Marifet/ Ehl-i Beyt / İmamet

Peygamberden sonra, Müslümanların rehberi ve lideri İmamet makamına sahip olan 12 İmamlarındır.
Cevapla
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Marifet/ Ehl-i Beyt / İmamet

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Masumlardan nakledilen hadislerde, Ehl-i Beyt'i tanimak ve haklarında doğru marifet sahibi olmak gerekli kabul edildiğinden, bu sözcüğü kısa da olsa araştırma gereksinimi duyuyoruz.
Mikyas'ul-Lügat, marifet sözcüğünü, sakinlik ve itminana delalet eden şey diye tamamlamakta, inkârı da, marifetin karşıtı olarak bildirmektedir. Netice itibariyle bir şeyin tanınmaması, insanda ona karşı korku ve tedirginlik uyandinrken; ona olan marifet, insanı sükûnet ve itminana ulaştırır.

Ragib Isfahani ise şöyle diyor: Tefekkür ve tedebbür ile elde edilen marifete irfan denir. Irfan, bir şeyi zatıyla değil, nişaneleriyle tanımaktan ibarettir.

Marifetin kelime anlamı anlaşıldıktan sonra,bilinmelidir ki, Kuran-ı Kerim'de de, insamn yaratilma hedefinin, marifete ulaşmak olduğu bildirilmiştir. Zira Allah-u Teala insanlan, kendisini tanisinlar diye yaratmıştır. Bu konuda Kuran-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Ben cinleri ve insanlan ancak bana kulluk etsinler diye yarattim."1 Bu ayetin tefsirinde açıklandığı üzere, kulluk ve ibadetten amacın marifet ve Allah'ın (c.c) tanınması olduğu bildirilmiştir. Jnsan, bu makama yaklaştıkça ve Allah’ı kendisine mabut olarak algıladıkça O'nun dışındaki her şeyin ubudiyetinden uzaklaşır ve gerçek özgürlüğe doğru ilerler. Artık, paranın, malın vb. binlercesinin tuzağından ve kulluğundan kurtulmuş olur. Bu konuda cennet gençlerinin efendisi Imam Hüseyin (a.s)'ın sözlerine kulak verelim.

Bir gün imam Hüseyin (a.s), yarenlerinin yanına gelerek, Allah'a hamd ve sena, Peygamber (s.a.a)'e salât ve selamdan sonra şöyle buyurdular: "Ey insanlar! Allah'a yemin olsun ki Allah, insanları kendisini tanımaları ve O'na karşı marifet sahibi olmaları için yarattı. insanlar Allah'ı tanıdıklarında O'na ibadet ederler, O'na ibadet ettiklerinde ise, O'ndan başka hiç kimseye ihtiyaçları olmaz."

Söz buraya varınca orada bulunanlardan birisi İmam (a.s)'a şöyle arz etti: "Anam babam sana feda olsun. Allah'a olan marifet (O'nu tanimak) ne demektir?" imam (a.s); "Insanlar, zamanlarının imammını tanımalandır" diye buyurdular.2
Yukarıdaki hadis-i şerifte birkaç noktaya dikkat edilmesi gerekiyor:
1 - Zariyat / 56.
2 - İlel'uş-Şerayi' c. 1 s. 9; Bihar'ul-Envar, c. 23, s. 93 ve c. 5, s. 312; Kenz'ul-Fevaid, c. 1, s. 338
1- Allah-u Teala, insanlardan yaratıcılarını tanımalarını istemektedir. Bu tanıma neticesinde insan O'nun kulluğuna koşar. Dolayısıyla Allah'ın, göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu, kudret ve izzetin, O'nun elinde bulunduğunu, rızk verenin, 0 olduğunu, O'nun izni olmadan hiç kimsenin bir şey yapamayacağını anlar ve Allah'tan gayri hiçbir şeye ümit bağlamaz.
2- Allah'a olan marifet, Allah'ın delillerle ispat edilmesinden farklı bir şeydir. Zira O'nun varlığını ilmi olarak ispatlamak ve kabullenmek, yalnız başına ibadet etmeyi gerektirmez. Ibadet için, ayrıca marifetin olması da kaçınılmazdır.
3- Allah'ın marifeti, zamanın imamını tanımaktır. Bunun içindir ki, Hazreti Ali (a.s): "Beni tanımak, Allah'ı tanımaktır" diye buyurmuştur. Zira masum Imamlar Allah'ı tanıma vesileleridirler. Netice olarak şunu anlıyoruz ki, Allah'ı tanımanın yolu, masum Jmamı tanımakla mümkündür.

