan inen ilk ayet­ler hak­kın­da uy­dur­du­ğu şu söz­le­re ba­kın: Di­yor ki, Kur'ân'ın ilk inen ayet­le­ri olan "Ya­ra­tan Rab­bi­nin adıy­la oku." di­ye baş­la­yan ayet­ler gru­bu, pey­gam­be­ri­miz yol­day­ken in­miş­ler­dir. Son­ra ken­di­si­ne "Fa­ti­ha Su­re­si" in­di­ril­miş ve na­ma­zın na­sıl kı­lı­na­ca­ğı öğ­re­til­miş­tir. Ar­dın­dan evi­ne gir­miş ve yor­gun­luk­tan uyu­ya kal­mış­tır. Ay­nı ge­ce­nin sa­ba­hın­da ken­di­si­ne "Müd­des­sir Su­re­si" in­miş ve be­ra­be­rin­de Al­lah'ın di­ni­ni in­san­la­ra teb­liğ et­me em­ri­ni al­mış­tır... Bü­tün bun­lar asıl­sız söy­len­ti­ler­dir. Hiç bir de­li­le da­yan­ma­mak­ta­dır. Bu­nu doğ­ru­la­yan ne bir muh­kem ayet ve ne de sa­hih bir sün­net gös­te­ri­le­bi­lir. İle­ri­de de­ği­ne­ce­ği­miz gi­bi bu, ki­tap ve na­kil­le uyuş­ma­yan ha­yal ürü­nü bir hi­ka­ye­dir.

İkin­ci­si, ada­ma gö­re, pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şin, Kur'ân'ın na­zil olu­şu­nun ve teb­liğ et­me em­ri­nin ve­ri­li­şi­nin ay­nı za­man­da ol­du­ğu ke­sin­dir. Son­ra bu­nu şöy­le açık­lı­yor: Pey­gam­ber­lik mis­yo­nu, Kur'ân'ın in­me­si ile baş­la­dı. Pey­gam­be­ri­miz sa­de­ce bir ge­ce Re­sul de­ğil de ne­bi ola­rak sa­bah­la­dı. Sa­bah­le­yin "Müd­des­sir Suresi"nin in­di­ri­li­şi ile ken­di­si­ne Re­sul­luk gö­re­vi de ve­ril­di..." Ya­za­rın bu id­di­a­sı­nı, ki­tap­tan ve­ya sün­net­ten bir ka­nı­ta da­yan­dır­ma­sı müm­kün de­ğil­dir. Do­la­yı­sıy­la sö­zü­nü et­ti­ği bu eş­za­man­lı­lık ke­sin de­ğil­dir.

Sün­ne­te ge­lin­ce; eğer ya­za­rın Şiî ha­dis kay­nak­la­rı­nın ge­cik­me­li ola­rak ya­zıl­dı­ğı şek­lin­de­ki iti­ra­zı­nı ye­rin­de bir eleş­ti­ri ola­rak ka­bul ede­cek olur­sak, hem Şiî ve hem de Ehlisünnet ta­ra­fın­dan ya­zıl­mış hiç bir ha­dis kay­na­ğı­nı mu­te­ber ka­bul et­me­me­miz ge­re­kir. Çün­kü bü­tün kay­nak­lar, Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) za­ma­nın­dan en az iki yüz yıl son­ra ya­zıl­mış­lar­dır. Bu sün­ne­tin du­ru­mu. Ta­rih ise, -bu tür ay­rın­tı­lar­dan uzak ol­ma­sı­nın ya­nı­ sı­ra- du­ru­mu da­ha da kö­tü­dür. Ha­di­se bu­la­şan hu­ra­fe ve uy­dur­ma­lar, ona da bu­laş­mış­tır.

Ki­ta­ba ge­lin­ce, ya­za­rın sö­zü­nü et­ti­ği hu­su­sa de­la­let et­me­di­ği son de­re­ce be­lir­gin­dir. Tam ter­si­ne ak­si­ni ka­nıt­la­mak­ta ve ya­za­rın söz­le­ri­ni ya­lan­lar ni­te­lik­te ol­du­ğu gün gi­bi or­ta­da­dır. Çün­kü, "Ya­ra­tan rab­bi­nin adıy­la oku." di­ye baş­la­yan ayet­ler gru­bu -ki na­kil hu­su­sun­da oto­ri­te sa­yı­lan kim­se­le­rin gö­rüş bir­li­ği ve ay­rı­ca su­re­nin gi­ri­şin­de bu­lu­nan beş aye­tin bu hu­su­su teyit et­me­si esas alı­na­rak, Re­su­lul­lah'a (s.a.a) inen ilk ayet­ler ol­du­ğu ve hiç kim­se­nin bu su­renin bö­lüm bö­lüm in­di­ği­ni id­dia et­me­di­ği ve en azın­dan bir ke­re­de in­miş ol­ma ih­ti­ma­li­nin var ol­du­ğu göz önün­de bu­lun­du­ru­la­rak- Pey­gam­be­ri­mi­zin (s.a.a) kav­mi­nin gö­re­bi­le­ce­ği yer­ler­de na­maz kıl­dı­ğı­nı, kav­mi­nin için­de bi­ri­nin onun na­ma­zı­na en­gel ol­ma­ya ça­lış­tı­ğı­nı, bu­nu ken­di top­lan­tı­la­rın­da gün­de­me ge­tir­di­ği­ni an­lat­mak­ta­dır. (Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şi­nin ilk gün­le­rin­de Rab­bi­ne yak­laş­ma ve­si­le­si ola­rak kıl­dı­ğı bu na­ma­zın na­sıl ol­du­ğu­nu bil­me du­ru­mun­da de­ği­liz. Bil­di­ği­miz tek şey, bu su­re­nin sec­de em­ri­ni içer­di­ği­dir.) Yü­ce Al­lah şöy­le bu­yu­ru­yor: "En­gel­le­mek­te ola­nı gör­dün mü? Na­maz kıl­dı­ğı za­man bir ku­lu. Gör­dün mü ya o kul doğ­ru yol üze­rin­de ise, ya da tak­va­yı em­ret­tiy­se. Gör­dün mü? Ya bu ya­lan­lı­yor ve yüz çe­vi­ri­yor ise, O Al­lah'ın gör­dü­ğü­nü bil­mi­yor mu? Ha­yır; eğer o, bir son ver­me­ye­cek olur­sa, an­dol­sun, onu per­çe­min­den tu­tup sü­rük­le­ye­ce­ğiz; o ya­lan­cı, günahkâr olan al­nın­dan. O za­man da mec­li­si­ni (ya­kın çev­re­si­ni) ça­ğır­sın. Biz de ze­ba­ni­le­ri ça­ğı­ra­ca­ğız." (Alak, 9-18) Ayet­ler­den açık­ça, bi­ri­nin na­maz kı­lan bi­ri­ni en­gel­le­di­ği ve onun bu tav­rı­nı gi­dip mec­li­sin­de gün­de­me ge­tir­di­ği ve bu has­ma­ne ta­vrı­na son ver­me­di­ği an­la­şıl­mak­ta­dır. Bun­dan son­ra­ki ayet­te ge­çen "Ha­yır ona boyun eğ­me" (Alak, 19) ifadesinden ha­re­ket­le, na­maz kı­lan bu şah­sın Pey­gam­ber efen­di­miz (s.a.a) ol­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz.

Böy­le­ce "Alak Su­re­si" Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) Kur'ân'dan ilk su­re­nin ini­şin­den ön­ce na­maz kıl­dı­ğı­nı, bir hi­da­yet üze­re ol­du­ğu­nu, za­man za­man tak­va­yı em­ret­ti­ği­ni or­ta­ya koy­mak­ta­dır. Onun bu hâline pey­gam­ber­lik (nü­büv­vet) de­nir (ri­sa­let de­ğil.) Uya­rı ola­rak ni­te­len­di­ri­le­mez. Do­la­yı­sıy­la, O, bu su­re­nin ini­şin­den ön­ce ne­biy­di ve na­maz kı­lı­yor­du. Kur'ân ken­di­si­ne in­me­miş­ti, Fa­ti­ha Suresi de in­me­miş­ti. Teb­liğ et­mek­le de yü­küm­lü de­ğil­di he­nüz.

"Fa­ti­ha Su­re­si" ise, bun­dan çok son­ra­la­rı in­miş­tir. Eğer, ya­za­rın id­dia et­ti­ği gi­bi, "Alak Su­re­si"nden he­men son­ra ara ve­ril­me­den pey­gam­be­ri­mi­zin ak­lı­na Rab­bi­nin adı­nı na­sıl zik­re­de­ce­ği so­ru­su gel­me­si üze­re in­di­ril­miş ol­say­dı, "Fa­ti­ha Su­re­si"nde şöy­le bir ifa­de tar­zı­nın kul­la­nıl­mış ol­ma­sı ge­re­kir­di: "De ki: Rah­man ve Ra­him olan Al­lah'ın adıy­la. Hamd, âlem­le­rin Rab­bi olan Al­lah'a öz­gü­dür..." ve­ya şöy­le bir gi­riş ya­pıl­mış ol­ma­sı ge­re­kir­di: "Rah­man ve Ra­him olan Al­lah'ın adıy­la: De ki: Hamd, âlem­le­rin Rab­bi olan Al­lah'a öz­gü­dür." Ay­rı­ca, ko­nu "Din gü­nü­nün sa­hi­bi­dir." ifa­de­siy­le son bul­ma­lıy­dı. Çün­kü bun­dan son­ra­ki ayet­ler, ko­nu­nun dı­şın­da sa­yı­lır­lar. Yü­ce Kur'ân'ın ku­sur­suz ifa­de tar­zı­na ya­ra­şan bu­dur çün­kü.

