Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Konuşma ve Yazma Üslûbu Üzerine…

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın adıyla…
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selâm Resullerin ve Nebîlerin sonuncusu Hz. Muhammed’e, bütün enbiyâ ve resullerle, onların hak vasîlerine, şühedâya ve Tevhîd ehline olsun.

Bazı kardeşler zaman zaman üslubun sivriliğinden ve inciticiliğinden yakınmakta ve az sivri yazan veya konuşanlara eleştiri oklarını yöneltmektedirler. Bu nedenle gerek bu yazıdaki sert tutum ve gerekse duruma göre başvurduğumuz sivri dillilik ve sert eleştirilerimizin sebebini izah edelim:

Malumdur ki Kurân’ın bir çok âyetinde müminlerin davet, teblîğ ve hakkı ulaştırmada kullanmaları gereken dil, üslub ve tavırlar konu edilmektedir. 1

Bu cümleden olmak üzere Kurân’ın bir çok yerinde de Hz. Musa (a.s.) ile kardeşi Hz. Harun’un (a.s.) Tevhîd mücâdelesinden kıssalar geçmektedir. Bu kıssaların ikisi (örneğin) Tâhâ ve A’râf sûresinde yer almaktadır. A’râf sûresinin 103-171 ile Tâhâ sûresinin 9-99. ayetlerarası o muhteşem mücâdeleyi biz müminlerin gözleri önüne sermektedir.

Kıssa da öyle bir tablo yer almaktadır ki; Ulu’l Azm Peygamberlerden biri olan Hz. Musa -tabir câiz ise- bir sebepten dolayı çileden çıkmakta iki sûrede de belirtildiği üzere kardeşi Harun’un (a.s.) saçından-sakalından tutmakta ve onu şiddetle azarlamaktadır. Kendisinin kırk günlük firâkıyla buzağıya tapar hâle gelen toplumunu görünce beyninden vurulmuşa dönen Tevhîd Eri, Kurân ifadesiyle kardeşine şöyle çıkışmaktadır; “… Musa (Tur’dan) kızgın ve üzgün olarak kavmine dönünce; ‘Bana ardımdan ne kötü halef oldunuz. Rabbinizin emrine sabretmekte acele mi ettiniz?’ dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşinin başından tutup O’nu kendine doğru çekmeye başladı. (Harun) Ey anamın oğlu! Doğrusu bu kavim beni hırpaladı ve nerede ise beni öldürüyorlardı. Artık düşmanları bana güldürme ve beni bu zâlimlerle bir tutma!’ dedi.
(Musa) “Rabbim! Bana ve kardeşime mağfiret eyle ve bizi rahmetine koy. Çünkü sen, merhametlilerin en merhametlisisin, dedi.” [A’râf: 150-151] 2

Bildiğimiz ve kabul ettiğimiz üzere Kurân; bütün bir yaşamı kuşatan, müminlerin her şeylerinde örnek aldığı ilahî kitaptır...

‘Her şey’ denilenin içinde şüphesiz müminlerin bütün ahvâli hakkındaki ahkâmını o ölümsüz kaynaktan alacaklarını anlamakta ve anlatmaktayız. Bu cümleden olmak üzere; konuşma âdâbı, tartışma üslubu, dost ve düşmanlara karşı takınılacak tavır ile duyarlı olunan konunun ehemmiyetine göre tavrın dozajını ayarlama da bu kapsama girmektedir şüphesiz.

Hazreti Musa ile Hz. Harun’un Tevhîd mücâdelesinden alacağımız bir ders de, O iki kutlu Elçi’nin (selam olsun ikisine de) aralarında geçen diyalogdan çıkarmamız gereken tavır-davranış şeklidir.

Dikkat buyurunuz: Tevhîd gibi en önemli meselede Allah’ın Resûlü Musa (a.s.), bir diğer Elçi ve aynı zamanda kardeşi olan bir Tevhid ehline nasıl da celalleniyor! Nasıl saçından-başından tutarak çekiştiriyor! Nasıl aralarında şiddet üzere geçen bir atışma yaşanıyor!

Şimdi…
‘Bir Elçi’ye böyle davranış yakışıyor mu hiç’ diyebilecek bir kişi aramızda var mıdır ?
‘Bu davranışı Ulu’l Azm bir peygambere hiç yakıştıramadım’, ‘Ben olsaydım sakince kenara çeker olgun iki insan olarak konuyu önce sorar öyle şiddetle giriş yapmaz, Harun’a yüklenmezdim’ diyen bir, çok bilmiş var mı?

Doğru ya, neden Allah’ın Elçisi Musa, kardeşi ve aynı zamanda bir Nebî olan Hz. Harun’u uygun bir üslub ile (bizim kafamızdaki âdâb dediğimiz üsluba uygun tarzda) uyarmadı da böyle damdan düşme bir tavır ile şiddete ve sertliğe baş vurdu?
Var mı, Hz. Musa’yı üslubunu ayarlayamamış olmakla suçlayacak bir aklı başında insan?
Var mı Musa’yı (a.s.) âdâb-erkân bilmemezlikle suçlayacak bir kişi?
Var mı Musa Resule yeteri derecede eğitim metodolojisi almamış diyecek biri?

İrfan ehli, kıssada geçen şiddet ve celâle Kurânî bir gözlükle bakar ise şu gerçeği rahatlıkla görebilir:

‘İslam yücedir, ondan yüce bir şey yoktur. Cennetin bedeli Tevhîd inancı üzere olmaktır. Yaşamın gayesi iman ve cihattır. İki cihan terazinin bir kefesine konsa, Tevhîd bir diğer kefesine, Tevhîd ağır basar…’

Konu Tevhîd olunca, tehlike Tevhîd’i şirke dönüştürmek, şirk ile bulamaç yapmak, şirk zulmüne kapı aralayarak Tevhîd’i yaralamak olunca her şey bir yana Tevhîd’i korumak ise bir yana konulur. Gerekirse bütün aklî yaklaşım hesapları, bütün eğitim metodolojisi teraneleri kapı dışarı edilir ve aşkın balyozu, şirk gibi görülen amele, söze, davranışa, yazıya indirilir. Aslen kafir ve müşrik olanlara tebliğde farklı bir üslub ile yaklaşılırsa da; dostların, Tevhîd ehli kabul edilenlerin şirk yoluna kaymaları tehlikesinde ehli Tevhîd ve buna önderlik edenler duruma göre ameliyat edilir tarzda, en kısa zamanda ve en güzel şekilde uyandırılmak umuduyla silkelenir, uyarılır, tenkid edilir, kulakları çekilir hatta gerekirse şamarlanırlar… Ki lanetli İblis’e yem olmasınlar. Cennet ehli olmak ümidleri içinde iken bilmeden de olsa cehenneme yakıt olmasınlar.

Biz dahi kendi birikimimiz ve bilgilerimiz çerçevesinde şirke götürür ve Kurân’ın mesajını bütünüyle iptal edici olarak gördüğümüz yaklaşımlara karşı, kardeşlik hakkı içinde kardeşlerimize Musaca tavır sergiler, bütün gayretimizin kardeşlerimizin bu ince ayarda çok dikkatli olmaları gerektiğini, kendilerine ihsâs ettirmeyi hedefleriz.