Jmamın varlığını kabullenmek, O'nu tanımak demek değildir. Ancak O'nun makamını tanımak, Allah'ı tanımayı beraberinde getirir. Allah'ı tanımak ise, her mükellefe farz olduğundan, Jmamı tanımak da her mükellefe farz olduğu anlaşılır. Kısacası, Imamları tanı-madan Allah'ın marifetine ulaşmak mümkün değildir. Ve bu iki konu (Jmamın varlığı bilmek ve O'nu tanımak), aralarında akli bir ilzam ve bag bulunan mevzular türünden değildir. Zira bir şeyin varlığının bilinmesi, onun özünün de tanıması anlamına gelmediği açıktır. Aksine varlığı bilindikten sonra, ayrıca tanınması da icap eder.

Demek ki, her şeyin tanınması, iki aşamada gerçekleşmektedir. Önce, o şeyin varlığı ispatlanır; daha sonra da onunu özü ve içeriği tanimr.
Jmamın varlığını ispatlayan delillere gelince; bilindiği gibi, Ehl-i Beyt Ekolü'nün en muteber ve meşhur kitaplarından biri, Merhum Kuleyni'nin "Usul-u Kafi" kitabıdır. Bu kitabın "Hüccet Kitabı" bölümünde, bu mektebin öğrencilerinden, Hişam b. Hekem'in, Imam Sadık (a.s)'ın huzurunda, imametin gerekliliği hususunda yapmış olduğu bir ilmi tartışmaya yer verilmiştir. Hişam b. Hekem şöyle diyor:
"Kufe'de bulunduğum bir dönemde, Amr b. Ubeyd1 adindaki bir şahısın Basra mescidinde ders verdiği haberini aldım. Masum bir Imamin aramızda bulunduğu halde onun Kufe mescidinde ders vermesi, bana çok ağır gelmişti. Zira aramızda masum olup, Allah’ı temsil eden biri varken, başkalarının kendilerini zahit, abit, âlim ve müfessir olarak one atmalan ve İslam'i tam yormuşcasına dersler vermelerinin anlamı ne olabilirdi?! Kufe'den Basra'ya hareket ettim. Aynen anlatıldığı gibi, o şahıs mescitte etrafına topladığı büyük bir gruba İslam'i anlatiyordu. Topluluk içerisinde zorlukla bir yer bularak oturdum ve ona: "Ey toplantının âlimi! Ben garip biriyim, soru sormama izin verir misin?" dedim. 0 da izin verdi. Bunun üzerine;
"Ey âlim, gözün var mıdır?" diye sordum.
O; "Evladim! Gözümün olduğunu görmüyor musun, bu, nasıl soru sormaktir?" dedi
(1 - Amr b. Ubeyd, Mutezile mezhebinin kurucularmdan olan Hasan Basri'nin öğrencilerindendir)
Ben; "Benim sorularim böyledir" dedim.
0; "Gerçi ahmakça sorulardır ama yine de sor" dedi.
Ben; "Sorarsam cevap verecek misin?"dedim.
0; "Evet" dedi.
Ben yine; "Gözün var mi?" diye sordum.
0; "Evet" dedi.
Ben; "Gözün ne işe yarıyor?" dedim.
0; "Gözlerimle renk, eşya ve kişileri görüyorve tanıyorum" dedi.
Ben; "Burnun var mıdır?" dedim.
0; "Evet" dedi.
Ben; "Burnunla ne yapiyorsun?" dedim.
0; "Burnumla kokuları alıyorum" dedi.
Ben; yine ağzının, dilinin, kulağının varlığından sordum, o da bunların kendisinde bulunduğunu ve ne işe yaradığını, birer birer söyledi.
Yine ona; "Aklm var mıdır?" diye sordum.
0; "Var" dedi.
Ben; "Onunla ne yapiyorsun?" dedim.
0; "Gördüğüm, duyduğum ve kokladığım şeyleri onunla ayırt ediyorum" dedi.
Ben; "Koklama, işitme, görme vb. azalarimn bulunması yeterli değil midir?" dedim.
0; "Bu azalarım şüpheye düştüklerinde, akıl vasıtasıyla bu şüpheleri gideriyor ve doğruyu
yanlıştan ayırt ediyorum" dedi.
Ben; "Azalarimn bir şeyi teşhis etmede şüpheye düştüğünden dolayı Alla-u Teala bu
şüpheleri gidermen için aklını yaratmıştır değil mi" dedim.
- 0; "Evet" dedi.
Ben; "0 halde insan, aklı olmadan göz, kulak, dil vs. organların bulunması vasıtasıyla yakine ulaşamaz" dedim.
- 0; "Evet" dedi.
- Ben; "Demek ki, Allah-u Teala senin, kulak, göz, burun ve dilini kendi başına bırakmamış ve onlara, doğruyla yanlışı kendilerine gösterecek bir önder ve imam kılmıştır. Bu kadar insan ve aralarında bunca ihtilaf ve tefrikaların bulunduğu halde, onların şek, şüphe ve sorunlarını giderecek, zorluklarla karşılaştıklarında kendisine müracaat edecekleri bir imam karar kılmamış mı? Böyle bir şey mümkün mü?" dedim.
Bu sözleri duyan Amr b. Ubeyd, başını önüne eğerek susup bir şey demedi. Sonra onun Hişam olup olmadığını sordu. 0nun Hişam olduğunu öğrenince, onu kendi yanına çağırarak yer verdi. Hişam orada bulunduğu sürece de söz konusu şahıs susup konuşmadı.

Bu sözleri dinleyen Imam Cafer Sadik (a.s) gülümseyerek Hişam'a; "Bu çeşit tartışmayı kimden öğrendin?" diye sordu. Hişam da cevaben, bunlan Imam (a.s)'ın kendisinden öğrendiğini arz etti.
Sonra Imam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyurdular: "Allah'a andolsun ki, bu münazara aynen bu şekilde Ibrahim ve Musa'nm Sühuf'unda da nakledilmiştir."1
Olaya başka bir açıdan yaklaşalım: Insan, Rabbini tanıdıktan sonra, yani Rabbinin varlığı, onun için ispatlandıktan sonra, tabii olarak, Rabbinin, onun bazı eylem ve duruşlarından razı olduğunu, bazılarından ise, razı olmadığını da anlamaktadır. Ancak Rabbinin bu emir ve yasakların, ne olduğunu, detaylı olarak anlayabilmesi için de, ya insanın kendisi peygamber olmalı, ya da bir peygamber vasitasiyla Rabbinin emirlerini almalıdır. Dolayısıyla, insanın, Allah resulünü tanımasının zorunluluğu, kaçınılmazdır. Onu tanıdıktan sonra, ona itaat etmesi de farzdır. Zira o Allah'ın hüccetidir, Allah'ın hüccetine itaat etmek ise, aklen farzdır. Demek ki, her zaman ve dönemde, insanların Rabbiyle olan irtibatlarını sağlaması için bir hüccete ihtiyaç vardır.

