O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen MERDAN »

Ebu Eyyub-i Ensari Hazretleri’nin Hayatı

Hazreç Boyundan Fedakâr Bir Yiğit:

Resulullah (s.a.a) Medine'ye hicret etmeden önce, Medine'de Evs ve Hazrec isminde iki güçlü kabile vardı.

Hicretten yaklaşık yirmi yıl önce, Medine'de Hazrec boyundan bir çocuk dünyaya geldi, ismini "Halid" koydular; fakat sonraları halk onu "Ebu Eyyub-i Ensari" diye tanıdı. Bu künye onun hakkında o kadar kullanıldı ki asıl ismi olan Halid unutuldu.

Babasının adı "Zeyd", annesinin adı ise "Hind" idi. Tarih yazarları onun soyunu şöyle kaydetmişlerdir:
Halid b. Zeyd b. Kuleyb b. Sa'leb b. Abdumenaf b. Ganem b. Malik b. Neccar.
Buna göre o, Hazrec oğullarının kollarından biri olan "Neccar" soyundandır.[1]


Ebu Eyyub'un Müslüman Oluşu ve İlk Biate Katılması

Resulullah (s.a.a) peygamber olarak gönderilişinin üçüncü yılında, Mekke'de açıkça peygamberliğini ilan edip halkı İslam’a davet etmeye başladı. Fakat müşrikler her türlü eziyet ve işkencelere başvurarak Hz. Peygamber’e engel olmaya çalışıyorlardı. Bu durum bir kaç yıl böyle devam etti. Resulullah (s.a.a), müşriklere göre bile serbestlik ayları olan haram aylarda (Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarında) fırsattan yararlanarak İslam'ı tebliğ ediyor ve hac mevsiminde Medine’den gelen ziyaretçilerle ve diğer gruplarla irtibat kurarak onları İslam'a davet ediyordu.

Bu tebliğler sonucu Hazrec boyundan sayıları on kişiyi aşmayan bir grup bi'setin[2] onuncu yılında Mina çölünde bulunan bir boğazda Resulullah (s.a.a)'ın huzuruna gelerek Müslüman oldular. Bu grup iki büyük Avs ve Hazrec kabilesinin arasını bulması ve aracı olup ihtilaflarını gidermesi için Resulullah (s.a.a)'i Medine'ye davet ettiler ve Medine'ye gelirse, Peygamber’in etrafında toplanıp İslam'ı tebliğ edeceklerine dair söz verdiler.

Bu grup Medine'ye dönerek İslam'ı tebliğ etmeye başladı, Kur'an ayetlerini okuyarak insanları İslam'a çekmeye çalıştılar; öyle ki, bütün Medine evlerinde Resulullah (s.a.a)’ten bahsediliyordu. Nihayet bir yıl sonra (bi'setin 11. yılında) Avs ve Hazrec kabilesinden on iki kişi hac törenine katıldıktan sonra Mina'da geceleyin Resulullah (s.a.a)'in huzuruna çıkarak resmen biat edip Medine'ye döndüler. Bu biat "Akabe-i ula biati" diye adlandırıldı.[3]

Hz. Resulullah (s.a.a), zeki bir tebliğci olan Musab b. Umeyr'i onlarla birlikte Medine'ye gönderdi. Onların Medine'deki etkili tebliğleri sonucu Avs ve Hazrec kabilesinden ikisi kadın yetmiş beş kişi hac mevsiminde (bi'setin 12. yılı) Mekke'de hac törenlerine katıldılar ve Mina'da Resulullah (s.a.a)’e ulaşarak biat ettiler. Bu biat belirleyici biatti. Müslümanlar, orada, ölünceye kadar İslam'ı savunacaklarına dair biat etmişlerdi. Bu biat, "İkinci Akabe" biati diye adlandırıldı.[4]

Tarihçiler bu 75 kişinin isimlerini kaydetmişlerdir. Ebu Eyyub Ensari de bunların içinde yer almaktadır. Buna binaen, Ebu Eyyub bisetin 12. yılında (hicretten bir yıl önce) Mina'daki boğazda Akabe-i Sani biatinde açıkça Müslüman olduğunu ortaya koyarak İslam uğruna canını feda edeceğine dair söz vermiş ve biat etmişti

Resulullah (s.a.a) "İkinci Akabe" biat olayında kendisine biat edenlere, "Kendi aranızdan on iki sorumlu seçin" buyurdu. Onlar on iki kişiyi seçince Resulullah (s.a.a) onları Medine'de insanların işlerini ıslah ve tebliğ etmeleri ve Hz. İsa (a.s)'ın hevarileri gibi bu vazifeyi ellerine almaları için görevlendirdi.[5]

Böylece, aralarında Ebu Eyyub-i Ensari de bulunduğu İslam'ın bu öncüleri aracılığıyla bütün Medine halkı İslam'ı kabul etmeye hazır oldu.


Hz. Resulullah (s.a.a)'i İlk Ağırlayan Ensari

Mekke müşriklerinin Resulullah (s.a.a)’e baskısı çoğalıyor, muhasara çemberi gittikçe daralıyordu; nihayet geceleyin evini basarak Peygamber’i öldürmeye karar verdiler.
Resulullah (s.a.a) aynı gece, müşrikler haberi olmadan evinden çıkarak Medine'ye hicret etti.

Medine coşku ve neşeyle Resulullah (s.a.a)’i karşılamaya hazırlanmıştı; Halk gruplar nalinde o hazreti karşılamak için şehir dışına çıkmıştı. Resulullah (s.a.a) göz alıcı bir heybet ve azametle devenin üzerinde Medine'ye girdi. Yol üzerinde uğradığı mahallelerin ileri gelenleri o hazreti evlerine davet ediyorlardı. Anne tarafından akrabaları da davet edenler arasındaydılar ama Resulullah bu davetleri kabul etmedi ve "Bu deve (Allah tarafından) görevlendirilmiştir (nerede durursa ben de orada konaklayacağım)” diye buyurdu.

Medine ahalisi devenin yolundan çekildiler; deve yoluna devam ederek Neccaroğulları mahallesinde Malik b. Neccar'ın (Ebu Eyyub'un) evinin önünde, hurma kurutma yerinde durdu. Bu yerde daha sonra Mescidu’n-Nebi inşa edildi.

Bazılarının dediğine göre, deve oradan kalkarak tekrar ilerledikten sonra geri dönüp aynı yere oturdu ve ondan sonra artık yerinden hareket etmedi; boynuyla göğsünü iyice yere yapıştırdı ve ne yaptılarsa da oradan kalkmadı. Bunun üzerine halk devenin etrafını sardı. Herkes o hazreti evlerine davet ediyordu. Bu arada "Ebu Eyyub Ensari"nin annesi o hazretin devesinin üzerinden heybesini alarak evine götürdü. Resulullah (s.a.a), "Hurcunum nerede?" diye sorunca, "Ebu Eyyub Ensarinin annesi eve götürdü" dediler.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "İnsan yükünün yanında olur" buyurarak Ebu Eyyub'un evine misafir oldu.[6]


Neden Ebu Eyyub'un Evi ?

Burada şöyle bir soruyla karşılaşmaktayız: Resulullah (s.a.a) kendisini davet eden o kadar insanın arasından neden Ebu Eyyub'un evini seçti? Ve bu işteki ilahi hikmet ne idi?

Bu sorunun cevabında dört noktaya değinebiliriz:

1- Ebu Eyyub, toplumda hiç bir sorunu olmayan salih bir Müslüman'dı.

2- Medine'de ondan daha fakir biri yoktu.[7] Ebu Eyyub'un evini seçmekle birinci olarak zenginlerin ona yaklaşarak fakirleri ondan uzaklaşma fikrini ilk baştan çürüttü; ikinci olarak Allah yanında zenginliğin üstünlük ölçüsü olmadığı mesajını verdi.

3- O evde sadece Ebu Eyyub'le annesi yaşıyordu. Ebu Eyyub'un çoluk çocuğu yoktu. Ayrıca annesi de Resulullah (s.a.a)'i ağırlamayı çok arzuluyordu; o hazretin heybesini de bu nedenle evine götürmüştü.

4- Resulullah (s.a.a)’in Ebu Eyyub'un evine gitmesiyle ilgili olarak söylenmesi gereken bir nokta da bazı tarih kitaplarında nakledilen şu kıssadır:

Cahiliye döneminde Yemen hükümdarlarından biri olan "Tuba" Mekke'ye sefer etti; fakat Mekke halkının kendisini karşılamaya gelmemesinden rahatsızlık duyarak Kabe'yi tahrip etti. Bu olaydan sonra ağır bir hastalığa yakalandı. Bir gün yakınlarından biri ona "Hastalığının sebebi Kabe'yi harap etmendir" dedi.

Tuba bu söz üzerine tövbe ederek Kabe'yi yeniden tamir ettirdi ve çok değerli bir kumaştan da Kabe’ye örtü diktirdi. Sonra Medine'ye gitti. Bu yolculukta dört yüz Yahudi bilgini de ona eşlik etmekteydi. En üstünleri " Yahudi Semul" idi. Semul, son peygamberin Medine'de zuhur edeceğine inanmaktaydı. Bu nedenle o peygamberle görüşebilmek için Medine'ye yerleşmeye karar verdi. Yemen hükümdarı yanındakilerle birlikte Yemen'e dönünce Semul Medine'de kaldı. Yemen hükümdarı her yıl onun için bir miktar para ve eşya gönderiyordu.

Bu hükümdar, peygamberlerin sonuncusu Resulullah (s.a.a)’e bir mektup yazdı. O mektubu Semul'a gönderip Resulullah (s.a.a)’i görmeye muvaffak olursa onu şahsen o hazrete vermesini, aksi durumda oğulları ve torunlarından biri vasıtasıyla o hazrete ulaştırmasını bildirdi.

Bu olayı nakleden tarihçiler, Ebu Eyyub Ensari'nin, Semul'un torunlarından olduğunu ve Semul'un, Ebu Eyyub'un yirmi birinci dedesi olduğunu yazarlar.[8]
Her hal-u karda, bu tarihi olay (eğer doğruysa) döneminin hakka tapan bilginlerinden olan ve Resulullah (s.a.a) ile görüşebilmek için vatanını terkederek Medine'ye yerleşen "Semul" gibi bir dedesi olan Ebu Eyyub'un soy bakımından yüceliğini göstermektedir.


Ebu Eyyub'un Annesinin Sevince Dönüşen Hasreti

Selmanı Farisi (ra) der ki: Resulullah (s.a.a) Medine'ye girince halk devesinin yularını tutup ısrarla o hazreti evlerine davet ediyorlardı. Ama o hazret, "Deve kimin evinin önünde oturursa ben onun misafiri olacağım" buyuruyordu. Deve süratle ilerliyordu, nihayet Ebu Eyyub-i Ensari'nin evinin önünde oturdu. Bunun üzerine Ebu Eyyub, "Anneciğim! Aç kapıyı, insanların efendisi ve en değerlisi Muhammed Mustafa ve Allah'ın seçkin elçisi geldi" diye bağırdı.
Gözleri görmeyen Eyyub'un annesi kapıyı açarak dedi ki: "Keşke gözlerim görseydi de Allah Resulünün nurlu yüzünü bir görseydim” diyerek yakındı.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onun hakkında lütufta bulunarak elini onun gözlerine sürdü ve gözleri görmeye başladı böylece Resulullah (s.a.a)’in cemalini görme arzusuna da ulaştı. Bu, Resulullah (s.a.a)’in Medine'deki ilk mucizesiydi.[9]
Böylece Ebu Eyyub'un yaşlı anasının hasreti sevince dönüştü.


Resulullah (s.a.a)'in Alt Katta Oturması

Ebu Eyyub'un çamurdan olan sade evi iki odalıydı. Bir odası aşağı katta, diğeriyse yukarıdaydı. Resulullah (s.a.a) alt kattaki odada oturmaktaydı. Ebu Eyyub der ki: Resulullah (s.a.a)’in huzuruna giderek dedim ki: Benle annem yukarı kattayız siz ise aşağı kattaki odada oturmaktasınız; oysa siz aşağıda otururken bize yukarıda oturmamız yakışmaz. Siz isterseniz yukarı katta oturun.

Resulullah Eyyub'a şöyle cevap verdi: İnsanlar benimle görüşmeye geldikleri için alt kat benim için daha uygundur; insanların gelip gitmesi için aşağı kat daha münasiptir.[10]


Ebu Eyyub'un Evinde Resulullah (s.a.a)’den Tatlı Hatıralar

Resulullah (s.a.a) bir ay Ebu Eyyub'un misafiri oldu. Daha sonra mescid ve mescidin etrafındaki sade evler yapılınca Resulullah (s.a.a) o evlerden birine yerleşti. Bu bir ay içerisinde, Ebu Eyyub'un evinde güzel hatıralar vuku buldu. Biz de, onlardan bir kaçına değinelim:

1- Ebu Eyyub der ki: Annemle yukarı kattaki odaya çıktığımızda veya oradan aşağı indiğimizde Resulullah (s.a.a)’in sesimizi işitmemesi için çok yavaş hareket etmeye çalışıyorduk. Resulullah (s.a.a) dinlendiğinde de yukarıdaki odada ses yapmamaya ve o hazreti rahatsız etmemeye gayret ediyorduk. Çoğu zaman odamızda yemek yaptığımızda ateşin dumanı aşağı giderek hazreti rahatsız etmesin diye odamızın kapısını kapıyorduk.[11]

2- Yine Ebu Eyyub der ki: Annemle birlikte Resulullah (s.a.a)’e akşam yemeği hazırlayıp huzuruna götürüyorduk. Resulullah (s.a.a) ondan bir kaç lokma yiyordu; geri kalanını getirip Resulullah (s.a.a)’in parmaklarının değdiği yerleri mübarektir diye annemle birlikte yiyor ve bu büyük iftihardan zevk alıyorduk.

3- Bir akşam bir yemek yaparak içine soğanla sarımsak döküp Resulullah (s.a.a)’in huzuruna götürdük. Resulullah o yemekten hiç yemedi. Ben hemen o hazretin huzuruna çıkarak dedim ki: Annem, babam size feda olsun; neden yemediniz?
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: Evet; bugünkü yemekte sarımsak vardı. Ben halkla görüşüyorum, halk yakından benimle irtibat kurup konuştukları için bunu yemem uygun olmaz; fakat sizin o yemeği yemenizde herhangi bir sakınca yoktur.
Biz o yemeği yedik ve ondan sonra Resulullah (s.a.a) için öyle bir yemek yapmadık.[12]

4- Bir gün Ebu Eyyub Resulullah'la (s.a.a) bir sofrada yemek yiyordu. Her zaman olduğu gibi ekmekten bir miktarı sofranın dışına dökülmüştü. Ebu Eyyub onları toplayarak yiyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a): "Allah her taraftan bereketlerini sana göndersin" diye buyurdu.
Ebu Eyyub, "Allah başkalarına da bu bereketleri verir mi?" dedi.
Resulullah (s.a.a), "Evet" buyurdu, "Senin gibi -sofranın dışına dökülenleri- yerse bu dua ona da şamil olur ve Allah Tealâ onu delilik, cüzam, çiçek ve sarılık hastalıklarından korur."[13]

5- Selman-i Farsi der ki: Resulullah (s.a.a), Ebu Eyyub'un evine misafir olduğunda Ebu Eyyub'un bir oğlak ve üç kilo arpadan başka bir şeyi yoktu. Ebu Eyyub o oğlağı keserek yemek yaptı, arpayı da öğüterek ekmek yapıp ikisini Resulullah (s.a.a)’in huzuruna götürdü. O hazret Ebu Eyyub'a, yüksek sesle, "Yemek yemek isteyen herkes bizim evimize gelsin” diye halkı çağır, dedi. Ebu Eyyup bu şekilde halkı yemeğe davet etti. Halk grup grup gelerek o yemekten yiyip doydular...[14]


Ebu Eyyub Ensari'yle Mus'ab b. Umeyr'in Kardeşlik Sözleşmesi

Resulullah (s.a.a) hicretten elli gün veya sekiz ay sonra Müslümanlar arasında daha fazla bir bağlılık ve samimiyet oluşturmak için onlar arasında ikişer ikişer kardeşlik akdi okudu. Bu konuda şahısların uyumluluğunu da göz önünde bulunduruyorlardı. Bu arada Ebu Eyyub Ensari'yi, Mus'ab b. Umeyr'e kardeş etti.[15]

Mus'ab b. Umeyr, Mekke halkından yiğit bir gençti. Müslüman olarak Medine'ye hicret etmişti. O, Resulullah (s.a.a)’in hicretinden önce Medine'de güçlü bir İslam mübelliği olarak faaliyet göstermekteydi. Daha sonra Uhud savaşında şehit düştü.


Hz. Zehra'nın (s.a) Düğününde Ebu Eyyub'ün Hediyesi

Ebu Eyyub Ensari fakir bir kişi olmasına rağmen hicretin ikinci yılında Hz. Zehra (s.a), Hz. Ali (a.s) ile evlenince, Hz. Zehra'ya düğün hediyesi olarak bir koyun hediye etti. Resulullah (s.a.a) ilkin o koyunu kesmek istemediyse de Ebu Eyyub kırılmasın diye bu hediyeyi kabul ettiler ve Ebu Eyyub’a dua ettiler.[16]

Ebu Eyyub Ensari'nin Katıldığı Savaşlar

Ebu Eyyub Ensari'nin özelliklerinden biri de İslam'ın aktif bir mücahidi olmasıdır. Buna göre, Resulullah (s.a.a)’in döneminde ve o hazretten sonra bütün İslam savaşlarına katılmış ve İslam uğruna bütün gücüyle savaşmıştır.

Ebu Eyyub, Bedir ve Uhud savaşlarında İslam ordusunun yiğit savaşçılarındandı. O, halkı savaşa teşvik etmek için Tevbe suresinin "Hafif ve ağır olarak savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin" mealindeki 41. ayetini okuyordu
Yani, yoksul ve zengin, genç ve yaşlı, yaya veya süvari, evli ve bekar, sorunu olan veya olmayan herkes savaşa çıksın ve hiç bir bahane getirmeyin.

