Ehlibeyt İmamları Hakkında Ortaya Atılan Bazı Şüphelere Ceva

Peygamberden sonra, Müslümanların rehberi ve lideri İmamet makamına sahip olan 12 İmamlarındır.
Cevapla
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Ehlibeyt İmamları Hakkında Ortaya Atılan Bazı Şüphelere Ceva

Mesaj gönderen 3nokta »

Ehlibeyt İmamlarının, imam olduklarına dair mucize ve kerametleri var mıydı?

Masum Ehlibeyt İmamları için sabit olan makamlar, bir tür guluv ve aşırıcılık değil midir?

İmamet makamının ilahi bir makam olduğuna inanmak hatmi nübüvvetle (Peygamberimizin gelişiyle peygamberliğin sona erdiği ve efendimizin son peygamber olduğu düşüncesiyle) çelişmekte midir?

************************************************

Peygamberlerin nübüvvet ve peygamberlikleri mucizeyle bilinmekteydi, Şia imamlarının mucizeleri nedir?

Cevap


Peygamberlerin nübüvvetleri üç yolla tanınmaktadır. Bunlardan biri de mucizedir. Şimdi her üç yola da kısaca değinelim:


1. Mucize, beşerin güç ve kudret sınırları dışındaki işlere denir. İşin uzmanları tarafından da bu işin beşer işi olmadığı, bilakis ilahi bir iş olduğu tasdiklenerek onaylanmalıdır.


Hz. Musa bilinen mucizesiyle meydana çıktığı zaman, tüm büyücüler yaptığı işin beşerin gücü sınırları dışında olduğunu tasdik etmişlerdi. Ayette şöyle geçmektedir: {فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً} ; “Bunun üzerine tüm büyücüler, secdeye kapandılar. (Taha, 70)


2. Önceki peygamberin bir sonraki peygamberin nübüvvetini açıklayarak belirtmesi. Bu yol Peygamber efendimizin (s.a.a) içinde gerçekleşmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:


{وَ إِذْ قالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يا بَنِي إِسْرائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِما بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْراةِ وَ مُبَـشِّراً بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جاءَهُمْ بِالْبَيِّناتِ قالُوا هذا سِحْرٌ مُبِينٌ}


“Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff, 6)”


Bu ayette, Hz. Peygamber Ekrem’in (s.a.a) nübüvveti bir önceki peygamberin açıklaması ve nassıyla bildirilmiştir.


3. Nübüvvet iddiasında bulunan kişi hakkındaki karine ve delillerin tamamı. Örneğin eğittiği kişilerin görüşleri ve kendisinden geriye bıraktığı eserler. Biz, bu bilimsel yöntemi peygamberin evrensel nübüvveti hakkında uyguladık. Örneğin Kayser-i Rum, Hz. Peygamberin İslam’a davet mektubunu alınca araştırma ve incelemeye koyularak Ebu Sufyan’a sorular yöneltti. İbn Hişam onları nakletmiştir. O, elde ettiği bilgiler neticesinde Allah Resulünün (s.a.a) doğru söylediğine kanaat getirdi.


Bu üç yöntemi dikkate alarak şimdi sorunun cevabına geçiyoruz:


İmam, asla mucize sahibi değildir. Zira mucize peygamberin özelliklerindendir. Ve eğer olağanüstü bir şey yaparsa ona keramet adı verilmektedir. Hz. Meryem’in (s.a) yaptıkları şeylerde kerametti. Kur’an-ı Kerim şöyle nakletmektedir:


{كُلَّما دَخَلَ عَلَيْها زَكَرِيَّا الْمِحْرابَ وَجَدَ عِنْدَها رِزْقاً قالَ يا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هذا قالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشاءُ بِغَيْرِ حِسابٍ}


“Zekeriya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve «Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi. (Al-i İmran, 37)


Hz. Meryem’in (s.a) seccadesinin yanında rızkın hazır olması, onun kerametlerinden biridir. Ancak o, asla peygamber olmadı ve bu işte mucize olarak adlandırılmaktadır.


Bu esas üzerine, imamlarımızın imametleri iki yolla bilinmektedir: Birincisi peygamber ve bir önceki imamın açıklaması ve beyanı, ikincisi ise karine ve deliller mecmuası.


Örnek olarak, imam Cafer Sadık’ın (a.s) şehadetinden sonra yaşanan zor dönemlerden dolayı, imamı tanımak konusunda nas ve tayin yolundan haberdar olan Şiaların dışındakiler bölünmeyle karşı karşıya kaldılar. Ancak Kumluların (İran’ın Kum kenti sakinleri) soruları ve imam Musa Kazım’ın (a.s) cevapları ve olağanüstü ilmi, onun imam olduğuna tanıklık etti.