Evet, ayet­le­ri­nin içe­ri­ğin­den de an­la­şıl­dı­ğı gi­bi, Mek­ke iniş­li olan "Hicr Su­re­si"nin bir aye­tin­de -ye­ri ge­lin­ce bu­nu açık­la­ya­ca­ğız- şöy­le bu­yu­ru­lu­yor: "An­dol­sun, sa­na tek­rar­la­nan ye­di­yi ve bü­yük Kur'ân'ı ver­dik." (Hicr, 87) "Tek­rar­la­nan ye­di"den mak­sat "Fa­ti­ha Su­re­si'­dir." Bü­yük Kur'ân'la kar­şı­laş­tı­rı­la­rak gün­de­me ge­ti­ril­miş­tir. An­cak yü­celt­me ve öne­mi­ni vur­gu­la­ma un­sur­la­rı­nın ön p­lân­da tu­tul­muş ol­ma­sı­na rağ­men, baş­lı ba­şı­na "Kur'ân" ola­rak ni­te­len­di­ril­me­miş, tam tersine on­dan ye­di ayet; onun bir par­ça­sı ola­rak ön p­lâ­na çı­ka­rıl­mış­tır. Bu­nun ka­nı­tı da, baş­ka su­re­de ye­ra­lan şu ayet-i ke­ri­me­dir: "Al­lah, mü­te­şa­bih iki­şer­li (me­sa­ni=tek­rar­la­nan) bir ki­tap ola­rak sö­zün en gü­ze­li­ni in­dir­di." (Zü­mer, 23) [Bu ayet­te Kur'ân'ın bü­tü­nü me­sa­ni ola­rak ni­te­len­di­ril­miş­tir.]

Bu­nun ya­nın­da, "Hicr Su­re­si"nde, "Fa­ti­ha Su­re­si"n­den sö­z e­dil­miş ol­ma­sı, Fa­ti­ha'nın da­ha ön­ce in­di­ği­ni gös­te­rir. Hicr Suresi'n­de, ay­rı­ca şöy­le bir ayet de var­dır: "Öy­ley­se sen em­ro­lun­du­ğun şe­yi açık­ça söy­le ve müş­rik­le­re al­dı­rış et­me. Şüp­he­siz alay eden­le­re kar­şı Biz sa­na ye­te­riz." (Hicr, 94-95) Bu ayet-i ke­ri­me, Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) bir sü­re uya­rı işi­ne ara ver­di­ği­ni, son­ra "açık­ça söy­le" em­riy­le ye­ni­den bu sü­re­ci baş­lat­tı­ğı­nı or­ta­ya koy­mak­ta­dır.

"Kalk ve uyar." (Müd­des­sir, 2) aye­ti­ni kap­sa­yan Müd­des­sir Su­re­si, bü­tün ola­rak bir ke­re­de in­miş ise, içer­di­ği "Kalk ve uyar." aye­ti­nin du­ru­mu "Hicr Su­re­si"nin içer­di­ği "Öy­ley­se sen em­ro­lun­du­ğun şe­yi açık­ça söy­le..." aye­tiy­le ay­nı olur. (Ya­ni her iki ayet­ten Re­su­lul­lah'ın (s.a.a) bir sü­re uya­rı işi­ne ara ver­di­ği an­la­şı­lır). Çün­kü Müd­des­sir Su­re­si'n­de "Ken­di­si­ni tek ola­rak ya­rat­tı­ğım ki­şi­yi ba­na bı­rak." (Müd­des­sir, 11) ayet-i ke­ri­me­si yer al­mak­ta­dır ve bu ayet içe­rik ola­rak Hicr Suresi'n­de yer alan "Müş­rik­le­re al­dı­rış etme..." aye­ti­ne ya­kın­dır. Eğer Müd­des­sir Sure­si par­ça par­ça in­miş ise, ayet­le­rin akı­şı sa­de­ce ilk ayet­le­rin onun ri­sa­le­ti­nin baş­lan­gı­cın­da (ge­ri ka­lan ayet­le­rin de uya­rı işi­ne bir sü­re ara ve­ril­dik­ten son­ra) in­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir.

Üçün­cü­sü; ya­zar di­yor ki: Kur'ân-ı Ke­rim'in Re­su­lul­lah'ın (s.a.a) pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şin­den ön­ce, Ka­dir ge­ce­sin­de Levh-i Mah­fuz'dan Beyt'ül-Ma­mur'a bir ke­re­de, da­ha son­ra par­ça par­ça ve ted­ri­ci ola­rak in­di­ği­ni vur­gu­la­yan ri­va­yet­ler, Ki­tap­la çe­liş­tik­le­ri ve içe­rik­le­ri­nin doğ­ru ol­ma­ma­sı se­be­biy­le uy­dur­ma ve hu­ra­fe ha­dis­ler­dir. Levh-i Mah­fuz'dan mak­sat, ta­bi­at âlemi­dir ve Beyt'ül-Ma­mur da yer­kü­re­si­dir." Ya­za­rın bü­tün bu söz­le­ri ha­ta ve if­ti­ra­dır.

Ön­ce­lik­le; ön­ce­den de de­ğin­di­ği­miz gi­bi, Kur'ân-ı Ke­rim'in ayet­le­rin­den hiç­bi­ri­nin za­hi­ri­nin de, bu ha­ber­ler­le çe­liş­me­si söz konusu de­ğil­dir.

İkin­ci­si; ge­len ha­ber­ler­de, top­lu ini­şin pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­liş­ten ön­ce ger­çek­leş­ti­ği­ne iliş­kin bir ize rast­lan­mı­yor. Bi­la­kis ya­zar bu ko­nu­yu ri­va­yet­ler­de ol­ma­dı­ğı hâlde on­la­ra yük­le­miş­tir.

Üçün­cü­sü; ya­za­rın "Levh-i Mah­fuz ta­bi­at âlemi­dir" sö­zü çir­kin, ya­kı­şık­sız bir açık­la­ma­dır -hat­ta gü­lünç­tür- Ah, keş­ke bil­sey­dim, bu adam ne­ye da­ya­na­rak, ayet-i ke­ri­me­de ge­çen "Levh-i Mah­fuz'a" ta­bi­at âlemi di­yor? Aca­ba âlemin de­ği­şim ve dö­nü­şü­me kar­şı ko­ru­ma al­tı­na alın­mış ol­ma­sın­dan mı? Oy­sa ta­bi­at âlemi, ha­re­ket­ler, de­vi­nim­ler âlemi­dir, var­lık­la­rın zat­la­rı­nın ve sı­fat­la­rı­nın sü­rek­li de­ğiş­ti­ği dün­ya­dır. Yok­sa va­ro­luş ya da ya­sa­ma ola­rak bo­zul­ma­ya kar­şı ko­run­du­ğu­nu mu söy­le­mek is­ti­yor? Oy­sa ger­çek bu­nun tam ak­si­ne­dir. Aca­ba ehil ol­ma­yan­la­rın ken­di­si­ne mut­ta­li ol­ma­sı ih­ti­ma­li­ne kar­şı ev­re­nin ko­run­du­ğu­nu mu söy­le­me­ye ça­lı­şı­yor? Ni­te­kim Ce­nab-ı Al­lah şöy­le bu­yur­muş­tur: "El­bet­te bu, bir Kur'ân-ı Ke­rim'dir. Sak­lan­mış-ko­run­muş bir ki­tap­ta­dır. Ona te­miz­le­nip arın­mış olan­lar­dan baş­ka­sı el sü­re­mez." (Va­kıa, 77-79) Oy­sa id­rak eden­le­rin idraki ta­bi­at âlemin­de bir öl­çü­de­dir.

Bü­tün bu de­ni­len­ler­den son­ra, ya­zar, Kur'ân'ın ra­ma­zan ayın­da in­di­ril­miş ol­ma­sı­na, aye­tin laf­zı ile uyu­şan bir açık­la­ma ge­ti­re­me­mek­te­dir. Çün­kü ya­za­rın açık­la­ma­la­rın­dan çı­kan so­nuç şu­dur: "Kur'ân on­da in­di­ril­di." sö­zü­nün an­la­mı "Kur'ân san­ki on­da in­di­ril­di."dir. "Biz onu mü­ba­rek bir ge­ce­de in­dir­dik." sö­zü­nün an­la­mı da "Biz onu san­ki mü­ba­rek bir ge­ce­de in­dir­dik."tir. Bu ise, ne dil­bil­gi­si ku­ral­la­rı­na ve ne de ge­le­ne­ğe da­ya­na­rak ayet­le­rin akı­şı ile ve­ril­mek is­te­nen me­sa­ja sı­ğar.

Eğer: Kur'ân-ı Ke­rim'in Ka­dir ge­ce­si Pey­gam­be­ri­mi­ze in­di­ri­li­şi­nin an­la­mı, "Kur'ân öğ­re­ti­si­ni içe­ren cüm­le­le­ri kap­sa­yan Fa­ti­ha Suresi'nin o ge­ce in­di­ril­miş ol­ma­sı­dır." de­mek ca­iz ise, Kur'ân'ın o ge­ce ini­şin­den mak­sat, "bir ke­re­de ve bü­tün ola­rak öğ­re­ti­le­ri müc­mel bir şe­kil­de ve ay­rın­tı­la­ra ge­çil­me­den Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) kal­bi­ne in­miş ol­ma­sı­dır." de­mek de ca­iz ol­ma­lı. Bu­nu dü­şün­me­mi­zi en­gel­le­ye­cek hiç bir ak­si ka­nıt yok­tur. Ni­te­kim da­ha ön­ce bu­nu açık­la­mış­tık.

Yu­ka­rı­dan be­ri; gö­rüş­le­ri­ni eleştire geldiğimiz ya­za­rın söz­le­rin­de, di­ğer ba­zı yan­lış­lık­lar da var­dır. An­cak, ko­nu­nun ana he­de­fin­den sap­ma an­la­mı­na ge­le­bi­le­ce­ği için bun­la­ra de­ğin­me­den ge­çi­yo­ruz.

İn­san­la­ra yol gös­te­ri­ci, doğ­ru­nun ve hak­kı ba­tıl­dan ayırma­nın apa­çık de­lil­le­ri­ni kap­sa­yan Kur'ân.

