Hz. Peygamber'in Vasisi Ve Halifesi KİMDİR?

Peygamberden sonra, Müslümanların rehberi ve lideri İmamet makamına sahip olan 12 İmamlarındır.
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

9- Bazıları tarafından ortaya atılan bir diğer itiraz ve eleştiri ise şudur ki, bu hadis Hz. Ali'nin ilk halife olmasıyla ilgili ise, neden Hz. Ali veya İmam'ın taraftarları, muhaliflerine karşı bu hadisi delil olarak göstermemişlerdir? Örneğin İbn-i Hacer bu konuda şöyle demiştir: "Gadir hadisi Hz. Ali'nin hilafetine nasıl nass olabilir, oysa ne Hz. Ali'nin kendisi, ne Abbas ne de başka birisi bu hadise istidlal etmemişlerdir? O halde Hz. Ali'nin hilafeti zamanına kadar bu hadisi delil göstermeyip susmasından aklı olan herkes anlar ki Hz. Ali bu hadisi bir nass olarak görmüyordu."[63]

Cevap:

Tarih ve hadis kaynaklarından bir nebze haberdar olan herkes bu tür iddiaların batıl ve asılsız olduğunu anlar. Merhum Allâme Emini El-Gadir kitabında Hz. Ali'nin Gadir hadisiyle istidlal edişinin belgelerini bir çok muteber Sünni kaynaktan ve alimden nakletmektedir.
Örneğin Harezmî'nin "Menâkıb"ından Hemvinî'nin "Ferâid-üs Simtayn"ından, Nesâî'nin "Hasâis"inden, Askalânî'nin "El-İsâbesi"nden Hâfız Heysemî'nin "Mecme-üz Zevâid"inden, İbn-i Meğâzilî'nin "Menâkıb"ından, Halebî'nin "Siresi"nden ve diğer birçok kaynaktan…[64]

Muhammed b. Muhammed El-Cezrî Ed-Dimeşkî de Hz. Fâtıma'nın bu hadisle istidlal edişini kitabında nakletmiştir.[65]

Yine Kundûzî "Yenabi-ül Mevedde" kitabında Hz. Hasan'ın Gadir hadisiyle istidlal edişini nakletmiştir.[66]

Aynı şekilde büyük tabiî Selim b. Kays, Hz. İmâm Hüseyn'in Minâ'da sahabe ve tabiilerden oluşan bir topluluğa okuduğu hutbede Gadir hadisiyle ihticac ve istidlal ettiğini nakletmiştir.[67]

Daha birçoklarının da bu hadisle istidlal ettikleri ve onu Hz. Ali'nin hilafet ve imametine delil olarak gösterdiklerinin belgelerini El-Gadir kitabında okuyabilirsiniz.[68]

Elbette daha sonra da Hz. Ali'nin sükutu hakkında yapacağımız açıklamada izah edeceğimiz gibi bu istidlaller hakikati açıklama ve hücceti tamamlama maksadını taşımaktaydı. Bundan dolayı da ispat ve izahında fazla ısrarcı davranmıyorlardı.
Elbette Ehlibeyt mektebinin kaynaklarında Hz. Ali'nin muhtelif yerlerde Gadir hadisine dayanarak yaptığı istidlalleriyle ilgili nakilleri vermekten vazgeçtik.
En son f_altan tarafından 05 Kas 2008, 04:46 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

10- Bir de şöyle demişlerdir: "Gerçi Hz. Ali Haşimoğullarıyla birlikte Ebu Bekir'in hilafetinin başında bir müddetliğine ona biat etmekten çekindi. Ama bilahare bir süre sonra Ebu Bekir'in hilafetini kabul etti ve ondan sonra da kendi görüş ve düşünceleriyle onlara yardımda bulunuyordu. Eğer Gadir hadisi onun hilafeti hakkında bir nass niteliği taşıyorduysa, başkalarının hilafeti gâsıbâne olmuş olur. Böyle olunca da Hz. Ali'nin bu hilafete boyun eğme yerine, ona karşı kıyam etmesi ve hakkını savunması gerekirdi.

İbn-i Hacer Heysemî[69] ve Şeyh Selim Bişrî[70] gibi bir çok Sünni alim bu eleştiriyi ileri sürmüşlerdir. Mesela Şeyh Selim Bişrî şöyle diyor: "Biz Ebu Bekir için alınan biatin, istişareye, tefekkür ve araştırmaya dayalı bir biat olmadığını ve aceleye getirilmiş bir hareket olduğunu, Ensar ve reisleri olan Sa'd b. Ubade, Haşimoğulları ve onların Ensar ve Muhacirlerden oluşan taraftarlarının ilk başta biatten çekindiklerini kabul ediyoruz. Ama bilahare hepsi Ebu Bekir'in hilafetine boğun eğip ona razı oldular ve böylece onun hilafetinde icma hasıl oldu."[71]

Cevap:

Biz bazı Müslümanların Ebu Bekir'in hilafetini kabul edip ona biat ettiğini inkar etmiyoruz. Gerçi bazısı da (Sa'd b. Ubâde gibi) ölünceye kadar direnip biat etmediler; ancak bu, onların hepsinin halifenin hilafetine razı oldukları ve onun hakkaniyetini kabul ettikleri demek değildir. Bunun başka sırrı ve sebepleri vardır. Örneğin Hz. Ali'nin ilk başlarda biat etmeyip doğru bildiklerini çeşitli vesilelerle açıklayıp hücceti her kese tamamladıktan sonra susması, hatta daha sonra bir çok konuda ilmi olarak halifelere yardımcı olduğu doğrudur. Ancak bunun sebeplerini açıklayacak en yetkili şahıs yine Hz. Ali'nin kendisidir. Dolayısıyla biz Hz. Ali (a.s)'ın bu konuda irad ettiği kendi sözlerinden yardım alarak bu konuya açıklık kazandırmak istiyoruz:

Hz. Ali (a.s), Cemel savaşından önce yaptığı bir konuşmada şöyle buyuruyor:

"Allah'a yemin ederim ki, Allah-u Teala, Yüce Peygamberi'nin ruhunu aldığından bugüne kadar, sürekli ben hakkımdan uzaklaştırılmış bulunuyorum..."[72]

Yine kendi hilafeti döneminde halifeler dönemiyle ilgili bir konuşmasında halifelerin ona ait olan bir hakkı yağmaladıklarını dile getirerek, gözünde diken boğazında kemik kalmış biri gibi bu duruma tahammül ettiğini açıkça dile getirmiştir:

"Allah'a andolsun ki falan kimse (Ebu Kuhafe oğlu Ebu Bekir), hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi üzerine giyindi. Oysa sel her zaman benden akar ve hiç bir kuş benim yükseldiğim yüce zirvelere yükselemez. Ben de hilafetle kendi arama bir perde gerdim, ondan tümüyle yüz çevirdim. Başladım kendi kendime düşünmeye; şu kesilmiş elimle hemen atağa mı geçeyim, yoksa şu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte sürekli olarak zahmetten zahmete düşer. Gördüm ki sabretmek akla daha yatkındır, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda ise kemik. Mirasımın tümüyle yağmalandığını görüyordum."

Hz. Ali'nin Medine'de kendi hilafeti döneminde okuduğu bir hutbede neden hakkını almak için kıyam etmediğini de şöyle açıklamıştır:

"Peygamber (s.a.a), bizim aramızdan gittiğinde biz onun varisi, velileri ve öz soyundan olan yakınlarıyız, artık kimse hilafet konusunda bizimle niza etmez ve göz dikmez, dedik. Ama beklemediğimiz bir şekilde Kureyş'ten bir grup bizim hakkımıza el uzatarak yöneticilik hakkını bizden aldı ve kendileri sahiplendiler. Allah'a yemin ederim ki, eğer Müslümanların arasında bölünme meydana gelmesi, küfrün tekrar geri dönerek dinin tamamen yok olması korkusu olmasaydı bu gün üzerinde olduğumuz şeyden farklı bir durumda olurduk."[73]

Hz. Ali (a.s), ikinci halife tarafından kurulan şurada kendisine hilafeti vermeleri karşısında, ortaya konulan Ebu Bekir ve Ömer'in yolunu devam ettirmesi şartını açıkça reddetmiş ve yalnız Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetine bağlı kalacağını açıklamıştır. Açıktır ki, Hz. Ali (a.s) (bazılarının dediği gibi) onların Şeyhu'l-İslamlığını yapmış olsaydı veya onların hilafetteki yöntemlerini meşru bilseydi, o zaman onların sünnetini bir ölçü olarak reddetmesinin bir anlamı kalmazdı. Yakubî nakletmiştir ki, Ömer'in kurduğu altı kişilik halife belirleme şurasında olan Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali'yi bir kenara çekerek şöyle dedi:
"Allah bizimle senin aranda şahit olsun ki, kendi hilafetin döneminde Allah'ın kitabına ve Peygamberi'nin sünnetine ve Ebu Bekir ve Ömer'in sünnetine uyasın."

Hz. Ali şöyle karşılık verdi:

"Halife olursam gücüm yettiğince sizlerin arasında Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetine uygun olarak davranacağım."

Abdurrahman sonra Osman'ı bir kenara çekerek aynı sözü ona da dedi, Osman onun isteğini hemen kabul etti. Tekrar Hz. Ali'ye aynı teklifi tekrarladı; ama Hz. Ali yine aynı cevabı vererek sözlerine şunları ekledi:

"Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetinin yanı sıra artık başka bir kimsenin gelenek ve gidişatına uymaya bir ihtiyaç yoktur. Aslında sen bu hilafeti benden uzaklaştırmaya çalışıyorsun!"

Bütün bunlar gösteriyor ki Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde hilafet sisteminin meşruiyetini kabul etmemiş ve onları kendi hakkını gasbeden güçler olarak görmüştür. Elbette Hz Ali (a.s)'ın eşsiz ilmi makamı yüzünden, halifeler kendi siyasetleriyle çelişmediği ve bilgisizlik yüzünden başka bir alternatifleri de olmadığı hallerde İmam'a başvurmuşlardır. İmam Ali de onların dinle ilgili sorularını halletmiş ve İslam'ın hükmünü beyan etmiştir.

Ama neden İmam'a başvurduklarında onların ilmi ihtiyaçlarını gidermiş ve onlara yol göstermiştir acaba? Oysa isteseydi onların sorularına cevap vermeyi reddederdi. Bunun cevabı aşağıdaki hususa dikkat edilirse açıktır.

Masum İmam'ın da Peygamberler gibi iki önemli ilahi vazifesi vardır; birincisi hilafet ve ikincisi şehadet (gözetleyicilik). Yani Hz. Adem aleyhisselam'dan başlayarak her dönemde bu iki ilahi görevi üstlenmeleri için, her zaman bulunan masum ilahi şahsiyetler (peygamberler veya peygamberlerin vasileri) var olmuşlardır. Hilafet görevi, insanların doğru şekilde yönetilmesini ve toplumda ilahi hükümlerin uygulanmasını sağlamak içindir. İkinci görev olan şahadet (gözetleyicilik) görevi ise, dine bağlı olan insanların haktan sapmalarını önlemek ve sürekli ilahi hükümlerin tahriften korunmasını sağlamak içindir.

Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayet peygamberlerin bu iki ilahi göreve sahip olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklama ışığında şu noktaya dikkat etmek gerekir ki, bir peygamber veya imamda bu iki görevden birinin sekteye uğraması yani bazı engeller yüzünden yürürlük kazanmaması, diğer vazifenin de tatil olmasını gerektirmez. Bir çok peygamber kendi dönemlerinde hilafet görevini yüklenmemesine rağmen ikinci görevlerini, yani şahadet (gözetleyicilik görevini) yerine getirmiştir. Peygamber veya masum imam bu iki görevden hangisini ifa etmeğe bir fırsat bulursa, onu yerine getirmelidir. Çünkü bu onun ilahi mesuliyetidir.

Hz. Ali (a.s) ilk üç halife döneminde hilafet görevini ifa etmekten mahrum bırakılmasına rağmen şahadet görevini kısmen ifa etmeğe fırsat bulmuş ve bu vazifeyi yerine getirmiştir. Ancak bunun yanı sıra, sürekli onların hilafetlerinin meşru olmadığını da çeşitli şekillerde imkan dahilinde beyan etmiştir. İslam'ın temeli tehlikeye düşmesin diye de bir kıyama baş vurmamıştır. Bizce, İslam tarihinde gerçek manada bir araştırması olan kimse bunların hiçbir gizli yönü olmayan apaçık gerçekler olduğunu anlar. İsteyen kabul eder ve istemeyen emr-i vaki'i müdafaa etmek için onları görmezlikten gelir.

Elbette Hz. Ali'nin bu tutumunu gören dostları da İmam'a uyarak aynı çizgiyi takip ettiler.
Ayrıca Ehlibeyt kaynaklarında nakledilen bazı hadislerde Allah Resulü de kendisinden sonra meydana gelecek bazı olayları bildiği için Hz. Ali'ye sabretmesi ve kıyam etmemesini buyurmuştu. Ehli Sünnet kaynaklarında nakledilen bazı rivayetleri de aynı istikamette yorumlamak mümkündür. Örneğin Sahih-i Müslim'de Resulullah (s.a.a)'den şöyle nakledilmiştir:

"Benden sonra bazı tekelcilikler ve sevmediğiniz olaylar olacaktır."

Dediler ki "Ya Resulallah, bizden birsi o zamanı idrak ederse ne yapmasını emredersiniz?" Cevaplarında şöyle buyurdu:

"Üzerinizde olan hakları eda edin; ama kendi haklarınızı (almaya kalkışmayın); onları Allah'tan dileyin." [74]

Bir diğer rivayette şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Benden sonra bazı tekelcilik (ve haksızlıklar) meydana gelecektir. Böyle bir ortamda havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabredin." [75]

Bütün bunların sırrı, yukarıda Hz. Ali'den naklettiğimiz sözlerde açıkça görülmektedir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

11- Gadir hadisi hakkında ileri sürülen en son, belki de en önemli itiraz, şimdi ele alacağımızdan ibarettir. Aslında diğer bütün eleştiri ve itirazlar da ilmi olmaktan çok siyasi olan bu konuyu tevil edip altından kalkmak için yapılmaktadır.

Evet, diyorlar ki: "Gadir ve benzeri hadisleri Şia'nın dediği şekilde anlamak, yani onları Hz. Ali'nin imamet ve hilafetine bir nass olarak kabul etmek, bütün sahabeyi zan altında bırakmak ve onları Allah ve Resulü'ne muhalefetle suçlamak demektir. Allah ve Resulü Hz. Ali'yi halife olarak tayin ettiği halde o kadar sahabinin Resulullah'tan sonra bu emre muhalefeti nasıl düşünülebilir? Bu mümkün olmadığına göre bize düşen bu nasları (mütevâtir bile olsa) ya bir türlü tevil etmek veya onlardan vazgeçmektir!!"

Örneğin İbn-i Hacer Heysemî Sevâik kitabında takriben bu manayı ifade eden sözler söylemiştir.[76]

Şeyh Selim Bişrî de Allâme Şerefuddin'in cevabında açık bir şekilde yukarıda naklettiğimiz sözlerin benzeri söylemiştir; o diyor ki: "Basiret ehli olanlar ve sahih düşünce sahipleri, sahabeyi Resulullah'a muhalefetten münezzeh biliyorlar. Dolayısıyla Resulullah'tan birisinin imametine dair bir nass duyup da buna muhalefet etmeleri ve başkalarını ona tercih etmeleri mümkün değildir."[77]

Bir başka yerde yine Allâme Şerefuddin'e hitaben şöyle yazıyor: "Ben bu hadislerin sizin söylediğiniz manaları ifade ettiğinde hiçbir kuşkum yoktur ve eğer sahabenin sergilediği tutum ve davranışlar olmasaydı, ben kesinlikle sizin dediklerinize teslim olurdum. Ancak sahabenin yaptıklarına hüsn-i zan edip onları doğruya yorumlamamız gerekir. Bu yüzden selef-i sâlihe uyarak bu rivayetlerin zahirine göz yummamız gerekir!!"[78]

Bir başka yerde ise şöyle diyor:"Sahabenin amellerini iyiye yorma zorunluluğu olduğu için, Gadir hadisini onların davranışlarıyla örtüşecek şekilde tevil etmemiz gerekir; hatta mütevâtir bile olsa…"[79]

Cevap:

Bu iddia ve itiraza vereceğimiz cevaba yardımcı olacağı için, önce İbn-i Ebi-l Hadid Mutezilî ve üstadı Ebu Cafer İskâfî arasında geçen bir diyalogu aktarmak istiyoruz. İbn-i Ebi-l Hadid diyor ki: Hz. Ali'den nakledilen "Çünkü o hilafet öyle bir makamdı ki bir grup ona hırs göstererek haksızlıkla onu tekelleri altına aldı. Ve başka bir grup da cömertçe ondan vazgeçti. Hakim Allah'tır; Kıyamette ona dönülecektir…" [80] sözünü üstadım Nakib Ebu Cafer İskâfî'nin yanında okuduğumda, ona "İmam, bu cümlede hangi günü kastetmiştir; (Ebu Bekir'in hilafete seçildiği) Sakife gününü mü, yoksa (Osman'ın hilafete seçildiği) şura gününü mü?" diye sordum. O da "Sakife günü" diye cevap verdi. Ben "Peygamber'in sahabesine onun emerine muhalefet etme isnadında bulunmaya gönlüm razı olmuyor!" dediğimde, Ebu Cafer şu cevabı verdi bana:
"Benim de Peygamber'e "Ümmetin imamet ve rehberliği konusunda ihmalkarlık yaptı ve halkı şaşkın ve perişan vaziyette ve karmaşa ve fitne içinde bırakıp gitti" isnadında bulunmaya gönlüm razı olmuyor!! O hayatta olduğu halde ve sadece kısa bir müddetliğine de olsa Medine'yi terk ettiğinde bile müslümanları başsız ve emirsiz bırakıp gitmiyordu. O halde çıkabilecek ve ıslahı artık mümkün olmayacak fitneleri bildiği halde, ebedi olarak onların içinden ayrıldığında, nasıl onları sahipsiz ve öndersiz bırakıp gidebilir? Bu makul mü?"[81]

Merhum Allâme Eminî'nin El-Gadir kitabındaki tabiri de oldukça manalıdır; diyor ki: "Bazıları "Selef"in hilafet konusundaki tavrına o kadar hüsn-i zanla yaklaşıyorlar ki artık onların yaptıklarını iyi ve meşru gösterebilmek için, Resulullah'ın en açık hadislerini dahi değiştirme ve tevil etme yoluna gidebiliyorlar. Fakat tam tersi bir noktada bizim Resulullah'a karşı taşıdığımız yakinî bir hüsn-i zan, bizi Resulullah'ın asla ihmal ve müsamaha yapmadığını ve hilafet ve imamet başta olmak üzere ümmetin ihtiyacı ve zarureti olan her şeyi onlara açıkladığını söylemeye zorluyor!"[82]

Evet, bize göre sahabenin bir kısmı, sadece Resulullah'tan sonra değil, hatta bizzat Allah Resulü'nün zamanında bile bir çok konuda Resulullah'ın açık emrine rağmen ona itina etmeyip kendi bildiklerini yapmışlardır. Biz bunun bazı bariz örneklerini vermeğe çalışacağız, ancak ondan önce Merhum Allâme Şerefuddin'in Sahabenin imamet konusundaki nasları dikkate almadıklarıyla ilgili bir açıklamasını dikkatinize sunmak istiyoruz.

Allâme Şerefuddin diyor ki:
"Müslümanlar ibadî konularda Resulullah'a itaat etmelerine rağmen siyasi konularda bazen muhalefet ediyorlardı. Gerekçeleri ise şuydu ki siyasi konularda da ibâdî konular gibi itaat etme zorunlulukları olmadığını ve Resulullah'ın görüşlerine karşı görüş bildirme hakkına sahip olduklarını düşünüyorlardı. Ezcümle hilafet konusunda da sahabeden bir kısmı Hz. Ali'nin Resulullah tarafından hilafete tayin edildiğini bildikleri halde, bunun maslahat olmadığını ve halkın Hz. Ali'nin hilafetine razı olmayacağını düşündüler. Zira kabilelerin çoğusundan bir çok kişi savaşlarda Hz. Ali tarafından öldürülmüştü.
Yine Hz. Ali'nin şiddetli adalet anlayışından korkuyor ve biliyorlardı ki o iş başına geldiğinde halis hak ölçülerine dayanarak icraat yapacaktır. Öte yandan bir çoklarının ona karşı haset ettiklerini de biliyorlardı. Bütün bunları dikkate alarak Hz. Ali'nin hilafetinin dikiş tutmayacağını zannediyorlardı!
Dolayısıyla kendilerince ümmetin ihtilaf ve fitneye düşmesini önlemek için, Hz. Ali'nin Peygamber (s.a.a) tarafından hilafete tayin edildiğini bildikleri halde, nasları göz ardı edip başkalarına biat ettiler! Elbette bu, Resulullah'ın açık nassı karşısında yapılan bir ictihattı ve bu onların nass karşısında yaptıkları ictihadın ilki değildir ve buna benzer bir çok ictihatları vaki ve sabittir."[83]
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Şimdi biz Allâme Şerefuddin'in bahsettiği sahabenin nassa karşı yaptıkları ictihad ve Resulullah'a muhalefetlerinden bazı bariz örnekler vermeğe çalışacağız:
Bu örneklerden birisi Allah Resulü'nün hayatının son demlerinde gerçekleşmiştir. Resulullah (s.a.a) ölüm döşeğinde yatarken bir ara yanındakilere hitaben şöyle buyurdu:

