Bidat ve Kutlu Doğum

Gündemdeki haber ve konular...
Cevapla
mirac
Mesajlar: 9
Kayıt: 26 Nis 2015, 13:30

Bidat ve Kutlu Doğum

Mesaj gönderen mirac »

Bidat ve Kutlu Doğum
Bidat şeriata ekleme yapma veya ondan bir şeyi azaltma yoluyla bir tür dinde tasarrufta bulunmadır. Yenilikler, keşifler, buluşlar hatta milletlerin kültürel değerleri din ve şeriatla çelişmez ve insanlığa da zarar vermezse bidat değildir. Örneğin bir ulus belirli bir günü kendi kültürel değerlerinden dolayı kutlar ve bunu din ile bağdaştırma girişiminde bulunmazsa böyle bir fiil bidat sayılmaz. Ama bunun helal ve haram oluşu başka bir açıdan incelenmesi ve araştırılması gerekir. Buradan sanat, spor, teknoloji vb. alanlardaki insanlığın yaşadığı birçok değişimin terminolojik anlamında bidat sınırı dışında kaldığı anlaşılmış olur. Bu alanlarda yaşanılan değişim ve yenilikler hakkında söz konusu olan durum bu değişimlerin Allah Teâlâ’nın insanlığın dünya ve ahret saadeti için belirlediği hak ve hukuklarla çelişip çelişmediğidir. Zira dine bidat sokmak büyük günahlardandır ve bunun haram oluşunda bir şüphe yoktur. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dinde yeri olmayan bir şeyi dine sokmak bidattir, her bidat sapma ve her sapma da insanı ateşe götürür.” Yani bidat, dini ilahi çizgisinden çıkarıp dünyevi ve beşeri algılarla şekillendirme girişimidir.
Şeriatta bidat: Şeriatta bir kaynağı ve kökü olmayan bir şeyi dinin emrettiği şer’i bir buyruk sıfatıyla insanlara öğretilmesi ve uygulanmasına “şeriatta bidat” denir. İnsan dini bir amel vasfıyla bir fiili gerçekleştirdiği zaman, bu fiilin meşru oluşuna dair şer’i bir delil taşıması gerekir. Bu konuda Allame Meclisi şöyle buyurmaktadır: Şeriatta bidat, Peygamberden (s.a.a) sonra ortaya çıkan ve caiz oluşuna dair özel veya genel şer’i bir delilin olmadığı şeydir. Ehli Sünnet bilgini İbn. Hacer Askalanî ise şu şekilde tanımlar bidati: “Bidat yeni ortaya çıkan ve şeriatta kendisine delil teşkil edecek bir unsurun olmadığı şeydir. Şeriatta yeri olan ve şer’i dayanağı olan şey ise bidat değildir.”
Şimdi kutlu doğum konusuna geçecek olursak; Dünyadaki birçok Müslüman Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) doğum gününü ve Ehlibeyt mektebine mensup Müslümanlar peygamberin Ehlibeytinin doğum günlerini kutlamaktadır. Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ben, buna karşılık sizden, Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum." Allah Resulü şöyle buyurmaktadır: “Sizden hiç kimse malı, evladı ve tüm insanlardan daha çok beni sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.” Bu mübarek insanların doğum günlerinde kutlama yapmak Allah’ın rahmet ve bereketinin nüzulünü hatırlama ve ilahî dergâha şükretme özelliği taşımaktadır. Rahmetin nüzul gününde kutlama yapmak önceki şeriatlarda da yapılmaktaydı. Nitekim Kuran’ın açık ifadesiyle Hz. İsa (a.s) Yüce Allah’tan kendisine ve yarenlerinden oluşan topluluğa semavî bir sofra indirmesini istemiş ve böylece sofranın inme gününü nesiller boyu Hristiyanlarca kutlamasını dilemiştir. “Meryem oğlu İsa: “Ey Allah’ım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun.” Öte taraftan Allah Resulü bizleri Kuran’a ve Ehlibeytine sarılmaya davet ediyor. Hidayet önderleri olan Ehlibeyt İmamları da bizlerden onların sevinciyle sevinmemizi, üzüntüsüyle hüzünlenmemizi dostlarıyla dost düşmanlarıyla düşman olmamızı istemektedir. Bu insanlar Allah Teâlâ’nın her türlü kötülü gidermeyi irade ettiği insanlardır. Doğal olarak İlahi irade dışında bir arzuları isteklerinin olduğunu ifade etmek ilahi hikmete ters bir bakış açısızıdır. Zira ilahi irade kun fe yekûndur(ol der olur) her türlü kötülükten arınmış insanlarda ancak ilahi iradeyle hareket ederler.
Maalesef günümüz dünyasında İslam topraklarının kana bulamaktan ve emperyalist güçlerin uşaklığını yapmaktan başka hiçbir davranış sergilemeyen Selefi ve Vahabi odaklar kutlu doğum haftası başta olmak üzere Ehlibeyt İmamların mübarek doğum günlerinin kutlanmasına tepki göstermekte bunun bidat olduğunu iddia etmektedirler. Bunu da İslam’ın gerçek hakiki takipçisi olduklarını iddia ederek, insanların cehaletlerine umut bağlayarak yapmaktadırlar. Yukarı da aktardığımız Kuran’a, rivayete ve sünnete dayalı deliller kesinlikle bu iddianın yersiz olduğunu ortaya çıkarmaya yeterlidir inşallah.
Bu konu ışığında teveccüh etmemiz ve kendini gösteren bir konuda batılın gerçek çehresiyle hiçbir zaman talip ve takipçisinin olmadığı gerçeğidir. Buda bidatın kültürel, siyasal ve toplumsal meselelerde ne ölçüde önemli bir rolü olduğunu göstermektedir. Zira batıl boştur ve hiçbir temele dayanmaz toplum içerisinde yerde edinemez. O halde dikkat çekmek için hakikatin şekil ve rengine bürünmeli ve bir hakikat şeklinde görünmelidir. Zira tüm insanlar hakikat ve gerçeği istemektedir. Tarih boyunca batıl cephesindeki en önemli faaliyet alanı kültür alanı olmuş ve bu yolla kendi çirkin çehresini güzel ve gerçekçi gösterme hedefini gütmüştür. Kuran-ı Kerim birçok yerde batılın “tezeyyün” kendini güzel göstermek hilesine başvurduğunu belirtir. “Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemişti.” Allah Teala şöyle buyurur: “Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?” Bu açıdan tarihin kadim dönemlerinden bugüne dek zalim ve sömürgeci egemenlerin önemli araçlarından biri sahte din üretmek ve yeni mezhep ve düşünceler icat etmek olmuştur. Böylece bu vesileyle ilahî dinler karşısında direnmek ve hak cephesini zorlamak istemişlerdir. Günümüzde de Emperyalist güçlerin bölgedeki uşaklığını yapan bu selefi güçler kendilerini İslam’ın savunucu olarak göstermekte ve İslam’ı bidatlerden koruduklarını iddia etmektedirler. İslam dininde özellikle ilim ve fazilet ehli rabbani Âlimlerle ilişkide olmanın ve onlarla beraber olmanın defalarca vurgulamasının felsefe ve sırrı belki de budur. Bu şekilde insan gerçek din bilginleriyle irtibat kurarak sapma tehlikesinden korunabilir.
Böylesi inançsal, ideolojik sapmalar genellikle insanların duygularını hitap ederek kendilerine Müslümanlar içerisinde yer açabilirler. Ama sözlerinin temeline ve daha sonra doğuracağı sonuçlara derinlemesine incelemelerde bulunulacak olursak bu akınların varlığının İslam dünyası için nasıl bir felaket olduğunu idrak ederiz. Dinsel metinlerdeki hakikatleri anlamak ve kavramak için en sağlam ölçü ve aklî yöntem Ehlibeyt mektebinde yüzyıllardır süre gelen içtihat yöntemidir.
Dinde bidat çıkarmak yıkıcı siyasal, toplumsal ve kültürel neticeler doğurur ama bunda daha büyük felaket dini değerleri bidat olduğu gerekçesiyle dinden çıkarma girişimidir. Bu dinin toplumsal düzeyde yok olmasına yol açacaktır. Zira genellikle toplumda dini değerleri ayakta tutan değerler selefi zihniyetin yok etmeye çalıştığı bu merasimlerdir. Açıkçası bu sapkın grupların çizgisi “Zirar” mescidinin ehlinin çizgisidir. Peygamber Efendimiz(s.a.a) Zirar Mescidini yıkma emri vermiştir. Çünkü Kuran bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, müminler arasına ayrılık sokmak için öteden beri Allah ve Resulüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok” diye mutlaka yemin ederler. Ama Allah şahitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar.” Ne yazık ki dün Zirar mescidini kendilerine üs edinen zihniyet bugün İslam Topraklarında Müslümanların kanları üzerine devlet kurmaya yeltenmektedir. Elbette amaç yine aynıdır küfre yardım, müminlerin arasını açmak ve Müslümanları zayıflatmak.
http://www.miractv.com/yazarlar/bidat-v ... %9Fum.html
Cevapla

“Güncel” sayfasına dön