Aye­tin ori­ji­na­lin­de ge­çen "en-nas" ke­li­me­si ile, en dü­şük kav­ra­yış dü­ze­yi­ne sa­hip olan or­ta­la­ma in­san­lar kes­te­dil­miş­tir. Ge­nel­de de bu ke­li­me, on­lar hak­kın­da kul­la­nı­lır. Şu ayet­ler­de ol­du­ğu gi­bi: "An­cak in­san­la­rın ço­ğu bil­mez­ler." (Rûm, 3) "İş­te bu ör­nek­ler; Biz bun­la­rı in­san­la­ra ver­mek­te­yiz. An­cak alim­ler­den baş­ka­sı akıl er­dir­mez." (An­ke­but, 43) Bu ayet­ler­de işa­ret edi­len or­ta­la­ma in­san­lar, bil­gin­le­ri tak­lit et­me du­ru­mun­da­dır­lar. Ma­na âlemi­ne iliş­kin me­se­le­le­ri de­lil­le, bel­ge ile ayır­t et­me­ye ka­pa­si­te­le­ri el ver­mez. Ka­nıt ara­cı­lı­ğı ile hak­kı ba­tıl­dan, eğ­ri­yi doğ­ru­dan ayır­ma be­ce­ri­si­ni gös­te­re­mez­ler. Ken­di­le­ri­ne açık­la­ma­da bu­lu­nan bir açık­la­yı­cı­nın ve bir yol gös­te­ri­ci­nin ol­ma­sı baş­ka. İş­te Kur'ân bu tür in­san­lar için bir yol gös­te­ri­ci­dir. Ne gü­zel bir yol gös­te­ri­ci!

İn­san­la­rın ge­ne­li­nin dı­şın­da ka­lan, ilim ve amel açı­sın­dan te­ka­mü­le doğ­ru me­sa­fe ka­t e­den, ilâhî yol gös­te­ri­ci­li­ğin ay­dın­la­tı­cı nur­la­rın­dan edin­me­ye ve hak­kı ayırt etme mis­yo­nu­nu üst­len­me­ye ha­zır olan özel gru­ba ge­lin­ce, Kur'ân on­lar için hi­da­yet­ten ta­nık­lar ve bel­ge­ler içe­rir, hak­kı ba­tıl­dan, eğ­ri­yi doğ­ru­dan uyar­ma iş­le­ri­ni gö­rür. Kur'ân on­la­rı hak­ka ile­tir; on­lar için hak­kı be­lir­gin­leş­ti­rir; hak­kı na­sıl ayırt edeceklerini açık­lar. Bir ayet-i ke­ri­me'de ulu Al­lah şöy­le bu­yu­rur: "Allah, rı­za­sı­na uyan­la­rı bu­nun­la kur­tu­luş yol­la­rı­na ulaş­tı­rır ve on­la­rı ken­di iz­niy­le ka­ran­lık­lar­dan nu­ra çı­ka­rır. On­la­rı dos­doğ­ru yo­la yö­nel­tip-ile­tir." (Mâide, 6)

Bu nok­ta­da, "hi­da­yet (=yol gös­te­ri­ci)" ile "hi­da­yet­ten bel­ge­ler (=doğ-ru­nun apa­çık de­lil­le­ri)"nin bir­bi­ri­nin kar­şı­sın­da zik­re­dil­me­le­ri­nin se­be­bi­ni fark ediyoruz. Bu iki­si­nin ara­sın­da­ki te­ka­bül ge­nel­le öze­lin te­ka­bü­lü ya­ni bir­bir­le­ri­nin kar­şı­lı­ğı ola­rak ifa­de edil­me tü­rün­den­dir. Şu hâlde hi­da­ye­tin mu­ha­ta­bı ba­zı in­san­lar, hi­da­yet­ten bel­ge­le­rin mu­ha­ta­bı da di­ğer ba­zı in­san­lar­dır.

Öy­ley­se siz­den kim bu aya şa­hit olur­sa, onu tut­sun.

Şa­hit ol­ma kav­ra­mı, bir ol­gu­ya iliş­kin bil­gi­ye sa­hip ol­mak­la bir­lik­te on­da ha­zır ol­ma an­la­mı­nı ifa­de eder. Bu an­la­mı gö­z ö­nün­de bu­lun­dur­du­ğu­muz­da, bu­nun Ra­ma­zan ayı­na ulaş­ma ve ula­şı­lan ayın Ra­ma­zan ol­du­ğu­nu bil­me de­mek ol­du­ğu­nu an­la­rız. Bu bil­gi, ol­gu­nun bir kıs­mı­na iliş­kin ola­bi­le­ce­ği gi­bi bü­tü­nü­ne iliş­kin de ola­bi­lir. Aya şa­hit ol­ma ile, yol­cu­lu­ğun kar­şı­tı olan ha­zır ol­ma şar­tıy­la bir­lik­te Ra­ma­zan hi­la­li­ni gör­me­nin kas­te­dil­di­ği­ne iliş­kin bir ka­nıt söz konusu de­ğil. An­cak man­tık­sal mü­la­ze­me yo­luy­la ba­zı va­kit­ler­le il­gi­li ol­mak üze­re ipuç­la­rın­dan ya­rar­la­na­rak aye­te böy­le bir an­la­mı yük­le­mek baş­ka. Bu­ra­da ise, bu­na ka­nıt oluş­tu­ra­cak bir ipu­cu söz konusu de­ğil­dir.

Kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa, tut­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca di­ğer gün­ler­de tut­sun.

Bu ifa­de­nin ikin­ci kez, bu­ra­da yer al­ma­sı tek­rar ni­te­li­ğin­de ve ön­ce­ki ifa­de­yi pe­kiş­tir­me ama­cı­na yöne­lik de­ğil­dir. Ni­te­kim da­ha ön­ce, iki aye­tin içer­dik­le­ri ifa­de­ler­le bir­lik­te bir ön ha­zır­lık ni­te­li­ğin­de ol­duk­la­rı­nı öğ­ren­me imkânı­nı bul­muş­tu­nuz. İlk iki ayet hü­küm bil­dir­mi­yor­lar­dı, hü­küm üçün­cü ayet­te bil­di­ri­li­yor. Do­la­yı­sıy­la bir tek­rar söz konusu de­ğil­dir.

Al­lah, si­ze ko­lay­lık di­ler, zor­luk di­le­mez. Bu, sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız için­dir.

Bu ifa­de, is­tis­na hük­mü­nü içe­ren ifa­de­nin, hük­mü­nü açık­lar gi­bi­dir. Ya­ni "ra­ma­zan ayın­da if­tar et­me" zor­luk du­ru­mu­nun or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sın­dan "Di­ğer gün­ler­de" oruç tut­ma zo­run­lu­lu­ğu ise, "sa­yı­yı ta-mam­la­ma"nın farz ol­ma­sın­dan kay­nak­la­nı­yor. "Sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız için" ifa­de­si­nin ori­ji­na­li­nin ba­şın­da­ki "lam" har­fi amaç ve he­de­fi bil­di­rir ve "di­ler" ifa­de­si­ne at­fe­dil­miş­tir. Çün­kü "di­ler" ifa­de­si, amaç, he­def an­la­mı­nı da özün­de ta­şı­mak­ta­dır. Bu du­rum­da ifa­de­nin tak­di­ri açı­lı­mı şöy­le­dir: Si­ze if­tar et­me­yi ve ar­dın­dan oru­cu ka­za et­me­yi em­ret­me­mi­zin se­be­bi, si­ze ko­lay­lık sağ­la­mak ve bir de sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız­dır. "Bu, sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız için­dir." ifa­de­si­ne yer ve­ril­miş ol­ma­sı, bel­ki de "Zor da­ya­na­bi­len­le­rin üze­rin­de bir yok­su­lu do­yu­ra­cak ka­dar fid­ye var­dır." ifa­de­si­nin içer­di­ği an­la­mı, bu ayet­te söz konusu et­me­me­ye ne­den ol­muş­tur. El­bet­te ifa­de­nin (zor da­ya­na­bi­len­le­rin) hük­mü, zor­lu­ğun or­ta­dan kal­dı­rı­lı­şı ile ve ön­ce­ki ayet için­de zik­re­di­li­şi ile an­la­şıl­mak­ta­dır.

Ve si­zi doğ­ru yo­la ulaş­tır­ma­sı­na kar­şı­lık Al­lah'ı bü­yük ­ta­nı­ma­nız için­dir. Umu­lur ki, şük­re­der­si­niz.

Aye­tin ori­ji­na­lin­de ge­çen he­def bil­di­ren "lam"dan an­la­şıl­dı­ğı ka­da­rıy­la iki cüm­le­nin za­hi­ri ifa­de­le­ri, oruç iba­de­ti ile te­mel­de göz önün­de bu­lun­du­ru­lan ga­ye­yi açı­ğa ka­vuş­tur­ma­ya dö­nük­tür. İs­tis­na ol­gu­su­nun hük­mü­nü de­ğil. Çün­kü: "Ra­ma­zan ayı" ifa­de­si­nin "Kur'ân on­da in­di­ril­miş­tir." ifa­de­si ile sı­nır­lan­dı­rı­lı­şı, bir tür ne­den­sel­lik ima et­me­ye dö­nük­tür. Ra­ma­zan ayın­da oruç tut­ma­nın farz­lı­ğı, in­san­lar için hi­da­yet olan, hi­da­yet ve hak­la ba­tı­lı bir­bi­rin­den ayı­ran bel­ge­ler içe­ren Kur'-ân'ın bu ay­da in­di­ril­miş ol­ma­sı ile ilin­ti­len­di­ril­mek­te­dir. Bu du­rum­da, ifa­de­ler ile va­rıl­mak is­te­nen ga­ye­nin an­la­mı şu şe­kil­de be­lir­gin­le­şir: Oruç tut­ma, in­sa­noğ­lu­nun ken­di­si­ne Kur'ân'ı in­di­ren, böy­le­ce tek ve or­tak­sız rab­lı­ğı­nı ve ken­di­si­nin de kul­lu­ğu­nu ilan eden Al­lah'ın ulu­lu­ğu­nu, bü­yük­lü­ğü­nü so­mut ola­rak iz­har et­me­si için­dir. Ken­di­si­ni hak­ka yö­nel­ten, in­dir­di­ği bu ki­tap ara­cı­lı­ğı ile hak ile ba­tı­lı bir­bi­rin­den ayıran Rab­bi­ne fi­i­li ola­rak şük­ret­me­si­dir.

Oru­cun, yü­ce Al­lah'ın ni­met­le­ri­ne kar­şı­lık bir şü­kür ifa­de­si ola­rak ni­te­len­di­ri­li­şi, an­cak oruç iba­de­ti­nin an­la­mı­nın hakikatini kap­sa­ma­sı­na bağ­lı­dır. Ya­ni, ta­bi­a­tın kir­li­lik­le­rin­den arın­ma ve nef­sin en bü­yük ar­zu ve is­tek­le­ri­ne ara ver­me ey­le­mi­nin, sırf Al­lah'ın rı­za­sı­na yö­ne­lik ola­rak ya­pıl­ma­sı­na bağ­lı­dır. Oy­sa oruç iba­de­ti­nin Al­lah'ı ulu­la­ma­nın ifa­de­si ola­rak al­gı­lan­ma­sı için, böy­le bir ay­rın­tı­ya ge­rek yok­tur. Çün­kü oru­cun ve be­den­sel ih­ti­yaç­la­ra bir sü­re ara ver­me ey­le­mi­nin dış gö­rü­nü­şü, ni­ye­tin ha­lis ol­ma­sı ay­rın­tı­sı­nı içer­se de, içer­me­se de yü­ce Al­lah'ın ulu­lu­ğu­na ve aza­me­ti­ne de­la­let eder. Çün­kü Al­lah'ı ulu­la­ma (tek­bir) ile ona şük­ret­me ara­sın­da fark var­dır. Bu yüz­den "tek­bir (=ulu­la­ma)" de­ğil de "şük­ret­me" me­sa­jı "um­ma" an­la­mı ile bir­lik­te gün­de­me ge­ti­ri­le­rek: "Bu, sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız ve si­zi doğ­ru yo­la ulaş­tır­ma­sı­na kar­şı­lık Al­lah'ı bü­yük ta­nı­ma­nız için­dir. Umu­lur ki şük­re­der­si­niz." bu­yu­rul­muş­tur. Ni­te­kim bu üç­lü ayet­ler gru­bu­nun ilk aye­ti­nin so­nun­da da: "Umu­lur ki sa­kı­nır­sı­nız." bu­yu­rul­muş­tur.

AYET­LE­RİN hadisler Işığında açıklaması

Bir kut­sî ha­dis­te yü­ce Al­lah: "Oruç be­nim için­dir ve kar­şı­lı­ğı­nı da ben ve­ri­rim. (ve­ya kar­şı­lı­ğı da, be­nim ken­di­mim.) bu­yu­ru­yor.[1]

Ben derim ki: Bu ha­di­si, ge­rek Ehlisünnet ve ge­rek­se Şia kay­nak­la­rı ba­zı kü­çük de­ği­şik­lik­ler­le ri­va­yet et­miş­ler­dir. Oru­cun yü­ce Al­lah için olu­şu­nun an­la­mı şu­dur: Oruç iba­de­ti, iba­det­ler için­de olum­suz (ne­ga­tif) tek iba­det­tir. Onun dı­şın­da na­maz ve hac gi­bi iba­det­ler, olum­lu­luk­tan (po­zi­tif) olu­şur­lar ve­ya bir şe­kil­de olum­lu un­sur­lar ta­şır­lar. Va­ro­luş­sal bir ey­lem, pü­rüz­süz ve ke­sin ola­rak ku­lun kul­lu­ğu­nu ve yü­ce Al­lah'ın da Rab­lı­ğı­nı be­lir­gin­leş­tir­mez. Çün­kü, bu tür bir fa­a­li­ye­tin maddî ye­ter­siz­lik­ten, sı­nır­lı­lık mu­si­be­tin­den ve ben­cil­lik ol­gu­sun­dan so­yut­lan­ma­sı imkânsız gi­bi­dir. Bu dav­ra­nış­lar­da, yü­ce Al­lah'tan baş­ka­sı­na pay ve­ril­me­si müm­kün­dür. Ri­ya, gös­te­riş ve Al­lah'tan baş­ka­sı­na sec­de et­me gi­bi. Oy­sa, olum­suz­luk içe­ren ve ye­rin ca­zi­be­le­ri­ne sap­la­nıp kal­mak­tan kur­tul­ma ve nef­sin te­mel ar­zu­la­rı­na bir sü­re için ara ver­me ve on­lar­dan arın­ma ola­rak ta­nım­la­nan oruç­ta du­rum bun­dan ta­ma­men fark­lı­dır. Çün­kü, Al­lah'tan baş­ka­sı­nın olum­suz­luk ni­te­lik­li bir ey­lem­den pay al­ma­sı söz konusu de­ğil­dir. Bu, Al­lah ile kul ara­sın­da bir du­rum­dur. Ma­hi­ye­ti iti­ba­riy­le de Al­lah'tan baş­ka­sı­nın bu­nu bil­me­si müm­kün de­ğil­dir.

Ha­di­sin ikin­ci bö­lü­mün­de yer alan fi­il, "ec­zî bih" ya­ni ma­lum sıyga­sı ile al­gı­la­nır­sa, oru­cun kar­şı­lı­ğı­nı ver­me hu­su­sun­da Al­lah ile kul ara­sın­da kim­se ara­cı­lık ya­pa­maz, an­la­mı­nı ifa­de eder. Tıp­kı ku­lun, an­cak Al­lah'ın bil­di­ği bir iba­de­ti Rab­bi­ne ara­cı­sız sun­ma­sı gi­bi. Bu, yü­ce Al­lah'ın, sa­da­ka­la­rı hiç kim­se­nin ara­cı­lı­ğı söz ­ko­nu­su ol­ma­dan al­ma­sı­na ben­zer. Ulu Al­lah bir ayet­te şöy­le bu­yu­ru­yor: "Sa­da­ka­la­rı alır." (Tev-­be, 104) Eğer fi­il, "uc­za bih" ya­ni meç­hul sıyga­sı ile al­gı­la­nır­sa, oruç tu­ta­nın ec­ri­nin yü­ce Al­lah'a ya­kın ol­ma ol­du­ğu an­la­şı­lır.

el-Kâfi'de, İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöy­le bu­yur­du­ğu ri­va­yet edi­lir: "Re­su­lul­lah (s.a.a) pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ri­li­şi­nin ilk dö­nem­le­rin­de ba­zı za­man­lar üs­t üs­te oruç tu­tar­dı. Öy­le ­ki in­san­lar 'Bir da­ha hiç if­tar et­me­ye­cek.' der­ler­di. Ba­zı za­man­lar da sü­rek­li if­tar eder­di. Öy­le ­ki in­san­lar: "Hiç oruç tut­ma­ya­cak" der­ler­di. Son­ra bu uy­gu­la­ma­yı ter­k et­ti. Da­vud (a.s) gi­bi bir gün oruç tu­tup bir gün de if­tar et­me­ye baş­la­dı. Son­ra bu­nu da ter­k et­ti ve her ayın on üç, on­ dört ve on­ be­şin­ci gün­le­ri­ni oruç tut­ma­ya baş­la­dı. Son­ra bu­nu da ter­k et­ti. Ve bu­nu on gün­de bir şe­kil­de ayır­dı. Bu­nun da ara­la­rın­da bir çar­şam­ba olan iki per­şem­be şek­lin­de, ve­fat ede­ne ka­dar sür­dür­dü. (Ya­ni on gün­de bir, iki per­şem­be ve ara­la­rın­da bir çar­şam­ba gün­le­ri oruç tu­tar­dı.)[2]

An­be­set'ul-Abid der ki: "Re­su­lul­lah (s.a.a) ve­fat eder­ken, şa­ban ve ra­ma­zan ay­la­rın­da ve bir de her ayın üç gü­nün­de oruç tut­ma ge­le­ne­ği­ni sür­dü­rü­yor­du."

Ben derim ki: Ehlibeyt ka­na­lıy­la ge­len bu ni­te­lik­te birçok ha­ber var­dır. Ra­ma­zan oru­cu ha­riç işa­ret edi­len bu oruç­la­rın tü­mü sün­net nite­lik­li­dir.

Tefsir'ul-Ayyâşî'de, İmam Cafer Sadık'ın (a.s) "Ey iman eden­ler, oruç si­ze ya­zıl­dı." aye­ti ile il­gi­li ola­rak: "Bu özel­lik­le mü­min­ler için­dir." bu­yur­du­ğu ri­va­yet edi­lir.[3]

Ce­mil der ki: İmam Cafer Sadık'a (a.s): "Ey iman eden­ler, si­ze sa­vaş ya­zıl­dı." ve "Ey iman eden­ler, si­ze oruç ya­zıl­dı." ayet­le­ri­ni sor­dum, de­di ki: "Bu ayet­ler, sa­pık­lı­ğı, mü­na­fık­la­rı ve da­ve­ti za­hi­ren ik­rar eden her­ke­si kap­sar."[4]

Men La Yahzuruh'ul-Fa­kih adlı eserde Hafs'ın şöy­le de­di­ği ri­va­yet edi­lir: İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöy­le bu­yur­du­ğu­nu duy­dum: "Ra­ma­zan ayın­da oruç tut­ma­yı yü­ce Al­lah biz­den ön­ce hiç bir üm­me­te farz kıl­ma­mış­tır." Bu­nun üze­ri­ne, "Bu na­sıl olur; yü­ce Al­lah, 'Ey iman eden­ler, siz­den ön­ce­ki­le­re ya­zıl­dı­ğı gi­bi, oruç si­ze de ya­zıl­dı.' bu­yu­ru­yor?" de­dim. De­di ki: "Yü­ce Al­lah ra­ma­zan ayın­da oruç tut­ma­yı biz­den ön­ce, sa­de­ce pey­gam­ber­le­re farz kıl­mış­tır, di­ğer üm­met­le­re de­ğil. Do­la­yı­sıy­la yü­ce Al­lah bu üm­me­ti üs­tün kıl­mış ve bu ay­da oruç tut­ma­yı Re­su­lul­lah'a (s.a.a) ve üm­me­ti­ne farz kıl­mış­tır."[5]