"Bana bir kağıt kalem getirin, size bir yazı yazayım ki benden sonra asla dalalete düşmeyesiniz. Bir çok diğer sahabiyle birlikte orada bulunan Ömer b. Hattab, kağıt kalem getirmek isteyenlere engel olarak şöyle dedi: "Hastalık ona (Peygamber'e) galebe etmiştir." [84]

Bir diğer rivayette "Peygamber sayıklıyor, aramızda Kur'ân var ve Kur'ân bize yeterlidir." [85] diyerek Resulullah'ın istediği yazıyı yazmasına engel olmuştur. Bu olayın detaylarını ve bu tarihi olay hakkında bazı Sünni alimlerin getirdikleri tevillere ve mazeretlere Allâme Şerefuddin'in verdiği harika cevapları El-Mürâcaât kitabında okuyabilirsiniz.[86]

Bu muhalefetlerin bir diğer bariz örneği "Hudeybiye" antlaşmasıdır. Allah Resulü Mekke müşrikleriyle anlaşmaya karar verince, üç defa "Kalkın başlarınızı tıraş edip ihramdan çıkın" buyurduğunda, her defasında Resulullah'ın sözüne itina etmeyerek başlarını tıraş etmekten çekindiler!! Ardından Allah Resulü öfkelenerek Hz. Ümm-ü Seleme'nin çadırına gittiler. Bu olayda muhalefet edenlerin başında Ömer b. Hattap geliyordu. O, Resulullah'ın bütün açıklamalarına rağmen yapılan antlaşmaya itirazını Ebu Bekir ile konuşuncaya kadar sürdürdü…" Hatta bazı nakillerde "Ben o günkü kadar Resulullah'ın peygamberliğinde şüphe etmemiştim" dediği kaydedilmiştir. Bu olay geniş bir şekilde bir çok meşhur Sünni kaynakta nakledilmiştir." [87]

Bu muhalefetlerin bir meşhur örneği ise, Üsâme b. Zeyd'in komutanlığına ve orduya katılma emrine yapılan itiraz ve muhalefettir. Allah Resulü (s.a.a) Mute'ye göndereceği ordunun komutanlığına on sekiz yaşındaki genç Üsâme'yi seçip Hz. Ali'nin dışında (üç halife de dahil) bütün sahabeye bu orduya katılma ve Medine'de kalmama emri verip katılmayanları lanetlediği halde, emrine muhalefet edip Resulullah vefat edinceye kadar Medine'den ayrılmadılar. Zaten ilk başlarda da Üsâme'nin küçük yaşına itiraz etmişlerdi ki Allah Resulü de cevaplarında "Siz onun babasının komutanlığına da itiraz etmiştiniz. Oysa hem o komutanlığa layıktı hem de babası" buyurmuştu.[88]

Verebileceğimiz bir diğer örnek sahabeden bazısının Huneyn savaşında Resulullah (s.a.a) tarafından ganimetlerin paylaştırılmasına yaptıkları çirkin itirazlarıdır ki İbn-i Kesir ve Taberî tarihlerinde naklettikleri gibi, diğer bir çok kaynakta da zikredilmiştir.[89]

İşte bu noktaları görmezlikten gelemeyen insaflı bir Sünni alimi şöyle yazıyor: "Sahabenin adaleti nazariyesi siyasi bir nazariye ve Emevî bir plandır ki Ümmeyye oğulları İslam dışı siyasetlerini tevil edip temize çıkarabilmek için onu uydurmuş ve ondan bir çok yerde kendi lehlerine istifade etmişlerdi."[90]

Şunu da bilmek gerekir ki Gadir gününde Gadir-i Hum'da bulunup da bu tarihi olaya şahit olanların, aynı şekilde sahabenin hepsi Medin'de değillerdi ve geniş İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde yaşamaktaydılar. Medine'de yaşayanların mevcudu ise üç dört bin kişi civarındaydı; bunlardan bir çoğu da "Mevâlî" denilen Arap dışı muhacirlerdendi ki kayda değer siyasi ve sosyal bir yere sahip değillerdi ve kimse onların görüşlerine itina etmiyor ve kendileriyle istişarede bulunmuyordu. Ayrıyeten henüz kabilecilik düzeni topluma hakim olduğu için siyasi ve sosyal konularda görüş bildirme ve söz hakkı sadece kabile reisleri ve tabiri caizse ak sakallılarla sınırlandırılmıştı ve başkalarının görüş ve tutumlarını önemseyen yoktu.

Medine'deki sahabeden sonra sadece bazı kabilelerin reislerinin görüşlerine başvuruluyordu. Bunların içinden de Resulullah'ın amcası Abbas, Hz. Ali, Zübeyr ve diğer birçokları ta işin başında biatten çekinip Hz. Ali'nin evinde itiraz mahiyetinde toplanmışlardı. Diğer bazıları ise (Sa'd b. Ubâde ve oğlu Kays b. Sa'd gibi) açık bir şekilde bu biate ve Resulullah'ın naslarına yapılan muhalefete karşı geldiler. Dolayısıyla naslara açık muhalefette bulunup hilafeti başkalarına kaydıranlar, az bir guruptan ibaretti. Ancak bu işi Ömer b. Hattab'ın da dediği gibi oldu bittiye getirip, başkalarına emri vaki yaptılar ve hatta şöyle bir görüş ortaya attılar ki bir kimse bir diğerine biat etti mi başkaları da buna boyun eğmelidir; aksi taktirde öldürülürler. Böylece insanları biate zorlayıp işi bitirdiler.

Bu durumu İbn-i Kuteybe'nin "El-İmâmet-u Ves-Siyâse" kitabında naklettiği belge açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O şöyle yazıyor: "Hz. Ali Peygamber'den kendisi hakkında nakledilen nasları insanlara hatırlatınca, onların beyan ettiği mazeret şuydu: "Artık iş işten geçti ve biz olup bitmiş bir durumla karşı karşıyayız. Eğer sen daha erken davransaydın durum farklı olurdu…"[91]

Medine dışında yaşayan sahabe ve Müslümanlara gelince, onlar o günün kısıtlı ve zor haberleşme imkanlarından dolayı uzun bir zamandan ve her şey olup bittikten sonra olaydan haberdar oldular. Medine dışındakiler genellikle Medine'den gelen haberlere kulak asıyor ve ona göre hareket ediyorlardı. Bu olayı duyunca da çoğusu şöyle dediler: "Bunlar son ana kadar Peygamber'le birlikte idiler. Belki de Peygamber (s.a.a) yeni bir plan sunmuş ve farklı bir emirde bulunmuştur. Bazıları ise haberi duyup da buna muhalefet edince, canlarından oldular. Bunun en açık örneği Malik b. Nüveyre'nin olayıdır ki bütün muteber kaynaklar nakletmişlerdir.[92]

İşte böylece mütevâtirliğinde bile şüphe olmayan "Gadir" olayı unutuldu-unutturuldu ve tarihin ilginç inkarları arasında yer aldı!!
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

KAYNAKÇA:

[1]- Ehlibeyt mektebi kaynaklarında bu olayın detayları çok daha geniş ve etraflı bir şekilde nakledilmiştir. Ancak karşı taraf, sadece kendi kaynaklarına güvendiği için sadece Sünnî kaynaklardan olayı nakletmeye çalışacağız. Ayrıyeten şunu da hatırlatmamız gerekir ki nakillerde verdiğimiz kaynak adreslerinin tamamına yakını, bu kaynakların Arapça orijinalindendir.
[2]- Müsned-i Ahmed, c.4, s.281
[3]- Müstedrek-üs Sahihayn, Beyrut, Dâr-ül Maâife baskısı, c.3, s.109-110
[4]- Müstedrek-üs Sahihayn, Beyrut, Dâr-ül Maâife baskısı, c.3, s.120
[5]- Sünen-i İbn-i Mâce, Beyrut, Dâr-ül-Fikr baskısı, c.1, s.43, Hadis: 126
[6]- Sünen-i Tirmizî, Beyrut, Dâr-ül Kütüb-il-İlmiyye baskısı, c.5, s.591, Hadis: 3713
[7]- Şerh-ül-Mevâkif (Cürcânî), c.8, s.361
[8]- Es-Sevâik-ül Muhrika, s.64
[9]- El-Fisal (İbn-i Hazm) c.4, s.224
[10]- İhkâk-ul-Hak, c.2, s.423
[11]- El-Gadîr, c.1, s.320
[12]- El-Gadîr, c.1, s.294
[13]- El-Gadîr, c.1, s.222
[14]- İhkâk-ül Hak, c.2, s.426
[15]- El-Gadîr, c.1, s.314
[16]- Tehzîb-üt Tehzîb, c.7, s.288, Dâr-ül Kütüb-il İlmiyye, Beyrut
[17]- Feth-ül-Bârî (Askalânî), c.7, s.61, Dâr-ül-Kütüb-il İlmiye, Beyrut
[18]- Yenâbi-ül Meveddet, c.1,s.35
[19]- Esme-l Menâkıb, Fî Esne-l Metâlip, s.22
[20]- Şerh-i Sahîh-i Müslim (Nevevî), Dâr-ü İhyâ-it Turas, Beyrut, c.1, s.24, El-Müstedrek-u Ales-Sahihayn, Dâr-ül Ma'rife, Beyrut, c.1, s.3
[21]- El-Gadîr, c.1 s.320
[22]- Es-Sevâik-ül Muhrika s.64
[23]- Es-Sevâik-ül Muhrika s.188
[24]- Es-Sevâik-ül Muhrika s.64
[25]- Hamâse-i Gadîr s.35
[26]- Şerh-ül Mevâkıf c.8 s.361
[27]- Şerh-ül Mevâkıf c.8 s.361
[28]- Es-Sevâik-ül Muhrika s.64
[29]- Şerh-ül Mevâkıf c.8, s.361
[30]- Es-Sevâik-ül Muhrika s.65
[31]- Şerh-ül Mevâkıf c.8, s.261
[32]- Abekât-ul Envâr, 8. cildin tamamı ve 9. cildin 80 sayfasını bu konuya ayrılmıştır.
[33]- El-Gadîr, c.1, s.361
[34]- En-Nihaye (İbn-i Esir), c.5, s.228
[35]- El-Gadîr, c.1, s.370
[36]- El-Mürâcaât, s.141. Ama daha sonra da değineceğimiz üzere, Şeyh Selim Bişrî ve onun gibi diğer bir alim, bunu açık bir şekilde itiraf ve kabul etmelerine rağmen, hadisin gereğine göre hareket etmekten kaçınmalarına gösterdikleri yegane gerekçeyi şöyle açıklamaktadırlar: "Ne yapalım ki sahabe bu hadislerin gerektirdiği şekilde hareket etmemiştir. Bize düşen ise onların yaptıklarına hüsn-i zan gösterip bu hadislerin zahirine göz yummaktır!!" İleride bu sözlerin tafsilatına değineceğiz inşaalalh.
[37]- Ebekat-ul Envar, c.10, s.410
[38]- Ebûl-Ferac İsfahânî "El-Egânî" kitabında şöyle yazıyor: Arapların hepsi, Medine halkının en şair halk olduğunda ve Medine'liler arasında da en üstün şâirin Hassân olduğunda ittifak etmişlerdir. El-Egânî, c.4, s.143
[39]- El-Gadîr, c.2, s.34
[40]- El-Gadîr, c.2, s.67
[41]- El-Gadîr, c.2, s.114
[42]- El-Gadîr, c.1, s.342
[43]- El-Gadîr, c.2, s.25
[44]- El-Gadîr, c.1, s.272-283
[45]- El-Gadîr, c.1, s.246
[46]- El-Gadîr, c.1, s.214
[47]- Abekât-ül Envâr, c.8, s.226
[48]- Ferâid-üs Simtayn, c.1, s.315
[49]- Şerh-ül Mevâkıf, c.8, s.361
[50]- El-Gadîr, c.1, s.371
[51]- Ebekât-ül Envâr, c.10, s.288
[52]- Es-Sevâik-ül Muhrika, s.65
[53]- Şerh-ül Mevâkıf, c.8, s.362
[54]- Es-Sevâik-ül Muhrika, s.67
[55]- El-Umde, s.116
[56]- El-Gadîr, c.1, s.274, Şeref-ül Mustafâ ve diğer bir çok Sünni kaynaktan naklen…
[57]- Şerh-ül Mevâkıf, c.8, s.361
[58]- Şerh-ül Mevâkıf, c.8, s.361, dipnot…
[59]- Es-Sevâik-ül Murika, s.67
[60]- El-Müracaât, s.182
[61]- Es-Sevâik-ül Muhrika (İbn-i Hacer Heysemî), s.69
[62]- El-Gadir, c.2, s.278
[63]- Es-Sevâik-ül Muhrika, s.69
[64]- El-Gadir, c.1, s.159
[65]- Esme-l Menâkıb, Fi Tehzib-i Esne-l Metâlib, s.32
[66]- Yenâbi-ül Mevedde, s.482
[67]- Mevsuat-u Kelimât-il İmâm-il Hüseyn (s.a), s.370
[68]- El-Gadir, c.1, s.198-213
[69]- Es-Sevâik-ül Muhrika, s.76
[70]- El-Mürâciât, s.232
[71]- El-Mürâciât, s.232
[72]- Nehc-ül-Belağa, Hutbe: 6
[73]- Şerh-u Nehc-il-Belağa (İbn-i Eb-il Hadid), 3. Hutbenin Şerhi.
[74]- Sahih-i Müslim, c.12, s.232.
[75]- Sahih-i Müslim, c.12, s.235.
[76]- Es-Sevâik-ül Muhrika, s.68
[77]- El-Mürâciât, s.237
[78]- El-Mürâciât, s.141
[79]- El-Mürâciât, s.177
[80]- Nehc-ül Belağa, Hutbe: 161. İkinci cümleden İmam (a.s) zahiren kendisini kastetmektedir. Yani birileri hilafet için o şekilde hırs gösterip onu tekellerine alınca, İmam (a.s) İslam'ın maslahatı ve korunması ve fitnelerin önlenmesi için hilafete göz yumdu.
[81]- Şerh-u Nehc-il Belağa (İbn-i Ebi-l Hadid), c.9, s.248
[82]- El-Gadir, c.1, s.401
[83]- El-Mürâciât, s.237. Allâme Şerefuddin'in bizzat kendisinin bu konuda yazdığı "En-Nass-u Vel-İctihad" isimli geniş bir eseri vardır ki, bu eserde sahabenin nassa karşı yaptıkları ictihatlardan yüze yakın örnek zikretmekte ve hepsini bizzat Sünni kaynaklardan nakletmektedir.
[84]- Sahih-i Buhârî, c.4, s.7, Bab-u Kavl-il Meriz-i Kûmu Annî.
[85]- Sahih-i Buhârî, c.3, s.91
[86]- El-Mürâciât, s.240
[87]- Örneğin Taberî kendi tarihinde, c.2, s. 124, İbn-i Kesir "El-Bidâyet-u Ven-Nihâye" isimli tarihinde, c. 4, s.170-178 ve İbn-i Esir "El-Kâmil isimli meşhur tarihinde, c. 2, s.205.
[88]- Teberî Tarihi, c.2, s.225
[89]- El-Bidâyet-u Ven-Nihâye, c.4, s.353, Teberî Tarihi, c.2, s.122. Diğer kaynaklar için Allâme Şerefuddîn'in "En-Nass-u Vel-İctihad" kitabına müracaat edebilirsiniz.
[90]- Nazariyyet-u Adalet-is Sahabe (Ahmet Hüseyin Yakup, Ürdün), s.107
[91]- El-İmâmet-u Ves-Siyâse, s.12
[92]- Tarih-i Taberî, c.2, s.504
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. ALİ (A.S) HİLAFETTEN NASIL MAHRUM BIRAKILDI?

Hz. Ali (a.s) Allah'ın emri ve Hz. Resulullah (s.a.a.)'in açık beyan ve tebliğiyle Gadir-i Hum günü halifelik makamına atanmış, ama daha sonra gelişen olaylarda ümmet, Allah ve Resulünün emrini uygulamamışlardı. Hz. Resulullah (s.a.a)'in Gadir-i Hum günü açıkça irâd buyurduğu hutbe henüz bütün Müslümanların kulağında çınlamaktayken, böyle bir şeyin nasıl ve niçin meydana geldiğine şaşırmamak gerçekten mümkün değildir.
Mevzunun biraz olsun aydınlığa kavuşması için burada tarihin bir dilimine kısaca değinmek, şu "Sakiyfe hadisesi"nin niçin ve nasıl vuku bulduğunu özetle incelemek zorundayız:

1- Târihi belgelerin de açıkça koyduğu üzere Kureyşliler öteden beri Haşimilere karşı düşmanlık besliyorlardı. Hatta Hz. Resulullah (s.a.a)'in sağlığında bile çeşitli yollarla bu kinlerini defalarca kusmuşlardır ve bu konuda Süleyman Belhi çokça rivayet nakletmektedir.[1]

Hatta iş öyle bir hadde vardı ki Hz. Resulullah (s.a.a) "Bazıları, Ehl-i Beyt'im konusunda eziyet ediyorlar bana" diye buyurdular. Bunu duyan Ensar derhal silahlanıp savaşa hazır halde Hz. Peygamber (s.a.a)'in yanına gittiler.

Muhib Taberi ve Bezzaz'dan gelen bir rivayette Kureyşlilerin bir gün Benî Hâşim'e küstahça çatarak "Çiçek, bazen de bataklıkta yeşerir" (Hz. Peygamber (s.a.a) Haşimilerdendir) dedikleri ve Hz. Resul-ü Ekrem'in bu sözden pek rahatsız olduğu geçer.[2]

Kısacası Kureyşliler, halifeliğin Haşimilere kalmasından yana değiller ve bu makamı Haşimilerin elinden almaya çalışıyorlardı.[3]
Yakubi, İbn-i Abbas'la Ömer arasında geçen bir konuşmayı aktarırken Ömer'in "Ey İbn-i Abbas! Allah'a yemin ederim ki amcanoğlu Ali, hilafete en layık olan kimsedir hakikaten! Ama Kureyşliler onu görmeye bile tahammül edemiyorlar!..."[4] dediğini yazar.

Buna benzer başka bir rivayette de İbn-i Esir aynı sözleri aktarır.[5]
İbn-i Ebi'l Hadid, İbn-i Abbas'tan naklettiği bir rivayette Ömer'in şöyle dediğini yazar: "Ben Ali'nin mazlum olduğuna kesinlikle inanıyorum. Muhacirler, sırf yaşça genç olduğu için Ali'yi istemedi.” [6]

Aynı anlamdaki cümleleri Ömer'den Taberi de aktarmaktadır[7] ve el-Ğadir'de, Ömer'in sözleri kelimesi kelimesine aktarılmaktadır.[8]
Abdulfettah Abdulmaksud "el-İmam Ali" adlı kitabında "Kureyşliler" Hz. Peygamber'e besledikleri hıncı Hz. Ali'den çıkardılar" der ve "Hz. Resulullah (s.a.a)'e ne yaptılarsa Ali'ye de aynısını yaptılar" diye ekler!
Büreyde olayında, Hz. Resulullah (s.a.a)'in yanında, onu Hz. Ali (a.s)'dan şikayette bulunmaya zorladıkları ve böylece Resulullah'ın Ali'ye olan sevgisinin azalacağını umdukları yazılır.[9]

Hz. Resulullah (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin geleceğinden hep endişe duyar ve "Benim ölümümden sonra Ehl-i Beyt'im bu ümmetin elinden pek çok perişanlıklar çekecek ve ümmetim tarafından öldürüleceklerdir." [10] buyururdu.

Hz. Ali (a.s) şöyle der: "Kureyşliler Hz. Peygamber'e (s.a.a) besledikleri kin ve düşmanlığı bana karşı sürdürdüler ve benim evlatlarıma da aynı şeyi yapacaklar. Benim Kureyş'le bir alıp veremediğim yoktu; ben Allah ve Resulünün (s.a.a) emri gereğince onlarla savaşmıştım" [11]

Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere "Muhacirler" olarak tanınan Kureyşliler Hz. Ali (a.s) ve diğer Haşimoğullarına düşmanlık ve kin güdüyorlardı. Her fırsatta dilleriyle veya kinayelerle bu düşmanlıklarını belirtmekte ve huzursuzluk çıkarmaktaydılar.

2- Kalbinde hastalık olanlar, bilhassa bazı muhacirler; Hz. Ali'nin İslam ahkâmını uygulama hususunda kimseye en ufak bir müsamaha göstermeyeceğini, bu hususta uzlaşma ve yumuşamasının imkansız olduğunu, buna göre böyle birinin işbaşına geçmesi halinde kendi durumlarının bir hayli zorlaşacağını -en azından, umdukları refah ve mevkilere ulaşamayacaklarını- biliyorlardı. Ömer'in kendisi bunu bizzat vurgulayarak şöyle der:

"VALLAHi eğer Ali Müslümanların başına geçerse onları doğru yola sokacaktır. Gerektiğinde haklı olarak onlara çatacak, hesaba çekecek ve azarlayacaktır ki bu da insanlara hoş gelmeyecek ve ona karşı kıyam ve isyan edeceklerdir!"

3- Mekke'nin fethiyle İslam'ı kabul etmek zorunda kalan Ümeyyeoğulları ve bilhassa Muaviye ile babası, kardeşi ve diğer bir grup, kendi dostlarından, İslam'ın merkezinde esrarengiz bir Emevi örgütü oluşturarak halifeliği Haşimoğullarına kaptırmamak için işe koyuldular.
Bu tür bir planın asıl müsebbiplerini bulabilmek için neticede kimin kârlı çıktığına ve sonuç olarak umulan makamları kimlerin elde ettiğine bakmak gerekir.

Nitekim, Hz. Ali'nin Ebubekir'e biat için zorla götürüldüğü gün, orada bulunan Ömer'e dönüp "Bu sütü iyi sağ sen; yarısı sana düşecek nasılsa! Bugün Ebubekir için biat topluyorsun ki, yarın halifelik postunu sana devretsin!" diyerek çıkıştığı bilinmektedir.[12]

Gerçekten de Ebubekir ne şura, ne de seçim yoluna gitmeksizin kendisinden sonra halifeliği Ömer'e bırakmış, bununla ilgili "yazı"yı, o sırada orada bulunan "Osman" yazmış, üstelik bu yazı da, her nedense Ebubekir'in koma halinde olduğu ve sürekli baygınlık geçirip sayıkladığı son dakikalarında yazılmış ve Ömer tarafından oluşturulan altı kişilik "Şura" da "Ali'nin seçilemeyeceği bir şekilde" tasarlanıp hazırlanmıştı!

Yine mevcut belgelere göre Hz. Ali'nin Ömer'in evinden çıkarken, orada bulanan amcası Abbas'a dönüp halifeliğin yine kendisine bırakılmayacağını söylediği bilinmektedir.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Sakife'de noktalanan "halife tayini" olayı önceden hesaplanıp planı çizilmişti.

Önceden hesaplanmış ve kararlaştırılmış bu olayın nasıl gerçekleştirildiği ve hangi yöntemlerle uygulama safhasına getirildiğinin açığa kavuşması için Sakife macerasını ana kaynaklarda nakledildiği üzere adım adım ve özetle incelemek faydalı olacaktır:

"Hz. Resulullah (s.a.a) dünyadan göçmüştü. Başlarında Hz. Ali (a.s)'ın bulunduğu Haşimilerle diğer bir grup sahabe, Allah Resulünün (s.a.a) pâk naşının gusül ve kefen işleriyle meşguldü.[13]

Muhacirlerin çoğuyla, Useyd b. Huzeyre, Beni Abdul Eşhel, Evs kabilesinden bir grup[14] ve Zeyd b. Sâbit'le Beşir b. Sa'd gibi "Ensar"dan müteşekkil bir grup Ebubekir'in etrafına toplanarak aceleyle Benî Sâide Sakifesi'ne doğru hareket ettiler.[15]

Bir grup Ensar da, "Sa'd b. Ubade"nin etrafında toplanmıştı. Konuşmalar başladı. Her kafadan bir ses çıkmaya başlayınca ortada hiçbir söz birliği yokken Ömer kimseye danışmaksızın Ebubekir'in eline sarıldı; nezaketli ifadelerle birbirlerini halife olmaya davet ettiler.[16]

Derken, Ömer Ebubekir'e biat etti. Beşir b. Sa'd'le Zeyd b. Sâbit de konuşma yaparak Ebubekir'le biat konusunda Ensarı ikna etmeye çalıştılar. Muhacirlerle Ensarın çoğunluğunun biati sağlandı ve halife tayini işi böylece gerçekleşmiş oldu.

Burada, dikkatle üzerinde durulması gereken birkaç nokta söz konusudur:
Birincisi; Hz. Resulullah (s.a.a)'in ölüm döşeğinde iken verdiği "Usame" komutasındaki ordunun hemen yola çıkması ayrıca Birinci, İkinci ve Üçüncü halifelerin de bu ordunun birer askeri olarak Medine'yi mutlaka terketmelerinin gerekliliği yolundaki kesin ve ısrarlı emrine rağmen Ebubekir, Ömer ve Osaman'ın -şu veya bu sebeple- Resulullah (s.a.a)'in emrine itaat etmeyip Medine'den çıkmadıkları;[17]

Hz. Ali'nin (a.s) muhacirlere yönelerek "Allah aşkına ey muhacirler; Hz. Resulullah (s.a.a)'in hükümetine; Ehl-i Beyt'inin hakkı olan bu makama sahiplenmeyin!" [18] demesi.

Fazl b. Abbas'ın bu konuda konuşurken sadece Kureyşlileri muhatap alması;[19] Mikdad'ın da "Şura" günü sadece Kureyş'i muhatap alıp "Hilafeti Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inin elinden çekip alan şu Kureyş'in yaptığına şaşırıp kalmamak mümkün değil! Allah'a yemin ederim ki Allah rızası için yapmadılar bunu; dünyayı ahirete tercih ettiler, işin aslı bu!" demesi[20] ....vb. karineler bu işi yapanların -birkaç kişi dışında- Ensar olmadığı ve Kureyş'in bu işi plânlayıp uygulayan tek taraf olduğunu apaçık gözler önüne sermektedir.

Kureyş'in kimi zaman "Ali'nin yaşça küçük olması"nı bahane ettiği, kimi zaman da "halifelikle peygamberlik aynı ailede olmamalı -bir elde toplanmamalı-" dediği bilinmektedir.
Demek ki meselenin aslı, Ömer'in de dediği gibi: "Kureyşlilerin Ali (a.s)'ı halife olarak görmeye tahammül edemeyecekleri"dir.[21]

Nitekim aynı şahıslar bazen de "Gadir-i Hum" nassına rağmen içtihada kalkışmakta ve bir yerde Ömer'in de açıkça ifade ettiği gibi "İş öyle icap etti..." ve "maslahat öyle gerektiriyordu."[22] diyerek konuyu kapatmaya çalışmaktaydı.

Tabii ki halifelik macerasının kolayca olup bitmediği de bilinmelidir. Sırf bu yüzden Hz. Resulullah (s.a.a)'in mübarek naşı defnedilmeyerek kendi evlerinde, üç gün boyunca, bekletilmiştir..."[23]

Evet... Meselenin çok acı boyutları var...
Hz. Resulullah (s.a.a)'ın rıhletinin pazartesi günü olduğu, temiz naaşlarının ancak Çarşamba gecesi toprağa verildiği kayıtlarda geçmektedir. Komşu evler, ancak Çarşamba gecesi evden gelen kazma kürek seslerini duyunca Hz. Resulullah (s.a.a)'ın pâk bedeninin toprağa verilmekte olduğunu anlamışlardı.[24]

Sakife'de olan tartışmalarda Habbab b. el-Münzir-i Ensâri'nin ağzına toprak doldurulmuş, tekmeler altında ezilmekten zor bela kurtarılmıştı. Sa'd ve oğlu Kays ile orada bulunanlar arasında çirkin münakaşalar olmuş, şairler Kureyş ve Ensar adına şiirler söylemiş, birbirlerini hiciv etmiş ve sert ifadeler kullanarak suçlamışlardı. Ama sonunda Ensar yaptıkları bu işe pek pişman olmuş ve bu oldu bittiden sonra kendi aralarındaki konuşmalarda sürekli Ali (a.s)'ın hilafete daha layık olduğunu belirtmiş ve durum giderek değişerek Ebubekir'in düşmesi an meselesi haline gelmişti.[25]

Ancak muhacirler ne yapıp edip, halifeliği Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inin elinden almayı başarmıştı. Bu arada mevcut şartların, onların lehine gelişmiş olduğunu da hatırlatmak gerekir. Yemame, Yemen ve Bahreyn'de ortaya çıkan mürtedler olayı, İslam toplumunu tehdit eden ciddi bir tehlikeye dönüşmüş ve bu tehlikenin boyutlarının farkına varan Hz. Ali (a.s) ve Şia'sı olan sahabeler bu iç ihtilafa -kendi haklarının çiğnenmesi pahasına da olsa- hemen son verilmesi gerektiği noktasında karar almışlardı. Çünkü iç ihtilafın farkına varan İslam düşmanlarının Medine'ye saldırıp İslam'ı tarihten silmeleri çok ciddi bir tehlike olarak ortada dolaşmaktaydı.

Öte yandan Haşimilerin, bu bozuk ortamda direnip kargaşayı bastırarak duruma hakim olabilecek güçleri de yoktu. Bu kargaşa sonucu gelişen olaylar her ne kadar belli bir grubun işine yaramış olsa da bu durumun doğurduğu sonuçlar bütün İslam ümmetini olumsuz yönde etkilemiş bir takım çarpıklıların doğmasına ve bu çarpıklıkların günümüze kadar devam etmesine sebep olmuştur.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. ALİ (A.S)'IN TARAFTARI OLAN BAZI SAHABELERİN SAKİFE OLAYINA İTİRAZLARI

Hz. Ali (a.s) ile onu izleyen bir avuç sâdık sahabe Hz. Resulullah (s.a.a)'in mutahhar bedeninin gusül ve kefen işleriyle uğraşırken, çoğunluk denilebilecek kalabalık bir grup, biraz ötede, hilafeti ele geçirebilmek için münakaşalar başlatmış ihtilafa düşmüşlerdi.

Bu olaylar neticesinde "oldu bitti"yle karşı karşıya bırakılan Hz. Ali'yle Şiası -onu izleyenler- söz konusu çoğunluğa karşı gerekli mücadele imkanlarına sahip olmadıkları ve İslam dünyasını tehdit etmeye başlayan mevcut şartların bir iç ihtilafa hiç mi hiç izin vermeyen böylesine bir ortamda meseleyi karşılıklı görüşmeler ve tebliğ yoluyla halletmeyi tercih edip Müslümanları bu "aceleci, zamansız eylem"leri noktasında uyararak bu yaptıklarının ileride çok kötü sonuçlar doğuracağına dair nasihatlerde bulundular.


Hz. Ali (a.s)'ın Tavrı

İbn-i Kuteybe (Ö: h.270) "el-İmâme Ve's Siyase" adlı kitabının "Ali'nin Ebubekir'e biat etmemesi" başlıklı bölümünde Ali (a.s)'ın Ebubekir'e biat etmemesinin nedenlerini anlatan konuşmasını aktardıktan sonra "Ali (a.s) orada bulunan muhacirleri muhatap alarak şöyle dedi" der:

"... Allah aşkına ey muhacirler! MUHAMMED (s.a.a)'in kurduğu hükümeti onun Ehl-i Beyt'inden almayın, Ehl-i Beyt'i, hakkı olan bu makamdan uzak tutmaya çalışmayın. Ey muhacirler (Kureyş)! Allah'a yemin ederim ki biz, insanlar içinde hilafete en lâyık olanlarız. Çünkü biz Ehl-i Beyt'iz! Siz de bilirsiniz ki "Kur'an-ı Okuyan", "Allah'ın dininde fakîh olan", "Allah Resulünün (s.a.a) sünnet ve yöntemini en iyi bilen", "halkın işlerine vâkıf", "bütün zulüm ve haksızlıklara karşı halkın haklarını müdafaa eden" ve "beyt'ulmalı eşit şekilde dağıtan", bu Ehl-i Beyt'in arasındadır. İşte bundan dolayıdır ki liyakat ve hak sahibi biziz! Ve yine Allah'a andolsun ki böyle biri, biz Ehl-i Beyt'in arasındadır şu anda! Hevâ ve heveslerinize, nefsânî arzularınıza kapılmayın; yoksa Allah'tan uzaklaşır, Hak'tan kopup gidersiniz..."[26]

Tarih, Hz. Ali (a.s)'ın Hz. Fatıma'yı (s.a) bir bineğe bindirerek akşamları teker teker sahabenin kapısını çaldığını ve onlardan yardım istediğini, onlarınsa Hz. Fatıma (a.s)'a şu cevabı verdiklerini yazar: "Ey Resulullah'ın kızı! Biz Ebubekir ile biat etmiş bulunmaktayız artık! Eğer Ali ondan önce gelip biat isteseydi elbette ki Ali'ye biat ederdik!"

Bu cevap üzerine Hz. Ali "Ben Hz. Resulullah (s.a.a)'in cenazesini ortada bırakıp hilafet için biat toplama derdine düşemezdim!" demekteydi.[27]


Hz. Fatıma-i Zehra (s.a)'ın İtirazı

Fedek meselesi için camiye gelmiş olan Hz. Fatıma (a.s), Fedek meselesini ele alarak oldukça düşündürücü ve çarpıcı bir konuşma yapmış ve hilafet konusuna da değinerek şöyle demişti:

"Allah Teala, Resulünü Berrin cennetlerinde peygamberlerin bulunduğu yere götürüp onu sizden ayırınca, sizde nifak kinleri görünmeye başladı ve Hz. Peygamber (s.a.a)'in zamanında konuşmaya cesaret edemeyen "sapmışların sözcüsü"nün dili söyler oldu, cahillerle yalancılar belli oldu. Şeytan sizi çağırdı, ona icabet ettiniz; başkasına ait deveye binip başkalarına ait bir pınara yöneldiniz"[28]

Hz. Fatıma-ı Zehra (s.a)'ın bu hutbesi epey tafsilatlıdır, dileyenler, bu hutbeyi içeren eselere bakabilirler.
Hz. Fatıma-ı Zehra (s.a) ölüm döşeğindeyken Ensar ve Muhacir hanımlarından kendisini ziyarete gelen bir gruba şöyle dediler:

"...Müslümanlar Ali'de ne hata buldular ki, halifeliği onun elinden alıp başkasına verdiler?! Evet, Allah'a yemin ederim ki Ali'nin keskin kılıcı, azimli ve yolundan dönmez adımları ve uygulamada hiçbir müsamaha ve ayrıcalık tanımaması, ilâhi ahkâm konusundaki bilgisi, Müslümanlara hoş gelmedi. Ama Allah'a ant olsuni, Hz. Resulullah (s.a.a)'in Müslümanların idaresini kendisinden sonra ona bıraktığı gibi onlar da ona bıraksaydı, Ali İslam ümmetini ifrat ve tefrite düşmeksizin idare ederdi. Çünkü Ali risaletin dayanağı, nübuvvetin sağlam beli (desteği) ve dinle dünya işlerinin bilgesidir. Şunu bilin ki İslam ümmeti bu işte apaçık kendi zararına olacak şekilde davrandı. Allah'a yemin ederim ki Müslümanlar Ali'nin yöneteceği bir hilafette eziyete uğramaz, sıkıntıya düşmezlerdi, Ali onları adalet ve bilgi pınarına doğru götürür ve doyasıya susuzluklarını giderirdi (herkes Hz. Ali'nin ilminden faydalanmış olurdu). Yerin ve göğün bereketleri Müslümanlara açılıverirdi o zaman!

Sözlerime iyi kulak verin ve bu duyduklarınızı sakın unutmayın: Daha nice şaşırtıcı şeyler göreceksiniz, bekleyin hele.. Bu işte hangi delil ve karineyle davrandı onlar? Neye dayanarak yaptılar bunu? Cesur ve işbilir bir uzmanı bırakıp korkak ve işbilmez birine sarıldılar.
"Yolu bilip de diğerlerine de doğru yolu gösteren"in mi, yoksa "yolu bilmeyen ve kılavuzluğa ihtiyacı olanın mı, halkı yönetmeye daha lâyık olduğunu bilmeyen şu güruha yazıklar olsun!

Ne oldu sizlere böyle?! Nasıl vardınız bu hükme?! Evet! Müslümanların yaptığı bu iş, tıpkı gebe devenin durumu gibidir[29]... Bekleyin hele, yakında doğuracak; o zaman süt yerine kâse kâse kan ve öldürücü zehir sağacaksınız! İşte o zaman kötüler zararlı çıkar, gelecek nesiller geçmiş nesillerin düzüp koştuğu uğursuz temellerin sebep olduğu sonuçları görürler... O halde kesinlikle sizi saracak olan fitne ve fesadı bekleyedurun.

Keskin bir kılıç, her yeri sarıp kuşatacak daimi bir kargaşa ve zalimlerin diktatörlük ve zorbalığıdır bundan böyle sizi bekleyen... Varınızı yoğunuzu yağmalayacak, olgunlaşmış buğday başakları gibi tırpanlayıp biçecekler sizi! Bu uğursuz işin nelere yol açacağı şu anda belli değildir sizlerce... Ne de zavallıdır bunlar! Sizin kendiniz biat etmeye gelmedikçe biz Ehl-i Beyt, sizi zorlayamayız![30]


Hz. Fatıma'nın (a.s) bu konuşmasını dinleyenler içinde sağ kalıp Hırre hadisesini gözleriyle görenler; Medinelilerin nasıl üç gün boyunca acımasızca katledildiğini, Kureyşle Ensardan 700, sahabaden 70 ve diğerlerinden de onbin kişinin öldürüldüğüne bizzat şahid olmuşlardı.[31]
Tarih'ul Hulefâda, bu hadisde 1000'e yakın Medineli bakire kızın tecavüze uğradığı yazılmıştır.


Hz. Hasan B. Ali (a.s) Ne Dedi?

İmam Hasan (a.s) Mescidunnebi'ye girdi- Ebubekir'i minberde görür görmez "Babamın yerinden in" dedi.[32]

Aynı olay Ömer döneminde de olmuş ve bu defa da İmam Hüseyin (a.s) aynı şeyi Ömer'e söylemişti!
İmam Hasan (a.s) babasının şahadetinden sonra -o gün- minbere çıkarak şöyle buyurdu:

"Biz, Allah'ın galip gelecek olan hizbiyiz -Hizbullah- Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a)'in mutahhar soyu, onun pâk ve tertemiz Ehl-i Beyt'iyiz. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ümmet arasında iki ağır ve paha biçilmez emanet bıraktı; birincisi Allah'ın kitabı, ikincisi ise biz Ehl-i Beyt'iz! O halde biz Kur'an'ın tefsiri hususunda ümmetin -başvurması gereken- mercileriyiz. Kur'an'ın hakikatlerini bilen beyan edicileriz, o halde emrimize itaat edin! Bize itaat etmeniz farzdır; bu Allah ve Resulü'nün emrine itaatir." [33]

İmam Hasan (a.s) Muaviye'ye yazdığı bir mektupta şöyle buyurur:

"Allah Teala, Peygamberini ümmetin arasından alınca, Araplar onun yerine geçme hususunda birbirleriyle tartışıp çekişmeye düştüler. Kureyşliler "Biz Peygamber'in akrabasıyız ve O'nun vârisiyiz, O'nun saltanatı hususunda bizimle tartışmayın" dediler. Araplar, Kureyşin bu istidlalini kabul etti, ama Kureyşliler bizim aynı konudaki -akrabalık- delilimizi kabul etmediler! Ne yazık ki Kureyşliler, Araplara kabul ettirdikleri şeyi, bizim hakkımızda kendileri kabul etmemekle haksızlık ettiler!" [34]


Hz. Selman-i Farisi'nin İtirazı

Sakîfe günü Selman şöyle demişti:

"Hz. Peygamber (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inden sapıp bir ihtiyara biat ettiniz. Halifeliği Ehl-i Beyt'e bıraksaydınız kimse karşı çıkmaz, muhalefet etmezdi, nimetlerle dolu şerefli bir hayat sürdürürdünüz. Ama siz yapacağınızı yaptınız ve yapmanız gerekeni yapmadınız!" [35]


Hz. Ebuzer-i Gifari'nin Görüşü

O gün Ebuzer Medine dışındaydı. Medine'ye geldiğinde Ebubekir'in halife olduğunu görünce şöyle dedi: "Kılıcı aldınız, ama kınını unuttunuz (halifeliği kabullendiniz, ama gerçek halifenin yerini bilemediniz). Bu halifeliği Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beti'ne bıraksaydınız kimsenin itirazı olmazdı." [36]

Ya'kubi şöyle yazar: Ebuzer Mescidu'n-Nebi'de bir konuşma yaparak şöyle dedi:

"MUHAMMED (s.a.a), Âdem'in ilminin vârisi olup bütün peygamberlerin faziletlerini kendisinde toplamıştır. Ali de Hz. Pegmaber'in vasisi ve O'nun ilminin vârisidir. Ey ne yapacağını bilemeyen şaşkın ümmet! Eğer Allah'ın öncelik tanıdığına öncelik tanır, Allah'ın geride bıraktıklarını geride bırakır, halifeliği gerçek hak sahibi olan kendi peygamberinizin Ehl-i Beyt'ine verseydiniz dört bir yandan nimetler gelirdi sizlere ve kimse de muhalefet etmezdi." [37]

Ya'kubi, kitabının 2. cildinde Muaviye'nin biat meclisinde Kays'ın söylediklerini nakleder.
Tarihte de kaydedilmiş olduğu üzere şii sahabiler, imkanları ölçüsünde gayret gösterdiler, ellerinden geleni yaptılar, bilhassa altı kişilik şurâ oluşturulduğu gün durumu düzeltmek için çok çaba sarfettiler; ancak ümmet, kendi durumunu değiştirmedi.

İbn-i Ebi'l Hadid şöyle yazar: "Ammar Mescidu'n-Nebi'de ayağa kalkıp bir konuşma yaptı. Cemaat dört bir taraftan bağırarak susup yerine oturması için uyardılar, ihtar ettiler, hatta bazıları "halifelik işlerinden sana ne?! gibi laflar ettiler. Ammar yerine oturup "Allah'a şükürler olsun; haktan yana olanlar her zaman mazlum olmuşlardır" dedi.[38]


Karşı Çıkanlar Kimlerdi

Halifelik olayında Hz. Ali (a.s)'in etrafında toplanıp çoğunluğun yapmış olduğuna ilk itiraz edenler, yani ilk şiiler ne adı sanı belli olmayan, ne de heva ve heveslerine kapılıp dünyalarına uyan kimselerdi. Bilâkis, bunların tamamı sahabe-i kiramdan olup Hz. Resulullah (s.a.a)'in yüce öğretisinde yetişmiş, bildiklerini ondan öğrenmiş zahid, abid, bilinçli, âlim, siyaset bilimine vâkıf basiretli ve ileri görüşlü dürüst kimselerdi. Her biri, İslam tarihinde asırlarca anılacak türden hizmet ve fedakarlıklarda bulunmuş, seçkin birer sahabe olan bu Müslümanlar, sıradan insanlar değildi.

Şia'nın önde gelenleri Ammar, Ebuzer, Mikdad ve Selman gibi sahabelerin Allah ve Resulü katında ne yüce makamlara sahip oldukları herkesçe bilinmektedir.
Bu büyük sahabelerin kim oldukları ve neler yaptıklarını anlamak için Ebu Naim İsfehani'nin Hılyet'ul Evliya'sına, Hatib'in Tarih-i Bağdad'ına, İbn-i Asâkir'in Tarih'ine, İbn-i Cevzi'nin Safvat'us-Safve'sine, Hâkim'in Müstedrek'ine, Müslim'in sahih'ine, İbn-i Esir'in Usd'ul Ğabe'sine, İbn-i Hacer'in İsabe'sine, Ebu Ömer'in İstiab'ına bakmak gerekir.

Bu kaynaklarda adı gelen sahabelerin üstün özellikleri anlatılmış ve her biri hakkında Hz. Resulullah (s.a.a)'in buyurduğu vasıf ve övgüler aktarılmıştır ki Taberi, Kamil ve Yakubi'nin Tarih'leriyle Belazuri'nin Futuh'ul Buldan, Vakidi'nin Futuh'uş- Şam ve İbn-i Hişam'la Halebi ve Zeyni Dehlan'ın siyer ve tarih kitaplarında bu yüce sahabilerin İslam uğrunda katlandıkları zorluklar, katıldıkları savaşlar, gösterdikleri fedakârlıklar, başarılar... vb. seçkin hasletleri ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

EHL-İ BEYT'İN (A.S) VELAYETİNE DAİR MÜTEVATİR NASSLAR

Esasen Şia ile Ehl-i Sünnet'in hilafete yükledikleri mana ve mefhumlar birbirinden farklıdır. Çünkü Ehl-i Sünnet; hilafeti herhangi bir makam gibi biliyor ve "halife" Müslümanların başına geçen, onları idare edip yöneten kimsedir" der.

Şia ise şöyle der: Peygamberlik makamı nasıl Allah Teala tarafından belirlenen ilâhi bir makam ve görevse, insanların görüş ve tercihlerine bırakılmıyorsa, imamet de insanların görüş ve tercihlerine bırakılmayan ilahi bir makamdır ve hilafet görevi imamın işlerinden biridir. O halde imamın da Allah ve Resulü tarafından tayin edilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda halife de masum olmalı, insanoğlunun bütün eksikliklerini -vahyî sistem çerçevesinde- en sağlıklı şekilde nasıl giderilebileceğini eksiksiz ve noksansız bilmelidir.

Şia, Hz. Resulullah (s.a.a)'in Hak Teala'nın (c.c) emriyle Hz. Ali (a.s)'ı velayet ve imamet makamına tayin edip bu hususta Müslümanlardan biat aldığına inanır.

Şia'nın bu hususta dayandığı nass ve karineler Ehl-i Sünnet kaynaklarında bizzat mütevatir olarak rivayet edilmiştir. Burada, meseleyi araştırmak isteyen okuyucular için bu kaynaklarda geçen rivayet ve hadislerin bir kısmını özetle aktarıyor, daha tafsilatlı bilgi edinmek isteyenlerin, bu kaynak eserlere ve konuyla ilgili geniş bilgiler içeren diğer kitaplara başvurmasını rica ediyoruz:


A- Haşimoğullarını Davet

"En yakın akrabalarını korkut." ayeti nazil olunca, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali (a.s)'a yemek hazırlamasını ve Haşimoğullarının yaklaşık 40 kişiyi bulan erkeklerini davet etmesini istedi. Yemekten sonra şöyle buyurdu:

"Ey Abdulmuttaliboğulları! Yemin ederim ki, Araplar içinde kavmine benim getirdiğimden daha iyisini getiren hiç kimse olmamıştır. Ben Allah tarafından, sizi O'na çağırmak için görevlendirildim.

Bu yolda çekeceğim zahmet ve sıkıntılarda aranızdan hanginiz bana ortaklık edeceksiniz? Kim bana iman ederse o benim kardeşim, vasim ve aranızda halifem olacaktır."


Herkes susmuştu. Bu sırada Hz. Ali (a.s) ayağa kalkarak Resulullah (s.a.a)'e biat etti.
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) elini Ali'nin omzuna koyup

"Bu benim kardeşim, vasim ve aranızda halifemdir; onu dinleyin ve emirlerine itaat edin." [39] buyurdu.

Bu hadis, halifelik meselesine yeterince ışık tutmakta ve tarihte çözülmeden bırakılan birçok düğümü çözmektedir.

Evvela: Hz. Ali (a.s)'ın hilafetinin, Hz. Peygamber (s.a.a)'in bi'set gününden itibaren nübüvvetle iç içe gündeme getirildiği ve sırf Gadir-i Hum gününe mahsus bir ilan olmadığı ortaya çıkmakta ve risaletin aslının; tevhidden sonra Hz. Resulullah (s.a.a)'in nübuvveti ve Ali (a.s)'ın velayeti olduğu anlaşılmaktadır.

İkincisi: Hz. Resulullah (s.a.a)'in henüz Gadir-i Hum günü olmadığı halde, bi'setinin ilk gününden başlayarak vefatına değin çeşitli zaman ve mekanlarda kimi zaman işaretle, kimi zaman açık ve net olarak Hz. Ali (a.s)'ın hilafetini niçin bunca tekrarlayıp durduğu böylece anlaşılmaktadır.
(Hılyet'ul Evliya, Yenabiy'ul Mevedde, Nur'ul Ebsâr, Tarih'ul-Hulefa, Hasais'un Nesaî, Feraid'us Sımtayn, Menakıb-i Harezmî, Tarihi İbn-i Asakir, Hakim'in Müstedreki... vb. ana kaynak eserler bu konuyla ilgili hadis ve rivayetlerle doludur).

Bütün bunlar, bi'setin ilk gününden itibaren hilafet meselesinin çözüldüğünü ve halifenin tayin edildiğini göstermektedir ki Hz. Resulullah (s.a.a) de her fırsatta bu ilâhi emri açıklayıp vurgulamaktaydı. Gadir-i Hum günü gerçekleşen şey, bütün ümmetin resmen biatini almaktan ibaretti sadece.


B- Gadir-i Hum Hadisesi

Hicretin 10. Yılıydı, Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) Veda haccı olarak bilinen son haccından dönerken Mekke'yle Medine arasında bulunan "Gadîr" denilen mekanda Allah'ın emriyle konaklama emri verdi ve develerin semerlerinden bir minber kurdurdu. Hz. Peyagamber (s.a.a) bu minbere çıkarak bir hutbe okuduktan sonra Hz. Ali (a.s)'ın kendisinden sonra velayet ve hilafet -velî ve halife- makamına atanmış olduğunu açıklayıp orada bulunan Müslümanlardan Ali (a.s)'a biat aldı.

Sayıları 110'a varan sahabe tarafından rivayet edilmiş bulunan bu hadis-i şerif (Gadir-i Hum Hadisi) Ehl-i sünnet kitaplarında çeşitli yol ve nakillerle nakledilmiştir. Bu kaynaklar, bilhassa Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki senet ve rivayetlerin tafsilatı için Mir Hamid Hüseyin Hindi'nin "Abekat'ul-Envâr"ıyla "el- Gadir"in 1. cildine bakılması yeterli olacaktır.

Tefsir, lügat ve tarih bilimcileri arasında çok meşhur olan bu hadisle ilgili olarak tanınmış Müslüman şairlerden günümüze ulaşan şiirler binleri bulmakta ve her yıl da bunlara yenileri eklenmektedir.

Enes b. Malik, Bura b. Âzib, Bureyde, Ebu Hureyre, 1. halife Ebubekir, Hz. Resulullah (s.a.a)'in zevcelerinden Ümm-ü Seleme, Ubeyy b. Kâ'b... ve daha birçok tanınmış sahabe, bu hadisi mütevatiren rivayet edenler arasındadır.


C- Sakaleyn Hadisi

Hz. Peygamber (s.a.a)'in defalarca ashabına "Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Allah'ın kitabı ve itretim (öz yakınlarım) olan Ehl-i Beyt'im. Bunlar, kıyamet günü bana kavuşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar." buyurduğu mütevatiren sabittir.[40]

D- "El- Hulefâ-u Ba'di İsna Aşer" Hadisi

Ehl-i Sünnet kaynaklarından Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu geçer: "Benim vasim ve halifelerim on iki kişidir, tıpkı İsrailoğulları'nın nakibleri gibi. Tamamı Kureyş'tendir" ve bir diğer rivayette, "Haşimoğullarındandırlar." [41]

Hz. Resulullah (s.a.a)'in vasi ve halifelerinin on iki kişi olduğunu açıkça belirten hadisler meşhur ve menkul yolla çokça ulaşmıştır.

Zamanın da ortaya koyduğu gibi Hz. Resulullah (s.a.a)'in kendisinden sonra "halifeleri" olarak buyurduğu on iki kişi onun itreti olan Ehl-i Beyt'indendirler. Bu hadisle kastedilenlerin hulefâ-i raşidin olarak bilinen halifeler olması mümkün değildir. Çünkü hulefâ-i raşidinin sayısı on iki değildir. Bunların Emevî sultanları olabileceği de düşünülemez. Çünkü evvela; Emevi sultanları sayıca on ikiden fazladır. İkincisi; işledikleri onca cinayet ve gayri İslami amellerden sonra onların "Resulullah (s.a.a)'in halifeleri" olarak tanımlanması mümkün değildir. Abbasiler de olamaz. Çünkü Abbasi halifelerinin de sayısı on ikiden fazladır.

Hadisin maksadı "vasi ve halifelerin" Ehl-i Beyt (a.s) imamları olduğu apaçık ortadadır. Çünkü sayıca da on iki olan Ehl-i Beyt imamlarının (a.s) her biri, kendi çağının iman, takva, bilgi ve basirette en ileri şahsiyetleriydiler.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Konuyla İlgili Rivayet ve Hadislerin Geçtiği Kaynaklar

Yukarıda zikri geçen hadislere ilaveten "Mübahele Hadisi", "Menzilet Hadisi"... gibi daha başka hadislerden de bahsedilebilir ki bunlar da çeşitli yerlerde Ehl-i Sünnet kaynaklarında mükerreren geçen hadislerdendir. Daha fazla bilgi için "Abekat" ve "el-Gadir" kitaplarına bakılabilir.
İslam ümmetinin Ehl-i Beyt (a.s)'in yolunu izlemesi gerektiğine dair yine birçok hadis mevcuttur. "Sefine hadisi" olarak bilinen "Benim Ehl-i Beytim Nuh'un gemisine benzer; gemiye binen kurtulur, binmeyen boğulur, helak olur gider" meşhur hadis-i şerif'i, İbn-i Sebbağ'ın "el-Fusul'ul-Mühimme"sinde (s.10), "Yenabi'ul- Mevedde"nin 117 ve 258. sayfalarında, "Nur'ul-Ebsar"ın 114. sayfasında ve "İs'âf'ur-Rağıbîn"in 3. sayfasında geçer.

El-Fusulu'l-Mühimme'yle İs'afu'r-Rağıbîn'de Ebuzer'in Hz. Resulullah (s.a.a)'ten rivayet etmiş olduğu şu hadis vardır: "Benim Ehl-i Beyt'imi vücutta baş ve başta göz mesabesinde bilin; başsız bir vücut hiçbir şey yapamaz ve gözü olamayan bir baş da yolu bulamaz."

Yenabiu'l-Mevedde'nin 136, 142, 216, 190 ve 258. sayfalarıyla Fusul'ul-Mühimme'nin 2. sayfası ve Kifayet'ut-Tâlib'in 188. sayfasında Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a)'in şu hadis-i şerifi geçer: "Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin ile savaşana karşı savaşırım ben; bunlarla barışık olanlarla barışık olurum."

İbn-i Âsâkir'in Târihi c. 4, s.204'te, "Yenabiu'l-Mevedde" s.245, 247 ve 87'de Ebu Said-i Hudrî'den naklen, yine "Yenabi'ul-Mevedde" s.7, 87, 138, 188, 190, 243 ve 400'de İmam Hasan (a.s) ile Said b. Ebu Vakkas'tan naklen, "Nur'ul Ebsâr", s. 3'le İbn-i Asâkir, c.4, s.204 ve c.5, s.204 ve "Kifayet-ut Talib", s.12 ve 228'le, "Sahih-i Müslim", c.7, s.130, Ayşe ile Ümm-ü Seleme'den naklen ve "Yenabi'ul Mevedde", s.190, 87'de Vâsıla b. El-Askâ'dan naklen ve yine s.190'da El-Hamra'dan Muakkal b. Yesâ'dan naklen; "Nur'ul Ebsâr", s.112'de Enes b. Mâlik'den; "Yenabi'ul Mevedde", s.190'la, s.87'le "Kifaye't-ut Talib", s.32, ve 227'de Amr b. Ubey Seleme'den naklen; "Mekatil-ut Talibin", s.33'te "TATHİR AYETİ"nin Ehl-i Beyt (a.s) için inmiş olduğu geçer.

"Yenabi'ul-Mevedde", "Fusul'ul-Mühimme", Nur'ul Ebsâr, İs'âf'ur- Râğibiyn, İbn-i Hacer'in "Sevâik"i, "Ferâid-us Sımtayn" ve "Hasâis-i Nesâî"... vb. kaynaklar bu rivayetlerle doludur. Bütün bu hadis ve rivayetler Hz. Resulullah (s.a.a)'in mutahhar Ehl-i Beyt'inin ümmetin imamları, liderleri, öncüleri ve başları olduklarını göstermektedir.

_____________________
Kaynakça:

[1] - Yenabiu'l-Mevedde s.11-156-2220.
[2] – a.g.e
[3] - İbn-i Ebil Hadid, c.3, s.283 ve Yenabiu'l-Mevedde s.373.
[4] - Yakubi Tarihi c.2, s.173.
[5] – Kamil-i İbni Esir c.3, s.24, s25.
[6] - İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.18.
[7] - Taberi Tarihi, c.3, s.288-289.
[8] - El-Gadir c.7, s.79-80.
[9] - Yenabiu'l-Mevedde s.226-253.
[10] - En Nasâihu'l Kâfiye, s.111, Yenabiu'l-Mevedde s.111.
[11] - Yenabiu'l-Mevedde s.111.
[12] – El-İmame Ve's-Siyase c.2, İbn-i Ebil Hadid c.2, s.5.
[13] - İbn-i Hişam Siyeri c.4, s.336 ve El Gadir c.7.
[14] - Halebiye Siyeri c.3, s.394.
[15] - İbn-i Hişam Siyeri, c.4, s.338, Taberi Tarihi, c.2, s446 ve Tarih'ul Hulefâ s.45 ve Kâmil-i İbn-i Esir c.2, s.124.
[16] – Kamil-i İbn-i. Esir. c.2, s.126, Tarih-i Taberi c.2, s.458-446 ve Halebiye Siyeri c.3, s.395 ve el-İmame, c.1, s.6 ve İbn-i Ebil Hadid c.2, s.3.
[17] - İbn-i Hişam Siyeri, c.4 s.338 ve Kâmil c.2, s.120-121 ve Yakubi c.2, s.92.
[18] - el İmame Ve's Siyase c.1, s.12.
[19] - Yakubi c.2, s.103 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.8.
[20] - Yâkubi Tarihi. c.2, s.140.
[21] - Aynı kaynak, c.2, s.137.
[22] - Kâmil, İbn-i Esir c.3, s.24.
[23] - el Bidaye c.5, s.271 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.191-192, Tarih-i Taberi c.2, s.450.
[24] - Taberi Tarihi. c.2, s.452-455.
[25] - İbn-i Ebil Hadid, c.2, s.2 ve 20, el Gadir c.7.
[26] – el-İmame Ves Siyase c.1, s.12.
[27] – el-Gadir c.7, İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.5, el-İmame Ves Siyase c.1, s.12-13.
[28] - Hz. Fâtıma-ı Zehrâ selamullah aleyha bu muazzam hutbesinde birçok meseleye dolaylı olarak değinmekte, fevkâlâde çarpıcı bir üslupla kendine has ima, deyim ve teşbihlerle beyan etmiştir ki okuyucuların bu çarpıcı hutbenin tamamını açıklama ve şerhiyle birlikte mütalâa etmesini tavsiye ederiz, bir kısmının tercümesiyle yetinmek zorunda kaldık.
İbn-i Ebil Hadid c.4, Tezkire-i Sıbt, İbn-i Cevzî, s.367, Şâfi: Seyyid Murtaza.
[29] - İbn-i Ebi'l Hadid. c.4, s.87, Tabersi'nin İhticac'ı ve Meani'ul Ahbar ve Keşfu'l Gumme ve et- Taaccub: Keracki ve Emâli Şehy Tusi.
[30] - El- İmame c.1, s.171-981, Tarih-i Hulefa s.139, Kâmil c.4, s.45-48, Taberi ve Yâkubi.
[31] - Yenabiu'l-Mevedde, Bombei bas. s.255
[32] - Murucu'z-Zeheb, O hazretten vecizeler ve Yenabiu'l-Mevedde s.18 ve 152.
[33] - İbn-i Ebi'l Hadid c.4, s.9 ve Keşf'ul-Gumme ve aynı içerikli bir diğer mektup da: Makatil'ut Talibin s.37 ve Şerh-i İbn-i Ebi'l Hadid c.4 s.12'de geçer.
[34] - İbn-i Ebi'l. Hadid, c.2, s.17.
[35] - Aynı kaynak. c.2, s.5.
[36] - Ya'kubi c.2, s.148 ve İbn-i Ebi'l Hadid c.1, s.8, aynı nutkun bir benzeri de Mescid'ul Haram'da Ebuzer'den nakledilir.
Mesudi, Muruc-uz Zeheb'inde Osman'ın hilafetiyle ilgili ve İbn-i Ebi'l Hadid c.2, s.400 ve 412 ve c.3, s.182 ve Yaakubi c.2, s.140'de Mikdad'la Ammar'ın konuşmalarını naklederler. el- Gadir c.1, s.209'da Ammar'ın Sıffın savaşında Amr b. As'la konuşması ve Kays b. Sa'd'in Medine'de Muaviye'yle konuşmasını ve İbn-i Abbas'la Abddullah b. Cafer'in Muaviye'nin meclisindeki sözlerini aktarmaktadır.
[37] - Şerh-i İbni Ebi-l Hadid, c.3, s.72.
[38] - Sahih-i Müslim, c.7, s.108-192.
[39] - Taberi, c.2, s.63 ve Kâmil c.2, s.22 ve Ebu-l Fida c.1, s.119 ve MUHAMMED'in (s.a.a) Hayatı: Heykel, 1. bas. ve Müsned-i Ahmed c.1, s.159 ve 111 ve aynı hadisi nakleden diğerleri için bkz: İbn-i Kesir: el Bidaye Ve'n Nihaye c.3, s.352 ve Taberi Tefsir-i Kebir c.19, s.68-69 bunlar "vasy ve halifetiy" kelimeleri yerine "...keza ve keza" tabirini kullanmış ve "... ismeu leh ve atiuhu" rivayetini aktarırken nakletmişlerdir.
[40] - Bu hadisin naklolunduğu yerler: Müsned-i Ahmed c.3, s.17, 14, 26, 59 ve c.4, s.366, c.5, s.181 ve 189, Yenabi'ul-Mevedde Bombai bas. s.17, 18, 23, 247, 252, çeşitli yollardan nakledilmiştir; İs'af'ur-Rağibin s.110 ve el- Fusul'ul-Muhimme. İbn-i Sebbağ s.24, Kifayet-ut Talib. Genci Şafii s.130, Yakubi c.2, s.92 ve Hadis-i Sakaleyn: Şeyh Kıvamuddin Gummi'nin nakliyle.
[41] - Yenabi'ul-Mevedde, s.18 ve 373; Buhari, Ahkam Bab. 5 ve Sahih-i Muslim c.6, s.2; el- Bidaye ven Nihaye c.6, s.245, Müsned-i Ahmed ve c.5, s.86, 77, 89, 90, 92, 95, 97, 101, 106, 107, 108.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
poyrazayaz
Mesajlar: 6
Kayıt: 04 Nis 2009, 16:38

Re: Hz. Peygamber'in Vasisi Ve Halifesi KİMDİR?

Mesaj gönderen poyrazayaz »

gerçek şıudirki gadirhum olayıdır araştırıp görelim la ilahe illallah muhammed resulullah aliyun veliyullah tır hz.ali rabbın velisidir
Cevapla

“12 İmam (İmamet) İnancı” sayfasına dön