Zira Tevhîd zedelenmiş ise; ne, ne işe yarayabilir? Tevhîd yok ise ne kalır geride? Allah şirkte olanın neyine bakar ki? Şanı yüce Rabbimiz Kitabı’nın birçok yerinde şirki asla bağışlamayacağını önemle vurgulamakta; dilerse, dilediği kimseler için diğer günahları affedebileceğini, şirk koşulduğu takdirde bütün amellerin boşa gideceği ve cennetten ebedî mahrum kalınacağını vs. bildirmektedir. 3

Ne bizler Musa’yız, ne dostlarımız Harun… Ancak biliriz ki dostlar-kardeşler birbirlerine karşı zaman zaman Musaca davranırlar-davranmalıdırlar, Harunca karşılık verirler-vermelidirler. Tevhîd’in zedelenmesi tehlikesi baş gösterdiğinde Musaca davranmak Tevhîd Ehlinin, şanlı Elçi Musa’dan almış olabileceği en güzel davranışlardan biridir.

Ve dahi, Musa ile Sâlih Kul arasında geçen bir yoldaşlık kıssasında da [Bakınız; Kehf Sûresi (17): 60-82] alınacak ne ibretler-dersler vardır ki konumuza bakan bir vechesinde bir noktaya değinelim:

Anlatılan veya işlenen amel şeriatın zâhir ölçü ve hududlarına uygun düşmez ise yoldaşlık, arkadaşlık bitmesi pahasına bile olsa şeriatın istediği tavır takınılır ve yanlış görülen uygulama eleştirilir, uyarılır. Varsın, birileri; ‘bâtın ehliyim’, ‘senin bilemediğin bir şeyi ben biliyorum’ desin-dursun, irfan ehli olduğunu iddia etsin…

Sözün özü; Cümle müminlerin her konuda sorumlu oldukları; işlerin, konuların bâtını değil, zâhiridir. Zâhirde şeriate uygunluk veya uygunsuzluktur. Uygun olana uyulur, uygun olmayandan uzak durulur.

1- Üslubun farklı şekillerde ve dozajda olabileceğine dâir ana kaynağımız Hakk’ın Kitab’ına bakınız: Âl-i İmrân (3); 159, A’râf (7); 199, Tevbe (9); 73, Hıcr (15); 94, Nahl (16); 125, Müminûn (23); 96, Furkan (25); 52, Tahrim (66); 9 vb.
2- Bu bölüm benzer-yakın ifadelerle Tâhâ sûresi; 92-94 arası âyetlerde de geçmektedir.
3- Bakınız; Nisâ (4): 48, 116, Mâide (5): 72, Enâm (6): 88…
En son ehlibeytyolu tarafından 11 Tem 2009, 17:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Üslub Konusunda Hz. İmam Ali’den (a.s.) de Bir Nakil ile Konuyu Kapatalım İnşâallâh:

Bazı canlar, İmamlarımızın (a.s) her zaman, her yerde, her halükarda ve herkese karşı hep aynı tonda, aynı dozajda ve pamuk gibi yumuşacık bir üslupla mı konuştuğunu zannediyorlar? Bu konuyla ilgili verilebilecek belki yüzlerce örnekten sadece birini verelim de konu aydınlığa kavuşsun inşâallâh:

Tuhaful Ukûl kitabının İmam Ali’nin (a.s) sözleri bölümünde “Hikmet Öğüt Teşvik ve Tehdit Hakkındaki Kısa Sözleri” alt başlığında geçen şu konuşmadaki üsluba dikkatinizi çekeriz:

Hz. Ali'ye: “Kendisiyle oturup kalktığımız ve iş yaptığımız güç (iyi ve kötü işlere karşı olan kudret) hususunda (bu güç bizden midir yoksa Allah'tan mı? diye)” soru soran Abaye b. Rıbi’nin cevabında İmam (a.s.) şöyle buyurdu: “Sen yetenek (güç) hakkında soru sordun. Acaba ona, Allah'tan olmaksızın sen mi maliksin, yoksa Allah ile birlikte mi maliksin? (Yani o kudret senin kendinden mi, yoksa Allah ile ortak mısın?)”

Abaye susup kaldı; İmam Ali (aleyhisselâm) şöyle buyurdu: “Eğer Allah ile birlikte malikim, deseydin, öldürürdüm seni (çünkü müşrik olurdun); yalnız ben malikim deseydin, yine de öldürürdüm seni.”

Abâye, “Öyleyse ne diyeyim?” dedi, Ali (aleyhisselâm) buyurdu ki: “Şöyle de: Ben ona malikim, fakat ona malik olan Allah beni ona malik kılmıştır; eğer bu malikiyeti bana verirse, bağışta bulunmuş olur; vermezse bu O’ndan bir bela olur. Öyleyse seni malik kıldığı şeylerin asıl maliki O’dur, seni kadir kıldığı şeylere gerçek kadir O’dur.” 1

Görüldüğü gibi bu olayda bir adamcağız İmam Ali’ye normal bir üslubla bir soru soruyor. İmam Ali ise o’na karşı bir soru sorduktan sonra susup öylece kalan adamcağıza konu hakkında güzel güzel açıklamalar yapmak yerine onu hemen: “Eğer şöyle şöyle deseydin seni öldürürdüm… Böyle böyle deseydin seni yine öldürürdüm...” diyerek çok sert bir üslupla ölümle tehdit ediyor.

Şimdi bizim -hâşâ- İmam’ın (a.s) bu üslubunu eleştirmeye hakkımız var mıdır?

Görüldüğü üzere; İmam (a.s), adamın Tevhîd konusuyla ilgili çok temel ve önemli sorusuna ancak böyle bir üslupla cevap verildiğinde adamın üzerinde gerekli etkiyi bırakabileceğini biliyor ve bu üslubu uygun görüyor da ondan…

Eğer bizler her konuda öncelikle Kurân’ı, Peygamberleri (a.s) ve İmamlarımızı (a.s) örnek almayacaksak, kimi alacağız?

Ve’s-Selâm…



1- Tuhaful Ukûl, sh: 415. İmam Ali’nin (a.s.); hikmet, öğüt, teşvik ve tehdit hususundaki kısa sözlerinden…
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Kurân ve Ehli Beyt Emânetine Bağlanmak Gerçekte Ne Demektir?

Kurân’ın ve Ehli Beyt’in bağlıları olarak bizlerin; özümüzü hesaba çekmemiz, ‘ölmeden evvel ölünüz’ emri gereğince yanlışlarımızı görmemiz ve en güzel inanç ve sâlih ameli yakalayabilmemiz, hem nefsimize, hem de gelecek nesillere karşı vazgeçilmez bir görevimiz-vazifemizdir. Bu yolda en önemli şey de, önce hakkı bulmak, sonrasında hakka uygun yaşamak ve bu hakkı katmadan-eksiltmeden rivâyet etmek, adâleti başta kendi nefsimize olmak üzere, her şeyde Hakk’ın istediği şekilde ve derecede uygulamaktır.

