Hz. Fatıma'nın Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

10- Hz. Fatıma (a.s)'ın İffet Ve Edebi

Hz. Fatıma (a.s) hayatının son günlerinde Umeys kızı Esma'ya [1] şöyle buyurdu:
"Ey Esma! Ben, kadınların cenazesinin, üzerine bir bez atılarak dört ağaç üzerinde mezarlığa doğru götürülmesini sevmiyorum. Zira onun bedeninin izleri parçanın altından gözükmekte ve herkes onun bedeninin hacmini görmektedir.[2]
Esma Hz. Fatıma (a.s)'ın bu sözüne karşılık şöyle dedi: "Ben Habeşistan'da bir şey (tabut) görmüşüm, şimdi onun şeklini sana göstereceğim."
Esma bunu dedikten sonra birkaç yaş çubuk getirmelerini istedi, sonra onları eğerek (şimdiki tabut şekline sokarak) üzerine bir bez attı ve onu böylece pratikte Hz. Fatıma (a.s)'a göstermiş oldu.
Hz. Fatıma (a.s) onu görünce gülümseyerek şöyle buyurdu: "Ne güzel bir şeydir! Zira cenaze onun içerisine bırakıldığında artık cenazenin erkek veya kadın olup olmadığı belli olmuyor."[3]
_________________
[1]- Esma Hz. Fatıma (a.s)'ın yakınlarından ve Habeşe muhacirlerindendi. O, ilk önce Cafer b. Ebî Talib'in eşi idi. Cafer Mute savaşında şehit olunca, Ebu Bekir b. Kuhfe ile evlendi. O büyük bir ihtimalle Hz. Fatıma (a.s)'a gusül verildiğinde Hz. Ali (a.s)'a yardımda bulunmuştur. Şimdiki tabutların şekli onun önerisi üzerine yapılmıştır. Çünkü eski zamanlarda, hatta bazı yerlerde şimdi de cenazeyi birkaç ağacın üzerine koyarak gasil haneye ve kabristana doğru götürüyorlar.
[2] - Ben Şia'yım diyen bir kimse, işte böyle olmalıdır. Ölüsünü bile erkeklerin görmesini istemiyor. Ama ben Şia'yım deyip de erkeklerin önünde soyunan veya dans eden kadın ve kızların veya onların böyle olmasını isteyen ana ve babaların vay hallerine!
[3] - Bihar, c.43, s.189
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

