Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Dinin ana direği namazdır...
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevi-Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

Dede baba inanki sana inanamıyorum ayette açıkça salat ve dua kavramları geçiyor daha önce salat= dua diyordun şimdide salat niyaz dua da zikirdir diyorsun.
Yuhhh yani bu kadar da olmaz. Hani salat= dua idi ve ker şekilde yapılırdı.
Hani salatın şekli olmazdı şimdi de salatın niyaz olduğunu ve bedeni (şekli) olduğunu yazıyorsun. Bu kadar çelişki olur mu ya sen ne yazdığını bilmiyorsun ya da bizi çocuk sanıyorsun! Sen bu yalanlarınla bizi değil ancak cemevinde bektaşileri kandırabilirsin.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevi-Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

Dede-baba yazdı:
meshedi313 yazdı:hadi ibadet dua her şekilde olurdu ve belli bir zamanı yoktu!! Siz neden insanların duasına ibadetine karışıyorsunuz. Belki millet salı günü ibadet yapmak istiyor belki kafaları üstü dönerek ibadet etmek istiyorlar siz neden insanları sizin ibadetlerinizi yapmaya zorluyorsunuz??????????????????? :!: :!: :!: :!:
hangi Alevi kimi cem ibadetine zorla götürmüş yada zorlamış..
galiba siz kendinizle bizi karıştıryorsunuz..

Alevi islam ekolünde rıza esastır.. kimse kimeye zorla ibadet ettiremez.. kendi inancını benimsetemez.. kimseyi zorla alevi yapamaz..

bunlar şii ve sünnilikte vardır.. alevilikte yoktur.. biz kimsenin ibadetine laf söylemedik yargılmadık..

aksine sizler bize sdaldırıyor ve yargılıyorsunuz... elbetteki isteyen istediği şeklinde Rabbine yönelir buna ne siz ne ben karışabiliriz..

kul ile Allah arasındadır İbadet
yuh yani buradaki imayı bile anlayamayacak seviyedesiniz ya! Sahi siz burada yazdıklarımın imasını bile anlayamıyorken o kadar batını manayı kurandan nasıl çıkarıyorsunuz hayret! :!: :!: :!:
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Re: Alevi-Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen Dede-baba »

meshedi313 yazdı:Ramazan ayında bir ay oruç tutulması meselesi kuranın emridir ve İmam Ali as bizzat kendisi bunu uygulamıştır.
hacı bektaşın hem bildiğimiz şekilde yani senin tabirinle duvara karşı namaz kılmıştır hem de ramazan orucunu tutmuştur. bu bektaşiliğin temel kaynaklarında mevcuttur.!!!

ayetin arapçasında şu ifade geçer "şehr-i ramazan" oysa siz bu ifadeyi nereye koyuyorsunuz. şehr-i ramazan ramazan ayı demektir. Ama siz bu hakikati görmüyorsunuz aslında görüyorda çarpıtıyorsunuz!!! Siz çocuk mu kandırıyorsunuz. Alevi yorumuymuş hadi ordan! Bu düpe düz emevi oyunu Alevi yorumufalan değil. Bu düpedüz munafıklık yol yezitliğidir başka da bir şey değil!
Pirlerini takip etmenin kurani ve Ehl-i Beyt kaynaklı delillerini de hala sunamadın bekliyorum/z!!!!!!!!!!!!!!!!
1- Hz. Ali'nin 30 gün oruç tutuğu yine sizin uyduruk rivayetlerine mi dayanıyor.. Zira bizim hadilerlimizde böyle birşey yok..

2- sadece sizin kaynaklarınızda olan birşeyede inanamamzı beklemeyin..

3- Hacı bektaş Dergahında CAMİ VARMIKİ HACI BEKTAŞ TA OLMAYAN CAMİDE OLMAYAN DUVARA KARŞI NAMAZ KILSIN... yada unutmuşlar mı* koskoca dergah yapılıyor bak Allah'ın işine ki camiyi unutuyorlar :wink:

size bir bilgi vereyim Hacı Bektaş dergahında hiçbir zaman cami olmadı..

1826 yılından sonra II. mahmut bektaşi babalarını öldürken ve bektaşiliği yasaklarken o camiyi yaptı..

4- BİRAZCIK AKIL VE İDRAK HERŞEYİ ÇÖZECEK ama.. AZ KALDI HERALDE..


RAMAZAN NE DEMEK.. hiç araştırdın mı* ve bu ay neden oruç tutulur araştırdın mı?

niye sizin şii ve sünni alimler her sözcüğün tefsirini yaparda RAMAZAN KELİMESİNİN YAPMAZ.. düşün dünmü bu sözcüğü araştır?

Bu ayet Kur2anın indiği vakiti anlatır.. oruçta bu sebeble tutulur.. yani yakan kavuran sıcak bir günbün dolunay vakti kur2an indi..

bu dolanaya şahitlik edenler Bu orucu tutsun der ayet .. gayet açıktır..

ramazan orucu nasıl zamanla 30 gün oldu bununda hikayesi var ama..
sen bu kadarını bil yeter şimdilik gerekirse açıklarız..
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevi-Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

Arkadaş hicri aylardan birisini ismidir Ramazan kuranda da geçiyor işte şehr-i ramazan şeklinde şehr arapça ay demek!
Ama hala inatçısınız hala! Aynı fıravun gibisiniz!
Siz rivayetlerimizin uyduruk olduğunu iddia ediyorsunuz o halde bizim kabul ettiğimiz rivayetlerimizden bir ikisini buraya çıkarın ya da kaynaklarımdan birini ele alın ve uyduruk olduğunu ispat edin.
Ayrıca madem size has hadis kaynakları var o zaman bu kaynakları isimlerini ve yayınevilerini de yazarsan bakalım sizin kaynaklarınızda neler varmış görelim. İsim ver birader adres ver.
Ama yok yok sen yine eleştirdiğim noktalara cevap vermek yerine yazılarımı alıntılayıp aklına esen kısımlarını çarpıtacaksın.
Acıyorum sana harcadığım şu vakte!
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevi-Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

183- Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvalı olursu­nuz.

184- Sayılı günler (oruç size farz kılındı); içinizden hasta olan veya yolculukta bu­lunan, artık diğer günler (oruç tutsun). Oruca zor dayanabilenler, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönül­den hayır yaparsa (düşküne daha fazlasını ve­rirse) kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için hayır­lıdır.

185- (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, o ayda Kur'an, insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayırt edici olarak in­dirildi. Sizden kim bu ayı (yolcu değilken) idrak ederse, orucunu tutsun. Hasta veya yolculukta olan, artık diğer günler (oruç tutsun). Allah size ko­laylık ister, zorluk istemez. (Bu kolaylık) sayıyı ta­mamlamanızı, sizi hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı ululamanızı ve şükretmenizi sağlamak içindir.

186- Kullarım sana beni sorduklarında, (bilsinler ki) ben şüphesiz yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da da­vetimi kabul edip bana iman etsinler. Umulur kemale erişirler.

187- Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınla­rınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin için bir giysi, siz de onlar için bir giysisiniz. Al­lah, sizin kendinize hainlik edeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiği­ni dileyin. Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyin için, sonra oru­cu geceye kadar tamamlayın. Mescitlerde itikâfa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın hudutlarıdır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böylece apaçık bildirir. Umu­lur ki takva sahibi olurlar.

(Elbise, örtünme ve korunma aracıdır. Karı-koca arasın­daki ilişki de tıpkı böyledir. Her biri, karşı tarafın üzerine ör­tü çeker, onu korur. İslâm, insan denen şu varlığı bütünü ile ve olduğu gibi ele alır, onun yapısını ve fıtri karakterini aslına uygun biçimde kabul eder ve bu realist yaklaşım içinde elinden tutarak onu bütünü ile yüceliklerin zirvesine tırmandırmaya çalışır. Dolayısıyla eşler arasındaki ilişki, elbi­selerle beden arasındaki ilişki gibidir. Nasıl bu ikisi birbirine çok yakın, uygun ve aralarında hiç­bir şey yoksa aynı şekilde eşler de birbirleriyle çok yakın ilişki içindedirler ve birbirleri için karşılıklı birer sükûnet ve mutluluk kaynağıdırlar

Ayrıca Ramazan'da yeme ve içme zamanı ile ilgili de bir yanlış anlama vardı. Bazıları yatsı na­mazından, ertesi gün güneş batıncaya dek yeme ve içmenin haram olduğu görüşündeydi. Bazıları yatsı namazından sonra uyanık kalındığı sürece yenilip içilebileceğini, fakat uyunursa, yenilip içil­meyeceğini savunuyorlardı. Bu kendi uydurdukla­rı fikirler nedeniyle, çoğu zaman kendileri zahmet çekiyorlardı. Bu ayette onların yanlış anlamaları ortadan kaldırılıyor ve yeme-içme yasağının gü­nün ilk şafağından güneşin batışına; yeme, içme ve cinsel ilişki serbestîsinin de güneşin batışın­dan, günün ilk şafağına dek olacağı belirleniyor.)

188- Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin ve bile bile insanların mallarından bir kısmını günahla yemeniz için, onları hâkimlere aktarmayın.

(Hiç kimse hâkimlere rüşvet vererek başkala­rının malını ele geçirmeye çalışmamak ve başka­larının malını ele geçirmek için yalan iddialarla mahkemeye başvurmamalıdır. Var olan delillere göre hâkimin, haksız kimse lehine hüküm vermesi mümkündür. Oysa hâkimin kararı ne herhangi bir haramı helâl ve ne de herhangi bir helâli haram haline getirebilir. O sadece göz önündeki delillere göre bağlayıcılık ifade eder. Günahı, sorumluluğu o konuda hile yapan, yanıltmaya başvuran tarafın omuzlarındadır.)

189- Sana hilal halindeki aydan sorarlar. De ki: «Onlar, insanlar ve hac için belirlenmiş vakitlerdir.» İyilik (cahiliye döneminde inanıldığı gibi ihramlıyken) evlere
arkalarından girmeniz değildir; belki iyilik takvalı olmaktır. Evlere kapılarından girin ve Allah'tan sakının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.

(Bu, cahiliye döneminde Arapların bâtıl gele­neklerinden biri idi. Araplar ihram giydiklerinde, evlerine ön kapılarından girmezler, arka pencere­lerden eve atlarlardı. Bu ayette Allah, onları bu bâtıl gelenek nedeniyle eleştirmekle kalmıyor, ay­nı zamanda onları, atalarının bâtıl gelenek ve inançlarını körü körüne takip etmenin doğru ol­madığı konusunda da uyarıyor.)
Ramazn ayı ile ilgili ayetlerin Ehl-i Beyt kaynaklı yorumu işte budur sen bana uyduruk kaynaksız senetsiz düşüncelerini açıklayıp boşuna zahmet çekme! Çünkü beni kandıramazsın bizi asimile edemezsin!
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevi-Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

ABDEST AYETİYLE İLGİLİ EHL-İ BEYT ALEVİ AÇIKLAMALARI:
6- Ey iman edenler! Namaza kalktı­ğınızda yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınızı ve inci kemiklerine kadar ayaklarınızı mesh edin. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizle­nin. Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya ayakyolundan gelmişseniz yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin de yüzlerinizi ve ellerinizi onunla mesh edin. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Allah şükredesiniz diye sizi arıtmak ve üzerinize olan nimetini ta­mamlamak ister.

(Abdest hakkındaki kesin bir hüküm de başı ve inci kemiklerine kadar da ayakları mesh etmek­tir. Bu konuda sadece nassın teyit etmiş olduğu ri­vayetler kabul edilebilir ve naslara muhalif olan rivayetler merduttur. Apaçık nassın haber-i vahid ile nesh edilmesi mümkün değildir.

Ayet apaçık meshi emretmektedir. Dikkat ederseniz Kur'ân-ı Kerim'in zahiri de bu manaya delalet etmektedir. Zira Allah Teâlâ ayetin başın­da şöyle buyurmaktadır: "Feğsilu vucuhekum ve eydiyekum." (Yüzlerinizi ve ellerinizi yıkayın.) Ve eydiyekum'daki vav-ı atife vasıtasıyla yüzden son­ra ellerin yıkanmasının gerekliliğini emretmekte­dir. İkinci hükümde ise şöyle buyuruyor: "Vemse-hu biruisukum ve erculekum" (Başınızı mesh edin ve inci kemiklerine kadar ayaklarınızı da.) "Ercu-lekum"u vav-ı atifeyle bir öncesine yani "biru­isukum" kelimesine atfederek ayakların da mesh edilmesini emretmektedir. Yüz ve ellerin yıkanma­sına hükmedildiği gibi, burada da baş ve ayakla­rın mesh edilmesi emredilmektedir. Şüphesiz yıka­mak meshin yerini alamaz.