Biz inananlar -Allah’a hamd olsun- âlemlere rahmet olan bir Elçi’nin (s.a.a) takipçileriyiz. O’nun vedâ haccındaki tartışılmaz buyruklarına gönülden inanmış, ikrâr getirmişiz. Ki Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.a.) buyurmuşlardır; “...Ey insanlar! Size iki ağır (önemli) emânet bırakıyorum. Bunlardan birisi Allâh’ın Kitâbı Kurân, diğeri ise itret’im, Ehli Beyt’imdir. Bu ikisi, Kevser havzu başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmazlar...” 1

O halde bu ayrılmaz ikiliyi (Kurân-Ehli Beyt) doğru anlamalı ve bunlara bağlılığı yerli yerince ve buyrukta belirtilen değer sırasına göre yaşamımıza almalı, hayat iksirini yudumlamalıyız. 2

İki Emânete (Kurân ve Ehli Beyt) Bağlılık… Öncelik Kurân mı yoksa…?

İki emânete bağlı olmak; birini önceleyerek mi diğerini kabullenmektir? Yoksa ikisine de eşit değer vermek midir? Ya da…
Kurân’a uymak/bağlanmak ne demektir? Kurân’a bağlanmak neden bütün rivâyetlerde öncelikli anılmaktadır?
Ehli Beyt’i Kurân ile mi, Kurân’ı Ehli Beyt ile mi tanıyacak-tartacağız? Yoksa her ikisini birbiri ile mi tanıyacak-tartacak, uyacağız?
Ehli Beyt’e uymaktan maksat nedir? Her; “Ehli Beyt’tendir” diye sunulanlar Ehli Beyt’ten midir? Her karşımıza çıkan rivayetlere uymak mıdır Ehli Beyt’e uymak?

***

Bizler; sahih rivayetler uyarınca; ‘Kurân ve Ehli Beyt yolumuzdur’ diyor ve ‘Kurân ve Ehli Beyt Kevser havuzunda buluşuncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmazlar’ diye kabulleniyor, ‘Kurân bize Ehli Beyt’i haber veriyor. Ehli Beyt de Kurân ayetlerini en güzel ve en doğru bir şekilde açıklıyor’ diye ikrâr eyliyoruz…

Bir taraftan böyle inanıyor ve söylüyorken diğer taraftan da farkına varmadan ve çoğunlukla da iyi niyetli aşırı sevgiden kaynaklanan bazı düşüncelerle Ehli Beyt’i Kurân’ın önüne geçirmek 3 gibi çok temel bir hataya düşüyor ve neredeyse telâfisi imkansız bir takım bâtıl (en azından sahih olduğunu kesin bilmediğimiz) rivâyetlere karşı akidemizi korumak ve arındırmak zorunluluğu duymuyor gibi davranıyoruz.

Oysa iki emânet (sekaleyn) hadislerinin hepsinde -bilindiği gibi- önce Kurân sonrasında Ehli Beyt zikredilmektedir. Bazı rivâyetlerde de Kurân en büyük-en önemli emânet (Sıklu Ekber), Ehli Beyt ise küçük emânet (diğerine göre ikinci derecede öneme hâiz emânet-Sıklu Esğar) olarak ifâde edilmektedir. Hal böyle olunca aklı selim olanın bu buyruktaki sıralamayı dikkate alması âkil olmasının ve mümin olmasının tabîi bir sonucudur.

Nasıl ki Kurân’ın buyruklarında da Allah’a itaat her dâim öncelenir, sonrasında Resûle itaat 4 ve yerine göre de Ulul Emr’e itaat emredilir. [Nisâ (4): 59] Buradan anlarız ki Allah’a itaat her zaman önceliklidir. Peygambere itaat da, Allah’ın; ‘Peygambere itaat ediniz’ emri ilâhîsinin bir yansıması olarak geçerli olur. Özellikle peygamberin vefatından sonra da ‘Elçiye İtaat’ hadisler vasıtası ile olacaktır ve Allah’ın, korunmuşluğu tartışılmaz Kitabı’na uygunluğu ölçüsünde gerçekleşecektir.

Ve yine biz, Kurân ve Ehli Beyt bağlıları müminler olarak her kötü ve yanlıştan teberrî etmeyi de İslamî bir görev bilmekteyiz. Bu şerefli duruş ve tavrı tarihin bütün dönemlerindeki İslam düşmanı, hak ve hakikat düşmanı zâlimlerine karşı sergilemişiz. Ancak bu, yalnızca geçmişte kalmış zâlimlere karşı göstereceğimiz bir tavır olamayacağı gibi, sadece şahıslara karşı da olamaz. Bu izzetli duruşu itikat ve inancımızı bozmak için aramıza değişik görüntülerde sızmaya çalışmış olanların eserlerimize dâhil ettikleri Kurân dışı yorumlara karşı da göstermeliyiz. Aklen, ilmen, fikren, kalben teberrîyi her kötü olana, her yanlış olana, her İslam dışılığa-Kuran dışılığa karşı da sergilemeliyiz.

“Kurân ve Ehli Beyt”e bağlılık inancımıza; Yahudilikten, Hıristiyanlıktan, Şamanizmden, Zerdüştükten, başka din ya da mezhep inançlarından eklenmek, yamanmak istenen kimi bâtıl düşünceler ve yorumlarla nasıl mücâdele etmiş ve ediyorsak, aynı titizliği Şia-Ehli Beyt kaynakları dediğimiz eserlerin içinde geçen bazı sözler ya da bu sözlere getirilen ğulat yorumlara karşı da göstermeli, onlarla da mücâdele etmeliyiz. Bu da bâtıldan teberrî etmektir.



1- Müslim: Sahihi Müslim, c: 2 sh: 362, Tirmizi: Süneni Tirmizi, c: 5 sh: 328, 329, Nesâi: Hasâisi Nesâi tercm, sh: 21, Ahmed b. Hanbel: Müsned, c: 2 sh: 14, 17, 26, 59, c: 3 sh: 366, 371, c: 5 sh: 171, 181, Dârimi: Süneni Dârimi, c: 2 sh: 431, Beyhaki: Süneni Beyhaki, El-Hâkim: Müstedrek, c: 3 sh: 109, 148, Muttakî el-Hindî: Kenzul Ummâl, c: 13 sh: 104, A. Z. Gümüşhanevî: Râmuzul Ehâdis, sh: 362, Taberâni: Mucemül Kebîr, sh: 137, Mucemüs Sağîr: c: 1 sh: 131, 135, Suyûti: Câmius Sağîr, c: 1 sh: 353, Muhyiddin Nevevî: Riyâzüs Sâlihîn tercm, c: 1 sh: 379, 380, İbrahim Canan: Hadis Ansp, c: 12 sh: 414-420, Rûdânî: Büyük Hadis Külliyâtı (Cemul Fevâid), c: 1 sh: 43, Yusuf Kandehlevî: Hayâtüs Sahâbe, c: 2 sh: 651, M. Âsım Köksal: İslâm Târihi, c: 17 sh: 313, Altı parmak peygamberler tarihi, sh: 554, Ziya Şâkir: Mezhepler tarihi, sh: 157, 158, İbnül Esîr: Üsdül Ğâbe, c: 2 sh: 12, İbni İshâk ve İbni Hişâm: Sîre, Tefsiri İbni Kesîr, c: 4 sh: 113, Tefsiri Hâzin: c: 1 sh: 4, Suyuti: Dürrul Mensur, c: 2 sh: 60, c: 6 sh: 7, 306, Konyalı Mehmet Vehbi: Hülâsâtül Beyân, c: 13-14 sh: 5139, Kadı İyâz: Şifâ-i Şerîf, sh: 443, Saîdi Nursî (r.h.): Lem’alar, sh: 22, Fuzûli: Hadikatüs Süadâ tercm, sh: 123, Abdulbâki Gölpınarlı: Mesnevi Şerhi, c: 2 sh: 144, Şeyh Kuleynî: Usûlu Kâfî, c: 2 sh: 41, El-Harrâni: Tuhaful Ukûl tercm, sh: 65, 961, Şeyh Müfîd: İrşâd (Oniki İmâm’ın hayâtı) tercm, sh: 126..160, Cafer Sübhâni: Hz. Ali’ye neler yaptılar?, sh: 122.., El-İlahiyat: c:2 sh: 585-586, Şeyh Saduk: İmam Rıza'dan hadis pınarı (tercm), c: 1 sh: 75, Abdulkadir Çuhacıoğlu: Hz. Ali s: 225, Âyetullâh Humeynî (r.h.): İlâhî siyâsî vasiyetnâme tercm, sh: 23, Meydan Larousse: Ehli Beyt maddesi, Şâmil İslam ans: sh:204, Yeni rehber ansp: c: 6 sh: 209, Seyyid Şerafeddîn: El-Müracaat, Seyyid Ali Milânî: Risâleler, Allâme Emînî: El-Ğadîr...
2- Sekaleyn hadisi dipnotunda bol kaynak verişimiz hadisin en sağlamından en çürüğüne kadar bütün kaynaklarda yer almış olmasına binaendir. Hak olan sözün sağlam tek bir kaynakta olması ve en başta da Kurân mesajına ters olmaması-uygun olması kâfîdir. Yoksa hak sözün sağlam kaynaklarını destekleyici mahiyette verdiğimiz eserler içinde, bizim nazarımızda ipe-sapa gelmez bir sürü Kuran’a aykırı rivayetler, düzmeceler, söylenceler vardır ki hepsi ayaklarımızın altındadır ve tarafımızdan reddedilir.
3- Kurân ve Ehli Beyt elbette birbirinden ayrılmaz. Ancak ‘Ehli Beyt’ demek, ‘Ehli Beyt Buyruğu’ demek, önümüze ‘Ehli Beyt Buyruğudur’ diye getirilen her söz demek değildir. Bu inceliği fark edemeyenler açıklamalarımızı da anlamaktan âciz kalırlar.
4- Bakınız; Âli İmrân (3): 32, 132, Nisâ (4): 13, 59, 69, Mâide (5): 92, Enfâl (8): 1, 46, Tevbe (9): 71, Nur (24): 52, 54, Ahzâb (33): 71, Muhammed (47): 33, Fetih (48): 17, Hucurat (49): 14, Mücâdele (58): 13, Teğâbun (68): 12.
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Kurân’ın Ölümsüz Çağrısı…
Akıl… Hakkın büyük nimeti… Sorumlu kılınmanın şartı… İnsan olmanın ayrıcalığı... Ödüllendirilmede veya cezalandırılmada ölçü…

Böylesi büyük ve önemli bir nimetin yerli yerince kullanılması ile ne olur, kullanılmaması durumunda neler gerçekleşir?

Aklı kullanmanın önemi hakkında önce Yüce Kitabımız Kurân’dan ölümsüz birkaç âyeti meâlen ele alalım, anlayalım ve yol haritamızı çıkaralım.

Hakk’ın Kelâmı’nda, biz müminlere aklımızı kullanmamızın önemini işâret eden bir çok âyet var olduğu gibi, insanların çoğunun (maalesef) akıllarını kullananlardan olmadıklarını bildiren âyetler de yer almakta ve bizleri îkâz etmektedir;

“… Aklet misiniz?” 1
“… Öğüt almaz mısınız?” 2
“… Onların çoğu akletmezler…” 3

Yine, Kurân’ın daha bir çok âyetinde düşünmeye dikkat çekmek üzere; tefekkür etmek, tezekkür etmek, tefekkuh etmek, tedebbür etmek, akletmek ifadeleri yer almaktadır. Âyetlerdeki bu ifadelerin farkında olanlar, Rabbin şaşmaz ölçüsü ve kutsal mesajını yaşamlarının temek kaynağı bilenler, O’ndan beslenerek ruhî, aklî ve kalbî gıdalarını alırlar. Almayanlara da hidâyet dilemekten başka diyecek sözümüz yoktur.

Ve yine aklını kullanmayanların, aklını kullanarak Allah’ın istediği gibi iman etmeyenlerin azâba düştüklerinde, akıllarını kullanmamalarından dolayı nasıl esefle yakındıklarını ifâde eden âyet yüzümüze ilahî bir şamar olarak patlamaktadır;

“… (Allah) pisliği-azâbı, aklını kullanmayanlar üzerine döker.” [Yunus (10): 100]
“… Allah iman etmeyenler üzerine pislik-azab bırakır.” [Enâm (6): 125]

Gerektiği gibi işitmeyen ve ilâhî bağış olan akıllarını kullanmayanların azaba düştüklerinde nasıl da âh-vâh edeceklerini yine Rabbimiz bizlere haber vermektedir: “Derler ki: Eğer biz (Hakka kulak vererek) işitir ve akledenler olsaydık bu alevli ateş ehli arasında bulunmazdık.” [Mülk (67): 10]

Ne muhteşem ikaz! Ne müthiş bir uyarı! Ne çarpıcı bir öğüt!

Tarih boyunca akıl nimetini yerli yerince kullanmayanların, hak söze kulak vermeyenlerin, Allah’ın istediği gibi iman etmeyenlerin, bu fânî âlemde ne tür belalar ve sünnetullâhın yıkımı ile mahvolduklarını bilmeyen yoktur. Âhiret âleminde ise daha kötüsünü buldukları-bulacakları Kurân’ın fermânıyla âyân-beyân ortadadır.

Bizler istiyoruz ki Kurân ehli canlar olarak iki âlemde de kaybedenlerden değil, kazananlardan olalım. Aklını kullanmayarak üzerlerine Rabbimizin rics-azap-pislik döktüklerinden, ateş ehli eylediklerinden değil, mutahhar kıldıklarından, sonsuz nimetlerine kavuşturduklarından olalım.


1- Bakınız; Âl-i İmrân (3); 65, Enâm (6); 32, A’râf (7); 169, Yunus (10); 16, Hûd (11); 51, Yusuf (12); 109, Enbiyâ (21); 10, 67, Müminûn (23); 80, Kasas (28); 60, Sâffât (37); 138…
2- Bakınız; Yunus (10); 3, Hud (11); 24, 30, Nahl (16); 17, Müminûn (23); 85, Saffât (37); 155, Câsiye (45); 23, Enâm (6); 50…
3- Bakınız; Mâide (5); 103, Ankebût (29); 63, Hucurât (49); 4…
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Akıl mı, Kör Taklid mi?

Kurân ve Ehli Beyt’in değerini bilen, hakka tâbî olan insanların diğer insanlardan-müslümanlardan çok özel bir ayrıcalıkları vardır eğer farkında iseler. Bu da Rabbin kendilerine bahşettiği akıl nimetini yerli yerinde kullanarak Hakikat yolunun odak noktasını yakalamış olmalarıdır. Kurân ve Ehli Beyt’in ayrılmaz birlikteliğini fark etmek, bu hakkı teslim etmek ve bu muhteşem değerlere bağlanmak herkese nasip olmayacak bir ilahî bağıştır.

Öyleyse bu akıl sâhibi canlar arı-duru olan bu yolun kirletilmesi gayretini güdenlere karşı olabildiğince uyanık olmalı, iç ve dış tehlikelere, açık kâfir ve yolun münâfığı olanlara karşı azamî dikkat göstermelidirler. Biz iyice biliriz ki İslam düşmanlarının en önemli taktiklerinden biri de yok edemedikleri yolu hedeften saptırmaya gayret gösterdikleridir. ‘Su uyur, düşman uyumaz’ boşuna denmemiştir. Güç ile yok edemediklerini hile ve içe sızarak bozmaya çalışırlar.

Bizlerin aklımızı Hakk’ın istediği gibi kullandığımızı gören düşmanlar bakarlar ki Hak nûrunu söndüremiyorlar, önce bizi körü körüne atalar yoluna bağlanmaya teşvik ederler, bizi taklit ehli eylerler. Sonra da içimize soktukları adamları aracılığı ile bizlere bâtılı taklit ettirmeye çalışırlar.

Bu nedenle Yüce Rabbimiz biz müminleri bu azîm tehlikeye karşı yüzlerce yıldır uyarmakta ve bizi Hak ölçüye uymaya davet etmektedir.

İşte, ataların yoluna körü körüne gitmeyi men eden, bize uyanık olmamızı tavsiye eden ve bizi şiddetle uyaran âyetlerden bir demet;

“Onlara; ‘Allâh’ın indirdiğine tâbî olun’ dendiğinde, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuza tâbî oluruz’ derler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremeyen kimseler idiyseler!” [Bakara (2): 170]

“Onlara; ‘Allâh’ın indirdiğine (Kurân’a), ve peygambere (Sünnet’e) gelin’ denildiğinde, ‘atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter’ derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler idiyse!” [Mâide (5): 104]

“Ve onlara; ‘Allâh’ın indirdiğine tâbî olun’ dendiğinde, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbî oluruz’ derler. Ya Şeytan onları o alevli ateşin azâbına çağırıyor ise!” [Lokman (31): 21]

Bu ve benzeri nice ayetler bizleri şiddetle taklitçiliğe karşı uyarmakta ve bizi öncelikle Allah’ın indirdiğine tâbi olmaya ve o temel ölçüye uygun düşmek şartıyla Peygamberin sahih sünnetine uymaya davet etmektedir.

Ve yine Rabbimiz ölümsüz buyruklarında zanna tâbî olmayı da kınamakta bizlerin her amelimizden hesaba çekileceğimizi, zanna ve bilmediğimiz bir şeyin ardına düşmememiz gerektiğini beyân etmektedir;

“Onlardan ümmî olanlarda vardır ki, Kitab’ı bilmezler, bildikleri sadece boş temennîler-kuruntulardır. Ve onlar ancak zanna uyarlar.” [Bakara (2): 71]

“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna tabi olursan seni Allah yolundan saptırırlar. (Çünkü) Onlar ancak zanna uyarlar…” [Enam (6): 116]

“Onların çoğu ancak zanna uyarlar. Oysa zan Hak’tan bir şeyin yerini tutamaz…” [Yunus (10): 36]

“Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin peşine düşme, ona uyma; çünkü kulak, göz, kalb... Hepsi bundan sorguya çekilecektir, mesûldür.” [İsrâ (17): 36]

‘Ârifin taşta gördüğünü câhil aynada göremez’ denmiştir. Ârif olanlara ne mutlu!

Rahmân bizleri aklımızı kullananlardan, zanna değil ilim ile indirdiklerine uyanlardan eylesin.
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Ehli Dirâyet miyiz, Ehli Rivâyet mi? Usûlî miyiz Ahbârî mi? Yalanlara Örnekler ve Eleştirilerimiz…

Bu bölümde birkaç ‘hadis’ denilen sözü sorgulayacak Kurân ölçüsü ile değerlendireceğiz.

1- Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud ve Ömer b. Hattab'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Lev ictemean nâsu alâ hubbi Ali bin Ebî Tâlib, lemâ xalakallâhun nâre.”
Yani: “Eğer insanlar, Ali b. Ebi Tâlib'in sevgisi üzerine toplansalardı, Allah cehennemi yaratmazdı.” 1

Önce bu sözü Allah Hakkı için Kurân ile karşılaştıralım.

“Lev ictemean nâsu… / Eğer insanlar birleşseydi…”

Bakınız ‘hadis’ denilen sözde, “İnsanların ‘Ali Sevgisinde’ birleşmesi” durumundan bahsediliyor… Ne olurmuş? Allah cehennemi yaratmazmış(!)

Peki Allah ne buyuruyor Kitâb’ında?
“Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” [Zâriyât (51): 56]
“O gün hepsini (insanları ve cinleri) toplar da; ‘Ey cin topluluğu! İnsanların birçoğunu baştan mı çıkardınız?’ der. İnsanlardan, onlara dost olanlar; ‘Rabbimiz derler, biz, birbirimizden faydalandık ve bize takdîr ettiğin vakte de eriştik işte.’ Allah; ‘ateştir yurdunuz’ der, ‘orada Allah'ın dilediği hariç, ebedî olarak kalırsınız.’ Şüphe yok ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi bilir. İşte biz, kazandıkları suç yüzünden zâlimlerin bir kısmını, bir kısmına böyle mûsâllat ederiz. ‘Ey cin ve insan topluluğu, içinizden, size âyetlerimi nakleden ve içinde bulunduğunuz şu günün bir zaman olup geleceğini haber vererek sizi korkutan peygamberler gelmedi mi?’ ‘Aleyhimize tanıklık ediyoruz’ derler ve onları dünya yaşayışı aldatmıştır da sonunda, kâfir olduklarına dâir kendi aleyhlerine kendileri tanıklıkta bulunmuşlardır.” [Enâm (6): 128-130]
“(Allah onlara); ‘Sizden önce gelip-geçmiş cin ve insan ümmetleri arasında ateşe girin’ buyurur.” [A’râf (7): 38]
“Cinlerden ve insanlardan bir çoğunu (kendi irâdeleriyle hak edecekleri üzere) cehennem için yarattık…” [A’râf (7): 179]

Gördüğümüz gibi Rabbimiz sadece insanları değil, cin kardeşlerimizi de Kendisine (c.c) kulluk için yaratmış, Kendi Rabliğini ve bizim sorumlu olduğumuz iman esaslarını kabul ile sorumlu kılmıştır. Ve yine ilgili ayetlerden birkaç tanesini sunduğumuz Rabbimizin açıklamalarından anlaşıldığı üzere insanlarla birlikte cinlerin de ekseriyeti cehenneme gidecek tarzda bir inanç ve amel üzere olmuşlar/olacaklardır. 2

Peygamberin dilinden yukarıdaki yalanı ve hezeyanı uydurmuş olan nasipsizler, -her hadis uydurukçusunun Kurân’dan habersiz olduğu gibi- Kurân’ın içeriği ve genel mesajından habersiz olduklarından düzmecelerine cinleri eklemeyi unutmuş ve yalanlarının kuyruğunu dışarıda bırakmışlardır.

Oysa sözü şöyle uydurmalıydılar; “Lev ictemeal cinnu vel insu… (veya; ‘Lev ictemeal insu vel cinnu…’) / Eğer cinler ve insanlar…”

Eeee… Ne demişler âkil olanlar; ‘Yalancının mumu….’

Rivâyetler dininden olanlara bu arada buradan bir tavsiyemiz olsun. Zahmet olmazsa araştırsınlar belki rivâyetin doğru bir versiyonunu kıyıda köşede kalmış bir yerlerde, bir kıytırık eserde bulabilirler. Öyle ya, bizim düşündüğümüz inceliği yüzyıllar boyunca kelli-felli rivâyet dini mensubu âlimlerden hiç mi düşünen çıkmamış olsun! ‘O cümlede bir kelime düşmüş olması muhtemel, orada ‘cinnu’ ifadesi de vardı muhtemelen raviler unutmuşlar. vs. vs.’ demiş, yalanın tam versiyonunu bir yerlere kayıt etmiş olabilirler(!)… Haydi rivayetçiler, size bir araştırma konusu, iş başına…


1- Muttaki el-Hindi: Kenzul Ummal, c. 11, s. 611, Suyuti eş-Şafi: Zeylul Âli, s. 62, Dehlevi: Kurretül Aynayn fi Tafdiliş Şeyheyn, s. 234 Peyşaver bas. Muhammed bin Salih et-Tirmizi: Kevkebüd Dürri, s. 122, el-İyni el-Haydar el-Abadi: Menakibi Ali, s. 45, el-Askeri: Makamu Emirül Müminin İndel Hulefa, s. 45, Hemedani: Meveddetül Kurba, s. 61-Lahur baskısı. Harezmi el-Hanefi: Maktelul Hüseyin, s. 37, Ercahül Metalib, s. 522 -Lahor baskısı, Menakıb, sh: 28, Deylemi: el-Firdevs bi Masurul Hitab, c. 3, s. 88, Kunduzi el-Hanefi: Yenabiül Mevedde, s. 91, 125, 237, 251, Musuli el-Hasneviyye: Dürru Bahril Menakib, s. 58 aynı mealde. Deylemi: Münahicül Fadiliyn, s. 377, Seyyid Eyyub bin Sıdık: Menâkıbı Çihâr Yâri Güzîn, 6. Bab, 25. Menâkıb, 32. Hadis, Muhammed Miri el-Antaki: Limaze ahtertu Mezhebe Ehlil Beyt, s. 296, 297, Tüsteri: İhkâkul Hak, c. 7, s. 149-151; c. 17, s. 240-241, Hılli: Keşfül Yakîn, s. 262, Nehcül Hak ve Keşfüs Sıdk, s. 259, Enis Emir: Fazileti Ehli Beyti Resulillah, s. 458.
2- Rabbimizin ilmi ezelden ebede uzandığı için bütün zaman ‘bir ân’ mesâbesinde olduğundan Kurân ayetlerinde çoğu zaman, zaman kipi olarak geçmiş zaman (mâzî) kullanılmaktadır.
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Cehennemin Yaratılmışlığının Ali Sevgisi ile İlgisi Var mı?
Şeytan (l.a) secde etmeyip Hakk’a isyan ettiğinde ve inadını sürdürdüğünde bakınız Rabbim O’na ne diyor; “Yerilmiş ve kovulmuş olarak (cennetten) çık. And olsun ki onlardan kim sana uyarsa cehennemi sizin hepinizle dolduracağım.” [A’râf (7): 18]

Bu âyette apaçık belli ki Rabbim öteden beri cenneti de cehennemi de yaratmış ve biz insanları ve cinleri bir cilve-i Rabbânî olarak sınava tabi tutmuştur.

Rabbimiz Kurân’ın bir çok yerinde meâlen açıkça diyor ki; “İblis Âdem’e secde etmediği, büyüklendiği, kibirlendiği için kâfirlerden oldu. Bundan dolayı da yaratmış olduğum cehenneme onu ve ona tabi olanları atacağım.” 1 Dolayısıyla cehennem yaratılmış ve içine atılacakları bekler haldedir. Birileri de peygambere neler söylettiriyorlar?

Hakka kul olması gerekenler sanki de özellikle İblis’in aşağıdaki sözünü ‘ayıp olmasın da doğrulattıralım, İblisi’i yalancı çıkarmayalım’ dercesine ne yalanlar uyduruyorlar, İblis’in kendilerine sağdan (iyi görüntüler ve masum görüntülerle) yaklaşmasına kanıyorlar! İblis (l.a) ki şöyle demiş; “(Ey Allah’ım) Beni azdırmandan dolayı ben de mutlaka onları (insanları) azdıracağım, onları saptırmak için senin Sıratı Müstekımin’in (dosdoğru yolunun) üzerine oturacağım. Sonra onlara, önlerinden-arkalarından, sağlarından-sollarından yaklaşacağım ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” [A’râf (7): 16-17]

Ve yine bildiğimiz gibi, bütün peygamberler de Kurân’ın açık buyruklarında bildirildiği üzere toplumları Allah’a davet etmişler, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaya çağırmışlar, şeytana-tâğûta uymaktan sakındırmışlardır. Ve bununla birlikte zamanın Elçilerine itaat etmeleri ve sâlih amel eylemeleri istenmiştir. Bunun aksi durumunda ise cehennem azabı ile tehdit edilmişler ve bir kısmı da dünya da iken bile azâba düçar olmuşlardır. Bakınız, Mümin-Ğâfir (40); 45-52 arası ayetlere, nasıl da Firavun ve bağlılarının cehennemdeki halleri beyan edilmekte. O Rabbimizin bizlere sunduğu örneklerden biridir. Bu gibi daha nice cehennem manzaraları geçmiş ümmetler hakkında bizlere haber verilmiş bizler de uyarılmışız, diğer ümmetler de.

Bu hadis denilen sözü biraz daha kelime kelime tahlil etsek acaba Kuran’la bir şekilde uyumluluğu ispat edilebilir mi?

Bazılarınca denilmekte ki; “İmam Ali Sevgisi ‘Kâlû Belâ’ denilen misak gününde tüm mükelleflere sunuldu. Eğer o gün bu teklife olumlu cevap verilseydi, bu durumda da Cehennem yaratılmayacaktı. vs. vs.”

Neden Ali sevgisinin sunulduğu iddia edilir? Allah sevgisi sunulmuş olsaydı da insanlar kabul etseler idi aynı sonuç alınmaz mıydı? Ya da Hz. Muhammed sevgisi? Hem Ali sevgisinde cem olmak kurtuluşa yeter mi? Görmüyor musunuz, yüzyıllar boyunca Ali sevgisinde oldukları halde sonraki İmamlarda ihtilafa düşerek elenmiş nice sapkın şia fırkaları olmuş. Ali sevgisinde onlarla aynı yerdeyiz. Ama diğer İmamları kabulde herkes bir yöne çekmiş ve nice nice dâllîn fırkalar oluşmuş? Hani Ali sevgisinde birleşmek durumunda cehennemlik olunmuyordu?

Tabi burada binbir tevil devreye girer. Yok efendim; gerçek Ali sevgisi olsa diğer İmamları da kabul etmek gerekir. Bu sevgi itaati de kapsar. Felan, filan… Sanki Hz. Allah sevgisi, Hz. Muhammed sevgisi bütün bunları kapsamazmış gibi!


1- Bakınız: A’râf (7): 18, Hıcr (15): 43-44.
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ali muhsin »

Basta iki yazinizla ilgili sunu diyebilirim

Bunlari bize degilde ,Misafir olupta Tabagina Pisleyenlere yollasaydiniz iyi olurdu ..

Yani biri Evmize gelecek Misafir olacak , ve Evsahibinin kusurunu arayip birde Ahlak sinirlarini acacak ve bizde buna Sabir edecegiz öylemi ?? kusura bakma " Ehlibeytyolu " niki Arkdas.. ama senin antlamk istedigin sey " aman Sert davranmayin aman Dobra Dobra konusmayin, aman bazi seyleri aciklamayin " gibi bisey.... yani "Basina vur ekmegini Al " metodu... Bizim Basimiza Vurup Ekmegimizi ( Hakkimizi ) aldiklarini bilmiyormusun ?! simdi biz o Hakki geri taleb ediyoruz bunuda yaparken ulsubumuzu Kisiye göre ayarliyoruz !! Göremdiginiz veya farkina varamadiginiz seyde budur !! ..sen diger yazilari okusaydin zaten böyle seyler yazip Burdaki Duyarli Genclerimize dolambacli yollardan Yollama yapmazdin ..senin yaptigina aba altinda sopa göstermek denir ...iyi ya ...Adamanin biri Ehli Beyte Suc isnat edecek , bile bile hersey inkar edecek Carpitacak birde üstüne Ailelerimize Ahlaksizca saldiracak , Bizde Savunma Posisyonuna gecersek hemen "Aman Sert davranmayin " diye Feryad edilecek ...Eger karsimizdaki kisi bize bir Adim yaklasirsa bizde ona iki Adim yaklasiriz ..ama Adamin niyeti Samimi degilse ona görede Sözlerimizi Dobra Dobra aciklariz ... Siz ise bunu Anlayamamissiniz ...!!! gelen Misafirlerimize özenle Saygiyi göstermeye calisiyoruz ..örnegin biri gelir Selamin Aleykum ve Aleykum Selam der ,iceri girer Misafir gibi uslubunu korursa Evsahibide ona Misafirperverligini ona göre ayarlar ...eger o kisi selamsiz sabahsiz kapiya tekmeyle girer ve Ahlaksizca saldirirsa Evsahibide gereken Savunmayi yapar ..galiba bunu size daha evelde yazmistim hatirlatma oldu ...Dikkat ederseniz yine ayni hatayi Tekrarliyorsunuz !!!yani kisacasi Bize dolayli yolardan yollama yapmakla yanlis kabi caldigini yazabilirim !!
Aleviler, Al-i Muhammedin Yetim ( UNUTULAN ) Evlatlarıdır
Allahume Salli Ala Muhammed ve Al-i Muhammed
------
Insana Secde etmek ,insanlik onurunu ayaklar altina almak demektir !
Insana Secde etmek ise insanlik icin bir Zillettir !
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

‘Kâlû Belâ’ ve Alındığı İddia edilen Mîsâk…

‘Kâlû Belâ Günü’ adı verilen o günde alındığı iddia edilen misakta; Allah’ın Rabliğine, Hz. Muhammed’in peygamberliğine, İmam Ali’nin ve Ehli Beyt’in İmametine vs. ahid alındığından yola çıkılarak ilgili söz söylenmiştir deniliyor ise, önce bunu Kurân’ın Genel Mesajı çerçevesinde sorgulamamız gerekir. Çünkü bahsedilen misak bütün bir ümmetin üzerinde ittifak etmiş olduğu ‘zer âleminde’ denildiği şekilde gerçekleşmiş bir olay değildir. Bu konu sadece rivayet ehli olmakla yetinen âlimlerin(!) sırf rivayetlere binaen kabul ettikleri ve aktarılanları bile anlamadan-etmeden zâhirde kalan kabuk ehli olanların üzerinde söz söyledikleri bir tartışmalı konudur. 1

Varsayalım bu ahid denildiği gibi o zamanda gerçekleşti. Peki, Rabbimiz bu olayı naklederken; ‘Rabbimizin Allah olduğunu’ teklif ettiğini bize duyurdu da ahdin diğer kısmını duyurmayı ihmal mi etti? Unuttu mu? Yoksa Rabbimiz aktardı da Kurân tahrîf edildiği için mi -hâşâ- bize ulaşmadı A’râf (7): 172’de? 2

Yok, gerçekte olay zâhir ehlinin ve rivayetleri anlamaktan bile âciz olanların kabul ettiği şekilde gerçekleşmiş ve Efendimizin ve Ehli Beyt’in İmamların ruhlarının 14000 yıl önce yaratıldığı nakillerine felan dayanıyorsa… Orası da apayrı bir konu… Kurân, yıl kavramını bilmekteyiz ki izafî kullanmaktadır. 3 14000 yıl hangisine göre bizim bildiğimiz yıla göre mi, her bir günü bin yıl sürene göre mi, her bir günü 50000 yıl süren zamana göre mi? Hele henüz yerler-gökler yokken, yıl kavramı neye göre oluyor, o da büyük âlimlerimizin(!), rivayetleri Kurân ile test etme gereği duymayan Kutsal Büyüklerimizin(!) (Gölgeleri Kendi Üzerlerinden Eksik Olmaya) cevaplaması gereken bir konu!? Maddenin olmadığı bir âlemde zaman kavramı! Ne demekse?

Bunu da geçtik... Varsayalım ki uydurmalarda iddia edildiği gibi bilmem kaç bin yıl önce nurdan yaratılmış olsunlar bir takım kimselerin ruhları! Öyle olunca n’oluyor? Diğer varlıklardan bilmem ne kadar önce yaratılmış olmak fazilet mi? İblis de bizden ne kadar uzun ömürlü yaşıyor ve ne kadar da önce varlık âlemine adım atmış. Bu İblis’e fazilet mi yüklüyor? Hak elçilerinin ve Ehli Beyt’in önderlerinin fazileti onların iradeleriyle yapıp ettikleri ile mi gerçekleşmiştir, yoksa böyle kendi iradeleri dışında tamamen yaratılıştan geldiği iddia edilen bazı anlamsız şeylerle mi fazilet oluşmakta?

Şurası kesinlikle bilinmelidir ki; Bir yalanın şâhidi ancak benzeri bir yalandır. Yalan, haktan şâhit bulamaz. Onun için dikkat edilirse görülür ki bu türden ‘hadis’ adı verilen rivayetlere destekleyici olarak delil diye ileri sürülen şeyler yine kendi kulvarlarında uydurulmuş bir başka benzer yalanlardır, hadis(!) rivayetleridir, uyduruk hezeyanlardır. Şeytanın Allah’ın vahyine karıştıramadığı 4 ve içinde dert olarak kalmış sıkıntısını ‘hadis’ adı altında beşer eserlerine sokuşturduklarıdır.

Oysa bu bağlamdaki ayetleri dakik olarak okuyanlar görürler ki Rabbimiz bizler yaşarken (her ümmeti) elçiler yollayarak kendisinin Rabliğini kabule ve O’na şirksiz kulluk da bulunmaya 5 davet etmiş ve kullarını uyarmıştır. Her dönemde de bunun bir doğal uzantısı olarak zamanın Elçisine itaat ve duruma göre O Elçi’nin vasisine de ahit almıştır. Bu konu da Kurân’ın geneli içerisinde çıkarılacak bir hakikattir. Bunu anlamayana denilecek bir şey söz de yoktur. Yolu açık ola, rivayetler dinine göre inana ve yaşaya. Sırların açığa çıktığı O geleceği mutlak günde kimin haklı kimin haksız ortaya çıkacaktır. Ak koyun, kara koyun bilinecektir.

Şii/Ehli Beyt taraftarı geçinen rivayetçilerin haleti ruhiyeleri ile Sünnî geçinen hikayeci tasavvufçuların hâleti ruhiyeleri, inanç ve kafa yapıları ne kadar da birbirine benziyor. Kurân’dan uzak kalış, akıl nimetini kullan(a)mamak ve öykücü-öykü temelli din anlayışı…


1- Bu konuda bir çok rivayetin bulunduğu Usulu Kâfî adlı eserin 2. ciltinin başlarına bakılırsa -Dârul Hikem Yayınlarından- kimisi kimisini tutmayan, garip-anlaşılmaz-çelişik bir dolu nakiller görülür. Dipnotlarda da Allâme Tabatabaî’nin (r.h) bu konu çerçevesindeki açıklamaları verilmiş. Ancak ne rivayetlerin, ne diğer zer âlemi savunucularının veya karşıtlarının ne de Allâme’nin açıklamaları klasik bir kabul çerçevesinde konuyu aydınlatmaya ve kalbi tatmin etmeye yetmemektedir.

Bizce Kuran’ın bütünlüğü içinde en makul anlayış, âyette Yüce Allah Kendisinin Rabbimiz olduğu gerçeğini elçiler aracılığı ile yalnızca İsrailoğullarına değil, Âdem’den beri bütün Âdemoğullarına bildirdiğini ve peyderpey tüm zürriyetlerden bu konuda misak aldığını, insanlığın bu davete çağrıldığını, dolayısıyla kimsenin yarın kıyamette mazeret ileri süremeyeceği ifâde edilmektedir.

Bununla birlikte, Rabbimiz bu vesile ile İsrailoğullarının aynı zamanda Âdemoğulları da olduklarını onlara hatırlatmış, yahudilerin ‘İsrailoğullarıyız’ ayrıcalığı ile boş yere gururlanmamaları-kibirlenmemelerini bütün insanlık âlemi gibi onların da Âdemoğullarının bir parçası olduklarını ortaya koymuştur. Âyetlerin akışı bunun böyle olduğunu hissettirmektedir.

En doğrusunu Allah bilir. Sulu ve ne idüğü belirsiz Kurân’ın havasına taban tabana zıt rivayetlere iman etmektense bu konunun bize müteşâbih görünmekte deriz.. Âyete iman ederiz, ikrâr eyleriz. Yorumları ve her önümüze konulan rivayetleri kabul etmek, onlara iman etmek zorunda olmadığımızı biliriz. Âyet metnine iman ettik. Yorum ve tevilleri-tefsirleri Allah’a havale ettik.
2- Allah’ın Resul ve Nebilerinden aldığı özel misakta; ‘Ehli Beyt ve özel de İmam Ali’ye sevgi ve muhabbet ve velayeti kabule dair misak aldığı’ şeklindeki rivayetlere gelince… O konunun yeri ve makamı burası değildir. Her şey ehli ile ve yerinde konuşulur, değerlendirilir.
3- Bakınız: “Senden azabı acele istiyorlar. Halbuki Allah vaadinden asla dönmez. Şüphesiz ki Rabbinin katında bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin sene gibidir.” [Hac (22): 47], “Gökten yere her işi O düzenler. Sonra bu işler miktarı sizin saymakta olduklarınıza göre bin yıl tutan bir günde O’na (Allah’a) çıkar.” [Secde (32): 5] “Melekler ve Rûh, miktarı (sizce) elli bin sene olan bir günde O’na çıkarlar.” [Meâric (70): 4]
4- Bakınız: “(Ey Resulüm!) Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermiş olmayalım ki; o (Elçi) bir temennide bulunduğunda (âyeti okumak dilediğinde), şeytan (dinleyenleri yanıltmak için) onun temennisine bir şeyler katmaya çalışmış olmasın. Allah, şeytanın attığını derhal giderir. Sonra Allah âyetlerini sağlamlaştırır…” [Hac (22): 52]
5- Bakınız: Bakara (2): 21, Nisâ (4): 36, Mâide (5): 72, 117, A’râf (7): 59, 65, 73, 85, Yunus (10): 3, Hûd (11): 2, 50, 61, 85, Nahl (16): 36, Müminûn (23): 23, 32, Neml (28): 45, Ankebut (29): 16, 36, Yasin (36): 60, Nuh (71): 3 vb.…
Ebu Hasaneyn
Mesajlar: 383
Kayıt: 13 May 2009, 03:47
Konum: Hatay'lıyız Hak Muhammed Ali'ye Can feda'yız

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen Ebu Hasaneyn »

ALEVİLERİZ

İkrâr verdik ikrâr Arş-ı A’lâda, / Hak sedâsın duyan Alevileriz!

Elest-i Bezminde Kâlu Belâda, / Hakka “Beli!” diyen Alevileriz!
Pirimiz Muhammed dermandır bize, / Onun ayrılığı hicrândır bize,
Kuran sözü, hüküm - fermândır bize, / Hak Kur’an okuyan Alevileriz!
Ali Sultânımız, Ali Şâhımız, / Onun doğduğu yer Kıblegâhımız,
Kerbelâ toprağı secdegâhımız, / Alnı yere değen Alevileriz!
Dünya sevdasını baştan atarız, / Özümüzü Hak yoluna katarız,
Hasan - Hüseyin’e mâtem tutarız, / Bizler dide giryân Alevileriz!
On İki İmama nâz - niyâzımız, / Yaradan aşkına var namazımız,
Mâsivâdan geçtik, Haktır arzumuz, / Yürekleri büryân Alevileriz!
Gördüğümüz saklar, görsek demeyiz, / Yalan nedir, riyâ nedir bilmeyiz,
Kuran’a uyarız, haram yemeyiz, / Helal lokma yiyen Alevileriz!
Bism-i Allah ile başlarız söze, / Zâhirde - Bâtında bağlıyız öze,
İpek atlas, libâs gerekmez bize, / Hırka - abâ giyen Alevileriz!
Muhammed dedemiz, Ali babamız, / Onlara ulaşmak, bütün çabamız,
Hırkamız sevgidir, aşktır abâmız, / Bedenleri üryân Alevileriz!
Velâyet hak sözü getirdi dile, / Ali evlâdıyız, bilmeyiz hile,
Anlayana bunca kelâm çok bile, / Ehl-i Beyte uyan Alevileriz!

Dağılmak üzere kara dumanlar, / Belli oldu artık yiğit yamanlar,
Gerçeği anlattım anlayan anlar, / İşte âyan - beyân Alevileriz!

LA İLAHE İLLALLAH (celle celelehu) - MUHAMMEDEN (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) RESULULLAH - ALİYYEN (aleyhisselam) EMİR-EL MÜ'MİNİN VELİYULLAH -(KURTULUŞ YOLU) Allah (c.c) Hz.MUHAMMED (s.a.a.v) Hz.12 HAK İMAMLAR (a.s)
Cevapla

“Aleviliği Çarpıtan Yazılar” sayfasına dön