İmam Cafer Sadık'ın Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İnciler Dizisi Diye Adlandırılan Sözleri

1- Bir işi incelemekte aşırı hassasiyet göstermek ayrılığa; eleştiri, düşmanlığa; sabırsızlık, rezilliğe; sırrı ifşa etmek, alçalmaya sebep olur. Cömertlik zekanın cimrilik ise gafletin alametidir.
2- Kim şu üç şeye sarılırsa dünya ve ahiret dileklerine kavuşur: Allah'a sığınmak, ilahî takdire razı olmak ve Allah'a karşı hüsn-ü zanda bulunmak.
3- Kim şu üç şeyde gevşek davranırsa mahrum kalır: Cömertten bir şey istemek, alimle arkadaş olmak ve (adil) sultanın ilgisini kazanmak.
4- Üç şey muhabbet doğurur: Din, tevazu ve bahşiş.
5- Üç şeyden uzaklaşan üç şeye ulaşır: Şerden uzaklaşan izzete, kibirden uzaklaşan saygınlığa cimrilikten uzaklaşan da şerefe.
6- Üç şey düşmanlık getirir: Nifak, zulüm ve bencillik.
7- Kimde şu üç hasletten biri olmazsa üstün sayılmaz: İnsana süs olan akıl, onu ihtiyaçsız kılan servet ve ona destek olan kabile.
8- Üç şey insanın ayıplanmasına sebep olur: Haset, laf taşımak ve başıboşluk.
9- Üç kimseyi, ancak üç yerde tanımak mümkün olur: Yumuşak olanı, öfkelendiğinde; yiğidi, savaşta; kardeşi, kendisine muhtaç olunduğunda.
10- Üç sıfat kimde olursa, oruç tutan ve namaz kılan birisi olsa bile münafıktır: Yalan konuşan, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden.
11- Üç çeşit insandan kork: Hâin, zâlim ve laf taşıyan. Çünkü senin için (başkasına) hıyanet eden (bir gün de) sana hıyanet eder. Senin için (başkasına) zulüm eden (bir gün de) sana zulüm eder. Sana laf taşıyan (bir gün de) senin aleyhine (başkasına) söz götürür.
12- Bir kimse üç emaneti korumadıkça emin sayılmaz: Mal, sır ve namus. Eğer ikisini koruyup da birini zayi ederse yine de emin sayılmaz.
13- Ahmakla istişare etme, yalancıdan yardım isteme, sultanların dostluğuna güvenme. Çünkü yalancı, uzağı yakın, yakını ise uzak gösterir. Ahmak kendisini senin için zahmete düşürür; fakat senin istediğine ulaşamaz. Sultanlar ise, onlara tam itimat ettiğin sırada seni yalnız bırakırlar ve onlarla tam ilişki kurduğunda ilişkilerini keserler.
14- Dört şey dört şeye doymaz: Yer yağmura, göz bakmağa, kadın erkeğe, alim de ilime.
15- Dört şey insanı çabuk ihtiyarlatır: Güneşte kurutulan eti yemek, yaş yerde oturmak, merdiven çıkmak ve ihtiyar kadınla cima etmek.
16- Hanımlar üç kısımdır: Tamamen yararına olan, hem yararına hem de zararına olan ve tam zararına olan. Tamamen yararına olan kızdır. Hem yararına hem de zararına olan dulkadındır. Tamamen zararına olan ise önceki kocasından yanında çocuğu bulunandır.
17- Üç özellik büyüklüğün mayasıdır: Öfkeyi yenmek, kötülük yapanı affetmek, mal ve canla (insanlara) iyilik yapmak.
18- Üç şey üç şeyden kurtulamaz: Rehvan at sürçmekten, kılıç körelmekten ve olgun insan yanılmaktan.
19- Belagat üç şeyledir: İstenilen manaya yaklaşmak, fazla sözden kaçınmak ve kısa sözle çok şey anlatmak.
20- Kurtuluş üç şeydedir: Dilini tutman, evinde oturman ve işlediğin günahlara karşı pişmanlık duyman.
21- Cehalet üç şeydedir: Arkadaşları değiştirmek, sebebini açıklamadan dostlarla çekişme ve faydasız şeyleri araştırmak.
22- Üç özellik kimde olursa kendi zararına olur: Hilecilik, ahdi bozmak ve zulüm yapmak. Nitekim (Allah-u Teâla), Kur’an'da şöyle buyurmuştur:
"Kötü hile, ancak sahibini sarıp-kuşatır"[1]. "Artık sen onların kurdukları düzenin uğradığı sona bir bak; biz onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik.[2] “Kim ahdini bozarsa, artık o ancak kendi nefsi aleyhine ahdini bozmuş olur.”[3] Yine şöyle buyuruyor: “Ey insanlar dünya menfaatleri için zulüm yapmanız, ancak kendi zararınızadır.”[4]
23- Üç şey insanı yüce makamları talep etmekten alıkor: Az çaba, tedbirsizlik ve dar görüşlülük.
24- İleri görüşlü olmak üç şeydedir: Kendisinden üstekilere hizmet etmek, babaya itaatte bulunmak ve efendisine karşı tevazu göstermek.
25- İnsanın dostu şunlardır: Uyumlu hanım, iyi evlat ve halis arkadaş.
26- Şu üç şey kime verilmiş olursa en büyük zenginlik olan üç şeye ulaşmış olur: Verilenle yetinmek, halkın elindekine göz dikmemek, gereksiz ve fazla olan her şeyi terketmek.
27- Ancak şu üç özeliğe sahip olan kimse cömert sayılır: Varlıkta ve yoklukta malını cömertçe bağışlamak, müstahak olana vermek, bağışladığı mala karşılık aldığı teşekkürleri bağışladığı maldan daha çok saymak.
28- Üç şeyi yapmadığında insan mazur sayılmaz: Hayrını iste-yenle istişare etmek, haset edenle geçinmek ve halka kendini sevdirmek.
29- Şu üç hasleti tam olarak taşımayan kimse akıllı sayılmaz: Sevinç ve gazab halinde kendi aleyhine bile olsa hakka riayet etmek, kendisi için beğendiği şeyi başkaları için de beğenmek ve yanıldığı vakit sabırlı ve yumuşak olmak.
30- Nimet ancak şu üç şeyle devam eder: O nimet karşısında ilahi vazifeyi tanımak, şükrünü edâ etmek ve o nimet için zahmet çekmek.
31- Kim şu üç şeyden birine duçar olursa, ölümü arzu eder: Ardı arkası kesilmeyen fakirlik, yüz kızartıcı bir haram iş yapmak ve galip olan bir düşmana duçar olmak.
32- Üç şeye ilgi göstermeyen üç şeye duçar olur: Uzlaşmaya ilgi göstermeyen yardımcısız kalır, hayır işe ilgi göstermeyen pişman olur, arkadaşlarını çoğaltmaya ilgi göstermeyen zarar görür.
33- Herkes şu üç şeyden kaçınmalıdır: Kötülere yaklaşmak, kadınlarla konuşmaya dalmak ve bid’at ehli ile oturup kalkmak.
34- Üç şey, kişinin kerem sahibi olduğunu gösterir: Güzel ahlak, öfkeyi yenmek, haramlara bakmaktan kaçınmak.
35- Üç şeye güvenen aldanır: Olmayacak sözleri tasdik etmek, güvenilmeyen insanlara bel bağlamak ve elde edilmeyecek şeye göz dikmek.
36- Üç şeyi yapan dinini ve dünyasını bozar: Suizanda bulunan, her sözü dinleyen ve yetkisini hanımının eline veren.
37- En üstün hükümdar şu üç özelliğe sahip olan kimsedir: Şefkat, cömertlik ve adalet.
38- Üç şeyde ihmalkârlık hükümdara yakışmaz: Sınırları korumak, mazlumların haklarını aramak ve işleri için salih kimseleri seçmek.
39- (Adil) hükümdarın, kendi ashap (yardımcı) ve emrindekilerin üzerinde üç hakkı vardır: İtaat edilmek, gıyab ve huzurunda hayrını istemek, zafer ve başarıları için duâ etmek.
40- Yöneticilerin özel kesim ve halkın geneli karşısında üç vazifesi vardır: İyi iş yapanları o işe ilgilerinin artması için mükâfatlandırmak; kötü iş yapanların tövbe etmeleri ve sapıklıklarından dönmeleri için hatalarını örtmek; lütuf ve insafla halkın tümüyle kaynaşarak onların birliğini korumak.
41- Bir yönetici (insanlardan) üç grubu önemsemeyip hafife alır ve onları kendi başlarına bırakırsa, işleri çığırından çıkar ve zorlaşır: Toplumdan ayrılmış ve (kendine yeni bir yol seçmiş) faziletsiz kişiyi, marufa emir ve münkerden nehyetmeyi siper edinerek kendi bid'atlarını yaymaya çalışan kişiyi ve yöneticinin haklarında hüküm uygulamasını önleyecek bir reis etrafında toplanan bir şehrin halkını.
42- Akıllı bir adam hiç kimseye hakaret etmez. İnsanlardan üç grup hakaret edilmemeye daha layıktır: Alimler, hükümdarlar ve kardeşler. Alimlere hakaret eden dinini bozar. Hükümdara hakaret eden dünyasını bozar, kardeşlerine hakaret eden yiğitliğini yitirir.
43- Sultanların sırdaş ve yakınlarını üç sınıf olarak gördük: a) Hayır isteyenler; bunlar hem kendilerine hem sultana ve hem de raiyyete (halka) berekettir. b) Hedefleri, kendi ellerindeki malı korumak olanlar; bunlar da (başkalarına eziyet etmemek açısından) ne övülen ve ne de kınanan kimselerdir; ama kınanılmaya daha yakındırlar. c) Şerden yana olanlar; bunlar, uğursuzdurlar, hem kendilerinin hem de sultanın kınanmasına sebep olurlar.
44- Bütün insanlar şu üç şeye muhtaçtır: Emniyet, adalet ve refah.
45- Üç şey hayatı karartır: Zalim hükümdar, kötü komşu ve ağzı bozuk kadın.
46- Mesken edinmek ancak şu üç özelliği olan yerde güzeldir: Güzel havası, tatlı suyu olan yumuşak ve düz yerde.
47- Şu üç şey pişmanlık getirir: Övünmek, iftihar etmek ve üstünlük hususunda tartışmak.
48- Şu üç şey insanın tabiatında vardır: Haset, ihtiras ve şehvet.
49- Kimde şu üç özellikten biri olursa, diğer iki özellik de onun büyüklük heybet ve cemalinde toplanır: Vera’ (haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak), eli açık olmak ve şecaat.
50- Şu özellikler kime verilmiş olursa kâmil olur: Akıl, cemal ve fesahat (açık konuşmak).
51- Şu üç grubun durumları belli oluncaya kadar sağ olduklarına hükmedilir: Hamilelik süresi bitinceye kadar kadının; ömrü tüke-ninceye kadar sultanın ve dönünceye kadar kaybolan şahsın.
52- Üç şey mahrumluk getirir: İstemekte ısrar, gıybet etmek ve alay etmek.
53- Üç şey kötü sonuç doğurur: Galip olsa bile fırsat gelmeden önce savaşçının (düşmana) saldırması. Zararı olmasa bile hasta olmayan birinin ilaç kullanması. İhtiyacını karşılamaya muvaffak olsa bile yöneticiyle ilişki kurmak.
54- Üç şeyde herkes kendisinin haklı olduğunu söyler: İnandığı dinde, kendisine galip olan heva ve heveste ve işlerindeki tedbirde.
55- İnsanlar üç sınıftır: Sözü geçen saygınlar; birbirleriyle eşit olanlar ve birbirlerine düşmanlık yapanlar.
56- Üç şey dünyayı ayakta tutmaktadır: Ateş, tuz ve su.
57- Yersiz olarak üç şeyi isteyen, üç şeyden mahrum kalmayı hakkeder: Haksızca dünyayı talep eden ahiretten mahrum kalmayı hakkeder. Haksız yere başkanlık isteyen Allah’a itaatten mahrum kalmayı hakkeder. Hakkı olmadan mal peşinde olan malın elinde kalmasından mahrum kalmayı hakkeder.
58- İleri görüşlülerin şu üç işi yapmaları uygun değildir: Kurtulsa (kurtulacağını bilse) bile, tecrübe edinmek için zehir içmek; zarar görmese de kıskanç akrabalarına sırrını açmak, zenginliğe yol açsa bile deniz yolculuğu yapmak.
59- Hiç bir toplum, dünya ve ahiret işleri için şu üç sınıftan mustağni olmaz. Eğer bunlar olmazsa başıboş kalırlar: Takvalı ve bilgili bir fakih; emrine itaat edilen hayırlı bir yönetici ve güvenilir ve bilinçli bir doktor.
60- Dost üç özellikle denenir, bu özelliklere sahip olursa halis ve temiz bir dost olduğu anlaşılır; aksi takdirde varlık ve bolluk (zamanının) dostudur; darlık ve zorluk (zamanının) dostu değil: Ondan bir mal istemek, bir malı ona emanet vermek ve şiddet ve sıkıntılarda onu ortak kılmak.
61- İnsanlar şu üç şeyden kurtulursa, huzura kavuşurlar: Kötü dil, kötü el ve kötü davranış.
62- Şu üç özellikten birine sahip olmayan köleyi yanında barındırmak, efendisine rahatlık getirmez: Onu doğruluğa sevkeden dini veya ona yol gösteren bir edebi ya da (kötü işlerden) alıkoyan bir korkusu.
63- Kişi evine ve ailesine karşı şu üç özelliği taşımaya muhtaçtır. Bu özellikler tabiatında olmasa bile bunları edinmeye çalışmalıdır: Güzel muâşeret etmek, ölçülü bir şekilde harcamak (ailesinin refahını sağlamak) ve namusunu korumaya düşkün olmak.
64- Her zanaatçı, kendi işi ve kazancı için şu üç şeye muhtaçtır: İşinde becerikli olmak, işiyle ilgili olarak emaneti edâ etmek ve müracaat edenlerin ilgisini kazanmak.
65- Kim şu üç şeyden birine duçar olursa aklı dengesini kaybeder: Elden çıkmakta olan nimete, fasit hanıma ve sevdiğinin beklenmedik bir belaya yakalanmasına.
66- Cesaret yaratılışa dayanan üç özellikten kaynaklanır; bunlardan her birinin kendine mahsus üstün bir yanı vardır: Fedakarlık, zilletten kaçınmak ve şan ve şerefe talip olmak. Bu özelliklerin üçü de bir yiğitte toplanırsa, hiç bir kimse, onun karşısında duramaz ve atılganlık ve cesarette kendi asrında şöhret kazanır. Eğer bu özelliklerden bazısı ağır basarsa o yönde cesareti, daha çok ve atılganlığı daha güçlü olur.
67- Anne ve babanın, evladın üzerinde üç hakkı vardır: Her halükarda onlara teşekkür etmek, Allah'a karşı günah işlemeye emretmeleri hariç tüm emir ve nehiylerine uymak, gizli ve açıkta hayırlarını istemek. Evladın, babanın üzerinde üç hakkı var: İyi anne seçmek, güzel isim takmak ve terbiyesi için gayret sarf etmek.
68- Mü’min kardeşler kendi aralarında üç şeye muhtaçtırlar; buna riayet ederlerse kardeşlikleri devam eder, aksi takdirde ayrılıp birbirlerine karşı kin ve nefret beslerler: İnsaflı davranmak, şefkatli olmak ve hasedi terketmek.
69- Akrabalar üç şeyi gözetmedikçe zaafa uğrayıp başlarına gelene düşmanlarının sevinmelerinin ezikliğini hissederler: Dağılmamaları için hasedi terketmeleri, yakınlığı korumak için iyi ilişki kurmaları ve izzet (ve kudret)ten yararlanmak için yardımlaşmaları.
70- Erkek, hanımına karşı üç şeye riayet etmelidir:
a) Hanımının, muhabbet ve ilgisini kazanmak için onunla uyum sağlamak, b) Ona karşı güzel ahlaklı olmak, c) Onun gözünde güzel görünmek ve refahını sağlamakla kalbini elde etmek.
71-Kadın, kocasına karşı şu üç şeye riayet etmesi gerekir:
a) Kocasının tüm hallerde güvenini sağlayacak şekilde kendisini kötülüklerden koruması; b) Muhtemel hatalarının af edilmesi için sürekli kocasının hakkını gözetmesi; c) Tatlı dil ve çekici tavırlarıyla kocasına olan sevgisini bildirmesi.
72- Başkalarına iyilik yapmak ancak üç şeyle kâmil olur: İyilikte acele etmek, iyiliği çok olsa da az görmek ve iyiliğini başa kakmamak.
73- Sevinç ve neşe üç şeydedir: Vefalı olmak, haklara riayet etmek ve sıkıntılarda yardımlaşmak.
74- Üç şey, fikrin isabetli olmasına delildir: Karşılaştığı kimseyi hoş karşılamak, iyice dinlemek ve güzel cevap vermek.
75- İnsanlar üç kısımdır: Akıllı, ahmak ve fâcir. Akıllı, sorduklarında cevap verir, konuştuğunda doğru konuşur ve dinlediğinde de sözü kavrar. Ahmak, konuştuğunda acele eder; haber verdiğinde şaşırıp gaflete düşer; ve kötü işe zorlandığında da onu yapar. Fâcir de emanet verildiğinde hıyanet eder; ve kendisiyle konuştuğunda seni lekeler.
76- Dostlar üç kısımdır: Birincisi, kendisine sürekli ihtiyaç duyulan yemeğe benzer; işte bu akıllı kimsedir. İkincisi (bazı vakitler insanı yakalayan) dert gibidir; bu da ahmak kimsedir. Üçüncüsü ise (derdi tedavi eden) ilaç gibidir; bu da mütefekkir kimsedir.
77- Üç şey insanın aklının ne derecede olduğunu gösterir: Elçi, kendisini gönderenin; hediye, hediye verenin; mektup da yazanın aklının ne derecede olduğunu gösterir.
78- İlim üç kısımdır: Muhkem ve açık olan ayetleri anlamak, farzları bilmek ve sabit sünnetlerden haberdar olmak.
79- İnsanlar üç kısımdır: İlim öğrenmekten çekinen cahil, ilmine uyması yüzünden zayıf düşen alim, dünya ve ahireti için çalışan akıllı.
80- Şu üç özelliğe sahip olan gariplik çekmez. Güzel edep, eziyet etmemek ve su-i zanda bulunmaktan kaçınmak.
81- Günler üçtür: Geçip giden dün, ganimet bilinmesi gereken bugün, arzusundan başka elde bir şeyi olmayan yarın.
82- Kimde şu üç sıfat, yerleşik bir özellik (karakter) haline gelmezse imanının ona faydası olmaz: Cahillerin cehaletine karşı koyabilecek olgunluk, haramlardan alı koyacak takva ve insanlarla geçinmesini sağlayacak ahlak.
83- Kimde şu üç haslet olursa imanı kâmil olur: Öfkeli olduğunda haktan sapmamak hoşnut olduğunda batıla yönelmemek ve güçlü olduğunda affetmek.
84- Dünyası olan her insan şu üç şeye muhtaçtır: Gevşekliğe varmayacak rahatlık, kanaatla beraber olan cömertlik ve tembelliği olmayan cesaret.
85- Her ne durumda olursa olsun akıllı insanın üç şeyi unutmaması gerekir. Dünyanın faniliğini; durumların sürekli değiştiğini ve kendisinden kurtulmanın mümkün olmayan âfetleri.
86- Şu üç özellik bir kişide tam olarak bir araya gelmez: İman, akıl ve çaba.[5]
87- Kardeşler (yakın dostlar) üç kısımdır: Canıyla arkadaşına yardımda bulunan kardeş, malıyla yardım eden kardeş; bu ikisi gerçek kardeşlerdir. Üçüncü kardeş ise ihtiyacını senin vasıtanla karşılayan ve seni bazı zevkleri için isteyen kimsedir. Böyle birisini güvenilir sayma.
88- İnsanda şu üç özellik olmadıkça, imanı kemale erişmez: Din hususunda bilgi sahibi olmak, geçimini sağlamakta ölçülü davranmak ve musibetlere karşı sabırlı olmak.
Yüce Allah’tan başka hiç bir güç ve kuvvet sahibi yoktur.
_________________
[1] - Fatır / 41
[2] - Neml / 52
[3] - Fatır / 10
[4] - Yunus / 23
[5]- Maksat halkın genelinde görülen durumdur, Allah’ın velileri bundan müstesnadır.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Tevhid, İman, Ehl-i Beyt Sevgisi Ve Küfr Hakkındaki Sözleri