Ebu Eyyub Bedir savaşında, Mutellib b. Hanteb adında düşman savaşçılarından birini esir almıştır.[17]
Hicretin yedinci yılı İslam ordusunun Yahudilerle yaptığı Hayber savaşında, Hayber kalesi Hz. Ali (a.s) tarafından fethedildi. Bunun üzerine Yahudi kadınlarından bir grup İslam ordusuna esir düştü.

Hayber savaşından dönerken geceleyin İslam ordusu bir menzilde konakladı. Resulullah (s.a.a) o menzilde bir çadır kurdu; ve geceyi o çadırda geçirdi. Sabahleyin Resulullah (s.a.a) birinin çadırın dışında bekçilik yaptığını hissederek, "Kimsin?" diye sordu.

Bekçi, "Ben Ebu Eyyub Ensari'yim" cevabını verdi.
Resulullah (s.a.a), "Burada ne arıyorsun?" dedi.
Ebu Eyub, "Burada size bekçilik yapıyorum. Ben Yahudilerin gizlice bir plan çizerek size saldırmasından endişelendiğim için uyumadım ve burada sizi korumak için bekçilik ettim."

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Allah sana rahmet etsin Ey Ebu Eyyub" buyurdu.[18]
Ebu Eyyub Ensari, Hz. Ali (a.s)’ın dönemindeki bütün savaşlara katılmış, savaş meydanlarında yiğitlikler göstermiştir.


Ebu Eyyub'un, Yahudi Olan İki Münafığı Mescidden Kovuşu

Bir grup Yahudi bilgini görünüşte İslam'ı kabul edip Müslümanların safına katılmışlardı, fakat gerçekte Yahudi idiler. Bu grup mescidde Resulullah (s.a.a)’in hadislerini dinliyor, sonra kendi aralarında Peygamber’in sözleriyle alay ediyorlardı.

Bir gün Resulullah (s.a.a) onlardan bir grubun mescidde bir arada oturup fısıldaştıklarını gördü. Resulullah (s.a.a) Müslümanlara onları mescidden dışarı çıkarmalarını emretti.

Ebu Eyyub Ensar'i, onlardan "Amr b. Kays" ve "Rafi' b. Vedia" ismindeki ikisini mescidden dışarı attı.
Ebu Eyyub, Amr b. Kays'ın bir ayağından tutarak çeke çeke götürüp mescitten dışarı attı. Daha sonra Rafi'nin yanına gelerek onun suratına sertçe vurarak, mescitten dışarı atıp şöyle dedi:

"Ey habis münafık! Geldiğin gibi, Resulullah (s.a.a)’in mescidinden dışarı çık."[19]


Resulullah (s.a.a)’in Ebu Eyyub Ensari'ye Vasiyetlerinden Bir Bölümü


Emir-ul Müminin Ali (a.s) der ki: Bir gün Ebu Eyyub Ensari, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna çıkarak, "Bana kısa bir vasiyette bulun; ben onu koruyacağıma söz veriyorum" diye arzetti.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu: "Sana şu beş özelliği vasiyet ediyorum:

1- Sana, insanların elindekinden ümidini kesmeyi vasiyet ediyorum; bu özellik zenginliğe sebep olur.
2- Tamahtan sakın; çünkü tamah peşin fakirliktir.
3- Namaz kılarken dünyadaki son namazınmış gibi (sonra hemen ölecekmişsin gibi) namaz kıl.
4- Özür dilemene sebep olacak şeylerden sakın (çünkü özür dilemek bir nevi zillettir).
5- Din kardeşine kendin için beğendiğin şeyi beğen."[20]


Ebu Eyyub, Hz. Ali (a.s)'ın
Özel Şiilerindendir.


Resulullah (s.a.a)’in ashabı arasında Ebu Eyyub Ensari'nin özelliklerinden birisi Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra bir an bile onun gerçek halifesinin hattından sapmayıp itikadi ve siyasi alanda onun azimli şiilerinden olması ve hayatının sonuna kadar da böyle yaşamasıdır. Burada konunun açıklık kazanması için aşağıdaki noktalara dikkat edilmesi rica olunur:

1- Ebu Eyyub'un, 1. Halife Ebubekir'in Hilafetine İtirazı

Resulullah (s.a.a), defalarca Hz. Ali (a.s)’i kendisinden sonraki halife ve önder olarak belirtip Gadir-i Hum olayında resmen onu bu makama atamasına rağmen insanlardan bir grup bu emirden sapıp henüz o hazretin pak cenazesi defnedilip yerden kalkmadan Beni Saide Sakifesi'nde toplanarak Hz. Ali, Haşimoğulları, Selman, Ebuzer, Mikdad, Ammar, Eba Eyyub gibi şahısların gıyabında Ebubekir'i Resulullah (s.a.a)’in halifeliğine atadılar. Sonra da korku ve dehşet yaratarak diğerlerinden biat aldılar; hatta Hz. Ali'yi zorla ve boynuna ip salıp çekerek biat almak için mescide götürdüler.

Böyle bir ortamda, içlerinde Ebu Eyyub Ensari’nin de bulunduğu on iki kişi mescide gidip Ebubekir'in konuşmasını kesmeye karar verdiler. Fakat daha önce Hz. Ali (a.s) ile müşavere ederek aldıkları kararı ona bildirmek istediler.

Emir-ul Müminin Ali (a.s) onlara şöyle buyurdu: "Ben sadece Ebubekir'in yanına (mescide) giderek Resulullah (s.a.a)'ten benim hakkımda duyduklarınızı ona söylemenize, böylece hücceti tamamlamanıza ve onların Resulullah (s.a.a) 'ın emrinden uzaklaştığına daha bir açıklık kazandırmanıza müsaade ediyorum."

Muhacir ve Ensar’dan oluşan bu on iki kişi mescide gittiler. Günlerden Cuma'ydı. Ebubekir Cuma hutbesi için minbere çıkınca teker teker kalkarak birer konuşma yaptılar. İlk önce Muhacirler kalkarak konuştular, onları Ensar izledi. İlkin Halid b. Sa'd konuştu, sonra sırayla Ebuzer, Miktad, Bureyde, Ammar ve ... kalkarak konuştular. Son konuşmacı olarak sıra Ebu Eyyub'a gelince kalkarak şöyle dedi:

"Ey Allah kulları! Peygamberinizin Ehl-i Beyt'i hakkında Allah'tan korkun ve çekinin. Resulullah (s.a.a)’in onlara bıraktığı haklarını onlara geri verin. Sizler çeşitli yerlerde defalarca Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kardeşçe şöyle buyurduğunu duymuşsunuzdur:

"Ehl-i Beyt'im benden sonra sizin imamlarınız ve önderlerinizdir." (Hz. Ali (a.s)’a işaretle) "Bu adam iyi insanların emir ve önderi ve kafirleri öldürendir. Onu yalnız bırakan kimse Allah tarafından yalnız bırakılır, ona yardım eden ise Allah tarafından yardım edilir."

Ebu Eyyub sonra şöyle devam etti:
"Nübüvvet ailesine karşı yapmış olduğunuz zulümden dolayı tövbe edin. Allah Tealâ şefkatli ve tövbeleri kabul edendir; Allah'ın yoluna sırt çevirmeyin."[21]


2- İmam Rıza'nın (a.s) Dilinden Ebu Eyyub'un Gerçek Şiiliği

İmam Rıza (a.s), Abbasi Halifesi Memun'un isteğiyle ona yazılı olarak beyan ettiği gerçek İslam'ın özetinde şöyle buyurur:

"Emir-ul Müminin Ali (a.s)'ın velayetini ve Selman, Ebuzer, Mikdad, Ammar b. Yasir, Huzeyfe ... ve Ebu Eyyub-i Ensari gibi peygamberin yolunu izleyip, bu yolda sebat gösterenlerin ve asla sapmayanların dostluğunu kabul etmek gerekir..."

İmam Rıza (a.s)'ın bu yüce buyruğunda Ebu Eyyub-i Ensari'den, tam bir azimle İslam peygamberinin yolunu izleyen ve onun emirlerini yerine getirmekte (aynı zamanda Hz. Ali (a.s)'ın önderliği meselesinde) asla geri kalmayan sebatlı yüce bir şahıs olarak söz ettiğini görmekteyiz.


3- Ebu Eyyub'un, Osman Döneminde Hz. Ali (a.s)'ın İmametine Tanıklık Etmesi

3. Halife Osman'ın hilafeti döneminde, Resulullah (s.a.a)’in ashabından büyük bir grup mescitte toplanarak imamet, hilafet ve rehberlik meseleleri hakkında konuşuyorlardı. O toplulukta iki yüzü aşkın insan vardı. Emir-ul Müminin Ali'yle Ebu Eyyub-i Ensari de oradaydı.

Hz. Ali (a.s) bu toplulukta konuşarak hücceti tamamladı. Bu arada Gadir-i Hum olayını beyan ederek Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu hatırlattı:
"Ben kimin velisiysem Ali de onun velisi ve önderidir. Allah'ım ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol."

Oradakilerin hepsi (özellikle Ebu Eyyub) "Evet" dediler, "Biz bunu Resulullah'tan (s.a.a) duyduk ve şimdi senin söylediklerine tanıklık ediyoruz."[22]


4- Ebu Eyyub'un, Kufe'de, Gadir-i Hum Olayı Hususunda Tanıklık Etmesi

Emir-ul Müminin Ali (a.s) kendi hilafeti döneminde halkı bilinçlendirmek için Resulullah (s.a.a)’in ashabından Gadir-i Hum olayı hakkında tanıklık etmelerini isteyerek onlara yemin ettirdi:

Hz. Ali (a.s) bir defa hicretin 35. yılında Kufe'ye girerken, Kufe meydanında konuşma yaptı. Bu konuşmasında; "Aranızdan Gadir-i Hum olayını duyanlar kalkarak tanıklık etsinler" buyurdu.
O toplulukta aralarında Ebu Eyyub-i Ensari’nin de bulunduğu on iki kişi kalkarak tanıklık ettiler.[23]

Riyah b. Haris-i Nehai der ki: Bir gün bir grupla Kufe meydanında Hz. Ali (a.s)'ın huzurundaydık. O sırada deveye binmiş olan bir grubun bize doğru geldiğini gördük. Onlar bize ulaşınca develerinden inerek Emir-ul Müminin Ali (a.s)'ın huzuruna giderek dediler "Esselamun aleykum ya Emir-ul Müminin ve rahmetullahi ve berekatuh" (Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun ya Emir-ul Müminin!) dediler.

Hz. Ali (a.s); "Siz kimsiniz?" buyurdu.
Onlar; "Biz senin köleleriniz" dediler.
Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) gülerek; "Arap olduğunuz halde nasıl benim kölelerim olabilirsiniz?!" buyurdu.[24]
Onlar dediler ki: "Biz Gadir-i Hum'da Resulullah (s.a.a)’in senin elini tutarak, "Ey insanlar! Acaba ben size kendinizden daha evla değil miyim?" buyurduğunu duyduk. Bunun üzerine hepimiz, "Evet ya Resulullah!" dedik.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a); "Ben kimin mevlası ve önderiysem, Ali de onun mevlası ve önderidir."

Hz. Ali onların bu sözünü duyunca; "Buna tanıklık ediyor musunuz?" buyurdu.
Onlar; "Evet" dediler.
Hz. Ali (a.s), "Doğru söylüyorsunuz" buyurdu.
Daha sonra onlar gittiler, ben de peşlerinden koşarak onlardan birine; "Siz kimsiniz?" diye sordum.
Adam; "Biz Ensardanız ve (aralarından birine işaret ederek) bu da "Ebu Eyyub'tur" dedi.

Diğer bir hadiste ise şöyle geçer: Ebu Eyyub dedi ki: Ben şahsen Resulullah'tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Ben kimin mevla ve emiri isem Ali de onun mevlası ve emiridir. Allah'ım! Onu seveni sev; ona düşman olana düşman ol."[25]

Emir-ul Müminin Ali (a.s) Sıffin'de de kendi ordusuna yaptığı konuşmada parlak geçmişini ve Gadir-i Hum olayını beyan etmiş ve bu konuda tanıklık etmelerine dair halka yemin ettirmişti. Orada Bedir savaşına katılanlardan (Ebu Eyyub gibi) on kişi kalkarak o hazretin söylediklerinin doğruluğuna tanıklık etmişlerdir.[26]


Ebu Eyyub-i Ensari'nin, On İki İmam'ın İmametine Tanıklığı

Osman'dan sonra Osman'ın taraftarları diye kendilerini tanıtan bir grup, halkı Muaviye'nin hilafetine davet ediyorlardı; Buna karşı, Ammar Yasir'le arkadaşları kıyam edip Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali (a.s)’ı kendi halifesi olarak tayin ettiğini Müslümanlara açıklıyorlardı. Bir defasında Hz. Ali Kufe'de ordusuna yemin verdirerek onlardan beyan ettiği bir takım konulara tanıklık etmelerini istedi. Ve Gadir-i Hum olayını hatırlattı onlara.

Bunun üzerine yetmiş kişi kalkarak Emir-ul Müminin Ali (a.s)’ın sözlerinin doğruluğunu tastık ettiler. Daha sonra onlardan dört kişi , Ammar, Ebu-l Haysem, Ebu Eyyub ve Hüzeyfe kalkarak şu şekilde tanıklık ettiler:
"Şehadet ediyoruz ki bu sözleri Resulullah'tan (s.a.a) duyduk ve beynimize yerleştirdik. O gün Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’in yanında durmuştu. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

"Ey insanlar! Allah Tealâ bana, Kur'an’da itaatini müminlere farz kıldığı halifemi ve sizin imamınızı tanıtmamı emretmiştir...
Ey İnsanlar! Şehadet ederim ki velayet ve imamet Ali b. Ebi Talib'e (a.s) mahsustur. Onun halifeleri evlatlarım ve halifem olan kardeşimin evlatlarıdır. Onların birincisi Ali (a.s), ikincisi Hasan (a.s), üçüncüsü Hüseyin (a.s) ve sonra da Hüseyin'in evlatlarından dokuz imamdır. Onlar Kevser havuzu başında bana ulaşıncaya kadar Kur'an'dan ayrılmazlar."[27]


On İki İmam (a.s)’ın İmameti Konusunda Ebu Eyyub-i Ensari'nin Rivayeti

Ebu Eyyub-i Ensari, Resulullah (s.a.a)'ten şöyle nakleder O hazret buyurdular :
"Ben peygamberlerin efendisiyim, Ali de vasilerin efendisidir. Ve benim iki torunum (Hasan'la Hüseyin) torunların en üstünüdür. Hüseyin'in soyundan gelecek olan masum imamlar bizdendir. Bu ümmetin Mehdisi (Hz. Kâim -a.s-) de bizdendir."


Bedevi Araplardan biri kalkarak; "Ya Resulullah (s.a.a)!" dedi, "Sizden sonraki imamlar kaç kişidirler?" Hz. Resulullah (s.a.a):

"Onlar (Hz. Musa'nın) torunları, İsa (a.s)'ın hevarileri, İsrailoğulları'nın önderleri sayısıncadırlar." dedi[28]


Osman'ın Hilafetine Muhalefeti

Osman'ın tutumu, Medine halkı ve diğer İslam beldelerinin itirazına yol açtı.
O sırada Medine'de oturan Ebu Eyyub-i Ensari ve Ammar-i Yasir gibi sahabeler de açıkça itirazlarını dile getiriyorlardı.

Ebu Eyyub, Resulullah (s.a.a)’in Medine'deki diğer ashabıyla birlikte diğer beldelerdeki sahabelere şu şekilde bir mektup yazdılar:
"Sizler kendi bölgelerinizde çaba gösterip cihad etmektesiniz. Fakat İslam'ın asıl merkezinde (Medine’de) Muhammed'in dini Halifenin bozuk tutumlarıyla alay konusu olmuştur. Medine'ye gelerek Muhammed (s.a.a)'in dinini kurtarın."[29]


Ebu Eyyub, Osman'ın öldürülmesinden sonra okuduğu hutbelerinden birinde Osman'ın dönemindeki sapmaları sayarak insanları Ali'nin hilafetine davet etmiştir.[30]

Muaviye'nin, Tehdit Edici Mektubu

Muaviye, Ebu Eyyub'a bir mektup yazdı. Bu mektup Ebu Eyyub'a ulaşınca Muaviye'nin ne demek istediğini anlamayarak mektubu alıp Ali (a.s)’ın huzuruna giderek; "Ciğer yiyen Hind'in oğlu, münafıkların sığınağı Muaviye bana bir mektup yazmış; onun bu mektupta ne demek istediğini anlayamadım " dedi. Hz. Ali (a.s) mektubu okuyunca buyurdu ki: "Muaviye, "Biz Osman'ın öldürülmesini unutmayacağız" demek istiyor."[31]

Daha sonra Muaviye mektubunun alt kısmında Ebu Eyyub'a hitaben sekiz beyitlik tehdit edici şiirler yazmıştı. Şiirin bir mısrası şöyleydi: "Ey Ebu Eyyub! Bunu bil ki, benimle senin kavminin ilişkisi kurtla küçük bir kuzunun ilişkisine benzer."

Ebu Eyyub Muaviye'nin mektubuna şöyle bir cevap verdi:
"Sen bir mektup yazarak bizleri Osman'ın katilleri olarak tanıtmışsın. Şunu bil ki, Osman'ın öldürülmesini bekleyen sendin, Yezid b. Esed'le gelen Şam halkının ona yardım etmesini engelleyen sendin. Onu öldürenler Ensar (Medine Müslümanları) değillerdi.


Ebu Eyyub mektubunun sonunda misilleme yaparak, şu şiirlerle Muaviye'ye cevap vermiştir:

"Ey Harb'ın oğlu! Bizi tehdit etme. Biz öyle bir grubuz ki, kincilerden hiç biriyle dostluk etmek istemeyiz.
Ey küfür ve şirk ahzabının oğlu! Sizin hepiniz (istediğiniz kadar) çalışın. Biz kıyamete kadar sizin hoşnutluğunuza sebep olmayız.