Yani yüz ve elleri farz olarak yıkamak gerek­tiği gibi baş ve ayakları da farz olarak mesh etmek gerekir. Birini mesh ederken diğerini yıkamak as­la doğru değildir. Aksi takdirde iki cümle arasın­daki "vav" harfi anlamsız kalır.

Ayrıca İslâmi hükümlerde zorluk ve meşakkat yoktur. Her akıllı insanın da kabul edeceği üzere ayakları yıkamak mesh etmekten daha meşakkatli­dir. Ayakları mesh etmek kolay olduğu için şer'i hükümler de buna hükmetmiştir ve zaten ayetin zahiri de bunu göstermektedir.

Kur'ân hükümlerinin tam aksine olan hüküm ise mest ve çorabın üzerine mesh edilmesidir. Bu­rada da Kur'ân-ı Kerim 'in açık hükümlerine aykı­rı görüşler beyan edilmiştir. Çünkü Kur'an ayak­ların üzerine mesh edilmesini hükmetmektedir, mest veya çorapların üzerine değil. Ayakların mesh edilmesine cevaz verilmezken, nasıl olur da mest veya çorabın mesh edilmesine cevaz verilebi­lir? Herkesin de bildiği gibi, mest veya çoraplara mesh etmek, ayaklara mesh etmekten ayrı bir şey­dir ve baş yerine sarık vb. şeylere mesh etmek de aynı şekilde Kur'an'ın zahirine aykırıdır.

Fahr-u Razi bu ayetin tefsirinde, Kur'ân-ı Kerim'in zahirine göre meshin farz oluşu noktasında uzun açıklamalar yapmıştır, isteyenler gerçekleri bulmak için Fahr-u Razi'nin tefsirine müracaat etsinler.)
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen f_altan »

sayın dede-baba,
maşaallah birkaç gün içerisinde bir kaç yılın yazısını kopyalamışsın.
yazılarını okumak nasip olmadı bazı yerlerine bir göz attım. Kuran'ı kabul ettiğinizi anladım
ve Kurandaki salat kelimesinin de dua manasına geldiğini söylemişsiniz, duanın da zikir manasına. Şimdi size bir sorum olacak, belli gün veya belli saatlerde veya her hangi bir gün ve saatlerde dua etmek size göre farz mı? Bir insan dua etmezse günahkar mı oluyor, cehenneme mi gidecektir?
Bir de İmam "Zeynulabidin"e neden Zeynulabidin ve "Seccad" lakabı verilmiştir onu da açıklarsanız mumnun olurum.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Re: Alevi-Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen Dede-baba »

meshedi313 yazdı:Arkadaş hicri aylardan birisini ismidir Ramazan kuranda da geçiyor işte şehr-i ramazan şeklinde şehr arapça ay demek!
!
Şehr kelimesi sadece ay demek değildir.. eski arapçada çok farklı anlamlarda gelir.. nitekim bu ayette de ramazan kelimesini niteleyen sıfat konumundır...

esas itibariyle


“şehr” kelimesi, yakan kavuran gün anlamındaki RAMAZAN KELİMESİNİ Nitelemek için kullanılır... şehr kelimesi burada yakan kavuran günün gece vakdi dolunay zamanını tasvir eder..

.Kur'an "ay" ifadesi için Kamer "SÖZCÜĞÜNÜ KULLANIR. NİTEKİM KAMER" İSMİYLE SURE DE VARDIR..


Nitekim dikkat buyrunuz..Ayet Kur'an ın inmesini konu edinir ve o anı anlatır...


Nitekim, Duhân suresinin iki ve üçüncü ayetlerinde Kur'anın gece indiği şöyle bildirilmektedir:

“...Hâ Mîm. Apaçık olan kitaba yemin ederim ki, Biz onu (Kur’an’ı) mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz, insanları uyarıcıyız....” (Duhân, 1-3)

Göründüğü gibi Kur'an gece indi... işte Kur'anın ne zaman ve hangi gün indiği bakara suresinde anlatılır...

Burada ramazan ay ismi değil yani bir isim değildir Kur'anın indiği zamanın tasviridir..

Ramazan kelimesini, isim olarak değilde "yakan ve kavuran gün" manasında anlamak gerekir.. Nitekim Kur'an ayın tümünde değil yakan kavuran bir günün gece vakti dolunayda indi...


RAMAZAN AYI İLE İLGİLİ


yine bir ek bilgi verelim ki hicri takvim peygamber tarafından kullanılmadı ömer tarafından 630 lu yıllarda ekonomik nedenlerle icat edildi ve uyduruldu.. yani Kur'an ın indiği dönemde ve cahiliye arabı hicri takvimi ve ayları değil, bambaşka bir takvimi kullanıyordu..

ömer kendi uydurduğu ve eski cahiliye döneminde olmayan takvimin 9. ayına ramazan ismini koydu..


burda bilinmesi gereken gerçek ömerin uydurduğu takvim ile Peygamber'in zamanındaki takvim aynı olmadığıdır...

Ömer zamanında 9. aya Ramazan Ayı adı verilmiş, diğer aylara başka isimler verildiği gibi... Peki Hz.Muhammed döneminde hangi takvim yada takvimler vardı.. ömerin takvimi ile, cahiliye döneminin ayları ve takvimi aynımıydı.. birçok takvimin kullanıldığı biliniyor o dönemde peki Kur'an hangi takvimi esas aldı...


Ezber değilde biraz verilen bilgiler araştırıldığında Kur'anda geçen ramazan tabirinin ömer döneminde uydurulan ramazan ayıyla ilgili olmadığı açık bir şekilde ortaya çıkar...

Bakara suresindeki ramazan yakan kavuran gün anlamındadır...

yine eğer iddia edildiği gibi Ramazan ay anlamıyla Kur'anda kullanılsaydı o ayda oruçlu olun derdi... belirli günlerde oruç tabirini kullanmazdı...


orucun kaç gün olduğu ile ilgili olarak:


Açık olarak görüldüğü gibi ayette.. oruç için sayı ifadesi hiçbir şekilde geçmez....Ramazan isminde ise islamiyet öncesi herhangi bir ay ismi bulunmayıp. sonradan uydurulmuştur.. Ayette geçen ramazan ifadesi Kur'an'nın indiği zaman tasvir edilmektedir...

Allah dilese idi pek ala basitce "otuz gün oruc tutun ramazanda" yahut "kirk gün oruc tutun " da diyebilirdi...Buna ragmen Yüce Allah böyle birsey söylememisdir...

Oysa Yüceler Yücesi Allah Kur'an'nında birçok ayette sayılardan bahseder...

7.142 "...Mûsa ile otuz gece için vaatleştik. Ve bunu, bir on ekleyerek tamamladık. Böylece Rabbinin belirlediği süre kırk geceye ulaştı. Mûsa, kardeşi Hârun'a dedi ki: "Toplumum içinde benim yerime sen geç, barışçı ol, bozguncuların yolunu izleme!..."

Görüldügü gibi Allah aciz olmayandır (hasa).... gerektiği yerde Sayilarla kullanandır... Bakın Yüce Allah Ramazan orucu ile ilgili bir sayı belirtmezken, Ne hikmetse Hz Musa ile nasil vaadlesdigini, kac gün Tur daginda durdugunu ayetine almakda...Demekki Allah dileseydi pek ala günlerin sayısini da belirtebilirdi...


Alevi-Bektaşi, Ramazan orucunu 3 (üç gün) tutandır... Çünkü Allah "sayılı gün" den ne anlaşılması gerektğini, yine Kur'anın da açıklayandır...

"... Allah'ı sayılı günlerde anın. Kim hemen iki gün içinde işini bitirirse ona günah yoktur. Kim de bunu geciktirir-ertelerse, sakınıp korunduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah'tan sakının ve bilin ki, siz O'nun huzurunda haşredileceksiniz..." (Bakara Suresi 203
)
Çeri
Mesajlar: 815
Kayıt: 28 May 2009, 10:06

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen Çeri »

Peki Ramazan adı Alevi ve Bektaşilerde var mı?
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Bektaşi İslam Ekolünde Abdest

Mesaj gönderen 3nokta »

KAmer zaman anlamında ay değildir gökyüzündeki dünyanın uydusu olan cisim anlamında aydır.

Ramazn orucuyla ilgili ayetlerin Alevi bakışıyla izahı:

Ayetlerin Meâli

183- Ey iman eden­ler, siz­den ön­ce­ki­le­re ya­zıl­dı­ğı gi­bi, oruç si­ze de ya­zıl­dı. Umu­lur ki sa­kı­nır­sı­nız.

184- Sa­yı­lı gün­ler. Ar­tık siz­den kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa, tu­ta­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca baş­ka gün­ler­de tu­tar. Zor da­ya­na­bi­len­le­rin üze­rin­de bir yok­su­lu do­yu­ra­cak ka­dar fid­ye var­dır. Kim gö­nül­den bir ha­yır ya­par­sa bu da ken­di­si için hayır­lı­dır. Oruç tut­ma­nız -eğer bi­lirse­niz- si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır.

185- Ra­ma­zan ayı... İn­san­lar için hi­da­yet olan Kur'ân, onda in­di­ril­miş­tir; in­san­la­ra yol gös­te­ri­ci, doğ­ru­nun ve hak­kı ba­tıl­dan ayır­ma­nın apa­çık de­lil­le­ri­ni kapsayan Kur'ân. Öy­ley­se siz­den kim bu aya şa­hit olur­sa onu tut­sun. Kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa, tu­ta­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca di­ğer gün­ler­de tut­sun. Al­lah, si­ze ko­lay­lık di­ler, zor­luk di­le­mez. Bu, sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız için­dir. Ve si­zi doğ­ru yo­la ulaş­tır­ma­sı­na kar­şı­lık Al­lah'ı bü­yük ta­nı­ma­nız için­dir. Umu­lur ki şük­re­der­si­niz.

Ayetlerin Açıklaması

Şu üç aye­tin ifa­de tarz­la­rı ara­sın­da­ki uyum, ön­ce­lik­le bun­la­rın bir­lik­te na­zil ol­duk­la­rı­nı gös­te­rir. Çün­kü ikin­ci aye­tin ba­şın­da­ki "Ey­ya-men ma'du­dat (=sa­yı­lı gün­ler)" ifa­de­si bi­rin­ci ayet­te ye­r a­lan "es-si­yam (=o­ruç)" ifa­de­si ile ilin­ti­li bir zarf­tır; üçün­cü ayet­te ye­r a­lan "Şehru ra­ma­zan (=ra­ma­zan ayı)" ifa­de­si de mah­zuf müp­te­da­nın ha­be­ri­dir. Bu müp­-te­da da "sa­yı­lı gün­ler" ifa­de­si­ne dö­nük giz­li bir za­mir­dir. Bu du­rum­da "sa­yı­lı gün­ler"den ka­sıt ra­ma­zan ayı olur. Ve­ya "şeh­ru ra­ma­zan" ifa­de­si, mah­zuf bir ha­be­rin müp­te­da­sı­dır. İfa­de­yi böy­le al­gı­la­dı­ğı­mız za­man gra­ma­tik açı­lı­mı şöy­le olur: "Ra­ma­zan ayı, odur oruç tut­mak üze­ri­ni­ze farz kı­lı­nan ay." Ya da "şeh­ru ra­ma­zan" ifa­de­si bi­rin­ci ayet­te yer a­lan "Siz­le­rin üze­ri­ni­ze oruç farz kı­lın­dı." cüm­le­sin­de­ki "es-si­yam" ke­li­me­si­nin be­de­li­dir. Han­gi gra­ma­tik açı­lı­mı esas alır­sak ala­lım, bu­ra­da "şeh-­ru ra­ma­zan (=ra­ma­zan ayı)" ifa­de­si ile, için­de oruç tu­tul­ma­sı farz kı­lı­nan sa­yı­lı gün­le­rin açık­lan­ma­sı, iza­hı kas­te­dil­di­ği an­la­şı­lır. Şu hâlde üç aye­ti bir bü­tün ola­rak dü­şün­mek, ay­nı ko­nu­yu iz­le­yen, ya­ni ra­ma­zan ayın­da oruç tut­ma­nın farz ol­du­ğu­nu vur­gu­la­yan bir ayet­ler gru­bu ola­rak al­gı­la­mak ge­re­kir.

İkin­ci ola­rak söz ko­nu­su üç aye­tin akı­şı, ayet­le­rin bi­rin­ci ya­rı­sı­nın, ikin­ci ya­rı­sı için bir ön ha­zır­lık ko­nu­mun­da ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir. Şu­nu de­mek is­ti­yo­rum: İlk iki ayet­te, ifa­de tar­zı ki­şi­le­rin hu­zur­suz­lu­ğu­nu din­dir­mek, ka­rar­sız­lı­ğı­nı ya­tış­tır­mak, hu­zur ve is­tik­ra­ra ka­vuş­ma­la­rı­nı, bu­na­lım ve be­lir­siz­lik­ten kur­tul­ma­la­rı­nı sağla­mak amaç­lı bir gi­riş ni­te­li­ğin­de­dir. Çün­kü ko­nuş­ma­cı­nın ama­cı, da­ha son­ra tek­lif edi­le­cek hük­mün ya da su­nu­la­cak ha­be­rin özü iti­ba­riy­le mu­ha­ta­ba ağır ge­le­ce­ğin­den do­la­yı, uy­gu­la­ma­sın­dan emin ol­ma­dı­ğı bir ko­nu­yu açık­la­mak­tır. Bu yüz­den ilk iki aye­ti oluş­tu­ran her cüm­le­de mu­ha­ta­bın zih­ni­nin oru­cu yad­sı­yı­cı un­sur­la­rı ve hu­zur­suz­lu­ğu art­tı­rı­cı en­di­şe­le­ri ber­ta­raf ede­cek, gön­lü hu­zur ve is­tik­ra­ra ka­vuş­tu­ra­cak ve in­sa­nın is­tik­bar ve bü­yük­lük tas­la­ma sı­fa­tı­nı kı­ra­cak ko­nu­la­ra de­ği­ni­le­rek Ra­ma­zan ayı oru­cu­nun ko­lay ve ha­fif bir şe­kil­de ya­sa­laş­tı­rıl­ma­sı­na sev­k e­dil­di­ği gö­rü­lür; şöy­le ki söz konusu ayet­ler­de oru­cun sağ­la­dı­ğı dünyevî ve uh­re­vî ya­rar­la­rı­nın ya­nı­ sı­ra bu hük­mün yü­rür­lü­ğe ko­nul­ma­sı hu­su­sun­da gö­z ö­nün­de bu­lun­du­ru­lan ha­fif­le­ti­ci ve ko­lay­laş­tı­rı­cı öğe­ler ha­tır­la­tı­lı­yor.

Bu yüz­den "Ey iman eden­ler, üze­ri­ni­ze oruç farz kı­lın­dı." ifa­de­si ile, oruç farz bir iba­det ola­rak yü­rür­lü­ğe gir­di­ği be­lir­ti­lir be­lir­til­mez, he­men ar­dın­dan şu cüm­le­ye yer ve­ri­li­yor: "Siz­den ön­ce­ki­le­rin üze­ri­ne farz kı­lın­dı­ğı gi­bi" ya­ni oruç iba­de­ti­ni ağır ve al­tın­dan kal­kıl­maz gör­me­niz si­ze ya­kış­maz. Si­zin üze­ri­ni­ze böy­le bir iba­de­tin farz kı­lın­mış ol­ma­sın­dan ürk­me­yin. Çün­kü bu hü­küm ilk de­fa si­zin için yü­rür­lü­ğe ko­nul­muş de­ğil­dir. Ak­si­ne, siz­den ön­ce­ki top­lum­la­ra da farz kı­lın­mış bir iba­det, siz­den ön­ce­ki mil­let­ler hak­kın­da da yü­rür­lü­ğe ko­nul­muş bir hü­küm­dür oruç. Siz oruç tut­mak­la yü­küm­lü tu­tul­muş ilk üm­met de­ğil­si­niz. Kal­dı ki, bu hük­mü yü­rür­lü­ğe koy­mak­la, si­zin ima­nı­nız ara­cı­lı­ğı ile ar­zu­la­dı­ğı­nız bir so­nu­cun ger­çek­leş­me­si umu­lu­yor. O da Al­lah'a ve ahi­ret gü­nü­ne ina­nan bir kim­se için azık­la­rın en ha­yır­lı­sı olan "tak­va"dır. Siz­ler de mümin­ler ol­du­ğu­nu­za gö­re, bu ha­yır­lı azık­tan ka­çı­na­maz­sı­nız. Bu an­la­mı, "umu­lur ki, sa­kı­nır­sı­nız." ifa­de­sin­den al­gı­lı­yo­ruz.

Ay­rı­ca si­zin ve siz­den ön­ce­ki top­lu­luk­la­rın "tak­va" ni­te­li­ği­ne ka­vuş­ma­nız ama­cı­na yö­ne­lik ola­rak ko­nul­muş olan bu iba­det, tüm vak­ti­ni­zi ve hat­ta vak­ti­ni­zin ço­ğu­nu bi­le al­mı­yor. Ter­si­ne sa­yı­la­rı bel­li, az mik­tar­da­ki gün­le­ri oruç­la ge­çir­mek du­ru­mun­da­sı­nız. "Sa­yı­lı gün­ler" ifa­de­si bu me­sa­jı ver­me­ye dö­nük­tür. Çün­kü ifa­de­nin ori­ji­na­lin­de­ki "günler" ma­na­sı­na ge­len "ey­yam" ke­li­me­si­nin "nek­re (=be­lir­siz)" kı­lın­ma­sı kü­çült­me, önem­siz­leş­tir­me ama­cı­na yö­ne­lik bir ku­ral­dır. Bir şe­yin "sa­yı­lı" ola­rak ni­te­len­di­ril­me­si de o şe­yin ba­sit­li­ği­ne yö­ne­lik bir işa­ret­tir. Ni­te­kim bir ayet-i ke­ri­me'de şöy­le bu­yu­ru­lu­yor: "Onu ucuz bir fi­ya­ta, sa­yı­sı bel­li dir­he­me sat­tı­lar." (Yûsuf, 20)

Ay­nı şe­kil­de "bu hu­sus­ta" ağır ge­le­bi­le­cek, ona güç ye­ti­re­me­ye­cek kim­se­ler de gö­ze­til­miş­tir. Onun için de şöy­le bir çı­kar yol be­lir­len­miş: Ken­di­si­ni zo­ra sok­ma­ya­cak, ken­di­si­ne ağır gel­me­ye­cek bir fid­ye ver­sin. Bu fid­ye ise, "yok­sul­la­rı do­yur­ma­sı"dır. Bu­nu da "kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa... bir yok­su­lu do­yu­ra­bi­le­cek ka­dar fid­ye var­dır..." şek­lin­de ilet­miş­tir. Bu amel özün­de si­zin le­hi­ni­ze ha­yır ba­rın­dır­dı­ğı­na gö­re ve si­zin için el­den gel­di­ğin­ce ha­fif­le­ti­ci ve ko­lay­laş­tı­rı­cı çö­züm­ler üre­til­di­ği­ne gö­re si­zin için en uy­gu­nu onu gö­nül rı­za­sıy­la ye­ri­ne ge­tir­me­niz, on­dan ka­çın­ma­ma­nız, ağır ve me­şak­kat­li gö­rüp yük­sün­me­me­niz­dir. Çün­kü bir iyi­li­ği gö­nül rı­za­sı ile iş­le­mek onu is­te­me­ye­rek yap­mak­tan her hâlükârda da­ha iyi­dir. Bu me­sa­jı "Kim gö­nül­den bir ha­yır ya­par­sa bu da ken­di­si için ha­yır­lı­dır." ifa­de­si ver­mek­te­dir.

Gö­rül­dü­ğü gi­bi, bu üç­lü ayet­ler gru­bu­nun ilk üç aye­tin­de söz, üçün­cü ayet­te yer alan "Öy­ley­se siz­den kim bu aya şa­hit olur­sa, onu tut­sun." di­rek­ti­fi­ne ön ha­zır­lık oluş­tur­ma ama­cı et­ra­fın­da dö­nüp do­la­şı­yor. Bu­na gö­re, ayet­ler gru­bu­nun bi­rin­ci aye­tin­de­ki "Oruç si­ze ya­zıl­dı." ifa­de­si, farz kı­lı­nı­şın ger­çek­leş­ti­ği­nin bil­di­ri­mi ni­te­li­ğin­de­dir. "Ey iman eden­ler, öl­dü­rü­len­ler hak­kın­da si­ze kı­sas farz kı­lın­dı." (Ba­ka­ra 178) "Siz­den bi­ri­ni­ze ölüm ge­lip çat­tı­ğı za­man, eğer ge­ri­de bir ha­yır bı­rak­mış­sa, ana­ya, ba­ba­ya ve ya­kın ak­ra­ba­ya… va­si­yet­te bu­lun­ma­sı farz kılın­dı." (Ba­ka­ra, 180) ayetlerindeki gi­bi, bir hük­mün ilk kez in­şa­sı söz konusu de­ğil­dir. Çün­kü öl­dü­rü­len­ler hak­kın­da ön­gö­rü­len kı­sas ce­za­sı ve an­ne-ba­ba­ya ve ak­ra­ba­la­ra va­si­yet­te bu­lun­ma ile oruç ara­sın­da fark var­dır. Şöy­le ki öl­dü­rü­len­ler hak­kın­da kı­sas hük­mü­nü uy­gu­la­mak, maktulün ya­kın­la­rı­nın için­de ga­le­ya­na gel­miş in­ti­kam duy­gu­su ile ör­tüş­mek­te­dir. Ka­ti­lin eli­ni ko­lu­nu sal­la­ya­rak do­laş­tı­ğı­nı ve iş­le­di­ği su­çun ce­za­sı­nı gör­me­den sağ-sa­lim ha­yat sür­dü­ğü­nü gör­mek­ten kay­nak­la­nan iç­gü­dü­sel ki­nin ya­tış­tı­rıl­ma­sı­na uy­gun, ya­tış­tı­rı­cı, do­la­yı­sıy­la ra­hat­lık­la be­nim­se­nen bir uy­gu­la­ma­dır.

Ay­nı şe­kil­de ya­kın ak­ra­ba­ya yö­ne­lik do­ğal şef­kat ve acı­ma duy­gu­la­rı, in­sa­nı an­ne-ba­ba­ya ve ak­ra­ba­la­ra, özel­lik­le sü­rek­li bir ay­rı­lı­ğın arifesinde bu­lu­nu­lan ölüm anın­da, va­si­yet­te bu­lun­ma­ya yö­ne­lik iti­ci­dir. Do­la­yı­sıy­la bu iki­si, ya­ni kı­sas ve va­si­ye­te iliş­kin hü­küm­ler do­ğal ola­rak in­san­lar ta­ra­fın­dan ka­bul gö­rür­ler, in­san ta­bi­a­tı­nın ge­rek­si­ni­miy­le ör­tü­şür ni­te­lik­te­dir­ler, ara­la­rın­da do­ğal ve vaz­ge­çil­mez bir ilin­ti var­dır. Bu yüz­den, on­lar­dan ön ha­zır­lık­la, or­ta­mı uy­gun hâle ge­tir­mek­le söz et­mek ge­rek­siz­dir. Oru­ca iliş­kin hü­küm­de ise, du­rum fark­lı­dır. Bir ke­re oruç, ne­fis­le­ri en çok ar­zu­la­dık­la­rı, şid­det­le eği­lim gös­ter­dik­le­ri ye­me, iç­me ve cin­sel bir­leş­me­den yok­sun bı­rak­mak­ta­dır. Bu yüz­den bu yü­küm­lü­lük in­san do­ğa­sı­na ağır ge­lir. Ne­fis, oru­ca kar­şı is­tek­siz dav­ra­nır. Do­la­yı­sıy­la böy­le bir hük­mün hal­kın ge­ne­li­nin teş­kil et­ti­ği mu­ha­tap­la­ra açık­lan­ma­sın­da bir ta­kım ön ha­zır­lık­la­ra ih­ti­yaç du­yu­lur. Bun­la­rın böy­le­si­ne ağır ve me­şak­kat­li bir hük­mü ka­bul et­me­le­ri için psi­ko­lo­jik ön ha­zır­lı­ğa uy­gun or­ta­mı kol­la­ma­ya, gö­nül­le­ri­ni hoş tut­ma­ya, bu hük­mü do­ğa­la­rı ile uz­la­şır bir üs­lup­la sun­ma­ya ge­rek var­dır.

