ASHABU KIRAM

Peygamberden sonra, Müslümanların rehberi ve lideri İmamet makamına sahip olan 12 İmamlarındır.
Cevapla
kadihan
Mesajlar: 2
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:24

ASHABU KIRAM

Mesaj gönderen kadihan »

ZIYARETCI DEFTERINDEN ALINTIDIR

Hz. Muhammed (S.A.V.)’in, "insanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim" (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid, 38: İbn Mâce, Mukaddime, II)

(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

Hz. Ebu Bekir, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

Hz. Ebu Bekir, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vaad etmiştir!) [Nisa 95]

Hz. Ebu Bekir, ağaç altında söz verenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]

Hz. Ebu Bekir Bedir savaşına katılanlardan olduğu için Cennetliktir. İşte Bedir ehline katılan müslümanların şânı için bir hadis-i şerif meali:
(Bedir savaşına katılan müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]

Bilal-i Habeşi’nin azat edilmesi için para verince, Leyl suresinde övüldü:
(Temizlenmek için malını hayra verip, [günahtan] çok sakınan ateşten uzaktır. O, iyiliği bir menfaat için değil, Rabbinin rızasını kazanmak için yaptı. Kendisi de, (Cennete girip) hoşnut olacaktır.) [Leyl 17-21]

Bilal-i Habeşi’nin azat edilmesi için para verince, Leyl suresinde övüldü:
(Temizlenmek için malını hayra verip, [günahtan] çok sakınan ateşten uzaktır. O, iyiliği bir menfaat için değil, Rabbinin rızasını kazanmak için yaptı. Kendisi de, (Cennete girip) hoşnut olacaktır.) [Leyl 17-21]

Fedek hurmalığı meselesi
İbni Sebeciler diyor ki:
(Resulullahın vefatından sonra, Ebu Bekir ile Ömer, (Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sadaka olur) hadisini söyleyerek, Fatıma’nın elinden (Fedek) ismindeki hurma bahçesini zor ile alıp, Beytülmala verdiler. Fatıma, Ebu Bekir’e darılıp, lanet etti. Buna gücenip ölünceye kadar Ebu Bekir’e düşman oldu.)
CEVAP
Bu bahçede sayılı birkaç ağaç vardı. Büyük bir orman olsaydı dahi, böyle bir şey için, dünyanın malına, mülküne zerre kadar dönüp bakmadığı için, kendisine Betül denilen Resulullahın kızı, kadınların en şereflisi Fatıma-tüz-Zehra’nın, mübarek babasının Cennet ile müjdelediği üç Halifeye düşmanlık etmesi, af ve ihsanda bulunmaması, bunlara [hâşâ] lanet etmesi ve müslümanlara da böyle olmalarını tavsiye eylemesi çok büyük bir iftiradır.

Hz.Ali ile Hz. Fatıma’nın, bütün dünyaya yayılmış olan yüce şânlarını küçülten böyle iftiraları bu iki din büyüğüne yakıştırmak, bunları sevmek değil, belki düşmanlık etmektir. Ancak ibni Sebecilerin yapacağı şeydir.

Önce hadisenin, Kur’an-ı kerimden sonra en kıymetli kaynaklardan olan Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’deki geçtiği şekline bakalım:

(Fatıma ile Abbas’ın her ikisi, Resulullah efendimizden kalan miraslarını, yani Fedek’teki yerleri ile Hayber’deki hisselerini istemek üzere Ebu Bekir’e geldiler. Ebu Bekir de kendilerine şöyle dedi: Resulullah efendimizden işittim, buyurdu ki:
(Biz [Peygamberler] miras bırakmayız, bıraktığımız sadaka [vakf]dır.) Peygamber efendimizin ehli ve iyali bu maldan ancak yiyebilir. Vallahi Resulullahın yaptığını gördüğüm bir işi yapmadan bırakmam. [Ravi] diyor ki: Bunun üzerine Fatıma oradan ayrıldı ve ölünceye kadar bir daha miras lafını etmedi.)

Hâşâ, Hz.Ebu Bekir’in, Fedek hurmalığını Hz. Fatıma’dan zorla alması diye bir şey yok. Bu tamamen İbni Sebecilerin uydurmasıdır.

Ahmed Cevdet Paşa diyor ki:
Halife Hz. Ebu Bekir, Resulullahın silahları ile beyaz katırını, Hz. Ali’ye verdi. Diğer eşyayı Beytülmale bıraktı. Fedek ve Hayber’deki hurmalıklarını, Resulullah hayatta iken vakfetmiş, kimlere dağıtılacağını emir buyurmuştu. Gelip geçen elçilere ve misafirlere verirdi. Ebu Bekir bunları eskisi gibi dağıtıp, asla değiştirmedi. Fatıma mirasını istediğinde; (Resulullahtan işittim: (Biz Peygamberlere kimse vâris olamaz! Bıraktığımız mal, sadaka olur) buyurmuştu. Ben Resulullahın yaptığını değiştirmem) dedi. Fatıma (Sana kim vâris olur?) demiş. Halife de, (Evladım, ehlim olur) deyince, (Ya ben niçin babama vâris olmuyorum?) demiş. Halife de, (Senin baban olan Resul-i ekremden işittim ki, (Kimse bize vâris olamaz!) buyurdu. Onun için sen de vâris olamazsın. Fakat ben Onun halifesiyim, Onun nafaka verdiği kimselere, aynı şeyleri ben de veririm. Senin masraflarını yapmak benim vazifemdir) dedi. Bunun üzerine Fatıma razı oldu ve artık miras lafı etmedi. (Kısas-ı enbiya s.369)

Hadis âlimi Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri, aynı şeyleri bildirdikten sonra buyuruyor ki:
Resulullah birçok kimselere, mal vereceğini vaad etmişti. Vefatından sonra, gelip, bu malları istediler. Halife hepsine verdi. Ebu Bekri Sıddık, mirası yalnız Fatıma’dan men etmedi. Âişe de, gelip, miras istedi. Ona da vermedi. Başka zevceler de istedi. Hiçbirisine vermedi. Peygamberler miras bırakmaz hadis-i şerifini söyledi. Halife, bu hadis-i şerifi söyleyince, Eshab-ı kiramın hepsi, biz de işitmiştik, dediler, bir kişi bile itiraz etmedi. Halife kimseye miras vermedi ve Resulullahın akrabasına evvelce verilen her şeyi aynen verdi ve Resulullahın yaptığını değiştirmem dedi ve Onun akrabasını, kendi akrabamdan daha çok seviyorum diye yemin etti. Fatıma’nın miras yüzünden, Ebu Bekir’e darıldığını söylemek ne kadar yanlıştır. Eshab-ı kiramın sözbirliği ile bildirdiği hadis-i şerifi, Fatıma’nın kabul etmeyeceğini düşünmek Hz. Fatıma’ya iftira olur. Fatıma vefat edeceği zaman, Ebu Bekri Sıddık ile helalleşip ondan razı olmuştur.

Hadis âlimi imam-ı Beyheki hazretleri, imam-ı Şabi’den rivayet ediyor ki, Fatıma hasta iken, halife Ebu Bekir kapıya geldi. Ali, Fatıma’ya, Ebu Bekrin geldiğini haber verdi. Fatıma izin verdi. Halife içeri girdi ve kendisi ile helalleşti. Fatıma, Ebu Bekir’den razı oldu. İmam-ı Müstağfiri’nin Kitabülvefa ve Riyadunnadara kitaplarında ve Hafız Ebu Said, Kitab-ül-müvafeka adındaki kitabında da böyle yazmaktadır. Faslülhitab kitabında diyor ki: Fatıma akşam ile yatsı arasında vefat etti. Ebu Bekri Sıddık, Osman, Abdurrahman bin Avf ve Zübeyr bin Avvam hazır idiler. Cenaze namazını Ebu Bekri Sıddık kıldırdı. Gece defnettiler. (Medaric-ün-nübüvve c.2/ s.572)

Görülüyor ki, Hz. Ebu Bekir hurma bahçesini Hz. Fatıma’nın elinden almamış, eski halinde olduğu gibi bırakmış, onun her ihtiyacını Beytülmal’den vermiştir. Bütün bu vesikalar hiçe sayılarak, Ebu Bekir, Fedek hurmalığını zorla aldı nasıl denebilir? Hz. Ali halife olunca, her şey elinde ve emrinde iken, bu hurmalığı, niçin Hz. Hasan ile Hüseyin’e teslim etmedi? Hâşâ o da mı zulme iştirak etti? Yoksa, ölmüş halifelerden mi korktu? Hz. Ali’nin, üç halifenin yaptıklarını değiştirmeyip hurmalığı, onların yaptığı gibi idare etmesi, üç halifeyi onayladığını, yani onların doğru yaptığını açıkça göstermektedir.

Buraya birkaçını yazdığımız bu vesikalı açıklamalardan sonra, Hz. Ali’nin üç Halifeye düşman olduğunu ve bir bahçe için Hz. Fatıma’nın Eshab-ı kirama lanet ettiğini söylemek, âyet-i kerimelere de zıddır:

Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer ve Hz. Osman Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerdendir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

(Mekke’nin fethinden önce ve sonra Müslüman olanların hepsine de, Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]

(Allah, Eshabın hepsine Cenneti söz verdi.) [Nisa 95]

Allahü teâlânın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. Razı olması da sonsuzdur. Allah, Eshabdan birkaç sene razı oldu sonra vazgeçti denilemez. Allah sözünden dönmez.
İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]

Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’i, Hz. Ömer’i ve Hz. Osman’ı çok severdi. Bunlar da Hz. Ali’yi çok severdi. Birbirlerinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]

Eshab-ı kiramın birbirine karşı çok merhametli olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali de şudur:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]

Al kardesim iste dogrular ben eskileri acmayalim dedikce sen sence dogru olanlari yazdin durdun hic düsündünmü o yüce sahsiyetler senin benim gibi siradan insanlar degil on lar yaratilani yaratandan ötürü severler onlara kin nefret yakismaz ama sen yakistiriyorsan kusurabakma ama kafani ellerinin arasina alda bi düsün istersen bak yazida kimse kücük görülmüyor yalancilikla suclanan sahabe yok dikkat ettiysen bizim sahabeler hakkindaki düsüncemiz bunlar kin yok nefret yok sevgi var sevgiyi tekellerinde sanan guruplara duyrulur

Yazi benim degil alinti ama benim düsüncelerime tercüman olmus bir yazidir

Tabi sen yine yalan dolan iste isbat falan diyeceksin ama o sana göre baktigin aciya bagli

Allah yar ve yardimcimiz olsun

Insallah bu üzücü olaylari unutup birlik icin calisiriz (aslinda cevap yazmayacaktim ama israrli yazilarin sebebiyle yazmak zorunda kaldi)
Kiranda olsa kiril sen fakat egilme sakin
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Z. Defterinden Alıntılar

Mesaj gönderen f_altan »

Gönderen:
Kadihan
Yer:
Diğer
Tarih:
18 Ocak 2007, Perşembe
01:00
Kadihan:
1- Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Sahabilerime hakaret etmeyin! Eğer biriniz Uhud dağı kadar altın verse, onlardan birinin bir avuç sadakasına ve onun yarısına ulaşamaz."
Ebû Saîd radıyallahu anh. Buhârî.

__________________________
CEVAP 1:
Kadihan kardeşin nakletmiş olduğu hadisler üzerinde biraz duralım.
Kadihan kardeş, sahabe dediğiniz şahıslar Kuran'ın değimiyle savaştan kaçarak cehennemlik olmuşlarsa veya biribirlerine sebbederek, lanet ederek, biribirleriyle savaşarak on binlerce insanın ölümüne sebep olmuşlarsa, yine de mi diğer müslümanlardan herhangi biri bir Uhud dağı kadar altın verirse onlardan birinin bir avuç sadakasına ve onun yarısına ulaşmazlar?!!! Acaba Allah Teala adil değil mi? Bu fark ne içindir? Onlara her şey helaldır da diğer müslümanlara haram mıdır? Kuran'a göre bir adam birisini kasıtlı olarak öldürürse ebedi olarak cehennemlik olmaz mı? Peki neden onlar Sıffinde, Cemelde ve diğer yerlerde Hz. Aliye karşı savaş açmalarına ve on binlerce adam öldürmelerine rağmen cehennemlik olmuyorlar?!!!!! Uhud da, Huneyde, Hayber gazvelerinde savaştan kaçmalarına ne diyorsunuz?!!! Onların üstükliklerine sebep olacak şeyleri anlatır mısınız? Üstünlük sizce ne iledir? Bir de kitaplarınızın nakletmiş olduğu hadislere göre, ashaptan bazılarını cehenneme götürdüklerinde Resulullah (s.a.a): "Ashabım ashabım…" demiyecek mi? Cevabında: "Onların senden sonra ne yaptıklarını sen bilmiyorsun" denilmeyecek mi? Peki cehenneme götürülecek olan ashabın bir avuç sadakası, diğer müslümanların Uhud dağı kadar altın vermesinden daha üstün müdür? Allah müslümanlara akıl ve fikir versin.
Devam edecek
____________________
Kadihan:
2- Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Cennette alt seviyede olanlar, gökteki parlak yıldızı görür gibi, yüksek derece sahiplerini görürler.
Ebû Bekir ve Ömer de yüksek derece sahiplerindendirler, hatta daha da ileridirler."
Ebû Saîd radıyallahu anh. Tirmizî.

