Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Dinin ana direği namazdır...
Çeri
Mesajlar: 815
Kayıt: 28 May 2009, 10:06

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen Çeri »

meshedi313 yazdı:Bir tane yok can ,
kevser yayınlarından çıkmış olan namaz kitabı var. Ayrıca doğu yayınlarından çıkmış Alevi-İslam inanç ve ibadetleri isimli bir kitabın namaz kısmında resimli olarak izah ediliyor. Yani tek fatıma ana yay. da yok başka yayınevlerinden de çıkmış.
Üslup eleştirilerinizi fatıma ana yay sahibine iletmeyi düşündünüz mü?
Herhalde ilgili yayınevi sahibi veya onu tanıyan birileri benim yazdıklarımı görür ve gerekeni yapar.
Imam
Mesajlar: 39
Kayıt: 29 Haz 2009, 13:57

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen Imam »

1- Caferi mezhebimize göre mesela Aksam Namazi,Yatsi Namazi Cemaat'ile nasil kiliniyor?2-Hollandada maalesef Caferi Camii'si yok onun icin Sünni Camiisine gidiyoruz, fakat Sünni camiiýe Tas, toprak vs götürmemiz mi lazim yoksa Müstehapmidir? bazilarina göre Caiz degil, 3- Elimden geldigi kadariyla Namaz kilmak istiyorum. Peki Nafile Namazi Caferi Mezhebine göre nasil kilinir. Inshallah bana yardim edersiniz.
sevgi benim temelimdir
özlem,bineğimdir
Allah'i anma,yoldaşımdır
ilim,silahımdır
sabır,kalkanımdır
hoşnutluk,ganimetimdir

cihad,ahlakımdır
NAMAZ,GÖZÜMÜN NURUDUR

Resim
ALİ TARAFTARI
Mesajlar: 26
Kayıt: 24 May 2009, 00:47

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen ALİ TARAFTARI »

İMAM CAN

AYNI SORUNU BENDE İZMİRDE YAŞADIM. BEN SÜNNİ CAMİSİNE GİDERKEN YANIMDA TAŞIMI GÖTÜRÜYORDUM. BEN BİR SORUN YAŞAMADIM. EĞER BİR TEPKİYLE KARŞILAŞIRSAN TAŞ YERİNE KAĞIT PEÇETE DE KULLANMAN UYGUN OLUR. BENİM KONUŞTUĞUM Şİİ İMAM BÖYLE SÖYLEMİŞTİ.. ŞUNU UNUTMA Kİ, SECDE İÇİN ALNINI DOĞRUDAN HALI KİLİM GİBİ MADDELERİN ÜZERİNE KOYMAN UYGUN DEĞİLDİR. ANCAK ELLERİNİ BAĞLAMADAN KIL.. BÖYLESİ DOĞRU. HER KONUDA ÇOK TEPKİ YAŞARSAN TEK BAŞINA KILMAN DAHA DOĞRU OLUR..

KAZA NAMAZI KILMAK İÇİN İSE, HER VAKİT NAMAZINDA KILAMADIĞIN NAMAZIN FARZINA NİYET EDER KILARSIN. AMA ÖNCELİK O GÜNÜN FARZ OLAN NAMAZINA AİTTİR, ONU KILINCA KAZA NAMAZINA NİYETLENİR KILARSIN. ANCAK SÜNNİLER GİBİ TOPTAN KAZA NAMAZI KILMA EHLİ BEYT EKOLÜNDE YOKTUR.
ALİ TARAFTARI
Mesajlar: 26
Kayıt: 24 May 2009, 00:47

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen ALİ TARAFTARI »

Imam yazdı:1- Caferi mezhebimize göre mesela Aksam Namazi,Yatsi Namazi Cemaat'ile nasil kiliniyor?2-Hollandada maalesef Caferi Camii'si yok onun icin Sünni Camiisine gidiyoruz, fakat Sünni camiiýe Tas, toprak vs götürmemiz mi lazim yoksa Müstehapmidir? bazilarina göre Caiz degil, 3- Elimden geldigi kadariyla Namaz kilmak istiyorum. Peki Nafile Namazi Caferi Mezhebine göre nasil kilinir. Inshallah bana yardim edersiniz.

NAFİLE NAMAZLARI, ŞU ŞEKİLDE KILINIR. İKİŞER REKAT HALİNDE KILINIR. YAN,İ İKİ REKATTA BİR SELAM VERİLEREK DİĞER REKATA GEÇİLİR. ONUN DIŞINDA HER ŞEY FARZ NAMAZDA YAPTIKLARINLA AYNI..
Imam
Mesajlar: 39
Kayıt: 29 Haz 2009, 13:57

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen Imam »

yardim ettiginiz için hepinizden Allah(C.C) Razi olsn.
sevgi benim temelimdir
özlem,bineğimdir
Allah'i anma,yoldaşımdır
ilim,silahımdır
sabır,kalkanımdır
hoşnutluk,ganimetimdir

cihad,ahlakımdır
NAMAZ,GÖZÜMÜN NURUDUR

Resim
Zülfükaaar
Mesajlar: 214
Kayıt: 04 Eki 2008, 01:25
Konum: İstanbul

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen Zülfükaaar »

ALİ TARAFTARI yazdı:İMAM CAN
ANCAK SÜNNİLER GİBİ TOPTAN KAZA NAMAZI KILMA EHLİ BEYT EKOLÜNDE YOKTUR.
Hanefi istinadında toptan namaz kılmak yoktur. Lütfen bilmeden sallamayalım.
Fatır Suresi 5. Ayet :Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi
aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak)
aldatmasın.
mürteza
Mesajlar: 67
Kayıt: 24 Mar 2009, 01:10

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen mürteza »

selamın aleyküm.kuranı kerimde maide süresine baktım çoğunda ayaklarınızı yıkayın diyor.bunu sünnilere nasıl kanıtlaya bilirim bana yardımcı olurmusunuz...
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen 3nokta »

Delil olarak bu makeleyi okuyup anlayıp bir şeyler söyleyebilirsiniz.
ABDESTTE AYAKLARI MESHETMEK MI GEREKIR, YOKSA YIKAMAK MI?

Islam alimlerinin, abdestte ayagi meshetme yahut yikama hususunda görüs farkliliklari vardir. Ehl-i Sünnet alimleri ve özellikle Ehl-i Sünnet'in dört mezhep imami, abdestte ayagin yikanmasini farz-i ta'yinî bilirler. Zeydiyye imamlarindan Davud bin Ali ve Nasirulhak, abdestte ayagi hem yikamayi, hem de meshetmeyi farz olarak kabul etmislerdir. Ama Ehl-i Sünnet alimlerinden bazilari, bu ikisinden birinin yapilmasini yeterli görüyorlar. Imamiyye ise, Ehl-i Beyt Imamlarina uyarak, ayagi meshetmeyi farz-i ta'yini bilir.

Imamiyye'nin Delili:
Imamiyye'nin delili, su ayet-i kerimedir:

" ...Ve meshedin basinizin bir kismini ve ayaklarinizi da iki mafsalsa dek." (Mâide/6)

Fahr-i Razi söyle diyor:

"Meshi farz bilenlerin delilleri, "Ercül" kelimesindeki naklolan iki meshur kiraata dayalidir. Kiraat imamlarindan Ibn-i Kesir, Hamza, Ebu Amr ve Ebu Bekr'in rivayetine göre- Asim, lafzi esreyle, yani "Ercülikum" okumuslar. Nafi', Ibn-i Amr ve –Hafs'in rivayetine göre- Asim üstün (nasb) ile, yani "Ercülekum" okumuslardir.

Sonra söyle ekliyor:

"Ercül kelimesi esreyle, yani "Ercülikum" okunursa, o zaman Ruus'a atfedilir. Yani basin meshedilmesinin farz oldugu gibi ayaklarin da meshedilmesi farz olur."

Fahr-i Razi sonra söyle diyor:

"Eger bir kimse: "Ercül kelimesinin esreli olusu Ruus kelimesine matuf oldugundan degil, "cerr-i civar"dan dolayidir. Örnegin: "Cuhru zabbin haribin" cümlesinde "harib" kelimesi "zabbin" kelimesiyle bir arada oldugundan dolayi esreli okunmustur. Veya "Kebir-u unasin fi bicadin müzemmelin" cümlesindeki "müzemmil" kelimesi "bicadin" kelimesiyle bir araya geldiginden dolayi esreli olmustur." derse cevabinda deriz ki: "su bir kaç delile göre bu dogru degildir:

1- "Cerr-i civar" gerekçesiyle kelimeyi esreli okumak dilbilgisi açisindan kural disi bir uygulamadir ve ancak siirlerde zaruret dolayisiyla bu tür garip yollara basvurulabilir. Kur'an-i Mecid'i böyle kural disi garip tabirlerden tenzih etmek gerekir.

2- "Cuhru zabbin haribin" gibi cerr-i civar yöntemiyle okumak, ifade yönünden herhangi bir süphe ve karisikliga yol açmadigi taktirde uygulanabilir. Örnegin, söz konusu örnekte herhangi bir yanlis anlama söz konusu degildir. Çünkü, "Harib", "Zabb"in sifati olamaz, sadece "cuhr"un haberi olabilir. Ama abdest ayetinde bu yönteme basvurarak esreli okumak, mana yönünden belirsizlige yol açtigi için uygulanamaz. "Cerr-i civar" geregi esre, ancak harf-i atif olmadigi yerde olur. (Abdest ayetinde ise harf-i atif vardir). Harf-i atifla birlikte "cerr-i civar" kuralinin da gelmesini hiç kimse söylememistir."

Fahr-i Razi sonra söyle devam ediyor:

"Bir grup alimler, "Ercül" kelimesinin nasb (üstün) ile okunmasinin da meshi gerektirdigini söylemislerdir. Çünkü "ercülekum", "biruusikum" yerine mâtuftur. Bu kelime, "mef'ulün bih" oldugundan dolayi mahallen mensuptur. Fakat lafzan ba-i carre ile mecrurdur. "Ercülekum"un, "Ruus" kelimesinin mahalline atfedilip mensup okunmasi caiz oldugu gibi, "ruus" kelimesinin zahirine atfederek mecrur okunmasi da caizdir."

Fahr-i Razi daha sonra söyle diyor:

"Binaenaleyh, "Ercül"e de nasb veren amilin "Vemsehu" veya "Fegsilu" oldugunu diyebiliriz. Ama eger iki amil bir ma'mulda toplanirsa, en yakin amilin amel etmesi daha uygundur. Öyleyse dediklerimize nazaran, Allah-u Teala'nin sözündeki "Ercülekum" lafzina nasb (üstün) veren amil "Vemsehu"dur."

Fahr-i Razi sonra söyle diyor:

"Buna göre "Ercülekum"un lamini nasb (üstün) ile okumak da ayaklarin meshedilmesini gerektirmektedir."

Daha sonra söyle devam ediyor:

"Alimlerin, hadislere dayanarak ayagin meshedilmesi farz degildir, demeleri dogru degildir. Çünkü (bu konudaki) tüm hadisler, "Ahbar-i ahad" babindandir. Kur'an'i, haber-i "vahid" ile neshetmek ise caiz degildir."

Bütün bu delillere deginmesine ragmen Fahr-i Razi görüsünü söyle açikliyor:

"Ayagi yikamak hakkinda çok hadis nakledilmistir, yikamak meshi de kapsamaktadir; ama bunun aksi öyle degildir. Çünkü yikamak ihtiyata daha yakindir. Bundan dolayi yikamak farzdir. Demek ki, ayaklari yikamanin meshin yerine geçerli oldugu kesindir."

Yikamakla ilgili hadisler hakkinda Ehl-i Beyt Imamlari ve onlara uyanlarin görüsüne yakinda deginecegiz. Fahr-i Razi'nin, "yikamak meshi de kapsamaktadir sözüne gelince; o apaçik bir yanilgidir. Çünkü gasl (yikamak) ve mesh, lugat, örf ve seriatta iki ayri hakikattir. Binaenaleyh gasl, kesinlikle meshin yerini almaz. Ama gerçek olan sudur ki, Fahr-i Razi, iki mahzurun arasinda kalmis; ya apaçik ayete muhalefet etmek veya onun görüsüne göre sahih olan hadislere muhalefet etmek. Bu çikmazdan kurtulmak için, "Gasl (yikamak) meshi de kapsamaktadir; bu ihtiyata daha uygundur, meshin yerine de geçerlidir." diyerek zanninca ayetle hadisin arasini cem'etmistir."

Kim onun bu söz ve müdafaasina dikkatlice bakacak olursa, onun bir çikmazda oldugunu açikça görecektir. Eger ayet meshin farz olmasini açikça bildirmeseydi o, gaslin (yikamanin) meshin yerine geçerli olacagini söylemeye ihtiyaç bile duymazdi.

Ehl-i Sünnet'in, fikih ve Arap edebiyati hakkinda görüs sahibi ve muhakkiklerinden bir grup Fahri Razi'nin itiraf ettigi gerçegi itiraf ederek bu ayetin meshetmenin farz oldugunu bildirdigini açiklamaktan kendilerini alamamislardir. Örnegin: Arastirmaci Seyh Ibrahim el-Halebî, "Gunyet-ul Mütemellî fi Serhî Muniyet-il Musallî Ale'l Mezheb-il Hanefi" kitabinda abdestle ilgili ayet hakkinda bahsederken söyle demistir:

Abdest ayetinde geçen "Ercülekum" kelimesi, Kurra-i Seb'a (Yedi Kari) arasinda hem esre, hem de üstün ile okunmustur. Üstün ile okunmasi "vücuhekum" yerine atfedildiginden, esre ile okunmasi da cerr-i civardan dolayidir. Ama dogru olan su ki: "Ercül" kelimesi her iki kiraatta "Ruus" yerine matuftur; üstün ile okundugu takdirde mahalline, esre ile okundugu takdirde de lafzina matuftur."

