Peygamber Aşığı Ebuzer Gaffari

Mevlamız Hz. Ali'nin Dostları, Ehlibeyt Sancaktarları...
Cevapla
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Peygamber Aşığı Ebuzer Gaffari

Mesaj gönderen ammar alevi »

Yazın son günleriydi, Medine sıcaktan kavrulmaktaydı. İnsanlar kan-ter içinde kalmışlardı. Hurmalar olgunlaşmak üzereydi. Ağırlıktan yere doğru sarkan hurma dalları çok güzel bir görünüme sahipti.

Yavaş yavaş hurmaları toplama zamanı gelmişti. Bir yıllık kuraklık ve kıtlık yerini bereketli bir yıla terk etmişti. O yıl bolca yağmur yağmış, ağaçlar meyvelerle dolmuştu. Bahçıvanlar, ağaçlardan meyveleri toplayıp satmayı ve diğer insanlar da almayı düşünüyorlardı.

İşte böyle bir günde, yorgun ve toz-toprak içerisinde kalmış bir deveci süratle şehire doğru yaklaştı. Medineli olmadığı her halinden belli idi. Yüzü güneşten yanmış ve siyahlaşmıştı. Uzak bir yoldan geldiği ve şahsiyetli bir insan olduğu halinden anlaşılıyordu.

Öğle ezanı vaktiydi, Müslümanlardan büyük bir kalabalık, şehrin camisinde toplanmış diğer Müslümanlar da aceleyle camiye doğru gidiyordu. Yolcu suratla şehrin sokaklarından geçerek, caminin önünde devesinden indi. Devenin ön ayaklarını bağladıktan sonra aceleyle camiye girdi.

Bilâl ezan okumak için her zamanki yerine çıkmıştı. Halk camiye girerken Bilal’ın o güzel sesi duyulmaya başladı. “ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER...” O sırada abdest almakta olan Hz. Peygamber (s.a.a) camiye aceleyle giren yolcunun farkına vardı, yolcu daha ağzını açıp bir şey söylemeden, Peygamberimiz (s.a.a) den samimi ve sıcak bir ses yükseldi; Selamun Aleyküm.

Yolcu, Peygamber (s.a.a)’in selamını aldı. Peygamber (s.a.a) onun konuşmasını bekledi. Yolcu soluk soluğa “Ya Resulullah kötü haberlerim var. Rum imparatoru büyük bir ordu ile bize saldırmayı düşünüyor.”

Resulullah (s.a.a) biraz sessizlikten sonra olup biten her şeyi anlatmasını istedi. Haberci, Rum ordusu ve donanımı hakkında duyduğu, bildiği her şeyi Peygamberimiz (s.a.a)’e anlattı.

Namaz eda olunduktan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) minbere çıktı, halk sessizlik içinde merakla bekliyordu. Yeni bir şeyler olacağını herkes fark etmişti. Peygamber efendimiz (s.a.a), Allah (c.c) yolunda savaşmak hususunda bir hutbe okudu; Cihatla ilgili bir kaç ayet okuyarak, Rumların savaş hazırlığı içerisinde bulundukları haberini Müslümanlara bildirdi. Daha sonra, Müslümanlardan eli silah tutan herkesin, silahını kuşanıp azığını da yanına alarak, harekete hazır olmasını istedi. Peygamber (s.a.a) daha sonra, birkaç kişiyi, Mekke’ye ve Müslümanlarla dostluk içinde bulunan kabilelere gidip savaş için ordu toplamaları için görevlendirdi.

Kötü haberdi gelen; zira çektikleri onca zahmet ve çalışmalarının karşılığını alacakları bir gündü. Onlar meyveleri toplamak, ağaçların gölgesinde oturmak ve dinlenmek umuduyla bir yıl boyunca kıtlığa tahammül etmişlerdi. Dahası, Medine’den Rum’a giden yol çok uzaktı; yollar yakıcı kumsal çöllerden geçiyordu. Bu çöllerde bazen öyle tufanlar oluyordu ki her şey kumların altında kalıyordu. Bir canlının yaşayabilmesi, hayatını sürdürebilmesi çok zordu... Ne yapılmalıydı. Düşman Müslümanlara saldırıya hazırlanıyor ve Peygamber (s.a.a) de cihat emrini vermişti. Müslümanlar savaşa hazırlanmalıydılar.

Peygamberimiz (s.a.a)’in konuşması bittiğinde, halk aceleyle ayrılıp evlerine gitti, borçlarını ödediler, silahlarını çıkarıp temizlemeye ve yağlamaya başladılar. Bu arada bazıları için bir yıllık zahmetlerinin karşılığını almadan savaş meydanına koşmak çok zor geliyordu. Bu durum münafıklar için iyi bir fırsattı. Halkın gönülsüzlüğünden yararlanarak, onları Peygamberimiz (s.a.a)’e karşı kışkırtmaya çalıştılar.

Münafıklar her fırsatta bozgunculuk yapıyor, bir o tarafa bir bu tarafa halkı savaşmaktan alıkoymaya çalışıyorlardı:

-Eğer biz savaşa gidecek olursak, hurmaları kim toplayacak?

-Bu sıcakta o kadar yol nasıl kat edilebilir? Yolun yarısında herkes açlık ve susuzluktan yok olup gider.

-Bunlarla savaşmak kolay bir iş mi? Rum ordusu dünyanın en güçlü ordularından biridir. Biz, bu silahlarla mı ve bu sayımızla mı onlarla savaşacağız?

Bu sözler bazılarına tesir etti. Rahat ve huzur peşinde olanlar çabuk aldandılar, çeşitli bahaneler uydurarak savaşa gitmeğe yanaşmadılar; fakat halkın çoğunluğu her şeylerini, eserlerini, çocuklarını ve bütün dünya malını bırakarak savaşa hazırlandılar.

Ebuzer’i Gaffarî de Medine’de idi; savaş haberini duyar duymaz savaşmaya karar verdi. Derhal devesinin peşi sıra giderek onu buldu ve yol hazırlıklarına başladı. Fakat devesi zayıf ve çelimsizdi. Ebuzer devesinin onu Rum sınırına kadar götüremeyeceğini görünce biraz düşündü ve sonra kendi kendine: “Bir kaç gün buna iyi bakar, iyi yem verir ve sonra da yolculuğa çıkarım” diye düşündü.

Rumların Müslümanlara karşı savaşa hazırlandıkları haberi her yere yayılmıştı. Bu haberi duyan diğer yerlerdeki Müslümanlar da silahlarını ve azıklarını alarak Medine’ye akın ediyorlardı. Medine görülmemiş bir kalabalıkla doldu. Şehir içinde kalacak boş bir yer kalmadığı için, bir çokları şehir dışında çadırlar kurup konaklamış ve hareket anını bekliyorlardı.

Nihayet hareket günü gelip çatmıştı. İslâm askerleri Medine’nin etrafındaki tepelerde bir araya toplanmışlar ve hareket emrinin verilmesini bekliyorlardı. Peygamber efendimiz (s.a.a) savaş elbisesini giyerek orduya katıldı. Çok kısa bir zamanda ordu nizama girmiş; harekete hazır bir duruma gelmişti.

Ordunun mevcudunu saydılar. Asker sayısı otuz bin kişiyi buluyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) orduyu bir kaç gruba bölerek, her grup için bir komutan tayin etti. Son bir kez daha bütün bölükleri dikkatlice gözden geçirdikten sonra cemaat halinde namaz kılmaya başladılar.

Namaz bittikten sonra Hz. Peygamber (s.a.a) hareket emrini verdi ve İslâm ordusu Rum sınırına doğru hareket etti. Ortalığı atların ayaklarından çıkan toz-toprak bulutu kaplamıştı. Atların kişneyişi, develerin ayak sesleri ıssız çölü âdeta inletiyordu.

Gittikçe ordu bir karartı gibi Medine’den uzaklaşıyordu. Develerin çanlarından çıkan sesler, atların kişneyişleri ve ordunun gürültüsü birbirine karışmış, çölü bir uğultu kaplamıştı.

Otuz bin savaş eri, kurak ve susuz çölü yararak ilerliyordu. Onların içersinde her türden insan bulmak mümkündü; ihtiyarından gencine ve zayıfından güçlüsüne kadar. Bazı deve sahipleri bir iki kişiyi de kendi develerine bindirmişlerdi. Yüce Peygamberimiz (s.a.a) deve üzerinde ordunun en önünde ilerliyordu. Onun yanında da en yakın ashabından bazıları yer almıştı. Biraz gerisinde Ebuzer zayıf devesi üzerinde peygamber (s.a.a)’den uzak düşmemeğe gayret ediyordu.

Bir kaç gün böylece yola devam ettiler. Daha önlerinde kat edilmesi gereken uzun yollar vardı. İlerisi göz alabildiğince çöldü. Toprak, çakıl ve kumsallıktı. Bazı yerlerde kurumuş çalı kökleri kumları yararcasına dışarı çıkmıştı. Güneş alev saçıyordu.

Askerler yorgun ve susuzdu. Su ve azıkları çok azalmıştı. Peygamberimiz (s.a.a) de susuzluktan yanıyordu. Fakat bir şey söylemiyordu. Sağlam bir imana sahip olmayanlar, İslâm ordusuna katılarak buraya kadar geldiklerine pişman olmuşlardı.

İşte tam o sırada biri Hz. Resulullah’a yaklaşarak: “Ya Resulullah, Ka’b orduyu terk ederek Medine’ye geri döndü” dedi.

Peygamberimiz (s.a.a): “Bırakın gitsin, eğer onda bir hayır varsa şüphesiz Allah-u Teala pek yakında onu size geri döndürür ve eğer onda bir hayır yoksa Allah (c.c) sizi onun şerrinden kurtarmıştır.” buyurdular.

Aradan fazla bir zaman geçmemişti ki, aynı adam Peygamber (s.a.a)’e yaklaşarak, Mirare’ninde Medine’ye geri döndüğünü haber verdi. Peygamberimiz (s.a.a) yine aynı sözü tekrarladı.

Biraz sonra aynı adam yine Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek: “Ya Resulullah Hilâl da gitti.”

Peygamberimizin (s.a.a) cevabı bu kez de aynıydı.

Ebuzer’in zayıf ve yaşlı devesi, güçlükle yürüyebiliyordu. Ebuzer başkalarından geri kalmamaya çalışıyor, ama bu mümkün olmuyordu. Biraz sonra deve artık tamamıyla durmuş kımıldayacak hali kalmamıştı. Bir adım dahi atamadı. Ordu içerisinden, Ebuzer’in de geride kaldığını görenler şöyle söylenmeye başladılar:

-Ebuzer-i Gaffari de geride kaldı. Galiba geri dönmek niyetinde!

-Ebuzer-i Gaffari mi niçin? O Peygamberin (s.a.a) en iyi arkadaşlarındandır.

-Allah’a (c.c) sığınırız. Ebuzer niçin geri dönmek istiyor? Şimdiye kadar o asla Peygamber (s.a.a)’e itaatsizlik etmemiştir.

Onlardan biri derhal Resulullah (s.a.a)’ın yanına gelerek “Ya Resulullah, Ebuzer-i Gaffari de gitti.” dedi.

Peygamberimiz (s.a.a) bu kez de yine aynı soğukkanlılıkla: “Bırakın gitsin. Eğer onda bir hayır olursa Allah-u Tebareke ve Tealâ pek yakında onu size geri döndürecektir ve eğer ondan size bir hayır yoksa Allah (c.c) sizi onun şerrinden kurtarmıştır.” buyurdular.

Ordu hareketine devam ediyordu. Ebuzer her ne pahasına olursa olsun deveyi yattığı yerden kaldırmaya ve yürütmeye çalışıyorduysa da boşunaydı; zira devenin yerinden kımıldayacak hali yoktu.

Ebuzer bütün gayretine rağmen bir türlü muvaffak olamadı. Gayretinin faydasız olduğunu görünce, mecburen deveden indi, devenin üzerindeki yükü indirip kendi omuzlarına alarak yola düştü. Ordu epeyce uzaklaşmıştı. Bu durumda Ebuzer’in yaya olarak onlara yetişebilmesi çok zordu.

Ebuzer hızlı adımlarla gitmeye gayret ediyordu fakat başaramıyordu. Yorgundu, ayrıca susuzluk ve sıcaktan ıstırap içindeydi, omuzlarındaki ağır yük de hızlı yürümesine mani oluyordu.

Zaman geçtikçe Ebuzer ile ordunun arasındaki mesafe uzuyordu. Bir süre sonra ordu görünmez oldu. Görünen tek şey vardı oda; uçsuz bucaksız kurak bir çöldü.

Ebuzer ordudan geri kaldığı için çok üzgündü. Kendinde bir takatsızlık hissediyordu. Susuzluk ve yorgunluğun kendisini perişanlığa sürükleyeceğini hissediyordu. Nitekim Peygamber de “Ey Ebuzer sen çölde yalnız öleceksin” diye buyurmamış mıydı! Öyleyse işte burası çöl ve kendisi de yalnızdı. Çevresine bakındı. Epey ötede bir dağ ve dağın üzerinde de bir kaç parça siyah bulut vardı. Ebuzer dağa ulaşıp bulutların gölgesinde biraz dinlenmeyi ve orada su bulabileceğini düşündü.

Dağa vardığında yerin yaş olduğunu gördü. Evet yanılmıyordu biraz önce yağmur yağmıştı. Ebuzer, biraz su bulabilmek için gezinmeye başladı; fakat görünürlerde su yoktu. Umutsuzluğa kapılmak üzereydi ki; büyük bir taşın üzerinde yağmur suyu birikintisi gördü. Su çok temiz ve berraktı.

Ebuzer’in gözlerinde şimşekler çaktı. Üzerindeki yükü bir kenara bırakarak yere diz çöktü ve bir avuç su içti. Su Ebuzer’e ferahlık vermişti. Her iki avucuyla bir daha içmek istedi; fakat Hz. Peygamberi (s.a.a) ve orduyu düşündü. Kendi kendine söylenmeye başladı: “Otuz bin Müslüman benim gibi susuzdurlar. Sevgili dostum Hz. Peygamber (s.a.a) de kesinlikle susuzdur ve içmeye su da bulamıyordur. Hayır, ben bu suyu içmeyeceğim ve peygambere (s.a.a) götüreceğim. Hz. Peygamber (s.a.a) su içmedikçe ben bu suyu ağzıma değdirmeyeceğim”.

Ebuzer vakit kaybetmeksizin, yanındaki su kabını suyla doldurarak yola koyuldu. Susuzluktan yanıyordu, fakat buna rağmen gitmeye kararlıydı.

Ebuzer çölü yararak ilerliyordu. Süratle ilerliyor, tepeleri geride bırakıyordu; fakat ordudan eser yoktu, ne bir iz ve ne de bir karartı...

Güneş batmak üzereydi, Ebuzer orduya ulaşamayacağını sandığı bir sırada uzakta büyük bir karartı gözüktü. Adımlarını sıklaştırdı, epeyce ilerledikten sonra o karartının İslâm ordusu olduğunu fark etti. Ebuzer sevincinden ne yapacağını bilemiyordu. Ordudan da bazıları uzaktan bir karartının kendilerine doğru geldiğini fark etmişti. Ama mesafe fazla olduğu için karartının Ebuzer olduğunu fark edememişlerdi.

Karartıyı görenlerden biri Peygamberin yanına koşarak: “Ya Resulullah orduya doğru bir karartı gelmektedir, yaya birisi olması gerek” dedi.

Hz. Peygamber (s.a.a) gittikçe yaklaşmakta olan karartıya biraz baktıktan sonra; “Bu gelen Ebuzer olsa ne iyi olur” buyurdular.

Biraz sonra Hz. Peygamberin yanındaki birisi sevinçle haykırdı. “Allah’a andolsun ki ta kendisidir! Ebuzer’dir!”

Hz. Peygamber gelenin Ebuzer olduğunu görünce şöyle buyurdu: “Allah-u Teala Ebuzer’i bağışlasın: O yalnız yaşıyor, yalnız ölecek, ve kıyamet günü de yalnız kalkacaktır.”

Ebuzer Hz. Peygamberi görünce, artık bütün susuzluk ve yorgunluğunu unutmuştu, koşar adımlarla ilerlemeye başladı. Hz. Peygambere yaklaştığı sırada bitkinlik ve susuzluktan bayılıp yere düştü. Hz. Peygamber (s.a.a) onun üzerindeki yükü açarak bir kenara bıraktı. Ebuzer’in susuzluktan dudaklarının çatladığını görünce etrafındakilerden su getirmelerini istedi.

Ebuzer güçlükle gözlerini açarak çok ince, zayıf bir sesle: “Kendi su kabımda su var ya Resulullah” dedi.

Hz. Peygamber hayretle sordu: “Peki suyun vardı da neden içmedin?

Ebuzer güçlükle konuşmaya başladı: “Annem, babam sana feda olsun yolda gelirken biraz su buldum. Sizinde susuz olabileceğinizi düşünerek onu içmeyip size getirdim ve siz içtikten sonra ben de içerim diye düşündüm.”

İslâm ordusu bir gün dinlendikten sonra yoluna devam etti. Rum sınırına varıldığında Hz. Peygamber (s.a.a) oradaki kabilelerin liderleri ile antlaşmalar imzalayıp onların bazılarının orduya katılmasını sağladı.

Hz. Peygamber (s.a.a) Rum sınırını güven altına aldıktan sonra içinde; Ebuzer gibi askerlerin de bulunduğu güçlü bir İslâm ordusuyla, muzaffer bir şekilde Medine’ye geri döndü.
Kullanıcı avatarı
Hira
Mesajlar: 87
Kayıt: 21 Eki 2007, 01:28

Mesaj gönderen Hira »

Ebuzer Gaffari,seni çöle bırakanlara lanet olsun.
Ebu Sufyan soyuna lanet olsun...
Cevapla

“Hz. Ali'nin Çok Özel Dostları” sayfasına dön