Ayet ve Hadislerde İmamet

Peygamberden sonra, Müslümanların rehberi ve lideri İmamet makamına sahip olan 12 İmamlarındır.
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

Önceden değindiğimiz gibi Ehlibeyt mektebi, diğer bir çok aklî ve naklî delilin yanı sıra, "Gadîr Hadisi" diye meşhur olan bu hadisi de Hz. Emir'ul-Mu'minin Ali' (a.s)’ın Resulullah'tan sonra ilk halife olması gerektiğine güçlü bir delil ve nass olarak görmektedir. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi Ehli Sünnet alimleri çeşitli açılardan buna karşı çıkmış ve Şia'nın bu hadisten çıkardığı sonucu çürütmeye çalışmışlardır. Biz bu makalede bu itirazları sırasıyla ortaya koyup cevaplamaya çalışacağız inşallah:

1- Sünnî alimlerden bir kısmı bu hadisin senetlerinin doğru olmadığını, bir kısmı ise senedi doğru bile olsa mütevâtir olmadığını ileri sürerek onu gölgelemeğe çalışmışlardır. Örneğin Kadı Azududdin Îcî "Mevâkıf" kitabında şöyle diyor: "Biz bu hadisin sahih olduğunu inkar ediyoruz. Onun zaruri (mütevâtir) olduğunu söylemek ise delilsiz bir iddiadır. Hadis erbabının çoğusu onu nakletmediği halde nasıl mütevâtir olabilir?"[7]

İbn-i Hacer Heysemî ise şöyle diyor: "Şia, imâmet için getirilen delillerin mütevâtir olması gerektiğinde müttefiktir. Oysa bu hadisin mütevâtir olmadığı malumdur. Zira hadisin sahih olup olmadığı ihtilaflıdır ve hadisin sahihliğine itiraz edenlerden bir kısmı hadis ilminin öncülerinden sayılmaktadırlar; Ebû Dâvud Sicistanî, Ebû Hâtem Râzî gibi. Demek ki bu hadis ahad bir hadistir ve sahihliğinde ihtilaf edilmiştir."[8]

İbn-i Hazm ve Teftâzânî de benzer şeyler söylemişlerdir.[9]

Cevap:

Bize göre tarih ve hadisten az buçuk haberdar olan bir kimse için, bu eleştirinin hiçbir sağlam dayanağının olmadığı ve taassup ve önyargıdan kaynaklandığı açıktır. Yoksa bu hadisi inkar, sofistlerin hissiyatı inkar etmesi veya İslâm tarihinin meşhur olaylarını (Bedir, Uhûd savaşları gibi) inkar etmek gibi bir şeydir. Bizim amacımız bu konuyu bir makaleye sığdırmak olduğu için, detaylara girmeden, hadisin senet ve kaynaklarıyla ilgili genel ve kaba bilgiler vereceğiz. Daha geniş ve detaylı bilgi isteyenler şu kaynaklara baş vurabilirler:
a) El-Gadîr (Allâme Emînî)
b) Abekât-ül Envâr (Mîr Hâmid Hüseyin)
c) İhkâk-ul-Hak (Şehid Kâdî Nurullah Şuşterî)
d) El-Hasâis Şerhi (A. Çuhacıoğlu) Kevser Yayınları.

İhkâk-ul Hak kitabında “Gadîr Hadisi”nin mütevâtir olduğunu itiraf eden 14 büyük Sünnî alimin isimleri verilmektedir; ez cümle, Suyûtî, Cezrî, Celâleddin Nişâbûrî, Türkmanî, Zehebî…"[10] İbn-i Hazm da aynı şeyi söylemiştir.[11]

Merhum Allâme Emînî, büyük Sünnî alimlerden, Gadîr hadisinin çeşitli tarik ve senetlerinin sahihliğine itiraf eden 43 kişinin isimlerini kaynaklarıyla birlikte vermiştir; ez cümle; Sa'lebî, Vâhidî, Fahrettin Râzî, Suyûtî, Kâdî Şevkânî ve…[12]

Yine otuz Sünnî müfessirin adını veriyor ki hepsi tebliğ ayetinin Gadîr-i Hûm olayında indiğini ve Gadîr hadisiyle alakalı olduğunu kabul etmişlerdir. (Tirmizî, Tahavî, Hâkim Nişâbûrî, Kurtubî, İbn-i Hacer Askalânî ve …)

Tebliğ ayeti şudur: "Ey Resul, sana indirileni tebliğ et! (İnsanlara ulaştır) ve eğer bunu yapmazsan peygamberliğini tebliğ etmemiş gibi olursun. Ve Allah seni insanlardan koruyacak." (Mâide, 67)[13]

İhkâk-ul Hak kitabında ise Gadîr hadisi, Ehlisünnet'in elli muteber kaynağından nakledilmiştir. Ezcümle: Sünen-ül Mustafâ, Müsned-i Ahmed, Hasâis-i Nesâî, İkd-ul Ferîd, Hilyet-ül Evliyâ…[14]

Şimdi Merhum Allâme Emînî'nin eserine dayanarak büyük Sünnî alimlerden bazılarının Gadîr hadisi hakkındaki görüşlerini aktarmaya çalışacağız:
Ziyâüddin Mukbilî: "Eğer Gadîr hadisi kat'î değilse, demek ki dinde kat'î olan hiç bir şey yoktur."

İmâm Gazâlî: "Müslümanların cumhuru, Gadîr hadisinin metni üzerinde icmâ' etmişlerdir." sözüne itibar edilmeyecek.

Bedahşî: "Sözüne itibar edilmeyecek mutaassıp ve inkarcı kimsenin dışında, Gadîr hadisinin doğruluğunda kimse tereddüt etmez."

Âlûsî: "Gadîr hadisi bizim yanımızda sâbit olan sahih bir hadistir ve hiçbir sakıncası yoktur. Hem Resulullah'tan (s.a.a) hem de Hz. Ali'den mütevâtir bir şekilde nakledilmiştir."

Hâfız İsfahânî: "Gadîr hadisi yüz sahabî tarafından nakledilen sahih bir hadistir ki Aşere-i Mübeşşere de onların içindedir. Hâfız Sicistânî onu 120 sahabîden ve Hâfız İbn-ül Alâ Hemedânî ise 150 sahabîden nakletmişlerdir."[15]

Hâfız İbn-i Hacer Askalânî, Tehzîb-üt-Tehzîb kitabında, Gadîr hadisinin bazı tariklerini ve bazı râvilerini açıkladıktan sonra şöyle diyor: "İbn-i Cerir Taberî Gadîr hadisinin senetlerini tek kitapta toplamış ve onun sahih bir hadis olduğuna hükmetmiştir. Ebû-l Abbâs İbn-ül-Ukde de bu hadisi 70 veya daha fazla sahabîden nakletmiştir."[16]

Yine Sâhih-i Buhârî'nin şerhi olan Feth-ül Bârî kitabında şöyle diyor: "Ben kimin mevlâsıysam, Ali onun mevlâsıdır" hadisini, Tirmizî ve Nesâî gibileri nakletmiştir. Bu hadisin çok fazla senet ve tarikleri vardır ki bunların hepsini İbn-i Ukde müstakil bir kitapta bir araya toplamıştır. Bu tarik ve senetlerin çoğusu sahih veya hasendir. İmâm Ahmed b. Hanbel'den bize şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali'nin faziletleri hakkında bize nakledildiği kadar hiçbir sahabî hakkında (fazilet) nakledilmemiştir."[17]