Biz öyle kimseleriz ki, sapıkları yoldan çıkanları doğru yola getirmek için ezeriz. Ali (a.s) hakkında şunu bil ki, kuşlar göklerde uçtuğu müddetçe (ilelebet) biz ondan ayrılmayız."

Bu mektup Muaviye'ye ulaşınca onu kendisinden uzaklaştırdı.[32]

Ebu Eyyub, Hz. Ali'nin Hilafeti Döneminde Büyük Bir Komutan

Osman'ın öldürülmesinden sonra başlarında Ammar Yasir, Malik b. Eşter, Ebu Eyyub-i Ensari gibi insanlar olan halk toplanarak Emir-ul Müminin Ali (a.s)’ın huzuruna gidip halife ve Emir-ul Müminin olarak o hazrete biat ettiler.

Ebu Eyyub, Hz. Ali (a.s)'ın şahadetine kadar İmam Ali'nin ordusunun komutanlarından ve yakın yaranından biriydi. Bütün olaylarda Hz. Ali'yle omuz omuza üzerine düşen görevi yapıyordu.

Hz. Ali (a.s)’ın dört yıl, dokuz ay ve kaç gün süren hilafeti döneminde üç büyük iç savaş vuku buldu. Bu savaşlar sırasıyla şunlardır:

1- Cemel Savaşı: Talha, Zübeyr ve Aişe'nin komutasında Basra'da İmam Ali (a.s)’ın ordusuyla yapılan Nakisler (biati bozanlar) grubunun savaşı.

2- Sıffin Savaşı: Kasitin (Hak ve adaletten uzak olanlar) diye tanınan Muaviye'yle taraftarlarının Sıffin'de meydana getirdikleri savaş.

3- Nehrivan Savaşı: Hz. Ali (a.s)'ın emrinden çıktıkları için Marikin diye tanınan Hariciler’in Hz. Ali (a.s)’a karşı açtıkları savaş.


Ebu Eyyub, Hz. Ali (a.s)’ın ordusunda bir komutan olarak her üç savaşa katılmış,[33] fedakarlık ve yiğitliği ile Hz. Ali (a.s)'ın ordusunun düşman askerlerine galibiyetinde önemli bir rol oynamıştır.

Hz. Ali’nin, Ebu Eyyub'u Medine'de Kendi Yerine Bırakması

Hz. Ali (a.s) biati bozanlara engel olmak için ordusuyla Medine'den hareket edince o hassas dönemde güçlü önderliğiyle Medine ve Hicaz'ı her türlü felaketten koruyabilecek güçlü birini Medine'de kendi yerine bırakması gerekiyordu.
Binaen aleyh Ebu Eyyub-i Ensari'yi kendi yerine bırakarak Irak’a doğru hareket etti.[34]


Cemel Savaşında

Hz. Ali (a.s) ordusuyla birlikte Basra'ya doğru yola çıkınca Ebu Eyyub kendisinin de savaşa katılmasını gerekli gördü. Medine'de Ensardan ve diğer Müslümanlardan yardım istedi. Emri altına toplanan bin kişiyle Basra'ya doğru hareket etti. Munzir b. Car der ki: Basra çölünde, ansızın sayıları bini bulan tamamen donanmış bir ordu ortaya çıktı.

Ordunun başında elinde bayrak, başında savaş miğferi, üzerinde beyaz bir elbise bulunan ve kılıcını boynuna asmış olan biri vardı. O bayraktarın kim olduğunu sorduğumda onun Ebu Eyyub-i Ensari olduğunu, Ensar ve diğer Müslümanlarla Ali (a.s)'a yardım etmeğe geldiğini söylediler.[35]


Ebu Eyyub'un Savaşın Gerçekleşmemesi İçin Aracılığı

Cemel savaşı başlamadan önce Ammar-i Yasir'le arkadaşları Ebu Eyyub Ensari, Sehl b. Huneyf ve Ebu-l Heysem gibileriyle Hz. Ali (a.s)'ın huzuruna giderek durumun aydınlık kazanması ve her türlü ibhamın giderilmesi için minbere çıkarak halka nasihat edip aydınlatmasını istediler.

Hz. Ali (a.s) bu öneriyi kabul ederek minbere çıkıp meseleleri açıklamaya koyuldu. Sonra minberden aşağı inerek iki rekat namaz kıldı. Namazdan sonra Ammar Yasir'le Abdurrahman b. Hasel'i mescidin diğer tarafında durmuş olan Talha'yla Zübeyr'in yanına gönderdi. Onlar Talha ve Zübeyr'le biraz konuştuktan sonra onları Hz. Ali (a.s)’ın yanına getirdiler.

Hz. Ali (a.s) Talha ve Zübeyr'le konuştu. Talha'yla Zübeyr Hz. Ali (a.s)’ın huzurunda şu iki şeyi söz konusu ettiler:

"1- Biz, hükümet konusunda bizleri de kendi müşavirlerinden etmen için biat ettik.”

“2- Beytul maldan bize verilen maaş diğerlerinden çok olmalıdır..."
İmam Ali (a.s) onlara ikna edici cevaplar verdiyse de onlar adalete aykırı davranarak gururlarını kırmayıp inatlarına devam ettiler. Savaşın gerçekleşmemesi Ammar-i Yasir'le arkadaşlarının çabaları ve Hz. Ali (a.s)’ın nasihatleri o kalp gözü kör kibirli kişilere etki etmedi. Onlar gidip savaş ateşini körüklemeye devam ettiler.[36]

(Elbette bu olaydan sonra savaş başlarken Zübeyr savaştan çekilerek Basra'dan çıktı ve sonunda namaz kılarken İbn-i Cermuz tarafından öldürüldü.)


Ebu Eyyub'un Hz. Ali'nin Hakkaniyeti Hakkında Rivayeti

Cemel ve Sıffin savaşında İbrahim b. Alkame b. Kays ve Esved b. Yezid isminde iki kişi Ebu Eyyub'un yanına gelerek şöyle itirazda bulundular: "Allah Tealâ, Resulullah (s.a.a)’in devesine senin evinin önünde oturmasını vahyederek sana ikramda bulundu da Resulullah (s.a.a)’ı ağırlama iftiharı sana nasip oldu. Şimdi Ali'nin yanında yer alarak onun safında (Müslümanlarla) mı savaşıyorsun?!"

Ebu Eyyub onlara şöyle cevap verdi: "Sizin için Allah'a yemin ederim ki bir gün Resulullah (s.a.a)’in huzurundaydım. Ali (a.s) o hazretin sağ tarafında, ben de karşısında oturmuştum. O sırada kapının hareket ettiğini gördük. Resulullah (s.a.a) Enes'e; "Bak kapıda kim durmuş" buyurdu.

Enes, kapıyı açtı ve "Ammar Yasir' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Kapıyı pak oğlu pak Ammar'a açıver" dedi.
Enes kapıyı açtı Ammar içeri girerek selam verdi.


Resulullah (s.a.a) Ammar'ın selamını aldı ve ona hoş geldin dedi. Sonra buyurdu ki:

"Ey Ammar! Yakında benden sonra ümmetin arasında ihtilaf çıkacak, çekişmeler meydana gelecektir; öyle ki kılıçla birbirlerine saldırıp birbirlerini öldüreceklerdir, biri birlerinden uzak duracaklardır. Bu durumda sağ tarafımdaki bu adamla, yani Ali'yle birlikte ol. O durumda insanların hepsi bir yolda gider de Ali tek başına başka bir yolda hareket ederse bütün insanların yolunu bırak, Ali (a.s)'ın yolunda hareket et. Ey Ammar! Bil ki Ali (a.s) seni hidayet yolundan saptırmaz...


Ey Ammar! Ali'ye (a.s) itaat bana itaattir, bana itaat de Allah'a itaattir."[37]

Sıffin Savaşında Azimle Savaşması

Ebu Eyyub-i Ensari, Cemel savaşından sonra, emrindeki orduyla (Ensar ve diğer Medine Müslümanlarla) birlikte Hz. Ali (a.s)’ın ordusuyla Kufe'ye döndü ve Sıffin savaşında Hz. Ali (a.s)'ın ordusunun Muaviye'ye karşı yılmaz savaşçılarından oldu.

Bir gün Sıffin'de savaş meydanından dönerken Müslümanlardan ikisi Ebu Eyyub'un yanına gelerek dediler ki: "Ey Ebu Eyyub! Allah Tealâ, Resulullah (s.a.a)’in hicret ederken senin evine inmesiyle senin değerini yüceltti ve onun devesini senin evinin önünde oturttu. Şimdi de boynuna kılıç asmış "la ilahe illellah" diyenlerle savaşmaya mı geldin?"

Ebu Eyyub onlara şöyle cevap verdi: "Bir önder kendi halkını aldatmaz. Resulullah (s.a.a) bize Ali'nin safında üç grupla savaşmamızı emretmiştir. Onlar "Nakisin", "Kasitin" ve "Marikin"dirler. "Nakisin" (biati bozanlar) Cemel savaşını meydana getiren Basra'da savaştığımız Talha ve Zübeyr'dir; "Kasitin" (hak ve adaletten sapanlar) şimdi kendileriyle savaştan döndüğümüz Muaviye ve Amr-ı As'tır. "Marikin" ise şimdi kim olduklarını bilmediğimiz hurma, gölgelik ve nehirlerin sahipleridirler; fakat Allah'ın izniyle onlarla da savaşmak zorunda kalacağız."

Resulullah (s.a.a)’in Ammar Yasir'e şöyle buyurduğunu duydum:
"Zalim bir grup seni öldürecektir; sen o durumda hak ilesin ve hak da seninledir. Ya Ammar! İnsanların hepsi bir yolda hareket eder de Ali tek başına başka bir yolda hareket ederse, Ali (a.s)’ın yolunda hareket et. Ey Ammar! Bil ki Ali (a.s) seni hidayet yolunda alı koyup sapıklığa sürüklemez."

Yine buyurdu ki: "Ey Ammar! Kim kılıç kuşanarak Ali'ye (a.s) düşmanlarına karşı yardım ederse Allah Tealâ kıyamette onun boynuna inciden bir gerdanlık asar; kim de kılıç kuşanarak Ali (a.s)’ın düşmanına yardım ederse Allah Tealâ kıyamette onun boynuna ateşten bir gerdanlık (halka) asar."[38]


Orduyu Düşmanla Savaşa Teşviki

Sıffin savaşında bazen Hz. Ali (a.s)’ın ordusu düşmana saldırıda gevşek davranıyordu. Sanki yorulmuş savaşmaktan bezmiş gibiydiler. Hz. Ali (a.s) onları toplayarak bir hutbe okuyup nasihatte bulundu ve hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Sizleri düşmanla savaşa gönderdim de gitmediniz. Söyledim ama duymadınız. Size nasihatte bulundum da kabul etmediniz. Siz hazırdaki gayıplar gibisiniz; kulağınız var ama sağırsınız. Sizleri hikmet ve aydın görüşlü olmaya davet ediyor, nasihatte bulunuyor ve azgın düşmanla savaşa çağırıyorum da daha sözüm bitmeden Seba kavmi gibi dağıldığınızı görüyorum..."[39]

Hz. Ali (a.s)’ın bu sözlerinden sonra Ebu Eyyub'un yerinden kalkarak şöyle bir konuşma yaptığı rivayet edilmiştir:

"Ey insanlar! Doğrusu Emir-ul Müminin Ali (a.s), sözlerini işiten kulakları olan ve anlayan kalpleri bulunanlara ulaştırdı. Allah Tealâ sizleri Hz. Ali' (a.s) gibi birinin değerli varlığı nimetiyle yüceltmiştir; fakat ne yazık ki gerektiği gibi kadrini bilmemektesiniz. Bu peygamberinizin amcası oğlu, Müslümanların en üstünü ve peygamberden sonra Müslümanların önderidir. Sizlere dini görevlerinizi öğretir ve haramilerle cihada davet eder. Vallahi! Sizler sağırmış gibi duymuyorsunuz, kalpleriniz kör ve kapalı imiş gibi onun davetine icabet etmiyorsunuz.

Ey Allah kulları! Acaba dünü (Osman'ın hilafetini) unuttunuz mu? Zulüm gölgeleri üzerinizi kaplamış, genel bir bela şehirlerinizin üzerini örtmüştü. İnsanların hakları çiğneniyordu. Kişilerin haysiyeti beş paralık oluyordu. Yüzler tokat yiyor, karınlar tekmeleniyor ve bedenler çırılçıplak yakıcı güneşin altında kızartılıyordu. Şimdi Emir-ul Müminin Ali (a.s) hak ve adalet bayrağını dalgalandırıp Kur'an'ın emirlerini uygulamak için gelmiştir.

Allah'a bu büyük nimetinden dolayı şükredin ve suçlu olarak ondan yüz çevirmeyin. "Duyduk" diyen, fakat duymayan insanlar gibi olmayın. Kılıçlarınızı bileyip savaş aletlerinizden pasları silin ve cihada hazır olun. Cihada davet edildiğinizde icabet edin ve size emir edildiğinde itaat edin ki doğrularla birlikte olasınız."[40]


Nehrivan Savaşında

Hakemlik olayı[41] Hz. Ali (a.s)’ın dostlarından sayılan büyük bir grubun saparak Hariciler diye tanınmalarına, Hz. Ali'yi (a.s) tekfir etmelerine ve Hz. Ali (a.s)’ın ordusu arasında zehirli ve yıkıcı tebliğlerde bulunmalarına sebep oldu. Hz. Ali (a.s)’ın nasihat ve sözleri kalp gözleri körelmiş o beyinsizlerde etki etmedi. Hz. Ali (a.s)’a karşı savaş ilan ettiler ve o hazretin ashabından bazılarını öldürdüler. Hz. Ali (a.s) emrindeki ordusuyla Muaviye'yle savaşmak için hazırlanınca ashabının önerisiyle ilk önce Hariciler'le savaşıp iç düşmanları ortadan kaldırmaya, sonra Sıffin'e hareket etmeye karar verdiler.

Nihayet "Hervera" (Kufe yakınında bulunan nehirin aşağısı) denen bir yerde Nehrivan savaşı vuku buldu ve Hariciler'in dört bin kişilik ordusundan on kişiden azı kurtulabildi, Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan da on kişiden azı şehit düştü. Bu olay hicretin 38. Yılında vuku buldu.[42]

Ebu Eyyub-i Ensari, tam bir bilinçle bu savaşta etkili faaliyetlerde bulunuyor ve çeşitli sorumlulukları üstleniyordu; bu savaşta Ebu Eyyub'un bazen konuşmalarıyla Hariciler'i barış ve tövbeye davet ettiğini, nasihat ve istidlalle hücceti tamamlayarak şöyle buyurduğunu görüyoruz:

"Ey Allah kulları! Dün sizinle bir saftaydık. Aramızda hiç bir ayrılık yoktu. O halde neden savaşıyoruz? Gelin sapıklıktan vazgeçin..."[43]
Bazen bayrağını elinde tutarak, Hariciler'den tövbe edenlerin onun altına gelerek kurtulmalarını sağlıyordu.[44]

Bazen aslanlar gibi Hz. Ali (a.s)’ın ashabıyla birlikte kalbi katılaşmış düşmana saldırıp Zübeyr b. Hisn, Abdullah b. Veheb, Ziyad b. Hasfe ve Hurkus b. Zuheyr (Haricilerin temelini atan kimse) gibi düşmanın önderlerini cehenneme yolluyordu.[45]


O bu savaşta Hz. Ali (a.s)’ın ordusunun sağ kolunun kumandanı idi. Ebu Eyyub emrindeki bin kişiye hitaben şöyle diyordu: "Düşmana saldırın. Vallahi! Sizlerden on kişi ölmeyecek, düşmandan ise on kişi kurtulmayacaktır."

Ebu Eyyub'un emrindeki ordu saldırarak düşmanı dağıttılar. Düşman askerlerinden sadece sekiz kişi kurtuldu, Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan ise dokuz kişi şehit oldu.[46]

Evet, Ebu Eyyub, bu gaybi haberi Resulullah (s.a.a) ve Hz. Ali'den (a.s) duymuş, aydın görüş ve inançla düşmana karşı savaşmış, düşmanın yenilgiye uğramasında büyük bir rol oynamıştır.


Hariciler'in Kurucusunu Öldürmesi

Hicretin sekizinci yılında vuku bulan Huneyn savaşında, İslam ordusu Resulullah (s.a.a)’in önderliğinde düşmana galip geldi ve çok fazla ganimetler elde ettiler. Resulullah (s.a.a) savaştan sonra ganimetleri Müslümanlar arasında bölüştürdü. O sırada siyah bir adam ileri çıkarak küstah bir şekilde Resulullah (s.a.a)’e; "Sen ganimetlerin taksiminde adalete uymuyorsun" diye itiraz etti.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a); "Eğer ben adalete uymazsam kim uyar?" buyurdu.

Sonra ashaba dönerek buyurdu ki: "Bu adam Kur'an okuyan, fakat Kur'an’ın boğazlarından aşağı inmediği (Kur'an'a amel etmeyen) kimselerle birlikte isyan edecektir."[47]

O adam sonraları Hariciler'in temelini atan, sonunda Nehrivan savaşında Hz. Ali (a.s)’ın ordusu tarafından öldürülen Hurkus b. Zuheyr-i Sa'di'dir.
Bu kalp gözleri kör olan adam uzun boylu, siyaha çalan buğday renkli ve beli büküktü; secde izleri alnında belliydi. Temimoğullarından olan bu adamın pazılarından birinin yukarısında kadın göğsü gibi fazla bir et parçası olduğu için ona "Zu sedye" (memeli) diyorlardı. Ashaptan bazıları onu öldürmek istiyorlardı. Fakat Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Bırakın onu; onun yakında okun yaydan çıkması gibi dinden çıkan izleyicileri olacaktır.[48]

Benden sonra Allah Tealâ onları yarattıklarından en sevgilisinin eliyle öldürecektir."[49]
"Ebu Said-i Hudri der ki: "Ben şahadet ederim ki her iki olayda (Huneyn savaşında ganimetler bölüştürülünce ve Hz. Ali (a.s) Nehrivan'da Haricilerle savaşırken) vardım. Resulullah (s.a.a)’e itiraz eden ve Resulullah (s.a.a)’in sıfatlarını belirttiği o adam (Hurkus) Hariciler'in savaşında Hz. Ali (a.s)’ın ordusu tarafından öldürüldü."[50]

Sözün kısası, Hurkus b. Zuheyr-i Zu Sedye Hariciler'in fikir babası ve bu fırkanın kurucusudur. Bu katı kalpli adam o kadar cahil ve küstahtı ki Hakemeyn olayında Hz. Ali (a.s)’ın huzuruna gelerek o hazrete hitaben; "Yaptığın hatadan dolayı tövbe et" dedi.[51]


Burada dikkat çeken nokta, bazı rivayetlere göre bu katı kalpli ve küstah adamın Nehrivan savaşında Ebu Eyyub-i Ensari'nin eliyle öldürülmesidir.[52]

* * *
Nehrivan savaşından sonra, Hz. Ali (a.s) ashabına; "Ölenler arasında memesi olan erkeği bulun" buyurdu. Ashap aradılarsa da onu bulamadılar. O hazret; "Dikkatli arayın" buyurdu. Onlar da giderek tekrar aramaya başladılar; çok geçmeden onun öldürüldüğünü Hz. Ali (a.s)’a haber verdiler.

