İran ve Lübnan seçimleri üzerine

Cevapla
Hasan Akça
Mesajlar: 1745
Kayıt: 05 May 2008, 22:02

İran ve Lübnan seçimleri üzerine

Mesaj gönderen Hasan Akça »

Gönderilmiş iletidir.Rast haberden alıntıdır.


İran ve Lübnan seçimleri üzerine
Y. Ziya T.Yılmaz
Önümüzdeki günler, haftalar ve aylar içerisinde Ortadoğu İslam coğrafyasının dört önemli ülkesi İran, Lübnan, Irak ve Afganistan’da genel seçimler yapılacaktır. Sonuçları bakımından bu ülkeleri olduğu kadar bölge ülkeleri ve hatta bütün dünyayı ilgilendiren bu seçimler kuşkusuz oldukça önemlidir. Çünkü Afganistan hariç diğer üç ülkede Şiiler ya bu ülkeler nüfusunun çoğunluğunu oluşturmakta ya da Lübnan’da olduğu gibi müttefikleriyle birlikte oldukça etkin bir konumda bulunmaktadırlar. Afganistan’da ise azınlıkta olmalarına rağmen koalisyon içinde bulunacakları kesimi kazandıracak ağırlığa sahip bulunuyorlar. Müstekbir güçlere karşı güçlü bir direniş ruhuna sahip Şia kaynaklı yeni güç odakları ile onların Sünni dünyasındaki müttefiklerinin halkın oyuyla iktidarı ele geçirmeleri bugün Batılı emperyalist güçlerle onların bölgedeki müttefiklerini derinden derine kaygılandırmaktadır.



Ve işte bu nedenle Batılı müstekbir güçlerle bölgedeki mürteci ve halkından kopuk rejimler bu her dört ülkedeki seçimlerin sonuçlarını etkilemek için bütün güçlerini seferber etmiş bulunuyorlar. Seçimlerin yapılacağı ilk ülke olan Lübnan’da Hizbullah ve müttefiklerinin başarısını engellemek için milyarlarca dolar harcamakta, ellerindeki medya gücünü Hizbullah’ı karalamak ve zihinleri karıştırmak için kullanmaktadırlar. Suudi krallığı oy satın almak için milyarlarca dolar harcarken, ABD son bir ay içerisinde dışişleri bakanı Hillary Clinton ve başkan yardımcısı Joe Biden’ı Beyrut’a göndererek açıkca Hizbullah karşıtı cepheyi desteklediklerini dile getirdi. ABD ve müttefikleri mali ve siyasal desteğe ilaveten son bir kaç gündür medyayı da harekete geçirmiş olarak Alman Der Spiegel dergisinde “Hariri ciayetinde Hizbullah’ın parmağı olduğu” yalanını yayınlamış ve ardından başını El-Arabiyye televizyon kanalı olmak üzere bölgedeki işbirlikçi medya aracılığıyla bu yalanı yaymak suretiyle başını Sa’d Hariri’nin çektiği 14 Mart cephesine aralıksız destek sağlamaya çalışmaktalar. Siyonist rejim ise Lübnan seçimlerine beş gün kala Lübnan sınırında bir askeri tatbikat başlatarak Lübnanlı seçmenlere Hizbullah konusunda göz dağı vermeyi planlamaktadır.



Lübnan’daki seçimlerden bir hafta sonra 12 Haziran’da İran’da yapılacak seçimler ise çok daha önemlidir. Başta İslam dünyası olmak üzere dünya sathındaki anti emperyalist güçlerin ilham kaynağı durumundaki İran’da seçimleri kimin kazanacağını dost düşman herkes dört gözle beklemektedir.



İran’daki durum bir kaç açıdan Lübnan ve Irak seçimlerinden farklıdır. Çünkü İran, İslam Cumhuriyeti devlet modelini halkın büyük kesiminin desteğini arkasına almış olarak bütün anayasal kurumlarını olgunlaştırmış bulunuyor. Geçen otuz yıl içerisinde biri Anayasa refarandumu, üçü yerel, sekizi genel meclis, dördü rehberlik meclisi ve dokuzu cumhurbakanlığı olmak üzere 27 seçimi geride bırakan ve 28.sine hazırlanan İran halkının seçim mücadelesinin farklı olması doğaldır. Batı açısından İran seçimleri kendilerine uşaklık edecek kesimleri iş başına getirmekten ziyade kendisiyle uzlaşmaya yanaşacak kadroları tercih etmekle sınırlıdır. Çünkü Mahmud Ahmedinejad hükümeti döneminde bütün baskı ve ambargolara rağmen bilimsel, teknolojik ve ekonomik sahalarda güçlenen İran, artık eskiden olduğu gibi Batı’ya pek ihtiyaç duymadığı gibi fırsat buldukça BM gibi uluslararası kurumlarda açıkca Batı’ya meydan okumakta, başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere birkaç ülkenin sultasındaki köhnemiş uluslararası düzenin değiştirilmesinin zaruretini vurgulamaktadır.



Batı açısından tahammülü en zor olanı ise İran’ın ilahi öğreti ve değerlere dayalı adalet eksenli bir dünya sistemini gündemde tutması, Yahudi soykırımı veya holokost iddialarının araştırılmasını teklif etmesi, eğer gerçekten böyle bir soy kırım vuku bulmuşsa bunun faturasının mazlum Filistin halkına değil de faillerine ödetilmesi vb. söylemleri başta İslam dünyası olmak üzere yavaş yavaş dünya sathında taraftar bulmasıdır. Uluslararası siyonizmin etkisindeki Batı’lı rejimler kendi çıkarlarına aykırı olan bu söylemlerin dile getirilmesine bile tahammül edemedikleri için ister istemez İran’da bu söylemlerden vaz geçecek veya en azından dozajını azaltacak bir hükümetin iş başına gelmesini tercih etmektedir.



Hatemi hükümeti döneminde gerginliği azaltma bahanesiyle medeniyetler arası diyalog gibi Batı’nın hoşuna gidecek sloganlarla tehditlerin aşabileceği sanılmış ama, Batı ile ilişkilerde her hangi bir ilerleme kaydedilemediği gibi bu uzlaşmacı çizgi Batı’nın baskıları karşısında geri adım atmakla sonuçlanmıştı. Şöyle ki, İran bırakın uranyum zenginleştirmeyi nükleer araştırmaları bile baskılar karşısında durdurmak zorunda bırakılmıştı. Dış siyasette İslam inkılabının çizgisinden uzaklaşan Hatemi hükümeti sırf Batılı güçleri razı etmek için Filistin davasını bile göz ardı ederken Batılılar bunu İran’ın zaafına yormuşlardı.



Ahmedinejad hükümetinin Batılıların tehditlerinden korkmayarak dış siyasette savunma politikası yerine hücum politikası çizgisini seçmesi İran’a büyük başarılar kazandırdığı gibi Ortadoğu’da Hizbullah ve Hamas gibi direniş güçlerini de güçlü bir konuma sevketmiştir. Üniversite laboratuvarlarında nükleer sahada araştırma yapması bile sınırlanan İran, izlediği yeni siyasetle barışçıl nükleer programını endüstriyel çapta uranyum zenginleştirme aşamasına getirmeyi başarmış ve bunu fiilen Batılı güçlere kabul ettirmiş bulunuyor. İran’ın durmadan artan nüfuzunu engellemeye çalışan ABD ve müttefikleri bu ve benzeri sebeplerden dolayı Ahmedinejad’ın seçimleri kaybetmesini dört gözle beklemekte ve ellerinde bulundurdukları Farsça yayın yapan onlarca televizyon kanalı ve radyo istasyonlarını Ahmedinejad aleyhinde propagandalar için seferber etmiş bulunuyorlar. İran içerisinde ise Ahmedinejad’ın adalet eksenli ekonomik ve toplumsal siyasetleri ile yolsuzluklarla mücadelesi sonucu yıllardır çöreklendikleri makamları ve beslendikleri kaynakları kaybeden bazı çevreler Ahmedinejad’ın yeniden seçilmemesi için yalan, iftira vb. karalama faaliyetlerini geniş çaplı olarak sürdürmektedirler.



Her biri geçmişte ve şimdi çeşitli hassas konumlarda bulunan diğer üç adayın Batı çizgisine gelmeyecekleri bilinmekle birlikte sırf oy toplamak kaygısıyla Batı’ya yeşil ışık yakarken içeride İslam inkılabı çizgisinden uzak ve laubali kesimlere hoş gelecek mesajlar vermeleri seçim propagandalarını yakından izleyenlerce açıkça farkedilmektedir.



Ahmedinejad ile rakip üç aday arasında söylemler ve eylemler bazında gözlenen bazı belirgin farkları ise özetle şöylece sıralamak mümkündür:



Rakipleri ekonomik kalkınmaya ne pahasına olursa olsun öncelik verilmesi gerektiğini önerirken Ahmedinejad, ekonomik kalkınmanın adalet eksenli ve yoksul kesimleri gözetmesi durumunda ancak kabul edilebileceği tezini savunmaktadır.



Ahmedinejad’ı popülist siyasetler izlemekle suçlayan rakipleri hükümetin başkent yerine karar mekanizmasını eyaletlere taşımasını, plan-bütçe müdürlüğünü sınırlandırmasını ve kendisine bağlamasını eleştirirken Ahmedinejad, onaltı yıllık bir aradan sonra yeniden yöneticilerle halk arasındaki mesafeyi kaldırarak halkla rejimi barıştırmak amacıyla bakanlar kurulunu geçen dört yıl içerisinde her eyalete iki defa olmak üzere 60 defa eyalet merkezlerine taşımış ve bakanlar kurulu her defasında birkaç gün bu eyaletlerin durumunu yakından izleyerek sorunlara yerel yöneticilerle birlikte çözüm aramaya koyulmuş ve her eyaletin kendi kalkınma bütçesini hazırlamasına fırsat tanımıştır.





Rakipleri dış siyasette İran’ın çıkarlarını ön plana çıkararak önce İran’ın güçlenmesi gerektiğini, Filistin, Lübnan ve Afganistan vb. konularda güçlü ülkelerle milli çıkarlar doğrultusunda uzlaşma ve işbirliği önerirken Ahmedinejad, ABD başta olmak üzere güçlü ülkelerle uzlaşmanın bir yarar getiremiyecğini; emperyalist güçlerin köpeğe benzediğini durursan üzerine saldıracağını ve ancak üzerine yürürsen kaçacağını; Filistin davasını desteklemenin İslami bir vazife olduğunu ve düşmanla kendi sınırlarında mücadelenin daha mantıklı olduğunu savunmakta ve son yıllardaki tavırlardan alınan sonuçların bu tezi ispatladığını vurgulamaktadır. Bu konu tarafların İran’a mı yoksa İslam’a mı öncelik verilmesi gerektiğine dair farklı görüşleri olarak da ifade edilebilir.



İran seçimleriyle ilgili söylenecek daha çok konu bulunmaktadır, ancak şimdilik bu kadarıyla yetiniyor başka bir fırsatta buluşmak üzere diyoruz. Selam ve dua ile...
Cevapla

“Dış Siyaset (Politika)” sayfasına dön