Daha sonra söyle devam ediyor:

"Ercülekum"u, "vücuhekum"a atfetmek caiz degildir. Çünkü matufla matufun aleyh arasinda yabanci bir cümle (yani, vemsehu biruusikum) vaki olarak onlarin arasina ayrilik düsüyor. Oysaki bu ikisinin arasinda bir kelime dahi yer alamaz; nerede kaldi ki bir cümle vaki olsun."

Merhum Seyh Ibrahim Halebî sonra söyle diyor:

"Fesahatli hiçbir kimsenin sözünde "Zerebtu Zeyden ve merertu bi Bekrin ve Amren" diyerek, Amr'i Zeydin yerine atfetmesini duymamisim. Cerr-i civara gelince, bu tür tabir çok nadir olarak sifatlarda kullanilmaktadir. Örnegin bazilari söyle demistir: "Haza cuhru zabbin haribin" Te'kid'de ise sadece bir siirde geçmistir:

"Ya sahib," bellig zeviz-zevecati kullihim: En leyse vaslun iz nhallet ure'z-zenebi" Ferra'nin naklettigine göre "kullihim" cerr-i civardan dolayi esreyle okunmustur."

Sonra sunu da sözüne ekliyor:

"Ama atif harflerinde cerr-i civar kuralini uygulamak kesinlikle caiz degildir. Çünkü atif, cerr-i civari menediyor."

Iste bunlar Seyh Ibrahim Halebî'nin sözleridir."

Bu gerçegi itiraf edenlerden biri de, Sindî ismiyle meshur olan Ebu'l Hasan Muhammed bin Abdulhadi'dir. Sindî, Ibn-i Mace'nin sünenine yazdigi hasiyede, -Kur'an'in zahirinden meshin anlasildigina yakin ettigini ifade ederek- söyle diyor:

"Kur'an'in zahiri, (abdest ayeti) meshi göstermektedir. Çünkü esreyle, yani "Ercülikum" seklinde okundugunda, "ruusikum" yerine atfedilir; üstünle yani "Ercülekum" seklinde okundugunda da "ruusikum"un mahalline atfedilir. (Her iki durumda meshi gerektirir.)

"Ercül"ün üstünle okunup "ruus"un mahalline atfedilmesi cerr-i civardan daha uygundur. Nitekim Nahv ilminin bilginleri de buna tasrih etmislerdir." Yine diyor ki : "Cerr-i civar Arapça'da pek azdir, ama mahalline atfetmek yaygin ve çoktur. Bu açiklamayla, matuf ve matufun aleyh'in birbirinden ayri düsmesinden de kurtulmus oluruz. Bu beyana göre, Kur'an'in zahiri, meshe delalet etmektedir."

Ama maalesef, o da digerleri gibi ayagi yikama babinda Kur'an yerine hadislere bakmistir.

Zemahseri, Tefsir-i Kessaf'da abdest ayetiyle ilgili olarak filozofluk taslayarak söyle demistir:

"Yikanan üç uzuv arasinda yer alan "Ercül" (ayaklar) suyun onun üzerine dökülmesiyle yikaniyor. Yikanmasinda, nehyedilen israfa yol açabileceginden dolayi abdestte meshedilen üçüncü uzva (Ruus) atfedilmektedir. Bu atif, onun meshedilmesi için degildir, sadece suyun onun üzerine dökülmesinde iktisatli davranmanin gerekli oldugu içindir."

Zemahserî sonra söyle devam ediyor:

"Allah-u Teala, "Ile'l-Ka'beyn" tabiriyle de, ayagin meshedilmesini zannedenin zannini gidermek için onun nihayetini belirtmistir. Çünkü meshin, Islam seriatinda nihayeti belirlenmemistir."

Evet, o bu sözleriyle "Ercül"ün, "Ruus" yerine atfedilmesinde hikmeti kesfettigini, "ile'l-Ka'beyn" tabirinin ayagi yikamanin haddini belirledigini iddia ediyor. Onun sözleri, Islamî meseleleri, dogru yöntemlere dayanarak istihraç etme yerine, ayeti kendi mezhebine tatbik ve tevil etmenin açik bir örnegidir. Onun bu sözleri tefsir degil, bir nevi kehanettir. Ayaklarin yikanmasini kesin ve zaruri kabul eden kimseden baskasi için bu sözler bir sey ifade etmez. Oysaki ayagi yikamak ihtilafli bir meseledir. Ama o, bunu nazara bile almamistir. Oysaki kendi mezhebinin bilginleri bile, Kur'an'in zahirinin, meshin farz olmasini gösterdigini itiraf etmektedirler. Kisacasi bu konuda, "Ercü"lün, "Ruus"a atfedilmesiyle ilgili Nahv kurallari bile tek basina bizim için yeterlidir. Islam bilginleri, nass ve fetva açisindan bunda ittifak etmislerdir.

Ayagi Yikamakla Ilgili Hadislere Bir Bakis

Ayagi yikamakla ilgili hadisler iki kisimdir. Abdullah bin Amr bin As'in hadisi gibi bazi hadisler açikça yikamaya delalet etmemektedirler. Müslim ve Buhari'de Abdullah'tan tahriç edilen hadiste söyle diyor:

"Hz. Resulullah'la birlikte yolculuktaydik; Resulullah (s.a.a) bizden geriye kaldi, (biraz bekledikten) sonra gelip bize ulasti. Ikindi namazinin vakti de gelip çatmisti. Abdest alirken ayaklarimizi meshediyorduk. Resulullah (s.a.a); "Vay topuklara atesten!" dediler."

Bu hadis sahih oldugu takdirde meshi gerektirir, yikamayi degil. Çünkü Resul-i Ekrem, onlari bu amelden nehyetmemistir; hatta onlarin bu amelini te'yit bile etmistir. Sadece topuklarinin kir ve necasetini kinamistir. Çünkü onlarin arasinda bir grup yalin ayakli bedevi Araplar vardi, bunlar idrar ettiklerinde, özellikle yolculukta idrarin ayaklara siçramasindan kaçinmiyorlardi. Bundan dolayi, necis ve kirli ayaklarla namaz kilmamalari için Resulullah (s.a.a) onlari ikaz etmistir.

Bazi rivayetler ise ayagin yikanmasina delalet etmektedir. Örnegin, Osman'in kölesi Hamran'in naklettigi hadis:

Hamran söyle diyor: "Osman'i gördüm; su kabindan ellerine su döktü, üç kere ellerini yikadi, sonra sag elini kaba daldirdi; agzina, burnuna su aldi." Sonra söyle devam ediyor: "Daha sonra üç defa ayaklarini yikadi ve söyle dedi: Resulullah (s.a.a)'in benim abdest aldigim gibi abdest aldigini gördüm."

Veya Abdullah bin Zeyd bin Asim el-Ensarî'nin hadisi:

Abdullah'a, "Resulullah'in aldigi abdest gibi abdest al" dediklerinde, bir kab su istedi, ondan ellerine döktü, sonunda topuklarini yikadi ve söyle dedi: "Hz. Resulullah'in abdesti böyleydi"

Bu manada diger hadisler de naklolunmustur. Bu hadisler birkaç yönden dogru degildir:

1- Bu çesit hadisler, Allah'in Kitabi ve Ehl-i Beyt Imamlarinin icma ettigi seye muhaliftir. Kur'an ve Ehl-i Beyt, Resulullah'in (s.a.a), birbirinden ayrilmaz emanetleridir. Ümmet bunlara sarildigi müddetçe kesinlikle sapmaz. Bu ikisine muhalif olan her hadis ise duvara vurulmalidir.

Ayaklari yikamakla ilgili hadislerin zayif oldugunu açikça gösteren bir sahit, ümmetin alimi, Kitap ve sünnetin heybesi olarak taninan Abdullah bin Abbas'in mesh için ihticac ettigi su sözleridir:

"Allah-u Teala, abdestte iki yikamayi, iki de meshi farzetti. Görmez misin, teyemmümü zikrederken, iki yikama yerine iki meshi zikretmis, iki meshi (basi ve ayaklari meshetmeyi) ise terketmistir."

Yine Ibn-i Abbas der ki; "Abdest iki yikama, iki meshetmedir." Abdullah bin Abbas'a, "Muavviz bin Afra'nin kizi Rabia, Resulullah (s.a.a)'in onun yaninda abdestte ayaklarini yikadigini sanmaktadir" dediklerinde, Ibn-i Abbas, Rabia'nin yanina gelip durumu ondan sordu ve onun sözünü kabul etmeyip, abdestte ayaklarini yikayanlara sastigini ve: "Ben, Allah'in Kitabinda meshten baska bir sey görmüyorum." dedigini vurgulamistir."

2- Eger ayaklari yikamakla ilgili hadisler dogru olsaydi tevatürle nakledilmis olurdu. Çünkü abdestte ayagin yikanmasi, kadin, erkek, köle, hür herkesin ögrenmeye ihtiyaç duydugu bir konudur. Eger yikamak Müslümanlarin arasinda kesin olsaydi, bütün mükellefler, Peygamber'in zamaninda ve ondan sonraki zamanlarda onu iyice ögrenip ve her asir ve zamanda onu tevatürle nakletmis olurlardi ve hiçbir kimse onu inkar veya reddetmeye kalkismazdi. Durum böyle olmadigindan dolayi, bu çesit hadislerin zaaf ve yetersizlikleri bizim için asikar olmaktadir.

3- Ayaklarin taharetiyle (yikamak veya meshetmekle) ilgili nakledilen hadisler birbirleriyle çelismektedir. Bazilari, daha önce naklettigimiz Hamran ve Ibn-i Asim'in hadisleri gibi, yikamayi emretmektedir. Bazi hadisler de, Buhari'nin, Sahih'inde tahriç ettigi hadis gibi meshi göstermektedir. Sahih-i Buhari'nin bu hadisini Ahmed, Ibn-i Ebî Seybe, Ibn-i Ebi Ömer, Begevî, Tabarani ve Maverdî de nakletmektedir. Her birisi, bu hadisi, güvenilir bildikleri kisiler yoluyla Ebu Esved'den, o da Abbad bin Temim'den, o da babasindan nakletmislerdir. Hadis sudur:

"Resulullah (s.a.a) abdest alirken abdestte ayaklarini meshettigini gördüm."

Bu hadisin benzeri Ehl-i Beyt Imamlarindan da nakledilmistir.

Merhum Kuleyni'nin nakline göre, Zurare ve Bükeyr, Imam Muhammed Bakir (a.s)'in Resulullah (s.a.a)'in nasil abdest aldigini amelen gösterirken abdestte, ellerinin islakligiyla, yeniden elini suya dokundurmaksizin basini ve ayaklarinin üstlerini meshettiklerini nakletmektedirler.

Ibn-i Abbas'dan Mecma-ul Beyan'da nakledildigi üzere, Resulullah (s.a.a)'in nasil abdest aldigini gösterirken ayaklarinin üzerini meshetmistir.

Görüldügü gibi Ehl-i Sünnet kaynaklarindaki bu konuyla ilgili hadisler çeliskili oldugu için bu kaynaklara itibar edenler, Kur'an'a dönmelidirler; Kuran ise açikça ayaklari meshetmeyi emrediyor
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen 3nokta »

Meseleye bir de El Mizan'dan bakalım:
6- Ey inananlar! Namaza durmak istediğiniz zaman, yüzlerinizi

ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başınızın bir kısmını ve üzerindeki

çıkıntıya kadar ayaklarınızın bir kısmını meshedin. Eğer

cünüp iseniz, temizlenin. Hasta veya yolculukta iseniz yahut sizden

birisi çukur yerden (tuvaletten) gelirse yahut da kadınlara dokunursanız

(onlarla cinsel ilişkide bulunursanız), (bu hâlde) su bulamadığınız

takdirde, doğası üzere olan yeryüzüne yönelin. Ondan

yüzleriniz ve ellerinizin bir kısmına meshedin (teyemmüm edin).

Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemiyor; fakat sizi tertemiz

kılmak ve size olan nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki

şükredersiniz.

AYETLERİN AÇIKLAMASI



Ayetlerin ilki, üç temizliğin hükmünü kapsıyor. Abdest, gusül

ve teyemmüm yani. İkinci ayetse, ilkinin bütünleyicisi ya da içerdiği

hükmün pekiştiricisi konumundadır. Aslında üç temizlik konusuyla

ilgili başka bir ayet daha var: "Ey inananlar! Ne söylediginizi

bilmeniz için sarhoşken namaza yaklaşmayın; yoldan geçici olmanız

dışında, cünüp iken de yıkanıncaya (gusledinceye) kadar,

(mescide) yaklaşmayın. Eger hasta veya yolculukta iseniz yahut

sizden biriniz tuvaletten gelirse yahut da kadınlara dokunmuşsanız

(onlarla cinsel ilişkide bulunmuşsanız), su bulamadıgınız takdirde

dogası üzere olan yeryüzüne yönelin ve onu yüzlerinize ve

ellerinize sürün (teyemmüm edin). Allah şüphesiz, çok affedici ve

bagışlayıcıdır." (Nisâ, 43)



Tefsirini sunduğumuz ayet ise, Nisâ suresinin konuyla ilgili ayetine

oranla daha açık ve daha anlaşılırdır; hükmün yönlerini daha

fazla kuşatıcıdır. Bu yüzden Nisâ suresinin ilgili ayetinin açıklamasını

şu ana kadar erteledik ki, iki ayet arasında karşılaştırma

yapınca anlaşılması kolay olsun.



"Ey inananlar! Namaza durmak istediğiniz zaman" Ayetin orijinalinde

geçen "kumtum" fiilinin mastarı olan "kıyâm" kelimesi, "ilâ"

harf-i cerriyle geçişli kılındığı zaman, bazı zamanlar sözü edilen

şeyin istendiğinden kinaye olur. Çünkü bu ikisi birbirinden

ayrılmazlar, birbirlerini gerektirirler. Bir şeyi istemekle, ona yönelik

hareket sergilemek birbirinden ayrı düşünülemez. Örneğin bir insanın

oturduğu varsayılsın. Bu normal olarak hareketsizliğinin hâli ve

durgunluğunun gereğidir. Öte taraftan istenilen şeyin de normal

olarak kendisine doğru hareket edilmeyi ve yinelenmeyi gerektiren

bir eylem olduğu varsayılırsa, bu durumda onu gerçekleştirmek

genel olarak ondan taraf bir kıyamı, bir kalkışı gerektirir.

Dolayısıyla insanın hareketsizliği terk edip ameli algılamaya

başlaması, fiili işlemeye kalkması demektir. Bu da istemenin ve

iradenin ayrılmaz bir unsurudur. Şu ayet, bu ayetin bir örneği ko-
numundadır: "Sen de içlerinde bulunup onlara namazı kıldırdıgın

zaman." (Nisâ, 102) Yani, onlara namazı kıldırmak istediğin zaman.

Bunun aksi örnekliğini de bir açıdan şu ayet oluşturmaktadır: "Eger

bir eşinizi bırakıp yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan

birine yüklü miktarda mal (mehir) vermiş olsanız bile ondan

hiçbir şeyi geri almayın." (Nisâ, 20) Yani, bir eşi boşayıp, bir başkasıyla

evlendiğiniz zaman. Burada bir fiili işleme isteği ve talebi,

onu işlemenin yerinde kullanılmıştır.



Kİsacası, tefsirini sunduğumuz ayet, namaz kılmak için bazı

organların yıkanmasının, bazılarının da meshedilmesinin, yani

abdest alınmasının şart olduğunu vurguluyor. Şayet ayetin ifadesi

her açıdan mutlak olsaydı, "Eger cünüp iseniz temizlenin (gusül

edin)." ifadesini bir an için görmezlikten gelseydik, her namaz için

bir abdest almanın şart olduğunu söyleyebilirdik. Ne var ki, yasa

nitelikli hükümler içeren ayetlerin her açıdan mutlak olmaları pek

az rastlanan bir durumdur.



Kaldı ki, "sizi tertemiz kılmak... istiyor" ifadesinin, ileride

değineceğimiz gibi, bu şartın açıklayıcısı olması mümkündür [yani,

amaç manevî temizliktir. Öyleyse alınan abdest bozulmadıkça,

onunla namaz kılınabilir ve her namaz için bir abdest gerekemez].

Ayetin tefsiri bağlamında söyleyebileceklerimiz bundan ibarettir.

Bundan ötesi, ki tefsir bilginleri uzun uzun söz etmişlerdir, fıkıh biliminin

alanına girer; tefsirle ilgisi yoktur.



"Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın." Ayette geçen

"igsilû" fiilinin mastarı olan "gasl=yıkamak", bir şeyin üzerine su

dökmek, üstünden su akıtmak demektir. Genellikle temizleme, kir

ve pasağı giderme amacına yönelik olur. Yüz, bir şeyin sana bakan

tarafına denir. Daha çok, insan gibi bir canlının başının ön kısmı,

yani üzerinde göz, burun ve ağız gibi organların bulunduğu taraf için

kullanılır. Bunun sınırı ise, karşılıklı konuşmalarda taraflar için

belirgin bir şekilde görünen miktarda belirlenir.



Ehlibeyt İmamlarından (a.s)gelen rivayetlerde yüzün miktarı şu şekilde

belirlenmiştir: Uzunluğu alnın üzerindeki saçlardan başlayıp

çenenin alt kısmına kadar devam eder. Eni ise, baş parmak, orta

parmak veya şehadet parmağının çevreleyebileceği kadardır. Tefsircilerin

ve fıkıhçıların çizdikleri başka çerçeveler de vardır.



Ayetin orijinalinde geçen "el-eydî" "yed"in çoğuludur ve "el"

demektir. Tutma, bırakma ve yakalama gibi fiiller bu organla gerçekleştirilir.

Omuzla parmak uçları arasında kalan kısma denir.

Organlar bağlamında daha çok insanın onunla ilintilendirdiği amaç

esas alınır. Söz gelimi el organı denilince, tutma ve bırakma

olguları akla gelir. Elin ilintili olduğu amaç, büyük ölçüde dirseklerden

parmak uçlarına kadar olan kısmıyla gerçekleşir. Bu yüzden

bu kısma da ayrıca el denir. Yine aynı gerekçeyle bilekten başlayıp

parmak uçlarına kadar olan kısma da ayrıca el denir. Böylece

el lafzı, organın bütünü ve parçaları arasında ortak veya buna benzer

bir isim işlevini görmüş oluyor.



Bu ortaklık, anlamlardan sadece biri kastedildiğinde, buna ilişkin

somut ve belirleyici bir karinenin zikredilmesini kaçınılmaz

kılar. Bu yüzden yüce Allah, "ellerinizi" ifadesini "dirseklere kadar..."

ifadesiyle kayıtlandırmıştır. Ki maksadın, dirseklerde son

bulan elin yıkanması olduğu anlaşılsın. Sonra bu somut karine,

bununla organın avucu da içeren kısmının kastedildiğini ortaya

koyuyor. Nitekim hadisler de maksadın bu olduğunu göstermektedir.

"Ila" harf-i cerrinin kullanıldığı yerlerde ifade ettiği anlam, hareketin

sürekliliğini ifade eden bir fiilin sona erişidir. Fakat başına

"ila" edatı gelen nesnenin öncesindeki ifadeye ilişkin hükmün

kapsamına girip girmediği hususu edatın anlamının dışındadır. Dolayısıyla

yıkama hükmünün dirsekleri de kapsaması "ila" edatına

değil, hadislerin açıklamasına dayanır.

Bazıları, "Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin."

(Nisâ, 2) ayetini örnek göstererek "ila" edatının "beraber"

(mea) anlamında kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Bunu söylerken

de, Peygamberimizin (s.a.a) abdest alırken dirseklerini de yıkamış

olmasını dayanak olarak göstermişlerdir. Ama bu, Allah'ın sözü-

nün tefsiri açısından oldukça cüretkâr bir değerlendirmedir. Çünkü

bu hususta nakledilen hadisler ya Peygamberin fiilini aktarır, ki fiiller

çok yönlü ve müphem olurlar, herhangi bir lafzın anlamı onlar

aracılığıyla belirlenemez; nerede kaldı ki lafzın anlamlarından biri

sayılsın. Ya da bu husustaki hadisler bir hükmün açıklamasına ilişkin

sözdür, ayetin tefsiri değildir.



Fakat dirseklerin yıkanmasının insanın fiili tam olarak yerine

getirdiğinden emin olmasından dolayı gerekmiş olabildiği gibi,

Peygamberimizin (s.a.a) de bir eklemesi olabilir. Nitekim Peygamber

efendimizin (s.a.a) böyle bir yetkisi vardı ve sahih rivayetlerde

belirtildiği gibi, günlük beş vakit namazla ilgili olarak bu yetkisini

kullanmıştır. [Sahih rivayetlerde yer aldığına göre, namazlar

iki rekât olarak farz kılınmıştır; ancak Peygamber (s.a.a) bazı eklemelerde

bulunmuştur.]

"Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin." (Nisâ,

2) ayetine gelince, ekl=yeme fiili "ila" edatıyla geçişli kılındığından,

katma ve benzeri bir anlam içerir. Yoksa "ila" edatı "mea=beraber"

anlamında kullanılmamıştır.



Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan anlaşılıyor ki: "dirseklere

kadar" ifadesi, "ellerinizi..." ifadesine ilişkin bir kayıttır. Dolayısıyla

dirseklerle ilintili yıkama mutlak olur, bir sınırla kayıtlı olmaz.

Bu bakımdan yıkamaya dirseklerden başlayıp parmak uçlarına

doğru devam etmek mümkündür. Nitekim abdest dışındaki

hâllerde insanlar ellerini doğal olarak bu şekilde yıkarlar. Ya da

parmaklardan başlanıp dirseklere kadar devam edilir. Fakat Ehlibeyt

Imamlarından (hepsine selam olsun) nakledilen hadislerden,

yıkamanın birinci şekilde olması gerektiği anlaşılıyor; ikinci şekilde

olması değil.



Böylece ileri sürülebilecek, cümlenin "dirseklere kadar..."

ifadesiyle kayıtlı olması gösteriyor ki, yıkamaya parmak

uçlarından başlayıp, dirseklere doğru devam edip tamamlamak

gerekir, şeklindeki değerlendirmeler de kendiliğinden çürümüş

oluyor. Şöyle ki bu problem, "ilel merafik=dirseklere kadar..."

sözünün "feğsilû=yıkayın..." sözüne [yani hükme] yönelik bir kayıt

"feğsilû=yıkayın..." sözüne [yani hükme] yönelik bir kayıt olarak

algılanmasından ileri gelmektedir. Oysa, bu ifadenin

"eydîkum=elleriniz..." ifadesine [yani hükmün konusuna] ilişkin bir

kayıt olduğunu belirtmiştik. Bunun böyle olması kaçınılmazdır.

Çünkü "el", belirleyici somut bir karineyi gerektiren ortak bir isimdir.

Hem "eller", hem de "yıkayın"a yönelik bir kayıt olmasının da

bir anlamı yoktur.



Kaldı ki, Mecma-ul Beyan tefsirinde belirtildiği gibi, İslâm ümmeti,

abdest alırken ellerini yıkamaya dirseklerden başlayıp parmak

uçlarına doğru devam eden kimsenin abdestinin sahih olduğu

noktasında görüş birliği içindedir. Bunun nedeni ise ancak ayetin

lafzı bu ihtimali içeriyor olmasıdır ve yine "dirseklere kadar"

sözünün "yıkamaya" değil, "ellere" ilişkin bir kayıt oluşundan kaynaklanıyor.



"Başlarınızın bir kısmını ve üzerindeki çıkıntıya kadar ayaklarınızı

meshedin." Meshetme, elin ya da dokunan herhangi bir organın bir

şeye doğrudan dokundurularak üzerinden geçirilmesi demektir.

Araplar bu anlamda, "Mesehtu'ş şey'e" ve "Mesehtu biş-şey'i" derler.

Bu fiil, kendisiyle geçişli kılındığı zaman kapsama anlamını ifade

eder [yani o şeyin hepsini meshettim]. "Ba" harf-i cerriyle geçişli

kılındığında, kapsama ve kuşatma anlamını içermeden nesnenin

bir kısmının meshedildiğine delâlet eder.



Bu bakımdan, "vemsehû biruûsikum=başlarınızı meshedin" ifadesi,

cümle içinde başın bir kısmının meshedilmesini ifade eder.

Kastedilen kısmın başın hangi tarafı olduğu hususu ise, ayetin anlamsal

maksadının dışındadır. Bunun açıklaması sünnetin alanına

girer. Sahih rivayete göre de başın alın tarafının, perçemin

kastedildiği anlaşılıyor.



"ve... ayaklarınızı..." ifadesinin orijinali "ve erculikum" şeklinde

okunmuştur. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak "ruûsikum=başlarınız"

ifadesine matuftur. Bazıları, mecrur oluşun, tıpkı "ve cealna minel

mâi kulle şeyin hayyin=Her canlı şeyi sudan yarattık." (Enbiyâ, 30)

ayetinde olduğu gibi tâbi oluştan kaynaklanan bir durum olduğunu

söylemişlerdir. [Aslına bakılırsa "hayyen" denilmesi gerekirken,

"hayyin" denilmesi, "şey'in" kelimesine tebaiyetten kaynaklanmıştır.]

Bu yanlıştır. Çünkü tâbi kılma söz sanatı açısından itibar edilmeyen,

seviyesiz bir uygulamadır. Allah'ın sözünün böyle bir kullanımla

yorumlanması ihtimal dışıdır. "Her canlı şey" ifadesinin orijinalindeki

"cealna" kelimesi, "kıldık" anlamında değildir, yaratma

anlamına gelir. [Buna göre "hayyin" kelimesi, "şey'in" kelimesinin

sıfatıdır.] Burada tâbi kılmaya ilişkin bir belirti söz konusu değildir.

Kaldı ki, söylendiği gibi "tâbi kılma" ancak tâbi olanla tâbi

olunanın bitişik oldukları durumlarda söz konusu olabilir. Örneğin,

Araplar "Kertenkelenin harap yuvası" anlamında "hucru dabbin

haribin" derler. Burada "haribin" kelimesi, öncekine tâbi oluşu itibariyle

mecrur kılınmıştır [aslında "hucrun" kelimesinin vasfı olduğu

için merfu, yani "ha-ribun" okunması gerekirdi]. Bu kural, üzerinde

durduğumuz ayet hakkında geçerli değildir.



Ayetin orijinali "ve erculekum" şeklinde de okunmuştur. Şayet

zihnini bütün ön yargılardan arındırıp cümleyi öyle okursan, hiç duraklamadan

kesinlikle "erculekum=ayaklarınız" kelimesinin

"ruûsikum =başınız" ifadesinin takdirî harekesine -ki nasbtır [çünkü

gerçekte mes-hedin fiilinin mefulüdür]- matuf olup mansup olduğuna

karar verirsin ve ifadenin akışından yüzün ve ellerin yıkanmasının,

başın ve ayakların da meshedilmesinin gerektiğini

anlarsın. "Erculekum=ayaklarınız" ifadesini, ayetin başındaki

"vucûhekum=yüzünüz" ifadesine atfetmek aklına bile gelmez.

Çünkü, ayetin girişindeki, "yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi

yıkayın" hükmü başka bir hükmün, yani "başlarınızın bir kısmını...

meshedin" hükmünün başlamasıyla bitmiş ve kesilmiştir. Sağlam

fıtrat, belâgatlı bir ifadeyi böyle bir kullanıma yorumlamayı kabul

etmez; yüce Allah'ın kelâmı açısından hiçbir şekilde düşünülmez.

Beliğ bir konuşma yapan bir insan, ["Zeyd'in yüzünü, başını ve

ellerini öptüm ve omuzlarına elimi çektim" ifadesini anlatmak

isterken] nasıl "kabbeltu veche zeydin ve re'sehu ve mesahtu bi

kitfihi ve yedehu" der yani "yedehu" ifadesini mensup okuyarak

"veche" ifadesine atfedebilir [yani şöyle diyebilir: Zeyd'in yüzünü ve

başını öptüm ve omuzlarına elimi çektim ve ellerini öptüm]. Oysa,

bir hüküm sona ermiş, diğer bir hüküm araya girmiştir ve

"yedehu=elini" ifadesinin onun bitişinde olan mecrur ismin mahalline

atfedilip mecrur kılınması câizdir. Özellikle üstelik Arapların

konuşmalarında da bunun örnekleri çoktur. Durum böyleyken beliğ

bir konuşmacının böyle yapması, edebî sanatlara aykırı basit

bir konuşma olur.



Ehlibeyt İmamlarından (a.s) gelen rivayetler bu yöndedir.

Ehlisünnet kanallarından gelen rivayetlerse, ayetin lafzını tefsir

etme özelliğine sahip olmayıp, Peygamberimizin (s.a.a) fiilini ve

bazı sahabelerin fetvasını anlatma esasına dayanmaktadırlar. Bu

arada kendi aralarında da ihtilaf vardır. Bu rivayetlerin bir kısmı

ayakların meshedilmesini zorunlu görürken, bir kısmı da yıkanmasını

zorunlu görmektedir.



Ehlisünnet âlimlerinin çoğunluğu, ayakların yıkanmasına ilişkin

rivayetleri, onların meshedilmesine ilişkin rivayetlere tercih

etmişlerdir. Bu konuda onlarla tartışacak değiliz. Çünkü konu fıkıh

bilimini ilgilendirir, tefsir biliminin ilgi alanının dışındadır.

Bununla beraber, Ehlisünnet âlimleri ayeti fıkhî görüşlerine

uyarlayan bir yaklaşım içindedirler ve bu konuda farklı yorumlar

ileri sürmüşlerdir. Fakat bunların hiçbiri için ayetten kanıt edinmek

mümkün değildir. Ancak ayetin ifadesinin belâgat sanatının doruklarından,

sıradan zevksiz, karışık bir konuşmanın diplerine indirgeme

başka.



Bazıları demişlerdir ki: Nasb kıraatine göre

"erculekum=ayakları-nız..." kelimesi "vucûhekum=yüzleriniz" kelimesine

matuftur. Cerr kıraatinde ise, tâbi oluşa yorumlanır. Ama

biz daha önce, insan öz doğasıyla örtüşen bir beliğ konuşmanın

böyle bir ihtimali içermediğini belirtmiştik.



Bazıları: Cerr kıraatini yorumlarken bunun anlamsal değil, lafzî

bir atıf örneği olduğunu söylemişlerdir. "alleftuha tbnen ve mâen

barî-den=deveyi samanla yemledim ve soğuk suyla" ifadesinde ol-

duğu gibi. ["Mâen bariden=soğuk suyla" ifadesi, anlam açısından

"tbnen=saman" ifadesine matuf değildir. Bundan bir fiil takdir edilir.

Örneğin "sakey-tuha", yani suvardım soğuk suyla gibi. Ayet de

bunun bir örneğidir. Yani "erculikum" şeklinde okunsa bile, bu

meshin gerekliliğine kanıt oluşturmaz, lafzî açıdan "biruûsikum"

yerine matuf olsa bile anlam açısından "erculekum" yerine matuftur

ve yıkamanın zorunluluğunu ifade eder!!!]



Bu görüşle ilgili değerlendirmemiz şudur: Bu yaklaşımın

dayanağı, atfın durumuna ilişkin iraba uygun bir amelde bulunan

bir fiilin takdir edilmesidir. Buna örnek olarak sunulan şiir kanıt

oluşturur. Ayetle ilgili olarak takdir edilen bu fiil ya "yıkayın"

olacak ve o da harfi cerle değil, bizzat geçişli fiildir ya da başka bir

fiil olacaktır. Bu ise ifadenin zahirine aykırıdır ve lafız açısından

buna ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Öte yandan örnek olarak sunulan

şiir ise ya aklî mecaz dediğimiz türe girer ya da "alleftu" fiilinin

"verdim", "doyurdum" vb. anlamları içermesi şeklinde gerçekleşen

kullanımlardır. Kaldı ki, bu tür kullanımları içeren şiirler açısından

normal bir fiilin takdiri şeklinde bir uygulamaya baş vurulmazsa,

anlamı bozuk ve fasit kabul edilir. Şu hâlde, bu tür kullanımlar için

düzeltici, normalleştirici ifadelerin takdir edilmesine ihtiyaç vardır.

Fakat ayetin, lafzî açıdan zorunlu ve bilinen böyle bir takdire

ihtiyacı yoktur. Ayakları yıkamanın zorunluluğu anlayışından hareketle,

"erculi-kum=ayaklar" ifadesinin mecrur oluşuyla ilgili olarak şu iddiayı

ileri sürenler de olmuştur: Evet atıf önceki kelimeyle ilintilidir,

ancak meshetme yıkamanın hafif şeklidir. Yani meshetme de bir

bakıma yıkamadır. Dolayısıyla ayakların meshedilmesi ifadesiyle

onların yıkanmalarının kastedilmiş olmasını önleyecek hiçbir engel

söz konusu değildir. Bunu destekleyen bir unsur da ifadede yer

alan sınırlandırma ve vakitlendirmedir. Bu ise, yıkanan organ, yani

yüz için söz konusudur. Meshedilen organ açısından böyle bir duruma

rastlanmıyor. "Ve üzerindeki çıkıntıya kadar ayaklarınızı..."

ifadesiyle meshetmeyle ilgili sınırlandırma kalkınca, bunun da yıkama

hükmüne tâbi olduğu anlaşılmış oluyor. Çünkü sınırlandır-

ma açısından yıkama olgusuna daha uygundur.



Aslında bu, konuya ilişkin yorumların en seviyesizidir. Çünkü

meshetme yıkamadan ayrıdır ve bu iki eylem arasında birbirini gerektirme

gibi bir zorunluluk yoktur. Kaldı ki, başın değil de ayakların

meshedilmesini yıkama şeklinde yorumlamak, dayanaksız bir

tercihtir. Bu iddiayı ileri sürenlere sormak lazım: Kitap ve sünnette

mutlak olarak meshetme şeklinde geçen bütün ifadeleri yıkama

şeklinde, yıkama olarak geçen ifadeleri de meshetme şeklinde yorumlamanızı

engelleyen nedir? Neden yıkamadan söz eden rivayetler

meshetme ve meshetmeden söz eden rivayetler yıkama

şeklinde algılanmıyor? Böylece bütün kanıtlar, açıklayıcıları olmaksızın

mücmel kanıtlar olurlar.



İddia sahibinin görüşünü desteklemek için ortaya attığı şey,

[bir lafzı diğer bir lafızla] kıyas yoluyla lafzı, bir anlama delâlet etmeye

zorlamadır. Bu ise kıyasların en fasididir.



Bazıları da şöyle demişlerdir: "Yüce Allah, abdest bağlamında

ayakların tamamının su ile meshedilmesini emretmiştir. Teyemmümde

yüzün tamamının toprakla meshedilmesini emrettiği gibi...

Abdest alan kişi bu iki organı ile ilgili emredilenleri yapınca

mesheden-yıkayan adını hakkeder. Çünkü bu iki organın yıkanması,

üzerlerinden suyun geçirilmesi veya onların suya değdirilmesi

demektir. Meshedilmeleri ise, elin veya el işlevini görebilecek

başka bir organın üzerlerinden geçirilmesi demektir. Bir kimse söz

konusu organlar açısından bu fiili gerçekleştirince, o kimse yıkayan-

meshedendir. Dolayısıyla, 'ercule-kum' şeklinde okunduğu

zaman, bu iki organın yıkanmasının zorunluluğu esas alınmış olur.

'Erculikum' şeklinde okunduğu zaman da, kişinin su ile organlarını

yıkamak suretiyle meshettiği anlamı esas alınmış olur." (Bu görüş

özet olarak bundan ibaretti.)1

Anlamıyorum: Ayette başın meshedilmesi ile yıkanmadan

meshedilmelerinin, buna karşın ayakların meshedilmesiyle, onla-

-------

1- [el-Menar Tefsiri, c.6, s.229]

rın yıkanarak meshedilmelerinin kastedildiği sonucuna nasıl varılıyor?

Bu da önceki iddia gibidir, hatta bozukluğu ondan daha fazladır!

Dolayısıyla buna karşı söyleyeceklerimiz öncekinin aynısıdır.

Bu görüşle ilgili olarak söylenebilecek önceki tutarsızlıklara,

"Yüce Allah abdest bağlamında iki ayakların tamamının su ile

meshedilmesini emretmiştir." diye tutarsız sözünü de eklemek gerekir.

Bu söz onun aleyhine olmak üzere problemi daha da derinleştiriyor.

Çünkü burada abdesti teyemmümle kıyaslamıştır. Eğer

bununla bir hükmün başka bir hükme, yani kendince sabit olan rivayetlere

kıyaslamayı amaçlıyorsa, ayetin bu hususa delâlet ettiğine

kanıt oluşturacak hangi rivayet vardır acaba? Rivayetler nasıl

bu hususa delâlet ediyorlar? Bilindiği gibi, rivayetlerin hedefi ayetin

lafzını açıklamak değildir. Eğer abdestle ilgili, "Başınızı ve üzerindeki

çıkıntıya kadar ayaklarınızı meshedin." ifadesinin, teyemmümle

ilgili, "Onunla yüzünüzü ve ellerinizi meshedin." ifadesiyle

kıyaslamayı amaçlıyorsa, bu hem kıyaslanan, hem de kıyaslanılan

şey açısından olumsuzdur. Yüce Allah, her iki konuyu da,

"ba" harf-i cerriyle geçişli kılan meshetme fiiliyle ifade etmiştir.

Daha önce "ba" harfiyle geçişli yapılan meshin, dil açısından meshedilen

şeyin kapsanmasını ifade etmediğini belirtmiştik. Buna

ancak kendiliğinden geçişli meshin delâlet ettiğini vurgulamıştık.

Bu ve benzeri yorumlar, rivayetlerin korunması için ayeti zahirinin

aksine yorumlama temelinden hareketle, kaçınılmaz olan kitaba

muhalefet durumundan sıyırmak için baş vurulan zorlamalardan

başka bir anlam ifade etmezler. Eğer ayetin zahirinin aksine

yorumlamak suretiyle bir rivayetin anlamını ayete dayatmamız

caiz olsaydı, Kur'ân'a muhalefetten hiçbir örnekten söz edilemezdi.

Abdest bağlamında ayakların yıkanmasının zorunlu olduğuna

inananların Enes ve Şa'bi gibi bazı selef kuşağı âlimleri gibi görüşler

ileri sürmeleri daha uygun olurdu. Onlardan nakledilen görüş

şudur: "Cebrail, ayakların meshedilmesine ilişkin hüküm indirdi.

Ancak sünnet yıkanmasını öngördü." Bunun anlamı kitabın

Kur'ân'ın) sünnet tarafından neshedilmesidir. Bu durumda mesele,

tefsir biliminin sınırlarını aşıp, metodoloji biliminin kapsamına

taşınmış olur: Sünnetin Kitabı neshetmesi caiz midir, değil midir?

Bu konuda araştırma yapmak usulcünün görevidir, müfessirin değil.

Müfessirin, "Falan rivayet kitaba muhaliftir" sözü müfessir olması

açısından, ancak şunu açıklamak içindir ki bu haber, maksadın

ortaya çıkarılmasında esas alınan kitabın zahirinin delâlet

ettiği anlamla örtüşmüyor. Yoksa fıkıh bilgininin görevi olan şer'î

bir hükme fetva vermek değildir.



"üzerindeki çıkıntıya kadar" ifadesinin orijinalinde geçen

"kaab", ayağın arkasında bir çıkıntı biçiminde beliren kemiğe verilen

addır. Bazılarına göre topuk, ayakla bacağı birbirinden ayıran

eklem bölgesinde belirgin olarak fark edilen kemiğin adıdır ki her

bir ayağın eklem bölgesinde iki çıkıntı olur.



"Eğer cünüp iseniz, temizlenin." Ayetin orijinalinde geçen

"cünüb" kelimesi aslında mastardır, ancak daha çok ism-i fail anlamın-

da kullanılır. Bu yüzden [mastar oluşundan dolayı] müzekker,

müennes, müfret vs. açısından fark etmez. Araplar, "reculun

cunub=cünüp erkek, imreetun cunub=cünüp kadın, reculani ev

imreetani cunub=cü-nüp iki erkek veya kadın, ricalun ev nİsaun

cunub=cünüp erkekler ve kadınlar" der ve hepsinde hep "cünüp"

sözcüğünü kullanırlar. Mastar anlamını ifade etmek içinse, özel

olarak "cenabet" kelimesi kullanılır.

"Ve in kuntum cunuben fettehherû=Eğer cünüp iseniz, temizlenin."

cümlesi, "feğsilû vucûhekum=yüzünüzü yıkayın" ifadesine

matuftur. Çünkü ayet, namaz kılmak için temizlenmenin şart olduğunu

açıklama amacına yöneliktir. Bu açıdan ayetin açılımı şöyledir:

"Ve te-tahharû in kuntum cunuben=temizlenin eğer cünüpseniz."

Böylece, ab-dest açısından karşıt şartın takdirine dönük olur.

Yani: Şayet cünüp de-ğilseniz, yüzünüzü ve ellerinizi yıkayın.

Başınızı ve ayaklarınızı meshedin. Eğer cünüpseniz, tam olarak

temizlenin. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz: Abdest alma, ancak

cünüp olmama durumunda yasalaştırılmıştır. Cünüpken sadece

...............
şeklinde devam den abdest ayetini
http://www.islamkutuphanesi.com/elmizan ... /index.htm bu adresten 5 cildi indirip maide suresi 6. ayetin izahına bakarak okuyabilirisiniz.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
mürteza
Mesajlar: 67
Kayıt: 24 Mar 2009, 01:10

Re: Alevilikte, Abdest, Ezan, Namaz (Video)

Mesaj gönderen mürteza »

Allah gani gani razı olsun,inşallah onun izni ile emeğinizden şefaat alırsınız. :)
Cevapla

“Namaz” sayfasına dön