Ben derim ki: Ri­va­yet zin­ci­rin­de İs­ma­il b. Mu­ham­med ad­lı şa­hıs yer al­dı­ğı için bu ri­va­yet za­yıf­tır. Ama bu an­lam­da bir ri­va­yet -mür­sel ola­rak- el-Alim'den (a.s) ak­ta­rıl­mış­tır. İki ri­va­yet bir­miş gi­bi gö­rü­nü­yor. Her hâlükârda ri­va­yet, ahad (tek ka­nal­lı ri­va­yet)dan iba­ret­tir. Aye­tin za­hi­ri an­la­mı, "Siz­den ön­ce­ki­le­re ya­zıl­dı­ğı gi­bi." ifa­de­sin­den mak­sat, "özel­lik­le pey­gam­ber­ler­dir." yo­ru­muy­la ör­tüş­me­mek­te­dir. Eğer de-­ni­len gi­bi ol­say­dı aye­tin at­mos­fe­ri­nin ön ha­zır­lık yap­ma, uy­gun ze­min oluş­tur­ma, teş­vik et­me ni­te­lik­li ol­ma­sı göz önün­de bu­lun­du­ru­lur­sa pey­gam­ber­le­rin isim­le­ri­nin açık­ça zik­re­dil­me­si ki­na­ye­li ifa­de­den da­ha iyi ve da­ha et­ki­le­yi­ci olur­du. El­bet­te Al­lah da­ha iyi bi­lir.

el-Kâfi'de, bir ada­mın İmam Cafer Sadık'tan (a.s) "Kur'ân ile Fur­kan ay­nı şey mi­dir? Yok­sa ay­rı şey­ler mi­dir?" di­ye sor­du­ğu ve İmam'-ın şu ce­va­bı ver­di­ği be­lir­ti­lir: "Kur'ân ki­ta­bın ta­ma­mı­nın adı­dır. Fur­kan ise, ye­ri­ne ge­ti­ril­me­si, uy­gu­lan­ma­sı zo­run­lu olan hük­mün adı­dır."[6]

el-Ce­va­mi'de yi­ne onun (a.s) şöy­le de­di­ği be­lir­ti­lir: "Fur­kan, Kur'-ân'da­ki tüm muh­kem ayet­le­re de­nir."

Tefsir'ul-Ayyâşî'de ve Tefsir'ul-Kummî'de İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şu açık­la­ma­ya yer ve­ri­lir: "Fur­kan, Kur'ân'da­ki her muh­kem aye­te de­nir. Ki­tab ise, ken­di­sin­den ön­ce gel­miş bü­tün pey­gam­ber­le­ri doğ­ru­la­yan Kur'ân'ın bü­tü­nü­ne de­nir."[7]

Ben derim ki: Fur­kan ve Ki­tap ke­li­me­le­ri­nin laf­zı, bu an­la­mı ka­bul eder ma­hi­yet­te­dir. Bi­ze ula­şan ba­zı ha­ber­ler­de "Ra­ma­zan, Al­lah'ın isim­le­rin­den bi­ri­dir. Bu yüz­den "Ra­ma­zan gel­di.", "Ra­ma­zan git­ti" de­me­mek ge­re­kir. Bu­nun ye­ri­ne "Ra­ma­zan ayı" ta­bi­ri­ni kul­lan­mak la­zım­dır." Bu ha­dis tek­tir ve ko­nu­sun­da ga­rip­tir. Bu söz, tef­sir bil­gin­le­rin­den olan Ka­ta­de'den de nak­le­dil­miş­tir.

Yü­ce Al­lah'ın isim­le­ri­ne iliş­kin ri­va­yet­ler­de "Ra­ma­zan" adı­na rast­lan­mı­yor. Ay­rı­ca, "Ra­ma­zan" laf­zı­nın "ay" ile tam­la­ma­sız ve­ya "Ra-ma­za­nan" şek­lin­de tes­ni­ye ola­rak (iki Ra­ma­zan) zik­re­di­li­şi­nin ör­nek­le­ri­ne, hem Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin, hem de Ehlibeyt İmamları'­nın söz­le­rin­de çok­ça rast­la­nır. Bu laf­zın bu şe­kil­de ya­lın ola­rak yer al­ma­sı­nı ra-vi­le­rin ma­ri­fe­ti­ne bağ­la­mak ve on­la­rın "ra­ma­zan ayı" ye­ri­ne her yer­de "Ra­ma­zan" kul­lan­dık­la­rı­nı söy­le­mek ol­duk­ça güç­tür.

Tefsir'ul-Ayyâşî'de, Sab­bah b. Ne­ba­te'nin şöy­le de­di­ği ri­va­yet edi­lir: İmam Cafer Sadık'a (a.s) şöy­le de­dim: "İbn Ebî Ya'fur sen­den ba­zı hu­sus­la­rı sor­ma­mı is­te­di." "Ne­dir bu hu­sus­lar?" de­di. De­dim ki: "Di­yor ki, ben evim­de ol­du­ğum hâlde ra­ma­zan ayı gi­rer­se yol­cu­lu­ğa çı­ka­bi­lir mi­yim?" İmam de­di ki: "Yü­ce Al­lah, 'Siz­den kim bu aya şa­hit olur­sa onu tut­sun." bu­yu­ru­yor. Do­la­yı­sıy­la ra­ma­zan ayı gir­di­ğin­de ai­le­si­nin ya­nın­da bu­lu­nan bir kim­se, hac, um­re ve­ya za­yi ol­ma­sın­dan kork­tu­ğu bir mal için ol­ma­sı dı­şın­da yol­cu­lu­ğa çık­ma­ma­lı­dır."[8]

Ben derim ki: İmam'ın (a.s) bu de­ğer­len­dir­me­si, ifa­de­nin mut­lak­lı­ğın­dan (ge­nel olu­şun­dan) ha­re­ket­le müs­te­hap bir hü­küm çı­kar­ma­nın da­kik bir ör­ne­ği­dir. Ya­ni ra­ma­zan ayın­da is­tis­na edi­len yer­ler dı­şın­da, yol­cu­lu­ğa çık­ma­mak müs­te­hap­tır.

el-Kâfi'de İmam Zey­ne­la­bi­din'in (a.s) şöy­le de­di­ği ri­va­yet edi­lir: "Yol­cu­luk ve has­ta­lık za­man­la­rın­da­ki oru­ca ge­lin­ce, Ehlisünnet bu hu­sus­ta ih­ti­laf et­miş­tir. Ba­zı­la­rı, 'bu du­rum­da olan bir kim­se oruç tut­ma­lı­dır.' der­ken, ba­zı­la­rı da 'tut­ma­ma­sı ge­re­kir.' demiş­ler­dir. Ba­zı­sı ise; 'Di­ler­se tu­tar, di­ler­se tut­maz.' şek­lin­de gö­rüş be­lirt­miş­tir. Bi­zim gö­rü­şü­müz ise şöy­le­dir: Her iki du­rum­da da if­tar et­mek zo­run­da­dır. Eğer bir kim­se yol­cu­luk es­na­sın­da ve­ya has­ta­lık du­ru­mun­da oruç tu­tar­sa, onun bu oruç­la­rı ka­za et­me­si zo­run­lu­dur. Çün­kü yü­ce Al­lah, 'Siz­den kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa tut­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca di­ğer gün­ler­de tut­sun.' bu­yur­muş­tur."[9]

Bu açık­la­ma­yı Tefsir'ul-Ayyâşî'nin ya­za­rı da ri­va­yet et­miş­tir.

Tefsir'ul-Ayyâşî'de "Siz­den kim bu aya şahit olur­sa onu tut­sun." aye­ti ile il­gi­li ola­rak İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) şöy­le de­di­ği ri­va­yet edi­lir: "Ak­le­den­ler için ne ka­dar açık bir ifa­de! Kim ra­ma­zan ayı­na şa­hit olur­sa oruç tut­sun, kim de bu ay­da yol­cu­lu­ğa çı­kar­sa oru­cu­nu aç­sın."[10]

Ben derim ki: Has­ta ve yol­cu­nun if­tar et­me­si ge­rek­ti­ği­ne iliş­kin ola­rak Ehlibeyt İmamları'n­dan birçok açık­la­ma ri­va­yet edil­miş­tir.[11] Bu, on­la­rın mez­he­bi­dir. Aye­tin bu­na yö­ne­lik de­la­le­ti­ne de dik­kat çek­miş­tik.