____________________
CEVAP 2:
Bu rivayette, Ebubekir ve Ömer'in cenette yüksek derece sahiplerinden hatta daha da ileride oldukları geçmiştir!!! Bu dereceği ve diğer yüce sahabelerden ileride olmayı, savaşlarda kaçmakla mı, Hz. Peygamber'in vasiyet yazmasına mani olmakla mı, Hz. Peygamber'e (haşa) saçmalıyor diyerek mi, Hz. Fatıma'ya Peygamber (s.a.a) tarafından verilmiş olan Fedek bağını gasbederek mi, onun evine baskın yaparak mı, kapı arkasında Hz. Fatıma'yı sıkıştırarak Muhsin ismindeki çocuğunun sıkt olmasına sebep olarak mı, Hz. Ali'yi zorla biate götürerek mi, yoksa Hz. Fatıma'nın incinmesine ve şahadete erişmesine sebep olarak mı kazandılar?!! Bakın Hz. Peygamber (s.a.a) (Ehlisünnet kitaplarında nakledildiği üzere) kızı Hz. Fatıma (s.a) hakkında ne buyurmuştur:
"Gerçekten Allah senin gazabın (hoşnutsuzluğun) için gazap eder ve senin hoşnutluğun için de hoşnut olur. (Yani seni gazaplandırmak Allah'ın gazap etmesine sebep olur ve seni hoşnut etmek Allah'ın hoşnut olmasına sebep olur.)"
(Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.153. Üsd-ül Gabe, c.5, s.522. el-İsabe, c.8, s.159. Tehzib-üt Tehzib, c.12, s.441. Kenz-ül Ummâl, c.7, s.111; Kenz-ül Ummâl, c.6, s.219.

Hakim, bu hadisin senedinin sahih olduğunu söylemiştir.
Bu hadisi İbn-i Esir, "Üsd-ül Gâbe"de, İbn-i Hacer de, "el-İsabe" ve "Tehzib-üt Tehzib"de rivayet etmiştir. Yine bu hadisi Muttaki, Kenz-ül Ummâl'da rivayet etmiş ve İbn-i Neccar'ın da bu hadisi rivayet ettiğini kaydetmiştir.
Muttaki, Kenz-ül Ummâl'da rivayet ediyor ki: "Gerçekten Allah Fatıma'nın gazabı yüzünden gazaplanır ve onun hoşnutluğu için de hoşnut olur."

Muttaki, bu hadisi Deylemi'nin Hz. Ali'den (a.s) rivayet ettiğini kaydetmiştir. Yine Muttaki, bu hadisi kitabının aynı sayfasında az bir farkla nakletmiştir. Bu ikinci nakli şöyledir: "Ey Fatıma, Allah senin gazabın yüzünden gazap eder ve senin hoşnutluğun için hoşnut olur."
(Kenz-ül Ummâl, c.6, s.219.)

Muttaki, bu hadisi Ebu Ye'la ve Taberani ve Ebu Nuaym’ın Fezail-üs Sahabe'de rivayet ettiğini kaydetmiştir.
Zehebî, Mizan-ül İ'tidal'de Taberanî'nın müsnet olarak Hz. Ali'den (a.s) şu hadisi rivayet ettiğini ve hadisi sahih bildiğini zikretmiştir: "Resulullah (s.a.a) Fatıma’ya (selâmullahi aleyha) şöyle buyurdu: "Ey Fatıma, gerçekten Rabbimiz senin gazabın için gazap eder ve senin razı olman vasıtasıyla razı olur."
(Mizan-ül İ'tidâl, c.2, s.72)

Zehair-ül Ukbâ, kitabında Hz. Ali İbn-i Ebu Talib'den, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey Fatıma, Allah senin gazabın için gazaplanır ve senin hoşnutluğunla da hoşnut olur."

Zehair-ül Ukbâ kitabının sahibi bu hadisi Ebu Said'in Şeref-ün Nübüvve'de ve İbn-i Müsenna'nın da Mu'cem'inde rivayet ettiğini kaydetmiştir.
Bu sahih hadisler sarih bir şekilde, Hz. Fatıma'nın gazap ettiği şeyin batıl olduğunu, bu yüzden Allah'ın da ona gazap ettiğini ve razı olduğu şeyin hak olduğunu, bu yüzden Allah'ın da ondan razı olduğunu bildirmektedir. Çünkü Allah Teala batıldan başka bir şeye gazap etmez ve haktan başka bir şeyden de razı olmaz.

Buhârî, Sahih'inde Misver İbn-i Mahreme'den naklen yazıyor ki, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; kim onu gazaplandırsa (öfkelendirse), beni gazaplandırmıştır."

(Sahih-i Buhâri, Bed'ül Halk bölümü, hadis no: 3437, 3483, Kenz-ül Ummâl, c.6, s.220. Feyz-ül Kadir, c.4,s.421. Hasais-ün Nesâi, s.35.)
Yine Buharî, Misver İbn-i Mahreme'den naklen yazıyor ki, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; onu rahatsız eden beni de rahatsız eder; ve onu inciten şey beni de incitir."
(Sahih-i Buhâri, Nikâh bölümü hadis no: 4829. Sahih-i Ebu Dâvud, c.12, bab-u ma yekrehu en yücmee beynehunne min-en nisâi hadis no: 1773, Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 1988. Müsned-i Ahmed, c.4, s.328 hadis no: 18149, 18184, 18167. Hilyet-ül Evliyâ, c.2, s.40.)

Bu ve benzeri hadisler de açıkça gösteriyor ki, Hz. Fatıma’nın rıza ve gazabı yalnız Allah'ın rıza ve gazabına bağlıdır.
Şaşılacak şudur ki, Ehl-i Sünnet'in en büyük hadisçisi olan Buharî, bu hadisleri Sahih'inde naklettiği halde yine yanı sıra kendi Sahih'inin Humus babında rivayet etmiştir ki: "Resulullah'ın (sallallâhu aleyhi ve alih), kızı Fatıma, Ebu Bekir'e gazap etti ve vefat edinceye dek de onunla konuşmadı."

Yine kitabının Hayber Gazvesi babında rivayet etmiştir ki: "Fatıma, Ebu Bekir'e gazap etti ve vefat edinceye kadar onunla konuşmadı."

Yine Sahihi'nin "el-Feraiz" babında rivayet etmiştir ki: "Fatıma Ebu Bekir'e darıldı ve vefat edinceye kadar onunla konuşmadı." (Sahih-i Buhari, hadis no: 6230, 3913, 2862.)

Bu hadis Sahih-i Müslim'in Cihad kitabında da yer almıştır. Yine aynı hadisi Ahmet İbn-i Hanbel, Müsned'inde (c.1, s.9, Meymene matbaası baskısı) ve Beyhakî Sünen'inde ( c.6, s.300, Haydarabad baskısı) rivayet etmişlerdir.
Tirmizî de, Sahih'inde rivayet etmiştir ki: "Fatıma, Ebu Bekir ve Ömer'e "Andolsun Allah'a, artık hiçbir zaman sizinle konuşmayacağım." dedi ve ölünceye kadar o ikisiyle konuşmadı."
(Zehâir-ül Ukbâ, s.39. Sahih-i Müslim, Cihâd bölümü, c.1, s.9, hadis no: 3304. Sünen-i Beyhakî c.6, s.300. Sahih-i Tirmizî, Peygamberin mirasıyla ilgili hadisler bölümünde, Müsned-i Ahmed hadis no: 25, 52. )

İbn-i Kuteybe, el-İmame ves-Siyase'de şöyle yazıyor: "…Sonra Fatıma (s.a), Ebu Bekir ve Ömer'e hitap ederek "Acaba size Resulullah'tan (s.a.a) kendinizin de bildiği bir hadisi söylersem onunla amel eder misiniz?" dedi.
"Evet." dediler.
Bunun üzerine şöyle dedi: "Sizi Allah'a ant veriyorum, acaba Resulullah'ın (s.a.a) "Fatıma'nın rızası benim rızamdandır ve Fatıma'nın gazabı, benim gazabımdandır; kim benim kızım Fatıma'yı severse beni sevmiştir; kim onu razı ederse beni razı etmiş olur ve kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur" dediğini duymadınız mı?"

O ikisi: "Evet, bunu Resulullah'tan (s.a.a) duymuşuz." dediler.

Fatıma: "Ben Allah ve meleklerini şahit tutuyorum ki, sizler beni gazaplandırdınız ve beni razı etmediniz. Peygamber (s.a.a) ile mülakat ettiğimde (görüştüğümde) ikinizi ona şikayet edeceğim." dedi.

Ebu Bekir dedi ki: "Ben onun ve senin gazabından Allah'a sığınıyorum." Sonra Ebu Bekir, içini çekip şiddetle ağlamaya başladı, o kadar ağladı ki neredeyse canı çıkacaktı. Ama Hz. Fatıma yine şöyle söylüyordu: "Her namazımdan sonra sana beddua edeceğim."

Sonra Ebu Bekir, Hz. Fatıma'nın evinden çıktı. Halk başına toplanınca onlara "Sizler eşlerinizle birlikte neşeyle geceleri sabahlıyorsunuz, ama beni bu halimle baş başa bırakıyorsunuz. Benim sizin bey'atinize ihtiyacım yoktur; bey'atinizi benden geri alın…" dedi."
(el-İmame ves-Siyase, s.14.)
Bu hadisler görüldüğü gibi mana bakımından mütevatir, ifade yönünden de açık ve sarihtirler.

Devam edecek
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Ziyaretçi Defterinden Alıntılar

Mesaj gönderen f_altan »

MEMUN’UN MUHALİFLERLE TARTIŞMASI

Bu tartışma çok uzun olduğundan ben şimdilik bu bölümü aktarıyorum:

İshak diyor ki: Ben bir müddet başımı aşağı eğmiştim, sonra şöyle dedim: Ey müminlerin önderi! Allah-u Teala Ebu Bekir için şöyle buyuruyor: “Ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, bilin ki, küfredenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir'e) “Üzülme, Allah bizimledir” diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, küfredenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hekimdir.”
(Tevbe/40) Allah onu Peygamber’i için sohbet arkadaşı olarak karar verdi.

Memun: Suphanallah, lügat ve kitap ilmin ne kadar da azmış! Acaba kâfir, mümin için arkadaş olmaz mı? Bunun neresi fazilettir. Allah’ın şu şekilde buyurduğunu duymadın mı: “Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Seni topraktan, sonra nutfeden yaratana, sonunda da seni insan kılığına koyana mı küfrediyorsun?” (Kehf/37)

Burada Allah-u Teala kâfiri mümin için arkadaş ve sahip olarak karar vermiştir. Huzellî (şair) de şiirinde atı için şöyle diyor:
"Geceyi sabahladım ve arkadaşım (atım) vahşiydi.
Çulunun altında basireti vardı (her şeyi biliyordu).
Gökyüzüne bakar, güneşin doğmasını beklerdi."


Başka bir şair Ezdî ise şöyle diyor:

"Hiç şüphesiz orada yalnızlıktan korktum ve benim arkadaşım yalnız beyaz bilekli, uzun boylu, güzel ve dört ayaklı idi."

Burada şair, atının arkadaşı olduğunu vurguluyor. Ama “Allah bizimledir” sözüne gelince; Allah Tebarek ve Teala her iyi ve kötü kimseyle beraberdir. Allah’ın şu buyruğunu duymadın mı: “Göklerde olanları da, yerde olanları da Allah'ın bildiğini bilmez misin? Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka O’dur; beş kişinin gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka O’dur; bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla berâberdir. Sonra, kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.” (Mücadele/7)

Hz. Peygamber'in (korkma) sözüne gelince; söyler misin, Ebu Bekir’in bu korku ve hüznü Allah’a itaatinden dolayı mıydı, yoksa ona karşı gelişinden miydi? Eğer itaatinden dolayıdır diye düşünürsen, öyleyse Peygamber (s.a.a) onu Allah’a olan itaatinden alıkoymuş ve menetmiştir. İşte bu hekim birinin sıfatı değildir. Ama eğer onun günah ve Allah’a karşı gelişinden dolayı korktuğunu düşünürsen, asi ve günahkar için fazilet ve üstünlük nerededir? Bana Allah’ın şu sözlerinden haber verir misin: “Allah ona sükûnet nazil etti.” Bu sözden amaç nedir? Kime sükûnet nazil oldu, söyler misin?