Bu yüz­den, "Si­ze kı­sas ya­zıl­dı..." ve "bi­ri­ni­ze ölüm gel­di­ği za­man... va­si­yet­te bu­lun­mak ya­zıl­dı." ayet­le­ri hük­mün doğ­ru­dan in­şaî bi­çim­de su­nu­lu­şu­nu ifa­de et­miş­ler­dir. Bu­nun için bir gi­ri­şe, psi­ko­lo­jik bir ön ha­zır­lı­ğa ge­rek du­yul­ma­mış­tır. "Si­ze oruç ya­zıl­dı." aye­tin­de ise, fark­lı bir üs­lup kul­la­nıl­mış­tır. Ya­ni bir hük­mün var­lı­ğın­dan söz edil­miş­tir. Hük­mün di­rek ko­nul­ma­sı­na bir ön ha­zır­lık ola­rak, var­lı­ğı­nın bil­di­ri­mi yö­nü­ne gi­dil­miş­tir. So­nun­da ise, "Siz­den kim bu aya şahit olur­sa, onu tut­sun." de­ni­le­rek, iki ayet­te­ki ye­di de­ğer­len­dir­me cüm­le­si­nin ar­dın­dan di­rek­tif ve­ril­miş­tir.



183) Ey iman eden­ler!



Bu şe­kil­de bir hi­ta­bın yö­nel­til­miş ol­ma­sı, sa­hip ol­duk­la­rı iman ni­te­li­ği­nin ha­tır­la­tıl­ma­sı ama­cı­na dö­nük­tür. Bu yüz­den iman ni­te­li­ği­ni ta­şı­dık­la­rı­nı ha­tır­la­yın­ca can­la­rı­nın çek­ti­ği ar­zu, ih­ti­ras ve a­lış­kan­lık­la­rı ile uyuş­maz­sa bi­le Rab­le­rin­den ge­len hük­mü ka­bul et­me­le­ri ge­re­kir. Kı­sas aye­ti de bu hi­tap­la baş­lan­mış­tı. Çün­kü birçok top­lu­luk ve mil­let kı­sas hük­mü­nü ge­rek­li gö­rü­yor ol­sa­lar bi­le, Hıristiyanların ka­ti­li af­fet­me­yi, onu öl­dür­me­ye ter­cih et­tik­le­ri du­yul­muş­tu.

Siz­den ön­ce­ki­le­re ya­zıl­dı­ğı gi­bi, oruç si­ze de ya­zıl­dı.

Yaz­ma de­yi­mi­nin an­la­mı bel­li­dir. Ay­rı­ca ki­na­ye yo­luy­la "farz kıl­ma" "az­met­me" ve "ke­sin hü­küm" an­lam­la­rı­nı da ifa­de eder. Şu ayet­le­ri bu­na ör­nek gös­te­re­bi­li­riz: "Al­lah, 'An­dol­sun, ben ga­lip ge­le­ce­ğim ve el­çi­le­rim de!' di­ye yaz­mış­tır." (Mü­ca­de­le, 21) "On­la­rın ön­den tak­dim et­tik­le­ri­ni ve eser­le­ri­ni biz ya­za­rız." (Yâ­sin, 12) "Biz on­da, on­la­rın üze­ri­ne yaz­dık: Ca­na can..." (Mâi­de, 45)

"es-Si­yam" ve "es-savm"; bir iş­ten el ­çek­me, onu yap­ma­ma an­la­mı­na ge­len iki mas­tar­dır. "Ye­mek ye­mek­ten, iç­mek­ten, cin­sel bir­leş­me­den, ko­nuş­mak­tan ve yü­rü­mek­ten ka­çın­ma­lı, bu tür iş­le­ri yap­ma­mak" gi­bi... De­ne­bi­lir ki: Bu mas­tar (es-savm=oruç) sa­de­ce nef­sin is­te­di­ği, ca­nın çek­ti­ği şey­ler­den ka­çın­mak ve bun­lar­dan sa­kın­mak de­mek­tir. Da­ha son­ra şe­r'î li­te­ra­tür­de, "bir ni­ye­te da­ya­na­rak gü­ne­şin do­ğu­şun­dan ba­tı­şı­na ka­dar bel­li şey­ler­den ka­çın­ma" an­la­mı­nı ifa­de et­me­ye baş­la­mış­tır.

Ayet­te ge­çen "Siz­den ön­ce­ki­ler" de­yi­mi ile, İslâm di­ni­nin do­ğu­şun­dan ön­ce, Mu­sa ve İsa gi­bi bir pey­gam­be­rin öğ­re­ti­si­ne gö­re bir inanç ve ha­yat sis­te­mi sür­dü­ren geç­miş üm­met­ler kas­te­dil­miş­tir. Çün­kü bu de­yim, Kur'ân-ı Ke­rim'de, kul­la­nıl­dı­ğı bü­tün yer­ler­de bu an­la­mı çağ­rış­tı­rır. Yok­sa, "Siz­den ön­ce­ki­le­re ya­zıl­dı­ğı gi­bi" ifa­de­si; tüm şa­hıs­la­rı kap­sa­ya­cak ya da em­sal oluş­tu­ra­cak bir ge­nel­lik esas alı­na­rak kul­la­nıl­ma­mış­tır. Ya­ni bu de­mek de­ğil­dir ki; Oruç iba­de­ti is­tis­na­sız bü­tün pey­gam­ber­le­rin üm­met­le­ri­ne farz kı­lın­mış­tı. Ve yi­ne, on­la­rın üze­ri­ne farz kı­lı­nan oru­cun, za­man, ni­te­lik ve özel­lik iti­ba­riy­le bi­zim üze­ri­mi­ze farz kı­lı­nan oru­cun ay­nı­sı ol­du­ğu an­la­mı da çık­maz. Ayet-i Ke­ri­me'de em­sal oluş­tu­ra­cak hu­sus, oru­cun as­lı ve bir­ şey­ler­den ka­çın­ma­dır. Tüm özel­lik­ler­de tı­pa­tıp bir ben­zer­lik söz konusu de­ğil­dir.

"Siz­den ön­ce­ki­ler" de­yi­mi ile ge­nel ola­rak di­ne ina­nan üm­met­ler kas­te­dil­miş­tir. Kur'ân-ı Ke­rim bun­la­rın kim­ler ol­du­ğu­nu, isim­le­riy­le be-­lirt­me­miş­tir. Şu ka­da­rı var ki, "Ya­zıl­dı" ifa­de­si, bun­la­rın semavî din­le-re men­sup üm­met­ler ol­duk­la­rı­na ve oru­cun va­hiy yo­luy­la ken­di­le­ri­ne farz kı­lın­dı­ğı­na iliş­kin bir ipu­cu ni­te­li­ğin­de­dir. Bu gün Ya­hu­di ve Hıristiyanların elin­de bu­lu­nan Tev­rat ve İn­cil'de, oru­cun farz­lı­ğı­na ve va­cip­li­ği­ne iliş­kin bir ka­yıt yok­tur. An­cak her iki ki­tap oruç iba­de­ti­ni öven, öne­mi­ni vur­gu­la­yan ifa­de­ler içer­mek­te­dir. Ge­rek Ya­hu­di­ler ve ge­rek­se Hıristiyanlar gü­nü­mü­ze ka­dar, se­ne­nin ba­zı gün­le­rin­de oruç tuta gelmişlerdir; et ye­me­me, süt iç­me­me, ye­mek­ten ve iç­mek­ten kaçın­ma... gi­bi; Kur'ân-ı Ke­rim'de Hz. Ze­ke­ri­ya'nın ve Hz. Mer­yem'in ko­nuş­ma oru­cu tut­tuk­la­rın­dan sö­z e­di­lir. Hat­ta di­ğer ki­tap­lar­da oruç iba­de­ti­nin semavî din­le­re men­sup ol­ma­yan top­lu­luk­lar ara­sın­da da uy­gu­lan­dı­ğı nak­le­dil­miş­tir. Ör­ne­ğin es­ki Mı­sır­lı­la­rın, es­ki Yu­nan­lı­la­rın ve Ro­ma­lı­la­rın oruç tut­tuk­la­rı nak­le­dil­miş­tir. Gü­nü­müz­de Hin­du put­pe­rest­ler de oruç tu­tar­lar. İle­ri­de de­ği­ne­ce­ği­miz gi­bi, oruç esas iti­ba­riy­le, in­sa­nın öz ya­ra­tı­lı­şı­nın yol gös­te­ri­ci­li­ği ile tes­pit ede­bi­le­ce­ği bir iba­det­tir.

Ba­zı za­yıf ri­va­yet­le­re da­ya­nı­la­rak "Siz­den ön­ce­ki­ler" de­yi­mi ile Ya­hu­di­le­rin, Hıristiyanların ya da ön­ce­ki pey­gam­ber­le­rin kas­te­dil­di­ği de ile­ri sü­rü­le­bi­lir.

Umu­lur ki sa­kı­nır­sı­nız.

Put­pe­rest top­lu­luk­lar bir suç iş­le­dik­le­rin­de ya da bir gü­na­ha irtikap et­tik­le­rin­de ve­ya bir ih­ti­yaç­la­rı­nın kar­şı­lan­ma­sı­nı ar­zu­la­dık­la­rın­da, tan­rı­la­rı­nı hoş­nut et­mek, on­la­rın ka­ba­ran öf­ke­le­ri­ni ya­tış­tır­mak için oruç tu­tar­lar­dı. Bu du­rum oru­cu bir an­laş­ma, bir de­ğiş to­kuş ko­nu­mu­na ge­tir­miş­tir. Tan­rı­nın ih­ti­ya­cı gi­de­ri­li­yor­du. Kar­şı­lı­ğın­da da ku­lun ih­ti­ya­cı­nı gi­der­me­si bek­le­nir­di. Di­ğer bir ifa­dey­le ku­lun rı­za­sı­nın ger­çek­leş­me­si için, tan­rı­nın rı­za­sı­na baş­vu­ru­lur­du. Oy­sa Al­lah, ken­di­si hak­kın­da yok­sul­luk ve­ya muh­taç­lık ya da et­ki­len­me ya­hut ezi­yet gör­me, in­cin­me gi­bi du­rum­la­rın ta­sav­vur edil­me­sin­den da­ha yü­ce­dir. Za­ten O, her tür­lü nok­san­lık­tan mü­nez­zeh­tir. Do­la­yı­sıy­la, bir iba­de­tin se­bep ol­du­ğu gü­zel bir so­nuç -han­gi iba­det ve han­gi so­nuç olur­sa ol­sun- ku­la dö­ner, yü­ce Al­lah'a de­ğil. Ay­nı du­rum gü­nah­lar için de ge­çer­li­dir. Ni­te­kim yü­ce Al­lah bir ayet-i Ke­ri­me'de şöy­le bu­yu­ru­yor: "Eğer iyi­lik eder­se­niz ken­di­ni­ze iyi­lik et­miş olur­su­nuz ve eğer kö­tü­lük eder­se­niz o da ken­di aley­hi­ni­ze­dir." (İs­râ, 7)

Kur'ân-ı Ke­rim, ev­ren­sel öğ­re­ti­si ile, is­yan ve ita­a­tin so­nuç­la­rı­nı, yok­sul­luk ve muh­taç­lık­tan baş­ka bir fonk­si­yo­nu bu­lun­ma­yan in­sa­noğ­lu­na dön­dü­rür­ken, iş­te bu ger­çe­ğe işa­ret edi­yor. Bir ayet­te şöy­le bu­yu­ru­lu­yor: "Ey in­san­lar, siz Al­lah'a muh­taç­lar­sı­nız; Al­lah ise, hiç bir şe­ye ih­ti­ya­cı ol­ma­yan­dır." (Fâtır, 15) Özel­de, oruç iba­de­ti gün­de­me ge­ti­ri­lir­ken de, in­sa­nın bu ko­nu­mu­na "Umu­lur ki sa­kı­nır­sı­nız." ifa­de­siy­le işa­ret edi­li­yor. Tak­va ol­gu­su­nun, oruç iba­de­ti ara­cı­lı­ğı ile el­de edi­le­bi­lir­li­ğin­den kuş­ku yok­tur. Çün­kü her in­san öz­ ya­ra­tı­lı­şı­nın (fıt­rat) il­ham et­me­si ile bi­lir ki; arın­mış­lık ve yü­ce­lik âlemi ile ile­ti­şim kur­mak, ke­mal ve ru­ha­ni­lik de­re­ce­le­ri­ne ulaş­mak is­te­yen bi­ri, ön­ce­lik­le be­den­sel ar­zu­la­rı­nı tat­min alış­kan­lı­ğı­nı sür­dür­mek­ten arın­ma­lı, be­den­sel ih­ti­ras­la­ra bo­yun eğ­mek­ten ka­çın­ma­lı ve ye­rin ca­zi­be­le­ri­ne sap­la­nıp kal­mak­tan kur­tul­ma­lı­dır.

Kı­sa­ca­sı, ken­di­si­ni Rab­bi ile il­gi­len­mek­ten alı­ko­ya­cak uğ­ra­şı­lar­dan uzak dur­ma­lı­dır. Tak­va ola­rak ifa­de ede­bi­le­ce­ği­miz bu du­rum an­cak oruç ve ih­ti­ras­la­ra, ar­zu­la­ra gem vur­ma ile ger­çek­le­şe­bi­lir. Bu­na en el­ve­riş­li or­tam, hem dün­ya ve hem de ahi­ret eği­lim­li bü­tün in­san­la­rın du­ru­mu­na en uy­gun ve et­ki­li uy­gu­la­ma ise, ge­nel ola­rak in­san­la­rın ye­me, iç­me ve cin­sel bir­leş­me gi­bi mubah ar­zu­la­rın­dan sa­kın­ma­la­rı­dır ki, ha­ram ni­te­lik­li ar­zu­la­rın­dan sa­kın­ma alış­kan­lı­ğı­na ka­vu­şa­bil­sin­ler. İra­de­le­ri­ni gü­nah­lar­dan ka­çın­ma ve yü­ce Allah'a yak­laş­ma yö­nün­de eğit­sin­ler. Çün­kü, yü­ce Al­lah'ın, mubah ni­te­lik­li alış­kan­lık­la­ra iliş­kin çağ­rı­sı­na olum­lu kar­şı­lık ve­ren, çağ­rı­yı du­yan ve uyan bi­ri, ha­ram ni­te­lik­li alış­kan­lık­la­ra iliş­kin çağ­rı­sı­nı da­ha bir iç­ten­lik­le du­yar ve da­ha bir iç­ten­lik­le uyar.



184) Sa­yı­lı gün­ler.



Bu ifa­de­­nin ori­ji­na­li "fi" harf-i cer­ri tak­dir edi­le­rek, zarf üze­re men­sup ol­du­ğu ve "es-si­yam" ifa­de­siy­le ilin­ti­li ol­du­ğu ka­bul edi­lir. Da­ha ön­ce "ey­yam (=gün­ler)" ke­li­me­si­nin "nek­re (=be­lir­siz)" kı­lın­mış ol­ma­sı­nın, yü­küm­lü­lü­ğün önem­siz­leş­ti­ril­me­si­ne, yü­küm­lü­yü ce­sa­ret­len­di­rip iba­de­tin özün­de­ki me­şak­ka­ti kü­çüm­se­me­si­ni sağ­la­ma­ya dö­nük ol­du­ğu­nu vur­gu­la­mış­tık. Yi­ne "Ra­ma­zan ayı... Kur'ân on­da in­di­ril­miş­tir." ifa­de­si­nin "gün­ler" ifa­de­si­nin açık­la­ma­sı ko­nu­mun­da ol­du­ğu­na, ya­ni "gün­ler"le "Ra­ma­zan ayı"nın kas­te­di­le­ce­ği­ne de­ğin­miş­tik.

Ba­zı mü­fes­sir­ler, "Sa­yı­lı gün­ler" ifa­de­si ile, her ayın üç gü­nü ve Aşu­ra gü­nü oru­cu kas­te­dil­miş­tir." gö­rü­şü­nü ile­ri sür­müş­ler. Ba­zı­la­rı da "üç gün­den mak­sat, her ayın on üç, on ­dört ve on ­be­şin­ci gün­ler ile A-şu­ra gü­nü oru­cu­dur. Ni­te­kim Re­su­lul­lah efen­di­miz (s.a.a) ve ilk Müslümanlar bu gün­ler­de oruç tu­tu­yor­lar­dı. Da­ha son­ra yü­ce Al­lah, "Ra­ma­zan ayı... Kur'ân on­da in­di­ril­miş­tir." aye­ti­ni in­di­re­rek, sö­zü­nü et­ti­ği­miz bu uy­gu­la­ma­yı yü­rür­lük­ten kal­dır­mış (nes­het­miş) bu­nun ye­ri­ne, Ra­ma­zan ayın­da oruç tut­ma­yı ni­hai bir farz ola­rak yü­rür­lü­ğe koy­muş­tur." gö­rü­şü­nü be­nim­se­miş­ler­dir. Bu gö­rü­şü sa­vu­nan­lar, ka­nıt ola­rak Ehlisün­net ve'l-Ce­ma­at ka­nal­la­rı ile ri­va­yet edi­len birçok ha­di­si ile­ri sür­müş­ler­dir. An­cak bu ri­va­yet­ler de ken­di iç­le­rin­de bir ta­kım çe­liş­ki­ler ve kar­şıt­lık­lar ba­rın­dır­mak­ta­dır.

Yu­ka­rı­da­ki gö­rü­şün asıl­sız­lı­ğı ön­ce­lik­le şun­dan bel­li­dir: De­nil­di­ği gi­bi oruç ge­nel ve kap­sam­lı, ya­ni her­ke­si doğ­ru­dan il­gi­len­di­ren bir iba­det­tir. Eğer, du­rum söy­le­dik­le­ri gi­bi ol­say­dı, ta­rih bu­nu kay­de­der­di, ay­rı­ca bu hük­mün yü­rür­lü­ğe ko­nu­lu­şu ve yü­rür­lük­ten kal­dı­rı­lı­şı hak­kın­da din bil­gin­le­ri ara­sın­da her­han­gi bir gö­rüş ay­rı­lı­ğı baş gös­ter­mez­di. Hal­bu­ki du­rum böy­le de­ğil­dir ve her iki ko­nu­da çe­liş­ki­ler mev­cut­tur. De­mek ki du­rum on­la­rın san­dık­la­rı gi­bi de­ğil­dir. Ve yi­ne Aşu­ra gü­nü­nün, ge­rek farz ve ge­rek­se müs­te­hap ni­te­lik­li ola­rak her ayın üç gü­nü­nün so­nu­na bir İs­lâ­mî bay­ram gi­bi ek­len­me­si, Eme­vî­le­rin -Al­lah'ın lâneti üzer­le­ri­ne ol­sun- bir uy­dur­ma­sı­dır. Bi­lin­di­ği gi­bi, Ümey-yeoğul­la­rı o gün Taff=Ker­be­la va­kı­a­sın­da Re­su­lul­lah efen­di­mi­zin (s.a.a) so­yu­nu ve Ehlibey­ti­ni ka­dın, er­kek, ço­cuk ve yaş­lı de­me­den kı­lıç­tan ge­çir­miş ve o gün­de mal­la­rı­na el­ koy­muş­lar­dı. Son­ra da bu gü­nü kut­sal ad­det­ti­ler. Bay­ram ola­rak ilan et­ti­ler. Bu gü­nün anı­sı­na bir de oruç hük­mü­nü yü­rür­lü­ğe koy­du­lar. Onun­la il­gi­li fa­zi­let­ler, be­re­ket­ler icat et­ti­ler. Aşu­ra gü­nü­nün İs­lâ­mî bir bay­ram ol­du­ğu­na, da­ha doğ­ru­su Mu­sa ve İsa'nın gön­de­ri­li­şin­den iti­ba­ren Ya­hu­di­ler ve Hıris­ti­yan­lar ve hat­ta ca­hi­li­ye dö­ne­mi Arap­la­rı ta­ra­fın­dan kutlana gelen bir ev­ren­sel bay­ram ol­du­ğu­na iliş­kin ha­dis­ler uy­dur­du­lar. Oy­sa bun­la­rın hiç­bi­ri­si doğ­ru de­ğil­dir. Sö­zü edi­len gü­nün ulu­sal bir özel­li­ği de yok­tur, ki Fars­la­rın Nev­ruz gü­nü­ne ben­zer bir şen­lik gü­nü, bir ulu­sal bay­ram ola­rak ka­bul edil­sin. O gün bü­yük bir olay, bü­yük bir fe­tih ger­çek­leş­me­miş­tir ki, Re­su­lul­lah'ın bi'set (pey­gam­ber ola­rak gö­rev­len­di­ril­di­ği gün) ya da do­ğum gü­nü gi­bi, di­ni bir kut­sal gün ola­rak kut­lan­sın. Di­ni bir yö­nü de yok­tur. Do­la­yı­sıy­la Ra­ma­zan ve Kur­ban bay­ram­la­rı gi­bi kut­lan­ma­sı­nı ge­rek­ti­ren bir olay söz ko­nu­su de­ğil­dir. Şu hâlde se­bep­siz ye­re bir gü­nü ulu­la­ma­nın, kut­sal bil­me­nin ne an­la­mı var­dır?


İkin­ci­si; "ra­ma­zan ayı..." di­ye baş­la­yan, üçün­cü ayet, akı­şı iti­ba­riy­le, ay­rı ola­rak in­me­di­ği­ni, ken­di­sin­den ön­ce­ki ayet­le­rin içer­dik­le­ri hü­küm­le­ri nes­he­der ni­te­lik­te ol­ma­dı­ğı­nı gös­ter­mek­te­dir. Çün­kü ifa­de­nin za­hi­ri­ne bak­tı­ğı­mız za­man "ra­ma­zan ayı" ifa­de­si­nin mah­zuf müpte­da­nın ha­be­ri ya da mah­zuf ha­be­rin müp­te­da­sı ol­du­ğu­nu gö­rü­rüz. Ni­te­kim açık­la­ma­mı­zın ba­şın­da bu­na de­ğin­dik. Böy­le olun­ca da, "Sa­yı­lı gün­ler" ifa­de­si­nin açık­la­ma­sı ni­te­li­ğin­de ol­du­ğu do­la­yı­sıy­la, bu üç ayet bir­lik­te na­zil ol­muş ve bir tek ama­cı vur­gu­la­ma­ya, ya­ni Ra­ma­zan ayın­da oruç tut­ma­nın farz ol­du­ğu­nu ha­ber ver­me­ye dö­nük ol­du­ğu ra­hat­lık­la an­la­şı­lır. "Ra­ma­zan ayı..." ifa­de­si müp­te­da ola­rak al­gı­la­nır, "Kur'ân on­da in­di­ril­miş­tir." ifa­de­si de onun ha­be­ri ola­rak de­ğer­len­di­ri­lir­se, bu aye­tin ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ve tek ba­şı­na in­me­ye el­ve­riş­li olu­şu­nu ge­rek­ti­ri­ci ma­hi­yet­te ol­sa da, bu aye­tin ön­ce­ki ayet­le­ri nes­het­me­si­ni ge­rek­tir­mez. Çün­kü bu ayet­le, ön­ce­ki ayet­ler ara­sın­da olum­suz öğe­ler söz konusu de­ğil­dir. Kal­dı ki, nesih ola­yı­nın ger­çek­leş­me­si için hü­küm­ler ara­sın­da tam ma­na­sıy­la zıt­lık ve çe­liş­ki ol­ma­sı ge­re­kir.

Bun­dan da­ha za­yıf olan bir gö­rüş de -söz­le­rin­den an­la­şıl­dı­ğı ka­darıy­la- şu­dur: Üç­lü ayet­ler gru­bu­nun ikin­ci aye­ti, ya­ni "Sa­yı­lı gün­ler.." di­ye baş­la­yan ayet, bi­rin­ci aye­ti, ya­ni "Siz­den ön­ce­ki­le­re ya­zıl­dı­ğı gi­bi, oruç, si­ze de ya­zıl­dı..." aye­ti­ni nes­het­miş­tir. Şöy­le ki: Oruç da­ha ön­ce Hıristiyanlara farz kı­lın­mış­tı. On­lar Hz. İsa'dan son­ra, bu iba­de­te ba­zı ek­le­me­ler­de ve azalt­ma­lar­da bu­lun­du­lar. Ni­ha­yet el­li gün­de ka­rar kıl­dı­lar. Son­ra yü­ce Al­lah, söz konusu üç­lü ayet­ler gru­bu­nun ilk aye­tin­de bu iba­de­ti Müslüman­lar hak­kın­da yü­rür­lü­ğe koy­du. Re­su­lul­lah (s.a.a) ve ilk Müslüman­lar, baş­lan­gıç­ta bu şe­kil­de oruç tu­tu­yor­lar­dı. Ta ki yü­ce Al­lah "Sa­yı­lı gün­ler..." di­ye baş­la­yan aye­ti in­di­rin­ce­ye ka­dar. Böy­le­ce ön­ce­ki hük­mü yü­rür­lük­ten kal­dı­rıp ye­ri­ne bir baş­ka hük­mü in­dir­di.