Kundûzî-yi Hanefî, Gadîr hadisini muhtelif senetlerle ve muhtelif kaynaklardan naklettikten sonra şöyle diyor: "Meşhur tarih Sahibi Muhammed b. Cerir Taberî, Gadîr hadisini 75 tarikten nakletmiş ve bu konuda "El-Vilâye" isimli bir kitap yazmıştır. Yine Ebû-l Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Said b. Ukde, yazdığı müstakil bir kitapta bu hadisi 150 tarikten nakletmiştir."[18]

Hâfız Muhammed b. Muhammed b. El-Cezrî ed-Dimeşkî, "Münâşede" hadisi diye meşhur olan Hz. Ali (a.s)'ın Gadîr hadisi ile ettiği ihticâcı naklederken şöyle diyor:
"Bu hadis hasen bir hadistir ve bu rivayet (münâşede) mütevâtir bir şekilde Hz. Ali (a.s)'dan nakledilmiştir. Nasıl ki Gadîr hadisi de mütevâtir bir şekilde Hz. Resulullah'tan nakledilmiştir. Bir çok grup onu başka bir çok gruptan nakletmişlerdir. Dolayısıyla bu hadisi taz'if edenlerin sözüne itina edilmemelidir; zira onların esasen hadis ilminden doğru düzgün haberleri yoktur."[19]

Gerçi "Buhâri" ve "Müslim" bu hadisi tümüyle sahihlerinde nakletmemişlerdir. (Sadece Müslim, kısa bir bölümünü Zeyd b. Erkam'dan nakletmiştir.) Fakat bu, Gadîr hadisinin sağlamlığına halel getirmez; zira bu iki kitapta nakledilmediği halde, hatta Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olan onlarca hadis gösterilebilir. Bundan dolayı da onlara kaç tane Müstedrek yazılmıştır ki Hâkim Nişâbûrî'nin Müstedrek'i bunların en genişidir. Kaldı ki bütün sahih hadisler, sadece Buhârî ve Müslim'de bulunanlardan ibaret olsaydı, o zaman başka "Sihâh" kitapların yazılmasına gerek kalmazdı. Oysa onlardan sonra yazılan bir çok Sihâh ve Sünen kitapları vardır. Evet hiçbir münsif alim veya araştırmacı yoktur ki Buhârî ve Müslim'le kendisini başka kitaplardan müstağni görsün. Hatta Buhârî ve Müslim'in kendileri de, kitaplarında topladıkları hadislerin sahih olduğunu, ama bütün sahih hadislerin onlardan ibaret olmadığını ve başka bir çok sahih hadisi, bazı nedenlerden dolayı kitaplarına almadıklarını açıkça itiraf etmişlerdir.[20]

Buna ilaveten Merhum Allâme Emînî, Gadîr hadisini Buhârî ve Müslim'in hadis hocalarından sayılan 29 kişiden nakletmiştir.[21]

Ne kadar ilginçtir ki Gadîr hadisine bu eleştiriyi getiren İbn-i Hacer bile kitabında şöyle yazmaktadır: "Gadîr hadisi hiçbir şüphe götürmeyecek sahih bir hadistir ki Tirmizî, Nesâî ve Ahmed b. Hanbel gibi alimler, onu çeşitli senetlerle nakletmişlerdir; bu cümleden 16 sahabî onu nakletmiştir. Hatta Ahmed b. Hanbel sahabeden otuz kişinin duyduğunu ve naklettiğini ve Hz. Ali'nin hilâfetinde ihtilaf çıktığında bu hadisi duyduklarına şehâdet etmişlerdir."[22]

Aynı kitabın bir başka yerinde yine şöyle diyor: "Gadîr hadisini, sahabeden otuz kişi Resulullah (s.a.a)'den nakletmişlerdir ve onun senetlerinin çoğusu sahih veya hasendir.[23]

Demek ki İbn-i Hacer gibi hadisin sıhhatini eleştirenlerin bile kendi söylediklerine inanmadığını itiraf etmekte ve aynen şöyle yazmaktadır: "Hadisin sıhhatini reddedenlerin sözüne itina edilmemelidir."[24]

Muâsır yazarlardan da bir çoğu Gadîr hadisini kendi kitaplarında nakletmişlerdir. Ahmed Zeynî Dehlân, Muhammed Abduh, Abd-ül Hâmid Alûsî, Ahmed Ferid Rıfâî, Ömer Farrûh gibi…[25]

Son olarak şunu da hatırlatmak gerekir ki Şia'nın imâmet de dahil itikadî konularla ilgili hadislerde mütevâtir olmayı ve kesinliği şart koşması doğrudur. Ve Gadîr hadisi Şia kaynakları açısından mütevâtir ve kat'idir. Hatta Ehlisünnet alimlerinden bir çoğunun da kendi kaynaklarındaki nakilleri dikkate alarak bu hadisin mütevâtir olduğunu itiraf ettiklerine daha önce değinmiştik. Ancak şunu bilmek gerekir ki hatta bu tevâtür söz konusu olmasaydı dahi Ehlisünnet'in bu açıdan Şia'ya itiraz hakkı yoktur. Zira onlar, imâmeti usûl-i dinden değil furû-i dinden saydıkları için, hadisin senedinin sahih olmasını yeterli görüyorlar; dolayısıyla hadisin mütevâtirliğini onlara ispat etme mecburiyetinde değiliz.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

2- Gadîr hadisi hakkına ortaya atılan ikinci eleştiri ve itiraz, Kâdı Azudduddin'in de yazdığı gibi şudur ki Vedâ Hacc'ı sırasında Hz. Ali Mekke'de değil Yemen'deydi böyle bir durumda, bu hadis onun hakkında nasıl doğru olabilir?[26]

Cevap:

Bu eleştiri de yine bizzat Sünnî alimlerinin bir çoğu tarafından reddedilmiştir. Örneğin Seyyid Şerif Curcânî, Îcî'nin Mevâkıf kitabını şerh ederken, onun yukarıdaki sözünü naklettikten sonra şöyle diyor:
"Bu görüş ve eleştiri reddedilmiştir. Zira, faraza Ali'nin Gadîr-i Hûm'da bulunmaması, Gadîr hadisinihn sıhhatini zedelemez. Çünkü gerçi bu hadisin bazı nakillerinde Resullullah'ın Hz. Ali'yi yanına çağırdığı ve elini yukarıya kaldırdığı gibi cümleler yer almaktadır, ancak bir çok nakilde de bu cümleler yer almamaktadır."[27]

İbn-i Hacer ise bu eleştirinin cevabında şöyle demektedir: "Gadîr hadisini sahih bilmeyen veya Hz. Ali'nin o sırada Yemen'de olduğunu iddia ederek Gadîr hadisini gölgelemeye çalışanın sözüne itibar edilmez. Zira Hz. Ali'nin Yemen'den döndüğünü ve haccı Resulullah'la birlikte yerine getirdiği sabittir."[28]

Gerçi Hz. Ali'nin Yemen'den döndüğü ve Vedâ Haccı'nda Resulullah'la birlikte hac yaptığı tarihi açıdan kesindir, ancak yine de merak edenlerin merakını gidermek için bu gerçeği açık bir şekilde ortaya koyan bir kaç meşhur Sünnî kaynağın ismini vermek istiyoruz. Taberî Tarih'inde (c.2, s.205), İbn-i Kesîr El-Bidâyet-u Ven-Nihâye isimli kitabında (c.2, s.184, aynı cildin 132. sayfasında da Hz. Ali'nin Yemen'den dönüşünü çeşitli kaynaklara dayanarak vermiştir), İbn-i Esîr El-Kâmil kitabında (c.2, s.302).
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

3- Gadîr hadisi hakkında Sünnî alimlerin ileri sürdükleri diğer bir eleştiri ve itiraz (belki de en önemli ve yaygın olanı), hadiste bulunan "mevlâ" kelimesiyle ilgilidir. Lügat kitaplarında bu kelime için bir çok mana zikredilmiştir; "evlâ", "yardımcı", "amca oğlu", "komşu", "sözleşen", "köle âzâd eden" ve… Şia alimleri bir çok şâhid ve karineye dayanarak (ki bunları ileride göreceğiz inşallah) bu kelimenin "evlâ" yada başka bir tabirle velâyet sahibi, velî ve yönetici anlamına geldiğini söylemektedir. Bazı Sünnî alimleri ise bunu dost veya "yardımcı" anlamına tutmuş, buna gerekçe olarak da hadisin devamında geçen, "Allah'ım, onu seveni sev ona düşman olana düşman ol; ona yardımcı olana yardımcı ol, onu yalnız bırakanı, yalnız bırak" şeklindeki duayı göstermişlerdir. Yine "evlâ" manasına olamaz, zira Arpça'da "mef'al" vezni, "ef'al" manasında kullanılmamıştır!" diyorlar.

Büyük ihtimalle bu sözü ilk olarak Fahrettin Râzî Nihâyet-ül Ukûl kitabında ortaya atmış, daha sonra da başkaları ondan alıp nakletmişlerdir. Örneğin Kâdı Azududdin Îcî, Mevâkıf kitabında şöyle diyor: "Gadîr hadisindeki "mevlâ" kelimesinden maksat yardımcıdır; zira ondan sonra gelen "Allahumme vâli men vâlâhu" duasında bu manada kullanılmıştır. Mevlâ kelimesinden "evlâ" manasının kastedilmiş olması doğru değildir; çünkü "mef'al" vezni, "ef'al" manasında kullanılmamıştır.[29]

İbn-i Hacer ise şöyle diyor: "Biz, mevlâ kelimesinin, Şia'nın kastettiği manada olduğunu kabul etmiyoruz. Zira hadisteki mevlâ kelimesinin manası yardımcıdır. Evet bu kelime bir çok manada kullanılmıştır: "köle âzâd eden", "âzâd olmuş köle" işlerde tasarruf hakkına sahip olan", "yardımcı", "sevilen" ve… Eğer hadiste "mevlâ"yı "sevilen" anlamında kullanırsak, bu mana hem bize göre doğrudur hem de Şia'ya göre; zira Hz. Ali hem bizim sevdiğimiz bir kimsedir hem de onların. Ama "mevlâ" kelimesinin "imâm" anlamında kullanıldığı, ne şeriat açısından görülmüştür ne de lügat; şeriatta kullanılmadığı açıktır ve delile gerek yoktur, lügatte ise lügat alimlerinden hiçbirisi "mef'al" vezninin "ef'al" manasında kullanıldığını söylememiştir."[30]

Diğer Sünnî alimlerinin çoğusu da benzer şeyleri tekrarlayıp durmuşlardır.

Cevap:

Gerçi lügat kitaplarında 27'ye yakın mana, içinde "evlâ" kelimesi de olmak üzere "mevlâ" için nakledilmiştir; ancak bunların içerisinde asıl olan "evlâ" manasıdır. Merhum Allâme Eminînî, El-Gadîr Kitabında bu 27 mananın hepsini zikrettikten sonra, onların her birisinde bir türlü evleviyet (öncelik) yönünün olduğunu ve bu yüzden "mevlâ" kelimesinin onlarda kullanıldığını ispatlamaya çalışmıştır. Her halükarda böyle olsun veya olmasın "Mevlâ" kelimesinin evlâ manasına kullanıldığı, İbn-i Hacer ve Îcî gibilerin iddiasının aksine kesindir. Onların kullanılmadığı iddiasının asılsızlığı o kadar açık ve yersizdir ki "Çelebî" Mevâkıf kitabına yazdığı haşiyesinde, Îcî'nin yukarıda naklettiğimiz sözünün altına şöyle dipnot düşmüştür: "Îcî'nin bu iddiası reddedilmiştir; zira "mevlâ" kelimesinin "mütevellî", "emir sahibi", "tasarrufta evlâ olan (tasarruf etme önceliğine sahip olan) manalarında kullanıldığı Arap lügatinde yaygındır. Ebû Ubeyde demiştir ki Kur'ân-ı Kerim'de "Bugün artık ne sizden ne de inkar edenlerden fidye kabul edilir, varacağınız yer ateştir. O (ateş) sizin mevlânızdır" (Hadid, 15) âyetinde geçen "mevlânızdır" kelimesi, size evlâdır demektir." Resulullah'tan nakledilen "Hangi kadın ki mevlâ'sının izni olmadan nikahlanırsa, nikahı bâtıldır" hadisinde geçen Mevlâ da kadına evlâ olan ve onun adına tasarruf ve yetki sahibi olan anlamındadır.

Şunu da belirtmemiz gerekir ki mevlâ kelimesinin evlâ anlamında kullanılmasının manası şudur ki mevlâ, sıfat manası içeren bir isimdir, kendisi sıfattır demek değildir. Dolayısıyla "Eğer Mevlâ, evlâ anlamında ise, neden evlâ kelimesi yerinde kullanılamıyor?" itirazı da yersizdir."[31]

Evet, Ebû Ubeyde'nin tespiti tamamen isabetlidir. Aksi taktirde ateşin diğer zikredilen anlamlarda mevlâ olması nasıl düşünülebilir?!

Allâme Mîr Hâmid Hüseyin, dev eseri Ebekât-ül Envâr kitabının bir buçuk cildini, sadece bu konuya, yani mevlâ kelimesinin evlâ anlamında kullanıldığını itiraf eden lügatçi ve alimlerin görüşlerine ve onların güvenirliğini ortaya koyan belgelere ayırmıştır.[32] Merhum Allâme Emînî de Arap edebiyatının öncülerinden sayılan birçok alimin bu gerçeği itiraf ettiklerini isimleri ve eserleriyle birlikte vermektedir; Ferrâ', Sicistânî, Cevherî, Kurtubî, İbn-i Esîr ve …[33]

Ebû Ubeyde'nin sözlerinde de geçtiği gibi hadislerde de mevlâ kelimesi evlâ anlamında kullanılmıştır; örneğin şu hadisi bir çok lügat alimi şahit olarak göstermiştir: "Mevlâsının izni olmadan nikahlanan kadının nikahı bâtıldır."[34] Görüldüğü gibi bu hadiste kadının mevlâsı, onun velisi ve onun adına tasarruf hakkına sahip olan anlamındadır.

İşte bu yüzden Sahîh-i Müslim'de şu rivayet nakledilmiştir: "Köle kendi efendisine Mevlâ diye hitap etmesin; zira mevlâ Allah'tır." [35] Evet asıl mevlâ (insanlar üzerinde söz sahibi ve tasarruf hakkına sahip olan), Allah-u Teala'dır.

Zamanının Ezher şeyhi olan büyük alim Merhûm Selim Bişrî de Merhûm Allâme Şerefuddin ile bu konuyu müzakere ettikten sonra mektubunda aynen şöyle yazıyor: "Ben yakin ediyorum ki Gadîr hadisinde geçen mevlâ kelimesi, sizin dediğiniz manada (evlâ) kullanılmıştır."[36]

Şunu da ilave etmemiz gerekir ki Merhum Mîr Hâmid Hüseyn'in de dediği gibi İbn-i Hacer ve diğer bazılarının iddiasının aksine mevlâ kelimesi "mahbûb" (sevilen) anlamında meşhur ve muteber lügat kitaplarının hiçbirisinde nakledilmemiştir. Örneğin şu kaynaklara bakılabilir:
"Sihâh-ül Lüga, Kâmûs-ul Lüga, Fâik En-Nihâye, Mecme-ul Bihâr, Tâc-ül Mesâdir, Müfredât-ül Kur'ân, Esâs-ül Belâğa, El-Mağrib, Misbâh-ül Münîr."[37]

Bizce bunların hepsinden daha önemli olan şey, Allah Resulü'nün (s.a.a) bu sözü dile getirdiğinde hangi manayı kastetmesi ve bunu duyan muhatapların o ortam ve şartlarda bu kelimeden ne anladıklarıdır. Bunu delil ve karineleriyle tespit ettikten sonra, hatta lügat ehli daha sonra mevlâ için bu manayı zikretmeselerdi dahi bizim amacımıza bir halel getirmezdi. Önemli olan sözü söyleyen ve bunu duyanların ondan neyi kastettikleri ve neyi anladıklarıdır.
Şimdi Allah'ın lütfuyla Resulullah'ın ve muhataplarının bu kelimeden evlâ anlamını anladıklarını gösteren önemli karineleri açıklamaya çalışacağız:

a) Resulullah (s.a.a)'in ashabından olan ve Gadîr-i Hûm'da hazır bulunan şâir ve edip sahâbî Hassân b. Sâbit[38], Allah Resulü'nün okuduğu Gadîr hutbesinden sonra izin alıp bu olayı şiirleştirdi ve mealen şu manalara şiirinde yer verdi:

Gadîr-i Hûm gününde seslendi nebileri
Kulak verip dinledi cümlesi o serveri

"Mevlânız kimdir?" dedi, "Ve de size peygamber?"
Sessiz kalan olmadı, haykırdılar beraber

"İlâh'ın mevlâmızdır, sen de bizim nebimiz
Velâyet karşıtına rastlamazsın şüphesiz

İşte o an seslendi: "Kalk ayağa ya Ali!
Benden sonra imamsın, sensin hidâyet yolu

Ben kime Mevlâ isem, velisi Ali onun
Onu gönülden sevin, ona sıdk ile uyun

Sonra "Allah'ım!" dedi, "Sev Ali'yi seveni
Ona düşman olanın düşmanı ol İlâhî!"


Merhûm Allâme Emînî, Hassân b. Sâbit'in bu şiirini Ehlisünnet'in 12 ve Ehlibeyt mektebinin 26 kaynağından nakletmiştir ki arzu edenler dipnotta verdiğimiz adrese müracaat ederek bu kaynakları görebilirler.[39]

b) Kays b. Sa'd b. Ubâde de bu konuyu şiirleştirmiştir ki şiirinin iki beyti şöyledir:

Ve Ali bizim imâmımızdır, başkasının da
İmamıdır, buna vahiy inmiştir

O gün ki Nebî dedi: Ben kime Mevlâ isem
Bu Ali'dir onun mevlâsı, ne güzel hutbeydi o!


Allâme Eminî bu şiiri de on iki kaynaktan nakletmiştir.[40]

c) Amr b. Âs da Hz. Ali'ye karşı beslediği onca kin, hased ve düşmanlığa rağmen, Muâviye ile arasında geçen bir zıtlaşma ve inatlaşma sırasında, Muâviye'yi kızdırmak için Hz. Ali'nin methinde uzunca bir kaside söylemiştir ki biz konumuzla ilgili birkaç beytini vermekle yetiniyoruz:

Gadîr-i Hûm günü minbere çıktı
Kafile dağılmadan, emri tebliğ eyledi

Ben size nefislerinizden daha evla değil miyim?
Evet dediler, ne istersen onu yap

İşte o zaman Mu'minlerin emirliğini Allah'tan taraf
Verdi Ali'ye; verdi ona halifeliği İlahi bir etâ olarak

Ve dedi ki: Ben kime Mevlâ idiysem, bugün
İşte bu Ali de onun velisidir; ne güzel veli!...



Amr b. Âs'ın bu şiirini de Allâme Emînî sekiz Sünnî ve Şii kaynaktan nakletmektedir.41]

Allâme Emînî daha bir çok Arap şâir ve edebiyatçısının ismini veriyor ki hepsi Gadîr hadisindeki "Mevlâ" kelimesinden "evlâ" manasını anlamışlardır.[42]

d) Hepsinden önemlisi, Hz. Ali (a.s)'ın kendisi Muâviye'ye yazdığı bir şiirinde aynı manayı dile getirmiştir ki bir beyti şöyledir:

Benim için kendi velâyetini size farz kıldı
Allah'ın Resulü, Gadîr-i Hûm Günü…


Bu şiiri de yine Merhûm Allâme Emînî, onbir Sünnî ve yirmialtı Şiî kaynaktan nakletmektedir.[43]

Görüldüğü gibi bu olayı bizzat yaşayan ve Arap edebiyatında zamanlarının önde gelen isimlerinden olan sahâbîler, "mevlâ" kelimesinden, evlâlık, velâyet ve tasarruf hakkı, imâmet ve halifelik gibi manaları anladıklarını şiirlerinde açık bir şekilde ortaya koymuşlardır.

e) Yine bu iddiamızı teyid eden önemli karinelerden birisi de ashâbın, ezcümle Ebu Bekir ve Ömer'in aynı manayı anladıklarını tebriklerinde ortaya koymalarıdır ki bir çok kaynakta takriben şu manayı ifade eden cümlelerle Hz. Ali'yi tebrik etmişlerdir: "Ne mutlu sana, ne mutlu sana, ey Ebûtalib'in oğlu, benim ve her mu'min ve mu'minenin mevlâsı oldun!"
Merhum Allâme Emînî, bu tebrik olayını da altmış Sünnî kaynaktan nakletmiştir ki Müsned-i Ahmed, Tarih-i Taberî ve Müsennef-u Ebi Şeybe bunlardan bir kaçıdır.[44]

Gerçekten eğer "Ali de onun mevlâsıdır" cümlesinden, dost veya yardımcı kastedilmiş olsaydı, bunun tebrik edilmesi son derece abes kaçmaz mıydı?!