Ben: Sükûnet Ebu Bekir’e nazil oldu, zira Peygamber (s.a.a)’in sükûnete ihtiyacı yoktu, dedim.

Memun: Allah-u Teala’nın şu sözlerini bana anlat: “Andolsun ki Allah size bir çok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Sonra sükünetini ona ve müminlere indirdi” (Tevbe 25-26)

Acaba Allah’ın bu ayette açıkladığı müminlerin kim olduğunu biliyor musun?

Ben; hayır, dedim.

Memun: "Halk Huneyn günü kaçtığında Peygamber (s.a.a) ile birlikte Benî Haşim’den yedi kişiden başka kimse kalmamıştı. Ali (a.s) kılıcıyla çarpışıyor, Abbas Resulullah (s.a.a)’ın atını tutuyor, diğer beş kişi de Resulullah (s.a.a)’ın etrafını sarmış bir halde ona ulaşacak saldırıdan koruyorlardı (Allah resulünü muzaffer kılıncaya kadar). Öyleyse bu ayetteki "mümin"den amaç, Ali ve Benî Haşim’den orada bulunanlardır. O halde kimdir üstün olan? Acaba Peygamber (s.a.a) ile birlikte olan ve Peygamber'le beraber kendisine sükûnet inen mi, yoksa Peygamber (s.a.a) ile mağarada bulunan ve kendisine sükûnet inme liyakatine sahip olmayan mı?

Ey İshak, üstün kimdir? Mağarada Peygamber (s.a.a) ile, birlikte olan mı, yoksa Peygamber (s.a.a)’in yerine yatağında yatan mı? Öyle ki, kendisini Peygamber’e feda etti. Allah-u Teala peygamberine, Ali’ye kendi yatağında yatmasını ve kendisini ona feda etmesini bildirmesini emretti. Peygamber (s.a.a) aynı şekilde bunu Ali (a.s)’ye iletti. Ali (a.s): “Ey Allah Resulü sen salim kalacak mısın?” diye sordu.
Peygamber (s.a.a) “Evet” deyince Ali (a.s); "işittim ve itaat ettim, dedi. Sonra Peygamber (s.a.a)’in yatağında yatarak üzerine yorganı çekti. Müşrikler etrafını sardı ve yatakta yatanın Resulullah olduğundan şüphe bile etmediler. Her kabileden birer kişi bir araya gelmişlerdi. Her biri bir kez vurmak suretiyle, Haşimîlerin kısas etme talebini ortadan kaldıracaklarına inanıyorlardı.
Ali (a.s) onların sözünü işitiyor ve işlerinden haberdar olup, kendisini tehlikede görüyordu. Bunların hiç birisi onu korkutmadı. Ama Ebu Bekir, mağarada Peygamber (s.a.a) ile birlikte olduğu halde korkuya kapılmıştı. Halbuki Ali (a.s) yalnız idi. Her zaman olduğu gibi sabırlıydı ve kendisini Allah’a havale etmişti. Allah meleklerini, onu Kureyş müşriklerinin şerrinden koruması için yeryüzüne göndermişti. Muhammed (s.a.a)’i öldürmek isteyen müşrikler sabah olunca Ali’yi onun yatağında gördüklerinde, Muhammed nerede, diye sordular. O, nerede olduğunu bilmediğini söyleyince müşrikler; bizi yanılttın, dediler.
Ali (a.s) daha sonra kendisini Resulullah’a ulaştırdı. Allah onun, seçkin ve bağışlanmış bir insan olarak ruhunu alıncaya kadar da üstünlüğünü korudu..
(Şeyh Saduk “Uyun-u Ahbar'ur-Riza” C.2, S.185-199, 45. Bölüm)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Ziyaretçi Defterinden Alıntılar

Mesaj gönderen f_altan »

Mağara Ayetinin Delil Getirilmesi Ve Onun Cevabı

Şeyh: Cedel yapmıyorum demeniz şaşırtıcıdır; oysa yine de cedel yapıyorsunuz. Acaba Allah-u Teâla Kur'ân'ı Kerim'in 9. suresinin (Tevbe) 40. ayetinde şöyle buyurmuyor mu?:
"Eğer siz ona (Peygambere) yardım etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım etmişti. Hani küfredenler onu iki kişinin ikincisi olarak yurdundan çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir sırada arkadaşına şöyle diyordu: "Tasalanma, Allah bizimle." Bunun üzerine Allah ona sükunet indirdi ve kendisini sizin görmediğiniz ordularla destekledi..."

Bu ayet, önceki ayeti teyit etmesinin yanı sıra, "Vellezine meahu" (onunla beraber olanlar) cümlesinden de, hicret gecesi mağarada Resulullah (s.a.a)'le beraber olan Ebu Bekir'in ümmetin hepsinden daha faziletli ve şerefli olduğuna en büyük delildir. Ayrıca Resulullah (s.a.a) batini ilimle Ebu Bekir'in O Hazretin halifesi olacağını ve kendisinden sonra da bir halifenin varlığının olması gerektiğini bildiğinden, onu da kendisiyle birlikte götürerek koruması gerekirdi. Bu yüzden onu da düşmanların eline düşmemesi için kendisiyle beraber götürdü. Ondan başka hiç kimseyi de yanına almadı. Bu yüzden diyoruz ki halife olmak ilk olarak onun hakkı idi.

Davetçi: Sizler Ehl-i Sünnet gözlüğünü çıkarıp bir kenara bırakmadıkça, çıplak gözle tarafsız ve taassupsuz bir insan gibi ayete bakmadıkça, ayetin iddianıza herhangi bir delil teşkil etmediğini göremezsiniz.

Şeyh: Eğer iddiamızın tersine başka delilleriniz varsa beyan ediniz.

Davetçi: Sizden rica ediyorum, bu konuyu kapatalım artık. Çünkü söz sözü açıyor. Böyle olunca da bazıları inat ettiğimizi zannedebilir, işin sonu da kin ve nefrete dönüşebilir .Bizim halifelerin makamına karşı ihanet ettiğimiz de düşünülebilir. Şimdilik herkesin makamı korunmuştur. Boş yere tevil ve tefsir etmenin bir anlamı yoktur.

Şeyh: Lütfen işin altından kaçmayın. Emin olun ki, mantıklı deliller kin ve nefret doğurmayacağı gibi gerçekleri de ortaya çıkaracaktır.

Davetçi: "İşin altından kaçma" dediğiniz için cevap vermek zorundayım. Kaçma diye bir şey yoktur işin içinde. Ben sadece edebe riayet etmeye çalıştım. Şimdi sözlerimi insaf ve dikkatle dinleyin. Bunun cevabını muhakkik alimler çeşitli yollardan vermişlerdir. Öncelikle şunu belirtelim ki Resul-u Ekrem (s.a.a)'in Ebu Bekir'in kendisinden sonra halife olacağını bildiğinden onun canını korunması Resulullah (s.a.a)'in üzerine farz olduğu iddianız aslı olmayan bir şeydir. Bunun cevabı çok kolaydır. Şöyle ki Peygamber-i Ekrem'in halifesi yalnızca Ebu Bekir olsaydı böyle bir ihtimal olabilirdi. Oysa Hulefa-i Raşid'in halifelerinin 4 kişi olduğunu sizin kendiniz söylüyorsunuz. Durum böyle iken getirdiğiniz delile göre Resulullah (s.a.a)'in dört halifenin dördünü de yanında götürmesi gerekiyordu. Yoksa birinin canını kurtarıp da diğer üçünü tehlikeye atması, hatta o kalan üçünden birini de kesinlikle düşmanın hücumuna uğrayacak şekilde yatağına yatırması bu delille hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır.
Taberi'nin kendi tarihinin üçünü cildinde yazdığına göre, Ebu Bekir Resulullah (s.a.a)'in ne zaman hicret edeceğinden haberi bile yoktu. Hz. Ali (a.s)'ın yanına giderek Hz. Peygamber'in ne durumda olduğunu sordu. O da onun mağaraya gittiğini, işi varsa oraya gitmesi gerektiğini söyledi. Ebu Bekir de koşarak yarı yolda Resulullah (s.a.a)'e ulaştı. Böylece mecbur beraberce yola devam ettiler. Bundan da anlaşılıyor ki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onu kendisiyle birlikte götürmek istememiştir. Aksine o izinsiz olarak Resulullah'ın yanına gidip yarı yoldan sonra onunla beraber yola devam etmiştir.
Hatta bazı hadislere göre Hz. Peygamber (s.a.a)'in Ebu Bekir'i yanında götürmesinin sebebinin tesadüfi, fitne çıkmaması ve düşmana haber vermesinden korktuğundan dolayı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sizin insaflı alimleriniz buna itiraf etmişlerdir. Örneğin: Sizin ünlü alimlerinizden olan Şeyh Ebu'l Kasım bin Sabbağ "En-Nur'u ve'l-Burhan" adlı kitabında Muhammed bin İshak'dan, o da Hassan bin Sabit-i Ensari'den şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.a)'in hicretinden önce Umre için Mekke'ye gittim. Kureyş müşriklerinin Resulullah (s.a.a)'in ashabına sövdüklerini gördüm. O sırada Resulullah (s.a.a) Ali'ye kendi yatağında yatmasını emretti. Ebu Kuhafe'nin oğlu Ebu Bekir'in düşmanlara haber vermesinden korktuğundan dolayı onu yanına olarak mağaraya doğru hareket ettiler."
Ayetteki istişhat yeri ve fazilet sebebini beyan etmiş olsaydınız çok iyi olurdu. Resulullah (s.a.a)'la birlikte yolculuk yapmak, hilafetin ispatı için nasıl bir delil olabilir?!

Şeyh: İstişhat yeri apaçık malumdur. Birincisi; Resulullah (s.a.a) ile birlikte olması ve Allah'ın ona Resulullah (s.a.a)'in arkadaşı demesi. İkincisi de şu ki; Allah Teala Resulullah'ın dilinden şöyle buyuruyor: "Allah bizimle beraberdir."(Tevbe:40.) Üçüncü olarak da; Allah tarafından Ebu Bekir'e sekine (manevi bir güç) inmesi, onun faziletine büyük bir delildir. Bunların hepsi onun efdalliği ve halifelikte öncelik hakkına sahip olduğunu göstermektedir.

Davetçi: Kimse, Ebu Bekir'in mertebelerini inkar etmiyor. Zira o yaşlı bir Müslüman, ashabın büyüklerinden ve Resulullah (s.a.a)'in zevcesinin babası (yani kayın pederi) idi. Ama sizin az önce saydığınız deliller, Ebu Bekir'e özel bir faziletin ve halifelikte öncelik hakkına sahip olduğunun ispatı için yeterli değildir.
Garezsiz yabancı birisinin karşısına, ona özel bir fazilet ispat etmek için bu ayet hakkında yaptığınız beyanlarla çıkarsanız, kesinlikle itiraza maruz kalırsınız. Zira sizin cevabınıza karşılık derler ki: İyilerle arkadaş olmak tek başına faziletli ve üstün olmak için yeterli değildir. Birçok yolculuklarda iyiler kötülerle ve kafirler de Müslümanlarla arkadaş oluyorlar. Nitekim yolculukta bunlar daha çok göze çarpmaktadır.

Şahit ve Örnekler

Yusuf suresinin 39. ayetinde de görüldüğü üzere Hz. Yusuf (a.s) zindanda iken iki arkadaşı vardı. Ayette şöyle buyurmaktadır:
"Ey benim zindan arkadaşlarım! Parçalara bölünüp fırkalaşmış Rabler mi daha hayırlıdır, Vahid ve Kahhar olan Allah mı?"

Müfessirler bu ayet hakkında şöyle diyorlar: Yusuf'u zindana götürdüklerinde, kralın aşçı ve sakisi olan iki kafiri de onunla birlikte zindana götürdüler. Bu üç kişi 5 yıl boyunca bir yerde kaldılar. Ayette görüldüğü gibi Hz. Yusuf (a.s) onlara "arkadaşlarım" diye hitap ediyor. Acaba Peygamberin o iki kafire arkadaş diye hitap etmesi onların fazilet ve şereflerini mi ispatlamaktadır. Yoksa onlar iman mı etmişlerdi? Halbuki müfessir ve tarihçilerin hepsi, onların beş yıl arkadaşlıktan sonra kafir olarak Hz. Yusuf'un yanından ayrıldıklarını söylüyorlar.

Kehf suresinin 37. ayetinde de Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Kendisiyle konuşan (imanlı fakir) arkadaşı ona dedi ki: Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni bir adam olarak biçimlendiren Allah'ı inkar mı ettin?"

Sizin büyük alimlerinizden olan Fahr-u Razi'nin de "Tefsir-i Kebir"de naklettiği gibi, müfessirlerin geneli bu ayet hakkında şöyle diyorlar: Biri mümin, diğeri de kafir olan iki kardeş vardı. Müminin adı "Yahuda", kafirin ise "Beradus" idi. Aralarında geçen konuşma uzun olduğu için nakletmiyoruz. Ancak görüyorsunuz ki Allah-u Teâla, biri mümin, diğeri de kafir olmasına rağmen onları "arkadaş" olarak nitelendiriyor. Acaba müminin kafirle arkadaş olması, kafire herhangi bir fayda sağladı mı?
Cevap olumsuzdur. Demek ki birisiyle arkadaş olmak tek başına fazilet ve üstünlük için yeterli değildir. Bu konu için birçok delil var, ama zaman bundan fazlasına izin vermiyor.
Resulullah (s.a.a)'in Ebu Bekir'e "Allah bizimle beraberdir" diye buyurması Allah'ın kesinlikle daima onunla beraber olduğu ve bunun da onun üstünlüğü ve hilafetinin ispatı için delil teşkil ettiği iddianıza gelince; en iyisi bu konudaki inancınızı yeniden gözden geçirin. Çünkü böyle dediğinizde size hemen itiraz ederek şöyle derler. "Allah yalnızca mümin ve evliyalarla mı beraberdir? Mümin olmayan birisiyle beraber değil midir?"
Acaba bir yer var mı ki Allah orada bulunmasın? Bir kimse var mı ki Allah onunla beraber olmasın? Bir mecliste hem mümin hem de kafir olursa, Allah'ın yalnızca müminle beraber olduğunu ama kafirle olmadığını akıl kabul eder mi? Nitekim Allah Teala Kur'ân'ın 58. suresi olan Mücadele suresinin 7. ayetinde şöyle buyuruyor:
"Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekte bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra yapmakta olduklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Allah, her şeyi bilendir."
Bu ve buna benzer ayetlere, akli ve nakli delillere göre, ister mümin olsun ister kafir, ister dost olsun ister düşman, isterse de münafık olsun Allah herkesle beraberdir. İki kişi bir arada olsa ve biri diğerine "Allah bizimle beraberdir" derse, bu karşı tarafın faziletli olduğunu ispat etmez.
Nitekim eğer iki iyi adam, ya da iki kötü adam, ya da biri iyi diğeri kötü olan iki kişi bir arada olsalar, yine de Allah onlarla beraberdir.

Şeyh: "Allah bizimledir" sözünden maksat, yani biz Allah'ın sevgili kullarıyız; çünkü Allah'a yöneldik, Allah için ve Allah'ın dinini korumaktan ötürü hareket ettik. Bu yüzden Allah'ın lütfü bizi kapsamaktadır.

Hakikatin Gözler Önüne Serilmesi

Davetçi: Bunun anlamı dediğiniz şekilde olsa dahi, yine size itiraz ederek diyecekler ki: Böyle bir şey hiçbir kimsenin ebedi saadetine delil olamaz. Çünkü Allah, kulların amellerine bakar. Bir zamanlar amelleri iyi olup Allah'ın rahmet ve lütfüne şamil niceleri vardı; sonraları kötü amelleri sonucu ve imtihan zamanında başarısız oldukları için Allah onlara buğz edip onları rahmetinden mahrum bırakmış ve onlar da melun olmuşlardır.
Nitekim İblis yıllar boyunca Allah'a halis niyetle ibadet etti. Ama Allah'ın emrine isyan ettiği, heva ve hevesine tabi olduğu an Allah'ın rahmetinden mahrum kalarak kıyamete kadar lanetlenmiş oldu. Allah Teala ona şöyle buyurdu:
"Öyleyse oradan (cennetten) çık; çünkü sen kovulmuş bulunmaktasın. Şüphesiz Din (kıyamet) gününe kadar lanet senin üzerinedir." (Hicr: 34-35.)
Biliyorsunuz, örnekte münakaşa olmaz. Bunları konunun iyi bir şekilde anlaşılabilmesi için söylüyorum.
İnsanlar da aynıdır. Onların da içinde niceleri vardı ki önceleri Allah'ın dostlarıydılar; ama imtihan vakti olunca Allah'ın düşmanı haline gelmişlerdir. Burada örnek olarak iki kişiye değineceğiz. Kur'ân-ı Kerim'in insanların ibret alması ve ümmetin gafillerinin uyanması için onlara işaret etmiştir.

Bel'am Bin Baura

Onlardan biri Bel'am bin Baura'dır. Bel'am Hz. Musa (a.s)'ın zamanında Allah'a o kadar çok yakındı ki, Allah ona İsm-i A'zamını vermişti. Bir defa dua etmekle Hz. Musa (a.s)'ı "Tiyh" vadisinde şaşkın hale getirmiştir. Ama imtihan zamanı gelince, makam sevgisi onu Allah' a isyana ve şeytana itaat etmeye itmiştir. Böylece cehennemi de satın almıştır. Müfessir ve tarihçilerin hepsi onun durumunu yazmışlardır. Fahr-u Razi de kendi tefsirinin 4. cildinin 463. sayfasında İbn-i Abbas, İbn-i Mes'ud ve Mücahid'den naklen onun hikayesini nakletmektedir. Allah-u Teala A'raf suresinin 175. ayetinde şöyle buyuruyor:
"Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi."

Abid Bersisa

Ötekisi ise Abid Bersisa'dır. Bu da önceleri Allah'a öylesine yakındı ki duaları kabul oluyordu. Ama imtihan edildikten sonra sonu hayırlı olmadı. Şeytanın hilesine aldanarak bir kızla zina etti. Bu yüzden de bütün zahmetleri boşa çıktı. Sonra darağacına asılarak kafir olarak dünyadan gitti. Bunun için Allah Teala Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Durumları, şeytanın durumuna benziyor. Hani, şeytan insana küfret-inkar et der, insan küfür ve inkara sapınca da şöyle konuşur: ‘Vallahi ben senden uzağım; ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım!' Bu yüzden ikisinin de sonu, içinde sürekli kalacakları ateşe girmek oldu. Zalimlerin cezası işte budur."(Haşr: 16-17.)

Demek ki bir insandan belli bir zaman iyi bir amel görülürse, bu onun akıbetinin hayırlı olacağını ispatlamaz Onun için şöyle dua etmemiz buyurulmuştur: "Allah'ım, işlerimin sonunu hayır kıl."

"Ayrıca, "Mean-i Beyan" ilminde şöyle bir şey vardır: Bir cümlede bir şey özellikle vurgulanıyorsa, bunun sebebi muhatabın şek ve şüphede olduğu içindir. Ayet-i Kerime'nin cümle-i ismiyye ve in-i müşeddede ile başlaması, karşı tarafın akidesinin bozukluğunu, tezelzül ve tevehhüme kapıldığını, şek ve şüphede olduğunu gösteriyor.

Şeyh: İnsaflı olun biraz. Sizin gibi birisinin bu konuda İblis, Bel'am-i Baura ve Bersisa'yı örnek getirmesi doğru değildi.

Davetçi: Kusura bakmayın, az önce örnekte münakaşa olmaz dediğimi duymadınız mı? İlmi ve mezhebi münazaralarda örnekler konunun iyice anlaşılabilmesi için getirilmektedir. Allah şahittir ki, misal ve şahit getirirken hiçbir zaman ihanet kastım yoktur. Sadece kendi görüş ve akidemi ispat etmek için aklımda olanları söyledim.

Şeyh: Ayetin kendisinde Ebu Bekir'in faziletini ispat eden karine vardır. Çünkü ayette şöyle buyuruyor: "Feenzele sekinetehu aleyh" (Allah, sükunetini ona indirdi.) Sekinetehu'daki zamir ("ona" kelimesinden maksat) Ebu Bekir'dir. Bu da açıkça Ebu Bekir'in başkalarından daha faziletli ve üstün olduğunu ortaya koymakta ve sizin gibilerin de yanlış düşüncesini ortadan kaldırmaktadır.

Davetçi: Yanılıyorsunuz, "Sekinetehu"daki zamir, Resulullah'a dönmektedir. Sekine (sükunet), Resulullah'a inmiştir; Ebu Bekir'e değil. Çünkü cümlenin hemen arkasından şöyle buyuruyor: "Ve eyyedehu bicunudin lem terevha" (Kendisini, sizin görmediğiniz ordularla destekledi.) Hakkın ordusuyla desteklenmek, kesinlikle Resulullah'ın hakkıdır; Ebu Bekir'in değil.

Şeyh: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellemin) bu ordularla desteklenmesi kesin ve belli bir şeydir. Ama Ebu Bekir (r.z), Resulullah'la beraber olduğu için o da nasipsiz değildi.

Davetçi: Eğer ikisi de İlahi rahmete nail olsa idiler, o zaman ayetin bütün cümlelerindeki zamirler tesniye olarak gelmesi gerekirdi. Halbuki önceki ve sonraki bütün zamirler müfret (tekil) olarak getirilmiştir; tâ ki Resulullah (s.a.a)'in yüksek makamı ve Allah'tan gelen rahmet ve inayetlerin O'nun şahsına ait olduğu ispat ve belli olsun. Eğer Resulullah'ın tufeylisi olarak başka birilerine de rahmet ve sekine inmiş olsaydı, onun adı zikredilirdi. Bu ve benzeri ayetler, sekine ve rahmetin yalnızca Resulullah (s.a.a)'e ait olduğunu ortaya koymaktalar.

Şeyh: Resulullah (s.a.a)'in sekine (sükunet) ve rahmete ihtiyacı yoktu. Çünkü sekine O'nda her zaman mevcuttu. Buna binaen sekine, yalnızca Ebu Bekir'e inmiştir.

Davetçi: Neden aynı şeyleri tekrar ederek meclisin vaktini alıyorsunuz. Hangi delile göre Hatem'ul-Enbiya'nın sekineye (sükunete) ihtiyacı olmadığını söylüyorsunuz? İster Peygamber olsun ister olmasın, herkesin Allah'ın rahmetine ihtiyacı vardır. Huneyn kıssasında Tevbe suresinin 26. ayetinde Allah-u Teâla'nın şöyle buyurduğunu unuttunuz mu?: "Sonra Allah, resulünün üzerine de, müminlerin üzerine de sükunetini indirdi."

Fetih suresinin 26. ayetinde de yine, sekinenin Resulullah'a ve müminlere indiği vurgulanmıştır. Bu ayetlerde Resul-ü Ekrem (s.a.a)'den sonra müminlere de değinilmiştir. Eğer Ğar (mağara) ayetinde, Ebu Bekir müminlerden sayılmış olsaydı, sükunet ve sekineye meşmul olarak zamirlerin tesniye olarak zikredilmesi ya da onun isminin ayrıca anılması gerekirdi. Bu mesele o kadar açıktır ki, sizin insaflı alimleriniz de ayetteki zamirin Ebu Bekir'e ait olmadığını söylemişlerdir.

Siz beylerin, Şeyh Ebu Cafer Muhammed bin Abdullah İskafi'nin (Mutezilenin büyük alimlerindendir) "Nakz'ul- Osmaniyye" adlı kitabını okuması çok iyi olur. Bu insaflı alimin, Ebu Osman Cahiz'in tutarsız sözlerinin cevabında hakkı nasıl da aşikar ettiğine bir bakınız. İbn-i Ebi'l- Hadid de "Nehc'ul- Belağa Şerhi"nin 3. cildinin 253. sayfasından 281. sayfasına kadar, onun verdiği cevaplardan bazılarını naklediyor.
Bütün bunlara ilave olarak, ayette bir cümle var ki sizin söylediğinizin tam aksini ispat ediyor. O cümle şöyledir: Resulullah (s.a.a), Ebu Bekir'e mahzun olma diyerek onun hüzünlenip gamlanmasına engel oluyor. Bu cümle Ebu Bekir'in o anda hüzünlü olduğunu gösteriyor. Acaba Ebu Bekir'in hüzünlü olması, iyi bir amel miydi yoksa kötü bir amel mi? Eğer iyi bir ameldiyse, sizin de bildiğiniz gibi Resulullah (s.a.a) hiçbir zaman birinin iyi bir ameline engel olmazdı. Ama eğer kötü bir amel idiyse, öyleyse bu amelin sahibi faziletli birisi değildir. Faziletli olmayan birisi de Allah'ın rahmetine şamil olamayacağı gibi ona sükunet de nazil olmaz. Şeref ve fazilet yalnızca evliyalara, müminlere ve Allah'ın dostlarına aittir. Evliyaların bir takım alametleri vardır. Onlar o alametlerle tanınırlar. Bunların en önemlisi Kur'ân-ı Kerim'de buyrulduğu gibi evliyalar hiçbir olayın karşısında korkmaz ve hüzne kapılmazlardı. Aksine, direnip sabrederlerdi. Yunus suresinin 62. ayetinde Allah-u Teâla şöyle buyuruyor:
"Biliniz ki; Allah'ın velileri için korku yoktur, onlar mahzun olacak değillerdir."