***


Masumların Makamı ve Guluv (Aşırıcılık) Düşüncesi


Diyorlar ki: Masum İmamlar için sabit olan makamlar, bir tür guluvdur (aşırıcılıktır).



Cevap


Guluv sözlükte had, sınır ve ölçüden çıkmak demektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle gelmiştir:


{يا أَهْلَ الْكِتابِ لا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ وَ لا تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلاَّ الْحَقَّ}


“Ey ehli kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyin. (Nisa, 171)”


Onların aşırıcılıklarından biri Hz. Mesih’i üç Allah'tan biri bildikleri halde aynı zamanda Allah’ın oğlu olarak da bilmekteydiler. Bunun toplamı uluhiyeti teşkil etmektedir. Yani baba Allah, oğul Allah ve Ruhul Kudus, halbuki Hz. İsa (a.s) Allah’ın kulu ve yaratılmış birisidir.


Dolayısıyla, ubudiyet ve rububiyetin sınırı belirlenmelidir ki kulluk ve ubudiyet sınırından uluhiyet ve ilahlık haddine geçişin türü anlaşılmış olsun. Allah Teâlâ, bir çok surede kendine has sıfatlarını açıklamıştır. Her ne zaman bu sıfatlardan birini Allah kullarından biri için sabit edecek olursak, guluv ve aşırıcılık yolunu kat etmiş oluruz. Haşr Suresinin sonlarında Allah’ın sıfatları açık bir şekilde beyan edilmiştir:


{هُوَ اللَّهُ الَّذِي لا إِلهَ إِلاَّ هُوَ عالِمُ الْغَيْبِ وَ الشَّهادَةِ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ * هُوَ اللَّهُ الَّذِي لا إِلهَ إِلاَّ هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ * هُوَ اللَّهُ الْخالِقُ الْبارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْماءُ الْحُسْنى يُسَبِّحُ لَهُ ما فِي السَّماواتِ وَ الْأَرْضِ وَ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ}







“O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka ilah yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O, yaratan, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir. (Haşr, 22-24)”


“Görülmeyeni ve görüleni bilendir” cümlesi Allah’a has sıfatlardan olduğundan nasıl olurda masum imamları gaybi bilenler olarak saymaktadırlar? Denilebilir. Bunun cevabını daha önce açıkladık. Ayeti şerife ne sadece (görülmeyen) gayb alemini Allah’ın has özelliklerinden saymakta belki hatta görülen ve müşahede edilen alemi de Allah’ın has sıfatlarından saymaktadır. Halbuki hepimiz görülen ve müşahede edilen şeyleri bilmenin Allah’ın has sıfatlarından olmadığını bilmekteyiz. Allah’ın tüm kulları bunda pay sahibidir. Bunu dikkate alarak şöyle demek gerekmektedir: Ondan maksat alimin vücudunun derinliklerinde kaynayan ve başkasına bağlı ve dayalı olmayan bağımsız ilim ve bilgidir. İster görülen olsun, isterse görülmeyen olsun böyle bir ilim Allah’a mahsustur. Ama görülen (müşahede alemi) ve gizli olan (gayb aleminden) bilgi sahibi olmak Allah’ın talimiyle olursa veya tanıma araçları vesilesiyle elde edilirse bu ilim Allah’ın özelliklerinden değildir. bilakis Allah, böyle bir ilimden münezzehtir. Böyle ilimlere enbiya, evliya ve imamlar fazlasıyla sahiptir.


Şüpheyi tasarlayan kişinin maksadı Ehlibeyt’e (a.s) mensup olan bazı ziyaretnamelerde zikredilen bazı vasıflar olabilir. Bu sıfatlarda yaratan ve yaratılışın gayeti arasında fark koymak gerekir. Yaratılış aleminde mutlak yaratan Allah’tır ve Allah'tan başka hakiki yaratıcı yoktur ve O, bütün varlıkların yaratanıdır. Öteki tüm varlıkların yaratılışı O’nun güç ve kudretindedir. Dolayısıyla namazda yerimizden kalktığımızda “Bihavlillahi ve kuvvetihi ekumu ve ek’ud” diyoruz. Ancak yaratılıştan amaç ve gaye, kamil insan olmaktır ve alem insan için kamil olarak yaratılmıştır. Eğer bu garaz ve gaye bu meyanda olmazsa yaratılma işi anlamsız olacaktır.


“Camia” ziyaretinde zikredilenleri “illet-i gayi” ve “yaratılıştan maksat” olarak yorumlamak ve tefsir etmek gerekir. Bundan dolayı Camia ziyaretinin başında, tevhidin en üstün ve en yüce tecellileri yer almıştır. Ziyaretin başında gelen sözcükleri bir sonraki satırların açıklamasında dikkate almak gerekir.


***


İmamların İsmeti ve Guluv (aşırıcılık) Düşüncesi


Diyorlar ki: Şialar, imamlarının günahlardan arınmış olduklarına inanmaktadırlar ve bu onlar hakkında bir tür guluv ve aşırıya kaçmaktır.



Cevap


Önceden de açıkladık ki, guluv had ve sınırı geçmek demektir. “İsmet”e inanmak ise kulluk had ve sınırından geçmek demek değildir. Peygamberlerin de Allah’ın kulları oldukları ve aynı zamanda masum oldukları ve hatta peygamber olmayan Hz. Meryem’in bile ismet sıfatına sahip olması buna delildir.


{يا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفاكِ وَ طَهَّرَكِ وَ اصْطَفاكِ عَلى نِساءِ الْعالَمِينَ}


"Ey Meryem! şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. (Al-i İmran, 42)”


Buradaki “tahhareki” (seni arındırdı) sözcüyü onun ismet sahibi olduğunu işaret etmektedir. Zira maksat, Hz. Meryem’i ahlaki bozukluklardan, batıl ve sahih olmayan düşüncelerden arındırmak ve temizlemektir. Hz. Zehra (s.a) şimdi değineceğimiz hadis gereği masumdur.


إنَّ اللهَ يَرضَی لِرِضی فاطمةَ وَ يَغضِبُ لِغَضبِها


“Kuşkusuz Allah, Fatıma’nın razılığına razı olur ve onun öfke ve hışmına da öfkelenir.”[1]


Dolayısıyla Allah’ın rıza ve öfkesi, Hz. Fatıma’nın rıza ve öfkesiyle birebir mutabıktır. Bundan dolayı, onun rıza ve hoşnutluğu devamlı olarak helal mihverde, öfke ve hışmı ise haram mihverde dönmelidir. Bu şekilde bu mutabakat ve uyum doğrulanabilir.


Eğer neuzibillâh Hz. Fatıma hilaf ve çarpık bir şeye razı olursa, Allah’ın da çaresizce o şeye razı olması gerektirir. Halbuki bu durum Allah hakkında mümkün değildir. Zira Allah Teâlâ, hiçbir zaman böyle bir şeye razı olmaz. Şu ayette buyurduğu gibi:


{قُلْ إِنَّ اللَّهَ لا يَأْمُرُ بِالْفَحْشاءِ أَ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ ما لا تَعْلَمُونَ}


“De ki: Şüphesiz Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? (A’raf, 28)”


Bu açıklamadan Hz. Fatıma’nın rızasının her zaman Allah’ın istediği ve beğenilmiş şeylere, öfke ve hışmının ise Allah’ın öfkesine ve beğenilmemiş şeylerle ilintili olduğunu anlamaktayız. İşte bu ismetin anlamıdır.


Kur’an-ı Kerim, Peygamber Ehlibeyti için şöyle buyurmaktadır:


{إِنَّما يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَ يُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً}


Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her çeşit pisliği, çirkinliği gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmeği istiyor. (Ahzab, 33)”


Temizlikten maksat, onların beden ve elbiselerinin temizliği anlamına gelen maddi temizlik değildir. Zira bu bir şeref ve onur değildir. Tüm akıl sahibi insanlar bu konuda onlarla eşittirler. Bilakis maksat, ahlaki bozukluklar, pis ve çirkin temayüllerden temizliktir. Buradaki (يُرِيدُ) iradeden maksatta, teşrii ve kanun anlamında değildir. Zira böyle bir irade herkes için geçerlidir. Allah, herkesten çirkinlikler yerine temizliği istemiştir, ancak bu ayette bir özellik şeklinde bu iradeyi aşikar etmektedir. Ve bu has iradenin herkesi kapsayan mutlak ve yaygın iradeden farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle hasretmek için kullanılan “انما” (innema) kelimesiyle ayete başlanmış olması bu faziletin sadece bu aileye mahsus olduğunu ortaya koymaktadır.


Buradaki iradeden maksadın, teşri irade olmadığını daha detaylı olarak açıklamak için bunu hatırlatıyoruz ki teşrii iradeden maksat ilahi emir ve yasaklardır. Örneğin Allah, bizden namaz, oruç, hac ve cihadı istemiştir. Bu irade teşrii iradedir. Teşrii iradenin bizim fiillerimize mensup ve bağlı olduğu Allah’ın fiili olmadığı açıktır. Halbuki yukarıdaki ayette irade, Allah’ın fiiline mensup ve ona bağlıdır. Ayet şöyle buyurmaktadır: Allah sizden çirkinlikleri gidermeği irade etmektedir. Dolayısıyla böyle bir iradenin tekvini bir irade olması ve tekvin aleminde Allah’ın dilemesiyle ilgili olması gerekmektedir.


Buna ek olarak, “teşrii irade”deki takva ve paklık Ehlibeyte mahsus değildir. Çünkü Allah, herkese takvalı ve temiz olmaları için emirde bulunmuştur. Ve bu onlar için bir meziyet değildir, zira mükellef olan herkesten bu istenmiştir.


Her ne olursa olsun, teşrii irade konusu, ne sadece ayetin zahiriyle uyuşmamakta, belki bir çok hadis ve rivayetle de uyuşmamaktadır. Konu Ehlibeyt için yüce bir meziyet ve onların önemli değeridir.


Önemli son bir nokta ise ilahi bir takva haleti olan “ismet” sıfatı, Allah’ın peygamberler ve imamlar için bir yardımıdır. Halbuki günah işleyebilirler, ancak kendi ihtiyar ve iradeleriyle ondan uzak kalmaktadırlar. Zehirli bir maddenin zararını bilen bir doktorun asla onu yememesi gibidir. Onun buna olan bilgisi, kendi istek ve arzusuyla ondan uzak kaçmasına sebep olmaktadır.


Bu noktada unutulmamalıdır ki ilahi takva ve ismet, onların ağır liderlik sorumluluklarından onlara verilmiştir. Bu imtiyaz ve özellik halkın yararınadır. Teşhis etmek, ölçmek ve hatadan kaçınmak gücü göz ve beyine verilmiştir ve tüm beden bunların vesilesiyle zarar ve tehlikelerden uzak kalmaktadır. Buradaki ismet sıfatı da aynen örnekte verildiği gibidir.


Allah, toplumda oluşabilecek sapma, yıkım ve sefaletin önünü almak için ilahi önderleri ismet sıfatıyla donatarak garanti altına almayı istemektedir. Bu durum, ilahi önderler için ağır sorumluluklar getirmektedir. Öyle ki hatta küçük günahlardan ve terk-i evlayı (iyi olanı terk etmek) bile yapmaktan uzak kaçmalarını gerektirmektedir. Ve bu, mukaddes İslam dininde adalet, takva ve dürüstlüğün eksen olduğunu ortaya koymaktadır.

***


İmamet mansap ve makamının hatm-i nübüvvetle ilişkisi


İmamet mansap ve makamının ilahi olduğuna inanmak hatm-i nübüvvetle[2] çelişmekte midir?



Cevap


İmametin tayin ve atamayla olduğunun anlamı, değerli İslam Peygamberinin (s.a.a) ilahi vahiyle, Hz. Ali’yi (a.s) hilafet makamına atadığıdır. Bu olay, henüz Hz. Peygamber hayattayken ve nübüvvet son bulmadan önce, Allah Resulü (s.a.a) daha yaşarken kendi halifelerinin isimlerini söylemiştir. Dolayısıyla her imam, kendi vasisini tıpkı peygamberin emrine göre belirlemektedir. Hz. Peygamberin (s.a.a) kendisi son halifesinin adını Hz. Mehdi (a.s) olarak belirtmiştir.


Dolayısıyla, imamet makamının tayin yoluyla olmasının neresinde hatm-i nübüvvetle uyuşmazlık vardır?


Hz. Peygamber (s.a.a) kitap ve sünneti ümmetin ihtiyarına bıraktığı gibi, tevatür haddine yakın hadislerde de kendi halifelerinin adlarını saymış ve hatta Hz. Hüseyin bin Ali (a.s) hakkında dokuz imamın onun soyundan olacağının haberini vermiştir.


Burada bunları anlatma imkanı az olduğu için isteyenler, Hz. Peygamber ve öteki imamların dilinden on iki halife hakkında yazılmış kitaplara başvurabilirler.

Ayetullah Cafer Subhani


ABNA.İR




--------------------------------------------------------------------------------


[1] -Müstedrek Hakim, c. 3, s. 154; Mecmeu’z Zevaid-u Heysemi, c. 9, s. 203.



[2] - Bir şeyi tamamlayıp, sona erdirmek anlamına gelmektedir. Hz. Muhammed Mustafa’nın peygamberliğiyle artık başka bir peygamberin gelmeyeceği anlamındadır. (çev.)
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“12 İmam (İmamet) İnancı” sayfasına dön