Yi­ne Tefsir'ul-Ayyâşî'de Ebu Ba­sir'in şöy­le de­di­ği ri­va­yet edi­lir: İmam Muhammed Bakır'a (a.s) "Zor da­ya­na­bi­len­le­rin üze­rin­de bir yok­su­lu do­yu­ra­cak ka­dar fid­ye var­dır." ifa­de­si ile kim­le­rin kas­te­dil­di­ği­ni sor­dum. De­di ki: "Bu­ra­da has­ta ve oruç tut­ma­ya güç ye­ti­re­me­yen yaş­lı­lar kas­te­dil­miş­tir."[12]

Yi­ne ay­nı eser­de, İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) ay­nı ayet­le il­gi­li ola­rak şu gö­rü­şü be­lirt­ti­ği­ne yer ve­ri­lir: "Bu­ra­da kas­te­di­len­ler, yaş­lı­la­rı ve utaş (su­ya doy­ma­ma) has­ta­lı­ğı­na ya­ka­la­nan­lar­dır."[13]

Ay­nı eser­de İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şu açık­la­ma­ya yer ve­ri­lir: "Ço­cu­ğun­dan en­di­şe­le­nen ka­dın ve yaş­lı­lar kas­te­dil­miş­tir."[14]

Ben derim ki: Ehlibeyt İmamları'n­dan (a.s) bu ko­nu­ya iliş­kin ola­rak, ay­nı çiz­gi­de birçok açık­la­ma ve de­ğer­len­dir­me ri­va­yet edil­miş­tir. Ebu Ba­sir ri­va­ye­tin­de, sö­zü edi­len has­ta, Ra­ma­zan ayın­da has­ta­la­nan kim­se de­ğil­dir. Bu­ra­da se­ne­nin her gü­nü has­ta ol­du­ğu için baş­ka gün­ler­de oruç tut­ma imkânı bu­la­ma­yan kim­se­ler kas­te­dil­miş­tir. Çün­kü: "Siz­den kim has­ta olur­sa" ifa­de­si­nin, sö­zü­nü et­ti­ği­miz bu tür kim­se­le­ri kap­sa­ma­dı­ğı ga­yet açık­tır. Ri­va­yet­ler­den bi­rin­de ge­çen "utaş" su­suz­luk has­ta­lı­ğı­dır. Ya­ni, su­ya doy­ma­ma ille­ti de­mek­tir.

Tefsir'ul-Ayyâşî'de, Sa­id'in İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şu söz­le­ri ri­va­yet et­ti­ği an­la­tı­lır: "Fı­tır Bay­ra­mı'n­da (Ra­ma­zan Bay­ra­mı) tek­bir ge­ti­ri­lir." De­dim ki: "Sa­de­ce kur­ban bay­ra­mın­da tek­bir ge­ti­ri­lir." De­di ki: "Fı­tır Bay­ra­mı'n­da da ge­ti­ri­lir. An­cak bu bay­ram­da­ki tek­bir ge­tir­me, ak­şam, yat­sı, sa­bah, öğ­le, ikin­di ve iki rekât bay­ram na­ma­zı­nın sün­ne­ti­dir."[15]

el-Kâfi'de, Sa­id Nakkkaş'ın şöy­le de­di­ği ri­va­yet edi­lir: İmam Cafer Sadık (a.s) ba­na de­di ki: "Fı­tır Bay­ra­mı ge­ce­sin­de tek­bir ge­ti­ri­lir, ama bu sün­net­tir." De­dim ki: "Ne za­man tek­bir ge­ti­ri­lir?" De­di ki: "Bay­ram ge­ce­si ak­şam, yat­sı, sa­bah ve bay­ram na­ma­zın­da tek­bir ge­ti­ri­lir ve bu­ra­da son ve­ri­lir." "Pe­ki na­sıl tek­bir ge­tir­me­li­yim?" di­ye sor­dum. Şöy­le bu­yur­du: "Al­lah-u Ek­ber [Al­lah en bü­yük­tür] Al­la­hu Ek­ber, La ilâhe il­lal­lah [Al­lah'tan baş­ka ilâh yok­tur] Val­la­hu Ek­ber, Al­lah-u Ek­ber ala ma he­da­na. [Bi­zi doğ­ru yo­la ilet­me­si­ne kar­şı­lık ola­rak tek­bir ge­ti­ri­yo­rum.] Bu, 'Sa­yı­yı (ya­ni na­ma­zı) ta­mam­la­ma­nız ve si­zi doğ­ru yo­la ilet­me­si­ne kar­şı­lık ola­rak Al­lah'ı bü­yük ta­nı­ma­nız (tek­bir) için­dir.' aye­ti­nin içe­ri­ği­dir. [Ya­ni "sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız için" aye­tin­den mak­sat, na­ma­zı ta­mam­la­ma­nız­dır.)[16] Tek­bir ise şöy­le ge­ti­ri­lir: Al­lah-u Ek­ber, La ilâhe il­lal­lah val­la­hu Ek­ber. Ve­ lil­la­h'il-hamd. ["Al­lah en bü­yük­tür. Al­lah'tan baş­ka ilâh yok­tur. Ve hamd Al­lah'a öz­gü­dür."] Tek­bi­re iliş­kin bir di­ğer ri­va­yet­te, bu sö­zün dört kez tek­rar­lan­dı­ğı be­lir­ti­lir.

Ben derim ki: Bir ri­va­yet­te öğ­len ve ikin­di na­maz­la­rın­da tek­bir ge­ti­ri­le­ce­ği vur­gu­la­nır­ken, bi­rin­de bun­lar­dan sö­z e­dil­me­me­si, müstehap­lı­ğın de­re­ce­le­ri­ne iliş­kin bir ay­rın­tı­ya dö­nük ola­bi­lir. İmam'ın (a.s) "Ya­ni na­ma­zı" sö­zü ile de şu an­lam kas­te­dil­miş ola­bi­lir. "Oru­cun sa­yı­la­rı­nı bay­ram na­ma­zı ile ta­mam­la­ma­nız ve si­zi doğ­ru yo­la ilet­me­si­ne kar­şı­lık na­maz­lar­da Al­lah'ı bü­yük ta­nı­ma­nız (tek­bir ge­tir­me­niz) için." Bu yo­rum, bi­zim yu­ka­rı­da "Bu, sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız ve si­zi doğ­ru yo­la ulaş­tır­ma­sı­na kar­şı­lık Al­lah'ı bü­yük ta­nı­ma­nız için­dir." aye­ti ile yap­tı­ğı­mız de­ğer­len­dir­me ile çe­liş­me­mek­te­dir. Çün­kü bu­ra­da va­cip­li­ği ön­gö­ren bir nok­ta­da, müs­te­hap ni­te­lik­li bir hü­küm çı­kar­ma söz ko­nu­su­dur. Tıp­kı, "Siz­den kim bu aya şa­hit olur­sa onu tut­sun." ifa­de­sin­den, bu ayın ilk ge­ce­si­ne şa­hit olan bir kim­se­nin yol­cu­lu­ğa çık­ma­sı­nın mek­ruh­lu­ğu­na iliş­kin bir hük­mün çı­ka­rıl­mış ol­ma­sı gi­bi. Son ri­va­yet­te, yer alan iki tek­bi­rin son cüm­le­le­ri­nin fark­lı olu­şu ba­zı­la­rı ta­ra­fın­dan "Si­zi hi­da­yet etme­si­ne kar­şı­lık Al­lah'ı ulu­la­ma­nız için" ifa­de­siy­le il­gi­li ola­rak, söz ­ko­nu­su edi­len; "tek­bir" "ala" harf-i cer­ri ile bir­lik­te kul­la­nıl­dı­ğın­dan hamd ma­na­sı­nı içer­mek­te­dir." şek­lin­de­ki de­ğer­len­dir­me­yi des­tek­le­mek­te­dir.

Tefsir'ul-Ayyâşî'de, İbn Ebu Umeyr'in İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şu söz­le­ri ri­va­yet et­ti­ği be­lir­ti­lir: İmam'a de­dim ki: "Sa­na fe­da ola­yım, ara­mız­da: Re­su­lul­lah'ın ra­ma­zan oru­cu­nu yir­mi do­kuz gün tut­ma­sı­na da­ir ha­dis­ler, otuz gün tut­ma­sı­na da­ir ha­dis­ler­den da­ha faz­la­dır. Bu doğ­ru mu­dur?" Bu­yur­du ki: "Yü­ce Al­lah böy­le bir söz halk et­me­miş ve Re­su­lul­lah da de­vam­lı ra­ma­zan oru­cu­nu otuz gün ola­rak tut­muş­tur. Çün­kü yü­ce Al­lah, 'Sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız için' bu­yu­ru­yor. Bu­na rağ­men Re­su­lul­lah (s.a.a) sa­yı­yı ek­sik mi tu­tu­yor­du."

Ben derim ki: Ri­va­ye­tin ori­ji­na­lin­de­ki "Fe­-ka­ne Re­su­lul­lah yen­ku­su­hu (=Re­su­lul­lah sa­yı­yı ek­sik mi tu­tu­yor­du?)" ifa­de­si, is­tif­ham-ı is­tin­karî (bir şe­yi red­det­me­ye yö­ne­lik so­ru) ni­te­li­ğin­de­dir. Ri­va­yet, da­ha ön­ce söy­le­di­ği­miz "Bu­ra­da­ki ta­mam­la­ma­dan mak­sat, ra­ma­zan ayı­nı ta­mam­la­ma­dır." sö­zü­nü de des­tek­le­mek­te­dir.

Me­ha­sin'ul-Ber­kî ad­lı eser­de, bi­zim mez­he­bi­mi­ze men­sup ba­zı­la­rın­dan mer­fu ola­rak, "Si­zi doğ­ru yo­la ulaş­tır­ma­sı­na kar­şı­lık Al­lah'ı bü­yük ta­nı­ma­nız için." aye­ti ile il­gi­li bir ha­dis nak­le­dil­miş­tir. Ha­dis­te şöy­le de­dik­le­ri vur­gu­la­nır: "Tek­bir; ta­zim et­me, bü­yük ta­nı­ma de­mek­tir. Hi­da­yet ise, velâyet­tir."[17]

Ben derim ki: Hi­da­ye­tin velâyet ola­rak ni­te­len­di­ril­me­si, bir tür uyar­la­ma ve ge­nel bir ifa­de­nin bir mıs­da­kı­nı açık­la­ma­dır. Bir tür tevil ol­ma­sı da müm­kün­dür. Ni­te­kim ba­zı ri­va­yet­ler­de "yusr (=ko­lay­lık)" ve­ya­let "usr (=zor­luk)" da Al­lah'a kar­şı gel­me ve Al­lah düş­man­la­rı­nın velâyeti şek­lin­de yo­rum­lan­mış­tır.

el-Kâfi'de, Hafs b.Gı­yas ka­na­lıy­la İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöy­le ri­va­yet edi­lir: İmam'a "Ra­ma­zan ayı... Kur'ân on­da in­di­ril­miş­tir." aye­ti­ni sor­dum ve de­dim ki: "Bi­zim bil­di­ği­miz, Kur'ân'ın yir­mi se­ne için­de in­di­ği­dir." İmam Cafer Sadık de­di ki: "Kur'ân-ı Ke­rim bü­tün ola­rak, ra­ma­zan ayın­da Beyt'ül-Ma­mur'a in­di­ril­miş­tir. Son­ra (bö­lüm bö­lüm) yir­mi yıl için­de in­di­ril­miş­tir." Da­ha son­ra İmam, Re­su­lul­lah'ın (s.a.a) şöy­le bu­yur­du­ğu­nu söy­le­di: "İb­ra­him sa­hi­fe­le­ri (su­huf) ra­ma­zan ayı­nın ilk ge­ce­sin­de, Tev­rat al­tın­cı ge­ce­sin­de, Ze­bur on­ se­ki­zin­ci ge­ce­sin­de ve Kur'ân-ı Ke­rim de ra­ma­zan ayı­nın yir­mi üçün­cü ge­ce­sin­de in­miş­tir."[18]

Ben derim ki: İmam Cafer Sadık'ın (a.s) Re­su­lul­lah'tan (s.a.a) ri­va­yet et­ti­ği kıs­mı, Su­yu­tî de ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde, de­ği­şik ka­nal­lar­dan Va­si­le b. el-Es­ka ara­cı­lı­ğı ile Re­su­lul­lah'a (s.a.a) da­yan­dır­mış­tır.

el-Kâfi ve Men La Yahzuruh'ul-Fa­kih ad­lı eser­ler­de Ya­kub'un şöy-­le de­di­ği be­lir­ti­lir: "Bir ada­mın İmam Cafer Sadık'a Ka­dir ge­ce­si­ni sor­du­ğu­nu duy­dum. Adam di­yor­du ki: Ba­na Ka­dir ge­ce­si­ni an­lat, var mıy­dı böy­le bir ge­ce? Ve­ya­hut her se­ne tek­rar­la­nı­yor mu?" İmam Cafer Sadık de­di ki: "Eğer Ka­dir ge­ce­si­ni or­ta­dan kal­dı­rır­san bü­tün Kur'-ân'ı kal­dır­mış olur­sun."[19]

ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde İbn Ab­bas'ın şöy­le de­di­ği ri­va­yet edi­lir: "Ra­ma­zan ayı, mü­ba­rek ge­ce ve Ka­dir ge­ce­si... Kuş­ku yok ki, Ka­dir ge­ce­si mü­ba­rek ge­ce­nin ken­di­si­dir. Ve bu ge­ce ra­ma­zan ayın­da­dır. O ge­ce Kur'ân-ı Ke­rim bü­tün ola­rak 'Zi­kir'den, Beyt'ül-Ma­mur'a in­di­ril­miş­tir. Kur'ân'ın in­di­ği bu yer dün­ya gö­ğün­de­ki yıl­dız yer­le­ri­dir. Bun­dan son­ra, emir ve ya­sak­lar­la ve sa­vaş­lar­la il­gi­li ola­rak par­ça par­ça Hz. Mu­ham­med'e (s.a.a) in­di­ril­miş­tir."

Ben derim ki: Ay­nı an­la­ma ge­len söz­ler, İbn Ab­bas'tan baş­ka, ör­ne­ğin Sa­id b. Cü­beyr'den de ri­va­yet edil­miş­tir. İbn Ab­bas'ın söz­le­rin­den, bu de­ğer­len­dir­me­yi ba­zı Kur'ân ayet­le­rin­den edin­di­ği an­la­şı­lı­yor. Bu ayet­le­ri şöy­le­ce sı­ra­la­ya­bi­li­riz: "Ve hik­met­li zi­kir'den" (Âl-i İmrân, 58) "An­dol­sun sa­tır sa­tır di­zi­li ki­ta­ba, ya­yıl­mış in­ce de­ri üze­ri­ne; ma­mur eve (Beyt'ül-Ma­mur) yük­sel­til­miş ta­va­na." (Tûr, 2-5) "Ha­yır, yıl­dız­la­rın yer­le­ri­ne ye­min ede­rim. Şüp­he­siz bu, eğer bi­lir­se­niz ger­çek­ten bü­yük bir ye­min­dir. El­bet­te bu, bir Kur'ân-ı Ke­rim'dir. Sak­lan­mış-ko­run­muş bir ki­tap­ta­dır. Ona, te­mizle­nip-arın­mış olan­lar­dan baş­ka­sı do­ku­na­maz." (Vâ­kıa, 75-79) "Biz dün­ya gö­ğü­nü de kan­dil­ler­le süs­le­yip do­nat­tık ve bir ko­ru­ma al­tı­na al­dık." (Fus­si­let, 12)

Bu de­ğer­len­dir­me­si­nin doğ­ru ol­du­ğu, ayet­le­rin açık des­te­ği ile de pe­kiş­mek­te­dir. An­cak, bi­rin­ci gök­te­ki yıl­dız­la­rın yer­le­ri­ne ve Kur'ân'ın ora­da­ki mekânı­na iliş­kin söz­le­ri­nin da­ya­na­ğı o ka­dar be­lir­gin de­ğil­dir. Va­kıa Suresi'n­de­ki ayet­le­rin bu­na yö­ne­lik işa­ret­le­ri net de­ğil­dir. Ehlibeyt ka­nal­la­rın­dan ge­len ri­va­yet­ler­de "Beyt'ül-Ma­mur"un gök­te ol­du­ğu vur­gu­la­nır. Ye­ri ge­lin­ce in­şa­al­lah bu ko­nu­ya da­ha de­tay­lı ola­rak de­ği­ne­ce­ğiz. An­cak şu­nun bi­lin­me­sin­de bir zo­run­lu­luk var­dır ki: Tıp­kı Kur'ân ayet­le­ri gi­bi, ha­dis­le­rin de muh­kem ve mü­te­şa­bih­le­ri var­dır. İşa­ret­le­re ve sem­bol­le­re da­ya­nan ifa­de­ler ol­duk­ça yay­gın­dır. Özel­lik­le, Levh-i Mah­fuz, Ka­lem, hi­cap­lar, se­ma, Beyt'ül-Ma'mur, Bahr'ül-Mes-cur gi­bi ger­çek­le­re iliş­kin ifa­de­ler, bü­tü­nüy­le sem­bol ni­te­lik­li­dir­ler. Bu yüz­den bu ko­nu­la­rı in­ce­le­yen bir araş­tır­ma­cı­nın ka­ri­ne­le­ri, ipuç­la­rı­nı iyi de­ğer­len­dir­me­si ge­re­kir.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen f_altan »

MÜCAHİD yazdı:sayın dede-baba,
maşaallah birkaç gün içerisinde bir kaç yılın yazısını kopyalamışsın.
yazılarını okumak nasip olmadı bazı yerlerine bir göz attım. Kuran'ı kabul ettiğinizi anladım
ve Kurandaki salat kelimesinin de dua manasına geldiğini söylemişsiniz, duanın da zikir manasına. Şimdi size bir sorum olacak, belli gün veya belli saatlerde veya her hangi bir gün ve saatlerde dua etmek size göre farz mı? Bir insan dua etmezse günahkar mı oluyor, cehenneme mi gidecektir?
Bir de İmam "Zeynulabidin"e neden Zeynulabidin ve "Seccad" lakabı verilmiştir onu da açıklarsanız mumnun olurum.
Daha cevap alamadım, yazıların arasında kaybolmaması için yeniden alıntı yaptım. Bekliyorum, cevap verecek misiniz yoksa daha bir şeyler uydurmaya mı çalışıyorsunuz?
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen Dede-baba »

MÜCAHİD yazdı:
MÜCAHİD yazdı:sayın dede-baba,
maşaallah birkaç gün içerisinde bir kaç yılın yazısını kopyalamışsın.
yazılarını okumak nasip olmadı bazı yerlerine bir göz attım. Kuran'ı kabul ettiğinizi anladım
ve Kurandaki salat kelimesinin de dua manasına geldiğini söylemişsiniz, duanın da zikir manasına. Şimdi size bir sorum olacak, belli gün veya belli saatlerde veya her hangi bir gün ve saatlerde dua etmek size göre farz mı? Bir insan dua etmezse günahkar mı oluyor, cehenneme mi gidecektir?
Bir de İmam "Zeynulabidin"e neden Zeynulabidin ve "Seccad" lakabı verilmiştir onu da açıklarsanız mumnun olurum.
Daha cevap alamadım, yazıların arasında kaybolmaması için yeniden alıntı yaptım. Bekliyorum, cevap verecek misiniz yoksa daha bir şeyler uydurmaya mı çalışıyorsunuz?
sorunuza cevap verdim.. okuma zahmetine bulunmamışssınız.. ayrıca zaten mesajların içindede cevap var...

salat, bedenen yapılan ibadetlkere karşılık gelir dua ise dil ile yapılan ibadetlere zikire karşılık gelir..

ibadette belli bir zaman tayin edileemz zaten bizim şii ve sünnilerin ibadetinin bu biçimselliğini eleştirriz çünkü Kur'ani değil.. isteyen istediği zaman rabbine yönelir..

fakat Hiç kimse bende günde beş vakit naamz kılıyorum bu islamın şartıdır herkes benim gibi beş vakit namaz kılacak diyemez..
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Kur'an-i İbadet te Zaman ve mekan fetişiz mi var mı?

Mesaj gönderen Dede-baba »

Kur'an-i İbadet te Zaman ve mekan fetişiz mi var mı?


Degerli canlar...

Öncelikle İbadet için herhangi bir özel mabetin islam inancında olmadığını belirtmek gerekir... cemaatle toplu ibadet ise sadece Cuma İbadeti için geçerlidir. .. Cami yada benzeri özel mabetler Kur'an-ı Kerim'in Tevbe suresi gereğinde yıkılmıştır... ilgili Ayetten sonra İbadethane insa edilmesi üzerine hiçbir sure ayet nazil olmamıştır..