f) Mevlâ kelimesinden velâyet ve evlâlık anlamının kastedilmiş olmasını teyit ve tasdik eden bir diğer karine, olaya şâhid olan bazı münafıkların buna şiddetli bir şekilde karşı çıkmasıydı ki Hâris b. Nu'mân el-Fihrî olayı meşhurdur. Öyle ki adam Resulullah'a gelerek "Eğer bu olay Allah tarafından gerçekleşmiş ise, Allah'tan isteyin bana azap nazil eylesin" demmiş ve bunun üzerine başına taş düşüp helak olmuştur. Bu olay bir çok Sünnî ve Şii kaynakta zikredilmiştir ki Allâme Emînî bunu otuz Sünnî kaynaktan nakletmektedir.[45]

Şimdi insaflı bir şekilde bu olay üzerinde düşünelim. Acaba gerçekten Hâris gibilerini gazap ve galeyana getiren Hz. Ali'nin dostluğunu veya yardımcılığının ilan edilmesi miydi? Eğer bu ise, bundan önce Allah Resulü defalarca Hz. Ali'nin muhabbeti ve sevilmesi gerektiği hakkında açıklamalarda bulunmuştu. Daha da ilerisi bizzat Kur'an, meveddet ayetinde (Şura, 23) Hz. Ali de dahil bütün Ehlibeyt'in muhabbetini ümmete farz kılmıştı. Neden o zaman Haris ve yandaşları bu kadar öfkelenmemişlerdi?! Demek ki onlar bu kelimeden daha önemli ve hayati bir sonuç çıkarmışlardı ki bunu hazmedemiyorlardı!

g) Bu konudaki bir diğer şahidimiz, şudur ki âyet-i kerimeden de (Mâide, 67) anlaşıldığı üzere Allah Resulü'nün bazı kaygı ve korkuları vardı. Bu korku ve kaygıların şahsî ve nefsî korkular olmadığı açıktır. Zira Kur'ân'ın açık ifadesiyle Peygamberler, İlahî risâletleri tebliğ hususunda Allah'tan gayrı kimseden korkmazlar: "Onlar (Peygamberler), Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar ve Allah'tan başka kimseden korkmazlar…" (Ahzâp, 38-39)

Evet, hadislerin de beyan ettiği gibi Allah Resulü (s.a.a)'in kaygı ve korkusu, bir çok insanın hased, taassup vb. sebeplerden dolayı Hz. Ali'nin hilâfetini kabul etmede zorlanacağı, hatta dinden çıkabileceğinden ve çıkacak ihtilaf ve fitnelerden dolayıydı. Ama bilahare Allah-u Teala ayeti indirerek Resulullah'ı rahatlattı ve onu ve misyonunu koruyacağına dair garanti verdi.

Şimdi eğer gerçekten mevlâ kelimesiyle Allah Resulü Hz. Ali'nin dostluk ve yardımcılığını ilan etmeyi amaçlamış olsaydı, bunun korkulacak ve kaygılanacak bir tarafı olabilir miydi?!
Yine hemen hatırlatalım ki Merhûm Allâme Emînî, Maide 67. âyetin Gadîr-i Hûm olayıyla ilgili nazil olduğunu ve Allah Resulü'nün kaygısının bunu ilan etmekten dolayı olduğunu, Ehlisünnet'in otuz kaynağından nakletmektedir.[46]

h) Öte yandan Merhûm Allâme Mîr Hâmid Hüseyin, büyük eseri Abekât-ül Envâr kitabında, diğer bir çok tarikten Gadîr hadisini nakletmiştir ki o nakillerde "Ben kimin mevlâsı isem…" cümlesi yerine şöyle nakledilmiştir: "Ben kime onun nefsinden (özünden) daha evlâ isem, Ali onun velisidir." [47] Hatta Hemvînî'nin Ferâid-üs Simtayn kitabındaki nakillerinin birisinde ise aynen şöyle geçiyor: "Ben kimin özünden ona daha evla isem, Ali de ona, onun özünden daha evlâdır!" Resulullah'ın bu sözünden sonra şu ayeti Allah-u Teala nazil etti: "Bugün sizin dininizi tekmil ettim…" (Mâide, 3)[48]

Hadis ilminde de açıklandığı üzere, râviler hadisin muhtevasını değiştirmedikleri müddetçe, onu istedikleri kalıba dökerek nakletmekte serbesttirler. Bir çok rivayetteki farklılıklar da bundan kaynaklanmaktadır. Evet Gadîr hadisindeki bu nakiller, râvilerin bu hadisten ne anladıklarını açık bir şekilde ortaya koymakta ve basiret ve insaf sahibi olan bir kimseye "Mevlâ" kelimesinden "evlâ" manası kastedildiğini ispatlamada hiçbir bahane ve kaçış yolu bırakmamaktadır.

Bu bölümü İbn-i Hacer Heysemî'nin sözüyle noktalamak istiyoruz. O gerçi önce şiddetle "Mevlâ" kelimesinin "evlâ" anlamında olduğuna karşı çıkıyor. Ama birkaç paragraf sonra önce söylediğini unutmuşçasına Edubekir ve Ömer'in de "Mevlâ"dan "evlâ" anlamını anladıklarını söylüyor. Onun sözünün metni şöyledir: "Eğer Gadir hadisinde ki "Mevlâ"nın, "evlâ" manasında olduğunu kabul etsek dahi evlâ'dan maksadım imamet değil itaatte evlâ olduğunu söylememiz gerekir; doğrusuda budur; zira ebu Bekir ve ömerde bu manayı anlamış ve bundan dolayı da ey Ebutalib oğlu her mu'min ve mu'minenin mevlâ'sı oldun" demişlerdir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

4- Ehlisünnet alimlerinden bazılarının bu hadise yönelik itirazları ise, Şia'nın Mevlâ kelimesini yorumlamak için bir karine ve şahit olarak dayandıkları birkaç cümlenin inkarı şeklinde tecelli etmiştir. Yani hadisin başlarında geçen "ben size kendinizden daha evlâ değimliyim" veya "ben her mu'mine onların kendilerinden daha evlâ değimliyim?" cümlesi. Örneğin Kâdı Azududdin Îcî şöyle yazıyor kitabında: "Bu hadisin sıhhatini kabul etsek dahi, yine de hadisteki mevlâ kelimesinin evlâ anlamına geldiğini söyleyemeyiz. Zira bu cümleden önceki "Ben size kendinizden daha evlâ değil miyim?" cümlesindeki "evlâ"ya dayanarak bunu söylüyorlar. Oysa bu cümleyi râviler rivayet etmemişlerdir."[49]

Cevap:

Evvela; farzen bu cümle nakledilmeseydi dahi, yine de önceden ortaya koyduğumuz delil ve karineler "mevlâ"nın "evlâ" anlamına olduğunu ispat etmeye yeterlidir.
Saniyen Îcî'nin iddiasının aksine önceden de bazı örneklerini verdiğimiz gibi bu cümle bir çok muteber Sünni kaynakta nakledilmiştir. Merhum Allâme Eminî Îcî gibilerin inkar ettiği cümleleri 64 Sünni alimden nakletmiştir. Ahmed b. Hambel, Taberî, Zehebî, Beyhâkî, İbn-i Mâce, Tirmizî, Taberânî, Nesâî, Hâkim Nişâburî, Dârekutnî ve ...[50]

Allâme Mir Hamid Hüseyin bu eleştiriyi Fahrettin Râzî'nin Nihâyet-ül Ukûl kitabından naklettikten sonra cevabında söz konusu cümleleri bir çok kaynaktan ve bir çok meşhur Sünnî alimden nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn-i Kesir, Nesâi, Semhûdî, Muttaki Hindî, Taberanî, Semanî ve diğer bir çoğundan.[51]

İbn-i Hacer de hadise bir çok açıdan itiraz etmesine rağmen bu itirazı yersiz gördüğü için üzerinden geçmiş ve bu cümlelerin sahih rivayetlerde geçtiğini kabul etmiştir."[52]
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

5- Bazı Sünni alimlerince gadir hadisinin delaleti hakkında ileri sürülen bir bahane de şudur ki biz gadir hadisindeki Mevlâ kelimesinin evla anlamında olduğunu kabul edebiliriz. Ancak bu evlalıktan maksat tasarrufta evlalık ve velâyet, değildir ki bundan imamet ve hilâfet sonucu çıkarılsın. Maksat Ali'ye itaatte ve ona yakınlık aramada evlalıktır. Bu sözün asıl sahibi zahiren Kadı İci'dir.[53]

İbni Hacer de bunu gündeme getirdikten sonra "Maksadın evlalık olduğu kesindir; ancak itaat ve yakınlıkta evleviyettir.(başka şeyde değil). Ebu Bekir ve Ömer de bu hadisten aynı manayı anlamış ve bu yüzden "Ey Ebutalib oğlu benim ve her mu'min ve mu'minenin mevlâsı oldun" demişlerdir. Yine Ömer, Ali'ye "O benim mevlâmdır" dediğinde de aynı şeyi kastetmiştir.[54]

Cevap:

Aslında Gadir hadisinin tam metni (ki değişik senetlerle nakledilmiş ve biz yazımızın başında bunlardan birkaçına değinmiştik) dikkate alındığında bu itirazım cevabı kendilinden ortaya çıkmış olacaktır.

Evet, Allah Resulü (s.a.a.) önce topluluğa hitap ederek "Ben size kendinizden daha evla değil miyim?" diye soruyor. İnsanlardan "Tabi ki öyledir" cevabını aldıktan sonra şöyle buyuruyor: "Ben kime kendisinden daha evlâ isem, Ali de ona kendisinden daha evlâdır." Görüldüğü gibi ilk cümleler daha sonra söylenen söze zemin hazırlama ve delil oluşturma özelliğini taşımaktadır. Eğer hadisin baş tarafındaki evlâ kelimesi bir mana taşır ve son tarafında yer alan "mevlâ" başka bir mana taşırsa, bu bir türlü mugâlata olur. Örneğin Arapça'da "ayn" kelimesinin çeşitli manaları vardır: aslan, altın, göz, pınar ve … Şimdi birisi bir guruba hitap ederek "Altın manasını taşıyan "ayn" bir metal değil midir?" der ama olumlu cevap aldıktan sonra da dönüp "ayn" bir metaldir deyip buradaki "ayn"dan da göz manası kastederse, bu ne kadar garip ise, Gadir hadisinde de aynı kökten olan ve birbirini tamamlayan "evlâ" ve "mevlâ" kelimelerinin farklı manalarda kullanılması da o kadar garip olur.


Meşhur alim İbn-i Bitrîq'in bu konuda güzel bir sözü var; diyor ki: "Birkaç evi olan birisi size "Benim filan yerdeki evimi tanıyor musun?" dese, siz de "evet" derseniz, ardından "ben evimi vakfettim" derse, burada hiç şüphesiz herkes onun vakfettiği evin önceden işaret ettiği ve adresini verdiği ve muhataplardan tanıdıklarına dair itiraf aldığı ev olduğunda tereddüt etmez. Yine eğer "Benim filan kölemi tanıyor musunuz ve benim kölem olduğunu kabul ediyor musunuz?" derse, siz de "Evet" derseniz; bu sefer dönüp hemen "Ben kölemi azad ettim" derse, her akıllı insan tereddüt etmeden onun âzâd ettiği köleden maksadın az önce bahsini ettiği ve tanıdıklarına dair muhataplardan itiraf aldığı kimse olduğunda tereddüt etmez ve kalkıp da onun hiç bahsi geçmeyen bir kölesi olduğunu söylemez."[55]

Bu yüzden hadisimizde de Allah Resulü'nün birinci cümlesindeki evleviyetten maksadın aynen birinci cümledeki (Allah ve Resulü'ne ait) evleviyetten başka bir şey olamaz. Evet Allah Resulü Allah (c.c) ve kendisi için beyan ettiği ve insanlardan itiraf aldığı evleviyet ve öncelik hakkını Hz. Ali için de geçerli saymakta ve ümmete bunu beyan etmektedir ki maksat Allah'ın, dinini kendisiyle tekmil ettiği ve nimetini tamamladığı velâyet ve imamet makamıdır ki Resulullah (s.a.a) bunu açıkladıktan sonra şöyle buyurdu: "Allah-u Teala'nın Ehlibeyt'im için lütfettiği bu azamet ve yücelikten dolayı beni tebrik edin!" Önceden değindiğimiz gibi Ebu Bekir ve Ömer, Hz. Ali'yi de bundan dolayı tebrik etmişlerdi.[56]

Hassan b. Sâbir olayı şiirleştirmişti ve bazı münafıklar olayı hazmedemeyip kendilerine azap inmesini istemişlerdi. (Meâric,1)
Buna ilaveten farz edelim ki evleviyetten maksat itaat ve yakınlıkta evleviyet olmuş olsun, acaba bu, Resulullah'tan sonra vuku bulan olaylarla örtüşüyor mu? Acaba hilâfet meselesi de dahil bir çok konuda Hz. Ali (a.s) itaat eden birisi konumuna mı koyuldu, yoksa itaat edilen mi? Halife seçerken onunla istişare ettiler mi? Onun görüşüne göre hareket ettiler mi? Yoksa muteber tarihlerin hemen hepsinin yazdığına göre halife seçiminde kesinlikle ona haber vermediler ve işi bitirdikten sonra evinin kapısına dayanıp biat istediler ve nice nahoş olayların meydana gelmesine vesile oldular. Hz. Ali ise onların bu seçimine rıza göstermeyip türlü yollarla itiraz ve muhalefetini bildirdi ve yine aynı kaynakların itirafına göre altı ay biatten çekindi ama hücceti tamamlayıp ve takriben yalnız kaldığını görünce İslam'ın maslahatı ve esasının korunması için biat etti veya sustu (Ehlibeyt mektebine göre.)

Esasen bir kimsenin itaatte öne geçirilmesi topluma hakim olmadan nasıl gerçekleşebilir? Toplumun yönetim mekanizması başkalarının elinde bulunduğu halde başka bir kimsenin mutâ (itaat edilen) pozisyonunda olması mümkün olabilir mi?