Hz. Ali (a.s) bu haberi duyunca tekbir getirerek şükür secdesine kapandı. Bunu gören yanındakiler de şükür secdesi ettiler. Sonra Hz. Ali (a.s) ashabına şöyle buyurdu: "Vallahi! Yalan söylemiş değilim. Bilin ki sizler insanların en kötüsünü öldürdünüz."[53]


Ebu Eyyub Sıffin'e Hareket Ederken, On Bin Askerin Komutanı

Nehrivan savaşından sonra, Emir-ul Müminin Ali' (a.s) ordusuyla birlikte Kufe'ye döndü. Hz. Ali (a.s) ordusunu tekrar Muaviye'yle savaşmak için hazırlayıp savaş düzeni verdi.
Nuf Bukali der ki: Emir-ul Müminin Ali (a.s) uzun bir hutbe okudu; daha sonra yüksek sesle şöyle buyurdu:

"Ey Allah kulları, cihad! Cihad! Ben bu gün ordumu ordugaha doğru hareket etmesi için hazırlıyorum. Allah'a gitmek isteyenler bizimle gelsinler."


O gün Hz. Ali (a.s) ordusunu bir kaç gruba ayırdı. On bin askerin başına oğlu Hüseyin'i, on bin kişinin başına Kays b. Sa'd'ı ve on bin kişinin başına da Ebu Eyyub-i Ensari'yi komutan olarak atadı.

Fakat bir hafta geçmeden melun İbn-i Mulcem İmam Ali'ye (a.s) kılıç darbesi indirdi. Bunun üzerine ordugahtaki ordu geri döndü. O sırada biz çobanı olmayan ve her taraftan kurtların saldırısına uğrayan koyun sürüsü gibiydik."[54]

Ebu Eyyub-i Ensari'nin (r.a) Ölümü

Muaviye'nin hilafeti dönemiydi. Ebu Eyyub yaşlanmıştı (yetmişini geçmişti); fakat genç bir kalbe sahipti. Daima İslam savunucularından biri olarak yaşıyordu. Rumların İslam'a darbe indirmek için fırsat kolladıklarını, uygun bir fırsatta İslam sınırlarına saldıracaklarını haber verdiler; Rumların bu saldırısı önlenmeliydi; çünkü her ne kadar da Muaviye İslam hilafetini gerçek sahipleri olan Ehl-i Beyt (a.s)'dan gasbetmişseydi de buna rağmen o durumda İslam'ın temeli tehlikedeydi.

Her hal-u kârda Ebu Eyyub İslam ordusuyla Ruma doğru hareket etti, fakat İslam ordusuyla birlikte Kostantaniyye (şimdiki İstanbul) yakınlarında Rumlarla savaşırken hastalanarak vefat etti. Hayatının son anlarında arkadaşları ona, "Bir isteğin var mı?" diye sorduklarında şöyle dedi: "Dünyaya hiç bir ihtiyacım yoktur; fakat cenazemi alarak düşman topraklarında ilerleyin ve en son noktada beni toprağa verin. Çünkü ben Resulullah'ın (s.a.a), Kostantaniye (İstanbul) surları yakınlarında benim ashabımdan salih bir kul defnedilecektir" buyurduğunu duydum ve o kişi ben olmayı arzu ederim."

Bu sözlerden sonra Ebu Eyyub vefat etti. İslam ordusundan bir kaç kişi onun cenazesini elleri üzerine alarak ilerliyorlardı. Kayser (Rum padişahı); "Bu kimin cenazesidir; onu nereye götürüyorsunuz?!" diye sordu.

Müslümanlar dediler: "Bu, peygamberimizin ashabından birinin cenazesidir; o kendisini senin topraklarında gömmemizi istemiştir."


Bunun üzerine Kayser; "Siz buradan gittiğinizde onun kabrini açarak cenazesini yırtıcı hayvanlara atacağız" dedi.

Müslümanlar da : "Bunu yapacak olursan Arap beldelerinde bir Hıristiyanı sağ bırakmayız, bütün kiliseleri yerle bir ederiz" dediler.


Böylece Ebu Eyyub'u İstanbul’un yakınlarında defnettiler ve mezarını belirlediler.[55] Bu gün Ebu Eyyub'un İstanbul'un içinde yer alan türbesi bütün Müslümanların ziyaretgâhı durumundadır.
Evet, Ebu Eyyub, cenazesinin bile İslam'ın ve Ehl-i Beyt mektebinin tanınıp ilerlemesine bir vesile olmasını, o bölgede İslam'ın yayılıp güçlenmesine sebep olmasını istiyordu.


Allah'ın bütün salih kullarının, bütün Allah yolunun şehitlerinin ve bütün İslam mücahitlerinin selamı senin üzerine olsun ey peygamberin fedakar konukçusu ve ey Hz. Ali (a.s)’ın ihlaslı Şiisi ve ey müşriklere, münafıklara ve din düşmanlarına karşı yılmadan mücadele eden İslam kahramanı!






Resim







Resim






Resim






Resim






Resim






Resim






Resim






Resim




________________________________________
[1] - Sire-i İbn-i Hişam'dan iktibas edilmiştir, c. 2, s. 100; A'yan-uş Şia, yeni baskı, c. 6, s. 284.

[2] - Hz. Resulullah (s.a.a)’in peygamber olarak gönderilişi
[3] - Ula "Birinci ve ilk" anlamına gelir; çünkü bu, Resulullah (s.a.a)'e yapılan ilk biatti.
[4] - el-Gadir, c. 7, s. 262-265; Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.98-100.
[5] - el-Gadir, c. 7, s. 264.
[6] - Bihar-ul Envar, c. 19, s. 109; Sire-i İbn-i Hişam, c. 2, s. 140.
[7] - Bihar-ul Envar, s. 19, s. 121.
[8] - Tenkih-ul Mekal, c.1, s.391.
[9] - Furu-u Kâfi, c.1, s.81; Bihar-ul Envar, c.19, s.12.
[10] - Bihar-ul Envar, c.19, s.109; Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.144.
[11] - Bihar-ul Envar, c.19, s.109.
[12] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.144.
[13] - Sefinet-ul Bihar, c.1, s.52; el-Künye vel Elkab, c.1, s.13.
[14] - Bihar-ul Envar, c.18, s.2.
[15] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.152.
[16] - Bihar-ul Envar, s.18, s.21.
[17] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.314.
[18] - Furu-u Kâfi, Bihar-ul Envar'ın nakline uygun olarak, c.21, s.33.
[19] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.174 ve 175.
[20] - Emali-i Tusi, c.1, s.34; Bihar-ul Envar, c.75, s.107.
[21] - İhticac-i Tebersi, c.1, s.103.
[22] - Feraid-us Simtayn-i Himvini, 58. Bab; el-Gadir, c.1, s.162-163.
[23] - el-Gadir, c.1, s.167-168.
[24] - Halifeler döneminde, İslam askerleri tarafından vatanlarının fethinden sonra İslam memleketlerine geçen acemlere köleler anlamında "Mevali" denirdi.
[25] - Bu hadis el-Gadir kitabında bir kaç senetle çeşitli tabirlerle nakledilmiştir. el-Gadir, c.1, s.188-191.
[26] - el-Gadir, c.1, s.197-198.
[27] - Kitab-u Selim b. Kays, s.359 ve 360.
[28] - Kifayet-ul Eser, s.15; Bihar-ul Envar, c.36, s.323.
[29] - el-Gadir, c.9, s.161.
[30] - el-Gadir, c.9, s.125.
[31] - Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.8, s.43. Buna göre Muaviye'nin mektubu yaklaşık olarak şu anlamı taşımaktaydı: Seninle savaşacağım. Bekar kızın, bekarlık perdesini yırtan kimseyi unutmadığı gibi ve birinci çocuğunun (veya bekaretini yok eden birinci çocuğunun nutfesinin) katilini unutmadığı gibi ben de senin de içlerinde olduğun Osman'ın katillerini unutmayacağım ve bir gün sizleri cezalandıracağım.
[32] - Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.8, s.44 ve 45; A'yan-uş Şia, c.6, s.282.
[33] - el-Künye vel Elkab, c.1, s.13.
[34] - A'yan-uş Şia, c.6, s.284.
[35] - A'yan-uş Şia, c.6, s.284; Nasih-ut Tevarih-i Hz. Ali, c.1, s.119.
[36] - Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.7, s.39-42.
[37] - Bihar-ul Envar, c.32, s.315-316.
[38] - Bihar-ul Envar, s.38, s.38-39.
[39] - Nehc-ul Belağa, 87. Hutbe.
[40] - Sefinet-ul Bihar, c.1, s.51; el-Gadir, c.1, s.125.
[41] - Hakemeyn olayında Devmet-ul Cündel'de Iraklıların temsilcisi Ebu Musa Eş'ari'nin, Muaviye'nin temsilcisi Amr-ı As karşısında aldanışı.
[42] - Tetimmet-ul Muntaha, s.19-21; Bihar-ul Envar, c.33, s.351- 356.
[43] - A'yan-uş Şia, c.6, s.286.
[44] - Sefinet-ul Bihar, c.1, s.51.
[45] - A'yan-uş Şia, c.6, s.286.
[46] - Bihar-ul Envar, c.33, s.349.
[47] - Tefsir-u Ayyaşi, c.2, s.92-93; Resulullah (s.a.a) bu ikazı Müslümanların insanların görünüşlerine aldanmalarını önlemek içindi.
[48] - İşte bu yüzden onlara "Marikin" denilmektedir.
[49] - Bihar-ul Envar, c.21, s.173-174; Keşf-ul Gumme, c.1, s.301.
[50] - Bihar-ul Envar, c.21, s.174.
[51] - Bihar-ul Envar, c.33, s.388.
[52] - A'yan-uş Şia, yeni baskı, c.6, s.286; diğer rivayetlere göre Hurkus'u Hz. Ali (a.s) öldürmüştür (Nasih-ut Tevarih-i Hz. Ali (a.s), c.4, s.19).
[53] - Bihar-ul Envar, c.33, s.352; Ali ve Ferzendaneş, -Dr. Tâhâ Hüseyin-, s.123.
[54] - Bihar-ul Envar, c.33, s.394; Nehc-ul Belağa 182. Hutbenin son bölümü.
[55] - Bihar-ul Envar,, s.22, s.113.
En son MERDAN tarafından 15 May 2009, 18:37 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Yesevi
Mesajlar: 56
Kayıt: 20 Nis 2009, 01:16

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen Yesevi »

Osmanlı Döneminde Padişahlar Eyüp Sultan Camisini ve Türbesini ziyaret ettikten sonra kılıç kuşanır(Osmanlılardaki taç giyme töreninin karşılığı) ve resmen Padişah olurlardı.Kılıç kuşandıktan sonra Gayri Müslim uyruk ve Avrupalı elçiler asıl İstanbula(suriçi) girdikten sonra yeni padişahı tebrik edebilirlerdi çünkü Osmanlı döneminde Müslüman olmayanların Eyüp Sultan semtine ayak basmaları yasakmış.Osmanlının son döneminde dahi Türk hayranı Fransız yazar Piyer Loti Eyüp Sultan semtinde Müslüman kılığına gireyek dolaşırmış.
Ayrıca Eyüp Sultan civarında metfun bulunan tek sahabe Eyüp Sultan Hazretleri değildir.Sayıları yüzlerce ifade edilen sahabeninde Eyüp Sultan civarında medfun bulunduğu biliniyor.Hatta başka Sahabe türbeleride var.
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen MERDAN »

Yesevi yazdı:Osmanlı Döneminde Padişahlar Eyüp Sultan Camisini ve Türbesini ziyaret ettikten sonra kılıç kuşanır(Osmanlılardaki taç giyme töreninin karşılığı) ve resmen Padişah olurlardı.Kılıç kuşandıktan sonra Gayri Müslim uyruk ve Avrupalı elçiler asıl İstanbula(suriçi) girdikten sonra yeni padişahı tebrik edebilirlerdi çünkü Osmanlı döneminde Müslüman olmayanların Eyüp Sultan semtine ayak basmaları yasakmış.Osmanlının son döneminde dahi Türk hayranı Fransız yazar Piyer Loti Eyüp Sultan semtinde Müslüman kılığına gireyek dolaşırmış.
Ayrıca Eyüp Sultan civarında metfun bulunan tek sahabe Eyüp Sultan Hazretleri değildir.Sayıları yüzlerce ifade edilen sahabeninde Eyüp Sultan civarında medfun bulunduğu biliniyor.Hatta başka Sahabe türbeleride var.

Osmanlının kılıç kuşanma seramonileri beni çokta ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren osmanlının Ebu Eyüp-El Ensarinin aslında bir alevi olduğunu, Hz. İmam Ali (a.s) ın önde gelen şiilerinden birisi olduğu ayrımını halktan bi şekilde gizleyerek onu sıradan bir sahabi gibi görmesi ve göstermesidir. Gerçi sünni osmanlıdan Ebu Eyyüb’ün şii olduğunu söylemesi gibi bir tutum beklenmez elbet, oda ayrı bir konu. Çünkü arada büyük bir doku uyuşmazlığı vardır. Bu nedenle halk o dönemlerde saray oterite çevreleri tarafından bilinçli olarak yanlış yönde manipüle edilmiştir.Yani kandırılmıştır. Bugünde pek değişen bir şey yok.. Aynı mantalite bugünde devam ediyor.Orayı ziyeret eden insanlarımızın çoğu onun bir şii olduğunu bilmez, yönetim erkinde olanların bir çoğu da bilmez belki, bilenler de söylemez.Tıpkı bugün -aslında sünni bir mutasavvıf olan- hacı bektaşın halka alevi olarak lanse edildiği, hacı bektaş kasabasının da alevilerin merkezi olduğu yalanını bilinçli olarak yaydıkları gibi.

Eyyüp semtine gayri müslimlerin girme yasağı meselesine gelince, olabilir.. belki kağıt üzerinde yazılı öyle bir hüküm yada ferman vardı ama önemli olan pratikte bu nasıl uygulanıyordu, bunu biliyormuyuz ? Resmi tarih anlatılarından her okuduğumuz şeye doğruymuş gibi inanmak insanları çoğu zaman yanıltmıştır.Yine aynı bağlamda örneğin bugün de gayri müslimlerin emin beldeye (mekkeye) girmeleri sözde yasaktır. Ama herkes biliyorki o kutsal topraklarda yüzlerce amerikan ingiliz israil vs.. ajanları cirit atarlar. Suudi krallarının ve avanelerininde, yönetimindekilerin de zaten amerikan-israil uşakları olduğunu biliyoruz, hatta orda kendileri bizzat olmasa bile ne fark eder? Bir çok İslam ülkesinde olduğu gibi Arabistana da işbirlikçi uşakları, satılmış hain yönetimleri türlü oyunlarla hile ve entrikalarla bi şekilde işbaşına getirirler ve onlar da amerikanın ve siyonist israilin o bölgedeki çıkarlarını onlardan daha iyi korurlar ve müslüman halklara akıl almaz türlü ihanetleri yaparlar, ümmetin servetlerini keferelere peşkeş çeker, adi nefislerini tatmin uğruna zevk-ü sefa içinde, sefahat ve eğlencelerle yeyip-içip zıkkımlanır, ataları lanet yezitlerin izinde olduklarını kanıtlarcasına yarışır, günlerini gün ederler!!.

1987 de Mekkede İranlı hacı adaylarına saldırarak toplu katliam yaparak yüzlerce müslümanın kanını akıtanların suudi polisiyle işbirliği yapan yabancı batılı askeri ajanları olduğu ve bunların hacc döneminden birkaç ay önce mekkeye getirtilip yerleştirilerek katliam planlarını yerinde ve en ince ayrıntılarına kadar suudlarla birlikte yaptıkları o günlerde islami medyada geniş yer bulmuş ve açıklanmıştı.
Yani olayların sadece görünen -yada gösterilen- yüzüne aldanmayıp, perde gerisinde, işin arka planında ve derinlerinde neler olduğunu görmeye çalışmanın gerekliliğini vurguluyorum.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Yesevi
Mesajlar: 56
Kayıt: 20 Nis 2009, 01:16

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen Yesevi »

MERDAN yazdı:

Osmanlının kılıç kuşanma seramonileri beni çokta ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren osmanlının Ebu Eyüp-El Ensarinin aslında bir alevi olduğunu, Hz. İmam Ali (a.s) ın önde gelen şiilerinden birisi olduğu ayrımını halktan bi şekilde gizleyerek onu sıradan bir sahabi gibi görmesi ve göstermesidir. Gerçi sünni osmanlıdan Ebu Eyyüb’ün şii olduğunu söylemesi gibi bir tutum beklenmez elbet, oda ayrı bir konu. Çünkü arada büyük bir doku uyuşmazlığı vardır. Bu nedenle halk o dönemlerde saray oterite çevreleri tarafından bilinçli olarak yanlış yönde manipüle edilmiştir.Yani kandırılmıştır. Bugünde pek değişen bir şey yok.. Aynı mantalite bugünde devam ediyor.Orayı ziyeret eden insanlarımızın çoğu onun bir şii olduğunu bilmez, yönetim erkinde olanların bir çoğu da bilmez belki, bilenler de söylemez.Tıpkı bugün -aslında sünni bir mutasavvıf olan- hacı bektaşın halka alevi olarak lanse edildiği, hacı bektaş kasabasının da alevilerin merkezi olduğu yalanını bilinçli olarak yaydıkları gibi.