Bazı kimseler; "Peygamber (s.a.a)'den sonra Kuran bize yeterlidir; o aramızda olduğu müddetçe hiçbir şe-ye ihtiyacımız yoktur" diyebilirler. Ama şunu bilmelidirler ki, Kur'an'ın; nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, müphem, mutlak ve mukayyet ayetleri vardır. Herkes bunları anlayamaz ve ondan hüküm çıkaramaz. 0 halde herkesin Kuran'ı kendi menfaatine göre yorumlamaması için, Allah tarafından görevlendirilmiş olan bir müfessire ihtiyaç vardır. Kuran'ın anlaşılarak hüccet olabilmesi için, bu müfessirin onu insanlara açıklaması gerekir. Çünkü Kuran'ın zahir ve batınını anlamak, herkes için mümkün değildir. Bu müfessir
öyle biri olmalıdır ki, bilgileri, ya ilham yoluyla Allah tarafından elde etmeli, ya da Allah Resullünden öğrenmelidir. Böyle birinin varlığı, kaçınılmaz olduğundan, onun kim olduğunu bilmek zorundayız. Eğer bir kimse gerçekten Kuran'ın zahir ve batinim biliyorsa, o Allah'ın hücceti demektir ve Allah'in hüccetine itaat etmek ise farzdir.
(l-Usul-uKafi,c. 1, s. 224)

Şimdi bu şahsın kim olduğuna bakalım ve bütün ashabı gözden geçirelim. Acaba onların arasında, bir şey sorulduğunda, bilmiyorum, dememiş olan veya her ne sorunuz varsa benden sorun, diye buyuran, biri var mıdır? Ashabin ileri gelenlerine baktığımızda, üstün oldukları iddia edilen şahıslar, bilmediklerinin bildiklerinden daha çok olduğunu, kendilerinden daha âlim ve bilgili insanların bulunduğunu, itiraf etmiş ve zorlukla karşılaştıklarında ise, başka birine müracaat etmişlerdir. Öyleyse, bütün Müslümanların ortak görüşü olan ve ilimde Peygamber (s.a.a)'den sonra gelen şahsın, hiçbir zaman sorulan soruya bilmiyorum, demeyen ve hatta gökyüzünün yollarını yerden daha iyi bildiğini beyan eden, Resulullah'ın ilminin kapısı olan Hz. Ali (a.s)'ın huzuruna varmalıyız. Hz. Ali (a.s), zahiriyle ve batınıyla Kuran'ın tamamını bildiğinden dolayı, Allah'ın hüccetidir ve insanların O'na itaat etmesi gerekir. Hz. Ali (a.s), yeryüzünde Allah'ın hücceti ve Peygamber (s.a.a)'in de vasisi olduğundan dolayı, bütün söyledikleri haktır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s), kendilerinden sonra gelecek olan Imamları da isim ve özellikleriyle halka açıklamışlardır.

Bu konu, Peygamber (s.a.a)'den nakledilen şu hadislerle daha iyi anlaşılacaktır.
Cabir b. Semere şöyle diyor: "Babamla beraber Peygamber (s.a.a)'in yanındaydık. Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "On iki halife gelmedikçe, bu iş, hedefine varmayacaktir." Sonra başka bir şey de söyledi ki, ben anlayamadim. Babamdan, Peygamber (s.a.a)'in ne söylediğini sorduğumda ise, babam: "Peygamber (s.a.a), bu on iki hali-fenin hepsinin Kureyş'ten geleceğini buyurdu" dedi.1
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle geçmiştir: Cabir-i Co'fi, Cabir b. Abdullah-i Ensari'den, şöyle dediğini naklediyor: "Peygamber (s.a.a) bana şöyle buyurdular: "Ey Cabir! Benim vasilerim ve Müslümanların İmamları on iki kisidir. ilki Ali, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali b. Hüseyin, sonra Muhammed b. Ali ki, Bakır diye meşhurdur. Ey Cabir! Sen onun zamanina ulasacaksin, onu gördüğünde selamımı ona ilet Sonra Cafer b. Muhammed, sonra Musa b. Cafer, sonra Ali b. Musa, sonra Muhammed b. Ali, sonra Ali b. Muham-med, sonra Hasan b. Ali, sonra Kâim olan imam ki, adi benim adim ve kiinyesi de benim künyemdir; Hasan b. Ali'nin ogludur. Onun eliyle Allah yeryüzünün doğusuyla babsını fethedecektir. 0, bir müddet dostlanna gözükmeyecek (gaip olacakbr). Öyle ki, o dönemde Allah'm kalplerini imtihan ettiği kişiler hariç, diğer kimseler inançlarında sabit kalmayacaktir."
Cabir diyor ki, ben şöyle arz ettim: "Ya Resulullah! 0 Imamin, kaybet döneminde insanlara bir faydasi dokunacak mıdır?" Resulullah (s.a.a) "Evet" dedi ve şöyle devam etti: "Beni Peygamber olarak gonderene andolsun ki halk, bulut ardındaki güneşten faydalandığı ğibi, kaybet döne-minde de insanlar, O'nun velayetinden faydalanacak-lardır. Bu Allah'ın yanında mahfuz olan ilahi birsırdır. Bunu, ehil olandan başkasma anlatma..."
(1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 81; Sahih-i Muslim, c. 6, s. 3; Sahih-i Muslim, c. 6, s. 2)
Cabir-i Co'fi şöyle devam ediyor: Cabir b. Abdullah-i Ensari, İmam Ali b. Hüseyin (a.s)'ın (İmam-ı Seccad) yanına gitmişti. 0 anda Imam Seccad (a.s)'ın oğlu Muhammed b. (Imam Bakır) (a.s) dışarı çıkıyordu. Cabir O'nu gördüğünde şöyle dedi: "Ey benim Jmamım, ceddin Resulullah (s.a.a) bana, sizi göreceğimi ve selamını size ulaştırmamı istedi ve hakkınızda şöyle buyurdu:
"Nübüvvet ailesinden olan sizler hidayet imamlarısınız; sizler, çocukluğunuzda halkın en hekim olanı, büyüklüğünüzde ise, insanların en âlimleri ve bilginlerisiniz."
Yine, Peygamber (s.a.a), şöyle ilave etti: "Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın. Zira onlar sizden daha bilgilidirler."
Bunları dinleyen Imam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: "Evet, bana da çocuklukta hikmet verildi ve bu, Allah’ın bizim aNemize olan lütfü ve ihsanıdır."1
Bunun gibi onlarca hadis vardır ki, Ehl-i Beyt Jmamlarının (a.s), isim, lakap, künye ve özelliklerini beyan etmektedirler.
Değerli okuyucular! Biz, konunun uzamaması ve sizleri de daha fazla yormamak için, bu iki hadisle yetiniyor; daha fazla bilgi isteyenlere, ilgili kaynak kitaplara müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.
1- Yenabi'ul-Mevedde, 38. bab, s. 117; 71. bab, s. 427; 76. bab, s. 442; 94. bab, s. 494; Keşf-i Termizi, 1. bab, s. 58
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Marifet/ Ehl-i Beyt / İmamet

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Bazı kimseler; "Peygamber (s.a.a)'den sonra Kur'an bize yeterlidir; o aramızda olduğu müddetçe hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur" diyebilirler. Ama şunu bilmelidirler ki, Kur'an'ın; nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, müphem, mutlak ve mukayyet ayetleri vardır. Herkes bunları anlayamaz ve ondan hüküm çıkaramaz. 0 halde herkesin Kuran'ı kendi menfaatine göre yorumlamaması için, Allah tarafından görevlendirilmiş olan bir müfessire ihtiyaç vardır. Kuran'ın anlaşılarak hüccet olabilmesi için, bu müfessirin onu insanlara açıklaması gerekir. Çünkü Kuran'ın zahir ve batınını anlamak, herkes için mümkün değildir. Bu müfessir
öyle biri olmalıdır ki, bilgileri, ya ilham yoluyla Allah tarafından elde etmeli, ya da Allah Resullünden öğrenmelidir. Böyle birinin varlığı, kaçınılmaz olduğundan, onun kim olduğunu bilmek zorundayız. Eğer bir kimse gerçekten Kuran'ın zahir ve batinim biliyorsa, o Allah'ın hücceti demektir ve Allah'in hüccetine itaat etmek ise farzdir.


bu bölüm ve devamı yukarıda mevcuttur okumadan geçilmesin diye bilenler değil de bilmeyen kardeşler için bu bölüme dikkat çekmek istedim .Konu tamami ile önemli tamamını okumanızı öneriyorum.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Marifet/ Ehl-i Beyt / İmamet

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

2-Tanıma Yolları

Tanıma yolları üç kısma aynlmaktadir:

a-Tarihi boyutuyla tanimak.

b- Faziletleriyle tanimak.

c- Şuhut yoluyla tanimak.

Burada tanıma yollanni kısaca açıklayarak, aralarındaki farki ve birbirlerine olan üstünlüklerini açıklamaya çalışacağız.

a- Tarihi Boyutuyla Tanimak

Tarihi boyutuyla tanimak, her ne kadar objektif bir tanıma yoluysa da, bu yolla marifete ulaşılmaz. Zira insan bu yolla ancak Imam (a.s)'ın var olduğunu anlayabilir. Oysa bizler onlar hakkinda marifete ulaşmakla görevliyiz. Tarihi boyutu, bir örnekle açıklayacak olursak, sizden, yakından tanımadığınız; "Ali ismindeki birini taniyor musunuz?" diye sorulursa, siz onu iyice tanımadığınız için, muhtemelen cevabınızda şöyle yanıt vereceksiniz: "Onu görmüşüm, ama iyice tanimiyorum. Hasan onun arkadaşıdır, ondan sorunuz." Bu örneğe dikkat edildiğinde, Ali'nin var olduğuna dair bilginizin olduğu, ama buna karşılık, onun hakkinda marifet sahibi olmadığınız gozlemlenmektedir. Velhasil, Tarih il-minde bizlere, imamlarin (a.s) zahirî olarak nasıl dünyaya geldikleri, nasıl yaşadıkları ve benzeri şeyler öğretilmektedir. Dolaysıyla o yüce zatlari tanimak için, sırf onların tarihsel yaşantılarını bilmek yeterli değildir. DEVAM EDECEK ...
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Marifet/ Ehl-i Beyt / İmamet

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

b- Faziletleriyle Tanimak

Bu tanıma yolu iki kısımdır:

1. Kisim: Akil İle Tanıma:

Bu kısımda, İmamlarin faziletleri, akli delillerle ispatlanmaktadir. Yani akil, Imam (a.s)'m masum,adil, şecaatli ve cismi olarak da, sağlıklı ve kusursuz olması gerektiğini kavrayarak ispatlamaktadır. Bu tür marifet kelam ilmine aittir. Kelam ilminde, bu mevzular, detaylı bir şekilde açıklanır, akli delil ve gerekçeleriyle de ispatlamr. Bazi felsefi kitaplarda da, bu konulardan bahsedildiği görülmektedir.

Ancak burada bilinmesi gereken nükte şudur ki, akli yöntemle, Allah'ın yeryüzündeki halifeleri olan peygamberler ve vasilerinin, onların başında da, Allah Resulü'yle (s.a.a) Ehl-i Beyt İmamlarimn (a.s)makamlarını, bütün boyutlarıyla tammak mümkün değildir. Zira ilahi bir makam olan, ilahi hilafet ve imamet makami, normal akillarm idrak edip kavrayabilmesinden daha yiice ve daha üstün bir makamdir.

Imam Rıza (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Değeri yüce, şanı büyük, makamı yüksek, sınırı sonsuz, ğerçeği derin olan imamet makamını akılların anlaması imkânsızdır."