Peygamber efendimiz ise, kendi Evinin ikamet ettiği mekanın salonunda İbadet ederdi.. yine Ehl-i beyt'te yaşamları müddeince hiçbir özel mabet yaptırmamıştır. Tümü kendi İkamet ettikleri evlerinin salonlarında ibadetlerini yaptılar..

Tarihi kaynaklar göstermektedir ki camileri insa edenler ömer, ve Muaviyedir. emevilerdir...Yine İbadet belli bir zaman'a 'aykırıdır.. Şirktir...

İBADET KUR'ANİ MANADA NASILDIR?


1- Allahı anmak , ibadet etmek, belli bir zamana bağlanamaz..

2- İbadetin gizliği esastır.. Aleni olarak yapılan İbadet riya ve şirke götüreceği için Kur'an İbadetin gizli olanını emreder..

3- İbadet toplu olarak değil, birey ile Allah arasındadır. ( Cuma İbadeti hariç)




1- Allahı anmak , ibadet etmek, belli bir zamana bağlanamaz..

Ahzab Suresi 41, 42. ayetler:


".. Ey İnanlar! Allah'ı çok anın.. O'nu sabah akşam tesbih edin.."

Şuara Suresi 227. ayet


"... Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, Allah'ı çok çok zikredenler ve haksızlığa uğradıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır.. haksızlık eden kimseler, nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.."

Enfal Suresi 45. ayet

"... Ey İnanlar! bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın, başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın.."

Mearic Suresi 22, 23, ayetleri

".. Kılınması vacip olan emrolunan, yüksek olan daimi ( sürekli) namazdır...."


Rum Suresi 17. ve 18. Ayetler


".. Allah'ı akşam, sabah, birbiri ardınca tesbih et ve tenzih et.. yerde ve gökte olanlar öğle ve akşam ona hamd ederler..."

Şimdi Yüce Allah, İbadeti DAİMİ OLARAK isterken, siz İbadeti üç vakte, beşte indirgemeniz.. ve ibadete zaman fetişzimini sokmanız doğrumudur? oysa Kur'anın hiç birinde belli bir vakitte ibadet yoktur.. İbadete devamlıdır..

hemen belirtelim ki Kur'an birçok ayetinde İbadet olarak Zikirden yani Duadan bahseder. Dua yolu ile Allah'ı anma ve tesbihten bahseder.. Yoksa sabah aşkam binlerce kez secde ve ruku edip dünyadan el etek çekmeyi değil..
Ebu Hasaneyn
Mesajlar: 383
Kayıt: 13 May 2009, 03:47
Konum: Hatay'lıyız Hak Muhammed Ali'ye Can feda'yız

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen Ebu Hasaneyn »

kardesim sen bizi ruhban sinifiyla karistirdin galiba iyice oku anla sonra yaz. biz ibadetimizin yaninda ahiretten el cekmedigimiz gibi dunyadanda el cekmeyiz kardesim bunu iyice kafana sok dede-baba bozuntusu :x
LA İLAHE İLLALLAH (celle celelehu) - MUHAMMEDEN (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) RESULULLAH - ALİYYEN (aleyhisselam) EMİR-EL MÜ'MİNİN VELİYULLAH -(KURTULUŞ YOLU) Allah (c.c) Hz.MUHAMMED (s.a.a.v) Hz.12 HAK İMAMLAR (a.s)
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen ali muhsin »

Dede Efendi
Sen Ayatullahlarida solladin,öyleki Bir Kurani Ayeti Yapistir sonra Keyfine göre yorumla oh ne ala ne kadar kolaymis ..herkes kafasina göre Kurani Tevsirini kafasina göre yorumlarsa Islam Denilen birsey kalmaz ,zaten sizin gibi Dönemlerde bunun icin ugrasmiyormu !!! ..öyle kolay ve ucuz yorum yapiyorsunuzki Cehalet ve Sinsilik kokan Düsüncenizi Kurani kerim ayetleriyle Carpitarak Sebatayist Bektasilerin Sacma Sapan ne varsa yaptiklari Ritüelleri , Aleviktir diye Büyük bir inatla Sergileyip kivraniyorsunuz , bunuda yaparken bir tek kanit bile getiremiyorsunuz ,Yalanciliginiz Sahtekarliginizda burdan anlasilmiyormu ...Yaptiklarinizin hic biri Islam Dini ile 12 Imam Düsüncesi ile bagdasmadigi gibi Bedri Noyan gibi Masonlarida Alevi önderidir diye Alevi halkinin Beyinlerini Bulandiriyorsunuz !!
Aleviler, Al-i Muhammedin Yetim ( UNUTULAN ) Evlatlarıdır
Allahume Salli Ala Muhammed ve Al-i Muhammed
------
Insana Secde etmek ,insanlik onurunu ayaklar altina almak demektir !
Insana Secde etmek ise insanlik icin bir Zillettir !
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

mucahit hocam size cevap verecektir ama ben yine de bir iki bir şey demek istiyorum. Sizin yazdıklarınız bir kere size sorulan sorulara cevap değil ezberlediğiniz üç beş cümleyi kuranın ayetlerini çarpıtarak sunni kaynaklarıyla şahsi yorumlarla tekrar yapmaktan ibaret.
ÇELİŞKİNİZ
NAMAZIN ŞEKLİNİ ELEŞTİRİYORSUNUZ AMA KENDİ SUNNİ KÖKENLİ SEMAHINIZ ENİNE BOYUNA ŞEKİLLERLE DOLU!!!!
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen f_altan »

Dede-baba yazdı:
MÜCAHİD yazdı:
MÜCAHİD yazdı:sayın dede-baba,
maşaallah birkaç gün içerisinde bir kaç yılın yazısını kopyalamışsın.
yazılarını okumak nasip olmadı bazı yerlerine bir göz attım. Kuran'ı kabul ettiğinizi anladım
ve Kurandaki salat kelimesinin de dua manasına geldiğini söylemişsiniz, duanın da zikir manasına. Şimdi size bir sorum olacak, belli gün veya belli saatlerde veya her hangi bir gün ve saatlerde dua etmek size göre farz mı? Bir insan dua etmezse günahkar mı oluyor, cehenneme mi gidecektir?
Bir de İmam "Zeynulabidin"e neden Zeynulabidin ve "Seccad" lakabı verilmiştir onu da açıklarsanız mumnun olurum.
Daha cevap alamadım, yazıların arasında kaybolmaması için yeniden alıntı yaptım. Bekliyorum, cevap verecek misiniz yoksa daha bir şeyler uydurmaya mı çalışıyorsunuz?
sorunuza cevap verdim.. okuma zahmetine bulunmamışssınız.. ayrıca zaten mesajların içindede cevap var...

salat, bedenen yapılan ibadetlkere karşılık gelir dua ise dil ile yapılan ibadetlere zikire karşılık gelir..

ibadette belli bir zaman tayin edileemz zaten bizim şii ve sünnilerin ibadetinin bu biçimselliğini eleştirriz çünkü Kur'ani değil.. isteyen istediği zaman rabbine yönelir..

fakat Hiç kimse bende günde beş vakit naamz kılıyorum bu islamın şartıdır herkes benim gibi beş vakit namaz kılacak diyemez..
İyi uydurmuşsun aferin: ))
Salat dua anlamınadır diyen siz değil miydiniz, şimdi ne oldu da salat, bedenen yapılan ibadetlere karşılık gelir diyorsunuz? Cevap verdiğinizi sanmayın, daha cevap alamadım.
Sorum şuydu: Bir insan dua etmezse günahkar mı oluyor, cehenneme mi gidecektir?
Veya son açıklamana göre sorumu sorayım:
Salat bedenen yapılan ibadettir demişsiniz. Şimdi bu bedenen yapılan ibadet sizce farz mıdır, farz ise nasıl yapılması gerekir, onu yapmayan günah işlemiş mi oluyor, cehenemde cezasını çekmesi mi gerekiyor?
Şu sorularıma da cevap vermemişsiniz:
İmam "Zeynulabidin"e neden Zeynulabidin ve "Seccad" lakabı verilmiştir?
bu defa cevabı fazla bekletmezsiniz inş.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen ali muhsin »

Mücahdi Hocam

bir Soru unuttmus olmayalim hani kirklar Cemi Diyorlar ya ..Su Kirk kisinin isimlerini saysin bende ona Cevap alamadim ..Adam zaten ezbere yazip konusuyor ..ayrica Cemevlerinde Cezayi Dedeler babalar verir "Ikrardan döndün Seni Düsük ilan ettim " veye ikrardan dönersin , Seni Düsük ilan ederim " diyerek Alevileride Sindirmek ve Dikta altina aliyorlar yani onlar icin Allahmis Allahin Hükümleri imis Bektasiler icin hava civa..zaten kendilerine Cemevlerinde ilah gibi Taptirip ve yine kendilerine Firavunlar gibi Secde ettiriyorlar (Canli Putlar ) birde utanmadan kendilerini kabeden üstün tutup kabeyide bir Put evi olarak görüyolar ve buna dayanarak "Bizim Kabmiz insandir " diyorlar ..Bunlarda her tülü binbir gece masallari mevcut ..Bakalim Sorularimiza Cevap verecekmi ? :)
Aleviler, Al-i Muhammedin Yetim ( UNUTULAN ) Evlatlarıdır
Allahume Salli Ala Muhammed ve Al-i Muhammed
------
Insana Secde etmek ,insanlik onurunu ayaklar altina almak demektir !
Insana Secde etmek ise insanlik icin bir Zillettir !
alone_man
Mesajlar: 1769
Kayıt: 13 Oca 2008, 21:28

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen alone_man »

canlar
ona böyle zor sorular sormayın
daha basit sorun
mesela bektaşilikte
ömür boyu bozulmayan abdest varmıdır? gibi
yada semahta soldan sağa doğrumu yoksa sağdan sola doğrumu dönmek daha sevaptır gibi
yada tersi yapılırsa günah olurmu? gibi

yada cemde herkesin içinde haccı namazı orucu inkar eden
dedenin yüzüne tükürsem hükmü nedir ? gibi
Cevapla

“Namaz” sayfasına dön