Eyyüp semtine gayri müslimlerin girme yasağı meselesine gelince, olabilir.. belki kağıt üzerinde yazılı öyle bir hüküm yada ferman vardı ama önemli olan pratikte bu nasıl uygulanıyordu, bunu biliyormuyuz ? Resmi tarih anlatılarından her okuduğumuz şeye doğruymuş gibi inanmak insanları çoğu zaman yanıltmıştır.Yine aynı bağlamda örneğin bugün de gayri müslimlerin emin beldeye (mekkeye) girmeleri sözde yasaktır. Ama herkes biliyorki o kutsal topraklarda yüzlerce amerikan ingiliz israil vs.. ajanları cirit atarlar. Suudi krallarının ve avanelerininde, yönetimindekilerin de zaten amerikan-israil uşakları olduğunu biliyoruz, hatta orda kendileri bizzat olmasa bile ne fark eder? Bir çok İslam ülkesinde olduğu gibi Arabistana da işbirlikçi uşakları, satılmış hain yönetimleri türlü oyunlarla hile ve entrikalarla bi şekilde işbaşına getirirler ve onlar da amerikanın ve siyonist israilin o bölgedeki çıkarlarını onlardan daha iyi korurlar ve müslüman halklara akıl almaz türlü ihanetleri yaparlar, ümmetin servetlerini keferelere peşkeş çeker, adi nefislerini tatmin uğruna zevk-ü sefa içinde, sefahat ve eğlencelerle yeyip-içip zıkkımlanır, ataları lanet yezitlerin izinde olduklarını kanıtlarcasına yarışır, günlerini gün ederler!!.

1987 de Mekkede İranlı hacı adaylarına saldırarak toplu katliam yaparak yüzlerce müslümanın kanını akıtanların suudi polisiyle işbirliği yapan yabancı batılı askeri ajanları olduğu ve bunların hacc döneminden birkaç ay önce mekkeye getirtilip yerleştirilerek katliam planlarını yerinde ve en ince ayrıntılarına kadar suudlarla birlikte yaptıkları o günlerde islami medyada geniş yer bulmuş ve açıklanmıştı.
Yani olayların sadece görünen -yada gösterilen- yüzüne aldanmayıp, perde gerisinde, işin arka planında ve derinlerinde neler olduğunu görmeye çalışmanın gerekliliğini vurguluyorum.
Osmanlının Kılıç kuşanma törenleri sizi pekte ilgilendirmiyor olabilir.Ayrıca Ehli Sünnete göre H.z.Ali zamanındaki Şiiliğin tek temsilcisi mirascısı hatta Oniki İmam yolu,Ehli Beyt yolu Ehli Sünnettir yani Sünniliktir.Gerçi ben tam anlamıyla bu düşüncede değilim.Yani Ehli Sünnetin sınırlarının dışına çıkmış gibi bir şeyim en azından zorlamış oluyorum.(Hatta bazı Ehli Sünnet alimlerine göre dinden çıkmış bile sayılabilirim.)
Eyüp Sultanın avlusundaki bir plakada Türkçe ve İngilizce olarak Muaviyeden H.z.Muaviye diye bahsedilmesinden çok rahatsız oldum,üzüldüm.Ayrıca dün sizlerin tabiriyle bir "Bektaşi" sitesinde Eyüp Sultandaki kişinin Ali şiası Eyüp El Ensari olamıyacağı çünkü bir Ali Şiasının asla Emevi ordusununda bulunmayacağı buradaki mezardaki kişinin başka bir Eyüp olması gerektiğini Osmanlıyı suçlayarak yazdığını gördüm.Bu da düşünmeye değer.
Evet tarih boyunca Müslüman olmayanların girmesinin yasak olduğu o kutsal bölgeye Müslüman kılığına girmiş ajanlar provoktörler girmiştir.Bunlarla ilgili anlatılan hikayeler menkibelerde var.Ama yeri gelmişken pek bilinmeyen Karaylar Musevi olarak bilinmekle(Ama ayrı bir din olarak saymak gereken.Zaten Ukrayna bir kaç yıl önce Karaylığı bağımsız bir din olarak tanıdı)birlikte İsrail soyundan olmadıkları için Yahudilerin Musevi saymadıkları Talmudu kabul etmeyen.H.z.İsayı ve Son Peygamber H.z.Muhammed(S.A.V.)`i peygamber olarak kabul eden.(H.z.Muhammed(S.A.V.)`in Peygamberliğine inanan tek gayri Müslim topluluk)Kabeyide kutsal bir olarak bilen Karay Türklerine mensup pek çok din adamı Müslüman kılığına gireyek Kabeyi Şerifi ve H.z.Muhammedin mezarını ziyaret etmiş.Bunlardan anılarını yazanlarında olduğu biliniyor.(Belki bugünde ziyaret edenleri vardır.)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen MERDAN »

[quote="Yesevi"]
..Ayrıca dün sizlerin tabiriyle bir "Bektaşi" sitesinde Eyüp Sultandaki kişinin Ali şiası Eyüp El Ensari olamıyacağı çünkü bir Ali Şiasının asla Emevi ordusununda bulunmayacağı buradaki mezardaki kişinin başka bir Eyüp olması gerektiğini Osmanlıyı suçlayarak yazdığını gördüm.Bu da düşünmeye değer.



İstanbul- Eyüpteki o bilinen yerde medfun olan zatın Ebu Eyyüb-El Ensari olduğu yazıda da uzunca anlatıldığı gibi kaynaklarıyla delilleriyle belirtilmiştir. Dahası O olduğu tevatüren de sabittir. İslam ordusuyla birlikte İstanbula geliş nedeni de yazının son bölümünde açıklanmıştır.
Onun başka bir eyüp olduğunu iddia eden o bektaşi sitesindeki sözlerin uydurulmuş bir iddia olduğunu sanıyorum. Bu konuda delilleri kaynakları nedir yazmışlar mı? Eğer varsa mamafih yinede bilmek okumak isterim.
Çünkü bunun gibi başka önemli şahsiyetlerle ilgili de her zaman bir takım iddialar yapılır. Örneğin Afganistanın Mezar-ı Şerif kentindekilerde oradaki türbede yatanın Hz. Ali olduğunu söylerler yada iddia ederler ama bütün islam aleminde hemde icma ile bilinir ki Hz. Ali’nin mukaddes kabri saadetleri Irakta Necef tedir.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Yesevi
Mesajlar: 56
Kayıt: 20 Nis 2009, 01:16

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen Yesevi »

Bir delil yazmamışlar sadece "Emevi ordusunda yer almazdı" diye akıl yürütmüşler.
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen Musa Özateş »

Yesevi yazdı:Bir delil yazmamışlar sadece "Emevi ordusunda yer almazdı" diye akıl yürütmüşler.

Olaya bir başka açıdanda yaklaşalım:

O mu değilmi kesin söylenemez kaynaklar var ama yazıldıkları tarih itibarıyla doğru diyebilirmiyiz bilmiyorum çünkü osmanlı kurnazlıkta yapardı böyle popülist hamlelerde yapmış olabilir ayrıca Prof Yalçın küçük fatih sultan mehmet isimli kitabında bu konuyada değinmiş ve
İstanbulun fethinden birkaç gün önce akşemsettin güya bir rüya görüyor ve Eyüp ensarinin mezarı keşfediliyor ve asker bu şekilde motive ediliyor
yani rüyaya dayalı hamleler osmanlıdada çok yaygın bulunan yerin gerçekten Eyüp ensariye ait olup olmadığını kim bilebilir ki?
Yani olay kurgu gibi duruyor tıpkı yüzyıllar sonra Osmanın rüya gördüğü ve osmanlının doğuşuna işaret ettiği türünden kurgusal bir durum var gibi mezar yeri konusunda emin değilim ve emin olmadığım içinde oraya hiç gitmedim gerek duymadım
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazretleri

Mesaj gönderen MERDAN »

Musa Özateş yazdı:
Yesevi yazdı:Bir delil yazmamışlar sadece "Emevi ordusunda yer almazdı" diye akıl yürütmüşler.

Olaya bir başka açıdanda yaklaşalım:

O mu değilmi kesin söylenemez kaynaklar var ama yazıldıkları tarih itibarıyla doğru diyebilirmiyiz bilmiyorum çünkü osmanlı kurnazlıkta yapardı böyle popülist hamlelerde yapmış olabilir ayrıca Prof Yalçın küçük fatih sultan mehmet isimli kitabında bu konuyada değinmiş ve
İstanbulun fethinden birkaç gün önce akşemsettin güya bir rüya görüyor ve Eyüp ensarinin mezarı keşfediliyor ve asker bu şekilde motive ediliyor
yani rüyaya dayalı hamleler osmanlıdada çok yaygın bulunan yerin gerçekten Eyüp ensariye ait olup olmadığını kim bilebilir ki?
Yani olay kurgu gibi duruyor tıpkı yüzyıllar sonra Osmanın rüya gördüğü ve osmanlının doğuşuna işaret ettiği türünden kurgusal bir durum var gibi mezar yeri konusunda emin değilim ve emin olmadığım içinde oraya hiç gitmedim gerek duymadım

Sonuçta Ebu Eyyüb-El Ensari Hazretleri, hayatı boyunca hep Ali (as)’ın tarafında olmuş, O hayattayken gelişen bütün olaylarda ve Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında hep Ali’nin yanında yer almış, İmam Ali (as)’ın sevgisine ve güvenine mazhar olmuş hatta Hz. Ali (a) yaptığı bütün savaşlarda O’na ordu kumandanlığı görevini vermiş, O hazretin vefalı yakın ve sadık yarenlerinden biriydi. Ali (as)’ın şehadetinden sonra, ömrünün son dönemlerinde ise yaşı 70 i geçtiği halde, sırf cihad etme arzusuyla ve şehid olma özlemiyle o orduya katılıp İstanbul önlerine kadar gelmiş ve orada şehid olmuştur. (Bence olayın önemi yani Ebu Eyyüb-el Ensarinin kişiliğiyle ilgili bilinmesi ve anlaşılması gerekli bölümü buraya kadar olan kısımdır. Konunun buraya ilk açılmasının asıl amacı da budur.)

Sonra O’nun yakın dostları O’nu oraya defnetmişler ve yerini belirlemişler.(Bu yerden “İstanbul önleri” diye bahsedilmesi, bugün Eyüp adıyla bilinen bölgenin o zamanlarda sur dışında olması ve merkeze bi hayli uzak olmasından dolayı olduğu anlaşılıyor.)
Şimdi buraya kadar kesin, çünkü mevcud hemen hemen bütün kaynaklar böyle söylüyor. Ve aksi yönde sahih-güvenilir bilgiler olmadığı sürece eldeki mevcut kaynaklara inanmak durumundayız.

Sonra istanbulun fethine kadar yaklaşık 800 yıl geçiyor. Bu süreçte oralarda ne olup bittiğini bilmiyoruz bunun da araştırılması gerekir. Daha sonra 1453 ile birlikte hakimiyet osmanlının eline geçiyor ve cumhuriyetin kuruluşuna kadar da 470 yıllık bir süre var. Bu zaman dilimi içinde o bölgede ve civarında bir çok değişiklikler olduğu ve yapıldığı muhakkak. Yani kabrinin “nokta yeri” hakkında belki tam bir şey söylenemeyebilir. Kaynakların yazıldığı dönem itibariyle güvenilirliği de tartışılabilir. Çünkü Osmanlının özellikle Alevilik ve Ehlibeyt ile ilgili her konuda bir takım tahrifatlar yapmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bu itibarla o dönemlerde sünni kafayla yazılan eserlere kuşku ile yaklaşmak bizim için kaçınılmazdır. (ancak yalçı küçük gibi “sabateistler olmasaydı bu memleket asla kurtulamayacaktı!! ” diye dengesizce sözler sarfeden bir herifin osmanlı ile ilgili düşünceleri hiç te güvenilir ve objektif değildir bana göre, şahsen ciddiye de almam.)

Fakat bununla beraber osmanlı döneminde özellikle alevi olarak bilinen şahsiyetlere ait türbelerde bir çok tahrifatlar yapıldığı da açıkça belli oluyor. Sözde yeni düzenlemeler bakım onarım gibi çalışmalar adı altında insanları yanıltıcı ve işin özünden saptırıcı kimi eklentiler –çıkarmalar yada değişiklikleri bilinçli olarak yaptıkları anlaşılıyor. Ordaki kitabede lanet muaviyeden hz.!! diye bahsedilmesi de bu tahriflerden biridir. Görmediğim için bilmiyorum ama eğer o kitabe osmanlı dönemine ait değilse bile -Aleviliğe ve alevilere yaklaşım noktasında- aynı mantığın devamı niteliğinde olan cumhuriyet dönemi sünni-diyanetçilerin işidir kesinlikle.

Yine mesela Amasyada “Pir Hamdullah efendi ” diye bilinen ve alevi halkın yoğun olarak ziyaret ettiği bir alevi türbesi var. Ama içerdeki duvarlara yazılmış arapça yazılar tıpkı bir sünni camisindeki gibi dizayn edilmiş. Yani alt kısımdaki 12 İmamların adlarının yazılı olduğu kısmın hemen üzerine yine aynı büyüklükte sırasıyla Allah – Muhammed – ebubekir – ömer – osman – ali – hasan – hüseyin yazıları eklenmiş. Yani sonradan bazı tahrifatlar yapıldığı açıkça belli oluyor.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Çeri
Mesajlar: 815
Kayıt: 28 May 2009, 10:06

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazret

Mesaj gönderen Çeri »

MERDAN yazdı:Ebu Eyyub-i Ensari Hazretleri’nin Hayatı

Hazreç Boyundan Fedakâr Bir Yiğit:

Resulullah (s.a.a) Medine'ye hicret etmeden önce, Medine'de Evs ve Hazrec isminde iki güçlü kabile vardı.

Hicretten yaklaşık yirmi yıl önce, Medine'de Hazrec boyundan bir çocuk dünyaya geldi, ismini "Halid" koydular; fakat sonraları halk onu "Ebu Eyyub-i Ensari" diye tanıdı. Bu künye onun hakkında o kadar kullanıldı ki asıl ismi olan Halid unutuldu.

Babasının adı "Zeyd", annesinin adı ise "Hind" idi. Tarih yazarları onun soyunu şöyle kaydetmişlerdir:
Halid b. Zeyd b. Kuleyb b. Sa'leb b. Abdumenaf b. Ganem b. Malik b. Neccar.
Buna göre o, Hazrec oğullarının kollarından biri olan "Neccar" soyundandır.[1]


Ebu Eyyub'un Müslüman Oluşu ve İlk Biate Katılması

Resulullah (s.a.a) peygamber olarak gönderilişinin üçüncü yılında, Mekke'de açıkça peygamberliğini ilan edip halkı İslam’a davet etmeye başladı. Fakat müşrikler her türlü eziyet ve işkencelere başvurarak Hz. Peygamber’e engel olmaya çalışıyorlardı. Bu durum bir kaç yıl böyle devam etti. Resulullah (s.a.a), müşriklere göre bile serbestlik ayları olan haram aylarda (Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarında) fırsattan yararlanarak İslam'ı tebliğ ediyor ve hac mevsiminde Medine’den gelen ziyaretçilerle ve diğer gruplarla irtibat kurarak onları İslam'a davet ediyordu.

Bu tebliğler sonucu Hazrec boyundan sayıları on kişiyi aşmayan bir grup bi'setin[2] onuncu yılında Mina çölünde bulunan bir boğazda Resulullah (s.a.a)'ın huzuruna gelerek Müslüman oldular. Bu grup iki büyük Avs ve Hazrec kabilesinin arasını bulması ve aracı olup ihtilaflarını gidermesi için Resulullah (s.a.a)'i Medine'ye davet ettiler ve Medine'ye gelirse, Peygamber’in etrafında toplanıp İslam'ı tebliğ edeceklerine dair söz verdiler.

Bu grup Medine'ye dönerek İslam'ı tebliğ etmeye başladı, Kur'an ayetlerini okuyarak insanları İslam'a çekmeye çalıştılar; öyle ki, bütün Medine evlerinde Resulullah (s.a.a)’ten bahsediliyordu. Nihayet bir yıl sonra (bi'setin 11. yılında) Avs ve Hazrec kabilesinden on iki kişi hac törenine katıldıktan sonra Mina'da geceleyin Resulullah (s.a.a)'in huzuruna çıkarak resmen biat edip Medine'ye döndüler. Bu biat "Akabe-i ula biati" diye adlandırıldı.[3]

Hz. Resulullah (s.a.a), zeki bir tebliğci olan Musab b. Umeyr'i onlarla birlikte Medine'ye gönderdi. Onların Medine'deki etkili tebliğleri sonucu Avs ve Hazrec kabilesinden ikisi kadın yetmiş beş kişi hac mevsiminde (bi'setin 12. yılı) Mekke'de hac törenlerine katıldılar ve Mina'da Resulullah (s.a.a)’e ulaşarak biat ettiler. Bu biat belirleyici biatti. Müslümanlar, orada, ölünceye kadar İslam'ı savunacaklarına dair biat etmişlerdi. Bu biat, "İkinci Akabe" biati diye adlandırıldı.[4]

Tarihçiler bu 75 kişinin isimlerini kaydetmişlerdir. Ebu Eyyub Ensari de bunların içinde yer almaktadır. Buna binaen, Ebu Eyyub bisetin 12. yılında (hicretten bir yıl önce) Mina'daki boğazda Akabe-i Sani biatinde açıkça Müslüman olduğunu ortaya koyarak İslam uğruna canını feda edeceğine dair söz vermiş ve biat etmişti

Resulullah (s.a.a) "İkinci Akabe" biat olayında kendisine biat edenlere, "Kendi aranızdan on iki sorumlu seçin" buyurdu. Onlar on iki kişiyi seçince Resulullah (s.a.a) onları Medine'de insanların işlerini ıslah ve tebliğ etmeleri ve Hz. İsa (a.s)'ın hevarileri gibi bu vazifeyi ellerine almaları için görevlendirdi.[5]

Böylece, aralarında Ebu Eyyub-i Ensari de bulunduğu İslam'ın bu öncüleri aracılığıyla bütün Medine halkı İslam'ı kabul etmeye hazır oldu.