11- Hz. Fatıma (a.s)'ın Eğitiminden Bir Parıltı

Fizze, Hz. Fatıma (a.s)'ın cariyesi idi. O'nun yanında eğitilmişti, uzun bir zamandan itibaren sözlerini Kur'an ayetleriyle karşı tarafa anlatıyordu.
Ebu'l- Kasım Kuşeyrî bir şahıstan şöyle naklediyor:
Mekke'ye hareket eden bir kafileden ayrılmıştım ve çölde (şaşkınlık ve üzüntü içerisinde olan) bir kadınla karşılaştım. Ondan ne soruyordumsa, Kur'an ayetiyle cevabımı veriyordu.
"Sen kimsin?" diye sordum.
Cevaben dedi ki:
"Qul selamun, fesevfe ta'lemun"
"Selam de. Artık onlar bilecekler."[1]
Ben selam verip dedim ki: "Burada ne yapıyorsun?
Cevaben dedi ki:
"Men yehdillah fema lehu min muzill"
"Allah kimi hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı yoktur."[2]
(Onun bu sözünden yolu kaybettiğini anladım.)
"Cinlerden misin, insanlardan mısın?" diye sordum.
Cevaben dedi ki:
"Ya beni Adem, huzu ziynetekum."
"Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının."[3]
(Bu sözüyle insanlardanım demek istedi.)
"Nereden geliyorsun?" diye sordum.
Cevaben dedi ki:
"Yunadevne min mekanin beîd."[4]
"Uzak bir yerden seslenilirler.
(Bu sözüyle uzak bir yerden geldiğini anladım.)
"Nereye gidiyorsun?" diye sordum.
Cevaben dedi ki:
"Lillahi alennasi hicc'ul-beyt."[5]
"Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır."
(Mekke'ye gitmek istediğini anladım.)
"Kafileden kaç günden beri kopmuşsun?" diye sordum.
Dedi ki:
"Velekad halekne's- semavati vel arza (vema beynehuma) fi sitteti eyyamin"[6]"Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık."
(Kafileden, altı günden beri kopmuş olduğunu anladım.)
"Yemek yemeğe iştahın var mı?" diye sordum.
Dedi ki:
"Vema cealnahum ceseden la ye'kulun'et-taame."[7]
"Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık."
(Yemek yemeğe isteği olduğunu anlayarak ona yemek verdim.)
"Acele et, biraz çabuk gel" dedim.
Dedi ki:
"La yukellifullahu nefsen illa vus'aha"[8]
"Allah kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez."
(Bu sözünden yorgun olduğunu anladım.)
"Yol yürüyemediğine göre seni devemin sırtına alayım mı?" dedim.
Dedi ki:
"Lev kane fiyhima alihetun illellahu lefesedeta."[9]
"Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, hiç tartışmasız ikisi de bozulup giderdi."
(Yani erkekle namahrem kadının bir deveye binmesi bozgunculuğa yol açar. Bu sözünden dolayı ben deveden inerek onun binmesini istedim.)
Bu duruma karşılık şöyle dedi:
"Subhanellezi sehhare lena haza"[10]
"Bunu bize ram eden Allah münezzehtir."
(Bu sözüyle Allah'a şükür etti.)
Kafileye ulaşınca: "Kafilede akrabalarından bir kimse var mıdır?" diye sordum.
Dedi ki:
"Ya Davud'u inna cealnake halifeten fi'larzi"[11] "Ve ma Muhammed'un illa resul"[12] "Ya Yahya huzil kitabe bikuvvetin"[13] "Ya Musa, innî ene rebbuk"[14]
Kafilede dört kişinin onun akrabalarından olduğunu ve isimlerinin de; Davud, Muhammed, Yahya ve Musa olduğunu anladım.
Bu esnada onları çağırdı, onlar da koşarak ona doğru geldiler. "Bunlar senin neyin oluyorlar?" diye sordum.
Cevaben dedi ki: "El-malu ve'l- benun ziynet'ul-hayat'id- dünya."[15]
(Bu dört kişinin onun oğulları olduğunu anlamış oldum.)
Onlar annelerinin yanına geldiklerinde anneleri şöyle dedi: "Ya ebeti iste'cirhu inne hayre men iste'certe'l- kaviyy'ul-emin."[16]
(Bu ayeti okumakla bana ücret vermelerini onlara anlatmış oldu, onlar da bana bir miktar para verdiler.)
Daha sonra şöyle dedi: "Vallahu yuzaifu limen yeşâu"[17]
(Bu ayeti okumakla ücretimi artırmalarını istemiş olduğunu anlamış oldum; onlar da artırdılar.)
Onlardan: "Bu kadın kimdir?" diye sordum.
Dediler ki: "Bu kadın, Hz. Fatıma (a.s)'ın cariyesi olan annemiz Fizze'dir; o yirmi yıldır ki, Kur'an ayetleri dışında bir söz söylememiştir."[18]
_________________
[1] - Zuhruf / 89