Bu gö­rüş ön­ce­ki gö­rüş­ten da­ha tu­tar­sız ve yan­lış­lı­ğı da­ha be­lir­gin­dir. Ön­ce­ki gö­rüş­le il­gi­li ola­rak mey­da­na çı­kan tüm kuş­ku­lar bu gö­rüş için de ge­çer­li­dir. Ay­rı­ca ikin­ci aye­tin bi­rin­ci aye­ti bü­tün­le­yi­ci olu­şu (üçün­cü aye­tin, ikin­ci aye­ti bü­tün­le­yi­ci olu­şun­dan) da­ha be­lir­gin ve da­ha açık bir de­ğer­len­dir­me­dir. Yu­ka­rı­da­ki gö­rü­şü sa­vu­nan za­tın ile­ri sür­dü­ğü ri­va­yet­le­rin­se, Kur'ân ayet­le­ri­nin za­hi­ri­ne ve akış bü­tün­lü­ğü­ne ters düş­tük­le­ri açık­tır.

Ar­tık siz­den kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa, tu­ta­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca baş­ka gün­ler­de tu­tar.

İfa­de­nin ori­ji­na­li­nin ba­şın­da­ki "fa" har­fi, ay­rın­tı­lan­dır­ma ama­cı­na yö­ne­lik­tir. Do­la­yı­sıy­la cüm­le "si­ze ya­zıl­dı" ve "sa­yı­lı" ifa­de­le­ri­ni açık­la­yı­cı bir ay­rın­tı ni­te­li­ğin­de­dir. Ya­ni, oruç ke­sin ola­rak üze­ri­ni­ze ya­zıl­mış bir farz­dır ve oru­cun farz kı­lı­nı­şın­da sa­yı­lı gün­ler gö­z ö­nün­de bu­lun­du­rul­muş­tur. Na­sıl, oruç far­zı­nın as­lın­dan el çe­kil­mi­yor­sa, sa­yı­lar­dan da (oru­cun sa­yı­lı gün­ler­de tu­tu­lur ol­ma­sın­dan da) el çe­ki­le­mez. Di­ye­lim ki, oruç hük­mü­nü sa­yı­lı gün­ler­de, ya­ni Ra­ma­zan ayın­da yü­rür­lük­ten kal­dı­ran has­ta­lık ve yol­cu­luk gi­bi bir et­ken baş ­gös­ter­di, bu, Ra­ma­zan ayı­nın dı­şın­da, baş­ka sa­yı­lı gün­ler­de oruç tut­ma­yı ön­le­yi­ci ni­te­lik­te de­ğil­dir. Mü­kel­le­fin ra­ma­zan ayı­nın dı­şın­da tut­tu­ğu oruç­lar, sa­yı­lı ola­rak Ra­ma­zan­da ka­çır­dı­ğı gün­le­re eşit ol­ma­lı­dır. Ni­te­kim ulu Al­lah üçün­cü ayet­te, bu­na şu şe­kil­de işa­ret edi­yor: "Sa­yı­yı ta­mam­la­ma­nız için..." Bu­na gö­re "sa­yı­lı gün­ler" ifa­de­si, oruç iba­de­ti do­la­yı­sıy­la kar­şı kar­şı­ya ka­lı­na­cak zor­luk­la­rı kü­çüm­se­me ama­cı­na yö­ne­lik bir kul­la­nım ol­du­ğu gi­bi, "sa­yı" ol­gu­su­nun oruç iba­de­ti­nin farz kı­lı­nı­şı­nın, ve yü­rür­lü­ğe ko­nu­lu­şu­nun bir esa­sı­nı oluş­tur­du­ğu­nu da ifa­de et­mek­te­dir.

Ay­rı­ca has­ta­lık, sağ­lı­ğın kar­şı­tı­dır. Yol­cu­luk an­la­mı­na ge­len "se­fer" ke­li­me­si ise, kö­ken ola­rak "açı­ğa çık­ma" an­la­mı­nı ifa­de eder. Sanki "yol­cu" yol­cu­lu­ğu için ba­rı­na­ğı ve sı­ğı­na­ğı ko­nu­mun­da­ki evin­den or­ta­ya ve açı­ğa çı­kı­yor. Ba­na öy­le ge­li­yor ki; "Ya da yol­cu­luk­ta" ifa­de­si­nin kul­la­nıl­mış ol­ma­sı, bu­na kar­şın "ya da yol­cu" şek­lin­de bir ifa­de­nin kul­la­nıl­ma­mış ol­ma­sı, ma­zi­de ya da ge­le­cek za­man­da de­ğil de, ey­le­min şim­di­ki za­man­da ger­çek­leş­ti­ği­ne yö­ne­lik bir işa­ret­tir.

Ba­zı kim­se­ler -Ehlisünnet ve'l-Ce­ma­at ulemasının bü­yük ço­ğun­lu­ğu- şöy­le bir gö­rüş ile­ri sür­müş­ler­dir: "Siz­den kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa (tu­ta­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca) baş­ka gün­ler­de tut­sun." ifa­de­si ile ruh­sat kas­te­dil­miş­tir, azi­met de­ğil. Do­la­yı­sıy­la has­ta ve yol­cu olan kim­se, oruç tut­ma­yı ya da if­tar aç­ma­yı ter­cih et­me hu­su­sun­da ser­best­tir. Oy­sa ki ön­ce­den de be­lirt­ti­ği­miz gi­bi "baş­ka gün­ler­de tut­sun." ifa­de­si­nin za­hi­rin­den an­la­şı­lan, azi­met­tir (ya­ni has­ta ve yol­cu olan bi­ri­si mut­la­ka if­tar aç­ma­lı­dır.) ruh­sat de­ğil (ya­ni bu ko­nu­da ter­cih hak­kı­na sa­hip de­ğil­dir). Bu gö­rüş Ehlibeyt İmamları'n­dan ve Ab­dur­rah­man b. Avf, Ömer b. Hat­tab, Ab­dul­lah b. Ömer, Ebu Huürey­re ve Ur­ve b. Zü­beyr gi­bi ba­zı sa­ha­beler­den ri­va­yet edil­miş­tir. Ka­nıt­la­rı ise, "Baş­ka gün­ler­de tut­sun." ifa­de­si­dir.

Bu­nun için Ehlisünnet ve'l-Cemaat uleması ayet­te bir yo­ru­ma baş­vur­muş­lar­dır. On­la­ra gö­re aye­tin tak­di­ri şöy­le­dir: Kim has­ta ya da yol­cu­luk­ta olur­sa ve if­tar eder­se, bu du­rum­da tut­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca baş­ka gün­ler­de tut­sun.

Ön­ce­lik­le: Yap­tık­la­rı bu tak­dir, aye­tin za­hi­ri­ne ters dü­şü­yor. Böy­le bir tak­dir an­cak ka­ri­ney­le ge­liş­ti­ri­le­bi­lir. Hal­bu­ki ifa­de­de bu­na iliş­kin en ufak bir ka­ri­ne yok­tur.

İkin­ci­si: Bu tak­di­ri ka­bul ede­cek olur­sak da­hi, bu hük­mün ruh­sat ol­du­ğu­nu gös­ter­mez. Çün­kü ko­num ya­sa­ma­ya (teş­ri) iliş­kin­dir. "Kim has­ta ve­ya yol­cu­luk­ta olur­sa ve if­tar eder­se" şek­lin­de bir ifa­de kul­lan­ma­mız du­ru­mun­da bu, en faz­la, if­tar et­me­nin gü­nah ol­ma­ya­ca­ğı bi­la­kis va­ci­bi, müs­te­hap ve mubahı kap­sa­ya­cak şe­kil­de ca­iz ola­ca­ğı an­la­mı­nı ifa­de eder. Bu­nun, ge­rek­li­lik ifa­de et­me­yen bir ca­iz­lik an­la­mın­da kul­la­nıl­mış ol­ma­sı­na iliş­kin bir ka­nı­tı ke­sin ola­rak aye­tin za­hi­rin­den al­gı­la­ya­mı­yo­ruz. Tam ter­si­ne ayet­ten edin­di­ği­miz ka­nıt, bu de­ğer­len­dir­me­nin ak­si­ni gös­ter­mek­te­dir. Çün­kü ya­sa­ma ni­te­lik­li bir ifa­de­de açık­lan­ma­sı ge­re­ken bir hu­su­su açık­la­ma­mak, hik­met sa­hi­bi yü­ce ka­nun ko­yu­cu­nun (şâri) şah­sı­na ya­kış­maz. Bu açık ger­çe­ği kim­se inkâr ede­mez.

Zor da­ya­na­bi­len­le­rin üze­rin­de bir yok­su­lu do­yu­ra­cak ka­dar fid­ye var­dır.

İfa­de­nin ori­ji­na­lin­de ge­çen "yutikûne" fi­i­li­nin masta­rı "ita­kat" kelimesidir, o da ba­zı­la­rı­nın de­di­ği gi­bi, bir fi­i­li ger­çek­leş­tir­mek için tüm gü­cü sar­f et­mek de­mek­tir. Bu da fi­i­lin bir ça­bay­la ve me­şak­kat­le ger­çek­leş­me­si­ni ge­rek­ti­rir. Ori­ji­nal met­nin­de ge­çen "fid­ye" ise, be­del de­mek­tir. Bu­ra­da kas­te­di­len malî kar­şı­lık­tır. Ya­ni, or­ta­la­ma ola­rak bir in­sa­nı do­yu­ra­cak bir yi­ye­cek­le aç bir yok­su­lu do­yur­mak­tır. Has­ta ve yol­cu için oru­cu ka­za et­me, farz ni­te­lik­li bir yü­küm­lü­lük ol­du­ğu gi­bi, fid­ye de farz bir hü­küm­dür. Çün­kü, "ve... üze­rin­de" ifa­de­si açık­ça be­lir­li bir va­cip­li­ği ifa­de eder, ruh­sat ve­ya mu­hay­yer­li­ği de­ğil.

Ko­nu­ya iliş­kin ola­rak şöy­le bir gö­rüş de ile­ri sü­rül­müş­tür: Cüm­le, ruh­sat bil­di­rir ni­te­lik­te­dir. Son­ra da nes­he­dil­miş­tir. Bu­na gö­re, yü­ce Al­lah oruç tut­ma­ya güç ye­ti­re­bi­len tüm in­san­la­rı, oruç tut­mak­la, tut­ma­dı­ğı her bir gü­ne kar­şı­lık bir yok­su­lu do­yur­mak üze­re if­tar et­me ara­sın­da ser­best bı­rak­mış­tır. Çün­kü o sı­ra­lar­da he­nüz in­san­lar oruç tut­ma­ya ha­zır de­ğil­di­ler. Bel­li bir sü­re ge­çip de in­san­lar oruç iba­de­ti­ni tu­ta­bi­le­cek ol­gun­lu­ğu­na eri­şin­ce yü­ce Al­lah bu ruh­sa­tı içe­ren aye­ti nes-het­ti, onun ye­ri­ne "Siz­den kim bu aya şa­hit olur­sa onu tut­sun." aye­ti­nin içer­di­ği hük­mü yü­rür­lü­ğe koy­du. Bu gö­rü­şü be­nim­se­yen­le­rin bir kıs­mı da: "Bu son ifa­de, güç­süz ol­ma­yan­la­ra iliş­kin hük­mü yü­rür­lük­ten kal­dır­mış­tır. Yaş­lı­la­ra, ha­mi­le ve em­zik­li ka­dın­la­ra iliş­kin, fid­ye­yi ca­iz kı­lan hü­küm hâlen yü­rür­lük­te­dir." de­miş­ler­dir.

An­dol­sun bu, Kur'ân'la oy­na­mak­tan, ayet­le­ri­ni par­ça par­ça kıl­mak­tan baş­ka bir şey de­ğil­dir. Bu üç ayet üze­rin­de du­rup dü­şün­dü­ğün za­man, bun­la­rın ay­nı ifa­de tar­zı­na sa­hip, cüm­le­le­ri ara­sın­da uyum bu­lu­nan, bir­bi­ri­ni pe­kiş­ti­ri­ci ni­te­lik­te ve bir tek me­sa­jı ver­me­ye dö­nük ol­duk­la­rı­nı gö­rür­sün. Fa­kat bu ayet­le­ri bir ve bi­ti­şik ol­mak­tan çı­ka­rır, yu­ka­rı­da­ki gö­rü­şü sa­vu­nan­la­rın söy­le­dik­le­ri gi­bi par­ça par­ça ele alır­san, ayet­le­rin ahen­gi­nin bo­zul­du­ğu­nu, cüm­le­ler­den ba­zı­sı­nın ba­zı­sı­nı red­det­ti­ği­ni, so­nu­nun ba­şı ile çe­liş­ti­ği­ni gö­rür­sün. Me­se­la bir yer­de, "Si­zin üze­ri­ni­ze oruç ya­zıl­dı." de­nir­ken, bir baş­ka yer­de, "Siz­den oruç tut­ma­ya gü­cü ye­ten­ler if­tar edip ve fid­ye ve­re­bi­lir­ler" de­ni­yor. Bir di­ğer yer­de, "Ra­ma­zan ayı­na şa­hit ol­du­ğu­nuz za­man tü­mü­nü­zün oruç tut­ma­sı ge­re­kir." de­ni­le­rek, oruç tut­ma­ya güç ye­ti­ren­le­rin fid­ye ve­re­rek if­tar et­me­le­ri­ne iliş­kin hü­küm nes­he­di­li­yor, bu­nun ya­nın­da oruç tut­ma­ya güç ye­ti­re­me­yen­le­rin fid­ye ver­me­le­ri­ne imkân ta­nı­yan hü­küm yü­rür­lük­te ka­lı­yor. Hal­bu­ki, ayet-i ke­ri­me'de, güç ye­ti­re­me­yen­le­re iliş­kin bir hü­küm yok­tur. An­cak de­ne­bi­lir ki: Aye­tin ori­ji­na­lin­de ge­çen "yutîkûnehu (=ona güç ye­ti­ren­ler)" ifa­de­si, nesih ola­yın­dan ön­ce güç ye­tir­me­ye de­la­let edi­yor­du, nesih ola­yı­nın ger­çek­leş­me­sin­den son­ra ise, güç ye­ti­re­me­me­ye de­la­let eder ol­du. Bu ise, ayet­le­rin or­ta­sın­da ye­r alan, "Ona güç ye­ti­ren­ler" ifa­de­si­nin, ayet­le­rin ba­şın­da yer alan, "Si­zin üze­ri­ni­ze oruç ya­zıl­dı." ifa­de­si­ni nes­het­me­si­ni ge­rek­ti­rir. Çün­kü ara­da bir kar­şıt­lık söz ko­nu­su­dur. Böy­le olur­sa, or­ta­da bir se­bep yok­ken, ayet "güç ye­tir­me" kay­dı­nı içer­miş olur.

Ay­rı­ca, ayet­le­rin so­nun­da ye­r a­lan, "Siz­den kim bu aya şa­hit olur­sa onu tut­sun." ifa­de­si­nin de, ayet­le­rin or­ta­sın­da yer alan "Ona güç ye­ti­ren­ler" ifa­de­si­ni nes­he­di­yor ol­ma­sı ge­re­kir. O za­man ayet, sa­de­ce oruç tut­ma­ya güç ye­ti­ren­le­re iliş­kin hük­mü nes­het­miş olur, oruç tut­mak­tan aciz olan­la­ra iliş­kin hük­mü de­ğil. Oy­sa nes­he­den ayet, mut­lak­tır, hem güç ye­ti­re­ni, hem güç ye­ti­re­me­ye­ni kap­sa­ya­cak bir ge­nel­lik­te­dir. Or­ta­ya çı­kan man­za­ra­ya ba­kı­lır­sa, nes­he­den hük­mün bu kap­sa­yı­cı­lı­ğı­na kar­şın nes­he­di­len hü­küm sa­de­ce oruç tut­ma­ya güç ye­ti­ren­le­ri kap­sı­yor, güç ye­ti­re­me­yen­le­ri de­ğil. Oy­sa on­la­ra iliş­kin fid­ye hük­mü­nün de­vam et­me­si is­te­ni­yor. Kı­sa­ca­sı bu yak­la­şı­mın fa­sit ol­du­ğun­da hiç kuş­ku yok­tur.

Bir nesih ola­yı­nın ar­dın­dan ge­len bir baş­ka nesih ola­yı­na bir de "ra­ma­zan ayı" di­ye baş­la­yan ifa­de­nin "sa­yı­lı gün­ler..." di­ye baş­la­yan ifa­de­yi nes­he­di­şi­ni ek­le­di­ğin­de ve "sa­yı­lı gün­ler..." di­ye baş­la­yan ifa­de­nin de "Si­zin üze­ri­ni­ze oruç ya­zıl­dı." di­ye baş­la­yan ifa­de­yi nes­het­ti-ği­ni dü­şün­dü­ğün za­man or­ta­ya il­ginç bir man­za­ra çı­kı­yor.

Kim gö­nül­den bir ha­yır ya­par­sa bu da ken­di­si için ha­yır­lı­dır.

Ana ifa­de­nin ori­ji­na­lin­de ge­çen "et-ta­tav­vu" ke­li­me­si "et-tav" ke­li­me­si­nin "te­fe'ul" ka­lı­bı­na uyar­lan­mış tü­re­vi­dir. İs­tek­siz­li­ğin kar­şı­tı­dır. Bir işi gö­nül hoş­lu­ğuy­la ve is­te­ye­rek yap­mak de­mek­tir. Gra­mer­de "te-fe'ul" ka­lı­bı, al­ma ka­bul­len­me an­la­mı­nı ifa­de eder. Bu­na gö­re, "tatav­vu" ke­li­me­si, bir fi­i­li gö­nül hoş­lu­ğuy­la, is­te­ye­rek, yük­sün­me­den, yü­zü­nü ek­şit­me­den ger­çek­leş­tir­mek­tir. Bu fi­i­lin zo­run­lu ni­te­lik­li olup ol­ma­ma­sı önem­li de­ğil­dir. "Gö­nül­den yap­ma" kav­ra­mı­nın, kul­la­nım ola­rak müs­te­hap ve men­dup ni­te­lik­li fi­il­le­re öz­gü kı­lın­ma­sı, Kur'ân'ın ini­şin­den son­ra ger­çek­leş­miş­tir. Bu­nun ne­de­ni ise Müslüman­lar ara­sın­da, gö­nül­den ya­pı­lan iş­le­rin men­dup ol­du­ğu­na iliş­kin bir ka­na­a­tin yay­gın­lık ka­zan­mış ol­ma­sı­dır. Bu ka­na­a­te gö­re, va­cip ni­te­lik­li fi­il­ler­de bir par­ça zor­la­ma var­dı, çün­kü bu­ra­da zo­run­lu­luk un­su­ru ön plân­day­dı.

Kı­sa­ca­sı, "gö­nül­den yap­ma" kav­ra­mı, içe­rik ve bi­çim açı­sın­dan, zo­run­lu ola­rak men­dup ni­te­lik­li fi­il­le­re de­la­let et­mez. Bu­na gö­re ifa­de­nin ori­ji­na­li­nin ba­şın­da­ki, "fa" har­fi, açık­la­ma amaç­lı ay­rın­tı­ya işa­ret eder. Do­la­yı­sıy­la söz konusu cüm­le, ön­ce­ki ifa­de­nin içer­di­ği an­la­mın bir ay­rın­tı­sı ni­te­li­ğin­de­dir. Yü­ce Al­lah doğ­ru­su­nu her­kes­ten da­ha iyi bi­lir ama, bu du­rum­da şöy­le bir an­la­mın be­lir­gin­lik ka­zan­dı­ğı­nı söy­le­ye­bi­li­riz: Oruç iba­de­ti si­zin üze­ri­ni­ze ya­zıl­mış bir farz­dır. Bu farz kıl­ma­da, si­zin iyi­li­ği­niz ve çı­ka­rı­nız gö­ze­til­miş­tir. Ay­rı­ca bu yü­küm­lü­lük si­zi ön­ce­ki top­lu­luk­la­rın sa­fı­na yer­leş­tir­mek­te­dir. Kal­dı ki, si­ze öz­gün bir ta­kım ha­fif­le­ti­ci ve ko­lay­laş­tı­rı­cı öğe­ler de göz önün­de bu­lun­du­rul­muş­tur. Şu hâlde bu iba­de­ti gö­nül­den ye­ri­ne ge­ti­rin, is­tek­siz dav­ran­ma­yın. Çün­kü bir in­sa­nın bir iyi­li­ği gö­nül­den yap­ma­sı onu is­te­me­ye­rek yap­ma­sın­dan da­ha ha­yır­lı­dır.

Bu açık­la­ma­la­rın ışı­ğın­da şöy­le bir hu­sus be­lir­gin­lik ka­za­nı­yor: "Kim gö­nül­den bir ha­yır ya­par­sa" ifa­de­si se­be­bin mü­seb­bep ye­ri­ne ko­nu­lu­şu­nun bir ör­ne­ği­dir. De­mek is­ti­yo­rum ki: Gö­nül­den yap­ma­nın mut­lak ola­rak ha­yır­lı olu­şu, gö­nül­den oruç tut­ma­nın ha­yır­lı olu­şu­nun ye­ri­ne ko­nul­muş­tur. Tıp­kı şu ayet-i ke­ri­me'de ol­du­ğu gi­bi: "Ke­sin ola­rak bi­li­yo­ruz ki, on­la­rın söy­le­dik­le­ri se­ni ger­çek­ten üzü­yor. Doğ­ru­su on­lar, se­ni ya­lan­la­mı­yor­lar, an­cak za­lim­ler, Al­lah'ın ayet­le­ri­ni inkâr edi­yor­lar." (En'âm, 33) Ya­ni; sab­ret ve ke­sin­lik­le üzül­me, çün­kü on­lar se­ni ya­lan­la­mı­yor­lar.

De­ne­bi­lir ki: "Kim gö­nül­den bir ha­yır ya­par­sa bu da ken­di­si için ha­yır­lı­dır." cüm­le­si, ken­di­sin­den ön­ce ye­r a­lan "Zor da­ya­na­bi­len­le­rin üze­rin­de bir yok­su­lu do­yu­ra­cak ka­dar fid­ye var­dır." cüm­le­si ile bağ­lan­tı­lı­dır. Bu­na gö­re şöy­le bir an­lam kar­şı­mı­za çı­kı­yor: Kim bir yok­su­lu do­yur­ma hu­su­sun­da gö­nül­den bir ha­yır ya­par­sa, bir yok­su­lun yi­ye­ce­ğin­den faz­la­sı­nı ve­rir­se, ör­ne­ğin iki yok­su­lu do­yu­rur­sa ve­ya bir yok­su­la iki yok­su­lun yi­ye­ce­ği­ni ve­rir­se bu, ken­di­si için da­ha ha­yır­lı­dır.

Bu gö­rü­şe şöy­le bir kar­şı­lık ve­ri­le­bi­lir: Az ön­ce de öğ­ren­miş bu­lun­du­ğun gi­bi, "gö­nül­den yap­ma" kav­ra­mı­nın müs­te­hap ni­te­lik­li fi­il­le­re öz­gü kı­lı­nı­şı­nı hak­lı çı­ka­ra­cak bir ka­nıt yok­tur. Kal­dı ki, ifa­de­de, ön­ce­ki hük­mü ay­rın­tı­lan­dır­ma nük­te­si de giz­li­dir. Hal­bu­ki, fid­ye­ye iliş­kin hük­me, bir ek ola­rak "gö­nül­den yap­ma" ay­rın­tı­sı­nı ge­tir­me­nin bu nok­ta­da ma­kul bir iza­hı yok­tur. Bu­nun­la be­ra­ber "Kim gö­nül­den bir ha­yır ya­par­sa" ifa­de­sin­de, art­tır­ma ni­te­lik­li bir gö­nül­lü­lü­ğe yö­ne­lik bir de­la­let yok­tur. Çün­kü gö­nül­den ha­yır yap­ma, gö­nül­den art­tır­ma de­mek de­ğil­dir.

Oruç tut­ma­nız -eğer bi­lir­se­niz- si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır.

Bu cüm­le, ken­di­sin­den ön­ce­ki ifa­de­nin an­la­mı­nı bü­tün­ler ni­te­lik­te­dir. Da­ha ön­ce de de­ğin­di­ği­miz gi­bi, bu tak­dir­de şöy­le bir an­lam el­de et­miş olu­ruz: Si­zin üze­ri­ni­ze bir farz ola­rak ya­zıl­mış bu­lu­nan oruç iba­de­ti­ni gö­nül­den ye­ri­ne ge­ti­rin. Çün­kü bir hay­rı gö­nül­den yap­mak da­ha ha­yır­lı­dır. Oruç ise, si­zin için bir ha­yır­dır. Şu hâlde oru­cu gö­nül­den tut­mak, ha­yır üs­tü­ne ha­yır­dır.

Bu nok­ta­da şöy­le bir gö­rüş ile­ri sü­rü­le­bi­lir: "Oruç tut­ma­nız si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır." ifa­de­si, sa­de­ce ma­ze­ret sa­hi­bi kim­se­le­re yö­ne­lik bir hi­tap­tır, oruç iba­de­ti­nin farz ola­rak ya­zı­lı­şı­nın mu­ha­ta­bı ko­nu­mun­da­ki tüm mümin­le­re de­ğil. Çün­kü ifa­de, za­hi­ren oruç tut­ma­nın da­ha iyi ola­ca­ğı­nı vur­gu­la­mak­ta­dır. Do­la­yı­sıy­la bu, oruç ter­k et­me­ye en­gel de­ğil­dir. Şu hâlde ko­nu­ya uy­gun ni­te­lik müs­te­hap­lık­tır, va­cip­lik de­ğil. Oruç tut­ma­nın ön­ce­lik­li­ği ve müs­te­hap­lı­ğı, has­ta ve yol­cu gi­bi ruh­sat sa­hi­bi kim­se­le­re öne­ri­le­rek, oruç tut­ma­yı if­tar et­me­ye ve son­ra­dan ka­za et­me­ye ter­cih et­me­nin müs­te­hap ol­du­ğu ima edi­li­yor.

Bu ay­kı­rı gö­rü­şe ve­re­ce­ği­miz ce­vap şu­dur: Ön­ce­lik­le bu gö­rü­şü des­tek­le­yen bir ka­nıt yok­tur. İkin­ci­si "siz­den kim" cüm­le­si ile "Oruç tut­ma­nız si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır." cüm­le­le­ri­nin hi­tap tarz­la­rı bir­bi­rin­den fark­lı­dır. (Bi­rin­de ga­yıb sıyga­sı, bi­rin­de ise hi­tap sıyga­sı kul­la­nıl­mış­tır) Üçün­cü­sü; bi­rin­ci cüm­le­nin akı­şı, ruh­sat ve mu­hay­yer­lik du­ru­mu­nu açık­la­ma­ya dö­nük­tür. Da­ha doğ­ru­su "Tu­ta­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca baş­ka gün­ler­de" ifa­de­si­nin za­hi­ri, baş­ka gün­ler­de oruç tut­ma­nın ge­rek­li­li­ği­ni vur­gu­lar ni­te­lik­te­dir. Ni­te­kim bu hu­su­sa da­ha ön­ce de dik­kat çek­tik. Dör­dün­cü­sü; bi­rin­ci cüm­le­nin, ma­ze­ret sa­hi­bi olan kim­se­le­re iliş­kin ruh­sa­tı açık­la­ma­ya yö­ne­lik ol­du­ğu tak­dir edi­le­cek ol­sa da­hi, cüm­le­de oruç ve if­tar­dan sö­z e­dil­mi­yor. Do­la­yı­sıy­la, "Oruç tut­ma­nız si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır." ifa­de­si­nin iki şık­tan bi­ri­nin açık­la­ma­sı­na yö­ne­lik ol­du­ğu dü­şü­nü­le­mez. Tam ter­si­ne, sa­de­ce ra­ma­zan ayı oru­cun­dan ve baş­ka gün­ler­de tu­tu­la­cak oruç­tan sö­z e­dil­miş­tir. Bu du­rum­da, açık bir be­lir­ti söz ko­nu­su ol­mak­sı­zın, sırf "Oruç tut­ma­nız si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır." sö­zün­den ha­re­ket­le, ra­ma­zan ayı oru­cu­nun baş­ka gün­ler­de­ki oru­ca ter­cih edil­di­ği gi­bi bir so­nuç el­de et­me­ye imkân yok­tur. Be­şin­ci­si; so­run bir hük­mü açık­la­may­la il­gi­li de­ğil­dir. Ki, ter­cih ol­gu­su­nun ön p­lâna çı­kı­şı, hük­mün va­cip ni­te­lik­li olu­şu ile çe­liş­sin. Tam ter­si­ne -da­ha ön­ce de söy­le­di­ği­miz gi­bi- so­run ya­sa­ma­nın (teş­ri) özü ile il­gi­li­dir ve ya­sa­la­şan hü­küm; mas­la­hat­tan, ha­yır­dan ve gü­zel­lik­ten be­ri de­ğil­dir.

Ni­te­kim Kur'ân-ı Ke­rim'in de­ği­şik yer­le­rin­de şöy­le bu­yu­ru­lu­yor: "He­men ya­ra­tı­cı­nı­za tövbe edip ne­fis­le­ri­ni­zi öl­dü­rün: Bu, si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır." (Ba­ka­ra, 54) "He­men Al­lah'ı zik­ret­me­ye ko­şun ve alış verişi bı­ra­kın. Eğer bi­lir­se­niz, bu si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır." (Cu­m'a, 9) "Al­lah'a, O'nun re­su­lü­ne iman eder­se­niz, mal­la­rı­nız­la ve can­la­rı­nız­la Al­lah yo­lun­da cihat eder­se­niz, bu si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır; eğer bi­lir­se­niz." (Saff, 11) Kur'ân-ı Ke­rim'de bu tür ayet­ler çok­tur.



185) Ra­ma­zan ayı... İn­san­lar için hi­da­yet olan Kur'ân, on­da in­di­ril­miş­tir.



Ra­ma­zan ayı, ka­me­rî Arap ay­la­rı­nın do­ku­zun­cu­su­dur. Şa­ban ve şev­val ay­la­rı­nın or­ta­sın­da yer alır. Kur'ân-ı Ke­rim'de, ra­ma­za­nın dı­şın­da bir di­ğer ayın adın­dan sö­z e­dil­me­miş­tir.

Ayet­te ge­çen "in­dir­me" ke­li­me­si­nin ori­ji­na­li olan "nu­zul" bir ye­re yu­ka­rı­dan in­mek de­mek­tir. Bu ke­li­me­nin tü­rev­le­ri olan "in­zal" ve "ten­-zil" ke­li­me­le­ri ara­sın­da fark var­dır. İn­zal, bir ke­re­de ger­çek­le­şen ini­şi ifa­de eder. Ten­zil ise, pey­der­pey ve ted­ri­ci ini­şi an­la­tan bir ke­li­me­dir. Kur'ân, Al­lah ta­ra­fın­dan pey­gam­be­ri Hz. Mu­ham­med'e (s.a.a) inen ki­ta­bın adı­dır. Bu isim­len­dir­me­de onun "oku­nan" bir ki­tap olu­şu esas alın­mış­tır. Ni­te­kim yü­ce Al­lah bir ayet-i ke­ri­me'de şöy­le bu­yu­ru­yor: "Ger­çek­ten biz onu, bel­ki ak­lı­nı­zı kul­la­nır­sı­nız di­ye Arap­ça bir Kur'ân kıl­dık." (Zuh­ruf, 3) Bu isim ki­ta­bın tü­mü için kul­la­nı­la­bil­di­ği gi­bi ba­zı kı­sım­la­rı için de kul­la­nı­la­bi­lir.

Tef­si­ri­ni sun­du­ğu­muz ayet-i ke­ri­me, Kur'ân'ın ra­ma­zan ayın­da in­di­ği­ni gös­te­rir. Bir baş­ka ayet­te ise şöy­le bu­yu­ru­lu­yor: "Onu bir Kur'ân ola­rak, in­san­la­ra du­ra du­ra oku­man için (bö­lüm bö­lüm) ayırdık ve onu saf­ha saf­ha bir in­dir­me ile in­dir­dik." (İs­râ, 106) Aye­tin za­hi­rin­den ga­yet net ola­rak Kur'ân'ın, yak­la­şık ola­rak yir­mi üç yıl sü­ren da­vet müd­de­ti için­de aşa­ma­lı ola­rak, pey­der­pey in­di­ği an­la­şıl­mak­ta­dır. Tar­tış­ma gö­tür­mez ta­rih­sel re­a­li­te de bu­nu pe­kiş­tir­mek­te­dir. Bu yüz­den iki ayet ara­sın­da bir kar­şıt­lık var­mış gi­bi bir kuş­ku ba­zı zi­hin­ler­de uya­na­bi­lir.

Bu kuş­ku­ya, zi­hin­ler­de be­li­re­bi­le­cek bu prob­le­me şöy­le bir ce­vap­la kar­şı­lık ve­ril­miş­tir: Kur'ân-ı Ke­rim Ra­ma­zan ayı için­de bir ke­re­de dün­ya gö­ğü­ne in­di­ril­miş, da­ha son­ra, yir­mi üç yıl sü­ren da­vet sü­re­ci için­de Pey­gam­ber efen­di­mi­ze par­ça par­ça ve du­ra du­ra in­di­ril­miş­tir. Bu yo­ru­mun as­lı­nı "Ayet­le­rin Ha­dis­ler Işı­ğın­da Açıklaması" bö­lü­mün­de söz konusu ede­ce­ği­miz bir ta­kım ri­va­yet­ler oluş­tur­mak­ta­dır.

Bu­na kar­şı da şöy­le bir gö­rüş ile­ri sü­rül­müş­tür: "On­da Kur'ân in­di­ril­di." ifa­de­si­nin ar­dın­dan "İn­san­la­ra yol gös­te­ri­ci, doğ­ru­nun ve hak­kı ba­tıl­dan a­yır­ma­nın apa­çık bel­ge­le­ri­ni içe­ren." ifa­de­si­nin yer al­ma­sı, yu­ka­rı­da­ki gö­rü­şü des­tek­le­yen bir du­rum de­ğil­dir. Çün­kü Kur'ân'ın yıl­lar bo­yu gök­te kal­ma­sı, bu­nun­la be­ra­ber hi­da­yet ve hak ile ba­tı­lı bir­bi­rin­den ayı­ran ni­te­lik­le­re sa­hip ol­ma­sı­nın pra­tik­te bir an­la­mı yok­tur.

Bu­na iliş­kin şöy­le cevap ve­ril­miş­tir: Kur'ân'ın hi­da­yet kay­na­ğı ol­ma­sı, onun yol gös­te­ri­ci­li­ği­ne ih­ti­yaç du­yan kim­se­le­ri sa­pık­lık­tan kur­ta­rıp doğ­ru yo­la ilet­me­si de­mek­tir. Ay­rı­ca (fur­kan) olu­şu ise, hak ile ba­tıl ayırt edilemez şe­kil­de iç içe geç­tik­le­rin­de bun­la­rı be­lir­gin özel­lik­le­riy­le bir­bi­rin­den ayır­ma­sı de­mek­tir. Ama Kur'ân'ın bu özel­lik­le­re ve ka­bi­li­ye­te sa­hip ol­ma­sı, bir sü­re ol­du­ğu gi­bi dur­ma­sı, za­ma­nı ge­lin­ce­ye ka­dar her­han­gi bir et­kin­lik ve fa­a­li­yet gös­ter­me­me­si ile çe­liş­mez. Bu­nun ben­zer­le­ri­ni me­de­ni ka­nun­lar­da da gö­re­bi­li­riz. Ön­ce­den dü­zen­len­miş ya­sa­lar, za­ma­nı ge­lin­ce yü­rür­lü­ğe ko­nur, kuv­ve­den fi­i­le ge­çi­ri­lir.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“Namaz” sayfasına dön