(Söz buraya ulaşınca, herkes saatlerine bakıp gece yarısını geçti dediler. Nevvab efendi; "Kıble sahibin sözü, mezkur ayetin hakkında henüz bitmemiş, daha söylenecek çok söz vardır bir sonuca ulaşamadık" dedi. Beyler de; "Gerek yoktur, daha fazla zahmet vermeyelim, gerisi yarın akşama kalsın" diye cevap verdiler. O gece Resulullah (s.a.a)'in bi'setinin yıl dönümü ve büyük bayramlardan biri olduğu için meclise pastalar, tatlılar, şerbetler getirdiler; meclis neşeli bir şekilde son buldu.)

PEŞAVER GECELERİ'den aktardık, daha geniş bilgi isteyen o kitaba müraacaat edebilir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: ASHABU KIRAM

Mesaj gönderen f_altan »

kadihan yazdı:ZIYARETCI DEFTERINDEN ALINTIDIR
Hz. Muhammed (S.A.V.)’in, "insanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim" (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid, 38: İbn Mâce, Mukaddime, II)
Cevap:

Nakledilen bu hadis diğer hadislerle çelişmektedir. Zira Resulullah (s.a.a)'ın, ashabı arasında kardeşlik akdi okuduğunda, Hz. Ali'yi kimseyle kardeş yapmadığını görüyoruz.
Hz. Peygamber (s.a.a), ashabın karşısında sadece İmam Ali'yi kendi kardeşi olarak ilan etmiştir. Bu konuda birçok hadis nakledilmiştir. Örneğin:

Kardeş Seçme Hadisi:

Termizi kendi senediyle İbn-i Ömer'den şöyle dediğini naklediyor: "Peygamber (s.a.a) ashabı arasında kardeşlik akdi okudu. Bu sırada Hz. Ali (a.s) gözlerinden yaş aktığı halde gelerek şöyle dedi: "Ya Resulellah! Ashabın arasında kardeşlik akdi okudun ama benimle kimse arasında kardeşlik akdi okumadın."
Resulullah (s.a.a) ona cevaben şöyle buyurdular: "Sen dünya ve ahrette benim kardeşimsin."
(1- Sahih-i Tirmizi c.2, s.299. 2- "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.14. 3-"Kifayet'üt Talib" s.194. 4- Menakıb-ı Meğazili s.37. Zehair'ul- Ukba, s.66. Menakıb-i İbn-i Meğazilî,s.37.)
Bu hadis "Muahat veya Uhuvvet Hadisi" olarak meşhurdur. Bu manada, Şia ve Ehl-i Sünnet kitaplarında hadisler oldukça çoktur.
İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'le (s.a.a) kardeşliği sadece bu dünyada geçerli değildir. Bu kardeşlik, nihayeti olmayan ahiret yurdunda da devam edecektir.
Bu çeşit hadisler, Hz. Ali'nin diğer sahabelerden çok üstün olduğunu göstermektedir. Çünkü Resulullah (s.a.a), ahlak ve diğer yönlerden birbirine benzeyenleri, birbirleriyle kardeş yapıyordu
Birini kardeş seçmek, onu dos edinmekten daha üstün değil mi? Peki Hz. Peygamber (s.a.a) neden Hz. Ali'yi kendisine kardeş seçti de Ebubekir'i kendisine kardeş seçmedi? Bunun bir hikmet ve sebebi yok mu?
Enes b. Malik şöyle rivayet ediyor: "Peygamber (s.a.a) minbere çıktı, hitabesinin sonunda şöyle buyurdular: "Ali b. Ebî Talip nerdedir?" Ali dikilerek; "Ben buradayım ya Resulellah" dedi. Resulullah (s.a.a) onu göğsüne basarak gözlerinden öptü ve yüksek bir sesle şöyle buyurdular: "Ey Müslümanlar topluluğu! Bu (Ali), benim kardeşim, amcamın oğlu ve damadımdır; bu benim etim, kanım ve kılımdır; bu, cennet gençlerinin efendileri olan iki torunum Hasan ve Hüseyin'in babasıdır."
(Zahair'ul- Ukba, s. 92)
İbn-i Ömer şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber'in (s.a.a), Veda haccında devesinin üzerinde olduğu halde Ali'nin omzuna vurarak şöyle buyurduğunu duydum: "Allah'ım! Şahit ol ki… Allah'ım! Şüphesiz tebliğ ettim; bu benim kardeşimdir, amcamın oğludur, damadımdır, iki evladımın babasıdır. Allah'ım! Onunla düşmanlık yapanı yüzü üzere cehennem ateşine at."
(Kenz'ul- Ummal, c. 3, s. 61)

Tair-i Meşviy Hadisi:

Enes bin Malik şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a), kendisine tair-i meşviy (kebap olmuş kuş eti getirildiğinde, onu yemeden önce şöyle dua ediyor: "Allah'ım, yanında en sevimli olan kulunu bana gönder de bu kuşu benimle yesin."
(Zehair'ul- Ukba, s.61. Hasais'un- Nesaî, s.34. Menakıb-i Harezmî, s.59. Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.156.)
Bu hadis de en sevimli kulun Hz. Ali (a.s) olduğunu göstermektedir."

Miraç Hadisi:

İbn-i Ömer diyor ki:
Resulullah (s.a.a)' a sordular ki: Mirac gecesinde Allah (cc) seninle kimin lisanı ile konuştu? Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Allah, Ali bin Ebi Talib'in lisanı ile benimle konuştu. O'na sordum ki: "Ey Rab, sen mi benimle konuşuyorsun yoksa Ali mi?"
Allah (cc) buyurdu ki: "Ey Ahmed, ben eşyalar gibi bir şey değilim, insanlar ile kıyas edilemem ve eşyalar ile vasıflanamam. Seni nurumdan yarattım ve senin nurundan Ali'yi yarattım. Kalbinin içine baktım, kalbinde Ali bin Ebi Talib'den daha sevgili olanı görmedim ve böylece kalbin mütmain olsun diye onun lisanı ile seninle konuştum."
Kaynak:
1) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.37
2) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel'il Hüseyn" c.1, s.42
3) Süleyman el-Kunduzi' nin "Yenabi' ul Mevedde" s.83
4) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt Talib" s.451 Beyrut Bas.
5) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.463

Bu hadis de kimin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) yanında daha sevimli olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

re: ashabu kiram

Mesaj gönderen f_altan »

kadihan yazdı:ZIYARETCI DEFTERINDEN ALINTIDIR
........
Hz. Ebu Bekir, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

Hz. Ebu Bekir, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vaad etmiştir!) [Nisa 95]
........
Cevap:

Bu ve benzeri ayetlerde kendilerine cennet vaad edilen kimseler kalpten inanmış ve ömürlerinin sonuna kadar da imanlarını koruyabilen müminlerdir yoksa imanı izhar edip kalbinde küfrü gizleyen münafıklar ve sonunda imandan çıkan kimseler bu ayatlerin muhatabı değillerdir. Çünkü amelin kabul olmasının şartı mutlak surette imandır
Allah Teala buyuruyor ki:
"...ve kim imanından döner ve kafir olursa tüm amelleri hiç olur." (Maide/5)
Veya diğer bir ayette şöyle buyurur:
"Rabbine and olsun ki, kendi aralarında çıkan ihtilaflı konularda seni hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükme hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyla kabullenmedikçe, iman etmiş olamazlar." (Nisa: 65)
Hz. Peygamber'in Hudeybiye'de aldığı karara ve ölüm düşeğinde yazmak istediği vasiyetine karşı çıkanlar ve hilafet sevdasından dolayı Usame'nin ordusuna katılmayanlar nasıl mümin ve cennet ehli olabilirler?
Diğer ayetlerde de şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın)."(Enfal/15)
"Böyle bir günde her kim onlara, tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri dışında, arkasını dönerse, muhakkak Allah'dan bir gazaba uğramış olur ve varacağı yer cehennemdir, orası da ne kötü bir akıbettir."(Enfal/16)
"Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!"(Enfal/20)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız."(Enfal/27)
Bu ayetler gösteriyor ki Hz. Peygamber'in ashabı arasında savaştan kaçanlar (nitekim Uhud, Huneyn ve Hayber savaşlarında kaçmışlardır) olduğu gibi, hiyanet edenler ve O'nun sözünü dinlemeyenler de olmuştur. Savaştan kaçan, hiyanette bulunan, Hz. Peygamber'in sözünü dinlemeyen ve emirlerine karşı çıkanlar nasıl mümin ve cennet ehli olabilirler?
Diğer bir ayette de şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur."(Nisa/136)
Bu ayette Allah Teala, iman edenlere açıkça; " Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin" buyuruyor.
Demek ki zahiri imanın bir faydası yoktur. İman kalbin derinliklerinde kök salmalı, hiçbir şartlarda sarsılmamalıdır. Zahirde iman ettim deyip sonra onun aksini söz ve amellerinde yansıtanlar nasıl mümin ve cennet ehli olabilirler?
Biz, insanları, sözleri ve amelleriyle değerlendiriyoruz. Ebubekir ve Ömer'i de aynı şekilde sözleri ve amelleriyle değerlendiriyoruz. Onlar fetihten önce veya sonra ya savaşa katılmamışlar veya katılmışlarsa da savaştan kaçmış ve hezimetle geri dönmüşlerdir.
Üstelik onlar savaşıp mal harcamış olsalar bile Allah (c.c) sadece iman şartıyla ameli kabul ettiği için onların kalben iman ettikleri, sonradan Peygamber'in apaçık emirlerine karşı tutumlarından anlaşıldığı üzere sabit değildi. Eğer başta iman etmiş olsalar bile sonradan Hz. Peygamber'in (s.a.a), Hz. Ali (a.s) ve Ehlibeyti (a.s) hakkındaki apaçık vasiyetlerini ihlal ettikleri için tüm amelleri batıl ve heba olmuştur.
Dindeki her yeni emir iman eden kimseler için bir imtihan vesilesidir. Örneğin bir grup namaz hükmü veya zekat hükmü gelince direnmiş ve dinden çıkmışlar ve sahabenin bir çoğu da Hz. Peygamber'in Hz. Ali'yi kendinden sonra Allah'ın emri üzere halifesi ve müminlerin imamı olduğunu ilan etmesi üzerine direnmiş ve bu hükme boyun eğmedikleri için imanlarını değersiz kılmışlardır.
Bunun apaçık belirtisi, Hz. Peygamber'in emri üzere Usame'nin ordusuna katılmakla yükümlü olan sahabenin bu emri yerine getirmemeleri ve Hz. Peygamber'in defalarca buyurduğu vasiyetini yazdırmak istemesi üzere Ömer'in "bırakın bu adam sayıklıyor, bize Allah'ın kitabı yeter" diyerek Hz. Peygamber'in bu konudaki emrini yerine getirmemeleridir. Bu da onların imanlarını yok etmek için yeterlidir. Çünkü Hz. Peygamber'e hakaret edecek derecede O'nun emirlerini reddetmek asla iman ile bağdaşmaz.
Hz. Peygamber'in vefatından sonrada Hz. Fatıma'nın çocuğunu düşürmesine ve kendisinin şehit düşmesine yol açacak şekilde Ebubekir'in emri üzere Ömer'in ve Ebubekir'in hizmetçisi tarafından vurulması bile onların imanla alakalarını kesmek için yeterlidir. Çünkü Hz. Fatıma (s.a) normal bir insan değildir. Hz. Peygamber'in kendisi hakkında sahih hadisler gereği "Ona eziyet bana eziyettir ve onun gazabı benim gazabımdır" buyurduğu kimsedir ve bizce Hz. Meryem gibi hatta ondan daha üstün masum bir şahsiyettir. Kim masum bir şahsiyete hakarette bulunursa imanını kaybetmiş olur.
Bu açıklamadan üsteki ayetler hakkındaki şüphelerin cevabı da belli oldu. Çünkü tüm bu vasıf ve özellikler ancak müminler hakkında geçerlidir, gayrı müminler hakkında değil.
Zahiri ve geçici iman, hiçbir kimsenin ebedi saadetine delil olamaz. Çünkü Allah, kulların amellerine bakar. Bir zamanlar amelleri iyi olup Allah'ın rahmet ve lütfüne şamil niceleri vardı; sonraları kötü amelleri sonucu ve imtihan zamanında başarısız oldukları için Allah onlara buğz edip onları rahmetinden mahrum bırakmış ve onlar da melun olmuşlardır.
Nitekim İblis yıllar boyunca Allah'a halis niyetle ibadet etti, ama Allah'ın emrine isyan ettiği, heva ve hevesine tabi olduğu an Allah'ın rahmetinden mahrum kalarak kıyamete kadar lanetlenmiş oldu. Allah Teala ona şöyle buyurdu:
"Öyleyse oradan (cennetten) çık; çünkü sen kovulmuş bulunmaktasın. Şüphesiz Din (kıyamet) gününe kadar lanet senin üzerinedir."(Hicr/34-35)
İnsanlar da aynıdır. Onların da içinde niceleri vardı ki önceleri Allah'ın dostlarıydılar; ama imtihan vakti olunca Allah'ın düşmanı haline gelmişlerdir. Örneğin; onlardan biri Bel'am bin Baura'dır. Allah Teala onun hakkında şöyle buyuruyor:
"Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi."(A'raf /175)
Bel'am Hz. Musa (a.s)'ın zamanında Allah'a o kadar çok yakındı ki, Allah ona İsm-i A'zamını vermişti. Ama imtihan zamanı gelince, makam sevgisi onu Allah' a isyana ve şeytana itaat etmeye itmiş ve böylece cehennemi de satın almıştır. Müfessir ve tarihçilerin hepsi onun durumunu yazmışlardır.
Abid Bersisa da onlardan biridir. Allah Teala onun hakkında da şöyle buyuruyor:
"Durumları, şeytanın durumuna benziyor. Hani, şeytan insana küfret-inkar et der, insan küfür ve inkara sapınca da şöyle konuşur: ‘Vallahi ben senden uzağım; ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım!' Bu yüzden ikisinin de sonu, içinde sürekli kalacakları ateşe girmek oldu. Zalimlerin cezası işte budur."(Haşr/16-17)
Bu da önceleri Allah'a öylesine yakındı ki duaları kabul oluyordu. Ama imtihan edildikten sonra sonu hayırlı olmadı. Şeytanın hilesine aldanarak bir kızla zina etti. Bu yüzden de bütün zahmetleri boşa çıktı. Sonra darağacına asılarak kafir olarak dünyadan gitti.
Demek ki bir insandan belli bir zaman hayır bir amel görülürse, bu onun akıbetinin hayırlı olacağını ispatlamaz ve ömrünün sonuna kadar böyle devam edeceğine bir delil teşkil etmez.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

re: ashabu kiram

Mesaj gönderen f_altan »

kadihan yazdı:ZIYARETCI DEFTERINDEN ALINTIDIR
..............
Hz. Ebu Bekir, ağaç altında söz verenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]
..............
Cevap:

Sahabenin Rıdvan ağacı altındaki biatine gelince; araştırmacı alimler bu konuda bir takım cevaplar zikretmişlerdir ki söz konusu ayet, sadece o özel biat olayı ile ilgilidir; ömürlerinin sonuna kadar söz konusu olan bir ebedi rızayet değildir. Zira bilindiği gibi Hudeybiyye'de yapılan bu biatte ümmetten sadece 1500 kişi vardı. Nitekim bunlardan bazıları da nifak ayetlerine muhatap olmuş ve Allah-u Teala onlara ebedi cehennem ateşini vaad etmiştir.
Acaba Allah Resulünün razı olduğu kimselerden bir kısmının cehennemde, bir kısmının da cennette olması mümkün müdür?
O halde anlaşıldığı üzere Allah-u Teala'nın rızayeti sadece o biatle ilgili değildir; halis iman ve salih amelle bağlantılıdır. Yani tevhide ve nübüvvete kalben inanarak biat edenler, Allah-u Teala'nın rızayetine nail olmuş ve ebedi cenneti kazanmışlardır. Ama bilindiği gibi imanları yokken biat edenler veya imanları biat edip de sonradan bidatlerini bozanlar, Allah-u Teala'nın gazabına uğrayıp cehennemi hak etmişlerdir. O halde bu biat tek başına Allah-u Teala'nın rızayeti için yeterli değildir. Cehenneme vaad edilenlerin o günde iman sahibi olmadıkları anlaşılmaktadır.
Rızdan biatı hakkında da özellikle Allah Teala biat eden müminler kaydını zikrediyor. Sahabiler içinde münafıkların olduğu gerçeği ise hiç şüphe götürmeyen bir konudur. Çünkü Kur'an-i Kerim buyuruyor ki "Medine halkından öyle münafıklar var ki onları yalnız biz biliriz; sen (Ey peygamber) onarın kim olduklarını bilmezsin."(Tevbe/101)

Böylece zahirde Müslüman olmalarına rağmen ve Müslümanların onları sahabilerden saymalarına rağmen münafıkların varlığı Kur'an sünnet açısından inkar edilmeyecek bir gerçektir.
Yine biatin bozulabileceği yani bazılarının doğru biat etmelerine rağmen sonra biatlerini çiğneyebilecekleri gerçeği de Kur'an ile sabittir. Rıdvan biatı hakkındaki ayeti içeren surede yani bizzat Fetih Sure'sinde yine ridvan biatı hakkındaki diğer bir ayette şöyle buyuruyor: "Muhakkak ki seninle biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler; Allah'ın eli onların elinin üzerindedir. Kim biatini bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafat verecektir."(Fetih/10)

Böylece anlaşılıyor ki Allah'ın, ridvan biatina katılanlar için vaat ettiği mükafat biatlerini bozmayan müminler içindir; mümin olmayanlar veya sonradan biatlerini bozanlar için değildir.
Hiçbir Müslümanın inkar edemeyeceği bir gerçek de şu ki, sahabenin yaptığı güzel ameller övgüye layıktır. Nitekim iyi amel kimden baş gösterirse övgüye layıktır; elbette bu övgü, ondan kötü bir amel görülmediği sürecedir. Ama mü'min, hatta sahabe bile olsa, kötü amel işlediği takdirde eleştiri ve kınanmaya tabi tutulur.
Şiiler sahabenin iyi amellerini sürekli rivayet etmekte ve övmekteler. Onlardan eleştiri yapanlar bile, sahabenin iyi amellerini de kabul etmekteler. Örneğin: Onların Rıdvan biati, Resulullah (s.a.a)'le hicret, O Hazrete kucak açmak, (fetihlerin Hz. Ali vasıtasıyla gerçekleşmiş olmasına rağmen) savaşlara katılmak vb. birçok güzel amellerini övmüşlerinin yanı sıra, onların çirkin ve kötü amellerini de dile getirerek eleştirmişlerdir.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in ashabından iyi ve kötü olanlar vardır. Resulullah (s.a.a) da onların iyi ve kötü hallerinden haberdardı. Bunun en büyük delili de "Munafikun", "Tevbe" ve "Ahzab" surelerinde münafık ve fasıkları eleştiren ayetlerdir. Nitekim Ehlisünnet alimleri kendi muteber kitaplarında onların ayıp ve kusurlarını nakletmişlerdir. Örneğin:
Hişam b. Muhammed Sayib-i Kelbi sahabenin ayıp ve kusurları hakkında özel bir kitap yazmıştır. Allah-u Teala'nın Kur'ân'da ve Resulullah (s.a.a)'in konuşmalarında kınadığı ve ateş vaad etmiş olduğu insanlar, zahirde Müslüman, ama batında fasık ve fasit insanlardı. Hepsi de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in ashabı arasındaydı. O halde onların hepsine iyi gözle bakamayız. Dolayısıyla onlardan her birine tabi olmakla da kurtuluşa eremeyiz.
Acaba "Akabe" olayında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'i öldürmek isteyen zahiri iyi insanlar, ashabın münafık olanları değil miydi?
Bu olay, bizzat onların alimlerinin de kabul etmiş olduğu çok meşhur ve açık bir olaydır. Örneğin: Hafız Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin-i Beyhaki eş-Şafii'nin "Delail'un-Nubuvvet" kitabına müracaat ediniz. Beyhaki "Batn-i Akabe" olayını, senet ve ravi zincirleriyle birlikte zikretmiştir. İmam Ahmed b. Hanbel "Müsned"in 5. cildinin sonunda Ebu Tufeyl'den ve İbn-i Ebi'l- Hadid ise Nehc'ül- Belağa Şerhi'nde bunu kaydetmişlerdir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in o gece ashabdan bir gruba lanet etmesi olayı meşhur bir olaydır.

Akabe Olayı ve Peygamber-i Ekrem'e Sûikast

Her iki mezhebin alimlerinin yazmış olduğuna göre "Tebuk" savaşından dönünce, münafıklardan 14 kişi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'i öldürmeyi kararlaştırdılar. Dağın eteğinde sadece bir kişinin geçebileceği kadar dar bir geçit olan "Batn-i Akabe"den geçince aldıkları kararı uygulamak istediler. Cebrail olayı Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'e haber verdi. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Huzeyfe'yi dağın eteğine gönderdi. Huzeyfe orada saklanarak, münafıklar gelince onların konuşmalarını duyup hepsini tanıdı. Onlardan 7 kişi Beni Ümeyye'dendi. Huzeyfe geri dönerek onları Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'e tanıttı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: "Bu sırrı gizli tut, Allah-u Teala bizi koruyacaktır."
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gecenin başında ordunun önünden hareket ediyordu. Ammar Hazretin devesinin yularından çekiyor, Huzeyfe ise arkadan sürüyordu. Dar geçide geldiklerinde münafıklar kumla doldurdukları bakraçlarını (veya yağla dolu şişeleri), haykırarak Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in devesinin önüne fırlattılar. Münafıklar Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in devesini ürküterek onu uçuruma yuvarlatmak istiyorlardı. Ama bilindiği gibi Allah-u Teala Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'i korudu. Münafıklar da kaçarak orduya katılıp kendilerini gizlediler.
Bunlar ashaptan değiller miydi? Öyleyse onların bu ameli iyi ve onlara uymak hidayet yolu muydu? Şimdi sadece Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'i görenleri ve O'ndan hadis rivayet edenleri ashap saymak, onların her türlü kötülüklerini görmezlikten gelmek, cennet ehli olduklarına inanmak, sadece kendilerini değil kendilerine uyanları bile kurtuluş ehli bilmek, doğru bir iyimserlik olabilir mi?
Acaba Ömer'in Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'den yalan hadis rivayet ediyor diye kırbaçladığı Ebu Hureyre ashaptan değil miydi? Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'den birçok hadis rivayet etmemiş midir? Semure b. Cündeb gibi yalan hadis rivayet edenler ashaptan değil miydi? Acaba Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ümmeti, hidayete ermeleri için yalancı ve hadis uyduranlara uymayı mı emretmektedir?
Ebu Bekir'e biat etmeyen ve ona muhalefet içinde olan Selman, Ebuzer, Mikdad, Ammar, Yasir, Ebu Eyyub-i Ensari, Huzeyfe-i Nehai, iki şehadet sahibi Huzeyme vs. sahabe değiller miydi?
Ömer ve Ebu Bekir'e biat etmeyen Sa'd b. Ubade ashaptan değil miydi? Şii ve Sünni alimlerinin ittifak etmiş olduğu üzere Sa'd gidip Şam'da kaldı, Ömer'in hilafetinin ortalarında ise öldürüldü.
Acaba Talha ve Zübeyir Rıdvan ağacının altında Hz. Peygamber'e biat edenlerden değiller miydi? Talha ve Zübeyr, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in hak halifesi (onlara göre dördüncü halife) Hz. Ali'ye karşı kıyam etmediler mi? Birçok Müslümanın kanının dökülmesine sebep olmadılar mı?
Bu da, Rıdvan ağacı altında biat edenlerin hidayet ve kurtuluşa erdiğini ifade eden inançlarının doğru olmadığını göstermektedir. Zira Rıdvan ağacı altında biat edenlerden olan Talha ve Zübeyr sonunda hak halife Hz. Ali'ye karşı savaş açtılar. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in halifesine karşı kıyam eden ve O Hazretin; "Seninle savaşan benimle savaşmıştır." buyurduğu kimseye karşı savaş açan, gerçekte Resulullah (s.a.a)'le savaşmış olmaz mı? Büyük bir günaha düşmüş sayılmaz mı? O halde sadece ashap kelimesi veya Rıdvan biatinde hazır olmak, nasıl insanın kurtuluşuna sebep olabilir?
Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in halifesiyle savaşan, minber, meclis ve hatta cuma hutbelerinde Hz. Ali'ye lanet eden Muaviye ve Amr b. As da ashaptan değil miydi? Halbuki bizzat büyük alimleri muteber kitaplarında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "Ali'ye söven bana sövmüştür; bana söven ise Allah'a sövmüştür."O halde Peygamber-i Ekrem'e sövmek olan Hz. Ali'ye sövenlere (ki kendi alimleri de bunu kaydetmişlerdir) uyanlar nasıl hidayete erip cennet ehli olurlar!!
Fazıl Taftazani "Şerh-i Mekasid"de detaylı olarak bu konu hakkında şöyle diyor: "Sahabe arasındaki şiddetli savaş ve çatışmalar; onlardan bazısının hak yoldan saptığını, haset, inat, şehvet ve makam sevgisi yüzünden her türlü zulme bulaştığını göstermektedir."
Sahabe cahiliye döneminde yaptıklarının yanı sıra İslâm'da da birçok günahlara bulaşmışlardır; örnek olarak sadece birini zikrediyoruz.
Büyük alimlerinin muteber kitaplarında rivayet edildiğine göre, H. 8. yılda Mekke fethinde büyük sahabelerden bazısı bir eğlence meclisinde gizlice şarap içmişlerdir.
İbn-i Hacer "Feth'ul-Bari" c. 10, s. 30'da şöyle yazıyor: "Ebu Talha Zeyd b. Sehl kendi evinde bir şarap meclisi düzenledi. On kişiyi de oraya davet etti, hep birlikte şarap içtiler; Ebu Bekir de, kafir müşrikler ve Bedir'de öldürülenler için ağıt olarak bazı şiirler okudu!"
Oraya davet edilenlerin isimleri şunlardır: Ebu Bekir b. Ebi Kuhafe, Ömer b. Hattap, Ebu Ubeyde-yi Cerrah, Ubey b. Kaab, Sehl b. Beyza, Ebu Eyyub Ensari, Ebu Talha (ev sahibi), Ebu Dücane Semmak b. Harşe, Ebu Bekir b. Şeğub ve o zamanlar 18 yaşında olan ve mecliste sakilik yapan Enes b. Malik.
Nitekim Beyhaki Sünen'inin c. 8, s. 29'unda bizzat Enes'ten şöyle rivayet ediyor: "Ben o gün hepsinden küçüktüm ve meclisin sakisi (şarap sunucusu) idim."
Bunların bizzat onların alimlerinin görüşüne dayandığını göstermek için bu olayın sadece bazı senetlerine işaret ediyoruz:
Muhammed b. İsmail Buhari Sahih'inde "Maide" suresindeki şarap ayetinin tefsirinde, Müslim b. Haccac Sahih'inde Kitab'ul Eşribe'nin Tahrim'ul- Hamr babında, imam Ahmed b. Hanbel Müsned'in c. 3, s. 181 ve 227'sinde, İbn-i Kesir Tefsir'inin c. 2, s. 93 ve 94'ünde, Celaluddin Suyuti Durr'ul- Mensur'un c. 2, s. 321'inde, Taberi Tefsir'inin c. 7, s. 24'ünde, İbn-i Hacer Askalani İsabe'nin c. 4, s. 22'sinde ve Feth'ul Bari'nin c. 10, s. 3'ünde, Bedruddun Hanefi Umdet'ul Kari'nin c. 10, s. 84'ünde, Beyhaki Sünen'in s. 286 ve 290'ında vs. bu olayı ayrıntılı olarak nakletmişlerdir.
Tarih ve Tefsir kitaplarındaki bilgiler esasınca, şarap haram kılındıktan sonra bazı sahabeler şarap içmişlerdir. Nitekim Muhammed b. Cerir-i Taberi "Tefsiri Kebir" c. 2, s. 203'te Ebu'l-Kamus Zeyd b. Ali'den şöyle rivayet etmektedir: "Allah-u Teala şarap ayetini üç defa nazil buyurdu, ilk önce şu ayet nazil oldu:
"Sana şarap ve kumar hakkında soru sorarlar, de ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır; ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür."(Bakara/219)

Bilindiği gibi Müslümanlar uyanmadılar ve şarap içmeye devam ettiler. Hatta iki sahabe şarap içerek namaza durup namazda manasız sözler söylediler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
"Ey iman edenler! Sarhoşken namaza yaklaşmayın ta ki ne söylemiş olduğunuzu bilesiniz."

Yine sahabe şarap içmeye devam etti ama sarhoşken namaz kılmıyorlardı. Lakin bir gün birisi (Bezzar, İbn-i Hacer ve İbn-i Merduye'nin rivayet ettiğine göre Ebu Bekir idi) şarap içip Bedir'de öldürülen (kafir)ler hakkında mersiye ve şiirler okudu. Bunu duyan Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gazaplı bir halde onun yanına gelerek elindeki şeyle ona vurmak istedi. O sarhoş adam; "Allah-u Teala'nın ve Peygamberinin gazabından Allah'a sığınırım; Allah'a and olsun bir daha içmeyeceğim" dedi. Bunun üzerine de şu ayet nazil oldu:
"Ey İman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları şeytanın işlerinden olan pisliklerdir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz."(Maide/90)

Özetle bilinmesi gerekir ki sahabe de diğer Müslümanlar gibi iyi ve kötü yönlere sahipti. Allah-u Teala'nın ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in emrine ciddi olarak uyanlar büyük saadetlere eriştiler. Her kim de nefsine tabi olup şeytana uymuşsa hüsrana ve fesada uğramıştır. O halde sahabeyi eleştirenlerin de mantıklı delilleri vardır. Ashabın kötü sıfatları bizzat kendi kitaplarında yer aldığı gibi, Kur'ân'da birçok ayetlerde de şiddetli bir şekilde kınanmıştır. Şiiler de bu açıdan onları eleştirmektedir. Ama bilindiği gibi eğer mantıklı bir eleştiri karşısında mantıklı bir cevap varsa onu da kabul etmek gerekir.
Kınanmış sıfatlardan biri insanın gereksiz yere sevmesi veya buğz etmesidir. Yani insanın fert veya cemaate karşı duyduğu ilgi ve sevgiden dolayı onların tüm söz ve davranışlarını görmezlikten gelmesi ve hiçbir kötülüğün olmadığını söylemesidir.
Sözlerimizin teyidi için Şii ve Sünni alimlerin kitaplarında yer alan sahabenin kötü amellerine kısa bir göz atalım.

Sahabenin Ahit Ve Biatlerini Bozmaları

Allah-u Teala Kur'ân'da ahitlerini bozanları eleştirmekte ve onları te'lin etmektedir:
"Ahitleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın." (Nahl/91)

Yine onların hakkında şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teala'ya verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lanet onlar içindir ve kötü yurt onlarındır."(Rad/25)

O halde Kur'ân ayetleri ve iki tarafın da kitaplarında yer alan rivayetlere göre, ahdi bozmak büyük bir günahtır. Özellikle de Allah-u Teala'ya ve Resulüne verilen sözü tutmamak, ashap ve O Hazretin yakınları için çirkinlerin en çirkini bir şeydir.
Şia ve Sünni alimlerinin ekseriyeti itiraf etmektedirler ki Hicri 10. yılda, Veda Haccı'nda, Zilhiccet'ul-Haram'ın 18. gününde, Mekke'den dönerken Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Gadir-i Hum denen yerde bütün ashabını bir araya topladı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in emriyle önden gidenler geri döndürüldü ve geride kalanların da oraya yetişmesi sağlandı. Şii ve Sünni birçok alim ve tarihçilerin rivayet ettiğine göre 70,000 kişi, imam Sa'lebi (tefsirinde) ve Sibt b. Cevzi'ye (Tezkiret'u Havass'il-Ümme fi Ma'rifet'il-Eimme'de) göre ise Gadir-i Hum'da 120,000 sahabe hazır bulunmuştur.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) minbere çıkarak oldukça uzun bir hutbe okudu. Bu hutbenin çoğu yerinde Hz. Ali (a.s)'ı övdü, Hz. Ali (a.s) hakkında inen ayetleri okudu. Oradaki Müslümanların dikkatini Hz. Ali (a.s)'ın yüce makamına çekti ve şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Ben size kendi nefsinizden daha evla (yetki sahibi) değil miyim?"
Onlar; "Evet, evlasın" dediler.
Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır."
Sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti:
"Allah'ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak."
Daha sonra bir çadır kurmalarını emretti, Ali'ye de o çadırda oturmasını söyledi. Orada hazır bulunanlara şöyle buyurdular:
"Gidin Ali'ye biat edin; zira ben Allah-u Teala tarafından sizden Ali için biat almakla görevlendim."

O gün Ali'ye ilk biat eden, Ömer, sonra Ebu Bekir, sonra Osman, sonra Talha, sonra Zübeyr idi. Orada tam üç gün boyunca Ali'ye biat ettiler.
Aslında büyük alimlerinden 300'den fazla kişi farklı yollarla Gadir-i Hum hadisini müsned olarak 100'den fazla sahabiden rivayet etmişlerdir. Dördüncü asrın meşhur müfessiri ve tarihçisi olan Muhammed b. Cerir-i Taberi Gadir Hadisi hakkında yazdığı "el-Vilaye" kitabında bu hadisi yetmiş beş yoldan rivayet etmiştir.
Hafız Ebu'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Said b. Abdurrahman Kufi (İbn-i Ukde) "el-Vilaye" kitabında bu hadisi 125 yolla 125 sahabeden rivayet etmiştir.
H. 492'de ölen İbn-i Haddad Hafız Ebu'l-Kasım Haskani ise "Kitab'ul-Vilaye"de geniş olarak Gadir olayını nazil olan ayetlerle birlikte rivayet etmiştir.
Velhasıl bir avuç bağnaz alimler dışında bütün araştırmacı alimler, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in Veda haccında (Zilhicce'nin 18'inde), açık bir şekilde Hz. Ali (a.s)'ı velayet makamına tayin ettiğini yazmışlardır.
Hatta Ömer b. Hattab bütün ashaptan daha çok sevinmiş ve Hz. Ali'nin elinden tutarak şöyle demiştir:
"Bexxin bexxin leke ya Ali, esbahte mevlaye ve mevla kulli muminin ve mumine."
(Ne mutlu sana, ne mutlu sana ya Ali, benim ve her mümin ve müminenin mevlası oldun.)
Kesin olarak bilinmelidir ki, bu hadis her iki fırka nezdinde de mütevatirdir. Özellikle H. 8. asırda yaşayan büyük alimleri Mir Seyyid Hemedani eş-Şafii "Meveddet'ul-Kurba" kitabının 5. Mevedde'sinde şöyle yazıyor: "Birçok sahabe farklı mekanlarda Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (s.a.a) Ali'yi toplumun önderi karar kıldı."
Daha sonra Ali'nin dost ve düşmanları hakkında dua ettikten sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım, sen onlara benim şahidimsin." (Yani ben risaletimi tebliğ ettim.)
Ömer devamla şöyle diyor: O anda güzel yüzlü ve güzel kokulu bir genç yanımda oturmuştu, bana şöyle dedi:
"Peygamber-i Ekrem (s.a.a) öyle bir akit yaptı ki, o akdi münafıktan başka bir kimse bozamaz; öyleyse o akdi bozmaktan sakın."
Bu olaydan sonra Resulullah (s.a.a)'in yanına giderek şöyle dedim: "Sen Ali (a.s) hakkında konuşurken yanımda oturan ve güzel kokulu bir genç de bana böyle şöyle dedi. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"O, Adem oğullarından değildi; o Cebrail idi ve Ali hakkında söylediklerimi size tekit etmek istiyordu."

Bilinmesi gerekir ki, Resulullah (s.a.a)'in Allah-u Teala'nın emriyle ashapla yaptığı akit, daha iki ay geçmeden bozuldu, heva ve heveslerine uyarak biatten el çekildi, hakk terk edildi, yapmamaları gereken şeyleri yaptılar, Hz. Ali'nin evinin kapısına ateş yığdılar, kendisine kılıç çektiler, hakaret ettiler, zorla, tehditle, kavga ve gürültüyle başkasına biat etmesi için camiye götürdüler! Ashabın Hz. Ali'ye karşı böyle davranmaları doğru muydu?
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

re: ashabu kiram

Mesaj gönderen f_altan »

kadihan yazdı:ZIYARETCI DEFTERINDEN ALINTIDIR
Bilal-i Habeşi’nin azat edilmesi için para verince, Leyl suresinde övüldü:
(Temizlenmek için malını hayra verip, [günahtan] çok sakınan ateşten uzaktır. O, iyiliği bir menfaat için değil, Rabbinin rızasını kazanmak için yaptı. Kendisi de, (Cennete girip) hoşnut olacaktır.) [Leyl 17-21]
Söz Konusu Ayetle İlgili Fahri Razi'nin Sözü

Fahri Razi, Ebu Bekir'in fazileti ve hilafeti konusunda Leyl suresinin 17-21. ayetlerini delil getirerek şöyle diyor:
"Ehlisünnet müfessirleri "وَسَيُجَنَّبُهَا الْأَتْقَى"daki (En çok korunan ise ondan uzaklaştırılacaktır) "etqa" (en çok korunan)dan maksadın Ebu Bekir olduğu görüşündedirler. Şia da bunu inkar edip ayetin Ali b. Ebi Talib hakkında nazil olduğunu söylüyor."(1)
Fahri Razi daha sonra kendine has bir tahlilinde şöyle diyor:
"Ümmet-i İslami (Sünnisi-Şiası), Rasulullah (s.a.v)'dan sonra Ümmetin en efdal olanın Ebu Bekir (r.z) veya Ali (k.v) olduğu noktasında ittifak içerisindeler. Bu ayetten kastedilen kişinin Ali (k.v) olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira Yüce Allah bu korunan kişiyi vasıflandırarak şöyle buyurmuştur: وَمَا لِأَحَدٍ عِندَه مِن نِّعْمَةٍ تُجْزَى "Onun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur."(2)
Ayetteki bu sıfat, Ali'ye tatbik etmemektedir. Zira Peygamber'in (sav) onu küçüklüğünden beri büyütüp eğitmiş ve bundan dolayı ona karşılık gerektiren nimet hakkı vardı. Ama Ebu Bekir'e maddi nimet hakkı yoktu, hatta Ebu Bekir'in Resulullah'a (s.a.v) infakta bulunduğu için nimet hakkı vardı!!
Buna binaen, korunan kişinin Ali (k.r) olmadığına göre, bu kişinin Ebu Bekir (r.z) olduğu anlaşılmış oluyor. "Etqa", insanların en çok korunanı manasına gelmesi, Ebu Bekir'in onların en faziletlisi olduğunu gösteriyor.."(3)

Fahri Razi'nin Cevabı:

1- Ehlisünnetin meşhur alimlerinden bazıları Fahri Razi'nin görüşünü benimsememekteler. Örneğin, Kurtubi kendi tefsirinde İbn-i Abbas'dan bir rivayet naklederek Leyl suresinin Ebu Dahdah hakkında nazıl olduğunu vurgulamaktadır.(4) Özellikle bu ayete; "وَسَيُجَنَّبُهَا الْأَتْقَى" "En çok korunan ise ondan uzaklaştırılacaktır" vardığında, bu ayetteki şahıstan kasıt Ebu Dahdah'dır diyor. Gerçi Ehlisünnet alimlerinin çoğu Ebu Bekir hakkında nazil olduğunu söylüyor ama o bu görüşü kabul etmiyor.
2- Şia alimleri genellikle bu ayetlerin, Fahri Razi'nin dediği gibi Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu da söylemiyorlar. Zira Şia müfessirlerinden birçoğu bu surenin nüzul sebebinde Ebu Dahdah'ın hikayesini naklederek onu kabul ederler. Elbette İmam Cafer Sadık'tan (a.s) nakledilen bazı rivayetlerde "etqa" (çok korunan)dan maksadın onun Şia ve takipçileri olduğu vurgulanmaktadır. " الَّذِي يُؤْتِي مَالَهُ يَتَزَكَّى" (O ki, temizlenmesi için Allah yolunda malını verir)den kasıt da Emir'ul-Muminin Ali'dir. Ama anlaşılan bu ayetin nüzel sebebi değildir, sadece daha açık ve bariz olan bir mısdaka uyarlamadır.(5)
3- Şüphesiz sözkonusu ayetteki "etqa" (korunan-takvalı) sözcüğü insanların en takvalısı manasına değildir, muttaki manasınadır. Bu sözün delili, onun karşıtı olan; "eşqa" (bedbaht) sözcüğünün insanların en bedbahtı olması manasına değildir. Eşqa'dan kasıt, infaktan kaçınan kafirlerdir.
Üstelik bu ayet, Resulullah'ın (s.a.a) hayatı döneminde nazil olmuştur. Acaba Ebu Bekir'i Resulullah'dan (s.a.a) da öne geçirmek mümkün mü? Birinin makamını ispatlamak için bu çeşit yorumlara başvurmak Resulullah'ın (s.a.a) makamını bile gölgelemektedir.
Eğer Resulullah'ın (s.a.a) hesabı başkadır derlerse, o zaman deriz ki neden Resulullah'ın (s.a.a) hesabı şu ayette "وَمَا لِأَحَدٍ عِندَهُ مِن نِّعْمَةٍ تُجْزَى" "Onun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur" başka değildir.
4- Bir ömür boyunca kendisine lutufta bulunulmayan veya bir hediye getirilmeyen veya kendisine ziyafette bulunulmayan bir kimse var mıdır? Acaba gerçekten Ebu Bekir, ömrü boyunca hiçbir kimsenin ziyafetine gitmemiş, hiçbir kimseden hediye ve maddi hizmeti kabul etmemiş midir?
Velhasıl, şu ayetten kasıt "وَمَا لِأَحَدٍ عِندَهُ مِن نِّعْمَةٍ تُجْزَى "Onun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur", hiç kimsenin onlara nimet hakkı yoktur manasına değildir. Bu ayet, onların infak etmeleri, kendilerine nimet hakkından dolayı değildir manasınadır. Yani onların bir kimseye infak etmeleri sırf Allah rızası içindir, kendilerine yapılan nimeti mükafatlandırmak için değildir.
5- Bu surenin ayetleri, bu surenin, biri "etqa" (takvalı) kutubunda, diğeri ise "eşqa" (bedbaht) kutubunda olan iki kutuplu bir olay için nazil olduğunu gösterir. Ayetlerin nüzul sebebini Ebu Dahdah'ın hikayesi kabul edersek mesele hallolur ama Ebu Bekir kabul edersek "eşqa" sorunu baki kalır ve o zaman eşqa'dan maksatın kim olduğunu sormak gerekir.
Şia alimlerinin, özellikle bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu hususunda ısrarları yoktur. Onun makam ve fazileti hakkında birçok ayetler nazil olmuştur. Ama eğer bu ayet Hz. Ali'ye tatbık edilirse, "eşqa" sorunu hallolur. Zira Şems suresinin 12. ayetinin ("إِذِ انبَعَثَ أَشْقَاهَا "şakileri ileri atılınca") tefsirinde, Ehlisünnet kanalıyla birçok rivayetler "eşqa'dan maksadın Ali b. Ebi Talib'in katili olduğu vurgulanmıştır. Hakim Haskani bu rivayetleri "Şevahid'ut-Tenzil" kitabında nakleder.
Kısacası, Fahri Razi'nin söz konusu ayet hakkındaki söz ve tahlilleri çok zayıf, yanlış ve sakıncalıdır. Hatta Ehlisünnet'in Alusi gibi meşhur müfessirlerinden bazıları onun bu tahlilini kabul etmemişlerdir. Alusi Ruh'ul-Meani'de Fahri Razi'yi eleştirerek şöyle diyor: "Fahri Razi bu ayetle Ebu Bekir'in ümmetin afdal olduğuna istidlal etmiş, ayetlerin Şia'nin görüşüyle örtüşmediğini söylemiş ve burada sözü uzatarak kıylu kaldan başka bir şey olmayan sözler sarfetmiştir."(6)

Söz konusu ayetlerin nüzul sebebinin hikayesi şöyledir:
Müslümanlardan birisinin hurmalığındaki bir hurma ağacının bir dalı, son derece fakir ve kalabalık bir aile sahibi olan bir Müslüman'ın evine doğru sarkmıştı. Hurma sahibi bazen hurmaları toplamak için ağacın başına çıktığında, bazen hurmalardan bir kaçı da o fakir Müslüman'ın evine düşüyordu. Evin çocukları da o hurmaları almak istediklerinde, adam inerek onları çocukların elinden geri alıyordu. Bazen bu cimrilik ve acımasızlığı öyle bir noktaya varıyordu ki hurmayı çocuklar ağızlarına bile koymuş olsalardı, ağızlarından çekip çıkarıyordu!! Fakir Müslüman'ın tahammül edecek durumu kalmayınca Resulullah'a gelerek adamı şikayet etti.
Allah Resulü "Sen git, ben konuyu halletmeğe çalışırım" buyurdu. Sonra hurma sahibini çağırarak ona şöyle buyurdu: "Dalları filan Müslüman'ın evine sarkan hurmanı cennette sana vereceğim bir hurma karşılığında bana verir misin?"
Adam: "Benim bir hayli hurma ağacım var, ama hiçbirisinin hurması bununki kadar lezzetli değildir!!" diyerek bu muameleye rıza göstermedi. Bu sözleri duyan mu'min bir sahabi, "Ya Resulallah, eğer ben bu hurmayı bu adamdan satın alıp size bırakırsam, siz ona vermek istediğiniz şeyin aynısını bana da verir misiniz?" dedi. Allah Resulü, "Evet" buyurdu.
Adam hurma sahibinin yanına giderek hurmasına talip olduğunu ona bildirdi. Hurma sahibi şöyle dedi: "Sen Muhammed'in bu hurmaya karşılık bana cennette bir hurma vermeğe hazır olduğunu, ama benim buna razı olmadığımı ve ona "Benim bir çok hurma ağacım vardır, ama hiç birisinden bundan aldığım lezzeti alamıyorum" diyerek teklifini geri çevirdiğimi biliyor musun?"
Müşteri olan sahabi bilahare satıp satamayacağını sordu ona. O da "Ancak istediğim karşılık verilirse (ki kimsenin verebileceğini de zannetmiyorum) satabilirim" cevabını verdi. Müşteri ne kadar istediğini sordu. O da kırk hurma ağacı istedi (ki o şartlarda çok büyük bir meblağdı).
Müşteri olan Müslüman şaşırdı ve "Artık eğilmiş bir hurmaya karşılık kırk hurma ağacı mı istiyorsun dedi?!! Ama biraz sükuttan sonra "Tamam onu da kabul ediyorum" deyince, adam inanmadı ve "Eğer gerçekten doğru diyorsan, birkaç kişiyi şahid olarak göster" dedi. O da o sırada oradan geçen birkaç kişiyi çağırarak şahid tuttu ve böylece hurmayı adamdan satın aldı.
Daha sonra Allah Resulü'nün yanına gelerek hurmayı Resulullah'a bağışladı. Resulullah da o fakir Müslüman'ın evine teşrif ederek hurmayı ona ve çocuklarına bağışladı. İşte bu olay üzerine Allah-u Teala "Leyl suresi"nin ayetlerini nazil ederek, cimriler ve cömertler hakkında söylenmesi gerekenleri ortaya koydu. Birçok rivayette bu cömert ve saadetli mu'minin "Ebu Dahdah" isminde bir sahabi olduğu vurgulanmaktadır.
________________________
Kaynakça:
1- Tefsir-i Fahri Razi, c.31, s.204
2- Leyl/19
3- Tefsir-i Fahri Razi, c.31, s.204
4- Tefsir-i Kurtubi, c.10, s.7180
5- Tefsir-i Numune, c.27, s.86
6- Ruh'ul-Meani, c.30, s.153
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
AZECaferi
Mesajlar: 6
Kayıt: 15 Ağu 2009, 17:27

Re: Ashabu Kiram

Mesaj gönderen AZECaferi »

Salam qardaşlar. MÜCAHİD, Allah elmini, zehnini açsın, istifade etdik. Bir delil de men getirim.
Qaynaq; Sehihi-Müslim, cild 4, sehife 152, Kitabul-Cihad, Babul-hukmut-teyd."2. xelife Ömerin zamanında 37-38 sehabenin olduğu bir meclis. Meclisin başında Ömer. Hüzura Abbas(r. a.) ve Ali(aleyhisselam) geldi. Ömer onlara xitaben; "Sen, Abbas, Ebu-Bekrden qardaşın oğlundan(Rasulullahdan), bu da(Aliye işare ederek) qarısının atasından qalan mirasa qondu. Siz(Abbas ve Ali), Ebu-Bekri yalançı, fasiq, xain ve hiyleger bilirsiniz. Men, Peyğemberin xelifesi, bilirem ki, sizin etiqadınızda yalançı, fasiq, xain ve hiylegerem".
Sizce, Alinin yalançı, fasiq, hiyleger ve xain bildiyi birisi hansı eqide sahibi ola biler?
Cevapla

“12 İmam (İmamet) İnancı” sayfasına dön