Bu yüzden bu muhteremlerin bu görüşünü kabul etsek dahi, yine de itaatte evleviyetin en doğal ve mantıklı sonucu velâyet ve hilâfettir, başka bir şey değil.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

6- Bazıları da demişler ki "Gadir hadisinin tasarrufta evleviyet (ki sonucu hilâfet ve imamettir) olduğunu kabul etsek dahi, bundan maksat bilahare halife olacağıdır; üç halifeden sonra, Resulullah'' hemen ardından değil. Başka bir tabirle, Hz. Ali ile ancak biat edildiği zaman halife olacaktır. Bu biat ise üç halifeden sonra gerçekleştiği için Gadir hadisi Hz. Ali'nin üç halifeden sonraki evleviyetine işaret etmektedir…" Bu şüphe ve itirazı da Fahrettin Râzî ortaya atmış ve ondan sonra gelenlerin bazıları da bunu tekrarlamışlardır. Kadı Azududdin Îcî, [57], Çelebî[58], İbn-i Hacer[59], Şeyh Selim Bişrî gibi..[60]

Cevap:

Şimdi gerçekten bu evleviyetten böyle bir evleviyet kastedilmişse, bunun Hz. Ali için ne gibi bir fazilet ve ayrıcalık yanı olabilir ki böyle şa'şalı bir merasim düzenlensin, galiz itiraflar alınsın, ardından biatler, tebrikler…

Allah aşkına bunlar abes ve manasız şeyler olmaz mıydı? Aslında böyle bir durumda bu merasimin önceki halifeler, özellikle birincisi için düzenlenmesi ve bu sözlerin onun hakkında söylenmesi daha doğru ve mantıklı olmaz mıydı?

Böyle bir mana kastedilmiş olsaydı, aslında Ebu Bekir ve Ömer'in Hz. Ali'ye "Ne mutlu sana benim Mevlâm oldun" demesi yerine, Hz. Ali'nin onlara böyle bir cümleyi söylemesi gerekirdi. Çünkü Hz. Ali hilâfete ulaştığında onlar hayatta değillerdi ki velâyeti onlar için geçerli olmuş olsun; ama Hz. Ali onların hilâfeti altında tam 25 yıl yaşadı. Demek ki bu mantığa göre Hz. Ali onların değil, onlar Hz. Ali'nin mevlâsı idiler!!!

Sonra eğer maksat 25 yıl sonra ve üç ayrı halifenin hilâfetinin ardından üstleneceği hilâfet olsaydı, artık o kadar kaygı ve korkuya ne gerek vardı?

Ayrıca Eğer bu velâyet üç kişinin velâyetinden sonra olacaktıysa neden o üç kişiye asla değinilmiyor, isimleri verilmiyor? Oysa bu olaylardan dolayı nice ihtilafların yaşanacağını kanların döküleceğini biliyordu!

Acaba böyle bir velâyetle mi din tekmil oldu ve nimet ümmete tamamlandı? Acaba böyle bir evleviyetin tebliğ edilmemesi mi risâletin top yekûn tebliğ edilmemesine eşitti?!

Bunlar gibi daha nice sorular sorulabilir ki basiret ve iz'ân sahibine bu kadarı bile fazladır.
Aslında bu kadar bu cümleleri tevil için uğraşanlara, emin olun ki eğer mevlâ kelimesinin yanına "Bâdi" kelimesini de ekleyip "Ben kimin mevlâsı isem, benden sonra bu Ali onun mevlâsıdır" deseydi dahi, "Benden sonra"dan maksat üç halife sonrası da olabilir; Çünkü o zaman da Resulullah sonrası sayılır" derlerdi. Hatta eğer "Fasılasız olarak benden sonra Ali halifedir" buyursaydı dahi rahatlıkla, mesela Resulullah'ın bu sözü mutlaktır ve bu söz ümmetin icmasıyla kayıtlandırılmıştır. Onun için şöyle mana etmeliyiz: "Ali aralıksız halifedir, şu üç kişi hariç" diyebilirlerdi!!
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

7- Bazılarının ise Gadir hadisi hakkında ileri sürdükleri bir diğer itiraz ise şudur ki bu hadisin Hz. Ali'nin hilafet ve imametine delalet ettiğini söylersek, o zaman Hz. Ali'nin daha Resulullah (s.a.a) hayatta olduğu zamandan beri imam olduğunu kabul etmemiz gerekir. Zira hadisin metninde "Ali benden sonra imam ve halifedir" diye bir kayıt ve açıklama yoktur. Dolayısıyla bu hadisten öyle bir manayı çıkartmamız gerekir ki Resulullah (s.a.a) hayatta olduğu zaman bile geçerli olmuş olsun; o da muhabbet yardım vb. manalardır.

Cevap:

Bu itirazın cevabı şudur ki aslında Hz. Ali'nin hilafeti Resulullah'ın hayatından itibaren başlamıştır. Ancak bunun fiilen tahakkuk etmesi Resulullah'ın vefatı şartına bağlıydı. Bu konu aynı vasiyet meselesine benzemektedir. Fakihlerin de fıkıhta beyan ettikleri gibi, bir insan bir mülkü birisi için vasiyet ederse, vasiyet edilen kimsenin mülkiyeti aslında vasiyet anından başlamış oluyor; ancak bunun amelen ve fiilen tahakkuk bulması ve vasiyet edilenin tasarruf imkanı, vasiyet edenin ölümüne bağlıdır. Bu, aslında örfen de insanlar tarafından bilinen ve makul karşılanan bir olaydır. Zira bir yönetici kendi yerine veliaht tayin ettiğinde, kimse veliahtın tayin ediliş anından itibaren yönetici olduğunu zannetmez; çünkü bunun tahakkuk şartının önceki yöneticinin ölümü olduğunu biliyor. Allah Resulü de bu olayın başında yakında vefat edeceğini beyan etmekle, bu hilafetin kendisinden sonra başlayacağını ve ümmetin geleceği için yapılan ilahi bir tasarruf ve durum belirlemesi olduğunu ortaya koymuştur.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

8- Yine bazıları şöyle demiştir: "Eğer Allah Resulü (s.a.a) Gadir hadisi ile Hz. Ali'nin hilafetini ümmetini açıklamak istiyor olsaydı, neden "Mevlâ" kelimesi yerine açıkça "halife" kelimesi kullanmadı? Bu kelimelerin yerine "mevlâ" kelimesini kullanması, bundan maksadın hilafet olmadığını gösteriyor."[61]

Cevap:

Önce şunu söylememiz gerekir ki bir insan kafayı tevil etmeye takarsa, alemde bir türlü tevil edilemeyecek kelime veya cümle yoktur. Yani "mevlâ" yerine halife kullanılsaydı da örneğin şöyle tevil edilecekti: "Evet, Hz. Ali Peygamber'in halifesidir, ama bunun anlamı hemen değil bilahare halife oluşudur. Dolayısıyla ondan önce başka birkaç kişinin halife oluşu, bununla bir tezat oluşturmaz. Nitekim önceki bölümlerde "mevlâ" kelimesini halife ve imam anlamına kabul eden bazılarının benzer bir tevilde bulunduklarını nakletmiştik! Veya diyebilirlerdi ki evet Hz. Ali Resulullah'ın halifesidir ama yönetimde ve siyasette değil, emanetlerini ve borçlarını vb. eda etmekte halifesiydi. Nasıl ki bunun benzerini bir çokları vasi kelimesini tevil ederken söylemişlerdir!

Kaldı ki Allah resulü diğer bir çok hadisinde Hz. Ali'yi "halifem" ve benzer tabirlerle tanıtmıştır. Acaba eleştiriyi getiren İbn-i Hacer ve benzerleri bunlara ne derler, insan onu merak ediyor cidden.