Hz. Resulullah (s.a.a)'i İlk Ağırlayan Ensari

Mekke müşriklerinin Resulullah (s.a.a)’e baskısı çoğalıyor, muhasara çemberi gittikçe daralıyordu; nihayet geceleyin evini basarak Peygamber’i öldürmeye karar verdiler.
Resulullah (s.a.a) aynı gece, müşrikler haberi olmadan evinden çıkarak Medine'ye hicret etti.

Medine coşku ve neşeyle Resulullah (s.a.a)’i karşılamaya hazırlanmıştı; Halk gruplar nalinde o hazreti karşılamak için şehir dışına çıkmıştı. Resulullah (s.a.a) göz alıcı bir heybet ve azametle devenin üzerinde Medine'ye girdi. Yol üzerinde uğradığı mahallelerin ileri gelenleri o hazreti evlerine davet ediyorlardı. Anne tarafından akrabaları da davet edenler arasındaydılar ama Resulullah bu davetleri kabul etmedi ve "Bu deve (Allah tarafından) görevlendirilmiştir (nerede durursa ben de orada konaklayacağım)” diye buyurdu.

Medine ahalisi devenin yolundan çekildiler; deve yoluna devam ederek Neccaroğulları mahallesinde Malik b. Neccar'ın (Ebu Eyyub'un) evinin önünde, hurma kurutma yerinde durdu. Bu yerde daha sonra Mescidu’n-Nebi inşa edildi.

Bazılarının dediğine göre, deve oradan kalkarak tekrar ilerledikten sonra geri dönüp aynı yere oturdu ve ondan sonra artık yerinden hareket etmedi; boynuyla göğsünü iyice yere yapıştırdı ve ne yaptılarsa da oradan kalkmadı. Bunun üzerine halk devenin etrafını sardı. Herkes o hazreti evlerine davet ediyordu. Bu arada "Ebu Eyyub Ensari"nin annesi o hazretin devesinin üzerinden heybesini alarak evine götürdü. Resulullah (s.a.a), "Hurcunum nerede?" diye sorunca, "Ebu Eyyub Ensarinin annesi eve götürdü" dediler.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "İnsan yükünün yanında olur" buyurarak Ebu Eyyub'un evine misafir oldu.[6]


Neden Ebu Eyyub'un Evi ?

Burada şöyle bir soruyla karşılaşmaktayız: Resulullah (s.a.a) kendisini davet eden o kadar insanın arasından neden Ebu Eyyub'un evini seçti? Ve bu işteki ilahi hikmet ne idi?

Bu sorunun cevabında dört noktaya değinebiliriz:

1- Ebu Eyyub, toplumda hiç bir sorunu olmayan salih bir Müslüman'dı.

2- Medine'de ondan daha fakir biri yoktu.[7] Ebu Eyyub'un evini seçmekle birinci olarak zenginlerin ona yaklaşarak fakirleri ondan uzaklaşma fikrini ilk baştan çürüttü; ikinci olarak Allah yanında zenginliğin üstünlük ölçüsü olmadığı mesajını verdi.

3- O evde sadece Ebu Eyyub'le annesi yaşıyordu. Ebu Eyyub'un çoluk çocuğu yoktu. Ayrıca annesi de Resulullah (s.a.a)'i ağırlamayı çok arzuluyordu; o hazretin heybesini de bu nedenle evine götürmüştü.

4- Resulullah (s.a.a)’in Ebu Eyyub'un evine gitmesiyle ilgili olarak söylenmesi gereken bir nokta da bazı tarih kitaplarında nakledilen şu kıssadır:

Cahiliye döneminde Yemen hükümdarlarından biri olan "Tuba" Mekke'ye sefer etti; fakat Mekke halkının kendisini karşılamaya gelmemesinden rahatsızlık duyarak Kabe'yi tahrip etti. Bu olaydan sonra ağır bir hastalığa yakalandı. Bir gün yakınlarından biri ona "Hastalığının sebebi Kabe'yi harap etmendir" dedi.

Tuba bu söz üzerine tövbe ederek Kabe'yi yeniden tamir ettirdi ve çok değerli bir kumaştan da Kabe’ye örtü diktirdi. Sonra Medine'ye gitti. Bu yolculukta dört yüz Yahudi bilgini de ona eşlik etmekteydi. En üstünleri " Yahudi Semul" idi. Semul, son peygamberin Medine'de zuhur edeceğine inanmaktaydı. Bu nedenle o peygamberle görüşebilmek için Medine'ye yerleşmeye karar verdi. Yemen hükümdarı yanındakilerle birlikte Yemen'e dönünce Semul Medine'de kaldı. Yemen hükümdarı her yıl onun için bir miktar para ve eşya gönderiyordu.

Bu hükümdar, peygamberlerin sonuncusu Resulullah (s.a.a)’e bir mektup yazdı. O mektubu Semul'a gönderip Resulullah (s.a.a)’i görmeye muvaffak olursa onu şahsen o hazrete vermesini, aksi durumda oğulları ve torunlarından biri vasıtasıyla o hazrete ulaştırmasını bildirdi.

Bu olayı nakleden tarihçiler, Ebu Eyyub Ensari'nin, Semul'un torunlarından olduğunu ve Semul'un, Ebu Eyyub'un yirmi birinci dedesi olduğunu yazarlar.[8]
Her hal-u karda, bu tarihi olay (eğer doğruysa) döneminin hakka tapan bilginlerinden olan ve Resulullah (s.a.a) ile görüşebilmek için vatanını terkederek Medine'ye yerleşen "Semul" gibi bir dedesi olan Ebu Eyyub'un soy bakımından yüceliğini göstermektedir.


Ebu Eyyub'un Annesinin Sevince Dönüşen Hasreti

Selmanı Farisi (ra) der ki: Resulullah (s.a.a) Medine'ye girince halk devesinin yularını tutup ısrarla o hazreti evlerine davet ediyorlardı. Ama o hazret, "Deve kimin evinin önünde oturursa ben onun misafiri olacağım" buyuruyordu. Deve süratle ilerliyordu, nihayet Ebu Eyyub-i Ensari'nin evinin önünde oturdu. Bunun üzerine Ebu Eyyub, "Anneciğim! Aç kapıyı, insanların efendisi ve en değerlisi Muhammed Mustafa ve Allah'ın seçkin elçisi geldi" diye bağırdı.
Gözleri görmeyen Eyyub'un annesi kapıyı açarak dedi ki: "Keşke gözlerim görseydi de Allah Resulünün nurlu yüzünü bir görseydim” diyerek yakındı.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onun hakkında lütufta bulunarak elini onun gözlerine sürdü ve gözleri görmeye başladı böylece Resulullah (s.a.a)’in cemalini görme arzusuna da ulaştı. Bu, Resulullah (s.a.a)’in Medine'deki ilk mucizesiydi.[9]
Böylece Ebu Eyyub'un yaşlı anasının hasreti sevince dönüştü.


Resulullah (s.a.a)'in Alt Katta Oturması

Ebu Eyyub'un çamurdan olan sade evi iki odalıydı. Bir odası aşağı katta, diğeriyse yukarıdaydı. Resulullah (s.a.a) alt kattaki odada oturmaktaydı. Ebu Eyyub der ki: Resulullah (s.a.a)’in huzuruna giderek dedim ki: Benle annem yukarı kattayız siz ise aşağı kattaki odada oturmaktasınız; oysa siz aşağıda otururken bize yukarıda oturmamız yakışmaz. Siz isterseniz yukarı katta oturun.

Resulullah Eyyub'a şöyle cevap verdi: İnsanlar benimle görüşmeye geldikleri için alt kat benim için daha uygundur; insanların gelip gitmesi için aşağı kat daha münasiptir.[10]


Ebu Eyyub'un Evinde Resulullah (s.a.a)’den Tatlı Hatıralar

Resulullah (s.a.a) bir ay Ebu Eyyub'un misafiri oldu. Daha sonra mescid ve mescidin etrafındaki sade evler yapılınca Resulullah (s.a.a) o evlerden birine yerleşti. Bu bir ay içerisinde, Ebu Eyyub'un evinde güzel hatıralar vuku buldu. Biz de, onlardan bir kaçına değinelim:

1- Ebu Eyyub der ki: Annemle yukarı kattaki odaya çıktığımızda veya oradan aşağı indiğimizde Resulullah (s.a.a)’in sesimizi işitmemesi için çok yavaş hareket etmeye çalışıyorduk. Resulullah (s.a.a) dinlendiğinde de yukarıdaki odada ses yapmamaya ve o hazreti rahatsız etmemeye gayret ediyorduk. Çoğu zaman odamızda yemek yaptığımızda ateşin dumanı aşağı giderek hazreti rahatsız etmesin diye odamızın kapısını kapıyorduk.[11]

2- Yine Ebu Eyyub der ki: Annemle birlikte Resulullah (s.a.a)’e akşam yemeği hazırlayıp huzuruna götürüyorduk. Resulullah (s.a.a) ondan bir kaç lokma yiyordu; geri kalanını getirip Resulullah (s.a.a)’in parmaklarının değdiği yerleri mübarektir diye annemle birlikte yiyor ve bu büyük iftihardan zevk alıyorduk.

3- Bir akşam bir yemek yaparak içine soğanla sarımsak döküp Resulullah (s.a.a)’in huzuruna götürdük. Resulullah o yemekten hiç yemedi. Ben hemen o hazretin huzuruna çıkarak dedim ki: Annem, babam size feda olsun; neden yemediniz?
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: Evet; bugünkü yemekte sarımsak vardı. Ben halkla görüşüyorum, halk yakından benimle irtibat kurup konuştukları için bunu yemem uygun olmaz; fakat sizin o yemeği yemenizde herhangi bir sakınca yoktur.
Biz o yemeği yedik ve ondan sonra Resulullah (s.a.a) için öyle bir yemek yapmadık.[12]

4- Bir gün Ebu Eyyub Resulullah'la (s.a.a) bir sofrada yemek yiyordu. Her zaman olduğu gibi ekmekten bir miktarı sofranın dışına dökülmüştü. Ebu Eyyub onları toplayarak yiyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a): "Allah her taraftan bereketlerini sana göndersin" diye buyurdu.
Ebu Eyyub, "Allah başkalarına da bu bereketleri verir mi?" dedi.
Resulullah (s.a.a), "Evet" buyurdu, "Senin gibi -sofranın dışına dökülenleri- yerse bu dua ona da şamil olur ve Allah Tealâ onu delilik, cüzam, çiçek ve sarılık hastalıklarından korur."[13]

5- Selman-i Farsi der ki: Resulullah (s.a.a), Ebu Eyyub'un evine misafir olduğunda Ebu Eyyub'un bir oğlak ve üç kilo arpadan başka bir şeyi yoktu. Ebu Eyyub o oğlağı keserek yemek yaptı, arpayı da öğüterek ekmek yapıp ikisini Resulullah (s.a.a)’in huzuruna götürdü. O hazret Ebu Eyyub'a, yüksek sesle, "Yemek yemek isteyen herkes bizim evimize gelsin” diye halkı çağır, dedi. Ebu Eyyup bu şekilde halkı yemeğe davet etti. Halk grup grup gelerek o yemekten yiyip doydular...[14]


Ebu Eyyub Ensari'yle Mus'ab b. Umeyr'in Kardeşlik Sözleşmesi

Resulullah (s.a.a) hicretten elli gün veya sekiz ay sonra Müslümanlar arasında daha fazla bir bağlılık ve samimiyet oluşturmak için onlar arasında ikişer ikişer kardeşlik akdi okudu. Bu konuda şahısların uyumluluğunu da göz önünde bulunduruyorlardı. Bu arada Ebu Eyyub Ensari'yi, Mus'ab b. Umeyr'e kardeş etti.[15]

Mus'ab b. Umeyr, Mekke halkından yiğit bir gençti. Müslüman olarak Medine'ye hicret etmişti. O, Resulullah (s.a.a)’in hicretinden önce Medine'de güçlü bir İslam mübelliği olarak faaliyet göstermekteydi. Daha sonra Uhud savaşında şehit düştü.


Hz. Zehra'nın (s.a) Düğününde Ebu Eyyub'ün Hediyesi

Ebu Eyyub Ensari fakir bir kişi olmasına rağmen hicretin ikinci yılında Hz. Zehra (s.a), Hz. Ali (a.s) ile evlenince, Hz. Zehra'ya düğün hediyesi olarak bir koyun hediye etti. Resulullah (s.a.a) ilkin o koyunu kesmek istemediyse de Ebu Eyyub kırılmasın diye bu hediyeyi kabul ettiler ve Ebu Eyyub’a dua ettiler.[16]

Ebu Eyyub Ensari'nin Katıldığı Savaşlar

Ebu Eyyub Ensari'nin özelliklerinden biri de İslam'ın aktif bir mücahidi olmasıdır. Buna göre, Resulullah (s.a.a)’in döneminde ve o hazretten sonra bütün İslam savaşlarına katılmış ve İslam uğruna bütün gücüyle savaşmıştır.

Ebu Eyyub, Bedir ve Uhud savaşlarında İslam ordusunun yiğit savaşçılarındandı. O, halkı savaşa teşvik etmek için Tevbe suresinin "Hafif ve ağır olarak savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin" mealindeki 41. ayetini okuyordu
Yani, yoksul ve zengin, genç ve yaşlı, yaya veya süvari, evli ve bekar, sorunu olan veya olmayan herkes savaşa çıksın ve hiç bir bahane getirmeyin.

Ebu Eyyub Bedir savaşında, Mutellib b. Hanteb adında düşman savaşçılarından birini esir almıştır.[17]
Hicretin yedinci yılı İslam ordusunun Yahudilerle yaptığı Hayber savaşında, Hayber kalesi Hz. Ali (a.s) tarafından fethedildi. Bunun üzerine Yahudi kadınlarından bir grup İslam ordusuna esir düştü.

Hayber savaşından dönerken geceleyin İslam ordusu bir menzilde konakladı. Resulullah (s.a.a) o menzilde bir çadır kurdu; ve geceyi o çadırda geçirdi. Sabahleyin Resulullah (s.a.a) birinin çadırın dışında bekçilik yaptığını hissederek, "Kimsin?" diye sordu.

Bekçi, "Ben Ebu Eyyub Ensari'yim" cevabını verdi.
Resulullah (s.a.a), "Burada ne arıyorsun?" dedi.
Ebu Eyub, "Burada size bekçilik yapıyorum. Ben Yahudilerin gizlice bir plan çizerek size saldırmasından endişelendiğim için uyumadım ve burada sizi korumak için bekçilik ettim."

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Allah sana rahmet etsin Ey Ebu Eyyub" buyurdu.[18]
Ebu Eyyub Ensari, Hz. Ali (a.s)’ın dönemindeki bütün savaşlara katılmış, savaş meydanlarında yiğitlikler göstermiştir.


Ebu Eyyub'un, Yahudi Olan İki Münafığı Mescidden Kovuşu

Bir grup Yahudi bilgini görünüşte İslam'ı kabul edip Müslümanların safına katılmışlardı, fakat gerçekte Yahudi idiler. Bu grup mescidde Resulullah (s.a.a)’in hadislerini dinliyor, sonra kendi aralarında Peygamber’in sözleriyle alay ediyorlardı.

Bir gün Resulullah (s.a.a) onlardan bir grubun mescidde bir arada oturup fısıldaştıklarını gördü. Resulullah (s.a.a) Müslümanlara onları mescidden dışarı çıkarmalarını emretti.

Ebu Eyyub Ensar'i, onlardan "Amr b. Kays" ve "Rafi' b. Vedia" ismindeki ikisini mescidden dışarı attı.
Ebu Eyyub, Amr b. Kays'ın bir ayağından tutarak çeke çeke götürüp mescitten dışarı attı. Daha sonra Rafi'nin yanına gelerek onun suratına sertçe vurarak, mescitten dışarı atıp şöyle dedi:

"Ey habis münafık! Geldiğin gibi, Resulullah (s.a.a)’in mescidinden dışarı çık."[19]


Resulullah (s.a.a)’in Ebu Eyyub Ensari'ye Vasiyetlerinden Bir Bölümü


Emir-ul Müminin Ali (a.s) der ki: Bir gün Ebu Eyyub Ensari, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna çıkarak, "Bana kısa bir vasiyette bulun; ben onu koruyacağıma söz veriyorum" diye arzetti.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu: "Sana şu beş özelliği vasiyet ediyorum:

1- Sana, insanların elindekinden ümidini kesmeyi vasiyet ediyorum; bu özellik zenginliğe sebep olur.
2- Tamahtan sakın; çünkü tamah peşin fakirliktir.
3- Namaz kılarken dünyadaki son namazınmış gibi (sonra hemen ölecekmişsin gibi) namaz kıl.
4- Özür dilemene sebep olacak şeylerden sakın (çünkü özür dilemek bir nevi zillettir).
5- Din kardeşine kendin için beğendiğin şeyi beğen."[20]


Ebu Eyyub, Hz. Ali (a.s)'ın
Özel Şiilerindendir.


Resulullah (s.a.a)’in ashabı arasında Ebu Eyyub Ensari'nin özelliklerinden birisi Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra bir an bile onun gerçek halifesinin hattından sapmayıp itikadi ve siyasi alanda onun azimli şiilerinden olması ve hayatının sonuna kadar da böyle yaşamasıdır. Burada konunun açıklık kazanması için aşağıdaki noktalara dikkat edilmesi rica olunur:

1- Ebu Eyyub'un, 1. Halife Ebubekir'in Hilafetine İtirazı

Resulullah (s.a.a), defalarca Hz. Ali (a.s)’i kendisinden sonraki halife ve önder olarak belirtip Gadir-i Hum olayında resmen onu bu makama atamasına rağmen insanlardan bir grup bu emirden sapıp henüz o hazretin pak cenazesi defnedilip yerden kalkmadan Beni Saide Sakifesi'nde toplanarak Hz. Ali, Haşimoğulları, Selman, Ebuzer, Mikdad, Ammar, Eba Eyyub gibi şahısların gıyabında Ebubekir'i Resulullah (s.a.a)’in halifeliğine atadılar. Sonra da korku ve dehşet yaratarak diğerlerinden biat aldılar; hatta Hz. Ali'yi zorla ve boynuna ip salıp çekerek biat almak için mescide götürdüler.

Böyle bir ortamda, içlerinde Ebu Eyyub Ensari’nin de bulunduğu on iki kişi mescide gidip Ebubekir'in konuşmasını kesmeye karar verdiler. Fakat daha önce Hz. Ali (a.s) ile müşavere ederek aldıkları kararı ona bildirmek istediler.

Emir-ul Müminin Ali (a.s) onlara şöyle buyurdu: "Ben sadece Ebubekir'in yanına (mescide) giderek Resulullah (s.a.a)'ten benim hakkımda duyduklarınızı ona söylemenize, böylece hücceti tamamlamanıza ve onların Resulullah (s.a.a) 'ın emrinden uzaklaştığına daha bir açıklık kazandırmanıza müsaade ediyorum."

Muhacir ve Ensar’dan oluşan bu on iki kişi mescide gittiler. Günlerden Cuma'ydı. Ebubekir Cuma hutbesi için minbere çıkınca teker teker kalkarak birer konuşma yaptılar. İlk önce Muhacirler kalkarak konuştular, onları Ensar izledi. İlkin Halid b. Sa'd konuştu, sonra sırayla Ebuzer, Miktad, Bureyde, Ammar ve ... kalkarak konuştular. Son konuşmacı olarak sıra Ebu Eyyub'a gelince kalkarak şöyle dedi:

"Ey Allah kulları! Peygamberinizin Ehl-i Beyt'i hakkında Allah'tan korkun ve çekinin. Resulullah (s.a.a)’in onlara bıraktığı haklarını onlara geri verin. Sizler çeşitli yerlerde defalarca Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kardeşçe şöyle buyurduğunu duymuşsunuzdur:

"Ehl-i Beyt'im benden sonra sizin imamlarınız ve önderlerinizdir." (Hz. Ali (a.s)’a işaretle) "Bu adam iyi insanların emir ve önderi ve kafirleri öldürendir. Onu yalnız bırakan kimse Allah tarafından yalnız bırakılır, ona yardım eden ise Allah tarafından yardım edilir."

Ebu Eyyub sonra şöyle devam etti:
"Nübüvvet ailesine karşı yapmış olduğunuz zulümden dolayı tövbe edin. Allah Tealâ şefkatli ve tövbeleri kabul edendir; Allah'ın yoluna sırt çevirmeyin."[21]


2- İmam Rıza'nın (a.s) Dilinden Ebu Eyyub'un Gerçek Şiiliği

İmam Rıza (a.s), Abbasi Halifesi Memun'un isteğiyle ona yazılı olarak beyan ettiği gerçek İslam'ın özetinde şöyle buyurur:

"Emir-ul Müminin Ali (a.s)'ın velayetini ve Selman, Ebuzer, Mikdad, Ammar b. Yasir, Huzeyfe ... ve Ebu Eyyub-i Ensari gibi peygamberin yolunu izleyip, bu yolda sebat gösterenlerin ve asla sapmayanların dostluğunu kabul etmek gerekir..."

İmam Rıza (a.s)'ın bu yüce buyruğunda Ebu Eyyub-i Ensari'den, tam bir azimle İslam peygamberinin yolunu izleyen ve onun emirlerini yerine getirmekte (aynı zamanda Hz. Ali (a.s)'ın önderliği meselesinde) asla geri kalmayan sebatlı yüce bir şahıs olarak söz ettiğini görmekteyiz.


3- Ebu Eyyub'un, Osman Döneminde Hz. Ali (a.s)'ın İmametine Tanıklık Etmesi

3. Halife Osman'ın hilafeti döneminde, Resulullah (s.a.a)’in ashabından büyük bir grup mescitte toplanarak imamet, hilafet ve rehberlik meseleleri hakkında konuşuyorlardı. O toplulukta iki yüzü aşkın insan vardı. Emir-ul Müminin Ali'yle Ebu Eyyub-i Ensari de oradaydı.

Hz. Ali (a.s) bu toplulukta konuşarak hücceti tamamladı. Bu arada Gadir-i Hum olayını beyan ederek Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu hatırlattı:
"Ben kimin velisiysem Ali de onun velisi ve önderidir. Allah'ım ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol."

Oradakilerin hepsi (özellikle Ebu Eyyub) "Evet" dediler, "Biz bunu Resulullah'tan (s.a.a) duyduk ve şimdi senin söylediklerine tanıklık ediyoruz."[22]


4- Ebu Eyyub'un, Kufe'de, Gadir-i Hum Olayı Hususunda Tanıklık Etmesi

Emir-ul Müminin Ali (a.s) kendi hilafeti döneminde halkı bilinçlendirmek için Resulullah (s.a.a)’in ashabından Gadir-i Hum olayı hakkında tanıklık etmelerini isteyerek onlara yemin ettirdi:

Hz. Ali (a.s) bir defa hicretin 35. yılında Kufe'ye girerken, Kufe meydanında konuşma yaptı. Bu konuşmasında; "Aranızdan Gadir-i Hum olayını duyanlar kalkarak tanıklık etsinler" buyurdu.
O toplulukta aralarında Ebu Eyyub-i Ensari’nin de bulunduğu on iki kişi kalkarak tanıklık ettiler.[23]

Riyah b. Haris-i Nehai der ki: Bir gün bir grupla Kufe meydanında Hz. Ali (a.s)'ın huzurundaydık. O sırada deveye binmiş olan bir grubun bize doğru geldiğini gördük. Onlar bize ulaşınca develerinden inerek Emir-ul Müminin Ali (a.s)'ın huzuruna giderek dediler "Esselamun aleykum ya Emir-ul Müminin ve rahmetullahi ve berekatuh" (Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun ya Emir-ul Müminin!) dediler.

Hz. Ali (a.s); "Siz kimsiniz?" buyurdu.
Onlar; "Biz senin köleleriniz" dediler.
Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) gülerek; "Arap olduğunuz halde nasıl benim kölelerim olabilirsiniz?!" buyurdu.[24]
Onlar dediler ki: "Biz Gadir-i Hum'da Resulullah (s.a.a)’in senin elini tutarak, "Ey insanlar! Acaba ben size kendinizden daha evla değil miyim?" buyurduğunu duyduk. Bunun üzerine hepimiz, "Evet ya Resulullah!" dedik.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a); "Ben kimin mevlası ve önderiysem, Ali de onun mevlası ve önderidir."

Hz. Ali onların bu sözünü duyunca; "Buna tanıklık ediyor musunuz?" buyurdu.
Onlar; "Evet" dediler.
Hz. Ali (a.s), "Doğru söylüyorsunuz" buyurdu.
Daha sonra onlar gittiler, ben de peşlerinden koşarak onlardan birine; "Siz kimsiniz?" diye sordum.
Adam; "Biz Ensardanız ve (aralarından birine işaret ederek) bu da "Ebu Eyyub'tur" dedi.

Diğer bir hadiste ise şöyle geçer: Ebu Eyyub dedi ki: Ben şahsen Resulullah'tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Ben kimin mevla ve emiri isem Ali de onun mevlası ve emiridir. Allah'ım! Onu seveni sev; ona düşman olana düşman ol."[25]

Emir-ul Müminin Ali (a.s) Sıffin'de de kendi ordusuna yaptığı konuşmada parlak geçmişini ve Gadir-i Hum olayını beyan etmiş ve bu konuda tanıklık etmelerine dair halka yemin ettirmişti. Orada Bedir savaşına katılanlardan (Ebu Eyyub gibi) on kişi kalkarak o hazretin söylediklerinin doğruluğuna tanıklık etmişlerdir.[26]


Ebu Eyyub-i Ensari'nin, On İki İmam'ın İmametine Tanıklığı

Osman'dan sonra Osman'ın taraftarları diye kendilerini tanıtan bir grup, halkı Muaviye'nin hilafetine davet ediyorlardı; Buna karşı, Ammar Yasir'le arkadaşları kıyam edip Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali (a.s)’ı kendi halifesi olarak tayin ettiğini Müslümanlara açıklıyorlardı. Bir defasında Hz. Ali Kufe'de ordusuna yemin verdirerek onlardan beyan ettiği bir takım konulara tanıklık etmelerini istedi. Ve Gadir-i Hum olayını hatırlattı onlara.

Bunun üzerine yetmiş kişi kalkarak Emir-ul Müminin Ali (a.s)’ın sözlerinin doğruluğunu tastık ettiler. Daha sonra onlardan dört kişi , Ammar, Ebu-l Haysem, Ebu Eyyub ve Hüzeyfe kalkarak şu şekilde tanıklık ettiler:
"Şehadet ediyoruz ki bu sözleri Resulullah'tan (s.a.a) duyduk ve beynimize yerleştirdik. O gün Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’in yanında durmuştu. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

"Ey insanlar! Allah Tealâ bana, Kur'an’da itaatini müminlere farz kıldığı halifemi ve sizin imamınızı tanıtmamı emretmiştir...
Ey İnsanlar! Şehadet ederim ki velayet ve imamet Ali b. Ebi Talib'e (a.s) mahsustur. Onun halifeleri evlatlarım ve halifem olan kardeşimin evlatlarıdır. Onların birincisi Ali (a.s), ikincisi Hasan (a.s), üçüncüsü Hüseyin (a.s) ve sonra da Hüseyin'in evlatlarından dokuz imamdır. Onlar Kevser havuzu başında bana ulaşıncaya kadar Kur'an'dan ayrılmazlar."[27]


On İki İmam (a.s)’ın İmameti Konusunda Ebu Eyyub-i Ensari'nin Rivayeti

Ebu Eyyub-i Ensari, Resulullah (s.a.a)'ten şöyle nakleder O hazret buyurdular :
"Ben peygamberlerin efendisiyim, Ali de vasilerin efendisidir. Ve benim iki torunum (Hasan'la Hüseyin) torunların en üstünüdür. Hüseyin'in soyundan gelecek olan masum imamlar bizdendir. Bu ümmetin Mehdisi (Hz. Kâim -a.s-) de bizdendir."


Bedevi Araplardan biri kalkarak; "Ya Resulullah (s.a.a)!" dedi, "Sizden sonraki imamlar kaç kişidirler?" Hz. Resulullah (s.a.a):

"Onlar (Hz. Musa'nın) torunları, İsa (a.s)'ın hevarileri, İsrailoğulları'nın önderleri sayısıncadırlar." dedi[28]


Osman'ın Hilafetine Muhalefeti

Osman'ın tutumu, Medine halkı ve diğer İslam beldelerinin itirazına yol açtı.
O sırada Medine'de oturan Ebu Eyyub-i Ensari ve Ammar-i Yasir gibi sahabeler de açıkça itirazlarını dile getiriyorlardı.

Ebu Eyyub, Resulullah (s.a.a)’in Medine'deki diğer ashabıyla birlikte diğer beldelerdeki sahabelere şu şekilde bir mektup yazdılar:
"Sizler kendi bölgelerinizde çaba gösterip cihad etmektesiniz. Fakat İslam'ın asıl merkezinde (Medine’de) Muhammed'in dini Halifenin bozuk tutumlarıyla alay konusu olmuştur. Medine'ye gelerek Muhammed (s.a.a)'in dinini kurtarın."[29]


Ebu Eyyub, Osman'ın öldürülmesinden sonra okuduğu hutbelerinden birinde Osman'ın dönemindeki sapmaları sayarak insanları Ali'nin hilafetine davet etmiştir.[30]

Muaviye'nin, Tehdit Edici Mektubu

Muaviye, Ebu Eyyub'a bir mektup yazdı. Bu mektup Ebu Eyyub'a ulaşınca Muaviye'nin ne demek istediğini anlamayarak mektubu alıp Ali (a.s)’ın huzuruna giderek; "Ciğer yiyen Hind'in oğlu, münafıkların sığınağı Muaviye bana bir mektup yazmış; onun bu mektupta ne demek istediğini anlayamadım " dedi. Hz. Ali (a.s) mektubu okuyunca buyurdu ki: "Muaviye, "Biz Osman'ın öldürülmesini unutmayacağız" demek istiyor."[31]

Daha sonra Muaviye mektubunun alt kısmında Ebu Eyyub'a hitaben sekiz beyitlik tehdit edici şiirler yazmıştı. Şiirin bir mısrası şöyleydi: "Ey Ebu Eyyub! Bunu bil ki, benimle senin kavminin ilişkisi kurtla küçük bir kuzunun ilişkisine benzer."

Ebu Eyyub Muaviye'nin mektubuna şöyle bir cevap verdi:
"Sen bir mektup yazarak bizleri Osman'ın katilleri olarak tanıtmışsın. Şunu bil ki, Osman'ın öldürülmesini bekleyen sendin, Yezid b. Esed'le gelen Şam halkının ona yardım etmesini engelleyen sendin. Onu öldürenler Ensar (Medine Müslümanları) değillerdi.


Ebu Eyyub mektubunun sonunda misilleme yaparak, şu şiirlerle Muaviye'ye cevap vermiştir:

"Ey Harb'ın oğlu! Bizi tehdit etme. Biz öyle bir grubuz ki, kincilerden hiç biriyle dostluk etmek istemeyiz.
Ey küfür ve şirk ahzabının oğlu! Sizin hepiniz (istediğiniz kadar) çalışın. Biz kıyamete kadar sizin hoşnutluğunuza sebep olmayız.


Biz öyle kimseleriz ki, sapıkları yoldan çıkanları doğru yola getirmek için ezeriz. Ali (a.s) hakkında şunu bil ki, kuşlar göklerde uçtuğu müddetçe (ilelebet) biz ondan ayrılmayız."

Bu mektup Muaviye'ye ulaşınca onu kendisinden uzaklaştırdı.[32]

Ebu Eyyub, Hz. Ali'nin Hilafeti Döneminde Büyük Bir Komutan

Osman'ın öldürülmesinden sonra başlarında Ammar Yasir, Malik b. Eşter, Ebu Eyyub-i Ensari gibi insanlar olan halk toplanarak Emir-ul Müminin Ali (a.s)’ın huzuruna gidip halife ve Emir-ul Müminin olarak o hazrete biat ettiler.

Ebu Eyyub, Hz. Ali (a.s)'ın şahadetine kadar İmam Ali'nin ordusunun komutanlarından ve yakın yaranından biriydi. Bütün olaylarda Hz. Ali'yle omuz omuza üzerine düşen görevi yapıyordu.

Hz. Ali (a.s)’ın dört yıl, dokuz ay ve kaç gün süren hilafeti döneminde üç büyük iç savaş vuku buldu. Bu savaşlar sırasıyla şunlardır:

1- Cemel Savaşı: Talha, Zübeyr ve Aişe'nin komutasında Basra'da İmam Ali (a.s)’ın ordusuyla yapılan Nakisler (biati bozanlar) grubunun savaşı.

2- Sıffin Savaşı: Kasitin (Hak ve adaletten uzak olanlar) diye tanınan Muaviye'yle taraftarlarının Sıffin'de meydana getirdikleri savaş.

3- Nehrivan Savaşı: Hz. Ali (a.s)'ın emrinden çıktıkları için Marikin diye tanınan Hariciler’in Hz. Ali (a.s)’a karşı açtıkları savaş.


Ebu Eyyub, Hz. Ali (a.s)’ın ordusunda bir komutan olarak her üç savaşa katılmış,[33] fedakarlık ve yiğitliği ile Hz. Ali (a.s)'ın ordusunun düşman askerlerine galibiyetinde önemli bir rol oynamıştır.

Hz. Ali’nin, Ebu Eyyub'u Medine'de Kendi Yerine Bırakması

Hz. Ali (a.s) biati bozanlara engel olmak için ordusuyla Medine'den hareket edince o hassas dönemde güçlü önderliğiyle Medine ve Hicaz'ı her türlü felaketten koruyabilecek güçlü birini Medine'de kendi yerine bırakması gerekiyordu.
Binaen aleyh Ebu Eyyub-i Ensari'yi kendi yerine bırakarak Irak’a doğru hareket etti.[34]


Cemel Savaşında

Hz. Ali (a.s) ordusuyla birlikte Basra'ya doğru yola çıkınca Ebu Eyyub kendisinin de savaşa katılmasını gerekli gördü. Medine'de Ensardan ve diğer Müslümanlardan yardım istedi. Emri altına toplanan bin kişiyle Basra'ya doğru hareket etti. Munzir b. Car der ki: Basra çölünde, ansızın sayıları bini bulan tamamen donanmış bir ordu ortaya çıktı.

Ordunun başında elinde bayrak, başında savaş miğferi, üzerinde beyaz bir elbise bulunan ve kılıcını boynuna asmış olan biri vardı. O bayraktarın kim olduğunu sorduğumda onun Ebu Eyyub-i Ensari olduğunu, Ensar ve diğer Müslümanlarla Ali (a.s)'a yardım etmeğe geldiğini söylediler.[35]


Ebu Eyyub'un Savaşın Gerçekleşmemesi İçin Aracılığı

Cemel savaşı başlamadan önce Ammar-i Yasir'le arkadaşları Ebu Eyyub Ensari, Sehl b. Huneyf ve Ebu-l Heysem gibileriyle Hz. Ali (a.s)'ın huzuruna giderek durumun aydınlık kazanması ve her türlü ibhamın giderilmesi için minbere çıkarak halka nasihat edip aydınlatmasını istediler.

Hz. Ali (a.s) bu öneriyi kabul ederek minbere çıkıp meseleleri açıklamaya koyuldu. Sonra minberden aşağı inerek iki rekat namaz kıldı. Namazdan sonra Ammar Yasir'le Abdurrahman b. Hasel'i mescidin diğer tarafında durmuş olan Talha'yla Zübeyr'in yanına gönderdi. Onlar Talha ve Zübeyr'le biraz konuştuktan sonra onları Hz. Ali (a.s)’ın yanına getirdiler.

Hz. Ali (a.s) Talha ve Zübeyr'le konuştu. Talha'yla Zübeyr Hz. Ali (a.s)’ın huzurunda şu iki şeyi söz konusu ettiler:

"1- Biz, hükümet konusunda bizleri de kendi müşavirlerinden etmen için biat ettik.”

“2- Beytul maldan bize verilen maaş diğerlerinden çok olmalıdır..."
İmam Ali (a.s) onlara ikna edici cevaplar verdiyse de onlar adalete aykırı davranarak gururlarını kırmayıp inatlarına devam ettiler. Savaşın gerçekleşmemesi Ammar-i Yasir'le arkadaşlarının çabaları ve Hz. Ali (a.s)’ın nasihatleri o kalp gözü kör kibirli kişilere etki etmedi. Onlar gidip savaş ateşini körüklemeye devam ettiler.[36]

(Elbette bu olaydan sonra savaş başlarken Zübeyr savaştan çekilerek Basra'dan çıktı ve sonunda namaz kılarken İbn-i Cermuz tarafından öldürüldü.)


Ebu Eyyub'un Hz. Ali'nin Hakkaniyeti Hakkında Rivayeti

Cemel ve Sıffin savaşında İbrahim b. Alkame b. Kays ve Esved b. Yezid isminde iki kişi Ebu Eyyub'un yanına gelerek şöyle itirazda bulundular: "Allah Tealâ, Resulullah (s.a.a)’in devesine senin evinin önünde oturmasını vahyederek sana ikramda bulundu da Resulullah (s.a.a)’ı ağırlama iftiharı sana nasip oldu. Şimdi Ali'nin yanında yer alarak onun safında (Müslümanlarla) mı savaşıyorsun?!"

Ebu Eyyub onlara şöyle cevap verdi: "Sizin için Allah'a yemin ederim ki bir gün Resulullah (s.a.a)’in huzurundaydım. Ali (a.s) o hazretin sağ tarafında, ben de karşısında oturmuştum. O sırada kapının hareket ettiğini gördük. Resulullah (s.a.a) Enes'e; "Bak kapıda kim durmuş" buyurdu.

Enes, kapıyı açtı ve "Ammar Yasir' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Kapıyı pak oğlu pak Ammar'a açıver" dedi.
Enes kapıyı açtı Ammar içeri girerek selam verdi.


Resulullah (s.a.a) Ammar'ın selamını aldı ve ona hoş geldin dedi. Sonra buyurdu ki:

"Ey Ammar! Yakında benden sonra ümmetin arasında ihtilaf çıkacak, çekişmeler meydana gelecektir; öyle ki kılıçla birbirlerine saldırıp birbirlerini öldüreceklerdir, biri birlerinden uzak duracaklardır. Bu durumda sağ tarafımdaki bu adamla, yani Ali'yle birlikte ol. O durumda insanların hepsi bir yolda gider de Ali tek başına başka bir yolda hareket ederse bütün insanların yolunu bırak, Ali (a.s)'ın yolunda hareket et. Ey Ammar! Bil ki Ali (a.s) seni hidayet yolundan saptırmaz...


Ey Ammar! Ali'ye (a.s) itaat bana itaattir, bana itaat de Allah'a itaattir."[37]

Sıffin Savaşında Azimle Savaşması

Ebu Eyyub-i Ensari, Cemel savaşından sonra, emrindeki orduyla (Ensar ve diğer Medine Müslümanlarla) birlikte Hz. Ali (a.s)’ın ordusuyla Kufe'ye döndü ve Sıffin savaşında Hz. Ali (a.s)'ın ordusunun Muaviye'ye karşı yılmaz savaşçılarından oldu.

Bir gün Sıffin'de savaş meydanından dönerken Müslümanlardan ikisi Ebu Eyyub'un yanına gelerek dediler ki: "Ey Ebu Eyyub! Allah Tealâ, Resulullah (s.a.a)’in hicret ederken senin evine inmesiyle senin değerini yüceltti ve onun devesini senin evinin önünde oturttu. Şimdi de boynuna kılıç asmış "la ilahe illellah" diyenlerle savaşmaya mı geldin?"

Ebu Eyyub onlara şöyle cevap verdi: "Bir önder kendi halkını aldatmaz. Resulullah (s.a.a) bize Ali'nin safında üç grupla savaşmamızı emretmiştir. Onlar "Nakisin", "Kasitin" ve "Marikin"dirler. "Nakisin" (biati bozanlar) Cemel savaşını meydana getiren Basra'da savaştığımız Talha ve Zübeyr'dir; "Kasitin" (hak ve adaletten sapanlar) şimdi kendileriyle savaştan döndüğümüz Muaviye ve Amr-ı As'tır. "Marikin" ise şimdi kim olduklarını bilmediğimiz hurma, gölgelik ve nehirlerin sahipleridirler; fakat Allah'ın izniyle onlarla da savaşmak zorunda kalacağız."

Resulullah (s.a.a)’in Ammar Yasir'e şöyle buyurduğunu duydum:
"Zalim bir grup seni öldürecektir; sen o durumda hak ilesin ve hak da seninledir. Ya Ammar! İnsanların hepsi bir yolda hareket eder de Ali tek başına başka bir yolda hareket ederse, Ali (a.s)’ın yolunda hareket et. Ey Ammar! Bil ki Ali (a.s) seni hidayet yolunda alı koyup sapıklığa sürüklemez."

Yine buyurdu ki: "Ey Ammar! Kim kılıç kuşanarak Ali'ye (a.s) düşmanlarına karşı yardım ederse Allah Tealâ kıyamette onun boynuna inciden bir gerdanlık asar; kim de kılıç kuşanarak Ali (a.s)’ın düşmanına yardım ederse Allah Tealâ kıyamette onun boynuna ateşten bir gerdanlık (halka) asar."[38]


Orduyu Düşmanla Savaşa Teşviki

Sıffin savaşında bazen Hz. Ali (a.s)’ın ordusu düşmana saldırıda gevşek davranıyordu. Sanki yorulmuş savaşmaktan bezmiş gibiydiler. Hz. Ali (a.s) onları toplayarak bir hutbe okuyup nasihatte bulundu ve hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Sizleri düşmanla savaşa gönderdim de gitmediniz. Söyledim ama duymadınız. Size nasihatte bulundum da kabul etmediniz. Siz hazırdaki gayıplar gibisiniz; kulağınız var ama sağırsınız. Sizleri hikmet ve aydın görüşlü olmaya davet ediyor, nasihatte bulunuyor ve azgın düşmanla savaşa çağırıyorum da daha sözüm bitmeden Seba kavmi gibi dağıldığınızı görüyorum..."[39]

Hz. Ali (a.s)’ın bu sözlerinden sonra Ebu Eyyub'un yerinden kalkarak şöyle bir konuşma yaptığı rivayet edilmiştir:

"Ey insanlar! Doğrusu Emir-ul Müminin Ali (a.s), sözlerini işiten kulakları olan ve anlayan kalpleri bulunanlara ulaştırdı. Allah Tealâ sizleri Hz. Ali' (a.s) gibi birinin değerli varlığı nimetiyle yüceltmiştir; fakat ne yazık ki gerektiği gibi kadrini bilmemektesiniz. Bu peygamberinizin amcası oğlu, Müslümanların en üstünü ve peygamberden sonra Müslümanların önderidir. Sizlere dini görevlerinizi öğretir ve haramilerle cihada davet eder. Vallahi! Sizler sağırmış gibi duymuyorsunuz, kalpleriniz kör ve kapalı imiş gibi onun davetine icabet etmiyorsunuz.

Ey Allah kulları! Acaba dünü (Osman'ın hilafetini) unuttunuz mu? Zulüm gölgeleri üzerinizi kaplamış, genel bir bela şehirlerinizin üzerini örtmüştü. İnsanların hakları çiğneniyordu. Kişilerin haysiyeti beş paralık oluyordu. Yüzler tokat yiyor, karınlar tekmeleniyor ve bedenler çırılçıplak yakıcı güneşin altında kızartılıyordu. Şimdi Emir-ul Müminin Ali (a.s) hak ve adalet bayrağını dalgalandırıp Kur'an'ın emirlerini uygulamak için gelmiştir.

Allah'a bu büyük nimetinden dolayı şükredin ve suçlu olarak ondan yüz çevirmeyin. "Duyduk" diyen, fakat duymayan insanlar gibi olmayın. Kılıçlarınızı bileyip savaş aletlerinizden pasları silin ve cihada hazır olun. Cihada davet edildiğinizde icabet edin ve size emir edildiğinde itaat edin ki doğrularla birlikte olasınız."[40]


Nehrivan Savaşında

Hakemlik olayı[41] Hz. Ali (a.s)’ın dostlarından sayılan büyük bir grubun saparak Hariciler diye tanınmalarına, Hz. Ali'yi (a.s) tekfir etmelerine ve Hz. Ali (a.s)’ın ordusu arasında zehirli ve yıkıcı tebliğlerde bulunmalarına sebep oldu. Hz. Ali (a.s)’ın nasihat ve sözleri kalp gözleri körelmiş o beyinsizlerde etki etmedi. Hz. Ali (a.s)’a karşı savaş ilan ettiler ve o hazretin ashabından bazılarını öldürdüler. Hz. Ali (a.s) emrindeki ordusuyla Muaviye'yle savaşmak için hazırlanınca ashabının önerisiyle ilk önce Hariciler'le savaşıp iç düşmanları ortadan kaldırmaya, sonra Sıffin'e hareket etmeye karar verdiler.

Nihayet "Hervera" (Kufe yakınında bulunan nehirin aşağısı) denen bir yerde Nehrivan savaşı vuku buldu ve Hariciler'in dört bin kişilik ordusundan on kişiden azı kurtulabildi, Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan da on kişiden azı şehit düştü. Bu olay hicretin 38. Yılında vuku buldu.[42]

Ebu Eyyub-i Ensari, tam bir bilinçle bu savaşta etkili faaliyetlerde bulunuyor ve çeşitli sorumlulukları üstleniyordu; bu savaşta Ebu Eyyub'un bazen konuşmalarıyla Hariciler'i barış ve tövbeye davet ettiğini, nasihat ve istidlalle hücceti tamamlayarak şöyle buyurduğunu görüyoruz:

"Ey Allah kulları! Dün sizinle bir saftaydık. Aramızda hiç bir ayrılık yoktu. O halde neden savaşıyoruz? Gelin sapıklıktan vazgeçin..."[43]
Bazen bayrağını elinde tutarak, Hariciler'den tövbe edenlerin onun altına gelerek kurtulmalarını sağlıyordu.[44]

Bazen aslanlar gibi Hz. Ali (a.s)’ın ashabıyla birlikte kalbi katılaşmış düşmana saldırıp Zübeyr b. Hisn, Abdullah b. Veheb, Ziyad b. Hasfe ve Hurkus b. Zuheyr (Haricilerin temelini atan kimse) gibi düşmanın önderlerini cehenneme yolluyordu.[45]


O bu savaşta Hz. Ali (a.s)’ın ordusunun sağ kolunun kumandanı idi. Ebu Eyyub emrindeki bin kişiye hitaben şöyle diyordu: "Düşmana saldırın. Vallahi! Sizlerden on kişi ölmeyecek, düşmandan ise on kişi kurtulmayacaktır."

Ebu Eyyub'un emrindeki ordu saldırarak düşmanı dağıttılar. Düşman askerlerinden sadece sekiz kişi kurtuldu, Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan ise dokuz kişi şehit oldu.[46]

Evet, Ebu Eyyub, bu gaybi haberi Resulullah (s.a.a) ve Hz. Ali'den (a.s) duymuş, aydın görüş ve inançla düşmana karşı savaşmış, düşmanın yenilgiye uğramasında büyük bir rol oynamıştır.


Hariciler'in Kurucusunu Öldürmesi

Hicretin sekizinci yılında vuku bulan Huneyn savaşında, İslam ordusu Resulullah (s.a.a)’in önderliğinde düşmana galip geldi ve çok fazla ganimetler elde ettiler. Resulullah (s.a.a) savaştan sonra ganimetleri Müslümanlar arasında bölüştürdü. O sırada siyah bir adam ileri çıkarak küstah bir şekilde Resulullah (s.a.a)’e; "Sen ganimetlerin taksiminde adalete uymuyorsun" diye itiraz etti.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a); "Eğer ben adalete uymazsam kim uyar?" buyurdu.

Sonra ashaba dönerek buyurdu ki: "Bu adam Kur'an okuyan, fakat Kur'an’ın boğazlarından aşağı inmediği (Kur'an'a amel etmeyen) kimselerle birlikte isyan edecektir."[47]

O adam sonraları Hariciler'in temelini atan, sonunda Nehrivan savaşında Hz. Ali (a.s)’ın ordusu tarafından öldürülen Hurkus b. Zuheyr-i Sa'di'dir.
Bu kalp gözleri kör olan adam uzun boylu, siyaha çalan buğday renkli ve beli büküktü; secde izleri alnında belliydi. Temimoğullarından olan bu adamın pazılarından birinin yukarısında kadın göğsü gibi fazla bir et parçası olduğu için ona "Zu sedye" (memeli) diyorlardı. Ashaptan bazıları onu öldürmek istiyorlardı. Fakat Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Bırakın onu; onun yakında okun yaydan çıkması gibi dinden çıkan izleyicileri olacaktır.[48]

Benden sonra Allah Tealâ onları yarattıklarından en sevgilisinin eliyle öldürecektir."[49]
"Ebu Said-i Hudri der ki: "Ben şahadet ederim ki her iki olayda (Huneyn savaşında ganimetler bölüştürülünce ve Hz. Ali (a.s) Nehrivan'da Haricilerle savaşırken) vardım. Resulullah (s.a.a)’e itiraz eden ve Resulullah (s.a.a)’in sıfatlarını belirttiği o adam (Hurkus) Hariciler'in savaşında Hz. Ali (a.s)’ın ordusu tarafından öldürüldü."[50]

Sözün kısası, Hurkus b. Zuheyr-i Zu Sedye Hariciler'in fikir babası ve bu fırkanın kurucusudur. Bu katı kalpli adam o kadar cahil ve küstahtı ki Hakemeyn olayında Hz. Ali (a.s)’ın huzuruna gelerek o hazrete hitaben; "Yaptığın hatadan dolayı tövbe et" dedi.[51]


Burada dikkat çeken nokta, bazı rivayetlere göre bu katı kalpli ve küstah adamın Nehrivan savaşında Ebu Eyyub-i Ensari'nin eliyle öldürülmesidir.[52]

* * *
Nehrivan savaşından sonra, Hz. Ali (a.s) ashabına; "Ölenler arasında memesi olan erkeği bulun" buyurdu. Ashap aradılarsa da onu bulamadılar. O hazret; "Dikkatli arayın" buyurdu. Onlar da giderek tekrar aramaya başladılar; çok geçmeden onun öldürüldüğünü Hz. Ali (a.s)’a haber verdiler.

Hz. Ali (a.s) bu haberi duyunca tekbir getirerek şükür secdesine kapandı. Bunu gören yanındakiler de şükür secdesi ettiler. Sonra Hz. Ali (a.s) ashabına şöyle buyurdu: "Vallahi! Yalan söylemiş değilim. Bilin ki sizler insanların en kötüsünü öldürdünüz."[53]


Ebu Eyyub Sıffin'e Hareket Ederken, On Bin Askerin Komutanı

Nehrivan savaşından sonra, Emir-ul Müminin Ali' (a.s) ordusuyla birlikte Kufe'ye döndü. Hz. Ali (a.s) ordusunu tekrar Muaviye'yle savaşmak için hazırlayıp savaş düzeni verdi.
Nuf Bukali der ki: Emir-ul Müminin Ali (a.s) uzun bir hutbe okudu; daha sonra yüksek sesle şöyle buyurdu:

"Ey Allah kulları, cihad! Cihad! Ben bu gün ordumu ordugaha doğru hareket etmesi için hazırlıyorum. Allah'a gitmek isteyenler bizimle gelsinler."


O gün Hz. Ali (a.s) ordusunu bir kaç gruba ayırdı. On bin askerin başına oğlu Hüseyin'i, on bin kişinin başına Kays b. Sa'd'ı ve on bin kişinin başına da Ebu Eyyub-i Ensari'yi komutan olarak atadı.

Fakat bir hafta geçmeden melun İbn-i Mulcem İmam Ali'ye (a.s) kılıç darbesi indirdi. Bunun üzerine ordugahtaki ordu geri döndü. O sırada biz çobanı olmayan ve her taraftan kurtların saldırısına uğrayan koyun sürüsü gibiydik."[54]

Ebu Eyyub-i Ensari'nin (r.a) Ölümü

Muaviye'nin hilafeti dönemiydi. Ebu Eyyub yaşlanmıştı (yetmişini geçmişti); fakat genç bir kalbe sahipti. Daima İslam savunucularından biri olarak yaşıyordu. Rumların İslam'a darbe indirmek için fırsat kolladıklarını, uygun bir fırsatta İslam sınırlarına saldıracaklarını haber verdiler; Rumların bu saldırısı önlenmeliydi; çünkü her ne kadar da Muaviye İslam hilafetini gerçek sahipleri olan Ehl-i Beyt (a.s)'dan gasbetmişseydi de buna rağmen o durumda İslam'ın temeli tehlikedeydi.

Her hal-u kârda Ebu Eyyub İslam ordusuyla Ruma doğru hareket etti, fakat İslam ordusuyla birlikte Kostantaniyye (şimdiki İstanbul) yakınlarında Rumlarla savaşırken hastalanarak vefat etti. Hayatının son anlarında arkadaşları ona, "Bir isteğin var mı?" diye sorduklarında şöyle dedi: "Dünyaya hiç bir ihtiyacım yoktur; fakat cenazemi alarak düşman topraklarında ilerleyin ve en son noktada beni toprağa verin. