Namık Kemal Zeybekin yalanı ortaya çıkıyor.

Cevapla
alone_man
Mesajlar: 1769
Kayıt: 13 Oca 2008, 21:28

Namık Kemal Zeybekin yalanı ortaya çıkıyor.

Mesaj gönderen alone_man »

Namık Kemal Zeybekin yalanı ortaya çıkıyor.

Yine gezerken rastladım buda ilginç ,hani (abimizin özel görevli) dediği maydonoz namık kemal zeybek osmanlı alevi demişti ya buna milli gazete başyazarı Aydın başar reddiye yazmış ve yalanını ortaya çıkarıyor tıpkı bizim gibi düşünerek yalancılığını ortaya koyuyor.Arkadaşlar fikirlerimiz yavaşta olsa emin adımlarla yayılıyor


Osmanlı Alevi miydi?
Milli Gazete Yazarı Aydın Başar, Namık Kemal Zeybek ve Güneri Civaoğlu`nun "Osmanlı`da resmi devlet dini Alevilik idi" tezlerini masaya yatırıyor.

Güneri Civaoğlu 25 Kasım tarihli Milliyet`teki makalesinde kendisiyle ilgili olan yazımızdan bahsetmiş ve eleştirilerimizi düzeyli bulduğunu ifade etmiş. İddialarımıza cevap olarak ise yine eski Kültür Bakanımız Namık Kemal Zeybek`in Radikal`deki 15 Ocak 2008 tarihli yazısından bazı satırları nakletmiş. Yazımızı düzeyli bulmasından dolayı Güneri Civaoğlu`na teşekkür ettikten sonra, iddialarımızı kısaca hatırlayalım.


Önceki yazımızda Osmanlı hanedanının ve halkının Alevi olduğu iddiasına karşı olarak; Osmanlı`nın ilk dönemindeki eğitim ve hukuk anlayışının Sünni inancı üzerine kurulduğunu söylemiş ve Orhan Bey`in İznik`te yaptırdığı ilk medreseden, ondan sonra yapılan tüm diğer medreselere kadar hepsinde klâsik Sünni inancı üzerine dersler okutulduğunu söylemiştik. Gerek derslerin içeriğinin gerekse müderrislerin yazdıkları kitapların bu minval üzerine olduğunu ve bu müderrislerin de büyük çoğunluğunun Arap beldelerinde eğitim aldıklarını; dolayısıyla da Arapların din anlayışıyla ilk defa Sultan Yavuz zamanında tanışmadıklarını eklemiştik. `Eğer Sünni olmamış olsa idiler, eğitim ve hukuk sistemlerini Ehl-i Sünnet/Hanefi ekolüne göre değil, Alevi ekolüne göre inşa etmeleri gerekirdi` diyerek de iddiamızı delillendirmiştik.


Esasında bu sözler de bizim yorumumuz olmakla birlikte, ilk dönem medreselerindeki Sünni anlayışı başka türlü izah etmemiz de mümkün görülmemektedir. Yorumları da bırakıp belgelere döndüğümüzde ise durum daha da netleşmektedir. Orhan Bey döneminde yaşamış olan ve onunla da tanışan Seyyah İbn Batuta, Bilâd-ı Rûm(Anadolu) halkının hepsinin İmam Ebû Hanife mezhebine mensubiyetleriyle Ehl-i Sünnet olduklarını söylemiş ve hatta onların aralarında Kaderî, Rafızî, Mutezilî, Haricî ve bidat ehlinin bulunmadığından da övgüyle bahsetmiştir. (Bakınız: İbn-i Battuta, Büyük Dünya Seyahatnamesi, Yeni Şafak, Sadeleştiren: Ali Murat Güven, İstanbul, s. 202-236) Görüldüğü gibi belgeler bu yöndedir.