Birisi İmam Sadık aleyhi’s-selâm’ın huzuruna vardığında İmam ona: "Kimlerdensiniz?" diye sordu. O da: "Sizi sevenlerden ve sizi takip edenlerdenim." dedi. İmam Sadık aleyhi’s-selâm buyurdu ki: Allahu Teâla kendi dostluk ve velayetini kabul etmedikçe bir kulu sevmez ve kimi dost edinirse cenneti ona farz kılar.
Daha sonra buyurdular ki: "Bizi sevenlerin hangi kısmın-dansınız?" Adam, susup kaldı. (İmam aleyhi’s-selâm’ın ashabından olan) Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu sizi sevenler kaç gruptur?" diye sordu. İmam aleyhi’s-selâm da şöyle buyurdu: "Bizi sevenler üç gruptur. Birinci grup, bizi (sadece) açıkta sever, gizlide değil. Bir grupta bizi gizlide sever açıkta değil. Diğer bir grup ise, bizi hem gizlide sever, hem de açıkta; işte bu grup en üstün olandır. Bunlar tatlı ve bol kaynaktan susamışlıklarını gideren Kur’an'ın te’vil ve tefsirini bilen, hakkı batıldan ayırt eden ve sebeplerin sebebini (Allah’ı) tanıyan kimselerdir. Bunlar toplulukların en üstün olanıdır. Fakirlik, yoksulluk ve çeşitli belalar, atın süratinden daha hızlı bir şekilde onlara yönelmektedir; onlar şiddet ve çilelere uğrar, sarsılıp işkence görür; bir kısmı öldürülüp bir kısmı yaralanır ve uzak şehirlere dağılırlar. Allah, onların hürmetine hastalara şifa verir, fakirleri ihtiyaçsız kılar, size yardım eder, yağmur gönderir ve sizi rızıklandırır. Sayıları azdır; ama Allah katında değer ve mertebe bakımından pek yücedirler. İkinci grup (üsteki sıralamada ilk grup) grupların en aşağısıdır. Açıkta (dilde) bizi severler, ama padişahların yolundan giderler (onların yaşayışları gibi yaşarlar.) Dilleri bizimledir, kılıçları ise bizim aleyhimizedir. Üçüncü sınıf ise (üsteki sıraya göre ikinci sınıf oluyor) vasat olan sınıftır; gizlide bizi severler, fakat kendilerini muhafaza etmek için sevgilerini açığa vurmazlar. Canıma andolsun ki eğer onlar, gizlide gerçekten bizleri seviyorlarsa gündüzleri oruç tutarlar, geceleri ibadet ederler ve çehrelerinde zahitlik eseri görünür. Yine onlar sulh ve itaat ehli olurlar.
O adam: "Ben sizi hem gizlide ve hem de açıkta sevenlerdenim." dedi. İmam aleyhi’s-selâm buyurdular ki: Bizi gizlide ve açıkta sevenlerin bazı alametleri vardır. Onlar, bu alametlerle tanınırlar." Adam: "Bu alametler nelerdir?" dedi: İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: "Bunlar bir kaç özelliktir; ilki (şudur): Onlar tevhidi hakkıyla kavramışlardır. Tevhid ilmini sağlamlaştırmışlardır. Allah ve sıfatlarına iman etmişlerdir ve daha sonra imanın sınırını, hakikatini, şartlarını ve te’vilini bilmişlerdir." Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu! Şimdiye kadar imanı böyle vasfettiğinizi duymamıştım." dedi. İmam alehi's-selâm dedi ki: “Evet ey Sedir! İmanın kimde olduğunu bilmeden önce “iman nedir” diye sormaya kimsenin hakkı yoktur.” Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu! Eğer uygun bulursanız bu sözü açıklayın" dedi.
İmam alehi's-selâm şöyle buyurdular: Her kim Allah'ı kalbi tevehhümlerle tanırsa O'na ortak koşmuş ve kim Allah'ı manayla değil de isimle tanırsa eksikliğini kabul etmiştir. Çünkü isimler hâdistir; sonradan meydana çıkmıştır; (Allah'ın mukaddes künhü ise kadimdir.) Kim isim ile manaya (birlikte) taparsa (ismi) Allah’a ortak koşmuştur. Kim manaya, idrak vasıtasıyla değil de sıfat vasıtasıyla ulaşırsa, imanını gayıp olan bir şeye atfetmiştir.[1]
Kim sıfat ve mevsufa[2] taparsa, tevhidi batıl etmiştir. Çünkü sıfat, mevsuftan ayrıdır. (İkilik tevhitle uyuşmaz)
Kim mevsufu sıfata izafe ederse (sıfatla mevsufu tanımak isterse), büyüğü küçültmüş ve Allah'ı layıkıyla tanımamıştır."
- "Öyleyse tevhide ulaşmanın yolu nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: Araştırma yolu açıktır ve bu çıkmazlardan kurtulmak da mümkündür. Hazırda olan bir şeyi tanımak, sıfatını tanımaktan öncedir.[3] Ama gayıbın sıfatını tanımak, onun kendisini tanımaktan öncedir. (Allah-u Teâla hazır olduğu için ilk önce Allah'ı tanımak gerekir, daha sonra diğer varlıkları.)
- "Hazır birisinin şahsını, sıfatından önce nasıl tanıyabiliriz?" dediklerinde de şöyle buyurdu:
İlim ve idrak önce O'nun şahsına taalluk eder ve daha sonra (O’nun kudretinin bir eseri olan) kendini de O'nun vesilesiyle tanırsın. Kendini kendi vasıtan ve kendi vücudunla (Allah'ın vücudundan müstakil olarak) tanıyamazsın. Bilmelisin ki vücudunda olan her şey O’nun içindir ve O’na bağlıdır. Nitekim Yusuf’un kardeşleri, Yusuf’a şöyle dediler: "Şüphesiz ki sen Yusuf’sun. Yusuf da: Evet ben Yusuf’um ve bu da kardeşimdir dedi.[4] Yusuf’un kardeşleri Yusuf’u, onun kendi vasıtasıyla tanıdılar, başkasının vasıtasıyla değil. Onlar Yusuf’un Yusuf olduğunu, kendi vehim ve hayâlleri vesilesiyle tesbit etmediler.
Allah'ın "Bahçelerin bir ağacını dahi bitirmek sizin için mümkün değildir."[5] diye buyurduğunu görmüyor musunuz? Yani kendi tarafınızdan bir imam seçmeye ve kendi iradeniz ve isteğinizle onu hak sahibi olarak adlandırmaya hakkınız yoktur.
Daha sonra şunları ekledi: Kıyamet günü Allah-u Teâla üç grup-la konuşmayacak, onlara (rahmet gözüyle) bakmayacak ve onları (günahtan) temizlemeyecek ve onlar için elemli bir azap vardır.
a) Allah'ın bitirmediği bir ağacı diken kimse; yani Allah'ın tayin etmediği bir kimseyi imam olarak belirleyen kimse.
b) Allah'ın seçtiği bir imamı inkâr eden kimse.
c) Ve bu iki grubun İslam'da bir payı olduğunu sanan kimse.
Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: "Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; seçmek diğerlerine ait bir hak değildir.”[6]

İmanın Vasfı

İmanın manası, ikrar etmek ve bu ikrarla Allah'ın karşısında huzu etmek, O'nun katına yaklaşmak, tevhid ve Allah'ı tanımaktan başlayarak itaat edilmesi gereken bütün farzları, sonuna kadar sırasıyla küçük veya büyük olsun hepsini yerine getirmektir. Bunların hepsi birbirleriyle bir arada ve birbirine bağlıdırlar. Vasfettiğimiz şekilde bildiği ve öğrendiği farzları eda eden kimse mü’min sayılır, imanlı olma sıfatını hakkeder ve sevaba da layık olur. Çünkü imanın bütün manası ikrardır; ikrarın manası da itaatle tasdik etmek ve boyun eğmektir. Böylece küçük ve büyük itaatlerin birbirleriyle birlikte olmalarının manası açıklanmış oldu.
Mü’min bir kimse, iman sıfatını gerektiren şeyleri, yani büyük farzları eda edip büyük günahları işlemeyi terkedip onlardan uzaklaştığı sürece iman sıfatından çıkmaz. Küçük farzları terketmek ve küçük günahlara duçar olmakla büyük farzları terketmedikçe ve büyük günahları işlemedikçe imandan çıkmaz. İnsan büyük günahlar işlemediği müddetçe mü’mindir. Çünkü Allah-u Teâla buyurmuştur ki:
"Nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin diğer suçlarınızı da örteriz ve sizi onurlu ve üstün bir makama ulaştırırız"[7]
Yani küçük günahlar affedilir. Ama insan büyük günahları işlerse (o zaman) küçük ve büyük bütün günahlarıyla sorguya çe-kilip cezalandırılır ve azap görür. İşte bunlar imanın ve sevaba layık olan mü’minin özellikleridir.

İslam'ın Vasfı

İslam'ın manası, hükmü açık ve kesin olan bütün farzları ikrar edip yerine getirmektir. İnsan, kalple bağlı olmaksızın zahirde bütün farzları ikrar ederse Müslüman ismini hakketmiştir. zahiri velayeti (dostluğu), şahitliğinin kabul olmasını ve miras alabilme hakkını kazanmıştır. Yine Müslümanların, zarar ve yararlarında onlarla ortak olmuştur. İşte bu İslam'ın vasfıdır.
Müslümanla mü’minin arasındaki fark da şudur: Müslüman zahirde muti (itaatkâr) olduğu gibi batında da muti olursa mü’min olur. Ama (sadece) zahirde bunu yaparsa Müslüman olur. Fakat hem zahirde ve hem de batında huzu ve bilinçle bunu yaparsa mü’min olur. Böylece bazen bir kul Müslüman olur, fakat mü’min olmaz; ama Müslüman olmadıkça da mü’min olamaz.

İman'dan Çıkmanın Açıklaması

Mü’min olan bir kimse, birbirine benzeyen beş şey sebebiyle imandan çıkar: Küfür, şirk, dalalet, fasıklık ve büyük günahlar.
Küfür: (Dinde var olan) küçük veya büyük bir şeyde inkârcılık, onu hafife almak ve küçümsemekle Allah'a karşı işlenen günahtır. O fiilin faili kafir ve (o amelin) hakikati ise küfürdür. Bu özellikte bir günahı işleyen kimse, hangi din veya fırkaya mensup olursa olsun kafirdir.
Şirk: Din adına (bid’at çıkarmakla) Allah'a karşı yapılan her çeşit günahtan ibarettir; o günah ister küçük olsun ister büyük onu yapan müşriktir. (Böyle bir kimse, ilahî dinin karşısında yeni bir din çıkarmış olduğu için müşrik sayılır.)
Dalalet: Farz kılınan şeylere cahil olmak, yani hakkında açık bir delil bulunan ve Müslümanlara bildirilen büyük farizalardan birini terketmektir. Bu farzları yapmayan biri mü’min ismini almayı hakketmez. Bunları terketmesi, Allah'ın hükmünü inkâr etmek veya din adına onları dinden çıkarmak kastıyla olmayıp gevşeklik, gaflet ve diğer şeylerle meşgul olmaktan dolayı olursa böyle bir kimse sapık olup iman yolundan çıkmış, imanın hakikatine cahil kalmış ve ondan ayrılmıştır.
Bu sıfatı taşıdığı sürece dalalet ve sapıklık ismine layıktır. Ama eğer inkâr etmek, basite almak ve küçümsemekten dolayı günah işlerse kâfir olur. Yine eğer te’vil, taklid, teslim, geçmiş ata ve babalarının sözüne razı olarak din adına bid’at çıkarmakla günah işlerse, bu taktirde müşrik olur. Bir müddet sapıklıkta kalıp da açıkladığımız şeylere (küfr ve şirke) meyletmeyen kimse pek az olur.
Fasıklık: Lezzet, şehvet ve günaha aşırı meyilden dolayı işlenen her büyük günahtan ibarettir. Bu günahı yapan fasıktır. Fasıklıktan dolayı da imandan çıkmıştır.
Eğer işlediği günahı, küçümseyip basit görecek derecede günah işlemeye devam ederse, bunlardan dolayı kafir olması kaçınılmaz olur.
İmanın bozulmasına sebep olan büyük günahlar; inkâr, bidât, lezzet ve şehvet olmaksızın, taassup ve öfkeden dolayı hiç çekinmeden ısrarla işlenen günahlardır. Örneğin iftira etmek, küfretmek, öldürmek halkın malını zorla almak, insanların hakkını vermemek, şehvet ve lezzet olmaksızın yapılan diğer büyük günahlar. Yalan yere yemin etmek, faiz yemek ve lezzet için yapılmayan diğer günahlar da böyledir. Şarap, zina ve lehv (şarkı, türkü vb. şeylerle eğlenmek) de yine böyledir.
Bu fiillerin hepsi imanı bozan ve müşrik, kafir ve sapık olmaya sebep olmaksızın insanı imandan çıkaran şeylerdir. Zira bu ameller, cehaletten kaynaklanmaktadır. Ama yukarıda geçen sıfatlara yöneldiği takdirde o gruptan sayılır.
_________________
[1] - Çünkü gayıb olan bir şeyi tanımak istediklerinde onu sıfatı vasıtasıyla tanırlar, idrak vasıtasıyla değil. Zira, gayıp bir şey idrak olunmaz.
[2] - Sifat, nitelik ve mevsuf nitelenen anlamınadır.
[3]- Mesela insanı, ilk önce bütün özellikleri ile görürler, daha sonra onun ilim, olgunluk vs. sıfatlarını anlarlar.
[4]- Yusuf/90.
[5]- Neml/60.
[6]- Kısas/68.
[7]- Nisâ/31.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İnsanların Geçim Şekli Ve Malları Harcamanın Yolları Hakkındaki Sözleri

Adamın biri İmam aleyhi’s-selâm’a: "Kulların geçimini sağlamanın kapsamına giren kazanç, çalışma, muamele (ticaret) ve malları harcamanın kaç yolu vardır?” diye sordu.
İmam Sadık aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:
Halk arasında alış-veriş ve muamelenin çeşitlerini kapsamına alan ve kazanç vesilesi olan geçim yolları dört kısma ayrılır.
"Bu dört kısmın hepsi mi helal veya haramdır, yoksa bazısı helal ve bazısı da haramdır?" diye sorunca İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:
Bunlardan her birinin hem helal yönü vardır, hem de haram yönü. Bunların hepsinin isim ve özellikleri bilinen meşhur şeylerdir.
Bu dört kısmın birincisi yönetimdir yani insanların bazılarının diğerlerine olan velayetidir. (yönetme hakkıdır.)
Birincisi, yöneticinin velayetidir, sonra yüksek yönetici makamından en aşağısına kadar her birinin elinin altındakilere olan velayetleridir.
İkincisi insanların birbirleriyle yaptıkları alış-veriş ve ticarettir.
Üçüncüsü zanaatın bütün kısımlarıdır.
Dördüncüsü kira ve ücretlerdir.
Bunlardan her birinin hem helal yönleri vardır ve hem de haram yönleri. Bu muâmelelerde, Allah tarafından kulların üzerine farz kılınan şey muâmelenin helal olan yönüne girip o yönde çalışmaları ve haram olan yönünden ise kaçınmalarıdır.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Velayetin (Yöneticiliğin) Kısımlarıyla İlgili Açıklama

"Velayet iki kısımdır: Bir kısımı Allah'ın Kendilerinin velayetini (yöneticiliğini) İnsanların üzerine farz kıldığı adil yöneticilerin ve onlar tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin velayetidir. Velayetin diğer kısmı ise zalim yöneticilerin ve onlar tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin velayetidir. Velayetin helal olan kısmı, adil yöneticinin velayetidir. Allah ona, indirdiği hükme bir şey ekleyip eksiltmeyeceğini, sözünü tahrif etmeyeceğini ve buyruğundan da çıkmayacağını, emrettiğinden dolayı insanların onu tanımalarını, velayetini kabul etmelerini, velayetinde hizmet etmelerini ve onun tarafından yöneticilik makamına tayin edilen kimselerin yöneticilik makamında çalışmalarını emretmiştir.
Eğer yönetici zikrettiğimiz şekilde adaletli olursa onun adına vali olmak, onunla çalışmak, ona yardımda bulunmak ve onu des-teklemek helal ve meşru olduğu gibi onlarla muâmele yapmak da câizdir. Çünkü, adil yöneticinin ve onun tarafından tayin edilen yöneticilerin önderliğinde hak ve adalet dirildiği gibi, her (çeşit) zulüm ve fesat da yok olur. İşte bunun içindir ki, o yöneticinin hükümetini desteklemek için çalışan ve ona yardımda bulunan bir kimse, Allah'ın dinini güçlendirdiği gibi Allah'a itaatte de çaba göstermiştir.
Velayetin (yöneticiliğin) haram kısmı, zalim yöneticinin velayeti ve en yükseğinden en alt makamına kadar onun tarafından tayin edilen kimselerin velayetidir. Yönetici olarak onlar için çalışmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır, bu iş meşru değildir. Bunu yapan adam, -yaptığı iş ister az olsun ister çok- bu işinden dolayı azaba uğrayacaktır. Çünkü, onlara her çeşit yardımda bulunmak büyük bir günahtır.
Bunun sebebi ise şudur: Zalim yöneticinin yöneticiliğinde hak olan her şey ayak altına alınır ve batıl olan her şey de dirilir; zulüm, sitem ve fesat aşikar olur; ilahi kitaplar iptal edilir; peygamber ve mü’minler öldürülür; camiler yıkılır ve Allah'ın sünnet ve şeriatı değiştirilir. Bu yüzden onlarla çalışmak, onlara yardımda bulunmak ve onlarla ticaret yapmak haramdır; ama, kan ve murdarı yemek kadar bir zaruret söz konusu olursa o başka."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Ticaret Çeşitleriyle İlgili Açıklama

Alıcı ve satıcıya helal veya haram olan bütün ticarî işlemler, temel olarak şundan ibarettir: Allah'ın emrettiği gibi halkın gıda maddesi olarak kullandığı, geçimlerini sağladığı ve yemek, içmek, giymek, evlenmek, mülkiyet ve tasarruf gibi geçimde ihtiyaç duyulan veya halkın her yönden yararına olup onları koruyan şeylerin alış-verişi, elde tutulması, hibesi ve emanet verilmesi helaldır.
Alış-verişin haram olan kısmı ise şundan ibarettir: İçerisinde bozukluk olan ve yenmesi, içilmesi, kazancı, nikâhı, mülk edinilmesi, elde tutulması, hibesi ve emanet verilmesi yönünden neh-yedilen veya faiz muâmelesi gibi bir yönden batıl olan her çeşit alış-veriş, murdar, kan ve domuz etinin, karada veya havada olan yırtıcı hayvanların etinin ve derilerinin, şarap ve necis olan herhangi bir şeyin alım satımı haramdır. Çünkü, bunlarda fesat olduğu için yenilmesi, içilmesi, mülk edinilmesi, korunması ve tasarrufu nehyedilmiştir. Böylece eğlenceye, Allah’tan başkasına yönelmeye ve herhangi bir küfrün, şirkin, sapıklığın ve batılın takviye edilmesine veya bir hakkın zayıflamasına sebep olan her şeyin alış-verişi, korunması, mülkiyeti, hibesi, emaneti ve her çeşit tasarrufu, zaruret dışında haramdır.

Kira Ve İcarla İlgili Açıklama

Kira ve icar bir insanın kendi şahsını, malik olduğu malı, yetkisi dahilinde olan yakınlarını, atını veya elbisesini helal bir yolla menfaatinden yararlanılması için başkalarının emrine vermesinden ibarettir.
Kira ve icarın helal olan kısmı, insanın kendisini, evini, yerini veya malik olduğu herhangi bir malı, helal menfaatlerinden yararlanmak için başkalarının hizmetine bırakması, yöneticinin vekili veya valisi olmaksızın kendisi, evladı, kölesi veya işçisi vasıtasıyla herhangi bir işi yapmayı üstlenmesidir. İnsanın, kendisini, evladını, akrabasını, kölesini veya işçisini, ecir yapmasının sakıncası yoktur. Çünkü bunlar, insanın kendi yerine çalışan vekilleridir, yöneticinin eli altında çalışan kimseler değillerdir. Hammalın bir yükü belirli bir ücretle malum bir yere götürmesi gibi. Taşınılması câiz olan helal bir şeyi kendisi, kölesi veya hayvanı vasıtasıyla taşıması veyahut ücret karşılığında bir işi kendisi, kölesi akrabaları veya işcisi vasıtasıyla yapması câizdir. Bunlar kira ve icarın helal olan kısımlarıdır. Bunlar sultan, halk, kâfir veya mü’min olan herkes için helaldir. Bu yolla elde edilen kazancın sakıncası yoktur.
Kira ve icarın haram kısımları ise şunlardır: Yenilmesi, içilmesi ve giyilmesi haram olan bir şeyi taşımak için ücret karşılığında çalışmak veya haram olan bir şeyi yapmak, korumak, giymek veya ziyan kastıyla camiyi yıkmak veya suçsuzu öldürmek veya heykel put, saz, kaval, şarab, domuz, murdar ve kan gibi icar olmadan bile taşınması haram olan şeyleri taşımak veya icar ve kira olmadan da kendisine haram olan her hangi bozuk bir şeyi taşımak veya şer’an nehyedilen bir işde çalışmak veya yetkisinde olan bir şahsı veya ve bir şeyi bu iş için icar etmek insana haram kılınmıştır; ancak, çalıştırılan kimsenin yararına olursa o başka; örneğin, murdarın kokusundan, kendisinin veya başkasının kurtulması için onu uzak bir yere götürüp atmak ve buna benzer bir iş için birini çalıştırmanın sakıncası yoktur.
Velayet (batıl hükümetlerin yöneticisi veya işcisi olmak)la kiranın arasındaki fark, her ikisinde de ücretle çalışılmasına rağmen (birincisinin haram, diğerinin de helal olmasının sebebi) şudur: Velayette insan, yöneticiye veya o yöneticinin tayin ettiği bir kimseye hizmet eder. Hükümette ve kendisinden aşağıdakilere olan nüfuzu ve emrinin geçerliliğinden dolayı yöneticinin rolünü ifâ eder veya yöneticinin kudretini sabitleştirmek ve ona yardım etmek için çalışan vekilleri makamında oturur. Yöneticilerin en küçük ve en aşağı tabakasında olsa yine de insanları öldürmekte, zulüm ve bozgunculuğu yaymakta, insanlara hüküm süren büyük makam ve yöneticilerin yerinde oturur.
Ama kira ve icar, açıkladığımız gibi insanın, kendi şahsını veya önceden kiraya vermeyip malik olduğu herhangi bir şeyi ücret karşılığında başkasının emrine vermesidir. İnsan, başkasına ücretli olmadığı sürece kendisinin ve malik olduğu her şeyin yetkisi kendi elinde olur. Yöneticiye gelince; yönetici, halkın sorularını ve onların idareciliğini üstlenmedikçe onların herhangi bir işi hususunda yetki sahibi değildir.[1] Buna göre, kim kendisini, kölesini veya yetkisi kendi elinde olan bir kimseyi kafire, mü’mine, sultana veya normal halka açıkladığımız şekilde helal olan işlerde ecir verirse onun bütün iş ve kazancı helal ve meşrudur.

Zanaatla İlgili Açıklama

Zanaat, halkın öğrendiği veya başkalarına öğrettiği herhangi bir işten ibarettir. Örneğin: Katiplik, muhasebecilik, ticaret, kuyumculuk, saraçlık, dokumacılık, elbise temizleyiciliği, terzilik, canlı olmayan şeylere yönelik ressamlık ve halkın şahsi menfaatleri için ihtiyaç duyduğu, hayatlarını korumaları için gerekli olan ve ihtiyaçlarını gideren her çeşit aletin yapımı, bunların öğretimi ve kullanımı, ister kendisi için olsun ister başkası için, câiz ve helaldir. Gerçi bu meslek ve aletler, bazen fesat veya günah üzere, bazen de hak ve batıl yolunda kullanılır. Örneğin; zalim yöneticilerin ve onların temsilcilerinin güçlenmesi ve yardımı için bazen istifade edilen katiplik mesleği gibi. Bu tür meslekleri öğretmenin sakıncası yoktur. Bıçak, kılıç, mızrak ve yay gibi iyi ve kötü yolda kullanılan ve her iki yön için de yardımcı olan aletler de böyledir. Bunları öğrenmenin ve öğretmek için ücret almanın veya bunları, iyi olan bir yolda kullanan kimseler için yapmanın bir sakıncası yoktur. Ama, halkın bunları bozgunculuk ve başkalarına zarar verme yolunda kullanmaları caiz değildir. Bu mesleklerin tabiaten halkın yararına ve onların bekası için gerekli olduğundan dolayı bunları öğreten ve öğrenen kimseler için hiçbir suç ve günah yoktur. Suç ve günah ancak bunları bozgunculuk ve haram yolda kullanan kimselerin üzerinedir. Allah-u Teala, gitar, kaval ve satranç gibi fesat doğuran ve insanı boşuna meşgul eden her aleti, haç ve put yapmayı haram kılmıştır. Yine bunlara benzer, haram olan meşrubatın ve sırf kötülük olan diğer şeylerin yapımı haram kılınmıştır. Hayır ve iyilik yönü olmayan her şeyi öğretmek, öğrenmek, yapmak, onlar için ücret almak ve onlarla her çeşit tasarrufta bulunmak haramdır; ama helal yararı olur ama bazen günah işlerde de kullanılırsa, o başka. Kim bu gibi şeyleri hak ve iyilik dışında kullanırsa sadece o kimseye haram olur. İşte bunlar, kulların maişet yollarının beyanı ve kazanç şekillerinin açıklamasıdır.

Malları İnfak Ve Harcama Yolları

Farz veya müstehap olarak malları harcamanın helal yolları bütünüyle 24 kısma ayrılır. Bunların yedi kısmı insanın şahsî masraflarıyla ilgilidir. Beş kısmı, nafakası insanın üzerine farz olan fertlere mahsustur. Üç kısmı insanın yerine getirmesi gereken şer'î borçlardır. Beş kısmı gerekli bahşiş ve hediyelerdir. Dört kısmı da hayır yolda yapılan harcamalardır.
1- İnsan için gerekli olan şahsî masraflar şunlardır: Yiyecek, içecek, giyecek, evlenme masrafı, hizmetçi, ihtiyaç duyduğu eşyaların tamiri, nakli ve korunması için ücretlilere verilen ücretler, ev ve geçim ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli eşyalar.
2- Nafakası farz olan fertler de şunlardır: Evlat, anne, baba, hanım ve köle. Bunların nafakasını vermek, ister varlıkta olsun, ister yoklukta, insana gereklidir.
3- İnsanın yerine getirmesi gereken üç şer’î borç da şunlardır: Her yıl verilmesi farz olan zekât; (hayâtta yalnız bir defa) farz olan hac ve kendi zamanında (İslam ve küfür arasında savaş çıktığında) farz olan cihad (masrafları).
4- Müstehap olan beş kısım bağış ve ihsan da şunlardır: Kendisinden üsttekilere bağış, akrabalara bağış, mü'minlere bağış, sadaka verip ihsanda bulunmak ve köle azat etmek.
5- Hayır yolda yapılan dört harcama da şunlardır: Borcu ödemek, emaneti vermek, borç vermek ve misafiri ağırlamak. Bunların hepsi sünnette sabit olan şeylerdir.

Yenilmesi Helal Olan Şeyler

Yeryüzünde biten şu üç kısım şeyi yemek helaldir:
1- Buğday, arpa, pirinç, nohut, hububat ve susamgiller gibi yerden biten, insanın bedeni ve gücü için yararlı olan her tanenin yenmesi helaldir. İnsanın zararına olan şeylerin yenmesi de, zaruret halleri dışında haramdır.
2- İnsanın gıdası ve bedeninin yararına olan yeryüzünde yetişen bütün meyvelerin yenmesi helaldir. Zararı olan meyvelerin yenmesi ise haramdır.
3- İnsan için yararlı ve gıda maddesi olan; yeryüzünde biten bütün sebze ve nebatların yenmesi helaldir. Ama, zehirli ve öldürücü sebzelerin, defne ağacı gibi zararlı olan bütün şeylerin yenmesi haramdır.

Eti Yenen Hayvanlar

Sığır, koyun, deve, yabani hayvanların helal olanları ve azı dişi (köpek dişi) ve pençesi olmayan diğer bütün hayvanların etinin yenmesi helaldir. Kursağı olan bütün kuşların etinin yenmesi helaldir. Fakat kursağı olmayan kuşların etinin yenmesi haramdır; yine her çeşit çekirgenin yenmesi sakıncasızdır.

Yenilmesi Helal Olan Yumurtalar

İki tarafı birbiriyle eşit olmayan, bütün yumurtaların yenmesi helaldir; ama iki tarafı eşit olanları yemek haramdır.

Yenilmesi Helal Olan Deniz Hayvanları

Pullu olan her çeşit balığın yenmesi helaldir. Pullu olmayan balıkların yenmesi ise haramdır.

Helal İçecekler

Çok miktarda içildiğinde sarhoş etmeyen bütün içecekler helaldir. Ama, çok içildiğinde sarhoş eden içeceklerin azı da haramdır.

Giyilmesi Câiz Olan Elbiseler

Yeryüzünde (pamuk gibi) biten bütün nebatların (dokunarak) giyilmesi ve onlarla namaz kılınması sakıncasızdır. Eti helal olan bütün hayvanların yünü, tüyü ve kürkünden yapılan elbiseleri giymenin sakıncası yoktur. Ayrıca İslamî usullere göre kesilmiş olursa, bu tür (eti yenilen) hayvanların derisinden yapılan elbiseleri giymenin de sakıncası yoktur. İslamî usullere göre kesilmiş olan temiz hayvanların, (yani köpek ve domuz hariç eti yenilmeyen tüm hayvanların) yünlerini, kıllarını, telek ve tüylerini (elbise yapıp) giymenin ve onlarla namaz kılmanın sakıncası yoktur.[2] İnsanın yiyecek ve içecek maddesi veya giysi olarak kullandığı şeyler üzerine namaz kılmak ve onlara secde etmek caiz değildir. Meyve hariç yeryüzünde biten nebatlara, eğrilerek iplik yapılmadan önce secde etmek caizdir. Fakat eğrildikten sonra onlara secde etmek câiz değildir; bir zaruret olursa o başka.

Câiz Evlilikler

Câiz olan evlilikler dört çeşittir: Miraslı olan evlilik (kadın ve erkek için birbirinden miras alma hakkını doğuran daimi akid), mirassız evlilik (geçici akid ve mut’â), cariye ile evlilik, efendinin kendi cariyesini başkasına helal etmesiyle meydana gelen evlilik.

Helal Mülkiyetler Altı Kısımdır

Ganimet, satın alma, miras, hibe, ödünç ve kira mülkiyeti. İşte bunlar, ister farz olsun, ister müstehap insan için helal ve câiz olan şeylerdir.
_________________
[1]-Yani, kira ve icar da, insan, kiraya vereceği şey hususunda kiraya vermeden önce hak sahibidir. Ama, yöneticilikte ise, bu mevkie atanmadan önce halk üzerinde her hangi bir hakkı söz konusu değildir.
[2]-Bu hususta, nakledilen diğer hadisleri de nazara alan ulemadan bazılarının fetvası bu konuda farklıdır. Bu gibi içtihadi konularda, mükellefin şartları haiz olan bir taklit mercii müçtehide başvurması gerekir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Ganimet Ve Humusun Farz Hükümleri Hakkındaki Mektubu[1]

Mektubunun muhtevasını anladım. Allah'ın rızasının nerede olduğunu (humus ve ganimetlerin nerede harcanacağını), "zilkurba"nın (peygamberin yakınlarının) payının nasıl esirgenip verilmediğini ve meselenin tümünün izahını öğrenmek istemişsin. Öyleyse can kulağıyla dinle ve akıl gözüyle bak; daha sonra kendin bu konu hakkında insafla hükmet. Çünkü; bu iş, emir ve yasağını bildiren Rabbinin katında senin için sağlam bir yoldur. Allah bizi ve seni muvaffak eylesin. Şunu iyi bil ki, hiç bir şey Rabbim ve Rabbin olan Allah'tan gizli değildir. Rabbin kesinlikle hiç bir şeyi unutmaz. Kitapta hiç bir şeyi noksan bırakmamıştır; her şeyi tamamıyla açıklamıştır. Allah-u Teala'nın (Kur'an'da), mallarını almak konusundaki açıklaması, onların taksimi hakkındaki açıklamasından daha açık ve sarih değildir. Çünkü Allah-u Teala, Kur'ân'ın hiçbir yerinde, harcama yollarını beyan etmeden herhangi bir mal vermeyi farz kılmamış ve bu ikisini birbirinden de ayırmamıştır...
Bazı mallar değişmeyen paylar olarak belirlenmiştir, bunlar sabittir ve değişmezler; oysa bazıları bazı isim ve ünvanlara mahsus kılınmıştır. Söz konusu özelliğin yok olmasıyla tahsis edilen pay da yok olur. Örneğin yaşlılık nedeniyle (oruç gibi) bazı hükümler kalkar, fakirin zengin olması ve yolda kalmış olanın vatanına ulaşmasıyla bunların payları yok olur. Hac konusundaki tüm te'kitlere ve onu terkedene yönelik azap vaadine rağmen yol yönünden bir engelle karşılaşan kimse, engel giderilinceye kadar bu farzdan dolayı sorumlu tutulmaz.
Allah-u Teala, harcanma yollarını beyan ettiği şeylerin ilki olan zekât hakkında şöyle buyurmuştur. "Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmışlar içindir."[2] Allah, zekâtın harcanması gereken yerleri Peygamber'ine bildirdi ve bu sekiz yerden başka bir yerde harcanamayacağını açıkladı. Peygamber onu bu yerlerin herhangi birinde, uygun gördüğü şekilde harcayabilir. Allah-u Teala, Peygamber ve yakınlarını, sadaka ve malın kiri olan zekatı almaktan menetmiştir. İşte bunlar zekatın harcanması ve kullanılması gereken yerleridir.
Savaş ganimetlerine gelince; Resulullah "Bedir" savaşında şöyle buyurdu: "Kim bir düşmanı öldürürse onun için bu kadar ödül vardır ve kim bir esir alırsa, onun için de düşmanın ganimetlerinden şu kadar pay vardır. Çünkü; Allah-u Teala bana fetih vereceğini ve düşman ordusuna galip geleceğimi vaat etmiştir.
Allah, müşrikleri yenilgiye uğrattığında ve ganimetler top-latıldığında Ensardan bir kişi ayağa kalkıp: "Ey Resulallah, bize müşriklere karşı savaşmayı emrettiniz, bizi bu işe teşvik ettiniz ve "Kim bir düşmanı öldürür veya onlardan birisini esir alırsa ona, düşmanın ganimetlerinden şu kadar ödül vardır" diye söz verdiniz. Ben onlardan iki kişi öldürdüm. Buna şahidim de vardır. Onlardan birini de esir aldım. Ey Resulallah, öyleyse verdiğiniz sözü, yerine getirin." dedikten sonra oturdu.
Daha sonra, Sa'd ibn-i Ubade ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ey Resulallah, bizi düşmanları öldürmekten ve onları esir almaktan alıkoyan şey, ne düşmandan korkmak oldu, ne de ahiret sevabına ve dünya ganimetine ilgi göstermemek. Fakat biz, senden uzaklaşmamızla müşriklerin size saldırmasından ve yalnız görüp de bir zarar vermelerinden korktuk; eğer bunların talep ettiği şeyi verirseniz o zaman diğer Müslümanların eli boş geri dönmesi gerekecek." Sa'd bunları dedikten sonra oturdu.
Yine Ensardan olan o adam ayağa kalktı ve önceki sözünü tekrarladı ve oturdu. Böylece her ikisi sözlerini üç defa tekrarladı. Fakat Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih yüzünü onlardan çevirdi.
Bu esnada Allah-u Teala şu ayeti indirdi: "Sana savaş ganimetlerini (enfal) savaşlarını sorarlar..."[3] Enfal, o gün müslümanların ellerine geçen bütün mallara verilen kapsamlı bir addır, (fey ismiyle zikrolan) şu ayette olduğu gibi: "Allah'ın, onların (Beni Nazir yahudilerinin) mallarından peygamberine verdiği fey'e gelince..."[4] Yine (ganimet ismiyle zikrolan) şu ayet gibi: "Bilin ki ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin..." [5] Daha sonra (Enfalla ilgili olan ilk ayette) şöyle buyurmuştur: "De ki: Enfal Allah'ın ve Resulünündür." [6] Allah-u Teala, bu ayetle ganimetleri İslam ordusunun yetkisinden çıkardı. Allah'a ve Resulüne mahsus kıldı. Daha sonra şöyle buyurdu:
"Öyleyse eğer mü'minlerseniz Allah'tan sakının, aranızı düzel-tin, Allah'a ve Resulüne itaat edin."[7]
Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih Medine'ye döndüğünde de Allah-u Teala şu ayeti indirdi:
"Bilin ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri, muhakkak Allah'ın Resulünün, yakınlarının, yetimlerin, yoksul-ların ve yolda kalmışlarındır. Allah'a ve hak ile batılın birbirin-den ayrıldığı ve iki ordunun karşı karşıya geldiği günde kulu-muza indirdiğimize iman ediyorsanız (ganimeti böyle pay-laşın)."[8]
"Allah'ındır" diye buyurduğu söz, aynen insanların dediği şu söze benzer: "Bu Allah'ın ve senindir." O maldan Allah için özel bir pay ayrılmaz. Bu yüzden Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih aldığı ganimeti beş kısma böldü: Allah'ın payını, onunla Allah'ın ismini diriltmesi (yüceltmesi) ve kendisinden sonra da bu payın varislerine intikal etmesi için kendisi aldı; bir payı Abdulmuttalib'den olan akrabaları için; bir payı da Müslüman yetimler için; bir payı da yoksullar için bir kenara ayırdı. Geri kalan diğer payı da, ticaretten başka bir gayeyle sefere çıkan ve yolda kalan Müslümanlar için ayırdı. İşte bunlar Bedir savaşı ve kılıçla ele geçirilen ganimetlerin bölünmesi ile ilgili olaylardı.
At ve deve koşturmadan (yani savaşmaksızın düşmanın teslim olmasıyla) alınan ganimetlere gelince; mesela şöyledir: Muhacirler (Mekke'den) Medine'ye geldiklerinde Ensar (Medineli Müslümanlar) ev ve mallarının yarısını onlara bıraktı. Muhacirler o gün yüz kişiye yakın bir cemaatı oluşturuyorlardı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih (Medine'nin çevresindeki) "Benî Kurayza ve Benî Nazir" Yahudilerini mağlup edip mallarını ele geçirdiklerinde şöyle buyurdu: "Eğer muhacirleri kendi ev ve mallarınızdan uzaklaştırmak istiyorsanız, bu malları (sadece) onların arasında taksim edeyim? Ama eğer mal ve evlerinizi (eskisi gibi yine) onların elinde bırakmak istiyorsanız bu malları onlarla sizin aranızda taksim edeyim?"
Ensar, Resulullah’a şöyle cevap verdiler: "Bu malları onlar için taksim ediniz ve hem de bırakınız onlar ev ve mallarımızda bizimle ortak olsunlar." Bu esnada Allah-u Teala şu ayeti nazil etti:
"Onlardan (yani Beni Kurayza ve Benî Nazir Yahudilerinden) Allah'ın peygamberine verdiği fey'e gelince, ki siz buna karşı (bunu elde etmek için) ne deve sürdünüz, ne de at." (Çünkü bu iki grup at ve deve sürmeye gerek duyulmayacak kadar, Medine'ye yakındı.) "Bu mallar yurtlarından hicret eden yoksullara aittir; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürü-lüp çıkarılmışlardır. İşte bunlardır sadıkların tâ kendileri."[9]
Allah-u Teala bu ganimetleri Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'le birlikte Medine'ye gelen sadık Kureyşli muhacirlere tahsis etti. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'le birlikte yurtlarından hicret eden (Kureyşli olmayan) diğer Arap muhacirlerini ise: "Mal ve yurt-larından sürülüp çıkarılanlar" diye buyurarak istisna etti. Çünkü Kureyş, hicret eden kimselerin mal ve yerlerine el koyuyordu. Ama diğer Arap kabileleri, hicret eden kimseler için aynı şeyi yapmıyorlardı.
Sonra Allah-u Teala, kendilerine humus verilen muhacirleri övmüş ve gerçek imanlarından dolayı da: "Onlar doğru söyleyenlerdir" yani yalan söyleyenler değillerdir, diyerek de onları nifaktan beri kılmıştır.
Daha sonra Ensarı da överek onların Muhacirlere karşı sergi-lediği tavır ve muhabbetlerini, onları kendilerinden öne geçir-melerini ve Muhacirlere verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir rahatsızlık) duymadıklarını hatırlatarak şöyle buyurmuştur: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırla-yıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, yurtlarına hicret eden-leri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunursa, işte onlar felah (kurtuluş) bulanlardır."[10]
Sonradan Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'e iman eden bazı kişiler de vardı ki, Müslümanlar daha önce onları korkutup mallarını ellerinden almışlardı. İşte bu yüzden kalpleri Müslümanlara karşı kinle doluydu, Müslümanlıkları güzel olduğunda (imanları güçlendiğinde), müşrik iken işledikleri günahlardan dolayı Allah’dan kendileri için mağfiret dilediler. Kendilerinden önce iman eden kimselere karşı kalplerinde olan kinin giderilmesini ve kalplerindeki düğümlerin çözülmesini dileyerek onların kardeşleri oldular. Allah-u Teala, bu grubu da özel olarak övüp şöyle buyurmuştur:
"Bir de onlardan (muhacir ve ensardan) sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde, iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen çok şefkatlisin ve çok esirgeyicisin."[11]
Daha sonra Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih (bu ganimetten) Kureyş muhacirlerinin hepsine, ihtiyaçlarını giderecek miktarda bağışta bulundu. Çünkü, bu mallar humus hükmüne girmediğinden eşit olarak taksim edilmesi gerekiyordu. Ensardan olan Sehl ibni Huneyf ve Simak ibn-i Haraşe (Ebu Dücane) hariç, Kureyş muhacirlerinden başka kimseye bir şey vermedi; bunlar da çok yoksul olduklarından dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih kendi payından onlara bağışta bulundu.
Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih, at ve deve sürülmeden ele geçirilen Benî Kurayza ve Benî Nazir'in mallarından yedi bahçeyi de kendisine ayırdı. Çünkü Fedek topraklarına ne at sürülmüştü, ne de deve (savaşmaksızın ele geçirmişlerdi).
Hayber'e gelince; Hayber Medine’ye üç günlük mesafede olan bir yerin ismidir. Orası Yahudilerindi, at ve deve sürülüp savaş olduğundan dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih oradaki malları, aynen Bedir ganimetleri gibi (humus hükmüyle) taksim etti. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Allah'ın, o (fethedilen) köylerin mallarından Peygamber'ine verdiği fey’ Allah'a, Peygamber'e ve yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mal ve servetler) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet (sermaye) olmasın. Peygamber size ne verirse, artık onu alın ve sizi neden sakındırırsa, artık ondan da sakının."[12] Allah-u Teala'nın at ve deve sürülerek (savaş yapılarak) Peygamber'ine bıraktığı malların harcanma yol ve şekilleri, işte bundan ibaret idi.
Ali ibn-i Ebi Talib aleyhi's-selâm, bu konuda şöyle buyur-muştur:
"Biz daima, evveli talim ve sonu Peygamber'e muhalefet etmekten sakındırmak olan bu ayet gereğince, Şuş ve Cundişapur şehirlerinin humusu Ömer'in eline ulaşana dek (humusdan) kendi payımızı alıyorduk. O humus Ömer'e geldiğinde ben, Abbas ve diğer Müslümanlar onun yanındaydık.
Ömer bize şöyle dedi:
"Humustan daima mal geldi, siz de onu aldınız, artık bugün ihtiyacınız yoktur (ama) Müslümanlar fakirlik ve yoksulluk içeri-sindedirler. Öyleyse, Müslümanlara ulaşan ilk ganimetle hakkınızı edâ edinceye kadar kendi payınızı bize borç verin."
Ben meseleyi kurcalamadım. Çünkü bu konuda ısrar etseydim, bundan daha büyük olan bir cevabı, yani Peygamber'imizin salla’llâhu aleyhi ve alih mirası hakkında ısrar ettiğimizde bize verdiği cevabın aynısını humus hakkında da bize vermesi mümkündü (orada mirası inkâr ettiği gibi burada da humus hükmünü temelden inkâr edecekti). Ama Abbas, ona şöyle dedi:
"Ey Ömer, hakkımızı ihlâl etme. Çünkü, Allah bunu bizim için miras hükmünden daha açık bir şekilde ispat etmiştir."
Ömer de cevaben şöyle dedi:
“Siz Müslümanlara yardım etmeye herkesten daha layıksınız.” Ömer (Abbas'ı susturmak için) beni vasıta kıldı ve böylece humusa el koydu. Allah'a andolsun ki, Ömer ölene kadar, hakkımızı ödeyebilecek bir mal ona gelmedi ve artık biz ondan sonra humus yüzü görmedik."
Daha sonra Ali aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Allah-u Teala sadakayı (zekatı) Peygamber'e haram kıldı, karşılığında ise humusdan ona bir pay ayırdı. Zekatı yalnız Ehl-i Beyt'ine haram kıldı, kavimlerine değil.
Allah-u Teala Ehl-i Beyt'ten, küçük, büyük, erkek, kadın, yoksul, hazır olan ve olmayan herkes için (humusdan) bir pay ayırdı. Onlar Peygamber'in ebedi akrabaları olduğundan dolayı bu humusu onlara tahsis etti. Allah'a hamd olsun ki, Peygamber’i bizden ve bizi de ondan kıldı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih humusu, bizden, bizim antlaştığımız kimselerden ve dostlarımızdan başka bir kimseye vermemiştir. Çünkü onlar (dostlarımız) da bizdendir. Resulullah da kendi hakkından, kendisiyle aralarında özel ilişkiler bulunan bazı insanlara, aralarındaki bağı güçlendirmek için bağışta bulunuyordu.
Allah-u Teala'nın izah ettiği bu dört çeşit "enfal"ı harcama yollarını ve bunların harcanması ile ilgili emirlerini yeterli bir beyan ve açık bir delille, ayrıntılarıyla sana bildirdim. Bu söylediğim şeyler vahy-i münzelde (Kur'an'da) bildirilmiş ve mürsel Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih de onunla amel etmiştir. Öyleyse; kim Allah'ın kelamını duyup kavradıktan sonra onu tahrif eder veya değiştirirse günahı ancak kendi üzerine olur. Allah da, o hususta onu delil ve hüccetlerle yenen düşmanı olur.
Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerine olsun.
_________________
[1] - Bu mektup humus, ganimet, diğer mallar ve bunların masrafları hakkında sorulan soruya verilen cevaptır. Bu konu Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilaflı olan meselelerdendir.
[2] - Tevbe / 60.
[3] - Enfal / 1.
[4] - Haşr / 6 - 7.
[5] - Enfal / 41.
[6] - Enfal / 1.
[7] - Enfal / 1.
[8] - Enfal / 41.
[9] - Haşr / 6 - 8.
[10] - Haşr / 9.
[11] - Haşr / 10.
[12] - Haşr / 7.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Sadık (a.s)'ın Kendisini Rızık Talep Etmekten Menetmek Maksadıyla Yanına Gelen Sofularla Konuşması

Süfyan-i Sevri, İmam Sadık aleyhi's-selâm'ın huzuruna gelip İmam'ın yumurta beyazı(nı andıran) elbiselerini görünce: "Bunlar size yakışır elbise değildir" dedi.
İmam aleyhi's-selâm ona cevaben şöyle buyurdu:
Sözümü iyice dinle ve anlamaya çalış, tâ ki öldüğünde sünnet ve hak üzere ölmüş olasın, bid’at üzere ölmeyesin. Bu senin dünya ve ahiretin için daha hayırlıdır. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih kurak ve sıkıntılı bir dönemde yaşıyordu. Ama dünya nimetleri bollaşınca, o nimetlere daha lâyık olan iyilerdir, kötüler değil; mü'minlerdir, münafıklar değil; Müslümanlardır, kâfirler değil. Ey Sevri, neyi hoş görmedin, neye itirazın var? Allah'a andolsun ki, bütün bu gördüklerine rağmen iyiyle kötüyü tanıdığım günden beri hiç bir sabah veya akşam geçmemiştir ki Allah'ın, malımda bir hakkı olsun veya onu belli bir yerde harcamamı emretsin de ben onu o yerde harcamamış olayım.
(Süfyan-i Sevri bu cevapla yetinip gitti ama) Başka bir gün zahitlik postuna bürünen ve halkı da kendileri gibi sofuluğa davet eden bir grup insan, İmam’ın huzuruna gelerek şöyle dediler:
"Arkadaşımız delilini bilmediğinden dolayı sizinle tartışmaktan aciz kalmıştır."
İmam aleyhi's-selâm onlara: "Sizin deliliniz varsa söyleyin" diye buyurdu.
Onlar: "Bizim delilimiz Allah'ın kitabındandır" dediler.
İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki: "Öyleyse onu beyan edin. Çünkü Kur'an, tabi olunmaya ve onunla amel edilmeye her şeyden daha layıktır."
Onlar dediler ki: "Allah-u Teala, Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in ashabından olan bir grup insanın vasfında şöyle buyuruyor: "Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler. Kim, nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunursa işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır."[1] Bu ayette Allah-u Teala onların amelini övmüştür. Diğer bir ayette de şöyle buyuruyor: "Kendileri, ona karşı duydukları sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler."[2] Biz bu iki ayetle yetiniyoruz."
Yine onlardan biri şöyle dedi: "Biz sizin lezzetli yemeklerden kaçındığınızı görmedik, bununla birlikte halkın mallarından faydalanmanız için onlara kendi mallarından el çekmelerini emrediyorsunuz."
İmam Sadık aleyhi's-selâm ona cevap olarak şöyle buyurdu:
"Bu boş sözleri bırakın! Ey cemaat, söyleyin bakalım, Kur'an'ın nasih ve mensuhu, muhkem ve müteşabihi hakkında bir bilginiz var mı? Bu hususta niceleri yoldan sapmış ve helak olmuştur.”
Onlar: "Bazısını biliyoruz, hepsini değil." dediler.
İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki:
"Sizin yanlışlığınız işte burdadır. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in hadisleri de böyledir (onların da nasih ve mensuhu, muhkem ve müteşabihi vardır).
Başkalarını kendisine tercih etmenin fazileti hakkında okuduğunuz ayetlere gelince; bu amel asr-ı saadet'te mübah ve câiz idi, ondan nehyedilmemişti; o amele karşı sevapları da vardı. Ama Allah-u Teala (sonraları) bunun aksine bir emir verdi ve onların önceki amelini neshetti. Allah-u Teala, mü'minlerin haline acıdığından, onların kendilerine ve ailelerine bir zarar vermemeleri için bu ameli yasaklamıştır. Çünkü bazen ailede, açlığa tahammül edemeyecek güçsüz kişiler, küçük çocuklar, yaşlı erkek ve kadınlar vardır. Bu durumda eğer benim, bir ekmeğim olur ve onu da sadaka verirsem, bunlar açlıktan telef ve helak olurlar. İşte bundan dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur: "Eğer bir insan malik olduğu beş hurma, beş ekmek, beş dinar veya beş dirhemini infak etmek istiyorsa, önce anne babaya infak etmesi daha hayırlıdır; sonra kendisine ve ailesine, sonra yakınlarına ve mü'min dostlarına, sonra fakir komşularına ve daha sonra Allah yolunda harcamalıdır. Bu sonuncu kısmın sevabıysa hepsinden daha azdır."
Yine Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih, bütün serveti beş veya altı köle olan ve küçük çocukları olmasına rağmen öldüğünde bunların hepsini azad eden ensardan biri hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer onun yaptığı bu işi önceden bana bildirmiş olsaydınız, onu Müslümanların mezarlığında defnetmenize izin vermezdim. Çünkü, (bu hareketiyle) geride bıraktığı küçük çocuklarının halka muhtaç olmasına sebep olmuştur."
Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular: "Babam, Peygamberin salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurduğunu haber verdi: "Nafakasını verdiğin kimseyle (ailen ile) başlayarak yakına, daha sonraki yakına ve böylece yakınlığı nisbetince diğerlerine öncelik tanı."
Bu konuda sözünüzü reddedecek ve sizi böyle bir tutumdan sakındıracak kesin bir ayet vardır. Allah-u Teala buyuruyor ki: "Rahman Allah'ın kulları, öylesine kullardır ki harcadıkları zaman ne israf ederler ve ne de kısarlar (harcamaları), ikisinin arasında orta bir yol olur."[3] Sizin davet ettiğiniz ameli ve israfı, Allah-u Teala’nın kınadığını görmüyor musunuz? Kur'ân'ın diğer birkaç ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki Allah, israf edenleri sevmez."[4] Allah insanları israf ve kısmaktan sakındırıp onlara, bu ikisinin arasında orta bir yol izlemeyi emretmiştir. İnsan, yanında bulunan her şeyi sadaka vermemelidir, verdiği takdirde Allah’tan rızık istediğinde duâsı kabul olmaz. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'den şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Ümmetimden birkaç grubun duası kabul olmaz:
a) Anne babasına beddua eden kimsenin.
b) (Borç verirken) şahid tutmadığı halde borcunu ödemeyen borçluya beddua eden kimsenin.
c) Allah'ın, boşama yetkisi verdiği halde hanımına beddua eden şahsın.
ç) Evinde oturup "Yâ Rabbi bana rızık ver" deyip rızık peşine gitmeyen adamın. Allah böyle bir adama şöyle der: "Ey kulum, ailene yük olmaman, salim bedenle rızık elde etmen ve yeryüzünde, yolculuk yapman için imkan sağlamadım mı? Rızık peşine gittiğin zaman, istediğimde rızık veririm, istemediğimde ise kısıp vermem; fakat sen o zaman huzurumda mazur olursun.
d) Allah'ın verdiği çok malı infak edip sonra Allah'a yönelip: "Yâ Rabbi bana rızık ver" diyen kimsenin. Allah böyle bir kimseye şöyle hitap eder: "Sana bol rızık vermedim mi? Neden emrettiğim şekilde iktisatlı davranmadın ve neden yasakladığım israftan kaçınmadın?
e) Akrabası hakkında beddua eden kimsenin.
Yine Allah-u Teala Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'e nasıl infak edeceğini öğretti. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in yanında bir uvkiye[5] altın vardı. Onu gece yanında bulundurmaktan hoşlanmadığı için hepsini sadaka verdi ve geceyi yanında bir şey bulundurmaksızın sabahladı. Bu arada bir dilenci gelip bir şey is-tedi. Resulullah'ın yanında ona verecek bir şey bulunmadığından dilenci Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'i kınadı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şefkatli ve merhametli birisi olduğundan (ona bir şey veremediğinden) dolayı üzüldü. Allah-u Teala şu ayetle Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'i tedib etti: "Elini boynuna bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalırsın." [6] Yani seni mazur görmezler ve yanında bulunan her şeyi bağışladığında da mal yönünden zarar görürsün. İşte bu Kur'an'ın te’yid ve tasdik ettiği Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'in hadisleridir; Kur'an'ı da onun ehli, yani mü'minler tasdik eder.
(Daha sonra İmam Cafer Sadık aleyhi's-selâm onların saygı duyduğu Ebu Bekr'in tutumunu kanıt getirdi, takva ve zühd ile meşhur olan Selman ve Ebuzer'in siyerini beyan etti):
Ebu Bekir öldüğünde ona, "Vasiyet et" dediklerinde şöyle dedi: "Malımın beşte birini (Allah yolunda harcamalarını) vasiyet ediyorum; beşte biri de çoktur (az değil). Çünkü Allah-u Teala da beşte birine razı olmuştur." Böylece Ebu Bekir malının beşte birini vasiyet etti. Halbuki Allah-u Teala, malının üçte birini onun yetkisine bırakmıştı; üçte birini vasiyet etmenin kendisi için hayırlı olduğunu bilseydi, onu vasiyet ederdi.
Daha sonra fazilet ve zahidlikle tanınmış olan Selman (raziyellahu anhu) ve Ebuzer (raziyellahu anhu)'e gelince:
Selman(raziyellahu anhu) Beyt-ul maldan payını aldığında yıllık azığını götürüp depoluyordu. Selman'a: "Ey Selman, sen bu zahidliğinle bugün veya yarın öleceğini bilmediğin halde, yıllık masrafını temin etmeyi nasıl düşünebiliyorsun?" dediklerinde Selman şöyle dedi: "Siz neden ölümümden endişe ettiğiniz kadar hayâtıma ümid etmiyorsunuz? Ey cahiller! Yoksa siz insan nefsinin, geçimi temin edilmediğinde perişan ve bitkin düşüp sahibine uymadığını, temin edildiğinde de mutmain olduğunu ve böylece sükunet bulduğunu bilmiyor musunuz?"
Ebuzer (raziyellahu anhu)'e gelince, onun da sütünden yararlandığı iki devesi ve iki koyunu vardı; ve bazen de ailesi et istediğinde veya bir misafir geldiğinde veyahut su kuyusunun yanı başında onunla yaşayan muhtaç göçebeler için bir deve veya bir koyun kesip etini onların arasında taksim ediyordu; onlardan birisinin payı miktarınca bir pay da kendisi için alıyordu, fazla değil. Bunlardan daha zahid olan kim var? Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'in onların hakkındaki buyurduğu onca sözlerine rağmen işleri hiç bir şeye sahip olmayacak dereceye varmadı. Ama siz, insanları bütün varlıklarından geçmeye, başkalarını kendilerine ve ailelerine tercih etmeye davet ediyorsunuz.
Ey cemaat, biliniz ki ben, babamın babalarından şöyle rivayet ettiğini duydum: Bir gün Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurdu:
"Ben, mü'mine şaşırdığım kadar hiç bir şeye şaşırmadım. Mü'minin bedeni dünyada makasla doğransa onun hayrınadır; dünyanın doğu ve batısına malik olsa yine onun hayrınadır. Allah-u Teala'nın ona yaptığı her şey onun hayrınadır."
Keşke bugün izah ettiğim şeyin sizi etkilediğini bir bilseydim; yine ilave edeyim mi? Allah-u Teala'nın, işin evvelinde her mü'minin on müşrik karşısında savaşmasını farz kıldığını ve onlardan kaçmaya hakları olmadığını bilmiyor musunuz? O gün kim müşriklere sırt çevirseydi yerini ateşle hazırlamış olurdu. Daha sonra Allah-u Teala, onlara acıyarak önceki emrini değiştirdi ve her mü'minin iki müşrik karşısında savaşmasını farz kılarak işi hafif-letti ve böylece önceki hükmü neshetmiş oldu.
Söyleyin bakalım; eğer bir adam, ben zahidim hiç bir şeyim yoktur, diyerek eşinin nafakasını vermez de hakimler onu, eşinin nafakasını ödemeye mecbur ederlerse, hakimlerin bu hükmü, o adama zulüm mü sayılır? Eğer, "Bu adaletsiz bir hükümdür" derseniz, İslam ehline zulüm etmiş olursunuz. Yok eğer, "adaletli bir hükümdür" diyecek olursanız, o zaman da kendinizi mahkum etmiş olursunuz. Yine eğer birisi ölüm anında malının üçte birinden fazlasını fakir ve yoksullara verilmesini vasiyet ederse ve hakimler üçte birinden fazlasını kabul etmeyip varislere iade ederlerse, onlar bu hükümle zulüm mü etmiş olurlar? Yine eğer, bütün insanlar sizin dediğiniz şekilde zahid olup da başkalarının malından bir şey almazlarsa, o zaman yemin ve adak keffareti, deve, koyun, sığır, altın, gümüş, hurma, kuru üzüm ve zekâtı gerektiren diğer şeylerin zekâtı kime verilir? Eğer mesele sizin dediğiniz gibi olsaydı, o zaman hiçbir kimsenin dünya malından bir şey alması doğru olmazdı; kendisi muhtaç olsa bile o malı başkalarına vermesi gerekirdi. Gittiğiniz yolu insanlara kabul ettirmeye çalışmanız, Allah'ın kitabına, Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in sünnetine ve Kur'ân'ın te'yid ettiği hadislere cahil olmanız veya o hadisleri cehaletinizle reddetmeniz ve Kur'an'ın nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, emir ve nehiy ayetlerinin tefsirindeki dakik nükteler hususunda düşünmemeniz ne de kötüdür!
Söyleyin bakalım; Davud oğlu Süleyman aleyhi's-selâm nasıl bir insandı? Hazret-i Süleyman Allah-u Teala'dan, kendisinden sonra hiçbir kimseye verilmeyecek bir sultanlık istedi. Allah-u Teala da, duasını kabul etti ve istediği şeyi ona bağışladı. Hazret-i Süleyman aleyhi's-selâm, hakkı söyleyen ve hak ile amel eden bir peygamberdi. Sonra Allah'ın ve mü'minlerin onu bu isteğinden dolayı kınadıklarını da görmüyoruz.
Hazret-i Süleyman'dan önce de Hazret-i Davud aleyhi's-selâm’ın onun gibi bir mülk ve kudreti vardı.
Diğer bir örnek de Hazret-i Yusuf aleyhi's-selâm’dır. O Mısır hükümdarına şöyle dedi:
"Beni bu yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde bir (yönetici) kıl. Çünkü ben (bunları) iyi bir koruyucuyum; (yönetim işlerini de) bilenim."[7]
Mısır'dan Yemen'e kadar olan yerlerin hakimiyeti Hazret-i Yusuf'un elinde idi. Bu bölgenin insanları, kıtlığa uğradıklarından dolayı azıklarını, Hazret-i Yusuf'dan te'min ediyorlardı. Yusuf aleyhi's-selâm da hak söyleyen ve hak ile amel eden bir peygamberdi. Hiç bir kimsenin bu işinden dolayı ona itirazda bulunduğunu görmedik.
Nitekim, Zulkarneyn de Allah'ı seven ve Allah'ın da kendisini sevdiği bir kul idi. Allah, sebep ve vesileleri onun emrine bıraktı ve onu yeryüzünün doğu ve batısına hakim kıldı. O da hak söyleyen ve hakla amel eden birisiydi. Daha sonra hiçbir kimsenin bu amele karşı onu ayıpladığını görmedik.
Ey cemaat, Allah'ın, mü'minlere olan âdâbıyla edeplenin, emir ve nehyi ile yetinin; sizin için müphem olan (bilinmeyen) ve hakkında bir şey bilmediğiniz şeyleri terkedin. Mükafata erişmeniz ve Allah katında mazur olmanız için ilmi ehline bırakın. Kur'ân'ın nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini, helal ve haramını öğrenmeniz için ilim talep edin. Çünkü, bu amel sizi Allah'a daha çok yaklaştırdığı gibi cehaletten de bir o kadar uzaklaştırır. Cehaleti de ehline bırakın. Çünkü cehalet ehli olanlar çoktur; ilim ehli olanlar ise azdır. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır."[8]
_________________
[1] - Haşr / 9.
[2] - İnsan / 8.
[3] - Furkan / 67.
[4] - En'âm / 141.
[5] - Yedi miskal civarında bir ağırlık ölçüsü, her uvkiye 40 dirhemdir.
[6] - İsrâ / 29.
[7] - Yusuf / 55.
[8] Yusuf / 76.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İnsanın Yaratılışı Ve Vücudunun Terkibi Hakkındaki Sözleri

İnsan dört tabiat, dört sütun ve dört rükün ile kendisini tanımalıdır.
Tabiatlar: Kan, safra, hava ve balgamdan ibarettir.
Sütunlar: Akıl ve akıldan kaynaklanan kavrama ve ezberleme kabiliyetidir.
Rükünler: Nur, ısı, ruh ve sudur. İnsanın şekli onun tiynetidir (tabiatıdır). İnsan nur ile görür, ısıyla yiyip-içer, ruh ile hareket eder ve cinsel münasebette bulunur. Su (ve rutubet) ile de tadılacak şeylerin ve yemeğin tadını alır. İşte bunlar insan şeklinin yapısıdır.
Eğer insanın aklı nurla desteklenir, teyit olunursa o zaman insan alim, hafız, zeki, uyanık ve anlayışlı olur. İhlas, tevhid ve itaatte bulunmakla da nerede olduğunu, nimetlerin nereden kendisine ulaştığını, niçin dünyaya geldiğini ve nereye gideceğini anlayacaktır.
Kan insanın vücudunda bazen soğuk, bazen de sıcak olarak dolaşır. Kan sıcak olduğunda (insan sıcak tabiatlı olduğunda) insan sarhoş, azgın, neşeli, katil, hırsız, sevinçli, zinakâr ve kibirli olur. Kan soğuk olduğunda da gamlı, üzüntülü, boynu bükük, zayıf ve unutkan olur. Bunlar hastalığa sebep olan etkenlerdir. Bunlar ilk olarak uygun olmayan bir saatte elverişsiz bir şeyi yiyip içmekle vücuda gelir ve böylece elemli hastalıklara sebep olur.
İmam Sadık aleyhi's-selâm daha sonra şöyle buyurdu:
İnsanın vücut yapısı şöyledir: İnsan, ısıyla yiyip - içer, ısıyla çalışır, rüzgarla (hava yardımıyla) işitir, rüzgarla koklar, suyla yiyecek ve içecekleri tadar, ruhla hareket eder. Eğer mide ısısı olmasaydı yiyecek ve içecekler bedende hazm olmazdı. Hava olmasaydı midenin ısısı artmadığı gibi dışkısı da dışarı çıkmazdı. Ruh olmasaydı geliş-gidiş (hareket) olmazdı. Suyun soğukluğu olmasaydı, midenin ısısı insanı yakardı. Işık olmasaydı, insan görüp anlayamazdı.
İnsanın şekli balçıktandır. İnsanın bedenindeki kemik, yeryüzündeki ağaca benzer; tüy ota, sinir (damarları) ağaç üzerindeki kabuğa ve kan, yeryüzündeki suya benzer. Susuz yerin kıvamı olmadığı gibi kansız bedenin de kıvamı olmaz. Beyin de kanın yağı ve kaymağıdır.
Yine insanın yaratılışında dünya ve ahiret unsurları birleşmiştir. Allah-u Teala bu iki unsuru terkip ettiğinde insanın yaşama yeri ister istemez yeryüzü oluvermiş ve böylece semavî bir unsur olmaktan çıkıp yere inivermiştir. Allah-u Teala bu iki unsuru birbirinden ayırdığında, yani ecel geldiğinde ahiret unsuru tekrar göğe dönecektir. Öyleyse hayât yerde, ölüm ise göktedir (yani ölene kadar yeryüzünde, öldükten sonra da gökte yaşayacaktır). Çünkü, ruh ile bedenin arasına ayrılık girerek, ruh ve nur, önceki ilk kudretlerine dönecek ve beden de dünya unsurundan olduğu için yeryüzünde bırakılacaktır.
Bedenin bozulmasının sebebi de şudur: Rüzgar (hava), bedenin suyunu emip balçığı kurutur; balçık da ufalanıp çürür ve bunların hepsi ilk hakikatlerine (şekillerine) dönerler. Ruhun hareketi nefisledir; nefsin hareketi ise rüzgarladır (havayladır). Mü'minin nefsi akılla teyit olan bir nurdur. Kâfirin nefsi ise, muziplikten kaynaklanan bir ateştir. Kâfir kendi ateşinin şeklinde (cinsinden)dir. Mü'min de kendi nurunun şeklindedir. Allah tarafından olan ölüm, mü'min için rahmet, kâfir için ise azaptır.
Allah-u Teala'nın, iki çeşit cezası vardır: Biri ruhtan, diğeri ise insanların birbirine musallat olmasından kaynaklanır. Ruhtan kaynaklanan, hastalık ve fakirliktir. İnsanların birbirine musallat olmasından kaynaklanan ise, beladır.
Nitekim, Allah-u Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Böylece biz, kazandıkları şeyler (günahlar) yüzünden zalimlerin bir kısmını bir kısmına musallat ederiz (galip ederiz)."[1]
Demek ki, ruhun günahının cezası, hastalık ve yoksulluktur. Bazı insanların bazısına musallat olmasının sonucu ise intikam almaktır. Bunların hepsi mü'minler için dünyevî bir cezadır; ama kâfirler için hem bu dünyada ceza var, hem de ahirette. Bunların tümü, sadece günah sebebiyledir.
Günah şehvetten kaynaklanır; şehvet de mü'minin hata ve unutkanlığından kaynaklanır veya mecbur ve güçsüz olmasının neticesinde olur. Kâfir tarafından vuku bulan şeyler ise kasıt, inkar, tecavüz ve haset sebebiyledir.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Kitap ehlinden çoğu kendi-lerindeki hasetten dolayı sizi, iman ettikten sonra küfre döndürmek isterler."[2]
_________________
[1] - En'âm / 129.
[2] - Bakara / 109.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Bazı Hikmetli Sözleri

Aklı olmayan, ıslah olamaz. İlmi olmayan anlayamaz. Anlayan, nezaketli olur. Halim ve olgun olan, muzaffer olur. İlim siperdir. Doğruluk izzettir. Cehalet zillettir. Anlayış ululuktur. Cömertlik başarıdır. Güzel ahlak, dostluğa yol açar. Zamanını tanıyana, şüpheler saldırmaz. Sağduyu, zannın kandilidir. Allah, kendisini tanıyanın dostudur ve O’nu tanımadığı halde tanıyor gibi görünenin de düşmanıdır. Akıllı insan, bağışlayıcı olur; cahil ise gaddar. Saygı görmek istiyorsan, yumuşak davran. Hakir olmak istiyorsan, haşin ol. Asaletli olanın, kalbi yumuşak olur. Haşin olanın, kalbi katı olur. Vazifesini yapmada kusur eden, uçuruma düşer. İşin sonundan endişesi olan, bilmediği şeyde ihtiyatlı davranmalıdır. Bilmeyerek bir işe teşebbüs eden, kendi burnunu yere sürter (zillete duçar olur). İlmi olmayan, anlamaz; anlamayan kurtulmaz; kurtulmayan, kıymetli olmaz; kıymetli olmayan, ezilir; ezilen, çok kınanır; böyle olan bir kimseye ise pişmanlık yakışır. Tanınmamaya güç yetirebilirsen bunu yap. Halkın seni övmemesi sana bir zarar vermez.
Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm şöyle buyuruyordu:
"İki kişi hariç, hayatın hiç kimseye hayrı yoktur:
1- Her gün iyiliklerini artıran
2- günahlarını tövbe ile telafi eden."
Evinden çıkmamaya gücün yetiyorsa bunu yap. Dışarı çıktığında ise sakın gıybet etme, yalan konuşma, haset etme, gösteriş yapma, kendini güzel gösterme, dalkavukluk yapma. Müslümanın inzivaya çekildiği mabedi, nefsini, gözünü, dilini ve tenasül organını hapsettiği kendi evidir. Kim kalbiyle Allah'ın nimetini tanırsa, daha şükrünü dilinde izhar etmeden nimetin artmasını hakketmiş olur.
İmam Sadık aleyhi's-selâm, sonra şöyle buyurdu:
Nice insanlar var ki, Allah'ın kendilerine verdiği nimete aldanırlar. Nice kimseler var ki, Allah'ın örtüsü vasıtasıyla helak olmaya doğru ilerlerler. Nice kişiler var ki, halkın övmesiyle kendilerini kaybederler.
Üç kimse hariç bizleri hakkıyla tanıyan kimseler için kurtuluş ümid ediyorum: Zalim sultanla birlikte olan, heva ve hevese uyan ve açıkça günah işleyen fasık.
Sevgi, korkudan üstündür. Allah'a andolsun ki, dünyayı seven ve bizden başkasına tabi olan kimse, Allah'ı sevmemiştir. Kim bizleri hakkıyla tanır ve bizi severse, mutlaka Allah'ı sever. Daima kuyruk ol, baş olma.
Resulullah şöyle buyurmuştur: "Korkan kimsenin dili tutulur (ağzına gelen her şeyi söylemez.)"
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Cafer Sadık (a.s)'dan Kısa Sözleri

1- Kim insanlarla arasındaki ihtilafında onlara hak verirse, başkaları hakkında hakem olmasına rizayet gösterilir.
2- Zaman zulüm dönemi, ehli de hain olursa, herkese itimat etmek acizlik olur.
3- Belalar peş-peşe geldiğinde afiyet (ve kurtuluş) zamanı ulaşır.
4- Dostunun samimiyetini öğrenmek istersen, onu öfkelendir; dostluğu sabit kalırsa dostundur, aksi takdirde dostun değildir.
5- Hiç kimseyi üç defa öfkelendirmedikçe dostluğunu bir şey sayma.
6- Dostuna tam güvenme (bütün sırlarını ona açıp söyleme.) Çünkü güvenme sonucu düşmenin, telafisi zor olmaz.
7- İslam bir derecedir; iman da İslam'ın üzerinde bir derecedir; yakin de imanın üzerinde bir derecedir; insanlara yakinden daha az bir şey verilmemiştir.
8- Dağları harekete geçirmek, kalpleri harekete geçirmekten daha kolaydır.
9- İman kalptedir, yakin ise ilhamlardır.
10- Dünyaya ilgi göstermek gam ve üzüntü doğurur. Dünyaya ilgisizlik kalp ve bedenin rahatlığına sebep olur.
11- Kiralanan ev ve alınan ekmek, geçim için gerekli olan harcamadandır.
12- İmam aleyhi's-selâm, birbirleriyle tartışan iki kişiye şöyle buyurdu:
Biliniz ki zulmeden, hayra kavuşmaz. İnsanlara kötülük yapan kimse, aynı şeyle karşılaşırsa, onu çirkin görmemelidir.
13- Dostlarla ilişki, vatanda onları ziyaret etmekle, gurbette ise mektuplaşmakla olur.
14- Mü'min ancak üç şeyle ıslah olur: Dinde bilgi sahibi olmak, güzel tedbirli olmak ve zorluklara karşı sabretmek.
15- Mü'mini, tenasül organı mağlup etmez; karnı da zillete sevketmez.
16- Yirmi yıllık arkadaşlık akrabalıktır.
17- İyilik, ancak asaletli ve dindar kimseye uygundur. İhsan ve iyiliğin kadrini bilip teşekkür eden çok azdır.
18- Sadece öğüt alan mü'min ve öğrenen cahil iyiliğe emredilip kötülükten sakındırılır. Ama kırbaç ve kılıç sahibi olan kimse değil. (Çünkü emir ve nehiy onu zulüm yapmaktan alıkoymak için yeterli değildir.)
19- Ancak üç haslete sahip olan kimse iyiliğe emredip kötülükten sakındırabilir: Emir ve nehiy ettiği şeyi bilen, emir ve nehiy ettiği şeyde adil olan (haddi aşmayan), emir ve nehiy ettiği şeyde yumuşak davranan.
20- Kim zalim sultandan bir şey talep eder de ondan kendisine bir bela ulaşırsa, o belaya karşılık, kendisine bir sevap verilmeyeceği gibi, ona karşı sabretme nimeti de kendisinden esirgenir.
21- Allah bazı kavimlere nimet verir; şükretmeyince o nimetler kendileri için azap olur. Bazı kavimleri de musibetlere duçar kılar; sabredince o musibetler kendilerine nimet olur.
22- İnsanlarla yaşama ve muaşeretin düzene girmesinin üçte iki-si, zeka ve üçte biri de görmezlikten gelmeye bağlıdır.
23- Zayıftan intikam almak, ne de kötüdür.
24- İmam aleyhi's-selâm'a: “Mertlik nedir?” diye sorduklarında: "Allah'ın nehyettiği yerde seni görmemesi ve emrettiği yerde de seni kaybetmemesidir." buyurdu.
25- Sana iyilikte bulunan ve ihsan eden kimseye, teşekkür et. Sana teşekkür eden kimseye de, bağışta bulun. Çünkü nimet, şükretmekle yok olmayacağı gibi nankörlükle de baki kalmaz. Şükretmek nimetin çoğalmasına sebep olur ve insanı fakirlikten korur.
26- İhtiyacın karşılanmaması, ehli olmayan kimseden istemekten daha hayırlıdır. Musibetten daha çetini, ondan dolayı kötü ahlaklı (ve tahammülsüz) olmaktır.
27- Bir adam İmam'dan kendisini dünya ve ahiret hayrına ulaştırabilecek kısa bir düstur öğretmesini istedi. İmam aleyhi's-selâm: "Yalan konuşma" diye buyurdu.
28- “Belagat nedir?” dediklerinde şöyle buyurdu: Kim bir şeyi iyi bilirse onun hakkında az konuşur. (Çünkü, uzun uzadıya konuşmak meseleyi, iyice kavramamaktan ileri gelir.) Bir kimseye belagatlı[1] denilmesinin sebebi de, kolay bir ifadeyle maksadını anlatabilmesindendir.
29- Borç, geceleri üzüntü kaynağı, gündüzleri ise zillet vesilesidir.
30- Dünya işlerin düzeldiğinde, dininden kork.
31- Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler. Halkın hanımlarına karşı iffetli davranın ki, hanımlarınız da iffetli olsunlar.
32- Kim hain birisinin yanına bir emanet bırakırsa, Allah onu korumaya kefil değildir.
33- İmam Sadık aleyhi's-selâm Humran ibn-i A'yen'e şöyle buyurdu:
"Ey Humran, kendinden aşağı olanlara bak; üstün olanlara değil. Çünkü; bu amel, kısmete razı olmak ve nimetin çoğalmasına müstahak olmak için daha uygundur. Bil ki, daima yakin ile yapılan az amel, Allah indinde, yakinsiz yapılan çok amelden daha üstündür. Yine bil ki, haramlardan kaçınmaktan, mü'minlere eziyet etmemekten ve gıybetlerini yapmamaktan daha faydalı bir verâ güzel huydan daha tatlı bir hayât yeterli gelen az şeye kanaat etmekten daha yararlı bir mal ve bencillikten de daha zararlı bir cehalet yoktur.
34- Hayâ iki çeşittir: Biri zaaf ve güçsüzlükten; diğeri ise kuvvet, İslam ve imandandır. (Soru sormama ve konuşmama gibi utangaçlıktan kaynaklanan hayâ ve çekingenlik, zaaf ve noksanlıktır. Ama haramları işlemek hususunda çekingen olmak, şeref ve imanın kuvvetli oluşundandır.)
35- Başkalarının haklarına riayet etmemek aşağılılıktır; bu amel insanı (özür dilemek için) yalan konuşmaya mecbur eder.
36- Toplumdan bir kişinin selam vermesi, o toplum için yeterlidir. Onlardan bir kişinin cevap vermesi de yine aynı şekildedir.
37- Selam vermek müstehaptır; almak ise farzdır.
38- Kim selam vermeden önce konuşursa, cevabını vermeyin.
39- Yerliyle en mükemmel selamlaşmak, el vermekdir; yolcuyla en mükemmel selamlaşmak ise görüşmektir.
40- Birbirinizle tokalaşın. Çünkü tokalaşmak kini yok eder.
41- Az da olsa, Allah’tan çekinin. Kendinizle Allah arasında ince de olsa, bir perde bırakın.
42- Kim öfke, tamah, korku ve şehvet halinde nefsine hakim olursa, Allah onun bedenine cehennem ateşini haram kılar.
43- Afiyet, hafif bir nimettir. Var olduğunda unutulur, yok olduğunda ise anılır.
44- Allah, genişlikte ihsanıyla, darlıkta ise (günahlardan) temizlemeyle nimet verir.
45- Allah'ın, kuluna, onun ümit bile etmediği yerden verdiği nice nimetleri vardır. Arzuları bekledikleri yerde değil de başka yerde olan nice insanlar vardır. İhmalkârlıktan dolayı, kendi payına ulaşmayan ve kendi ayağıyla yokluğa koşan nice insanlar vardır.
46- Her belaya sabır, her nimete şükür ve her zorluğa çözüm yolu hazırlamayan kimse, âciz kimsedir. Başına gelen her bela ve sıkıntıya karşı, ister evlad hakkında, ister mal hakkında olsun sabırlı ol. Allah, şükür ve sabrını imtihan etmek için (bazen) kendi emanet ve bağışını geri alır.
47- Her şeyin bir haddi vardır. "Yakinin haddi nedir?" diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm, "Hiç bir şeyden korkmamaktır" buyurdular.
48- Mü'min, şu sekiz özelliğe sahip olmalıdır: Buhranda ağır başlı, belada sabırlı, varlıkta şükredici, Allah'ın verdiği rızka kanaat eden, düşmana (bile) haksızlık etmeyen, dostlara yük olmayan, çalışıp zorluğa katlanan, insanlara zararı olmayan.
49- Mü'minin dostu ilim, yardımcısı olgunluk ve hilim, ordusunun komutanı sabır, kardeşi halkla iyi geçinme, babası ise yumuşaklıktır.
50- Ebu Ubeyde, İmam aleyhi's-selâm'a: "Benim rızkımı kulların elinde kılmaması için Allah'a dua edin" dediğinde İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Allah-u Teala bunu senin hakkında yapmaz. Çünkü kulların rızıklarını, birbirlerinin eliyle vermektedir. Fakat Allah'a, rızkını iyi kullarının elinde kılması için dua et. Çünkü bunun kendisi bir saadettir; dua et ki rızkını kötü kulların elinde kılmasın. Çünkü bu şekavet ve bedbahtlıktır."
51- Körü körüne amel eden kimse, doğru yolda yürümeyen kimseye benzer. Süratle gidişi, onu hedefinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
52- "Allah’tan gerektiği şekilde korkun."[2] ayetinin tefsiri hakkında şöyle buyurdular:
Gerekli takva, insanların günah işlemeyip Allah'a itaat etmeleri; O'nu unutmayıp anmaları; ve O'na nankörlük etmeyip şükretmeleridir.
53- Allah'ı tanıyan, O'ndan korkar. O'ndan korkan, cömertçe dünyayı bırakır.
54- Allah'tan gerçekten korkan kimse, korkusunun kendisine konuşacak bir dil bırakmadığı kimsedir.
55- İmam aleyhi's-selâm'a: "Bazıları günah işleyip, biz Allah'ın rahmetine ümitliyiz derler; ölene kadar da işleri budur" dediklerinde, şöyle buyurdular:
"Bunlar, arzularla avunan kimselerdir; yalan söylüyorlar, ümitleri yoktur. Çünkü bir şeye ümit eden, onu talep eder; bir şeyden korkan da ondan kaçar."
56- Biz bilgin, anlayışlı, fakih, halim, halkla iyi geçinebilen, doğru konuşan, sabırlı, vefâlı ve akıllı kimseyi severiz. Allah-u Teala peygamberleri güzel ahlakla seçkin kılmıştır. Kimde bu güzel hasletler olursa, Allah'a şükretmelidir. Kimde olmazsa, Al-lah'a yalvarıp yakarmakla onu talep etmelidir. "Güzel hasletler nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdular:
Verâ, kanaat, sabır, şükür, olgunluk, hayâ, cömertlik, şecaat, gayret, doğru konuşmak, iyilik, emaneti sahibine vermek, yakin, güzel ahlak ve yiğitliktir.
57- İmanın en sağlam kulplarından biri, Allah için sevmek, Allah için nefret etmek, Allah için vermek ve Allah için esirgemektir.
58- Ölümden sonra da insan için sevap yazılması ancak üç yolla mümkündür: Hayâtında, ölümünden sonra da devam edecek bir sadaka-i cariye geriye bırakması, kendisinden sonra, kendisiyle amel edilecek bir sünnet-i hasene (güzel bir adet) bırakması ve kendisine dua edecek salih bir evlat yetiştirmesi.
59- Namaz için abdest alan bir kimse, yalan konuşursa abdesti bozulur. Nitekim, yalan konuşmak orucu da bozar.
Birisi: "Biz yalan konuşuyoruz, öyleyse orucumuz batıl mı oluyor?" dediğinde İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
Saçma yalanlar değil, ancak Allah'a, Peygamber'e ve İmamlar'a isnaden söylenen yalan orucu bozar. Sonra da şöyle buyurdu:
Oruç tutmak, sadece yemek ve içmekten sakınmak değildir. Hazret-i Meryem aleyha’s selâm şöyle buyurdu: "Ben Rahman olan Allah için oruç adamışım."[3] Yani "Susmak orucu." Öyleyse, dillerinizi koruyun, gözlerinizi yumun (namahreme bakmayın), haset etmeyin, münakaşa yapmayın. Ateşin, odunu yaktığı gibi, haset de imanı yakar.
60- Biri, kendi vehmince Allah'a bilmediği şeyi öğretmeye kalkışırsa (yani, Allah adına yalan konuşur ve O'na iftira ederse) Allah'ın arşı sarsılır.
61- Allah biliyor ki günah, mü'min için kendini beğenmekten daha hayırlıdır. Eğer böyle olmasaydı Allah, hiç bir mü'mini günahlara duçar etmezdi.
62- Ahlakı kötü olan kimse, kendi eliyle cezalandırılmaktadır.
63- İyilik, kendi ismi gibi iyidir. İyilikten, sevabı hariç daha üstün bir şey yoktur. İyilik, Allah'ın kuluna verdiği bir hediyedir. Her iyilik yapmak isteyen iyilik yapamaz; gücü yeten herkes de buna muvaffak olamaz. Allah bir kula lütufta bulunmak isterse ona iyilik yapma isteğini, gücünü ve muvaffakiyetini verir. İşte burada, iyilik yapmak isteyen için saadet ve yücelik tamamlanır.
64- Sevilen şeyi şükür gibi artıran, sevilmeyen şeyi de sabır gibi azaltan hiç bir şey yoktur.
65- Şeytan'ın kadın ve öfkeden daha güçlü bir askeri yoktur.
66- Dünya, mü'minin zindanı, sabır siperi ve cennet meskenidir. Dünya kâfirin cenneti, kabir zindanı, cehennem ise yurdudur.
67- Allah, ölüme yakin etmek gibi, şekke benzeyen bir yakin yaratmamıştır.
68- Halkın günahlarını araştıran ve kendi günahlarını unutan bir kul gördüğünüzde, bilin ki (Allah'ın) tuzağına duçar olmuştur.
69- Yemek yiyip şükreden kimsenin mükafatı, oruç tutup mükafat dileyen kimsenin mükafatı gibidir. Rahatlıkta olup şükreden kimsenin sevabı da, sıkıntıya düşüp sabreden kimsenin mükafatı gibidir.
70- İlmi olmayanı mutlu saymak, sevgi ve muhabbeti olmayanı övmek mümkün değildir. Sabırlı olmayan kimse de kamil sayılmaz. Ulemayı kınamaktan ve onlara dil uzatmaktan kaçınmayan kimse için, dünya ve ahiret hayrı ümit edilmez.
Akıllı adam, sözüne güvenilmesi için doğru konuşan ve nimetin çoğalmasını hakketmesi için de şükreden olmalıdır.
71- Denediğin haini emin bilmemelisin, emin bildiğin kimseyi de suçlamamalısın.
72- İmam'a "Allah katında halkın en değerlisi kimdir?" diye sorduklarında: "Allah'ı daha çok anan ve O'na daha çok itaat eden kimsedir." diye buyurdu.
"Allah nezdinde halkın daha çok buğzedileni kimdir?" diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm: "Allah'ı suçlayan kimsedir." diyes buyurdu.
"Allah'ı suçlayan kimse de var mıdır?" dediklerinde de: "Evet, vardır" dedi. "Mesela, Allah’tan hayır dileyen bir kimse, kendisine sevmediği bir şey vasıtasıyla hayır verilince öfkelenir; işte onun bu öfkelenmesi Allah'ı suçlamasıdır."
"Başkası da var mıdır?" dediklerinde İmam aleyhi's-selâm: "Allah’tan şikayet eden kimsedir." buyurdu.
"Allah’tan şikayet eden kimse var mıdır?" dediklerinde de İmam aleyhi's-selâm, "Evet vardır." dedi, "Örneğin, sıkıntıya düştüğünde, sıkıntısından daha fazla halkın yanında yakınıp sızlanan kimsedir."
"Başka kim vardır?" dediklerinde İmam aleyhi's-selâm: "Kendisine bir şey verildiğinde şükretmeyen ve sıkıntıya düştüğünde de sabretmeyen kimse" diye buyurdular.
"Öyleyse, Allah indinde en değerli kimdir?" dediler. İmam aleyhi's-selâm: "Kendisine bir şey verildiğinde şükreden ve sıkıntıya düştüğünde sabreden kimsedir" diye cevap verdiler.
73- Çabuk usanıp bıkan (çabuk inciyip sabırsızlanan) kimsenin dostu ve kıskanç kimsenin de muhtaç olmadığı durum olmaz (sürekli muhtaçtır). Hikmette çok düşünmek, aklı kemale eriştirir.
74- Allah’tan korkmak, yeterli bir ilimdir. O'na karşı olmak ise tam bir cehalettir.
75- En iyi ibadet, Allah'ı tanımak ve O'na tevazu etmektir.
76- Bir alim, bin abid, bin zahid ve bütün gücüyle çalışan (ilimsiz) bin kişiden daha üstündür.
77- Her şeyin bir zekatı vardır; ilmin zekatı da onu ehline öğretmektir.
78- Kadılar, dört kısımdır: Üç kısmı cehennemde, bir kısmı da cennettedir:
a) Bilerek, haksız yere hüküm veren kimse, cehennemdedir.
b) Bilmeyerek haksız yere hüküm veren kimse cehennemdedir.
c) Bilmeyerek hakka hüküm veren kimse cehennemdedir.
ç) Bilerek hakka hüküm veren kimse ise cennettedir.
79- "Adil kimdir?" diye sorduklarında: İmam aleyhi's-selâm: “Haramlardan gözünü, günahlardan dilini, zulümlerden elini koruyan kimsedir" buyurdu.
80- Allah'ın kullara bildirmediği bir görev (mükellefiyet), kullara ulaşmadıkça onlardan kaldırılmıştır.
81- İmam aleyhi's-selâm Davud-u Rikki'ye şöyle buyurdu: Elini dirseğe kadar ejderhanın ağzına sokman, eli dünya malına yeni ulaşan kimseden bir şey istemenden daha hayırlıdır.
82- İhtiyaçların karşılanması Allah'ın elindedir. Sebepleri ise, hacetlerin elleriyle giderildiği kullardır. Öyleyse, Allah'ın yerine getirdiği ihtiyaçları şükretmekle kabul edin. Vermediği şeyi de yine hoşnutluk, teslim ve sabırla kabul edin. Belki de bu (mahrumiyet), sizin için daha hayırlıdır. Allah salahınızı sizden daha iyi bilir, ama siz bilmezsiniz.
83- İnsan’ın insandan bir şey istemesi isteyen şahıs için çetin bir imtihan vesilesidir. Çünkü o kimse verirse, vermeyen kimseye teşekkür eder. Vermeyip de reddederse, esirgemeyen kimseyi kınar. (Gerçek bağışlayanın da esirgeyenin de Allah olduğunu ve kulun sadece bir vesile olduğunu unutur.)
84- Allah-u Teala, her türlü hayrı, kolaylık göstermekte kılmıştır.
85- Alçak insanlarla oturup kalkmaktan sakın. Çünkü, alçak insanlarla oturup kalkmak insanı hayra götürmez.
86- Bazen insan, küçük bir zilletten dolayı sabırsızlık eder ve kendisini büyük bir zillete düşürür.
87- İnsan için en yararlı olan şey başkaları söylemeden önce kendi ayıbını görmesidir. Her şeyden daha zor, fakirliği gizlemektir. Her şeyden daha faydasız, öğüt kabul etmeyene öğüt vermek ve ihtiraslı adamla komşu olmaktır. En iyi huzur, halktan bir şey beklememektir. Sabırsız ve tahammülsüz olma! Senden üstün olan muhalif kimselere tahammül etmekle nefsini kontrol et. Çünkü, ona muhalefet etmemekle, onun meziyet ve üstünlüğünü itiraf etmiş olursun. Başkalarını kendisinden üstün görmeyen kimse bencil insandır. Bil ki, Allah karşısında küçülmeyen kimsenin, izzeti olmadığı gibi Allah için tevazu etmeyen kimsenin de yüceliği olmaz.
88- Yüzük takmak, sünnettir.
89- Bana en sevgili olan kardeşim, kusurlarımı bana hediye eden (hatırlatan) kimsedir.
90- Dostluk, ancak haddi aşamamakla gerçekleşir. Kim bu had ve şartların hepsine veya bunlardan bazısına riayet ederse, gerçek bir dost olur. Aksi takdirde, böyle bir kimsenin dostluğunu dostluk sayma.
Bu hadlerin birincisi, içte ve dışta sana karşı aynı olmasıdır. İkincisi, senin ziynetini (iyiliğini), kendi ziyneti ve senin kötülüğünü de kendi kötülüğü bilmesidir. Üçüncüsü, bir makam veya servete ulaştığında, sana karşı durum ve tavrının değişmemesidir. Dördüncüsü, gücü yettiği bir şeyi senden esirgememesidir. Bu hasletlerin hepsinden kapsamlı ve üstün olan beşincisi de, musibet ve sıkıntılarda seni yalnız bırakmamasıdır.
91- İnsanlarla iyi geçinmek ve onlara karşı iyi muamelede bulunmak aklın üçte biridir.
92- Mü'minin gülüşü, gülümsemektir (kahkaha değil).
93- Emaneti haine vermekle onu zayi edene (başı boş birine) vermek, bana göre aynıdır. (Çünkü her ikisi de onu yok eder).
94- İmam aleyhi's-selâm Mufazzal'a şöyle buyurdu: "Sana altı haslet tavsiye ediyorum; onları Şialarımıza ulaştırmalısın." Mufazzal: "Onlar nelerdir?" dediğinde İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
Emaneti sahibine teslim et.
Kendin için sevdiğin şeyi kardeşin için de sev.
Bil ki, her işin bir sonu vardır; öyleyse sonuçlardan kork.
İşlerde beklenmedik hadiseler vardır; öyleyse ihtiyatlı ol.
Çıkışı kolay, inişi zor olan dağa çıkmaktan (gidişi kolay, dönüşü zor olan bir yoldan) sakın.
Yerine getirilmesi senin elinde olmayan bir iş konusunda dostuna söz verme.
95- Allah üç şeyde, hiç bir kimse için ruhsat tanımamıştır: İster iyi olsunlar, ister kötü anne ve babaya, iyilikte bulunmak. İster iyi adamla olsun, ister facir adamla, yaptığın ahde vefâ etmek. Emaneti, ister iyi insan olsun, isterse kötü sahibine iade etmek.
96- Ben, acınılması hak olan üç kimseye acırım: Zillete düşen azize, yoksul olan zengine, ailesi ve cahiller tarafından tahkir edilen alime.
97- Dünyaya gönül kaptıran, onun şu üç zararına uğrar: Tükenmeyen gam, gerçekleşmeyecek arzu, ulaşılmayacak ümit.
98- Mü'min, yalan ve hıyaneti ahlak edinmez. Münafıkta da şu iki haslet bir arada olmaz: Güzel vakâr ve sünneti anlamak.
99- İnsanlar, bir tarağın dişleri gibi eşittirler. İnsan, dostları vesilesiyle çok sayılır. Kendisine tanıdığı hakkı, sana tanımayan arkadaşta hayır yoktur.
100- Fıkıh (İslam ahkamını anlamak) imanın, hilim fıkhın, halkla iyi geçinmek olgunluğun, yumuşaklık da iyi geçinmenin ve kolaylık göstermek de yumuşaklığın ziynetidir.
101- Üç kez öfkelendiği halde sana kötü söz söylemeyen dostu, kaybetme!
102- Bir zaman gelir ki, samimi arkadaş ve helal paradan daha nadir hiç bir şey bulunmaz.
103- Suçlanacak yerde duran kimse kendisine kötü zanda bulunan kimseyi kınamamalıdır. Sırrını saklayan kimsenin yetkisi, daima kendi elinde olur. İki kişiyi geçen her söz ifşa olur. Kardeşinin yaptığını iyiye yorumla. Sözüne iyi bir tevil bulduğun müddetçe onu kötüye yorumlama. Dürüst olan kardeşleri, elden kaçırma; çünkü onlar, varlıkta azık, belada ise siperdirler. Allah’tan korkan kimselerle istişare et. Kardeşlerini takvaları miktarınca sev. Kötü kadınlardan çekin; iyilerinden de kork. (Kadınlar) sizi iyi işe emrederlerse, kötü işte size meyletmemeleri için onlara muhalefet edin.
104- Münafık, Allah ve Resul’ünden bir söz naklettiğinde yalan söyler. Onlara söz verdiğinde sözünde durmaz. Yönetici olduğunda, Allah'ın kendi malında, Allah'a ve Resulüne hiyanet eder.
Allah-u Teala buyuruyor ki: "Böylece, Allah'a verdikleri sözü tutmadıklarından ve yalan söylediklerinden dolayı kendisine kavuşacakları güne kadar yüreklerine münafıklığı ilga etti." [4]
Yine buyuruyor ki: "Eğer sana hainlik etmek isterlerse bilsinler ki daha önce Allah'a hainlik etmişlerdi. böylece O da (bozguna uğramaları için) sana imkan vermişti. O Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir." [5]
105- İnsanı teşhir edecek bir elbise giymek veya bir hayvana binmek, horluk açısından insana yeter. "İnsanı teşhir edecek hayvan nedir?" diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm "Alaca renkli hayvandır" diye buyurdu.
106- Sizlerden hiç biri, halkın en uzak olanını Allah için sevmediği ve en yakın olanına da Allah için öfkelenmediği sürece imanın hakikatine ulaşamaz.
107- Allah kime bir nimet verir, o da kalbiyle onu tanırsa ve kendisine nimet verenin Allah olduğunu bilirse, diliyle şükretmese dahi o nimetin şükrünü yerine getirmiş olur.
Günahkârları cezalandıranın Allah olduğunu bilen kimse, diliyle istiğfar etmese bile mağfiret dilemiş olur.
Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şu ayeti okudu: "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır ve Allah'ın her şeye gücü yeter."[6]
108- Helak edici iki sıfattan kaçının: Kendi görüşünüzle halka fetva vermekten ve bilmediğiniz bir şeyi dinden saymaktan.
109- İmam aleyhi's-selâm Ebu Basir'e şöyle buyurdu: Ey Eba Muhammed, halkın dinini (akidelerini) araştırma ki, dostsuz kalırsın.
110- (Kur'an'ın emrettiği) güzel af, suçundan dolayı diğerini cezalandırmamandır. Güzel sabır da şikayetsiz olan sabırdır.
111- Dört haslet kimde olursa, tepeden tırnağa günahlara bulaşmış olsa bile mü'min sayılır: Doğruluk, hayâ, güzel huy ve şükretmek.[7]
112- Korkulu ve ümitli olmadıkça mü'min olamazsın. Korktuğun ve ümit ettiğin şey için amel etmedikçe de korkulu ve ümitli olamazsın.
113- İman, ne güzel görünmekledir, ne de arzu etmekle. İman, kalpte halis olan şeyden ve amelin onu tasdik etmesinden ibarettir.
114- İnsan otuz yaşına ayak bastığında kâmildir; kırk yaşına ayak bastığında da ihtiyardır.
115- İnsanlar tevhid hakkında üç kısımdır: Allah'ın birliğine inancı olan, Allah'ı inkar eden ve Allah'ı bir şeye benzeten. Allah'ı inkar eden batıl üzeredir. Allah'ın varlığına inanan hak üzeredir. Allah'ın varlığını bir şeye benzeten ise müşriktir.
116- İman, ikrar (dile getirmek), amel ve niyettir. İslam da ikrar ve ameldir.
117- Kendinle dostun arasındaki edep ve nezaket kurallarını tamamiyle yok etme; ondan az da olsa bir miktarını koru. Çünkü; edebin yok olması hayânın yok olmasıdır. Edebin kalması ise dostluğun devam etmesini sağlar.
118- Dostunu öfkelendiren, onunla dost olmaktan mahrum kalır. Dostunu üzenin de saygınlığı yok olur.
119- Adamın biri İmam'a "Siz Akik vadisinin (Medine şehrinin yakınlarından geçen bir ırmağın adı) kenarında yalnız kalıp yalnızlığı tercih etmişsiniz; neden?" diye sordu.
İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Eğer yalnızlığın tadını bilseydin kendinden bile kaçardın." Daha sonra şöyle buyurdu: “Kulun yalnızlıktan elde ettiği en az yarar, halk ile geçinmek zorluğuna katlanmaktan rahatlamasıdır.
120- Allah kulun yüzüne ihtirastan iki kapıyı açmadıkça, dünya-dan bir kapıyı açmaz.
121- Mü'min dünyada gariptir. Dünyada horlanmaya karşı sabırsızlık göstermez; dünya üstünlüğü hususunda onun ehli ile rekabet etmez.
122- "Huzurun yolu nedir?" diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm "Heva ve hevese aykırı davranmaktır" diye buyurdu. "Böyle yapan insan, ne zaman rahatlığa kavuşabilir?" dediklerinde de İmam aleyhi's-selâm: "Cennete girdiği günden itibaren" diye cevap verdiler.
123- Allah-u Teala kesinlikle ağırbaşlılığı, fıkhı (din ilmini) ve güzel huyu münafık veya fasık adamda toplamaz.
124- Suyun tadı hayâttır (herşey suyla diridir). Ekmeğin tadı kuvvettir. Bedenin zaafı ve kuvveti, böbreklerin yağının azalıp çoğalmasından ileri gelir. Aklın merkezi beyindir. Sertlik ve merhamet kalptedir.
125- Haset iki çeşittir: Biri fitne çıkarır; diğeri ise gaflet getirir. Gaflet getiren haset, Allah'ın, "Ben yeryüzünde mutlaka bir halife kılacağım" buyurduğunda meleklerin dediği şu söze benzer: "Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi halife kılacaksın? Biz, Sana hamde ile tesbih edip ve seni takdis etmekteyiz."[8] Yani bu halifeyi bizim cinsimizden kıl demek isti-yorlardı. Onların bu sözü fitne hasedinden ve (Allah'ın kelamını) red ve inkar etmekten kaynaklanmıyordu. Fitne çıkaran haset ise, insanı küfre ve şirke götürür. İşte bu haset Allah'ın emrini reddeden ve Adem'e secde etmekten sakınan Şeytan'ın hasedidir.
126- İnsanlar Allah'ın kudreti hususunda üç gruba ayrılırlar: Bazıları işlerin kendilerine bırakıldığını sanırlar (Allah'a ihtiyaç duymaksızın, kendilerini her işe kadir görürler.) Bunlar Allah'ın kudretini zayıf sayan ve helak olan kimselerdirler. Bazıları Allah'ın, kullarını günah işlemeye mecbur ettiğini ve güçleri olmayan bir şeye onları mükellef kıldığını zannederler. Bunlar bu yargılarıyla Allah'a zulüm (iftira) etmişler ve helak ehlidirler. Bazıları da Al-lah'ın, kullarını sadece güçleri olan şeye mükellef kıldığına ve güçleri olmayan şeye mükellef kılmadığına inanırlar. Bunlar iyilik yaptıklarında Allah'a şükrederler, günah işlediklerinde de mağfiret dilerler. İşte bunlar olgun Müslümanlardır.
127- Acele ve hızlı yürümek, mü'minin ağırbaşlılığını giderdiği gibi, onun nurunu da söndürür.
128- Allah-u Teala, haksızlık yapan zengini sevmez.
129- Öfke hekimin (bilinç sahibinin) kalbini mahveder. Öfkesine hakim olmayan, aklına da hakim olmaz.
130- Fuzayl ibn-i Ayaz şöyle diyor: İmam Sadık aleyhi's-selâm, bana: "Şahih" kimdir, biliyor musun? diye sordu. Ben de: "Şahih" cimri adamdır" dedim.
İmam aleyhi's-selâm buyurdu ki: Hayır, "Şühh" cimrilikten daha şiddetlidir. Cimri, kendi elindeki malı esirger. Ama "Şahih" hem halkın elinde olan malı esirger, hem de kendi elinde olan malı; öyle ki, halkın elinde olan helal ve haram malların hepsinin kendi malı olmasını arzu eder; asla doymaz ve Allah'ın verdiği rızıktan faydalanmaz.
131- Cimri, haram yoldan mal kazanan ve onu yerinde harcamayan kimsedir.
132- İmam aleyhi's-selâm şiilerden birine şöyle buyurdu: Niçin kardeşin senden şikayet ediyor? O adam: "Haklarımı ondan istediğim için." dediğinde, İmam aleyhi's-selâm öfkeli bir halde oturup şöyle buyurdu: Eğer bütün hakkını ondan almış olsan (o zaman) kötü iş yapmış olmaz mısın? Allah'ın, bir grup hakkında: "Onlar kötü hesaptan korkarlar." buyurduğunu bilmiyor musun? Bunlar Allah'ın kendilerine zulüm edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır; Allah'ın, kendi hakkını tamamiyle onlardan istemesinden korkuyorlar. Allah bunu, kötü hesap olarak adlandırmıştır. Öyleyse kim hakkını tamamiyle isterse kötülük yapmıştır.
133- Haram (yol)dan çok kazanmak rızkın bereketini yok eder.
134- Kötü ahlak, yoksulluk getirir.
135- İman, İslam'dan bir derece yüksektir. Takva da imandan bir derece yüksektir. İmanın bütün dereceleri birbirindendir. (İhtilafları olmasına rağmen imanın aslında ortaktırlar). Bazen mü'minin ağzından, Allah'ın karşılığında ateş vaadi vermediği bazı günahlar çıkabilir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Eğer menedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızdan geçeriz ve sizi yüce bir makama ulaştırırız."[9] Bazen de güzel konuşan bir mü'minin, günaha daha çok duçar olması mümkündür. Her durumda, ikisi de (derece farklılığıyla) mü'mindir. Yakin de takvadan bir derece yüksektir. İnsanlar arasında ya-kinden daha güçlü bir şey taksim edilmemiştir. İnsanlardan bazısının yakini, hepsi de mü'min olmakla beraber, bazısından daha güçlüdür. Bazısının musibete, fakirliğe, hastalığa ve korkuya (emniyetsizliğe) karşı sabrı, bazısından daha fazladır. İşte bunların hepsi yakinden kaynaklanır.
136- Zenginlikle izzet dolaşırlar, tevekkülün bulunduğu yere ulaştıklarında, orada yerleşirler. (yani izzet ve zenginlik tevekkül sayesindedir).
137- Güzel huy, dinden olduğu gibi rızkı da çoğaltır.
138- İki çeşit ahlak vardır: Biri niyetle gerçekleşen (ihtiyari olan), diğeri ise tabii olan ahlak. "Hangisi daha üstündür?" diye sorduklarında; İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Niyetle olan ahlak daha üstündür. Çünkü, tabii ahlak sahibi, bu karakter üzere yaratılmıştır; başka türlüsüne gücü yetmez. Niyete (ihtiyarî ahlaka) sahip olan kişi, ise zorluk ve sıkıntılarda kendisini güzel ahlaka uymaya, itaata zorlar. Dolayısıyla, ihtiyarî ahlak daha üstündür.
139- İyi insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında muhabbetlerini dile getirmeseler bile, kalpleri o kadar çabuk birbirine ısınır ve birbirleriyle kaynaşır ki, yağmur suyu ile ırmak sularının birbirine karışmasını andırır. Günahkârlar birbirleriyle görüştüklerinde, dostluklarını dile getirseler bile, kalplerinin birbirine uzaklığı uzun süre bir ahırda birlikte ot yemiş, ama şefkat ve merhametten yoksun olan hayvanların birbirlerine olan uzaklığına benzer.
140- Kerim ve cömert, malını Allah'ın buyurduğu yerde harcayan kimsedir.
141- Ey iman ehli ve sırların yeri! Siz, gafillerin gaflet vaktinde, tefekkür ve zikir ile meşgul olun.
142- Mufazzal ibn-i Ömer şöyle diyor: İmam Sadık aleyhi's-selâm'a "Haseb (aile şerefi) neyledir?" diye sordum. İmam aleyhi's-selâm, "Mal iledir" buyurdu. "Kerem ne iledir?" diye sordum. İmam aleyhi's-selâm "Takvayladır" buyurdu. "Şeref ve efendilik ne iledir?" diye sordum: “Cömertlikledir... Hatem-i Taî’nin makam yönünden kavminin en üstünü olmamasına rağmen onların efendisi olduğunu görmüyor musunuz?
143- Yiğitlik iki çeşittir: Vatan yiğitliği ve sefer yiğitliği. Vatandaki yiğitlik, Kur'an okumak, camide hazır bulunmak, hayır ehli ile beraber olmak ve fıkhi konular üzerinde düşünmektir. Sefer yiğitliği de azığı bağışlamak, Allah'ı gazaplandırmayacak derecede şaka yapmak, arkadaşlara karşı fazla muhalefet etmemek ve ayrıldıktan sonra da yolculuktaki olayları (her yerde) anlatmamak.
144- İmam aleyhi's-selâm ashabından birine şöyle buyurdular: Bil ki, Hazret-i Ali aleyhi's-selâm'ı kılıçla öldüren kimse, bana bir emanet verir veya benden nasihat ister veya benimle istişarede bulunur ve ben de kabul edersem, emaneti kendisine iade ederim (nasihat ve istişarede de ona hiyanet etmem).
145- Süfyan şöyle diyor: İmam Sadık aleyhi's-selâm'a "İnsanın kendisini övmesi caiz midir?" diye sordum, İmam şöyle buyurdu: "Evet, mecbur olursa sakıncası yoktur. Yusuf’un (Mısır'ın Aziz’ine) dediği şu sözü duymamış mısın? "Beni ülkenin hazinelerine memur et, şüphe yok ki ben, onları iyi korurum ve ne yapacağımı bilirim."[10] Salih kul (Hazreti Hud) da şöyle buyurdu: "Ben size nasihat edecek emin birisiyim."[11]
146- Allah-u Teala, Davud aleyhi's-selâm'a şöyle vahyetti: Ya Davud, sen de irade ediyorsun, ben de; benim irademle yetinirsen dilediğin şey hakkında seni yeterli kılarım. Fakat sadece kendi irade ettiğin şeyi dilersen (o zaman) dilediğin şey hakkında seni zorluğa düşürürüm; sonunda da yine benim irade ettiğim olur.
147- Muhammed ibn-i Kays şöyle diyor: İmam Sadık aleyhi's-selâm'a: "Batıl ehlinden olup birbirlerine karşı cephe alan iki gruba silah satayım mı?" diye sorduğumda İmam Sadık aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Zırh, kalkan, miğfer vb. gibi canı korumaya vesile olan şeyleri sat.
148- Hacca, Umre'ye, sadakaya ve cihada; hıyanet, haksızlık, hırsızlık ve riya karışmamalıdır.
149- Allah, dünyayı sevdiği ve sevmediği herkese verir. Ama imanı sadece kullarından seçkin olanlara verir.
150- İnsanları, içlerinde kendisinden daha bilgili birisi olduğu halde kendine davet eden kimse bid’at ehli ve sapığın tâ kendisidir.
151- "Lokman'ın vasiyetlerinde ne gibi sözler vardı?" diye soranın cevabında İmam Sadık aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Lokman'ın sözlerinde acaib şeyler vardı; hepsinden daha acaib olanı oğluna tavsiyede bulunduğu şu sözlerdir: "(Bütün) Cin ve insanların ibadet ve itaatı ile Allah'ın huzuruna çıkacak olsan dahi yine de muhtemel günahlarından seni azaplandıracağından dolayı kork; (bütün) insanların ve cinlerin günahlarıyla O’nun huzuruna çıksan bile yine de umudunu O’ndan kesme (ümitli ol)."
Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu. Kalbinde iki nur bulunmayan hiç bir mü'min yoktur. Bu nurlar; korku ve umut nurudur. Bunlardan hangisi ölçülse diğerinden fazla gelmez.
152- Ebu Basir şöyle diyor: İmam Sadık aleyhi's-selâm'a, "İman nedir?" diye sorduğumda: "Allah’a, inanmak ve O'na karşı günah işlememektir." buyurdu.
"İslam nedir?" diye sorduğumda, şöyle buyurdu: (Müslüman,) bizim gibi ibadet eden ve bizim gibi (İslam kanunlarına uygun olarak) hayvan kesen kimsedir. Kim hidayet edici bir söz söyler, halk da onunla amel ederse, o sözü söyleyen, onunla amel eden kimse gibi sevap alır. Yine kim saptırıcı bir söz söyler ve halk da onunla amel ederse, o sözü söyleyenin, onunla amel eden kimsenin günahı kadar günahı olur.
153- "Hıristiyanlar, Hazret-i İsa'nın doğum gecesinin Aralık ayının yirmi dördüne rastladığını söylüyorlar." dediklerinde İmam Sadık aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Yalan söylüyorlar; Hz. İsa alehi's-selâm’ın doğum gecesi Haziran'ın ortasıdır. Mart ayının ortasında ise gece ve gündüz eşit olur.
154- Hazret-i İsmail Hazret-i İshak'tan beş yaş büyüktür, kurban edilen de İsmail aleyhi's-selâm idi. Hazret-i İbrahim'in şöyle dediğini görmüyor musun? "Rabbim bana temiz kişilerden olan bir oğul ihsan et." [12] Böylece Hazret-i İbrahim Allah'ın kendisine salih bir oğul vermesini diledi. Sâffat suresinin 100. ayetinde şöyle buyuruyor: "Derken biz de ona tedbirle hareket eden ve aceleci olmayan bir oğul vereceğimizi müjdeledik.". Yani İsmail'i. (Kurban olayını naklettikten) sonra da şöyle buyuruyor: "Ona temiz kişilerden ve peygamber olan İshak'ı müjdeledik." [13] Öyleyse kim İshak'ın İsmail'den büyük olduğunu sanırsa, Allah'ın nazil ettiği Kur'an'ı yalanlamış olur.
155- Dört şey peygamberlerin (Allah'ın selamı onlara olsun) ahlakındandır: İyilik, cömertlik, musibetlere karşı sabretmek ve mü'minin hakkını gözetmek.
156- Sabredebildiğin ve onununla da Allah'ın sevabına lâyık olduğun musibeti, musibet sayma. Sabretmemekle sabrın mükâfat ve sevabından mahrum kalınan musibet, (gerçek anlamda) musibettir.
157- Yeryüzünde Allah-u Teala'nın, dünya ve ahiret ihtiyaç-larında kendilerine sığınılan bazı kulları vardır. Bunlar gerçekten de mü'minlerdir ve kıyamet gününde de güven içerisinde olacak kimselerdir. İyi bilin ki, Allah katında en sevgili kul, fakir mü'mine geçiminde yardımcı olan, mü'minlere yardımda bulunan, onlara yararlı olan ve kötü şeyleri onlardan uzaklaştıran kimsedir.
158- Sıla-i rahim ve iyilik, hesabı kolaylaştırdığı gibi, insanı günahlardan da alıkoyar. Öyleyse selam vermek ve selamın cevabını almakla da olsa kardeşlerinizle akrabalık ilişkilerinizi koruyun ve onlara iyilik edin.
159- Süfyan-ı Sevri şöyle diyor: "İmam Sadık aleyhi's-selâm'ın huzuruna varıp: "Bana sizden sonra sarılacağım (amel edeceğim) bir vasiyette bulunun." diye arzettim.
İmam Sadık aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Ey Süfyan, amel edecek misin?" buyurdu.
Ben: "Evet, ey Resulullah'ın kızının torunu, amel edeceğim." dedim.
İmam Sadık aleyhi's-selâm buyurdular ki:
"Ey Süfyan, yalancının yiğitliği, kıskancın rahatlığı, sultanların kardeşliği, mütekebbirin dostluğu ve kötü ahlaklının da efendiliği olmaz." İmam aleyhi's-selâm bunları buyurduktan sonra sustu.
"Ey Resulullah'ın kızının torunu, biraz daha nasihat edin." dedim.
İmam buyurdu ki:
"Ey Süfyan, arif olman için Allah'a güven. Zengin olman için kısmete razı ol. İmanının artması için halkın sana davrandığı gibi, onlara davran. Günahkârla dost olma. Çünkü, kötü işlerinden sana da öğretir. İşlerinde Allah’tan korkan kimselerle istişare et." İmam aleyhi's-selâm bunları buyurduktan sonra yine sustu.
"Ey Peygamber'in kızının torunu, biraz daha nasihat edin." dedim.
İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Ey Süfyan, kim kudretsiz izzet, arkadaşsız çokluk ve malsız heybet istiyorsa, günah zilletinden itaat izzetine geçmelidir." İmam aleyhi's-selâm, bunları buyurduktan sonra yine sustu.
"Ey Peygamber'in kızının torunu, biraz daha nasihat edin" dedim.
İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki:
Ey Süfyan, babam bana üç tane öğütte bulundu ve üç şeyden de sakındırdı. Buyurduğu üç öğüt şunlardır: "Ey oğlum, kötü arkadaşla arkadaş olan salim kalmaz. Sözüne dikkat etmeyen pişman olur. Kötü yerlere giren suçlanır."
Ey Resulullah'ın kızının torunu, seni sakındırdığı üç şey ne-lerdir? diye sorunca İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
“Babam beni, nimete haset eden, başa gelen musibete gülen ve söz taşıyan kimseyle arkadaş olmaktan sakındırdı.”
160- Şu altı şey mü'minde olmaz: Zorluk çıkarmak, hayırsız olmak, haset etmek, inat, yalan ve zulüm.
161- Mü'min, daima iki korku arasındadır: Biri Allah'ın ne yapacağını bilmediği geçmiş günahlarından dolayıdır; diğeri de geriye kalan ömründe hangi tehlikelere düşeceğini bilmediğinden dolayıdır. Öyleyse mü'min korkarak sabahlar korkarak da akşamlar; onu ancak korku ıslah eder. (Çünkü korku olmazsa insan çekinmeden günah işler.)
162- Kim az rızka razı olursa Allah, onun az amelini kabul eder. Kim az olan helal rızka, rıza gösterirse onun gideri az, kazancı ise pâk ve bereketli olur; âcizlik ve çaresizlikten de kurtulur.
163- Süfyan-i Sevri şöyle diyor:
İmam Sadık aleyhi's-selâm'ın huzuruna varıp, "Ey Resulullah'ın torunu nasılsınız?" diye sordum.
İmam Sadık aleyhi's-selâm "Vallahi üzgünüm, kalbim meşguldur." diye buyurdu.
"Sizi üzen ve kalbinizi meşgul eden şey nedir?" diye sorduğumda şöyle buyurdu:
"Ey Sevri, Allah'ın saf ve halis dini, kimin kalbine yerleşirse onu diğer şeylerden alıkoyar. Ey Sevri, dünya nedir ve ne olabilir? Dünya, yediğin lokma veya giydiğin elbise veya bindiğin merkepten başka bir şey midir? Mü'minler dünyaya gönül kaptırmadıkları gibi ahiretin ansızın gelmesinden de güven içeri-sinde olmazlar. Dünya evi, zeval evidir (geçicidir), ahiret evi ise sebat evidir. Dünya ehli, gaflet ehlidir. Takva ehli, bütün insanlardan gideri az ve yararı çok olan kimselerdir. Unuttuğunda hatırlatırlar, hatırlattıklarında ise bildirirler.
Dünyayı, dinlenmek için eğlenip-göçeceğin bir menzil veya uykunda elde edip, kalktığında ise elinde olmayacak bir mal gibi kabul et. Bir şeyi ele geçirmeye ihtiraslı olup, onu ele geçirdiğinde de bedbaht olan niceleri olduğu gibi, bir şeyin peşine gitmedikleri halde onu elde ederek mutlu olan nice insanlar vardır.
164- "Tek olan Allah'ın varlığının delili nedir?" diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm "Halkın O’na muhtaç olmasıdır." diye buyurdu.
165- Belayı nimet ve refahı musibet saymadıkça, mü'min olamazsınız.
166- Servet, dört bin dirhemdir (yüz dirhem yaklaşık bir buçuk kilo gümüş miktarıdır). On iki bin dirhem, biriktirilen servettir. (Servet biriktirmek İslam'da kınanmıştır.) Helal yoldan yirmi bin dirhem toplanmaz. Otuz bin dirheme sahip olan helak olur. Serveti yüz bin dirheme ulaşan kimse ise Şiamızdan değildir.[14]
167- Müslüman bir kişinin doğru bir yakine sahip oluşunun alameti, halkı memnun etmek için Allah'ı gazaplandırmamak, Allah'ın verdiği rızıka karşı insanlara şükretmemek ve Allah'ın esirgediği şeye karşı da kulları kınamamaktır. Çünkü, ihtiraslının ihtirası, Allah'ın rızkını indirmediği gibi, hoşlanmayanın hoşnutsuzluğu da onu geri çevirmez. Biriniz ölümden kaçtığı gibi rızkından da kaçarsa, ölüm ona nasıl ulaşırsa rızkı ölümünden önce ona ulaşır.
168- Şia’mızdan öyle kimseler vardır ki suskundurlar; sesleri ve kinleri kulaklarından öteye geçmez; bizi alenen methetmez, düşmanımızla dostluk kurmaz; dostumuza düşmanlık etmezler ve bize kusur arayanla bir arada oturmazlar.
Mahzem: "Peki kendisini Şia gösteren kimselerle ne yapmak gerekir?" dediğinde, İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"İmtihanla, elenmekle ve musibetle gerçek şiiler anlaşılır. Bunlar yok edici kıtlığa, öldürücü vebaya ve dağıtıcı ihtilafa uğrarlar. Şiamız şiddetli beladan dolayı üşümüş köpek gibi ulumaz, karga gibi aç gözlü olmaz, açlıktan ölse bile dilencilik yapmaz."
"Bu şiileri nerde bulabilirim?" dediğimde İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Bunları yeryüzünün köşe ve bucağında ara. Bunların geçimleri güzel ve kolaydır; evleri omuzlarındadır. Bir yerde bulunurlarsa tanınmazlar; kayıp olduklarında araştırılıp sorulmazlar. Hastalandıklarında ziyaret edilmezler. Evlenme teklif ettiklerinde kabul görmezler. Kötü bir işle karşılaştıklarında itiraz ederler. Bir cahil onlarla muhatap olduğunda selam verirler. Bir muhtaç onlara sığındığında merhametli davranırlar. Ölüm anında üzülmezler. Şehirleri ve diyarları ayrı olsa da kalpleri birdir.
169- Allah’tan uzun ömür dileyen, işini doğru dürüst yapmalıdır. Günahının bağışlanmasını dileyen hayâ perdesini yırtmamalıdır (kendisini rezil etmemelidir). İsminin yücelmesini isteyen, durumunu gizli tutmalıdır.
170- Üç haslet, kulların yaptığı bütün amellerden daha çetindir: Kendisiyle başkaları arasındaki ihtilafta onlara hak tanımak, kardeşleriyle eşitlik sağlamak ve her halukârda Allah'ı zikretmek. "Her halukârda Allah'ı zikretmekten maksat nedir?" diye İmam'a sorulduğunda;
"Kişi günah işlemeye karar verdiğinde Allah'ı, kendisi ile yapacağı günah arasında engel olması için anmaktır." buyurdular.
171- Hemze harfi, Kur'an'da zaittir. (Maksat hemze-i vasldır ki yazılır fakat okunmaz.)
172- Şaka yapmaktan sakının. Çünkü, şaka yapmak, düşmanlık getirir, kin doğurur; aynı zamanda küçük bir sövüştür de.
173- Hasan ibn-i Raşid, İmam Sadık aleyhi's-selâm'dan şöyle naklediyor:
Bir bela ve sıkıntıya duçar olduğunda, musibetten dolayı hiç bir (Ehl-i Beyt mektebine) muhalife şikayette bulunma; onu bazı kardeşlerine söyle. Çünkü, (bu durumda) dört neticeden birini elde etmiş olursun: Ya onu kabullenir veya makam ve haysiyetiyle yardımda bulunur veya duâ eder ve duâsı kabul olur ya da görüşünü söyler (fikrinden yararlanmış olursun).
174- Pazarlarda çok dönüp dolaşma. Küçük ve ufak şeyleri bizzat kendin alma. Çünkü, haysiyetli ve dindar kişinin üç şey dışında küçük şeyleri kendisinin alması mekruhtur: Mülk almak, köle almak ve deve almak.
175- Boş konuşma. Münasip bir yer bulmadıkça da yararlı sözleri söyleme. Nice konuşanlar vardır ki, yararlı ve hak sözü yersiz söylediği için incimiştir. Akılsız ve olgun kimseyle çekişme. Çünkü, olgun kimse sana galip gelir; akılsız ise seni helak eder. Kardeşinin gıyabında, hakkında söylenmesini sevdiğin şeyin en güzelini onun hakkında söyle. Çünkü, amel işte budur. İşlerde, iyiliğine karşı mükâfat alacağını ve suçlarına karşı da hesaba çeki-leceğini bilen bir kimse gibi amel et.
176- Yunus der ki, İmam'a: "Benim size olan sevgim ve Allah'ın hakkınızda bana verdiği bilgi ve marifet benim için dünya-dan daha sevimlidir." deyince (bu sözüme) İmam öfkelenip şöyle buyurdu:
Ey Yunus, bizi yersiz bir şeyle mukayese ettin. Dünya ve dünyada olan şeyler, midenin iltihap ve asidini giderip avret mahallini örtmekten başka bir şeye yarar mı? Oysa ki sen, bize olan sevgin ve bağlılığınla ebedi bir hayâta kavuşacaksın!
177- Ey Âl-i Muhammed'in Şiası, (bilin ki) öfkelendiğinde kendisine hakim olmayan, arkadaşıyla güzel arkadaşlık yapmayan, dostuyla güzel dostluk kurmayan, barışanla güzel barışmayan, muhalefet edene güzel muhalefet etmeyen bir kimse, bizden değildir. Ey Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin Şiası, gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Güç ve kuvvet yalnız Allah'tandır.
178- Abdül a'la şöyle diyor: Medine'de bir toplantıda idim. Bağış ve cömertlikten söz edildi, söz uzadı. Toplantıda bulunan Ebu Duleyn adında bir şahıs: "Cafer (İmam Sadık) şöyle böyle fazilet sahibidir, ama ne yazık ki cömert değildir." dedi. Abdüla'la diyor ki: Bu olaydan sonra bir gün İmam Sadık aleyhi's-selâm bana, "Medine ehli ile oturup kalkıyor musun?" diye sordu. Ben de: "Evet, oturup kalkıyorum" dedim. İmam Sadık aleyhi's-selâm, "Aranızda geçen konuşmaları bana anlat." dedi. Ben de geçen konuşmaları kendilerine anlattım. İmam Sadık aleyhi's-selâm buyurdu ki: Ebu Duleyn’e yazıklar olsun, onun misali rüzgarın uçurduğu bir tavuk tüyüne benzer.
Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur: Her iyi iş sadakadır. En iyi sadaka ise zenginlikle birlikte olan sadakadır (yani kendi ailesinin geçimini kısmamaktır). İlk önce nafakasını verdiğin kimseden başla. Veren el, alan elden daha hayırlıdır. Allah, hiç bir kimseyi kendisine yetecek rızkı bulundurmaktan dolayı kınamaz. Allah'ın cimri olduğunu mu sanıyorsunuz? Yoksa Allah’tan daha cömert bir kimsenin olduğunu mu zannediyorsunuz? Cömert ve efendi, Allah'ın hakkını, olması gereken yere bırakan kimsedir. Cömert, malı helal olmayan yerden elde edip yersiz harcayan kimse değildir. Vallahi ben, helal olmayan bir şeye el uzatmadığım ve üzerime farz olan hakkullahı da ödemiş olduğum bir halde Allah'ın huzuruna çıkmayı ümit ediyorum. Şimdiye kadar Allah'ın benim malımda bir hakkı olup ta ödemediğim hiç bir gece geçirmiş değilim.
179- Çocuk sütten kesildikten sonra, artık süt emme hükmü yoktur.[15] İhtilamdan (baliğ olduktan) sonra yetimlik yoktur (erginlik çağına eren bir kimseden yetimlik hükmü kalkar). Akşama kadar susmak (konuşmamak için oruç tutmak) meşru değildir. Hicretten (küfr vatanını terkettikten) sonra bedevileşmek[16] (göçebe olmak veya küfür vatanını tercih etmek) caiz değildir. Fetihden (Mekke'nin Müslümanlar eliyle fethedilmesinden) sonra (Medine'ye) hicret etmek olmaz. Nikâhdan önce talak olmaz. Malik olmadan önce de (köle) azat edilmez. Evladın babası, kölenin efendisi, kadının kocası olduğu müddetçe yeminleri doğru değildir.[17] Günah işleme konusunda adak sahih değildir. Sıla-i rahmi (akrabalık ilişkilerini) kesme hususunda yemin etmek de geçerli değildir.
180- Şartlar elverişli olsa da, hiçbir kimse zorluklardan geçmeden hayâtın tadını alamaz. Kim daha münasip bir zamanı bekleyerek hazır olan fırsattan yararlanmazsa, günler fırsatı elinden çıkarır. Çünkü günlerin adeti, (fırsatları) elden çıkarmaktır; zaman ise elden çıkıp gidicidir.
181- Nimetin zekâtı, ihsandır, makamın zekâtı arabulucuktur, bedenin zekâtı hastalıktır, zaferin zekâtı affetmektir. Zekâtı verilen şey ise zayi olmaktan kurtulur.
182- İmam Sadık aleyhi's-selâm musibet vaktinde şöyle buyuruyordu: Hamdolsun Allah'a ki, dinim hususunda beni musibete duçar etmedi. Şükr olsun Allah'a ki, isteseydi beni daha büyük musibete duçar ederdi. Allah'a hamd-u senâ olsun o iş için ki, olmasını istemesiyle o iş oluvermiştir.
183- Allah buyuruyor ki: Kim şaşkın bir kimseyi şaşkınlıktan kurtarırsa ben onu hamid (övülmüş) olarak adlandırırım ve onu cennetime yerleştiririm.
184- Dünya bazı kimselere yöneldiğinde, başkalarının güzelliklerini de onlara giydirir. Yüz çevirdiğinde ise onların kendi güzelliklerini de onlardan alır.
185- Kızlar iyilik, oğlan çocuklar ise nimettirler. İyiliğe karşı sevap verilir, nimetlerden ise sorguya çekilir.
_________________
[1] - Belağat lügatta ulaştırma anlamına gelir.
[2] - Âl-i İmran / 197.
[3] - Meryem / 26.
[4] - Tevbe / 78.
[5] - Enfal / 71.
[6] - Bakara / 284.
[7]- Bu dört sıfat insanı büyük günahlara bulaşmasını önler ve bulaştığı günahlar küçük günahlar olur ki, bu yüce ilahî sıfatları taşıyan insan onlardan tevbe etmeye muvaffak olur. Bu yüzden imanı zedelenmez.
[8] - Bakara / 30.
[9] - Nisa / 31.
[10] - Yusuf / 55.
[11] - A'raf / 68.
[12] - Saffat / 98.
[13] - Saffat / 112.
[14]- Bu hadis zahiren nakit sermayelerle ilgilidir. Bu günün parasıyla mukayese edildiğinde ister istemez alış gücünün de göz önünde bulundurulması gerekir. Dikkat edilmesi gereken husus şudur: Bu gibi hadislerde yaygın olan gerçeklere dikkat çekilerek insanların uyarılması isteniyor. Yoksa helal yoldan büyük bir servet biriktirmenin imkansız olduğu söylenmek istenmiyor.
[15] - Yani çocuk sütten kesildikten sonra, başka bir hanımdan süt emecek olursa, o çocuk hakkında süt emme hükümleri uygulanmaz ve süt veren kadın da o çocuğun süt annesi olmaz.
[16] - Çünkü genelde bedevilerden, ilk yıllarda çok azı İslam'ı kabul etmişlerdi.
[17] - Yani bu gruptaki kimseler, onların müsaadesi olmaksızın yemin ederlerse, yeminlerine göre amel etmeleri gerekli değildir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön