Erdoğan Çınar Skandalı

Cevapla
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Erdoğan Çınar Skandalı

Mesaj gönderen 3nokta »

Bir Bektaşi sitesinden, bir bektaşi olan Erdoğan Çınar'ın saçmalıklarına cevaplar...

CONSTANTİNE-SİLVANUS’U ÜÇ HAMLEDE
PİR SULTAN’A ÇEVİRME TEKNİĞİ

Hamza Aksüt

Son yıllarda Türkiye’de Aleviliği her yere, her topluluğa ve her inanca bağlama furyası başladı. Birkaç yıldır Hititler ve Luviler revaçta. Hitit tezinin savunucusu Kemal Soyer. Erdoğan Çınar, Kemal Soyer’den daha yiğit çıktı, Alevileri bir anda Hititlerden önceki Luvilere bağladı. Ama bir gerçek var ki, Soyer’in ve Çınar’ın, “Kürt Aleviler Ermeni kökenlidir” diyen Türk Tarih Kurumunun eski başkanı Yusuf Halaçoğlu’nu sollamış olmaları.

Soyer ve Halaçoğlu’nu başka yazılara bırakarak bu yazıda Çınar’ın tezlerini ele alacağım. Pardon, tezleriyle birlikte çevirilerini de ele alacağım. Çınar’ın bilim ahlakı yönünden hangi derecede olduğunu okurlar takdir edecek.

BÖLÜM I
ÖĞRETMEN PİR OLDU,
KİLİSE, ALEVİ OCAĞI
PİRLER OLDU St PAUL HAYRANI

Konuyu bilmeyenler için Erdoğan Çınar’ın tezlerini birkaç cümleyle özetleyelim:

* Alevilerin kökeni, Hititlerden önce Anadolu’da yaşamış olan Luvilere dayanır.
* Bizans döneminde Paulikienler denen dinsel grup Alevidir.
* Paulikienler altı dede ocağı kurmuştur.
* Pir Sultan diye bilinen kişi aslında bir Paulikien önder olan Silvanus’tur.
* Silvanus’a, Pir Silvanus demekte bir sakınca yoktur. Böyle olunca Pir Silvanus’a Pir Sultan demekte de bir sakınca yoktur. Silvanus’un başına gelenler Pir Sultan’ın da başına gelmiştir.
* Paulikienler, Hıristiyan değil, Alevidir.

Her şeyden önce Erdoğan Çınar, Aleviliği Anadolu’ya özgü bir yapı sanmakta, Suriye, İran, Irak gibi ülkelerde dede ocaklarıyla birlikte milyonlarca Alevinin yaşadığını bilmemektedir. Ayrıca, Alevilerin Türk, Kürt, Arap ve Rom gibi etnik kökenlerini dikkate almamaktadır. Gerçi bu, yalnızca Erdoğan Çınar’ın düştüğü bir hata değildir. Türkiye’deki birçok araştırmacı aynı durumdadır. Bu nedenle Çınar’ın bu yanılgısı mazur görülebilir.

Biz gelelim asıl konuya. Erdoğan Çınar, kaynakları nasıl kullanmaktadır? Yabancı dilde yazılmış kaynakları Türkçeye çevirirken tahrifat yapmakta mıdır? Bir başka deyişle, başta Alevi aydınlar olmak üzere okurları kandırmakta mıdır? Eğer kandırıyorsa, yıllardır bu kadar düşünce üreten aydın ve araştırmacı, Çınar’ın yazdıklarına nasıl inanabilmekte ve yer yer ona övgüler dizebilmektedir?

Paulikienleri Alevi olarak sunmak istediğinde, “Bizans ve Ortodoks Kilisesi arşiv kayıtları”nı kullandığını söyleyen Erdoğan Çınar, hemen hemen tüm kaynak notlarında şu iki kaynağı gösteriyor ve zaman zaman bunlardan bire bir çeviri yaptığını söylüyor:

a- Pecis, ed. C. Astruc, W. Conus-Wolska, J. Goillard, P. Lemerle, D. Papachyryssanthou and J. Paramelle, Peter of Sicily, T And M 4 (1970).

b- Pecis, ed. C. Astruc, W. Conus-Wolska, J. Goillard, P. Lemerle, D. Papachyryssanthou and J. Paramelle, Peter the Higoumenos, T And M 4 (1970).

(Not: Hemen belirtelim, Çınar sayfa numarası da vermiyor. Bazen de s. 69-97 gibi “28 sayfalık bir aralık” gösteriyor, ya da age. diyerek kitabın tümünü gösteriyor.)

Bizans görevlisi Peter of Sicily’nin ve öteki Bizanslıların Grekçe yazdığı metinleri, Janet Hamilton ve Bernard Hamilton İngilizceye çevirerek, Christian Dualist Heresies in the Byzantine World adlı kitapta yayımlamışlardır. Çeviri için eski Slovence uzmanı Yuri Stoyanoy yardımda bulunmuş. Peter’in kullandığı dil Grekçe. İngilizceye çeviri yapan yazarlar, terimleri özgün haliyle de vermiş.

Her iki kaynak da dokuzuncu yüzyılda Bizans devleti görevlisi olarak Paulikienler üzerine gönderilen Peter of Sicily’nin tuttuğu notlardan oluşuyor.

(Not: Kaynak notlarına bakılırsa, Erdoğan Çınar, Grekçe metni kullanmış ve zaman zaman bire bir çeviri yapmıştır. Ancak, bu durum kuşkuludur. Sayın Çınar hangi dilden çeviri yaptığını belirtirse kendi tezleri açısından da iyi olacaktır. Çünkü Çınar’ın çevirisiyle, yukarıda adı geçen yazarların çevirisi arasında dağlar kadar fark vardır. ‘Grekçe uzmanı Çınar’ metinleri doğru çevirmişse, bu üç yazar büyük zan altında kalacaktır.)

İşte Size Erdoğan Çınar Usulü Çevirilerden Örnekler

1- Erdoğan Çınar’ın Çevirisi:

(Bizans görevlisinin Paulikienler hakkında tuttuğu notlardan bir bölüm)

“Papazlarımızı ve hiyerarşinin diğer özellerini reddediyorlar. Kendi papazlarına ‘pir’ ve ‘rehber’ diyorlar ve papazları kıyafet ve diyetleriyle veya yaşam biçimleriyle diğerlerinden ayırt edilemiyor.” (Erdoğan Çınar, Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 145)

Ne güzel değil mi, insanın buldum buldum, diye bağırası geliyor. Bizans döneminde, Anadolu’da dinsel önderlerine pir ve rehber diyen bir inanç grubu var! Tam da bizim Aleviler! Peki, kim yazmış bunu? Paulikienlerin üzerine gönderilen Bizanslı bir görevli: Peter of Sicily.

Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi

“They reject our priests and other members of our hierarchy. They call their own priests synekdemoi and notaries; they are not distinguished from the others by dress or diet or the rest of their manner of life.”

Metinde ne pir var, ne de rehber.

Metnin Doğru Çevirisi

“Onlar, papazlarımızı ve hiyerarşimizin diğer üyelerini reddediyor. Papazlarına synekdemoi ve notaries diyorlar; giyim, diyet ya da yaşam biçimiyle diğerlerinden ayırt edilemiyorlar.”

Görüldüğü gibi, ne pir var ne de rehber. Pir ve rehber, Çınar’ın uydurması. Sözü edilen insanlar, din adamlarına synekdemoi ve notary diyor. Çeviri ile ilgili bilim ahlakı yönünden takdir okurların.

Peki, synekdemoi ne? Yeni Ahit’te, St Paul’ün yardımcısı olan Hıristiyan papazlara verilen ad. Sözcük, “yol/gezi arkadaşları” (travelling companions) anlamında. (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 10)

Erdoğan Çınar neden pir sözcüğünü kullanıyor? Gayet açık: Silvanus’u, daha sonraki sayfalarda Pir Silvanus olarak sunacak, sayfalar ilerledikçe Pir Silvanus’u, Pir Sultan’a çevirecek de ondan. (Peter of Sicily’e göre Paulikienler, Silvanus ve öteki din adamlarına didaskalos da diyorlar. Grekçe bir sözcük olan didaskalos, öğretmen anlamında (didakt, öğretme).

2- Erdoğan Çınar’ın Çevirisi:

Konu: İmparatorluk görevlisi Symeon, Constantine/Silvanus’u (Erdoğan Çınar’ın Pir Sultan’ı) taşlatıp öldürüyor. Daha sonra başkent İstanbul’a dönüyor. Yaptığına pişman oluyor ve Cibossa’ya dönüp Silvanus’un yerine geçiyor.

“Üç yıl boyunca İstanbul’da kaldı. Şeytan tarafından bütünüyle ele geçirilmiş olarak yalnız bir yaşam sürdü. Ardından her şeyi terk edip gizlice kaçtı. Sivas’a geri döndü.” (Aleviliğin Kökleri, s. 78)

Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi:

“He was recalled to the emperor and stayed for three years in Constantinople, living privately, and was compeletely taken over by the devil. He abandoned everything and ran away secretly, and came to the aforesaid Cibossa.”

Çeviri bir şey dışında doğru. Çınar, Cibossa’yı Sivas olarak çeviriyor. Bizans döneminde Sivas’ın adı Sebastia. Pir Sultan Sivaslı olduğu için Çınar, Cibossa’yı Sivas olarak sunuyor.

3- Erdoğan Çınar’ın çevirisi:

“Kendisine Titus diyen, İmparator’un emriyle Silvanus’u taşlatan ve onun ardından Sivas’taki ikinci ‘Pir’ olan ve Justus tarafından Şebinkarahisar piskoposuna ihbar edilen ve İmparatorun emriyle Silvanus’a atılan taşların oluşturduğu kümenin hemen yanında yakılan Symeon’a lanet olsun.” (Aleviliğin Kökleri, s. 143)

Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi:

“Anathema to Symeon who called himself Titus, who, after he had stoned Constantine on the emperor’s orders, became the second teacher at Cibossa, was denounced by Joseph his disciple to the bishop of Colonea, and was by the emperor’s order brunt near the heap of stones where Constantine had been stoned.”

Metnin Doğru Çevirisi

“Kendisine Titus diyen, imparatorun emriyle Constantine’i taşlatan, daha sonra Cibossa’da ikinci öğretmen olan, Justus tarafından Colonea piskoposuna ihbar edilen ve imparatorun emriyle Constantine’e atılan taş yığınının yanında yakılan Symeon’a lanet olsun.”

Metinde “pir” yok, “teacher” (öğretmen) var. İngilizceye çevirenler bunu didaskalos yerine kullanmışlar ki, gayet doğru. Öyleyse Symenon nasıl ikinci pir oluyor? Metinde Sivas da yok, Cibossa var. Bizans döneminde Sivas’ın adı Cibossa değil, Sebastia. (Metini yorumlayan uzmanlar, Cibossa’nın neresi olduğunun bilinmediğini belirtiyor: “Cibossa is not otherwise known.”) Erdoğan Çınar buna neden gerek duymuş? Çünkü Pir Sultan Sivaslı, öyleyse Cibossa’yı, Sivas olarak sunmak gerek! Erdoğan Çınar hızını alamayıp o kadar ileri gidiyor ki, yer yer Cibossa’yla kastedilen yeri Yıldız dağlarının eteği (yani Pir Sultan’ın yaşadığı yer) olarak sunuyor.

Metinde taşlanan kişinin adı Constantine. Çınar bunu Silvanus olarak çeviriyor. Neden? Çünkü aşağıda da değineceğimiz gibi Silvanus’un asıl adı Constantine. Çınar Constantine adını okurlardan gizliyor.

4- Erdoğan Çınar’ın Çevirisi:

Konu: Silvanus’un taşlanarak öldürülmesi. Constantine/Silvanus’u taşlatan İmparatorluk görevlisinin adı Symeon.

“Symeon geldi, yerli yöneticilerden Typhon adında birini kılavuz olarak yanına aldı.

Sivas’ta herkesi toparladı ve Şebinkarahisar kalesinin güneyine götürdü ve onlara önlerinde bağlanmış halde bulunan biçareyi taşlamalarını emretti. Herkes eline bir taş aldı ama kendilerine Hakk’tan yollandığını düşündükleri pirlerine atmamak için, ellerindeki taşı arkalarına fırlattılar.

Şimdi evlatlığına verdiği eğitimin ve öğrettiklerinin ödülünü alıyordu. İmparatorluk görevlisinin verdiği emir üzerine Justus eline bir taş aldı ve ikinci bir Goliath gibi taşı ona fırlatıp onu öldürdü.” (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 158; Aleviliğin Kökleri, s. 142)

Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi:

“Symeon arrived, took as his companion one of the local archons, named Typhon, and going to the place, gathered them all together and took them to the south of kastron of Colonea. There he made the wretch stand with his disciples facing him, and ordered them to stone him. They picked up the stones, and dropping their hands as if to their girdles, they threw the stones behind them, so as not to hit their teacher, whom they belived had been sent to them by God. Now this Salo-anus had sometime previously adopted a certain Justus and taught him the Manichaean heresy. He now recieved from him a fitting reward for this education and teaching. On orders from the imperial official, Justus picked up a stone, hit him like a second Goliath, and killed him.”

Metnin Doğru Çevirisi:

“Symeon ulaştı. Yanına yerel yöneticilerden Typhon adında birini aldı, onları topladı ve Colonea kalesinin güneyine götürdü. Onlara, önlerinde duran biçareyi (ya da kötü adamı) taşlamalarını emretti. Taşları aldılar, ama Tanrının (God) kendilerine gönderdiğine inandıkları öğretmenlerine vurmamak için arkalarına attılar. Salo-anus, Justus adında birini evlatlık edinmiş ve ona Maniheist sapıklığını öğretmişti. Şimdi, bu eğitimin ve öğretimin ödülünü alıyordu. İmparatorluk görevlisinin verdiği emir üzerine Justus, eline bir taş aldı ve ikinci bir Goliath gibi taşı fırlatıp onu öldürdü.”

Metinde ‘Hakk’ sözcüğü yok, ‘God’ var. Hıristiyanların tanrı anlamında kullandığı sözcük. Çınar neden ‘God’ı, ‘Hakk’ olarak sunuyor? Gayet açık: Alevilikte Hakk terimi var ya.

Metne göre Silvanus taşla öldürülmüş. Erdoğan Çınar bunu yeterli görmüyor, metinde olmadığı halde, taşla öldürülen bu kişiyi bir de “astırarak idam” ettiriyor. Neden bunu yapıyor? Gayet açık, Pir Sultan asıldı ya!

“Pir Silvanus Yıldız Dağı’nın eteklerinde önce Symenon’un emri ile kendisine ‘yol oğlu’ olarak aldığı, en sevdiği müridi tarafından başlatılan taş yağmurunun altında kaldı. Sonra da asılarak idam edildi.” (Aleviliğin Kökleri, s. 142)

Metinde “yol oğlu” terimi yok. Çınar bunu neden uyduruyor? Justus’u, Hızır Paşa yapacak ya ondan! Yıldız Dağı da nereden çıktı? Hiçbir metinde yok. Hatta metinlerde Sivas’ın adı bile geçmiyor. Sivas’ın Bizans dönemindeki adı Sebastia.

Colenea, Şebinkarahisar. Metinde “Colenea’nın güneyi” deniyor. Çınar, Yıldız dağının Şebinkarahisar’ın güneyinde olduğunu söylüyor. “Yıldız Dağı, Şebinkarahisar ile ‘Cibosso Kastronu’nun (Sivas Kalesi) arasında Şebinkarahisar’ın güneyinde Sivas Kalesi’nin kuzeyindedir.” (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 170-171)

Acaba Erdoğan Çınar hiç haritaya baktı mı? Yıldız Dağı, Şebinkarahisar’ın bir hayli batısındadır.

Ayrıca, metinde Maniheizm’den söz edildiği halde Çınar bu bölümü neden almamış? Aslında alabilirdi. Maniheist terimini Alevi olarak çevirebilirdi!

Erdoğan Çınar devam ediyor: “En sevdiği müridinin attığı taş ile Hakk’a yürüyen Mananalisli Pir Silvanus, Alevilerin ünlü mürşidi ve Alevi sözlü geleneğinin kurucusu ve büyük ustası Pir Sultan Abdal’dır.” (Aleviliğin Kökleri, s. 142-143)

Çınar’ın, Silvanus’un asıl adı olan Constantine’i okurlardan nasıl gizlediğini aşağıda göreceğiz.

Paulikienlerin “Cem Evi”

“İn an allegory, when adressing us they refer to their own assemblies as the Catholic Church, but among themselves they refer to them as oratories. (proseuchai) (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 95)

Burada söylenen ne: Paulikienler, Katolik kilisesine gittiklerini söyleseler de bu bir kandırmacadır. Aslında proseuchai dedikleri küçük mabetlere gitmektedirler. Sayın Çınar, bu terimi “cem evi” olarak tercüme etmekte bir sakınca görmemektedir. (Bakınız, Aleviliğin Kökleri, s. 137; Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 144)

Paulikienlerin Katolik kilisesine gitmemesi gayet doğaldır, çünkü onlar Paulikiendir.

KİLİSELER BİR HAMLEDE ALEVİ OCAKLARINA NASIL ÇEVİRİLİR?

“Anathema to those who say that there are six Paulician Churches, Macedon, which is a kastron of Colonea called Cibossa, which Constantine/Silvanus taught and Symeon/Titus; Achea, which is Mananalis, a village is Samosata, which Genesius/Timothy taught; the church of the Philippians, taught by Joseph/Epaphroditus; the churc of the Laodiceans, that is the people of Mopsuestia; the church of the Ephesians, who are the Cynochoritae; these there Churchs were, they say, seduced by Sergius/Tychicus.”

Başka bir metin:

“They say that there are six Churches in their confession; the Church of Macedonia, Which is kastron of Colonea; Cibossa, which was instructed by Constantine/Silvanus and Symenon/Titus; Achea, which is a village of Samosata; Mananalis, Which was instructed by Gegnesius/Timothy; the Church of the Philippians, by which they mean the disciples of Joseph/Epaphroditus and Zacharias whom they call the hireling shephered; the Church of Laodiceans, by which they mean the people of Argaoun, and that of the Colossians, meaning the Cynochorites. These three Churches were, they say, instructed by Sergius/Tychius.” (s.94)

Bu paragraflarda dile getirilenler şunlar:

Altı kilise var.

1- Makedon Kilisesi: Constantine/ Silvanus ve Symeon/Titus tarafından kurulmuş.
2- Achea Kilisesi: Samaosata’da Gegnesius/Timothy tarafından kurulmuş.
3- Phlippians Kilisesi: Joseph/Epaphroditus tarafından kurulmuş.
4- Laodiceans Kilisesi: Mopsuestia ya da Argaoun halkının kilisesi ve Sergius/Tychius tarafından kurulmuş.
5- Efes Kilisesi: Aynı kişi tarafından kurulmuş.
6- Colossians Kilisesi: Aynı kişi tarafından kurulmuş.

Erdoğan Çınar Bu Metinlerden Şu Alevi Ocaklarını Çıkarıyor:

“Bizans ve Ortodoks Kilisesi arşiv kayıtlarında altısı Anadolu’da bir tanesi de Balkanlar’da olmak üzere yedi Alevi ocağından bahis olunmaktadır... Tahtacı Sergius’un Hakk’a yürümesinden sonra, sekiz yüz kırklı yıllarda Anadolu’da altı büyük Alevi ocağının varlığını tespit edebiliyoruz...”

1- Mananakian Ocağı:

Çınar’a göre bu ocağın kurucusu, yedinci yüzyılda Mananalis’ten Sivas’a giderek Banaz’a yerleşen Pir Silvanus. Ocağın iki kolu var. Biri Banaz’da biri de Pülümür’ün Haculiye köyünde.

Şu bizim Hacılı köyü, Haculiye olmuş. Erdoğan Çınar’ın Hacı sözcüğü alerjisinden mi acaba? (Aşağıda bu alerjiden söz edilecektir.) Ocağın adı neden Mananakian? Ocağın bulunduğu coğrafyanın adı Mananalis de ondan. Mananalis neresi? Kaynak olarak kullandığı Bilge Umar’ın kitabına göre “Tercan ile Kiğı arasında, Tuzla Suyu güney yanında uzanan bölgenin Bizans çağında kullanılan adı. Kökenini, öz biçimini, anlamını saptayamadım.” (Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, s. 541). Sayın Umar, sözcüğün anlamını saptayamamış ama Sayın Çınar saptamış: “Mananakian Ocağı adından da kolayca anlaşılacağı üzere ‘Ma/Kadın Ana’ya atfedilmişti.” (Aleviliğin Kökleri, s. 150). Oysa “Ma” sözcüğünün anlamını saptayan Bilge Umar. Ne diyelim, çırak ustayı geçer derler! Bizim Malatya’nın “ma”sı da Kadın Ana’yla mı ilgili acaba? Yok canım, Malatya’nın eski adı Melitene.

Çınar’a göre bu ocak mensupları Ortodoks kilisesinin ve Bizanslıların baskısı nedeniyle Mananakian değil, Makedonian adını kullanıyordu. Böylece küçük bir değişiklikle tüm baskılardan kurtulmuş oluyorlardı. “Bu sebeple Pir Silvanus’un Yıldız Dağı’nda kurduğu ocak Bizans kayıtlarına ve Ortodoks metinlerine ‘Makedonya Ocağı’ olarak geçti.” (Aleviliğin Kökleri, s. 140-141)

Baskıdan kurtulan Paulikienler mi yoksa kaynakların baskısından kurtulmak isteyen bir Erdoğan Çınar mı söz konusu?

2- Achean Ocağı:

“Ortodoks kaynaklarında bu Alevi ocağının Timothy tarafından Mananalis’te Samosata’nın (Şimşatkale-Palu) bir köyünde kurulduğu ifade edilmiştir... Ağuçen Ocağı’nın dedeleri Ocağın merkezinin Elazığ-Palu arasındaki Sün Köyü olduğunu söylemektedirler ki verdikleri bu coğrafi aidiyet bilgisi Bizans kayıtlarındaki Achean Ocağı’nın merkezi ile bire bir örtüşmektedir. Achean ocağının bugüne ulaşabilen bir başka kolu da Kurachean (Kureyşan) ocağıdır. Palu’nun Seydili köyündeki Seyit Sabu ocağı, Acean ocağının bugüne ulaşmış bir başka koludur. Aynı şekilde Acheanlardan koparak zaman içinde ayrı ocaklar halinde örgütlenen Derviş Cemal, Baba Mansur, Şah İbrahimli ve Şah Ahmetli Alevi ocakları da bu ocağın ardıllarıdır. Achean-Ağuçan ocağı ve bu ocaktan kopan ocak mensupları Palu, Elazığ, Tunceli ve Mazgirt köylerinde, kendi ana yurtlarında, halen yaşamaya devam ediyorlar.” (Aleviliğin Kökleri, s. 151)

Achea’daki kilise oldu Ağuçen ocağı! Achea’nın sonuna “n” harfi birdenbire ekleniverdi. Kilisenin (pardon ocağın) kurucusu Genesius. Bu kurucu Timothy adını alıyor. Neden alıyor bu adı? Timothy, Hıristiyanlığın büyük kurucusu ve yayıcısı St Paul’ün müridi de onun için. Avuçan ocağının kurucusu, St Paul’e ne kadar hayran! Avuçan ocağının hangi kurucusu acaba? Köse Seyyid mi, Mir Seyyid mi, Seyyid Mençek mi, Koca Seyyid mi?

(Not: Çınar, bir çırpıda bir sürü ocak adı sayıyor, Derviş Cemal, Baba Mansur, Şah İbrahimli, Şah Ahmetli ocaklarını bir çuvala dolduruyor. Aşağıda, birinci kitabında dile getirdiği dede ocaklarına da değineceğim. Ayrıca, Sün köyü Elazığ ile Palu arasında değil. Coğrafyayı değiştirmeye gücümüz yetmez.)

3- Epaphroditus Ocağı:

Çınar’a göre bu kiliseyi (pardon, ocağı) Epaphroditus kurmuş.

“Pek çok defa güvenlik nedeniyle yer değiştiren bu kurucunun son durağı Orta Toroslarda, bugünkü Abdal Musa ocağının yakınlarında, Antalya’nın kuzeyinde, Burdur’un Bucak ilçesi Ürkütlü beldesindeki Komama antik kenti oldu. Bu ocak günümüzde Abdal Musa ocağı olarak biliniyor.” (Aleviliğin Kökleri, s. 151-152)

Erdoğan Çınar’ın kaynak olarak kullandığını söylediği Bizans ve Ortodoks Kilisesi kayıtlarındaki Epaphroditus kim acaba? Asıl adı Joseph olan bu kişi, kendisine Epaphroditus adını seçiyor. Neden bu adı seçiyor: St. Paul’ün Colessanlara yazdığı mektuplarda “kardeşim” dediği kişi Epaphroditus. Bizim Epaphroditus, yani Joseph, Pisidia’daki Antioch’a gidiyor ve Philippi kilisesini kuruyor. (Peter Of Sicily’nin notlarından:... but Joseph escape and run off as a fugitive towards Phrygia, and leaving there, he settled in Antioch in Pisidia. (Janet Hamilton, s.82, Kilise kurmasıyla ilgili bilgi için bak, aynı yapıt, s.18: Epaphroditus escaped arrest and went to Antioch in Pisidia in Central Anatolia, which had been evangelized by St Paul. There he founded the Paulicien Church of Philippi.)

Kiliseye bu adı vermesinin nedeni, St Paul’ün Epaphroditus’unun da aynı adlı kilisenin üyesi olması. Yani, hem Joseph’in aldığı ad, hem de kurduğu kiliseye verdiği ad, St Paul ekolünün ad vurma geleneğinden. Çınar, kilisenin (pardon, ocağın) adını neden Philippi değil de Epaphroditus olarak sunuyor, anlamak güç.

Bir dakika, Pisidia’daki Antioch neresi? Çınar’ın kaynak olarak kullandığı (ama kaynak olarak göstermediği) Bilge Umar’ın tespitine göre bugünkü Yalvaç’ın atası. (Bilge Umar, aynı yapıt, s. 78) Erdoğan Çınar, kilisenin (pardon, ocağın) yerini Burdur’un Ürkütlü beldesindeki Komama olarak sunuyor. Çınar bunu neden yapıyor? Çünkü ona ‘ma’ hecesi içeren yer adları gerek. Komama, ‘Kutlu Ananın Halkı’ demek. (Bilge Umar, aynı yapıt, s. 458)

Erdoğan Çınar’ın kaygısı belki de Yalvaç’ın St Paul’ü hatırlatmasını önlemek. Çünkü, St Paul’ün ilk yolculuğunda uğradığı yerlerden biri Yalvaç. Hıristiyanlık tarihinde en önemli yerlerden biri.

4- Laodikian Ocağı:

Çınar’a göre kurucusu Tahtacı Sergius. Bu kişi taliplerini Arguvan’a çağırmış, çağırıya uyanlar Laodikianlar olduğu için ocak bu adı almış. Ocağın merkezi de çok ilginç: Arguvan. “Achean ocağından Sergius’un daveti üzerine yurtlarını terk ederek Arguvan’a yerleşen Acheanların merkezi Arguvan’ın Merzirme köyüdür. Acheanların bu kolu günümüzde Şah İbrahimliler olarak bilinmektedir.” (Aleviliğin Kökleri, s. 152)

Ne diyelim! Bizim Dede Garkınlı Şeyh İbrahim Veli ve talipleri meğer Avuçanlıymış. Şeyh İbrahim de herhalde Tahtacı Sergius’un halifelerinden birisidir! Zaten söylemlerinde ve gülbanklarında Sergius adı bolca geçiyor! Şeyh İbrahim’in musahibi Ali Seydi kim acaba? Ona da Grekçe bir ad bulmak gerek! (Merzirme, Arguvan’a değil, Hekimhan’a bağlı. Samimiyetimle söylüyorum, Çınar’ın bu hatası mazur görülebilir. Sadece bilgi olsun diye belirtiyorum.)

Ocağın kurucusu Sergius, kendisine Tychicus adını seçiyor. Tychicus, St Paul’ün risalesinde “Lord’un sadık müridi” olarak anılan kişi.

Sergius, Galatia’da (Ankara yöresi) doğmuş bir Grek. Bu bölgedeki çalışmalarından sonra Niksar yakınındaki Cynochorion’a gidiyor ve burada Laodicea kilisesini kuruyor. Burada çıkan olaylar sonunda Sergius ve müritleri Arguvan’a giderek Astatoilere katılıyor.

5- Efes Ocağı:

Çınar’a göre Kurucusu Sergius. Bizim Tahtacı Sergius! Ocağın merkezi İzmir’in Narlıdere kasabası. Bu ocağın bir başka kolu Emirbeyli olarak biliniyor. Çınar’ın daha önceki kitabında Timurbeyli olan ocak, son kitabında bu kez Emirbeyli olmuş. Hacı Emirli ocağını kastediyor herhalde. Ocağın kurucusu İbrahim Sani. Ne yapsın sayın Çınar, Hacı adını kullansa olmuyor, İbrahim ve Sani adlarını da kullanamıyor. En iyisi, Arapçayı çağrıştırmayan Timurbeyli ve Emirbeyli adlarını kullanmak. Gerçekten de zor bir durum. Çınar’ın yerinde olmak istemezdim. (Sayın Çınar da “asimile olmuş” Alevi yazarlar ve yöneticiler gibi “hacı” terimini Kâbe’yi ziyaret etmiş kişi olarak mı anlıyor acaba? İngilizce sözlükle Türkçe metni açıklamak gibi bir şey bu.)

Efes, St Paul’ün yaşamında önemli bir yere sahip.

6- Niksar Ocağı:

Çınar’a göre kurucusu Sergius. Bizim Tahtacı Sergius! Mürşidi ise Baba İlyas. Danişmendliler on birinci yüzyılda burada bir devlet-dergâh kurmuş. (Aleviliğin Kökleri, s. 153-154)

İyi de, bir kişi nasıl üç ocak kuruyor? Kilise kursa anlayacağız. Alevilikte bir eren yalnızca bir dede ocağı kurar ve o ocak, kurucusunun adıyla anılır. Sayın Çınar, dede ocağını bir bina ya da tekke mi sanıyor yoksa? Dede ocağı, bir dede grubuyla, o dede grubunun taliplerinin toplamı olan sosyal yapıya verilen addır.

7- Dimetoka Ocağı:

Çınar’a göre zorunlu göç nedeniyle Anadolu’dan Balkanlara taşınan Alevi toplulukların mürşit ocağı olarak on birinci yüzyılda ortaya çıkmış. Ocağın merkezi Dimetoka. Çınar’ın kastettiği, Hacı Bektaş ocağına bağlı olan Kızıldeli ocağı herhalde. Yalnız, sayın Çınar, bu ocak kurucusunun adını vermeyi unutmuş. St Paul’ün hangi adamı kurdu acaba Kızıldeli ocağını?

Peki, Çınar’ın Alevi Ocağı Kurdurduğu Bu Kişiler
Kendilerine Hangi Adları Seçiyorlar?
Ya da “Ocak Kurucuları”nın Tümü St Paul Hayranı!

Symeon/ Titus: İmparatorluk görevlisi Peter of Sicily, Symeon’un kendisine iyi bir ad seçerek Titus adını aldığını belirtiyor ve şöyle diyor: “Ona Titus demeyeceğim, Ketos diyeceğim. Çünkü Titus, St. Paul’ün Crete’ye atadığı piskopos.” Ketos ne, balina. Denizlerde hırsız gibi pusuya yatan balina.

Erdoğan Çınar, Peter of Sicily’nin bu notunu kitabına almış, ancak, St Paul bölümünü ... ile geçiştirerek paragrafı şöyle tercüme etmiş:

“Ben ona Titus değil Kelos (Balina) diyeceğim. Ne de olsa kendisi denizin derinliklerinde saklanan balina gibiydi... Bazen denizciler ne olduğunun farkına varamaz ve (ada büyüklüğündeki) balinanın üzerine kanca atıp gemilerini bağlarlar.” (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 163)

Çınar’ın çevirdiği paragrafı aynen verelim:

“I will not call him Titus, for he was not the imitator of Titus whom Paul ordained a bishop in Crete, but Ketos (‘whale’). He was like the whale of the sea which lurks in the water..” (Janet Hamilton, aynı yapıt, s. 79)

Görüldüğü gibi Çınar, Titus’un St Paul’ün atadığı bir piskopos olduğunu ifade eden bölümü saklıyor, okura sunmuyor, okurları kandırıyor.

Genesius/Timothy: Timothy, St Paul’ün Book of Act’ine göre St Paul’ün müridi. (“Timotheus/Timothy, was a disciple of St Paul, see Acts 16.1” (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 80 dipnot)

Joseph/Epaphroditus: Joseph bu adı niye almış? Hristiyan mitolojisine göre Epaphroditus, St. Paul’ün “kardeşim, yoldaşım ve askerim dediği kişi.” Erdoğan Çınar’ın Alevi Epaphroditus’u, St. Paul’ün misyonerlik yaptığı Pisidya’ya gidiyor ve kilise kuruyor.

Sergius/Tychicus: Sergius bir Grek ve Galatia’daki (Ankara yöresi) Tavium’un bir köyünde doğmuş. Adını niye Tyhchicus diye değiştirmiş? Tyhchicus, St. Paul’ün, Ephistel’de tanımladığı gibi, “Lord’un aziz ve sadık kardeşi” (a beloved brother and faithful minister in the Lord” EPH. 6.21)

Sergius’un takipçilerine Astatoi deniyor. Bu ad, St. Paul’ün “bizler evsiz, barksız gezenleriz” ifadesi ile açıklanıyor.

Sergius, St. Paul gibi pastoral mektuplar yazmış.

Constantine/Silvanus (Erdoğan Çınar’ın Pir Sultan’ı): Peter of Sicily’nin yazdığına göre Constantine, Mananalis’ten ayrılarak Cibossa’ya gidiyor. Kendisinin, Paul’ün mektubunda Makedonya’ya gönderildiğinden söz edilen sadık müridi olan havari olduğunu söylüyor. “Siz Macedonian’sınız. Ben Paul’ün size gönderdiği Silvanus’um” (Janet Hamilton, aynı yapıt, s. 78).

Constantine, (Çınar’ın Pir Sultan’ı) kendisine Silvanus adını seçiyor ama Bizanslı görevliler ona bu adı layık görmüyorlar, sahte Silvanus diyorlar. “Also called pseuda-Silvanus” (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 101).

Onlar sahte Silvanus diyorlar ama Çınar, Silvanus’un asıl adı olan Constantine’i okurlardan saklıyor, yazılarında hep Silvanus’u kullanıyor. Neden acaba?

“Bu isim, 680 yılında Sivas’ta asılan “Pir”in asıl adı değildi. Pir Silvanus bu ismi Alevi sözlü geleneğinin başlatıldığı ve kurumlaştırıldığı Cibossa (Sivas) Alevi ocağını kurduktan sonra aldı...” (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 159)

Kısacası: Constantine ve ardılları, St Paul’ün müritlerinin adlarını alıyorlar. Kurdukları kiliselere de hep St Paul’ün ziyaret ettiği yerlerin adını veriyorlar. (Later didaskaloi followed Constantine’s example and took the names of Paul’s disciples, and also called their churches after places visited by Paul. J. Hamilton..., aynı yapıt, s.12) Yaşadıkları olaylar da Paul zamanındaki olaylara benziyor. Eğer Çınar’ın Pir Sultan olayı bunlardan biriyse Pir Sultan’ı Hıristiyanlığın ilk şehidi Stephan olarak ele alabiliriz. Ne diyelim.

Constantine Silvanus’un İki Kitabı

Erdoğan Çınar Draconus adında birinin Suriye’de bir süre tutuklu kaldıktan sonra bir yolunu bularak kaçtığını, köyüne dönerken yol üstünde Palu’ya uğradığını belirttikten sonra Silvanus’u, Draconus’un huzuruna çıkarıyor ve niyaz aldırıyor. Yaza kadar bu iki “pir” uzun uzun sohbet edip yolun erkânını derince konuşuyorlar. Draconus giderken Constantine Silvanus’a iki kitap veriyor. Silvanus bu iki kitabı önce kalbinin üzerine, sonra dudaklarına götürüyor, ardından ikisini de heybesine koyuyor. Ve “mürşidi”ni yol ayrımına kadar uğurluyor. (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 150-152)

Çınar’a göre bu kitaplardan birisi “Kudret (Dynasis).” Çınar öteki kitabın adını vermiyor.

Peki, Peter of Sicily bu konuda ne diyor: Suriye’den dönen bir mahkum Constantine’e iki kitap veriyor. Bunlardan birisi Gospel, öbürü de Apostle. Sicily’nin yazdığını aynen alalım: “This man entertained in his house for some time a certain deacon, a prisoner who was returning to his own country from Syria and came first to Mananalis. All this we found by careful enquriy. The prisoner was bringing back from Syria two boks one of the holy Gospel and the other of the Apostle, which he presented to Constantine in return for his hospitalıty.” (Janet Hamilton…, aynı yapıt., s. 76)

Gospel İncil demek. Apostle ise St Paul’ün yazdıkları.

Buna göre Suriye’den gelen iki kitap tamamen Hıristiyanlıkla ilgili. Üstelik Hıristiyanlığın temel metinleri. Bunları Alevi kitapları diye yutturmaya çalışmaya ne demeli?

Çınar’ın sözünü ettiği kitap “Dynamis” Bizans Kilisesi’nin onuncu yüzyıla ait lanetleme metinlerinde geçiyor. Bu bölümde kilise yetkilisi kendisine aykırı görüşlere sahip olan tüm mezhepleri, “şeytana tapanları” vb. ile birlikte Paulikienleri de lanetliyor. O kadar ki, Katolik Kilisesine aykırı düşünenleri lanetliyor:

“Anathema to those who dont think as the Holy Catholic Apostolic Church thinks.” (J. Hamilton, s, 109)

Peki, Dynamis nedir?

Dynamis, bir gnostik çalışmadır. Hıristiyanlığın da gnostizmi vardır. Bizans metinlerini inceleyen ve yayımlayan araştırmacılara göre Paulikienlerin geleneğinde herhangi bir gnostik (ya da maniheist) etkinin izleri yoktur. Gnostik nitelemesine erken anti-heretik Ortodoks kaynaklarda rastlanmaktadır. (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 8, 109 dipnot)

Peki, Erdoğan Çınar okuduğu orijinal metindeki Apostle ve Gospel’i görmemiş mi? Bunların Hıristiyanlığın temel metinleri olduğunu bilmiyor mu? Bildiği için mi iki kitap diye ad vermeden geçiyor? Okuyucudan saklıyor.

BÖLÜM II
PAULİKİENLERİ İNCELERKEN SÜREKLİ GÜNDEME GELEN
ST PAUL KİMDİR?
ERDOĞAN ÇINAR ST PAUL’DEN NEDEN SÖZ ETMEMEKTEDİR?

Tarsus’ta bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak doğan (ölümü MS. 67) Paul, Hıristiyanlığa inananlara zulmeden bir kişi idi. Özellikle, ilk Hıristiyan şehit Stephan’ın taşlanarak öldürülmesinde gösterdiği sevinç, Hıristiyan oluşundan sonra da unutulmadı. Kiliselere baskın düzenleyip Hıristiyanları tutuklayan görevliler arasında yer aldı. Paul, Şam’a kaçan Hıristiyanların peşinden giderken İsa’yı rüyasında gördü ve Hıristiyan oldu. Hizmetleriyle İsa’dan sonra St. Piyer ile birlikte Hıristiyanlığın iki önemli kurucusundan biri oldu. Dinini yaymak için üç kez uzun yolculuğa çıktı. Antakya, Pisidya (Yalvaç), Efes, Galatia, Makedonya, Korint gibi yerlere uğrayarak buraların meclislerine mektuplar sundu ve bazılarında kiliseler kurdu. İtalya ve Fransa’ya kadar gitti. Sonunda Roma’da idam edildi. Book of Acts ve Ephistles gibi mektuplar yazdı.

Sözün Kısası:

Çınar’ın Alevi ocağı kurdurduğu bu kişiler, Hıristiyanlığın en önemli azizlerinden olan St Paul’ün adamlarının adlarını alıyorlar. Ayrıca, bu kişiler hakkında kayıtlara geçen olaylar, Hıristiyanlığın erken dönemiyle bire bir örtüşmekte.

Silvanus’un taşla öldürülmesi: St Paul’ün gözünün önünde Stephan adında bir Hıristiyan taşla öldürülüyor. Stephan, Hıristiyanlığın ilk şehidi. St Paul de taşlanma sırasında orada görevli, Symeon gibi. St Paul pişman oluyor ve Hıristiyanlığa geçiyor, yola hizmet ediyor. Symeon da pişman oluyor ve Paulikien oluyor, yola hizmet ediyor.

Çınar’ın kaynak olarak gösterdiği metinleri İngilizceye çevirerek yorumlayanların bu olaylar ve ad almalar konusundaki tespitleri şöyle:

Peter Of Sicily’e anlatılan Paulikienlerin “resmi tarihi” St Paul’ün Book of Acts’inde anlattığı Hıristiyanlığın ilk dönemindeki öyküler. (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 14) Aynı yazarlar, Constantine/Silvanus’un (Çınar’ın Pir Sultan’ının) taşlanarak değil, geleneksel yöntemle (conventional way) öldürülmüş olduğunu varsaymak gerektiğini söylüyorlar. Bizans yasalarında böyle bir hükmün olmadığını, taşlanarak öldürme efsanesinin Hristiyanlığın (taşlanarak öldürülen) ilk şehidi Stephan ve taşlatan St Paul ilişkisine dayandığını belirtiyorlar. (J. Hamilton..., aynı yapıt, s. 12-13)

Aynı yazarlar tespite devam ediyor:

Constantine/Silvanus (Çınar’ın Pir Sultan’ı HA), kendisini bir Hıristiyan olarak niteledi. Öğretisini İncil üzerine kurdu. Bunlar (Paulikienler), Eski Ahit’i reddediyor, Yeni Ahit’i kabul ediyorlardı. Yeni Ahit’teki St. Peter’in bölümlerini de reddedip, St Paul’ün yazdıklarını kabul ediyorlardı. “Peter of Sicily’e göre Paulikienler, didaskaloslarını İsa’nın havarisi olarak görüyorlardı.”

BÖLÜM III
ALEVİ SÖZCÜĞÜ

Erdoğan Çınar, Alevi sözcüğünün Ali ile ilgisinin olmadığını iddia ediyor. Î ekini, Türkçe sanıyor. Sözcüğü dilbilim ve Türkçe dil kuralları açısından ele almak istediğini belirtiyor ve şöyle diyor:

“Alevi deyiminin gerçek anlamına ulaşabilmek için, önce bu sözcüğü dil bilimi ve Türkçe dil kuralları çerçevesi içinde, önyargısız ve ön kabulsüz incelemek gerekecektir.

“İ eki Türkçe’de sonuna geldiği kelimeye aidiyet kazandırır (örnek; tarih-tarihi, mimar-mimari, insan-insani, davut-davudi gibi). Alevi sözcüğü, alev kökünden üretilmiş böyle bir kelimedir. Türk Dili kurallarına göre Ali kökünden Alevi sözcüğünün türetilmesi imkânsızdır.” (Aleviliğin Gizli Tarihi, s. 29-30)

Gerçekten de perişan bir yorum ve durum. Çınar, “Δ ekini Türkçe sanıyor. Hiç tartışmaya gerek yok, “Δ eki Arapçadır ve sonuna geldiği sözcüğe aidiyet niteliği yükler. En basit bir Arapça ya da Osmanlıca sözlüğe baksaydı bu perişan duruma düşmezdi. Neyse, Çınar’a yardım edeyim. Mustafa Nihat Özon’un Osmanlıca-Türkçe sözlüğündeki ilgili bölümü buraya alıyorum:

“Î Arapça kelimelerin sonuna î katılarak ism-i mensup adı verilen sıfatlar yapılırdı. Böyle kelimeler, ilgi, ilişik gösterirler; bir yerli olma, birinin olma, biriyle ilgisi bulunma anlatırdı. Nispet (eki).

Sonları sesli bir harfle biten kelimelerde “î” şekli “vî” olurdu.” (s. XLI-XLII)

Sözlükte, Çınar’ın örnek verdiği türetmelere de bir örnek verelim. Tarih, Arapça bir sözcüktür. Tarihî, “tarihle ilgili” anlamındadır.

Sayın Çınar’ın bu perişanlığıyla, tanıdığım birçok Türkçe öğretmenini ikna etmiş olması, ülkemizdeki eğitim ve öğrenim kalitesi açısından son derece üzüntü vericidir.

Sayın Çınar’a ve onun yazdıklarına inanan Türkçe öğretmenlerine şu örnekleri vererek Alevi sözcüğünün türeyişini açıklamak istiyorum:

Adi-Adevî (Ezidiliğin kurucusunun Şeyh Adi olduğu söylenir ve Ezidilere bu nedenle Adevî denir.)
Dünya-Dünyevî
Musa-Musevî
İsa-İsevî
Ali-Alevî

Bu sözcüklerdeki durum şu: Sözcüklerin sonu sesli harfle bitiyor. İki sesli harfin yan yana gelmesini önlemek için v harfi araya giriyor. Sözcüklerin sonundaki ünlü harfler, ister a, ister i olsun e’ye dönüşüyor. Durum bu kadar açık!

Çınar, bu yorumları niye yaptığını da açıkça belirtiyor: Alevi deyimi üzerindeki Ali ipoteğini kaldırmak için. “Aleviliği doğru anlayabilmek için, bu deyimin Ali’den ve Ehl-i Beyt’ten yana olanlara verilmiş bir isim olmadığının kabulü, olmazsa olmaz bir koşuldur.” (Aleviliğin Gizli Tarihi, s. 34)

BÖLÜM IV
ERDOĞAN ÇINAR’IN OCAKLARI!

Sayın Çınar, Aleviliğin Gizli Tarihi kitabının Ocaklar bölümünün ilk paragrafında şöyle diyor:

“Alevi örgütlenmesi ve yayılışı, ocaklar yolu iledir. Her gerçek Alevi bir ocağa bağlıdır. Orta Toroslar’ın bütün Alevileri Abdal Musa ocağına, Tunceli ve Adıyaman yöresindeki Aleviler Baba Mansur ocağına, Arapkir yöresindeki Aleviler Yürüyen Hızır ocağına, İzmir ve Aydın bölgesi Alevileri Yanyatıroğulları ve Timur Beylikleri ocaklarına, Maraş Pazarcık Alevileri Hubyar Sultan ocağına, Trakya Alevi-Bektaşileri Gözükızıl ocağına bağlıdırlar.” (s. 43)

Perişanlık ve ciddiyetsizlik burada da devam ediyor. “Yürüyen Hızır” adında bir ocak yok. Sayın Çınar acaba “Üryan Hızır”ı mı kastediyor. Öyle olsa bile Arapkir yöresinde Üryan Hızır ocağı üyesi ve talibi yok. Üryan Hızırlılar, Adıyaman, Darende (Engüzek kasabası), Erzincan, Tunceli ve Erzurum (Aşkale) gibi yörelerdeler. Ayrıca, Suriye’nin Afrin yöresindeler. Sayın Çınar, Üryan Hızır ocağından olup da Arapkir’e atanan bir devlet görevlisinden söz etmiş olsa gerek diye düşünelim. Başka çaremiz yok.

Aynı şekilde Pazarcık’taki Hubyar Sultanlılardan kasıt da atanan devlet görevlileri (öğretmen vb) olmalı. Çünkü Pazarcık’ta, Hubyar Sultan dedesi ve talibi yok.

Trakya’daki Gözü Kızıl ocağından kasıt da hakeza öyle. Örneğin, Trakya’daki bir ilde görevli Yıldızelili bir öğretmen ya da nüfus memuru olmalı!

“Timur Beylikleri ocağı” da ne acaba? Çınar, Hacı Emirli ocağını kastediyor olmalı. Ocağın adı da çok özgün: “Timur Beylikleri Ocağı!” Ne diyelim, biz de ciddiyetten uzaklaşıyoruz herhalde.

Orta Torosların bütün Alevileri, Abdal Musa ocağına bağlıymış. Kim kime bağlı ben de anlayamadım. Abdal Musa diye bir ocak yok. Abdal Musa, Hacı Bektaş ocağının bir halifesi. Yani, Hacı Bektaş ocağının üyesi. Sayın Çınar, tekkeyi ocak mı sanıyor yoksa. Olabilir! Tekkede nasıl olsa yemek pişirmek ve ısınmak için bir ocak vardır. Sayın Çınar’ın, Abdal Musa’yı Aleviliğin kurucusu gibi tanımlaması da son derece yanlıştır. Çınar’ı bu tuzağa Ahmet Yaşar Ocak gibi akademisyen araştırmacılar düşürmüştür. Oysa Alevi coğrafyalarının çoğunda Abdal Musa bilinmez bile. İran, Irak ve Suriye’deki Alevileri bir kenara bırakalım, Diyarbakır’daki Aleviler bile Abdal Musa’yı bilmezler. Abdal Musa kurbanı, lokması ya da cemi gibi herhangi bir ritüelden de haberleri yoktur.

Bütün bunlar bir yana, Orta Toroslarda bir kişi çıkıp da “Ben Abdal Musa ocağındanım” demiş midir, ya da der mi acaba?

BÖLÜM V
YİNE BABAİ BAŞKALDIRISI, YİNE RUMLAR

“Bu başkaldırı bir Türkmen hareketi olarak gösterilse de bu başkaldırının ‘yandaşlarının çoğu Rum ve Ermeni’ idi.” ( Aleviliğin Gizli Tarihi, s. 215)

Baba Resul olayında Rumlar ve Ermeniler, Alevilerin safında değil, Alevilerin savaş açtığı Konya sultanlığının (Anadolu Selçuklu) safındadır. Süryani ve Ermeni kaynaklarda, devlet kâtiplerinin yazdığı kroniklerde ve ayaklanmanın önderlerinden Baba İlyas’ın torununun yazdığı menakıpnamede bu durum açıkça belirtilmiştir. Yanıt gelirse ayrıntılı bilgi verebilirim. (Okurlar bu konuda Alevi Erenlerin İlk Savaşı, Yurt Kitap-Yayın, 2006 Ankara, kitabıma bakabilirler.)

Sayın Çınar’ın bu konudaki kaynağı, 20. yüzyılda yaşamış olan ve Amasya Tarihi adında bir kitap yazan Hüseyin Hüsameddin. Ortadoğu ülkelerinde “ilim tahsil eden” bu yazar, olayın askeri önderi Baba İshak’ın Rum olduğunu ve bir Rum devleti kurmak istediğini iddia ediyor. Hiçbir kaynak gösterme gereği de duymuyor. Baba Resul olayına katılanlar için söyledikleri ise Aleviler açısından yenir yutulur şeyler değil. Ne sağlam kaynak! Denize düşen yılana sarılır!

SONUÇ:

Erdoğan Çınar’ın yazdıkları okurları kandırmaya, aldatmaya yöneliktir. Kaynak olarak gösterdiği metinlerdeki bilgiler Çınar’ın yazdıklarıyla örtüşmemektedir. Çınar bunu bilinçli olarak yapmaktadır. Silvanus’un asıl adı olan Constantine’i, ocak kurucusu olarak sunduğu kişilerin St Paul hayranı olmasını okurlardan gizlemektedir. Çevirdiği metinler ile asıl metinler uyuşmamaktadır. Çevirirken birçok metni tahrif etmiştir.

Erdoğan Çınar Hıristiyan düalizminin bir kolu olan Paulikienizmi Alevilik, Paulikien kiliselerini Alevi ocağı, St Paul hayranlarını Alevi pir ve mürşitleri olarak yutturmaya çalışmaktadır. Bunları yaparken hiçbir etik kurala uymamaktadır.

Erdoğan Çınar’ın yazdıklarının Türkiye’de eleştiri almaması, hatta ona yer yer övgüler dizilmesi son derece düşündürücüdür. Bu alanda araştırma yapanların şimdiye kadar Çınar skandalını fark etmemesi vahim bir durumdur. Dolayısıyla ülkemizdeki araştırma-inceleme alanının da çok perişan bir durumda olduğu görülmektedir.

Hamza Aksüt
KAYNAK : Alevihaberajansi.com - 17 Şubat 2009
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Erdoğan Çınar Skandalı

Mesaj gönderen 3nokta »

Ve Erdoğan Çınar'ın üstteki yazıya cevabı:

Erdoğan ÇINAR

Alevilik son beş yılda üzerine yapıştırılan hurafelerden sıyrılıp kendi özüne doğru kararlı bir yolculuğa çıktı. Bu yürüyüş önce küçük bir çevrede başladı daha sonra Alevi Entelektüel çevresi ve Alevi gençliğini bünyesine katarak hızla büyüdü..

Alevi esnafları, kendilerini Aleviliği bir başka bünyenin içinde eritip ortadan kaldırmak üzere programlamış tüccarlar, önceleri bu başlangıcın içinde bulunan o müthiş potansiyeli fark edemediler. Bu çevreler suskunluğu seçerek Alevilik içindeki bu silkinmeyi sessiz çoğunluğa duyurmadan sessizce geçiştirmeyi denediler. Ancak işler onların düşündüğü gibi gitmedi. Aleviliğin kendisine dönüş yolculuğuna katılanların sayısı arttıkça arttı.

Hal böyle olunca Alevi tüccarlarının elindeki yıllanmış yalanların alıcısı kalmadı. Telaşa düştüler. Onlar için hırçın olma zamanı başladı. Hırçınlıklarını önce Alevi sanal ortamda isimsiz tetikçiler üzerinden sergilediler. Bunda da başarılı olamadılar çünkü bu donanımsız, ezbere bulanmış sanal tetikçilere genç Aleviler internet ortamında gerekli cevapları fazlası ile verdiler.

Sanal tetikçiler de başarısız olunca ağabeylerinin meydana çıkıp hamle yapacaklarını biliyor ve bekliyorduk: Öyle de oldu.

Hazma Aksüt bir makale kaleme almış ve benim kitaplarımda yabancı kaynaklardan yaptığım çeviriler üzerinden sözüm ona ‘imla avcılığı’ yaparak öne sürdüğüm tezlerimin ‘çeviri tahrifatlarına’ dayandığını iddia etmiş .

Detay üzerinde tartışma yaratarak esası gözden kaçırmak çok bilinen ucuz bir demogoji yöntemidir. Detay tuzağına düşüp esastan ayrılmak istemiyorum ama esasa girmeden önce bu ‘dil bilmez’ imla avcısının çeviri tahrifatı isnadını –temel birkaç örnek üzerinden-cevaplamadan edemeyeceğim.

Hamza Aksüt’ün kasıtlı olarak yanlış tercüme ettiğimi öne sürdüğü kelimeler ilki; ‘synekdemoi ‘ Ben bu sözcüğü ‘rehber’ olarak tercüme etmiştim. Hamza Aksüt bu kelimenin yol arkadaşı anlamına geldiğini benim yanlış çeviri yaptığımı söylüyor. Ancak onun bilmediği bir şey var ‘rehber’ sözcüğünün aslı ‘rayber’dir. Ray yol demektir (tren rayı tren yolu gibi) Rayber yada rehber zaten yol arkadaşı anlamına gelir.

Alevi erkanı içinde rehber talibi yola hazırlayan yola götüren kişidir. Burada kasıtlı ve yanlış tercüme nerede?

İkinci kelimemiz ‘didaskolos’ Hazma Aksüt bu kelimenin ‘öğretmen’ anlamında olduğunu bu kelimeye karşılık olarak kullandığım ‘pir’ sözcüğünü kasıtlı olarak yanlış seçtiğimi öne sürüyor. Alevi erkanı içinde ‘pir’ öğreten kişi, öğretmen anlamındadır. Alevi erkanında rehber yola girişte eşlik eder ‘pir’ de yolun esaslarını öğretir. Pir öğretendir.

Bir dilden diğerine çeviri yapabilmek için her iki dili de iyi bilmek gerekir. Hamza Aksüt Türkçe’yi ve Alevi terminolojisini mi bilmiyor Yoksa kör kalabalıkları avlamak için yapılan son hamlede üzerine düşeni mi yapıyor?

Bana sorarsanız ikincisi.

Hazma Aksüt Şebinkarhisar şehrinin güneyinde bulunan ve eski metinlerde Cibossa (Sibosa) adı ile anılan şehrin bugünkü Sivas olmasına pek akıl erdirememiş görünüyor. İddiası şu Sivas’ın Bizans dönemindeki adı Sebestia idi, Cibossa’nın neresi olduğunu eski kaynaklar yazmıyor. Hamza Aksüt harita üzerinde Şebinkarahisar’ın güneyine şöyle bir göz atsa ve Sivas ve Sibosa sözcükleri arasındaki ses benzerliğini fark edebilse gerçeği görebilecektir. Cibossa Sivas’ın Bizans döneminde adı Sebestia’ya dönüştürülmeden önce kullanılan Luvi kökenli adıdır.

Hamza Aksüt’ün bir önemli itirazı da ‘church’ sözcüğünü Türkçe’ye ve Alevi terminolojisine ‘ocak’ olarak çevirmem üzerine.

Church sözcüğü Grek’çe ‘Şah ‘ anlamına gelen ‘Kurius’ sözcüğünden türetilmiştir. Bu Grekçe sözcüğün bir değişik formu ‘Kuriakon’ sözcüğünün Türkçe’deki tam karşılığı ‘Şahkulu’ dur (Bir hatırlatma yapayım burada ‘Şah’ sözcüğü hükümdar anlamında değil, Alevi erkanında kullanıldığı gibi. Hakk anlamındadır).

Şimdi bu kelimenin sözlükteki karşılıklarından birine bakalım

Church: A religious organization devoted to the worship of one or more deities

(Bir veya daha fazla ilahın ibadetine adanmış dini organizasyon).

Bu sözcük karşılığı olarak sözlüklerde karşımıza şöyle bir tanım daha çıkıyor..

Church:The visible covenant community in a particular locale or region Under the authority of elders.

(Belli bir yöreye yada çevreye özgü dedelerin otoritesi altında ikrar vermiş meri topluluk).

Bu açıklamadan sonra Alevi erkanını azıcık bilen biri İngilizce ‘church’ sözcüğünün –başka anlamlar olmakla beaber- Alevi erkanındaki ‘ocak’ teriminin tam karşılığı olduğunu da anlayacaktır.

Popüler İngilizce’de church kelimesinin Hıristiyanların ibadet ettikleri yapı ve/veya Hıristiyan cemaati anlamına geldiği hepimizin malumudur ancak eski metinlerde bu sözcük çok farklı anlamlarda kullanılmıştır.

Popüler İngilizce kitap okumak, turist rehberliği yapmak gibi günlük kullanımlar için yeterli olsa da eski metinlerin Türkçeleştirilmesinde ihtiyaçlarımızı karşılamaktan uzak kalır.

Kısır dil bilgileri ile böyle bir işe kalkışanlar, kilise’ye gitmeyi reddettikleri için Hıristiyan kilisesinin bitmek bilmeyen zulmüne maruz kalan, soykırıma uğrayan, diyardan diyara sürülen bu insanların kilise mensupları olduğunu öne sürmek gibi bir gafletin içine düşebiliyorlar.

Elimizdeki bulunan Alevi ocaklarına ait bilgiler Alevilerin yaşadığı coğrafyada yaşayan, Hıristiyanlığın ortaya çıkışı ile birlikte Hıristiyanlığa karşı amansız bir muhalefet başlatan ancak zorda kalınca ‘Asıl Hıristiyanlar bizleriz ‘ diyerek kendilerini gizleyen bir halkın örgütlü yapısının düşmanlarının dilinden anlatımıdır. Bu metin içinde yazılanlar kendi sırlarını dışarı vermeyen bu topluluğun bir düşman elçisine anlattıkları kadardır. Aleviliğin Kökleri adlı kitapta altı çizilerek vurgulandığı gibi yeterli değildir.

‘’Ortodoks kayıtlarında sapkın Hıristiyan cemaatleri olarak sayılan bu ocaklar hakkında verilen bilgilerin yetersiz ve sağlıksız oldukları kolayca tahmin edilebilir. Aşağıda dökümünü yapacağımız Alevi ocakların dışında Hıristiyanlar tarafından hiç tespit edilememiş ocaklar olabileceği gibi, anılan Alevi ocakları hakkında onlara karşı amansız düşmanlık beslemiş kaynaklardan derlenmiş bu bilgilerin bazılarının gerçek olmayıp, sürekli gizlenen bu ocakların dışarıya verdikleri yanlış bilgiler olması ihtimali de vardır.’’ ( Aleviliğin Kökleri sayfa.149)

Sicilya’lı Peter’den günümüze ulaşan metinler halkın konuştuğu dilde değil, Grekçe yazılmış ve bin iki yüz yıl sonra İngilizce’ye çevrilmiştir. Şimdi Hazma Aksüt bölge halkının hala yaşattıkları terminolojiyi yok sayarak, Metnin, Grekçe asıllarını hiç görmeden ‘turist rehberi’ rahatlığı ile ve suyunun suyu üzerinden (İngilizce’den) yapılmış tercümelerle ahkam kesmeye kalkışıyor.

Kimdir bu halk nerede yaşıyorlar ve hangi dili konuşuyorlar?

Bizanslılar onların yaşadıkları bölgeye Mananalis adını veriyorlar onları da Mananalis’liler olarak tanımlıyorlar.

Mananalis adı bölgenin yerel dildeki adının Grekçe söylenişe uyarlanmış hali. Bu ismin Grekçe’de bir anlamı yok. Bölge halkı yaşadıkları bölgeyi binlerce yıldan bu yana ‘Mameki’ adı ile tanımlıyor. Kendilerine ‘Millete Ma’ konuştukları dili de ‘Zone Ma’ diyorlar.Yani ‘Ma ülkesi , ’Ma halkı’ ve ‘Ma dili’.

Tunceli’nin köylerinde yaşlılar kendilerini yaşadıkları bölgeyi ve konuştukları dili hala bu sözcüklerle tanımlıyorlar. Bu insanlar hala bu bölgede yaşıyorlar. Hepsi soykırıma uğramadı, hepsi sürgüne gönderilmedi. Geride kalanlar varlıklarını devam ettirenler, yolunu sürdürenler var.

Bu metinler Eskimolar yada Kızılderililer’den bahsetmiyor. Anılan metinlerde anlatılan bizim hikayemizdir. Bu sebepten bu yazıları Türkçe’ye kazandırırken Alevi terminolojisini kullanmamız elzemdir. Türkçe’yi iyi bilmeden, Alevi terminolojisine vakıf olmadan ‘Kapalıçarşı İngilizce’si’ ile yollara düşmek kendini ve haddini bilmemektir..

Hamza Aksüt ‘Mameki’ halkını ‘kapalıçarşı tercümesi’ ile ve Kahpe Bizans ağzıyla St. Paul hayranları olarak niteliyor.

Bunun açıklaması kitapta var, ama nedense ilgisini çekmiyor.

‘Sürekli takiyye yapan ve kendilerini ‘asıl Hıristayanlar bizleriz’ diye tanıtan, hile ile kendilerini gizleyen Paluniler dışarıya karşı söylemlerinde kendilerinin ‘Paulikan’ olduklarını ve Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St Paul’ün takipçileri olduklarını ifade ettiler.

Paluniler (Palu’lular ve/ veya Balabanlar) Ortodoks Kilisesi ve Bizans İmparatorluk belgelerine ‘Paulikanlar’ olarak geçtiler. Ortodoks Kilisesi’nin kayıtlarında ve lanetli vaazlarında Hıristiyanlığın heterodoks-sapkın bir kolu olarak tanımlandılar. Kayıtlarda başka bir kimlik ile anılmış olmaları onlar için trajik bir sonuç doğurdu.

Kimseler birdenbire ortaya çıkan ve hiçbir iz bırakmadan kaybolup giden bu halkın köklerinin nerede olduğu, nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini bilemediler. Bu coğrafyanın tarihini yazanlar karmaşık anlatımları içinde onları öncesiz, sonrasız ve önemsiz bir hareket olarak kenara ittiler. Onların çocukları daha güvenli bir yaşam arzuladılar ve geçmişlerini yeni kuşaklara aktarmadılar. Yeni gelen kuşaklar zaman içinde kendi tarihlerini unuttular. Anadolu hafızasını yitirdi. Onlardan geriye kalan destan tadındaki, unutulması mümkün olmayan maceraları başkaları sahiplendiler. Büyük kahramanlar kuşağının üyeleri silinen ve yenilenen belleklerde yer bulabilmek için kimlik değiştirdiler. Aradan bin yıldan uzun bir zaman geçti. Carbeas, Aleviler arasında Hüseyin Gazi adıyla yaşamaya devam ediyor. Chrysocheir’ın kavgaları ve sevdaları Battal Gazi adıyla Anadolu’nun her köşesinde hâlâ kulaktan kulağa dolaşıp durmaktadır.’ (Aleviliğin Kökleri sayfa.162)

Şimdi esasa gelelim.

Benim ortaya attığım tezlerden biri şu

-: Mameki ocağı yedi büyük Alevi ocağından biridir. Bu ocağın kurucusu yedinci yüzyılda yaşamış Mameki’li Silvanus’tur. Silvanus Pir Sultan Abdal olarak bildiğimiz ünlü Alevi mürşidinin ta kendisidir.

Şimdiye kadar Pir Sultan Abdal üzerine kırktan fazla kitap yazıldı Tüm araştırmacılar Pir Sultan Abdal’ı ve onun öncülüğünü yaptığı öne sürülen Alevi başkaldırısını On altıncı yüzyıl olarak tarihlediler. Osmanlı arşivlerinde ve on altıncı yüzyılda ve sonraki yüzyıllarda yaşamış Osmanlı tarihçilerinin eserlerinde böyle bir kayıt yok. Yabancı tarihçiler de böyle bir olaydan bahsetmiyorlar. Halbuki On altıncı yüzyıl öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan tüm Alevi başkaldırıları Osmanlı kayıtlarında detaylı bir şekilde yerini almış. Hatta beş yüzelli yıl önce ortaya çıkmış Babai ayaklanması dahi pek çok yabancı kaynakta zikredilmiş

Eğer Hamza Aksüt benim bu tezimi çürütmek istiyorsa, ortaya Pir Silvanus’a ilk taşı atanın yol oğlu mu yoksa evlatlığı mı tartışması ile değil, beni yalanlayan ve Pir Sultan’ın on altıncı yüzyılda yaşadığını kanıtlayan bir Osmanlı arşiv belgesi ile çıkmalıydı.

Ben Pir Sultan Abdal ile bağlantılı olan çok önemli bir başka tez daha öne sürdüm. Dedim ki;

- Hüseyin Gazi ve Battal Gazi adları ile tanıdığımız Alevi mürşitleri ve halk kahramanları Pir Silvanus’un ardıllarıdırlar ve gerçek isimleri ‘Carbeas’ ve ‘Chrysocheir’dir. Carbeas’ın makamı Ankara’da Hüseyingazi tepesinde, Chryscheir’in makamı Eskişehir Seyit gazi ilçesindedir. Hacı Bektaşi Veli Velayetnamesi’nde Hacı Bektaşi Veli’nin Battal Gazi’nin (Chrysocheir’in) kabrini ziyaret ettiği ve onu ‘suyun başı’ yani ‘serçeşme’ olarak selamladığı ifade edilir.

Türk-İslam sentezcilerinin kanını donduran bu iddia karşısında Hamza Aksüt çıt çıkarmıyor. Çıt çıkarmıyor çünkü bu konu esastır. Onun görevi esası gözden kaçırmak kör kalabalıkları detaylar içinde boğmak.

Hacı Bektaşi Veli’yi Asyalı bir Nakşibendi şeyhi olan Ahmet Yesevi’ye bağlayarak bu ulu yolu kendi mecraından ve kendi tarihinden koparmayı amaçlayan uydurma tarih tezini çürütmüş ve şunları yazmıştım;

“Hacı Bektâş-i Veli, yaygın olarak iddia edildiği gibi ne Nakşibendî Veli’si Hoca Ahmet Yesevi’den ne de Yesevi’nin halifesi olduğu iddia edilen Lokman Parende’den ‘el’ almadı. Bir Nakşibendî Veli’si olan Hoca Ahmet Yesevi ile hiç tanışmadı. Hoca Ahmet Yesevi’nin çağdaşı bile değildi. Hacı Bektâş-i Veli doğduğunda Hoca Ahmet Yesevi’nin ölümünün üzerinden kırk yıla yakın bir zaman geçmişti. Hacı Bektâş’ın, Ahmet Yesevi’nin halifesi Lokman Parende’den el almış olması da imkânsız görünüyor. Zira Lokman Parende’nin ölümü Hacı Bektâş-i Veli’nin çocukluk yıllarına rastlıyor. Yedi-sekiz yaşlarında bir çocuğun bir Veli’den feyiz alması ve ona bağlanması düşünülemez. Üstelik Lokman Parende’nin Hacı Bektâş’ın mürşidi olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığı gibi, bu zatın Hoca Ahmet Yesevi’nin halifesi olduğuna dair de bir kanıt yoktur. Bu iddialar Bektâşi geleneğini Nakşibendî Dergâhı’na bağlamak isteyenlerin asırlardır sürdürdükleri asılsız söylentilerdir.

Ahmet Yesevi dokuz asır önce Taşkent yakınlarında Sayram Şehri’nde doğup, 1166–67 yılında bugün Türkistan olarak anılan Yesi Şehri’nde ölmüştür. Gerek kendisine mal edilen ‘Divan-ı Hikmet’, gerek yaşadığı çevrede kendisinden sonra kaleme alınmış kaynaklar incelendiğinde, Ahmet Yesevi karşımıza yüksek bir Sunni İslam şahsiyeti olarak çıkar.’’

Bu, Hamzaa Aksüt ve benzerlerinin tezgahlarındaki malları birdenbire değersizleştiren, onların hayat damarlarını kesen bir tespittir. Kendisini on iki Alevi ocagının on iki Oğuz boyundan geldiğini ispata adamış Hamza Aksüt bu konuda da suskun çünkü bu konu da ‘esas’tır.

Benim ortaya koyduğum tezlerin en önemlisi Alevilerin –bünyesindeki bütün damarlarla birlikte- Anadolu’nun yerli halklarından oldukları ve İslam’la ilintilerinin olmadığı.

Asıl mevzuu bu. Biraz da bunu açalım.

Son yıllarda saygın üniversiteler (Stanford üniversitesi, Bari Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi) Anadolu’nun gen haritasını tespit yönünde, bilimsel çalışmalar yaptılar. Çeşitli saha çalışmaları ve laboratuar çalışmaları sonunda elde edilen sonuç şu. Asya’dan göç bir efsanedir. On birinci yüzyılda Anadolu’ya gelen Asya’lı unsurların (Türk’lerin, Çinli’lerin Afgan’ların ve Moğol’ların) Anadolu gen havuzu içindeki toplam payları sadece yüzde üç buçuktur. Bu laboratuar çıkışlı bir bilgidir ve tartışılacak yönü de yoktur.

Anadolu halkı otuz beş bin yıldan bu yana bu topraklarda yaşıyor. Alevilerin yaşadıkları coğrafya ve bu coğrafyanın etnisitesi otuz beş bin yıldır değişmedi. Onlar hep aynı topraklarda yaşadılar. Hıristiyanlığa karşı mücadele eden de onlardı. Babai başkaldırısında canlarını verenler de onlar oldular.

İnsanın DNAsı uçağın kara kutusu gibidir. Bütün geçmişi orada yazılıdır. Alevi canların son altmış bin yılları DNA’larnda kayıtlıdır. Genetik bilimi bu denli gelişmeseydi, belki kamuoyunu dilediğiniz gibi inşa edebilirdiniz. Ama artık bu mümkün değil. Sizlere geçmiş olsun.

Size bir öğüdüm ve esastan bir sitemim var; Bu sanal tarih yazma hevesinizden vazgeçin artık. Çünkü bilim sizleri yalanlıyor. Bilime karşı, aydınlığa karşı bile bile yalan söylemeye utanmıyor musunuz? Utanmıyor musunuz bir halkın geçmişini yok etmeye, hafızasını sıfırlamaya? Bu büyük insanlık suçunu işlerken hiç mi vicdan muhasebesi yapmıyorsunuz?

Aleviler sizlerin iddia ettiği gibi ‘Tanrı dağları kadar Türk’ değiller.

Üstelik Aleviler ‘Hira dağı kadar Müslüman’ da değiller

Aleviliğin islamın özü olduğu yolundaki söylemleri çok tekrar edildikleri için doğru olarak kabul etmek bilim midir? Yalanlar çok tekrar edilmekle doğru olurlar mı yada doğrular inkar edilmekle ortadan kalkarlar mı?.

Alevi esnafları Alevilik İslam’ın özüdür yalanını her gün her yerde tekrarlıyorlar.Yukarıda da belirttiğim gibi,onların hedefi kör kalabalıklar.

Alevilik ortada

- Ayin-i Cem
- On iki hizmetli
- Kırklar meclisi
- Varlığın birliği
- Semah
- Nefes,bağlama
- Dört kapı kırk makam
- Alevi ocak sistemi ve dedelik kurumu
- Dem alma
- Musahiplik
- Düşkünlük

Bu listeyi daha da uzatabiliriz bunların hangisi islamda var.Aleviliğin temel taşları İslam’da olmadığı gibi, İslam’da olan da Alevilikte yoktur. Tanrı inanışından başlayalım. Alevi erkanında inanılır ki;

Evrende bulunan her şey parçalara ayrılmış tek bir bütündür. Yaratan, bu bütünün tamamı, yaratılanlar da bu bütünün parçalarıdırlar. Yaratan, yaratılmış olan varlıkların uyum içinde birliğidir. Bir ulu nurdan (ışıktan) koparak alemlere yayılmış, evreni oluşturmuş her nesne o yüce varlığın parçası,aynı zamanda kendisidir.

Yaratan yaratılmışların dışında her şeyi denetleyen, yargılayan, ödüllendiren ve cezalandıran bir üstün irade değildir. Varlık birdir ve varlığın esası sevgidir. Varlığı yaratan ve yaratılanlar olarak ikiye bölmek ve bir parçayı diğer parçaya üstün ve amir tutmak, yaratılışın esasını, onu ayakta tutan sebebi anlamamaktır. Varlıkta ikilik gütmektir ki, bu da o ulu hikmete karşı gelmektir.

Yine Alevilikte inanılır ki;İlahi kudretin içinde büyük ve küçük yoktur. Yaratan, yaratılmış olanın içinde tüm nitelikleri ile, zaten vardır.Hakk insanda insan da Hakk’tadır. İnsan da tüm diğer yaşam biçimleri gibi kozmosun içinde kozmosun tüm niteliklerini içinde barındıran bir mikro kozmostur.Kısaca ifade etmek gerekirse; En büyük, en küçükte gizlidir.

Alevi yolu içinde bu inanış varlığın birliği –eski deyimi vahdet-i vücut ve/veya vahdet-i mevcut- olarak adlandırılır. Bu inanış Aleviliği en bozulmamış hali ile aktaran Yunus Emre’nin nefeslerinde sıkça dile getirilmiştir.