Sayın Zeybek`in iddiaları


Şimdi dilerseniz Güneri Civaoğlu`nun bize cevap mahiyetinde naklettiği Namık Kemal Zeybek`in ilgili sözlerini aktaralım: `Yeniçerilerin resmi tarikatı Bektaşilik idi. Yeniçerilerin 94. alayında mürşit olarak bir Bektaşi Babası otururdu. O ölünce yeni `Baba` Hacıbektaş`tan gönderilirdi. Büyük resmi törenlerle karşılanır ve makamına oturtulurdu. Hatırlayın ki Osmanlı`nın ordusunun temeli Yeniçerilerdi. Devletin temeli ve padişahın muhafız gücü olan Yeniçerilerin Bektaşi olması, bize neyi söyler? Diyorum ki, Osmanlı devletinin resmi din yolu Alevi-Bektaşilik idi.`


Buradaki eleştirdiğimiz anlayış şudur: Namık Kemal Zeybek bu konuda bize bir bilgi vermiyor. Ne yapıyor peki? Yorum yapıyor. Zeybek burada `Yeniçerilerin Bektaşi olması bize neyi söyler` diyor ve ardından buna göre Osmanlı devletinin resmi din yolunun Alevi- Bektaşilik olduğunu söylüyor. Pekala, biz aynı mantıkî usul ve argümanla bunun tam tersini; Bektaşilerin Alevi olmadığını da söyleyebiliriz. Osmanlı`ya olan mevcut yakınlığından dolayı... Dikkat ederseniz Zeybek sözlerini bir tarihi kayıtla belgelemiyor. Yani sadece iddiasını Yeniçerilerin Bektaşi tarikatına bağlı olmalarına dayandırıyor. `Kuru sıkı` mahiyetindeki bir yoruma dayanarak Osmanlı`nın Alevi olduğunu iddia ediyor. Ki yorumlar dışında bu konuda ciddi bir belgesi yoktur. İşi yoruma dökecek olursak, burada Zeybek`e sormamız gereken soru şu olur: Çaldıran`da Şah İsmail`i ve onu destekleyenleri bozguna uğratan kimdir?
Yeniçeri ocağının Bektaşi olmasından dolayı Osmanlı`nın Alevi olduğu yorumunu yapan Zeybek, Bektaşi olan Yeniçeri Ocağı`nın Şah İsmail`e karşı savaşmasını acaba nasıl izah ediyor? Yine o dönemde Şah İsmail`i destekleme suçuyla yargılanan binlerce Alevi`nin yakalanıp devlete teslim edilmesini de Yeniçeriler üstenmemiş midir? Şu durumda savaşın iki tarafı da Alevi mi oluyor? Zeybek herhalde Yeniçerilerin Yavuz döneminde bir günde Sünni olup Şah İsmail ile savaştığını iddia edemeyeceğine göre, Bektaşi olan yeniçerilerin Ehli Sünnet olup olmadıklarını araştırması gerekir. `Onlar Şii`ydi, bunlar Alevidir` diyecek olursa, Şah İsmail`i destekleyen fakat Şii olmayan Anadolu Alevilerini hatırlatmamız icap eder. Yeniçeriler onların da karşısındadır çünkü.
Burada bir çelişki yok mu?


Civaoğlu`nun naklettiği Zeybek`in şu cümleleri ise beni oldukça şaşırtmıştır: `Yavuz Selim`le Alevi-Bektaşilik yine de resmi koruma altında ama ikincil derecede varlığını daha üç asır sürdürmüştür. Safevi-Alevilik`Kızılbaşlık` denilerek ezilmiş, Bektaşi-Alevilik korunmuştur.` Evet, yanlış duymadınız. Zeybek `Yavuz Selim`le Alevi-Bektaşilik yine de resmi koruma altında` diyor. Buradaki çelişki zannedersem Civaoğlu`nun gözünden de kaçmış olsa gerektir. Bu mantığa göre Yavuz Selim`le birlikte Alevi olan ecdadımız bir anda fikir değiştiriyor; `Haydi Sünni olalım` diyor ve Mısır`dan gelen iki bin âlim ile bizi Sünni Eşari yapıyorlar. Bu arada biz Eşari Sünni oluyoruz ama ne hikmetse Bektaşi Aleviliğini de koruma altına alıyoruz. Yani Yavuz Selim bizi hem Alevilikten Sünniliğe geçiriyor hem de bizi Sünni yapmasına rağmen Bektaşi/Aleviliği koruyor(!) Bizi Sünniliğe mi geçiriyor, Bektaşi Aleviliği koruyor mu? Acaba Güneri Civaoğlu bunu izah edebilir mi?
Eşarilik mi, Maturidilik mi?


Zeybek`in iddiasından başka bir kesit de şöyle: `Ne zamana kadar mı? Selim Padişah`ın Şah İsmail`e ve Safeviliğe karşı bir Sünni set inşası ihtiyacını duymasına kadar... Mısır`dan getirilen Eşari-Sünni din bilginleri Osmanlı memleketine dağıtıldı ve halka Eşari-Sünnilik öğretildi.` Kelam Tarihi bilgilerimizi hatırladığımızda; Araplarda Eşarilik`in, Türklerde ise Maturidilik`in yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Aslen Türk olduğu da söylenilen İmam Maturidi kendisinden iki asır önce gelen İmam Ebu Hanife`nin fikirlerini sistemleştirerek Maturidi ekolünü oluşturmuştur. Ehl-i Sünnet inancının ameli mezheplerinden Şafi olanların itikattaki mezhebi ise Eşarilik`tir. Günümüzde de halen çocuklarımıza `itikatta Ehl-i Sünnet Maturidi, amelde Hanefiyiz` şeklinde öğretilmekte olup Diyanet`tin benimsediği anlayış da bu şekildedir. Zeybek`e göre Yavuz`a kadar Alevi, ondan sonra da Eşari Sünni olduğumuza göre hiçbir zaman Maturidi olmamış oluyoruz. Bu ise Kelam Tarihi ilminin verilerine tamamen zıt bir yorumdur. Bu temel bilgiyi Zeybek nasıl es geçiyor, merak ediyorum doğrusu.
Ahmet Yesevi`ye uzanan anlayış


Osmanlı`nın kuruluş dönemlerindeki Türkistan`dan gelen Horasan Erenleri`nin itikadi anlayışlarını bilirsek, onların Anadolu`da İslamiyet`i yaymada çok fonksiyonel olduklarını da düşündüğümüzde, o dönemdeki halkın inançlarını kestirebiliriz.


Ahmet Yesevi öğretisi ışığında Anadolu`yu İslamlaştırmak için Belh, Buhara ve Horasan taraflarından gelen erenlerin bazıları şunlardır: Şeyh Abdal Murad, Şeyh Abdal Musa, Hacı Bektaş, Emîr Sultan, Şeyh Geyikli Baba. Bu büyük zatların da Alevi olduğu yönünde iddialar bulunmaktadır. Biz bu iddialara cevap vermek yerine, cevap bulma yolunu göstermeyi tercih ediyoruz. Ahmet Yesevi`nin kim olduğunu ortaya koyabilirsek, talebeleri veya takipçileri hükmündeki bu zatların da Ehl-i Sünnet olup olmadıklarını anlayabiliriz. Gerek Fuat Köprülü gerekse Divan-ı Hikmet üzerinde çalışan Kemal Eraslan, Ahmet Yesevi`nin ve Yeseviliğin, şeriat esaslarına sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtmişlerdir. (Ahmet Yesevî Maddesi, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 1, sayfa 161) Bununla birlikte biz şimdi Yesevi`nin yaşadığı topraklardaki inançları tespit edebilirsek, Yesevi hakkında da bir fikrimiz olacaktır. Bunun için o toprakların yetiştirdiği diğer âlimlere şöyle bir göz atarak oradaki inanç atmosferini sezmeye çalışalım. Türkistan bölgesinde Ahmet Yesevi`den çok önce yaşamış olan en meşhur âlimleri tespit edecek olursak, o bölgedeki medreselerin anlayışını ve halkın aldığı eğitimi de tahmin etmemiz kolaylaşacaktır. İmam Buhari, İmam Müslim, İmam Tirmizi, Neseî, İbn Mâce gibi büyük hadis âlimleri bu bölgeden çıkmıştır. Bu âlimlerin ve talebelerinin oradaki medreselerde dersler verdiğini düşünecek olursak -ki öyledir-; Türkistan bölgesinin hangi inançta olduğu hakkında bir fikir edinebiliriz. Diğer taraftan Türkistan`da bugüne kadar neden Anadolu`daki gibi bir Alevi anlayışı veya `Heterodoks İslam` hareketinin görülmediğini düşünmekte de fayda vardır. Anadolu erenlerinin asıl kökü Ahmet Yesevi`ye dayandığına göre, Yesevi`nin yaşadığı zeminde bugüne kadar bu inançların olmaması düşündürücü değil midir?


Bize fikir verecek bir konu da Ahmet Yesevi`nin hocalarının kim olduğu meselesidir ki, bu da oldukça önemlidir. Ahmed Yesevî, Abdülhâlik-ı Gücdevânî gibi Yusuf-u Hemedânî Hazretleri`nin halifelerindendir. Yani Abdulhalik Gücdevani yoluyla Nakşi silsilesi Yusuf Hamedani`ye vardığına göre, Nakşilik ile Yesevilik arasında bir akrabalık bağı da söz konusudur.


Burada `Rufailik, Kadirilik, Mevlevilik ve benzer yollarda gerçekte Alevi yollarıdır` diyen Namık Kemal Zeybek`e bir cevap vermemiz yerinde olacaktır: Yeseviye, Mevleviye, Kadiriye, Bektaşiye ve Rufaiye tarikatlarına bazı kaynaklarda `turuk-u aleviye` denilmesinin sebebi, onların bizim bildiğimiz anlamda Alevi olduklarından dolayı değildir. `Bizim bildiğimiz` anlamda derken tarihi anlamda da Alevi olmadıklarını söylemek istiyoruz. Bu tarikatlara Alevi denilmesinin sebebi, pirlerinin yani en büyük üstatlarının Hz. Ali olmasından dolayıdır. Yani bu, kelime anlamı itibariyle `Hz. Ali`ye intisaplı` anlamındaki bir `Alevilik`tir. Bu tarikatların mensuplarının tamamı Ehl-i Sünnet olup, tarih boyunca da Hanefi veya Şafi başta olmak üzere Ehl-i Sünnet mezheplerine göre amel etmişleridir. Zira bu zatların kitapları şu an ellerimizdedir ve içindeki fıkhî bilgilerin de bu minvalde olduğu açıktır. Faraza Abdulkadir Geylani`nin `Fütuhu`l Gayb` ve `Gunyetüt`talibin` adlı kitaplarında Ehl-i Sünnet mezheplerinden Hanbeli mezhebinin öğretileri açıklanmıştır. Buradaki verdiğim bilgileri Zeybek`in bildiğinden eminim, fakat -kendisi dikkat çekmeye çalışan bir genç de olmadığına göre- acaba paragrafın başında naklettiğimiz cümleyi söylemesinin mantığı nedir?


Hacı Bektaşi Veli`nin itikadî görüşleri


Hacı Bektaşi Veli`nin Ahmet Yesevi`nin bir takipçisi olduğu bilinmektedir. İkisi arasında Lokman-ı Parende ismi ile bilinen bir zat bulunmakta olup, Bektaşi Veli`nin Yesevi ile olan bağı bu zat vesilesiyledir. İtikadî görüşleri de ayni eksen üzerindedir. Çünkü iki zatın eserlerinin birbirine çok benzediği görüşü yaygın bir görüştür. Bu konuda Prof. Esad Coşan Hoca şöyle der: `Ahmed-i Yesevî Hazretleri`nin kaleminden çıkmış Fahrnâme var... Fahrnâme ile `ki, bu neşredildi` bizim üzerinde çalıştığımız Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri`nin Makalâtı, muhteva bakımından birbirinin aynı... Orda kırk makamdan bahsediliyor, burada da o kırk makam var... Neden? Aynı terbiyeyi almış, aynı bilgiyi, aynı an`aneyi devam ettiriyor. Demek ki, Ahmed-i Yesevî`nin yolundan...`