[2] - Zümer / 37
[3] - A'râf / 31
[4] - Fussılet / 44
[5] - Âl-i İmrân / 97
[6] - Kâf / 38
[7] - Enbiyâ / 8
[8] - Bakara / 286
[9] - Enbiya / 22
[10] - Zuhruf / 13
[11] - "Ey Davud, gerçek şu ki biz seni yeryüzünde bir halife kıldık." (Sâd / 26)
[12] - "Muhammed, yalnızca bir peygamberdir." (Âl-i İmrân / 144)
[13] - "Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut." (Meryem / 12)
[14] - "Ey Musa, gerçekten ben senin Rabbinim." (Tahâ / 11-12)
[15] - "Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsleridir." (Kehf/46)
[16] - "Onlardan biri dedi ki: "Ey babacığım, onu ücretli olarak tutuver; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı; gerçekten o kuvvetli ve güvenilir biridir." (Kasas / 26)
[17] - "Allah, dilediğine kat kat arttırır." (Bakara / 261)
[18] - Bihar, c.43, s.86
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

13- Herkes İçin Yaşam Örneği

İki şefkatli eş olan Hz. Ali (a.s) ile Hz. Fatıma (a.s) evin işlerini kendi aralarında taksim ettiler. Hz. Fatıma (a.s) evin içindeki yani hamur yapmak, ekmek pişirmek, evi süpürmek gibi işleri yapmayı üstlendi. Hz. Ali (a.s) da odun getirmek ve yiyecek temin etmek gibi evin dışındaki işleri üstlendi.
Bir gün Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s)'a şöyle buyurdu:
"Ya Fatıma! Evde yiyecek bir şey var mı?"
Hz. Fatıma (a.s): "Hayır! Allah'a andolsun ki, üç gündür çocuklarım Hasan, Hüseyin açtırlar ve kendim de bir şey yemedim."
Hz. Ali (a.s): "Neden bana söylemedin?"
Hz. Fatıma (a.s): "Babam Resulullah (s.a.a), sizden bir şey istememi nehyetmiştir ve buyurmuştur ki: Amca oğlundan asla bir şey isteme. Bir şey getirdiğinde al, aksi takdirde O'ndan bir şey isteme!"
Hz. Ali (a.s) (bu sözleri duyduktan sonra) evden dışarı çıktı ve yolda birisiyle karşılaştı. Ailesine yiyecek temin etmek için o adamdan bir dinar borç aldı. Bu esnada o sıcak havada Mikdad b. Esved'i çok perişan ve üzgün bir halde gördü. Bunun üzerine ona: "Ne olmuş? Neden bu sızak vakitte evden dışarı çıkmışsın?" diye sordu.
Mikdad: "Açlık beni evden dışarı çıkarmıştır; çocuklarımın ağlama seslerini duymaya tahammül edemedim" dedi.
İmam (a.s): "Ben de bunun için evden dışarı çıktım. Ben bu dinarı az önce borç aldım, onu sana veriyorum ve seni kendime tercih ediyorum" buyurdu.
Sonra parayı Mikdad'a verdi, kendisi ise eli boş eve geri döndü. Eve girdiğinde Resulullah (s.a.a)'in evde oturduğunu, Fatıma (a.s)'ın da namaz kılmakla meşgul olduğunu ve aralarında ise üstü kapalı bir şeyin bulunduğunu gördü. Fatıma (a.s) namazını bitirdiğinde, yanlarında bulunan şeyin üzerinden örtüyü kaldırınca, içerisi et ve ekmekle dolu bir kase olduğunu gördüler.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Fatımacığım! Bu yemek sizin için nereden gelmiştir?"
Fatıma (a.s) cevaben: "Allah tarafından gelmiştir; Allah Teâla dilediğine hesapsız rızk verir" dedi.
Bu esnada Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'ye bakarak şöyle buyurdu: "Senin ve Fatıma'nın öyküsü gibi olan bir kimsenin öyküsünü beyan edeyim mi?"
Hz. Ali (a.s): "Evet" dedi.
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Senin misalin Zekeriyya'nın misali gibidir. Zekeriyya mihrapta Meryem'in yanına vardığında, onun yanında bir yemek görünce: "Ey Meryem! Bu yemek neredendir?" diye sordu. O da cevaben: "Allah katındandır; Allah istediğine hesapsız rızk verir" dedi.
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Onlar (İmam Ali ve ailesi) o kaptan bir ay boyunca yemek yediler. Bu kap, Kâim'in (Hz. Mehdi'nin), içerisinde yemek yiyeceği kabın aynısıdır; bu kap şimdi bizim yanımızdadır." [1]
_________________
[1] - Bihar, c.14, s.198; c.43, s.31
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

14- Azap İçerisinde Olan Kadınlar

Bir gün Müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:
"Biz Fatıma'yla birlikte Hz. Peygamber (s.a.a)'in yanına vardığımızda Hazretin şiddetle ağladığını gördük. Bunun üzerine arzettim ki: "Annem ve babam size feda olsun! Neden ağlıyorsunuz?"
Buyurdular ki: "Ya Ali! Beni miraca götürdüklerinde, ümmetimin kadınlarından bir grup kimseyi şiddetli azap içerisinde gördüm. İşte onların şiddetli azaplarını hatırladığımdan dolayı ağladım.
Saçıyla asılan bir kadın gördüm ki, sıcağın şiddetinden beyni kaynıyordu.
Diliyle asılan bir kadın gördüm ki, cehennemin yakıcı suyundan onun boğazına döküyorlardı.
Yine memelerinden asılan bir kadın gördüm.
Yine ateşten olan tandırda ayaklarından asılan bir kadın gördüm.
Yine bedeninin etini yiyen bir kadın gördüm ki, ateş onun ayağının altından alevleniyordu.
Yine elleri ayaklarına bağlanan bir kadın gördüm ki, yılan ve akrepler ona saldırıyorlardı.
Yine ateşten olan bir tabutta kör, sağır ve dilsiz olan bir kadın gördüm ki, beyni burnundan dışarı çıkıyordu ve bedeni ise cüzam ve abraşlı olduğundan parçalamıştı
Yine ateşten olan makaslarla, bedeninin eti önden ve arkadan kesilen bir kadın gördüm.
Yine yüzü ve elleri yakılan bir kadın gördüm ki, bağırsaklarını yiyordu.
Yine başı domuz başı, gövdesi ise eşek gövdesi olan bir kadın gördüm ki, binlerce azaba tabi tutulmuştu.
Yine köpek şeklinde olan bir kadın gördüm ki, ateş onun altından girip ağzından çıkıyordu; azap melekleriyse ateşten olan kamçılarla onun başına ve bedenine vuruyorlardı."
Hz. Fatıma (a.s) arzetti ki: "Babacığım! Bu kadınlar dünyada ne yapmıştılar ki Allah-u Teâla onları böyle azaplara tabi tutmuştu?"
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
"Saçıyla asılan kadına gelince; o kadın saçını erkeklerden gizlemiyordu.
Diliyle asılan kadına gelince; o kadın kocasını incitiyordu.
Memelerinden asılan kadına gelince; o kadın kocasının yatağından kaçınıyordu.
Ateşten olan tandırda ayaklarından asılan kadına gelince; o kadın kocasının izni olmaksızın evinden dışarı çıkıyordu.
Bedeninin etini yiyen kadına gelince; o kadın bedenini halk için süslüyordu.
Elleri ayaklarına bağlanan, yılan ve akreplerin kendisine saldırdığı kadına gelince; o kadın necis elbiseyle abdest alıyordu; cenâbet ve hayız guslü yapmaz, temizliğe riayet etmez ve namazı önemsemezdi.
Ateşten olan bir tabutta kör, sağır ve dilsiz olan kadına gelince; o kadın zina yoluyla çocuk doğurup onu kocasına mal ediyordu.
Bedeninin eti ateşten olan makaslarla, önden ve arkadan kesilen kadına gelince; o kadın kendisini erkeklere sunuyordu.
Yüzü ve elleri yakılan ve bağırsaklarını yiyen kadına gelince; o kadın, yakınlarını başkalarına satan namussuz (fahişe simsarı) idi.
Başı domuz başı, gövdesi ise eşek gövdesi olan kadına gelince; o kadın söz taşıyan ve yalancı idi.
Köpek şeklinde olan ve ateşin, altından girip ağzından çıktığı kadına gelince; o kadın makyaj yapan (veya şarkı söyleyen), bağırarak ağlayan ve herkesi kıskanan idi."
Daha sonra şöyle buyurdular: "Kocasını öfkelendiren kadına yazıklar olsun; kocası kendisinden razı olan kadına da ne mutlu!"[1]
_________________
[1] - Bihar'ul-Envar, c.8, s.309
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

15- Tarihte Çok Ağlayanlar

Tarihte beş kimse herkesten daha çok ağlamıştır: Hz. Adem, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Fatıma ve Hz. Ali b. Hüseyin (a.s).
Hz. Adem, cennet için o kadar ağladı ki gözyaşları yüzünde iz bıraktı. Hz. Yakub, Yusuf'a o kadar ağladı ki, gözlerinin nurunu kaybetti. Bu yüzden Hz. Yakub'a şöyle dediler: "Ey Yakub! Sen o kadar Yusuf'u düşünüp ağlıyorsun ki ağlamakla helak olacaksın." Hz. Yusuf da babası Yakub'dan uzak kaldığı için o kadar ağladı ki, hapiste olanlar rahatsız oldular ve şöyle dediler: "Ey Yusuf! Ya geceleri ağla gündüzleri sus veya gündüzleri ağla geceleri sus!" Hz. Yusuf (a.s) geceleri veya gündüzleri ağlama hususunda onlarla anlaştı.
Hz. Fatıma (a.s) da o kadar ağladı ki, Medine halkı çok rahatsız oldular ve: "Ey Peygamber'in kızı! Gece gündüz ağlamanla bizleri rahatsız ediyorsun!" dediler. İşte bundan dolayı iki cihanın hanım efendisi Hz. Fatıma (a.s) gündüzleri şehirden çıkıp Uhud şehitleri mezarlığına giderek ağlayabildiği kadar orada ağlıyor ve sonra evine dönüyordu.
Ali b. Hüseyin (İmam Zeyn'ul-Abidin -a.s-) da yirmi (bazı rivayetlere göre 40) yıl boyunca babası İmam Hüseyin (a.s)'a ağladı. Önüne yemek bıraktıklarında ağlıyordu, kendisine su getirdiklerinde ağlıyordu…
Bir gün hizmetçisi şöyle dedi: "Ey mevlam! Ağlamanızla kendinizi helak edeceğinizden korkuyorum!"
İmam (a.s) buyurdu ki: "Ben üzüntü ve kederimi Allah'a şikayet ediyorum. Ben bir takım şeyler biliyorum ki sizler bilmiyorsunuz. Ben annemiz Fatıma'nın evlatlarının katligahını hatırladığımda hıçkırıklar boğazımı sıkıyor!"[1]
_________________
[1] - Bihar, c.12, s.264; c.43, s.155; c.82, s.86
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

16- Hz. Fatıma (a.s) Mahşer Sahrasında

Hz. Peygamber (s.a.a) değerli kızı Fatıma (a.s)'ın yanına geldi. Onu üzgün görünce: "Kızım neden üzgünsün?" diye sordu.
Fatıma (a.s) cevaben şöyle dedi: "Babacığım! Kıyamet günü halkın çıplak olarak haşrolacağını hatırladım da ondan."
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Kızım! O gün gerçekten çok korkunç bir gündür. Ama vahiy meleği (Cebrail) Allah tarafından bana haber verdi ki; o gün toprağın altından çıkacak olan ilk şahıs benim. Benden sonra atan İbrahim çıkacak, ondan sonra da eşin Emir'ul-Muminin (Ali) çıkacaktır.
Bu esnada Allah-u Teâla Cebrail'i bin melekle sana doğru gönderecek ve kabrinin üzerine nurdan yedi kubbe dikilecektir. Daha sonra İsrafil, nurdan olan üç elbiseyle başının üzerinde duracak ve: "Ey Muhammmed'in değerli kızı! Senin haşrolma günündür, kalk!" diye seslenecek. Sen de tam bir emniyet, huzur ve kamil bir örtü içerisinde kalkacaksın. İsrfil o cennet elbisesini sana verecek ve sen de onları giyeceksin.
Bu esnada Zukayil isminde diğer bir melek, yuları inciden olan ve arkasına da altından bir tahtırevan bırakılan bir bineği senin için getirecek ve sen tam bir azamet ve yücelikle o bineğe bineceksin Zukail, senin önünde, ellerinde tesbih ve övgü bayrakları bulunan yetmiş bin melek olduğu halde bineğini çekecektir.
Mahşere doğru hareket ettiğinde ise yetmiş bin huri seni karşılamaya gelecekler sana bakmakla neşet ve hoşnutluk içerisinde olacaklar. Onların her birinin elinde nurdan, havaya güzel koku saçan aletler vardır. Kendilerini yeşil zebercetten süslemiş ve başlarında da halis cevherlerden taçlar vardır." [1]
_________________
[1] - Bihar, c.43, s.225
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

17- Şahadet Zamanını Haber Vermesi

Umeys kızı Esma şöyle diyor:
Hz. Fatıma (a.s) hastalandığında ben bakıcılığını yapıyordum. Bir gün onu her zamankinden daha iyi gördüm. Hz. Ali (a.s) bir iş için dışarı çıkmıştı. Hz. Fatıma (a.s) bana; "Su getir gusledeyim" dedi.
Su getirdiğimde, guslettikten sonra; "Bana yeni elbiseler getir" buyurdu.
Elbiselerini getirip O'na verdim. O da onları giydi. Daha sonra; "Yatağımı odanın ortasına ser" dedi.
Ben de öyle yaptım. O, kıbleye yönelik olarak uzandı, elini yüzünün altına koydu ve buyurdu: "Ey Esma! Ben şimdi tertemiz olduğum bir halde dünyadan ayrılacağım, kimse yüzümü açmasın."[1]
Bu sözü buyurduktan sonra gözlerini dünyaya kapadı.
_________________
[1] - Keşf'ul-Ğumme, c.1, s.502
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

18- Ömrünün Son Anlarından Haber Vermesi

Hz. Fatıma (a.s) hayatının son anlarında bir sırrı Hz. Ali (a.s)'a açtı, şahadetinden ve ömrünün son anlarından haber verdi ve ekledi:
"Ey Ebe'l-Hasan! Şimdi uykuya dalmıştım, Allah Resulünü, beyaz mercan ve incilerle yapılmış olan bir sarayda gördüm. Beni görünce buyurdu: "Kızcağızım, acele bana gel, seni çok özledim." Ben de sabırsızca; "Babacığım, Allah'a andolsun ki, ben seni daha çok özlemişim" dedim. Bu esnada babam buyurdu: "Sen bu akşam bizim yanımızda olacaksın. Ali can! Allah Resulünün vaadi doğrudur ve O ahdine vefalıdır."[1]
_________________
[1] - Bihar'ul-Envar, c.43, s.179, 15. hadis
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

19- İmam Hüseyin (a.s)'ın Şahadetinden Haber Vermesi

Hz. Fatıma (a.s) bazı şiirlerinde, iktisadi zorluklardan ve İmam Hüseyin (a.s)'ın Kerbela'da şahadete erişeceğinden haber veriyor:
"Evlatlarım dün geceyi aç olarak sabahladılar,
Onların küçüğü[1] savaş meydanında öldürülecektir.
Kerbela'da yavrumu hileyle şehit edecekler,
Onun katillerine yazıklar olsun."[2]
________________
[1] - Onların küçüğünden maksat İmam Hüseyin (a.s)'dır.
[2] - Emali-yi Şeyh Saduk, 44. meclis, 11. hadis
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

KUR'AN VE HADİSLER IŞIĞINDA HZ. FATIMA (S.A)

Allame Şerefuddin

1. BÖLÜM: AYETLER BÖLÜMÜ

1. Mübahale Ayeti

“Artık sana gelen bunca ilimden sonra onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım, biz bizzat gelelim, siz de gelin. Ondan sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın laneti yalan söyleyenlerin üstüne olsun.”(Al-i İmran/61)
Bütün İslam mezhepleri (hatta Hariciler dahi) Peygamber’in Necran Hristiyanları ile mübahale etmeye giderken kadınlardan Hz. Fatıma (a.s), evlatlarından Hasan ve Hüseyin (a.s), kendi nifislerinden ise değerli kardeşi ve O’na karşı Harun’un Musa’ya karşı olan nisbetini taşıyan Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimseyi götürmediği hususunda ittifak etmişlerdir. Dolayısıyla da bu ayet-i şerifede kastedilenler ve de mübahele etmeye Peygamber ile gidenler sadece bu beş kişi idi. Bu ise hiç bir İslami fırkanın ve islam tarihinden azıcık haberdar olan bir kimsenin şüphe veya inkar edemeyeceği zaruri meselelerden sayılmaktadır[1]
Halbuki Peygamber’in (s.a.a) eşleri de O hazretin evinde hazır bulunuyorlardı. Ama onların hiçbirisini bu büyük iş için davet etmedi. Hakeza Peygamber’in (s.a.a) halası, cedlerinin yadigarı olan Safiyye’yi ve Peygamber’in (s.a.a) hüzün ve kederini gideren ve müslümanlar arasında inci gibi parlayan amcası Ebu Talib’in özel bir değer ve makama sahip kızı ümmü Hani’yi ve müslümanlar arasında şeref ve yücelik örnekleri sayılan diğer hiçbir kadını ve yine üç halifenin eşlerini ve diğer muhacir ve ensarın kadınlarından hiçbirini bu önemli mesele için davet etmedi.
Seçilmiş inciler mesabesinde olan Haşim oğullarından, cennet gençlerinin iki efendisi Hasan ve Hüseyin’den başka aralarında çok fazilete sahip olan o kadar ashabın evlatlarından hiçbirini seçmedi. Ali (a.s)’ı da Peygamber, canı ünvanıyla seçi. Hatta peygamberin yanında büyük bir makamı olan[2] Kureyş’in değerli şahsiyetlerinden sayılan ve de Haşimoğullarının büyüğü bilinen Peygamberin amcası Abbas’ı bile bu önemli iş için seçmedi.
Genel olarak Resulullah’ın (s.a.a) akrabaları ve yakınları ile diğer müslümanlar, hatta İslam’da, uzun ve parlak bir geçmişi olan kimseler dahi mübahale işine seçilmediler. Habluki hepsi de Peygamber’in (s.a.a) huzurunda ve müşahede ettiği bir yerde idiler.
Fahri Râzi’nin Tefsir-i Kebir’inde tasrih ettiği gibi o gün Peygamber üzerinde siyah, yünden dokulu bir parçayla, mübahale için şehirden dışarı çıktı. Hüseyin’i şefkat dolu kucağına almış ve Hasan’ın da ellerinden tutmuştu. Hz. Fatıma (a.s) hazretin ardından, Ali’de (a.s) Fatıma’nın (a.s) ardından hareket ediyordu. Peygamber onlara şöyle buyurdu: “Ben Allah’a dua ederken siz de amin deyin.”
Necran hristiyanlarının psikoposu bu heyetin böyle bir azamet ve haşmetli hallerini görünce hristiyan cemaate dönerek şöyle dedi:
“Ben öyle çehreler görüyorum ki eğer Allah’tan bir dağın yok olmasını dahi isteseler Allah onların duasına icabet edecektir. Sakın bunlarla mübaheleye girişmeyin, zira kesinlikle helak olursunuz. Öyle ki kıyamete kadar yeryüzünde bir tek hristiyan bile kalmaz.[3]
Gerçekten de o hassas durumu göz önüne aalan bir insan şaşırıp, peygamber ve ehli beyti mübahele için geldikleri anda necran hristiyanlarını, ileri gelenlerini ve dini ve dünyevi işlerde önderlerini saran dehşet ve korkuyu iyice incelerse Muhammed ve Ali Muhammed’in (s.m.) görenleri hayrete düşüren ilahi bir azamet ve celalete sahip olduklarını ve her şeyin onların ilahi ve manevi vekar ve heybeti mukabilinde değersiz ve küçük kaldığını en açık bir şekilde görebilir[4] Acaba kahramanları görmüyor musun! Nasıl da kükreyen arslanlara benzeyen, kahraman altmış atlının korkudan vücutlarını bir titreme sarmış, dizlerinin bağı çözülmüş ve kalpleri duracak gibi olmuştu. Büyükleri olan psikopos da mezkur tarihi sözleri söylemiştir.
Bu da düşmanlarının O mübarek yüzlere ilk bakışlarında anladıkları ruhani ve ilahi azamet ve celaletten başka bir sebeple değildir. sanki celalet, azamet ve yücelik, Allah’a yakınlık ve keramet onların mübarek alın çizgilerine ilahi bir nurla yazılmış ve nurlu yüzlerinden parlıyordu. Ve ben böyle yüce bir makamı olduğu gibi değerlendirmeyen bir müslümana gerçekten şaşarım.

Üç Büyük Fazilet

Bu meselede Peygamber’in Ehl-i Beyti yani Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s) için üç fazilet göze çarpıyor:
1- Resulullah mübaheleyi onlar vesilesiyle yapıyor ve onlara “ben dua ederken siz de amin deyiniz” diye buyuruyor. Bunun kendisi çok büyük fazilettir.
2- Onların bu önemli ve büyük iş için seçilmesi ki onca başka bir fazilettir ki ne önceki ne de sonraki müslümanlardan kimse böyle bir üstünlüğe erememiştir.
3- Onlar vesilesiyle gerçekleşen bu mübahale ile ilgili olarak ayet nazil olmuş ve Allah-u Teala peygamber’e bu önemli işi onların vesilesiyle yapmasını emretmiştir. Bu da mübahele meselesine daha bir önem ve özellik, Ehl-i Beyt’in pak şahsiyetlerine de daha bir üstünlük ve azamet kazandırmıştır.

Birkaç Edebi Nükte

Burada belağat alimlerinini ve Kur’an’ın ilmi hakikat ve sırlarının değerini bilen kimselerin de tevecüh ettiği belagat ilmiyle ilgili edebi bir nükteyi zikretmek istiyoruz. O da şudur: Ayette yer alan üç cümlenin hepsi de çoğul (oğullarımız, nefislerimiz ve kadınlarımız edatı ile beyan edilmiştir. Beyan ilmi alimlerinin söylediği gibi cem’ (çoğul) bir kelime, başka bir kelimeye izafe edilince de “istiğrak” (tüm, umumi) manası anlaşılır.Binaenaleyh bu cümlelerin manası şöyledir: “tüm çocuklar, tüm nefisler ve tüm kadınla.” halbuki müslümanların çocuklarından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, nefislerinden Hz. Ali ve kadınlarından da Hz. Fatıma’dan başka hiç kimse mübahelede bulunmalıdır. O halde neden bu büyükler hakkında cem’ (çoğul) ve umumu ifade eden edat kullanılmıştır?
Çoğul edatının onlar hakkında kullanılmasının sebebi şudur: Bu büyük şahsiyetler, İslam dinini temsil edenler ve İslam’ın bariz ve aç ık hüccetleri, beşer fertlerinin en kamili ve insanlık aleminin en seçkini ve seçkinlerinin en üstünleriydiler. masum yüzlerinden İslam ümmetinin diğer fertlerinden hiç birinde görülmeyen bir ruhaniyet ve “maneviyat nuru” müşahede edilen kimselerdi bunlar. İbaret ve Allah’a kulluk makamında, mutlak manada halis bir kalp ve riyadan uzak bir gönülle sahip olanlar da yine bunlardı. Dolayısıyla da onların mübahele olayına davet edilmesi ve onların da aktılması, tüm müslümanların mübaheleye iştiraki anlamına geliyordu. Böylece Onların duadan sonra “amin” demesiyle, tüm müslümanların amin demesine gerek kalmıyordu.
İşte bu yüzden onlar hakkında, izafe edilince istiğrak manasını ifade eden çoğul edatı kullanılmıştır.
Kur’an’ın sırlarını inceleyen ve dikkatle araştıran herkes görür ki bahsedilen ayete, hemen hemen aşağıdaki şiirde ifgade edilen mana dile getirilmektedir:
“İhali kudoretten değildir uzak,
toplasın alemi tek bir şahısta.”
İşte bu yüzrden Zemahşeri’de Keşşaf’ta mezkur ayetin tefsirinde şöyle diyor:

Hz. Ali (a.s)’ın İmtiyazı

Burada göze çarpan önemli nüktene biri de şudur: Zikredilen ayetten Hz. Ali (a.s.) için de özel bir imtiyaz beyan edilmektedir. Hz. Ali’nin (a.s) diğer faziletleri içinde en büyük ve önemli olanı da budur aslında.
Hz. Ali (a.s) diğer menkıbeleri de bu faziletin karşısında önemini kaybeder. Bu ayet Hz. Ali’ye (a.s) nefisler ve Peygamber’in neefsi olarak hitap etmiştir. Gerçekten de bu çok büyük bir makam ve mevkidir ki dost ve düşman herkesi şaşırtmaktadır. Tüm insanların bu makama imrenmesi de gerçekten yerinde ve haklı bir şeydir.
“Bu Allah’ın bir fazlıdrı. Onu dilediğine verir.
Allah’ın lütfu boldur. O her şeyi bilir.” (maide, 54)
Eğer değerli okuyucu dikkat edecek olursa, Kur’an’ın Ali’yi (a.s.) Peygamber’in (s.a.v) canı ve nefsi olarak tavsif etmesinin sebebinin, O hazretin İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi ve bütün hayadında ve vefatından sonra da peygamber’e en yakın bir şah9iyet olduğunu anlamakta zorluk çekmez.
Kur’an’da zikredilmekle ebediyet kazanıan bu büyük fazileti Ehl-ibeyt dostları tasrih etmişler ve düşmanları da bunu inkar edememiş ve görmezlikten gelememişlerdir.
Hatta en şüphe götürmez gerçeklerde dahi şüphe icad eden ve esas en, şüpheci bir özellik taşıpyan Fahr-i Razi gibi bir şahıs bile, mezkur ayetin, Hz. Ali’nin (a.s) faziletine delalet ettiğinde şüphe icat edememiştir.
O, sadece bahsedilen mübahele ayetinin Ali’nin (a.s) geçmiş peygamberlerden üstün olduğuna da delalet ettiğine inanan mahmud b. El-Hasan’ın sözüne itiraz etmektedir. Fahr-i razi, Mahmud b. El Hasan’ın bu görüşüün reddederken bu ayetten Ali’nin (a.s) İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi olduğunun anlaşıldığını da kabul etmektedir.
Şimdi de Fahri Razi’nin Mahmud b. El Hasan’a yaptığı itirazı aynen naklediyşoruz:[5] “Rey şehrinde Mahmud b. El Hasan adında birisi vardı. bu şahıs Şiilerin öğretmeniydi. Mahmud, Hz. Ali’nin (r.a.) İslam peygamberi (s.a.v.) dışında diğer tüm peygamberlerden üstün olduğuna inanıyordu. Bu iddiasını ispat etmek için de mübahele ayetini delil olarak gösteriyordu. Bu ayette Ali’ye “peygamber’in nefsi” olarak hitab edilmiştir. Zira “nefislerimizden maksad bizzatpeygamber’in kendisi değildir. Çünkü hiç kimse kendini bir şeye davet etmez. Belki maksad başlarıdır. Aynı zamanda bu başkasının da “Ali” (r.a) olduğu hususunda tüm alimler ittifak etmiştir.
Binaenaleyh ayet, Ali’nin (a.s) nefsinin peygamber’in nefsi olduğuna açıkça delalet etmektedir.[6] Diğer taraftan şu da malumdur ki, iki nefis ve can birbirinin aynısı olamazlar. Belki maksad bu ikisinin birbirinin eşi ve benzeri olmasıdır.
Ali’nin peygamber’in bir benzeri olmasının gereği de Ali’nin tüm işlerde peygamber ile eşit ve musavi olmasını gerektirmektedir. Ancak bu umumi eşitlik, peygamberlik ve üstünlük konusunda söyhenemez. Çünkü deliller gereğince Ali’nin nübüvvet sahibi biri olmadığını herkes biliyor. Ve yine peygamber’in Ali’den daha üstün ve faziletli olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Bu iki husus dışında genel eşitlik geçerlidir.
Bu yüzden Peygamber’i Hatem’in ittifakla önc eki nebilerden üstün olması, Ali’nin de diğer nebi ve peygamberlerden üstün olmasını gerektiriyor.
Fahr-i Razi, Mahmud. b. El Hasan’ın istidallerini işte böyle nakletmektedir. Eğer okuyucular dikkat edecek olursa görecektir ki Fahr-i razi de Hayye alel felah nidasını yükselterek bu ayetin Ali için büyük bir fazilet sebebi olduğunu güzel bir şekilde açıklamıştır.
Dolayısıyla da şianını görüşünü tasdik etmektedir. O, şianını geçmiş ve şimdiki alimlerinden naklettiği bu sözü tartışmamaktadır. O, sadece icmayı söz nokusu ederek mahmud b. el Hasan’ın görüşüne karşıdır. Halbuki mahmud ve taraftarları da razi’nin görüşüne karşıdırlar.
_________________
[1]- Bu meseleyi tüm müslümanlar bilmektedir. Muhaddislerde ashabın büyüklerinden nakletmişlerdir. Bunlardan İmam Vahidi, Esbab-un Nüzul adlı kitabında Cabir b. Abdullah’tan nakletmiştir. Şaîbi de bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: “Oğullarımız”dan maksat Hasan ve Hüseyin’dir. “Kadınlarımız”dan maksat Fatıma ve “kendimizden (nefislerimizden)” maksat ise Ali b. Ebu Talib’dir. (r.a) (Esbab-ın Nüzul s. 75)
Darkutni de nakletmektedir ki: “Ali (a.s) Şura günü delil getirerek şöyle buyurdu: Sizleri Allah’a yemin veririm ki söyleyin bakayım aranızda Allah’ın kendisini nebinin nefsi, çocuklarını nebinin çocuğu ve kadınlarını da nebinin kadınları karar kıldığı benden başka biri var mıdır? Oradakiler de “Hayır, Allah’a andolsun ki senden başka hiç kimse bu makama erişememiştir” dediler. (Sevaik-ul Muhrika 11. Bab 9. Ayet)
[2]- Bağavi’nin Ebi Süfyan b. Haris’in şerh-i halinde babasından rivayet ettiği üzere (El-isabe/Abbas’ın şerh-i halinin altında)
[3]- Bu hadisi müfessirler, muhaddisler, tarihçiler ve Hicri 10 yıl olaylarını yazan (ki mübahelye yılı idi) herkes nakletmiştir. Fahr-i Razi kendi tefsirinde hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: “Bu hadisin sahih olduğu hususunda müfessirler ittifak etmişlerdir.”
Müellif de diyor ki bu kesin ve aşikar bir şeydir. Büyük alim İbn-i Tavus da “ikbal” adlı kitabında hadisi tafsilatlı bir şekilde ele almıştır.
[4]- O gün o grub, hristiya alimlerin resmi elbiselerini giymiş bir şekilde Peygamber’in (S.A.V) yanına geldiler. Resulullah’aın (s.a.v) ashabından bazıları şimdiye kadar böyle bir grub grmediklerini ifade ediyorlardı. Bu grubun içerisinde ondört kişi, kavimlerinin büyüklerindendi. Necran’ın riyaset ve hakimiyeti ise bu ondört kişiden üç kişinin elinde idi:
1- Heybetin büyüğü ve önderi olan Eyhem.
2- Kabile reisi, siyasi ve toplumsal işlerde danışman sayılan Abdu-l Mesih.
3- Dini riyast, kilise gibi işlerin sorumlusu olan psikopos Ebu Harise ibni Alkame ki onların kitap ve inançları hakkında çokça bilgye sahip idi; sahip olduğu azamet ve şahsiyetli sebebiyle Rum sultanları kendisi için kiliseler yapmış ve herkesin saygı ve ihtiramına mazhar olmuştu. Bu meseleyi Vahidî “Esbab-un Nüzul” adlı kitabında nakletmiştir. Diğer müfessir ve muhaddisler de kendi kitablarında rivayet etmişlerdir.
[5]- Mefatih-ül Gayb, s. 488, 2. (Mübahele ayetinin tefsiri) Bu şahıs, Fahruddin Razi diye maruf olan hatib Muhammed b. Ömer’dir.
[6]- Arap şairlerinden birisi Ali’nin (a.s) methinde şöyle demiştir. Mübahele ayetinde; Müstafa’ının nefsi “odur, başkası değil” Mübahele ayetini, “Medine Halkına ve çevresindeki bedevilere peygamber’den geri kalmaları ve kendi nefislerini O’nun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. (Tevbe, 120)” ayeti ile birlikte ele alacak ve dikkatli bir şekilde inceleyecek olursak birçok hakikat ve sırlar, kendiliğinden ortaya çıkar. (Bu iki ayet esasınca peygamberin nefsi mesabesinde olan Ali’nin (a.s) söz ve emirlerinden dışarı çıkmamak, O’ndan uzaklaşmammak ve O’ndan yüz çevirmemek gerekiyor).
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Hz. Fatımayı (s.a) Tanıyalım” sayfasına dön