İkiliği terk et ,birlik makamını tut
Canlar canın bulasın iş bu dirlik içinde
Oruç,namaz zekat,suç ve cinayettir
Fakir bundan azattır gerçeğe erenler içinde

Yunus Emre

Nice bin yıldan beri bu nimeti yer
İkilikten geçip demedi bir

Yunus Emre

Bunların birliğe ikrarı yoktur
Bunlarda her ne olsa güzeli yoktur.

Yunus Emre

İslamiyet ise, yaradılışı açıkça yaratan ve yaratılanlar olarak ikiye böler.Alevilik bu ayırımı en büyük günah (münkirlik) sayar.Alevilik ve İslamiyet’in Allah’ına inanmaz. O halde Aleviliği nasıl İslamiyet’in bir yorumu yada İslamiyet’in özü sayacağız.

Sen saysan bile İslamiyet bunu kabul eder mi?Bir sorun bakalım İslamiyet’in bir temel inanış kalıbı da cennet ve cehennemdir.Alevilikte ölüm yoktur ki cennet ve cehennem olsun Alevi inanışına göre insanın canı sonsuz kudrettir, asla kaybolmaz. İnsanın teni ölür, canı (ruhu) ölmez. Aslolan candır. Can, kaynağını başlangıcı ve sonu olmayan ilahi kudretten aldığı ve onun bir parçası olduğu için doğal olarak ölümsüzdür. Yoktan var olmamıştır bu nedenle yok da olmaz.

Ölürse ten ölür
Canlar ölesi değil

Yunus Emre

Ko ölmek endişesin
Işık ölmez bakidir
Ölmek senin nen ola
Çünkü canın ilahidir.

Yunus Emre

Can geldiği kudret kaynağına geri dönünceye kadar kesintisiz bir devinim içinde bin bir değişik formda kendisine yeni yaşam alanları bulur ve yeniden doğuş döngüsü içinde, sürekli bir bedenden diğer bir bedene transfer olur. (Alevi terminolojisinde bu ‘Bin bir donda baş göstermek’ özdeyişi ile özetlenir ve bu sürece de devriye denir)

Bu biçimden biçime geçişlerin nihayetinde, ‘her şey aslına rücu edecektir’ ilahi yasası işleyecek ve evrende bulunan tüm varlıklar ve yaşam biçimleri gibi insan da geldiği asıl kaynağa dönerek kendisini sonlandıracaktır.

Kısaca ifade etmek gerekirse; Alevilik İslamiyet’in tanrısına da inanmaz ve öbür dünyasına cennetine cehennemine de inanmaz. Bu nedenle Aleviliğin özünü İslamiyet ile ilişkilendirmemiz mümkün değildir. Alevilik ve İslamiyet birbirlerinden esasta ayrılırlar.

Ayrıca Aleviliğin şu ana kadar ulaşabildiğimiz en eski yazılı kaynakları Sümer tabletleridir ki bunlar beş bin yıllıktır. Anadolu’da Boğazköy’de Luvi-Hitit çağından kalma dört bin yıllık Alevi Ayin-i cemini tasfir eden kabartmalar da bulundu. İslamiyet 1400 yıllık bir inanıştır.

Tarih dizini açısından da Aleviliği İslamiyet’e monte etmek mümkün değildir. Nafile bir çabadır. Bir acemi kurgusudur.

Alevilik ve İslam gece ve gündüz kadar farklıdırlar. Bu iki inanışın ayrılıklarını saymakla bitiremeyiz.

Aleviliğin kurumsal yapısı da ( Alevi Erkanı) İslamiyet ile uzaktan yakından ilişkili değildir.

Alevi erkanı Alevi toplum yaşamının bütün alanlarına müdahale eden,bireylerinin sosyal yaşamlarını sevgi ve barış temeli üzerinde biçimlendiren geniş tabanlı bir sosyal örgütlenmedir.

Alevi erkanı aynı zamanda bünyesinde kadim sırlar saklayan ve bu sırları,kendi kurumsal yapısı içinde yetiştirdiği ‘İnsan-ı Kamil’ler aracılığı ile sonraki kuşaklara aktaran bir gizem okuludur.

Alevi erkanının iki büyük amacı vardır:

Alevi erkânının ilk amacı, topluluk üyesi ‘can’ların sosyal yaşamlarını ‘sevgi’yi ve barışı esas alarak düzenlemektir Yemin vererek topluluk içine katılan herkes sevgi toplumu içinde yaşamanın asgari gereklerini yerine getirmek zorundadırlar. Erdemli olmak,huzura ve toplumsal barışa zarar verebilecek davranışlardan uzak durmak toplumun tüm fertleri için olmazsa olmaz bir yasadır.

Topluluğun geniş tabanı, bir yemin töreni (ikrar cemi) ile topluluğun kurallarına ve disiplinlerine uymaya söz verip, topluluğun geniş bahçesine alınmış eli, dili ve beli mühürlü olarak yaşayan yeminli yurttaşlardır. Talipler adı verilen yeminli yurttaşlar kendi köylerinde, şehirlerinde yaşarlar, topluluğun rutin ibadet törenlerine (Ayin-i Cem) katılırlar, sürekli olarak mürşidin, pirin, dedenin kutsal gücünün denetiminde bulunurlar.

Alevi erkânında topluluğun tüm fertlerinin önünde ve mürşit huzurunda üç mührün sınırlarını ihlâl etmemek üzere söz verenler, topluluğun önceden belirlenmiş kurallarına uymak üzere toplumun diğer fertleri ile kefilli ve çok şahitli, bir sözlü anlaşma yapmış olurlar. Bu açıdan bakıldığında Alevi kimliği ruhani bir gücün kutsal otoritesine bağlanmış sevgi ve barış içinde yaşamayı taahhüt etmiş yeminli yurttaşlar topluluğu olarak nitelenebilir…

Alevi erkânının diğer misyonu ve asıl varlık sebebi, insanlığın uzun geçmişinde biriktirdiği (belki de başka bir kaynaktan insanlığa aktarılmış olan) kadim bilgileri (insanlığın gizli sırlarını) semboller içine saklayarak, iyi yetişmiş, yetkin, donanımlı ve erdemli bireyler aracılığı ile sonraki kuşaklara aktarılmasını temin etmektir.

Bu örgütlenme içinde, herkese her bilgi verilmez, bilgi ancak yetkin olana, hak ettikçe ve hak ettiği kadar aktarılır ki değeri bilinebilsin. Kolay ulaşılan ve yetkin olmayan elde toplanan bilginin değerini bulamayacağı, amacından uzaklaşıp ya heba olur gideceği ya da zalimin elinde kötüye hizmet edeceği düşünülür.

Alevi toplumu içinde gizli sırlar kuşaktan kuşağa olgun insanlar tarafından aktarılır. Alevi toplumunda ‘olgun insan’ (insan-ı kâmil) olmak, bireylerinin önüne ulaşılması gereken üstün hedef olarak konulmuştur. Olgun insan olmak, Alevi insanı için yaşamın ütopyasıdır. Bu özelliği nedeni ile Alevilik bir gizem okulu yada sırlar öğretisi olarak tanımlanabilir.

Alevi erkânı mensuplarının ömürlerini adayarak, gerektiğinde canlarını vererek koruma altına aldıkları ve büyük bir gizlilik içinde sonraki kuşaklara aktardıkları bilgiler, sıradan basit bilgiler ve batıl dogmalar değil, evrenin ve yeryüzünün uzak geçmişi ve insanlığın, bu gezegen üzerindeki serüveni ile ilgili çok önemli ve kaybolmaları durumunda bir daha ulaşılmaları mümkün olmayan sırlardır.

Alevi gizem okulu dört sınıflı ve kırk dereceli bir kardeşlik örgütlenmesidir. Alevi terminolojisi içinde bu okul ‘Dört Kapı Kırk Makam’ adı ile tanımlanır.

Bu kurumsal yapı ve bu sosyal örgütlenme İslamiyetin neresinde var?

Hazma Aksüt Alevi sözcüğünün Hz.Ali’den geldiğini ve Hz. Ali’nin bu yolun kurucusu olduğunu, iddia ediyorsa bunu söylentiler üzerinden değil sarih tarihi belgelerle ispat etmelidir.

Hz.Ali’nin tüm yaşamı boyunca verdiği hutbeleri, emirleri, mektupları, hikmet ve vecizeleri (Nec’ül Belaga) ve kendi yazdığı divanı ortada bütün bunların arasından Alevi geleneğine, Alevi ritüellerine, Aleviliğin kurumsal yapısına ilişkin, içinde Aleviliğin ‘A’ sı olan tek bir kelime göstersin.

Hamza Aksüt Alevilikle ilişkili tek bir kelimeyi Hz. Ali’nin yazdıklarında ve söylediklerinde bulamıyorsa diğer on bir İmamın eserlerine de baksın. Onlarda da bir şey bulamazsa sussun.

Yada pişkinliğin doruğuna çıkarak desin ki Yukarıda yazdıklarının Alevilikle ilgisi yoktur sen çevirileri tahrif ettiğin gibi Aleviliği de tahrif ediyorsun.

Hamza Aksüt Aleviliğin toplumsal belleğini sıfırlayıp onları ‘Hira dağı kadar Müslüman,Tanrı dağı kadar Türk ‘olduklarına ikna etme misyonunun son temsilcilerinden biridir. Bu misyonun üyeleri duymaktan usandığımız, o çok bilindik yalanlarını büyük bir iştahla söylerken suçüstü yakalanmışlardır. Alevileri bin yıldan beri kandıran bunlardır. Söyledikleri tarihin en büyük yalanıdır ve kökleri çok derindedir.

Artık onların yazdıkları kitaplar satmıyor, söylediklerini kimseler ciddiye almıyor. Giderek yalnızlaşıyorlar. Alevi aydınlarının onları teker teker terk etmeleri (hele hele benim kitaplarıma övgüler düzmeleri) onları umutsuzluğa sürüklemiş. Bu yüzden aşırı saldırgan olmuşlar.. Zannediyorlar ki sert bir polemik yaratırlarsa tezgahlarındaki ‘nitelikli alıcısı kalmamış mallara’ müşteri çıkar. Umut işte. Alevi esnaflarına, hamaset tüccarlarına açık davetimdir. Eğer yüreğiniz yetiyorsa ve donanımınız elveriyorsa gelin bir kurultay yapalım ve topu taca atmadan bu meseleyi ‘esas’tan masaya yatıralım.

Bütün ağabeylerinizi alıp gelin. Bana gününü ve yerini söyleyin yeter.

Kim kimi kandırıyor? Kim tüccardır, kim yalancı? Kim ak kim kara ? Belli olsun.

Hodri meydan.

Erdoğan ÇINAR
KAYNAK : Alevihaberajansi.com - 17 Şubat 2009
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“Araştırma ve Makaleler” sayfasına dön