Bektaşilik`ten bahseden ilk eser olan Taşköprülüzâde Ahmet Efendi`nin (1495-1561) yazdığı `Şakayık-ı Numaniye`de ise Hacı Bektaşi Veli için kullanılan bir ifade oldukça dikkat çekicidir: `Zamanımızda, bazı mülhitler yalancı bir nispetle kendilerini ona nispet ettiler, ama o mutlaka bunlardan berîdir.` Buna göre ondan iki-üç asır sonra onu, bazı kimseler farklı algılamak istemişlerdir. Kalenderîler, Haydarîler, Abdallar ve Hurufîler`in Bektaşîlik içerisine sonradan girdiği yönünde de iddialar vardır.


Hacı Bektaş Veli`ye piri Hz Ali`ye intisabından dolayı mecazen `alevi` denilebileceğini söylesek bile, kendi kitaplarında onun Sünni anlayışları olduğunu belgeleyen birçok fetvası ve görüşü bulunmaktadır. Ki bunları görmezden gelmemiz ilmî bir yöntem olmaz. Hünkâr`ın günlük beş vakit namaz kıldığı, bazen sabahlara kadar namaza devam ettiği, Bedahşan`i aldıktan sonra oradaki insanlara namaz kılmayı ve Kur`an okumayı öğrettiği kendi eserinde belirtilmiştir. (Vilayetname-i Hacı Bektaşi Veli, Abdülbaki Gölpınarlı, s.13) Beş vakit namazın Alevilikte de olabileceğini düşünürsek, belki bu tek başına bir ispat olamaz, fakat onun `sehabilerle` ilgili görüşlerini de aktardığımızda durum biraz daha netlik kazanacaktır:


Prof. Dr. Esad Coşan`ın Hacı Bektaşi Veli araştırmaları


Doçentlik tezini Bektaşi Veli`nin Makalat`ı üzerine yapan Prof Dr. Esad Coşan`ın bu konudaki araştırmalarına dikkat çekmekte fayda vardır: Esad Coşan Hoca diyor ki: `Eserine bakıyoruz; eserinde Sahâbe-i Kirâm`ın hepsine hürmet var, ayırım yok... Namaz var, oruç var, zekât var, hac var... Helâli helâl biliyor, haramı haram biliyor. Şeriatin emirlerine bağlı olduğunu açıkça ifade ediyor. Bunlardan birisi eksik olursa, insan Allah`a ulaşamaz! diye açıkça söylüyor.` Bu sözlerden sonra Esad Hoca, Hacı Bektaşi Veli`nin Makalat`ındaki kendi cümlelerini naklederek konuya açıklık getiriyor:


`Meselâ:` diyor, açıklıyor: (biregü) Kişi, birey demek şimdiki tabiriyle... (diliyile iman getürse ve gönlüyile inanmasa veyâhud öşrü zekâtı tamam virmese veyâhud hacca varurken yoldan giru dönse veyâhud Tanrı Taâlâ hükümlerinden birin bâtıl dutsa) Allah`ın farzlarından birisini bâtıldır diye inanmasa, gitti gümbürtüye! diyor, Basit anlatmak gerekirse... (veyâhud Muhammed-i Mustaf`ya inkârla baksa veyâhud Muhammed`ün sahabelerinün birin nâhak bilse) Buyurun, en önemli şey!.. Benim hazırladığım baskıda 32. sayfa... (veyâhud Muhammed`ün sahabelerinün birin nâhak bilse) Ne tevellâ-teberrâ var, ne Ebûbekr-i Sıddîk ve Ömer`ül Fâruk Efendimiz`e sövmek var, ne ötekilere... (dükeli işledügi amelleri hebâen mensûrâ olur.) İşe yaramaz diyor. Bu önemli bir nokta...(Pes imdi azîz-i men! Bu kırk makamun birisi eksük gerekmez; zira kim bu kırk makamdan hiç nesne eksük yokdur.) Bu kırk makam çok önemlidir, bunlar eksik olursa olmaz! diyor Hacı Bektâş-ı Velî Efendimiz Hazretleri...`


Benzer bir anlayış `Ömer-ü Osman Ali, / Mustafa yâranleri. / Bu dördünün ulusı, / Ebû Bekr-i Sıddîk`dur` diyen Yunus Emre`de de vardır. Zira Hacı Bektaş Veli`yi ziyaret etmiş olan Yunus Emre de onun çizgisinde giden veli zatlardan bir tanesidir. Yunus Emre`nin düşüncelerinde de şeriata sımsıkı bağlılık esası vardır. Nitekim şiirlerinden bazılarında şöyle söyler: `Her kim bu sözden almadı / Beş vakit namaz kılmadı / Bilin Müslüman olmadı / Ol tamuya girsek gerek...` Başka bir şiiri şöyledir: `Namaz kılmayana sen Müslümandır demegil / Hergiz Müslüman olmaz, bağrı dönmüştür taşa.`


Sonuç


Osmanlı padişahlarının ve Osmanlı halkının tamamen Alevi olduğu ve sonradan Sünniliğe geçtiğini belgeleyen hiçbir belge yoktur. Bu konudaki görüşlerin temelinde `bilgi` değil, bazı yorumlar yatmaktadır. Fakat şu vardır ki, tasavvufi anlamda Hz. Ali`ye silsile yoluyla intisaplı olan zatlar için `Ali`ye intisaplı` manasında mecazen `Alevi` denilebilir. İran`da ise `Alevi` kelimesi seyitler için kullanılmıştır. Esasında bugünkü Alevilerin köklerinin nereye dayandığı ve ilk defa `alevi` kelimesinin ne zaman kullanıldığı hakkında çok farklı görüşler olmakla beraber bu konu oldukça da karmaşıktır. Konuyu merak edenlerin bu yönde yapılan ilmi araştırmaları okumalarında fayda vardır.


`Yavuz`a kadar Osmanlı hükümdarları Alevi`ydi` diyen Namık Kemal Zeybek`e ve onun görüşlerini benimseyen Güneri Civaoğlu`na bir soru ile yazımızı bitirmek istiyorum. Osman Bey`den Yavuz Sultan Selim`e kadar herhangi bir Osmanlı padişahının `Ben Aleviyim` şeklindeki bir beyanı veya bu konuda imalı bir sözü olmuş mudur? Olmuşsa açıklayın. Olmamışsa bu iş yorumlarla olur mu? Bana bunu izah edin. Fatih Sultan Mehmet bile Molla Hüsrev`i `Zamanımızın Ebu Hanife`sidir` diyerek överken, bu iddialar neyin nesidir?


Bir temenni


Alevilik konusuna dolaylı olarak temas ettiğimiz bu yazı vesilesiyle; tüm Alevi din kardeşlerimizin güncel sorunlarının çözülmesi yönünde yeni bir siyasi açılımın şart olduğunu düşündüğümü ifade etmek isterim. `Açılım` derken sahih Alevilik araştırmalarının yapılabileceği ciddi eğitim kurumları açmayı ilk etapta önerebiliriz. Yoksa`açılım` derken, bundan Sivas gibi bir şehrin ortasına `Madımak Müzesi` açarak, o şehri adeta `katil` mührüyle damgalamayı kastetmiyoruz. Meydanın orta yerindeki o müzeyi gören hiçbir kimse bundan mutlu olmayacaktır. Zihinlerde hep kötü çağrışımlar yapacaktır. Ben orada yapılan insanlık ayıbını asla tasvip etmiyorum. Sivaslılar da öyle düşünüyorlar. Ateşi yakan provokatörlere asla sahip çıkmıyorlar. Buna rağmen neden Sivas`ın ortasına bu mühür basılıyor? Kimseyi rencide etmeden bir açılım yapmak mümkün değil mi? İlla Sivas`ı Madımak`la mı hatırlanmasını istiyorsunuz? Neden?
Yesevi
Mesajlar: 56
Kayıt: 20 Nis 2009, 01:16

Re: Namık Kemal Zeybekin yalanı ortaya çıkıyor.

Mesaj gönderen Yesevi »

Sayın Namık Kemal Zeybeğin Bektaşiler Şiidir.Anadolu Alevileri Şiidir diye bir iddiası yok ki.O sadece Bektaşiliğin Anadolu Aleviliğinin(dünyada sadece Türkiye ve Suriyede Alevilik mezhep anlamında kullanılmaktadır.Eski alimlerin kitaplarında ve öteki İslam ülkerinde H.z. Ali`nin soyundan gelenler anlamında kullanılır.)Ehli Beyt sevgisini ön plana çıkaran bir yol(tarikat) olduğunu söylüyor.Osmanlının ilk dönemleri karışıktır kimin Sünni kimin Şii olduğu belli değildir.
Hasan Akça
Mesajlar: 1745
Kayıt: 05 May 2008, 22:02

Re: Namık Kemal Zeybekin yalanı ortaya çıkıyor.

Mesaj gönderen Hasan Akça »

Namık kemal zeybek efendi partisinin bir toplantısında kasım-2011 de

BİR TANE ALEVİ VALİ VAR MI? diye sormuş

"İktidara soruyorum RTE'ye soruyorum. Çok basit bir soru soruyorum. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 81 tane vali var. Bu valiler içinde bir tek Dersimli var mı? Sorumu geri aldım, yeniden soruyorum; Milyonlarca Alevi var. Bir tane Alevi vali var mı? Bir tek kişi var mı ki Alevi kökenli olduğu halde herhangi bir makama tayin ettiğiniz. Genel müdür, müsteşar olarak terfi ettirdiğiniz var mı? Ben söylüyorum, yok. ? Samimi isen bir tek Alevi'yi getir, bir makama koy ya da Aleviler'in sorunlarına çözüm getir."


bakın canlar söz güzel gibi dahası güzelde soru ama bunu soranın niyeti kötü adam resmen muaviye siyaseti yapıyor halbuki muaviyeye karşı olduğunu söylüyor ama muaviye yöntemini uyguluyor
bu adam yıllarca bakanlık milletvekilliği yaptı
bu adam cumhurbaşkanı danışmanlığı yaptı
bu adam sağ milliyetçi ve arabesk partilerde önemli yerlerde görev aldı
peki bu soruyu o dönemler niye sormadı?
daha dün milletvekilliği seçimlerine katıldı peki niye alevi aday koymadı ?
çünkü adam samimi değil bugün iktidar olsun bu soruyu yüz kere unutur
Hz.Ali muaviyenin KUran hakem olsun teklifine demiştiki
SÖZÜ HAK AMA MURADI BATIL
işte bu adamda böyle sorusu hak ve güzel ama adam samimi değil siyasette sıfıra inmiş bir adamın açılım çabaları hatta güya kafasına göre akp yi bu noktadan eleştiriyor
oysa akp zaten alevi düşmanı bunu herkes biliyor neden akp alevi vekil koysunki?
neden alevi vali koysunki
bu zeybek efendi güçlü olduğu dönemlerde alevi vali yada vekil seçmişmiki?
ha akp ha zeybek ne farkederki?
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Re: Namık Kemal Zeybekin yalanı ortaya çıkıyor.

Mesaj gönderen ali muhsin »

Bu Yazilanlara ..Biri ...Mutlaka Elestirir..böyle konularda mutlaka kendisi bunada bir bahane uydurur ..kim oldugunu bile tahmin etmiyorum belli zaten :)
Aleviler, Al-i Muhammedin Yetim ( UNUTULAN ) Evlatlarıdır
Allahume Salli Ala Muhammed ve Al-i Muhammed
------
Insana Secde etmek ,insanlik onurunu ayaklar altina almak demektir !
Insana Secde etmek ise insanlik icin bir Zillettir !
Cevapla

“Aleviliği Çarpıtan Yazılar” sayfasına dön