Aşağıda ismini vereceğimiz kaynaklarda Allah Resulü Hz. Ali hakkında "Benim halifem" tabirini kullanmıştır ki biz söz uzamasın diye onların metnini nakletmekten vazgeçiyoruz. İsteyenler söz konusu kaynaklara müracaat edebilirler:
a) Tarih-i Taberî, c.1, s.541
b) Tarih-i İbn-i Esir, c.2, s.62
c) Kenz-ül Ummâl, c.13, s.114
d) Müstedrek-üs Sahihayn (Hâkim Nişâburî), c.3, s.133
e) Et-Telhis (Müstedrek'in Hamişinde), c.3, s.133

Merhum Allâme Emini de Allah Resulü'nün Hz. Ali için "Benim halifemdir" dediği sözünü Ehl-i Sünnet'in bir çok hadis, tefsir ve tarih kitaplarından nakletmektedir: " Ahmed b. Hambel'in Müsned'i, Sa'lebi'nin Keşf-ül Beyân tefsiri, Suyutî'nin Cem-ül Cevâmi' tefsiri, Nesâî'nin Hasâis'i gibi…[62]
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

9- Bazıları tarafından ortaya atılan bir diğer itiraz ve eleştiri ise şudur ki, bu hadis Hz. Ali'nin ilk halife olmasıyla ilgili ise, neden Hz. Ali veya İmam'ın taraftarları, muhaliflerine karşı bu hadisi delil olarak göstermemişlerdir? Örneğin İbn-i Hacer bu konuda şöyle demiştir: "Gadir hadisi Hz. Ali'nin hilafetine nasıl nass olabilir, oysa ne Hz. Ali'nin kendisi, ne Abbas ne de başka birisi bu hadise istidlal etmemişlerdir? O halde Hz. Ali'nin hilafeti zamanına kadar bu hadisi delil göstermeyip susmasından aklı olan herkes anlar ki Hz. Ali bu hadisi bir nass olarak görmüyordu."[63]

Cevap:

Tarih ve hadis kaynaklarından bir nebze haberdar olan herkes bu tür iddiaların batıl ve asılsız olduğunu anlar. Merhum Allâme Emini El-Gadir kitabında Hz. Ali'nin Gadir hadisiyle istidlal edişinin belgelerini bir çok muteber Sünni kaynaktan ve alimden nakletmektedir.
Örneğin Harezmî'nin "Menâkıb"ından Hemvinî'nin "Ferâid-üs Simtayn"ından, Nesâî'nin "Hasâis"inden, Askalânî'nin "El-İsâbesi"nden Hâfız Heysemî'nin "Mecme-üz Zevâid"inden, İbn-i Meğâzilî'nin "Menâkıb"ından, Halebî'nin "Siresi"nden ve diğer birçok kaynaktan…[64]

Muhammed b. Muhammed El-Cezrî Ed-Dimeşkî de Hz. Fâtıma'nın bu hadisle istidlal edişini kitabında nakletmiştir.[65]

Yine Kundûzî "Yenabi-ül Mevedde" kitabında Hz. Hasan'ın Gadir hadisiyle istidlal edişini nakletmiştir.[66]

Aynı şekilde büyük tabiî Selim b. Kays, Hz. İmâm Hüseyn'in Minâ'da sahabe ve tabiilerden oluşan bir topluluğa okuduğu hutbede Gadir hadisiyle ihticac ve istidlal ettiğini nakletmiştir.[67]

Daha birçoklarının da bu hadisle istidlal ettikleri ve onu Hz. Ali'nin hilafet ve imametine delil olarak gösterdiklerinin belgelerini El-Gadir kitabında okuyabilirsiniz.[68]

Elbette daha sonra da Hz. Ali'nin sükutu hakkında yapacağımız açıklamada izah edeceğimiz gibi bu istidlaller hakikati açıklama ve hücceti tamamlama maksadını taşımaktaydı. Bundan dolayı da ispat ve izahında fazla ısrarcı davranmıyorlardı.
Elbette Ehlibeyt mektebinin kaynaklarında Hz. Ali'nin muhtelif yerlerde Gadir hadisine dayanarak yaptığı istidlalleriyle ilgili nakilleri vermekten vazgeçtik.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Ayet ve Hadislerde İmamet

Mesaj gönderen f_altan »

10- Bazıları tarafından ortaya atılan bir diğer itiraz ve eleştiri ise şudur ki, bu hadis Hz. Ali'nin ilk halife olmasıyla ilgili ise, neden Hz. Ali veya İmam'ın taraftarları, muhaliflerine karşı bu hadisi delil olarak göstermemişlerdir? Örneğin İbn-i Hacer bu konuda şöyle demiştir: "Gadir hadisi Hz. Ali'nin hilafetine nasıl nass olabilir, oysa ne Hz. Ali'nin kendisi, ne Abbas ne de başka birisi bu hadise istidlal etmemişlerdir? O halde Hz. Ali'nin hilafeti zamanına kadar bu hadisi delil göstermeyip susmasından aklı olan herkes anlar ki Hz. Ali bu hadisi bir nass olarak görmüyordu."[63]

Cevap:

Tarih ve hadis kaynaklarından bir nebze haberdar olan herkes bu tür iddiaların batıl ve asılsız olduğunu anlar. Merhum Allâme Emini El-Gadir kitabında Hz. Ali'nin Gadir hadisiyle istidlal edişinin belgelerini bir çok muteber Sünni kaynaktan ve alimden nakletmektedir.
Örneğin Harezmî'nin "Menâkıb"ından Hemvinî'nin "Ferâid-üs Simtayn"ından, Nesâî'nin "Hasâis"inden, Askalânî'nin "El-İsâbesi"nden Hâfız Heysemî'nin "Mecme-üz Zevâid"inden, İbn-i Meğâzilî'nin "Menâkıb"ından, Halebî'nin "Siresi"nden ve diğer birçok kaynaktan…[64]

Muhammed b. Muhammed El-Cezrî Ed-Dimeşkî de Hz. Fâtıma'nın bu hadisle istidlal edişini kitabında nakletmiştir.[65]

Yine Kundûzî "Yenabi-ül Mevedde" kitabında Hz. Hasan'ın Gadir hadisiyle istidlal edişini nakletmiştir.[66]

Aynı şekilde büyük tabiî Selim b. Kays, Hz. İmâm Hüseyn'in Minâ'da sahabe ve tabiilerden oluşan bir topluluğa okuduğu hutbede Gadir hadisiyle ihticac ve istidlal ettiğini nakletmiştir.[67]

Daha birçoklarının da bu hadisle istidlal ettikleri ve onu Hz. Ali'nin hilafet ve imametine delil olarak gösterdiklerinin belgelerini El-Gadir kitabında okuyabilirsiniz.[68]

Elbette daha sonra da Hz. Ali'nin sükutu hakkında yapacağımız açıklamada izah edeceğimiz gibi bu istidlaller hakikati açıklama ve hücceti tamamlama maksadını taşımaktaydı. Bundan dolayı da ispat ve izahında fazla ısrarcı davranmıyorlardı.
Elbette Ehlibeyt mektebinin kaynaklarında Hz. Ali'nin muhtelif yerlerde Gadir hadisine dayanarak yaptığı istidlalleriyle ilgili nakilleri vermekten vazgeçtik.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kilitli

“12 İmam (İmamet) İnancı” sayfasına dön