Sonra da, Imam (a.s) şöyle devam etmişlerdir: "... Allah, kullarının işleri için birisini seçerse, onun kalbini ğenişletir, kalbinde hikmet çeşmeleri akıtır, ona, her soru karşısında cevapsiz kalmayacagi ve duraksamayacağı bir Him öğretir... İşte böyle biri, Allah tarafından tasdik edilip onaylanan masumdur..."1

İmam Rıza (a.s)'dan nakledilen bu değerli hadise dikkat edilirse, normal akılların 0 Hazretlerin faziletlerini idrak etmekten aciz oldukları görülecektir.

l-Usul-uKafi,c. 1, s. 154

Şunu da bilmek gerekir ki, akıl, ancak iki şartla O Hazretlerin faziletlerini anlayabilir.

a) Akıl, nurani bir akıl olmalı.

b) Bu nurani akıl, özellikle Al-i Muhammed (s.a.a)'ın nuruyla aydınlanmalı.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Marifet/ Ehl-i Beyt / İmamet

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

2. Kısım: Hadislerle Tanıma:

Bu marifet türünde, hadislerde nakledilen faziletler araştırılarak, derinlemesine incelenerek, marifete ulaşılır. Bu marifet türünde önce, nakledilen hadislere müracaat edilerek konu hakkındaki hadisler birbirleriyle mukayese edilir ve böylece, hadislerin birbirlerini tefsir etmelerine çalışılır. Bu tür marifete tefekkuhi marifet de denilir.

Bu tür tanıma yolu iki özelliğe sahiptir:

1- Bu yöntemde, Imamların faziletleri, Onların kendi nurlu sözleriyle tanınmaya çalışılır.

2- Bu tanıma yolu, derinlemesine bir inceleme ve araştırmayı gerektirmektedir.

Bu kısmın daha iyi anlaşılması için, Imam Sadık (a.s)'dan bir hadis naklediyoruz. Imam Sadık (a.s) "Güzel isimler Allah'ındır, o halde O'nu, o isimlerle anın. O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir" 1 ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuşlardır: "Allah'a andolsun ki, Allah'ın güzel isimleri bizleriz; Allah, bizleri tanımayan (marifeti olmayan) kullarının amellerini kabul etmeyecektir."2

1 Araf: 180

2 - Usul-u Kafi, c. 2, s. 111

Elbette Esma'ul Hüsna, sadece Ehl-i Beyt (a.s.) ile sınırlı değildir. Ehl-i Beyt Esma'ul Hüsna'nın mahzarlarındandır.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Marifet/ Ehl-i Beyt / İmamet

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

c- Şühud Yoluyla Tanimak

Önceden de açıkladığımız gibi, tarihi marifet, Imamların hayatını yüzeysel olarak incelemekten ibarettir. Faziletlerle marifeti ise, iki kısma ayırmıştık. 1-Akli Marifet.

2- Tefekkuhi (derinlemesine) Marifet. Akli marifette, akilla Imamin varlığının gerekliliği ve sahip olmasi gereken özellikler ispatlanırdı. Tefekkuhi marifette ise, bu özellik ve faziletler derinlemesine incelenirdi. Bunları kısaca hatırlattıktan sonra, şühudi marifetin anlaşılması daha kolay olacaktır. Insanin, bu marifete ulaşabilmesi için, kendisini günahlardan arındırarak muttakiler makamma ulaşması; sonra da, o yüce varliklar (imamlar -a.s-) karşısında teslim olmasi gerekir. Böylece Allah-u Teala da lutufta bulunarak velâyet nurundan onun kalbine yansıtacaktır. Işte bu faziletlerin kalple görülmesine, nurani veya şühudi marifet denir.

Şühudi Marifete Ulaşma Yolları

Bu makama ulaşmak için bir kaç yöntem vardır. Bunlardan en önemlisi, İmamların özel ashaplarını tanımaktır.

Güneşe bakacak gücü olmayan kimseler, ancak velayet ayına bakarak o şühud makamına ulaşabilirler. Allah-u Teala, velayet güneşi ve ayına bakmak ve o nurlardan yararlanmak isteyen herkesi, dünya ve ahirette onlardan nasipsiz etmesin. Âmin.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
Cevapla

“12 İmam (İmamet) İnancı” sayfasına dön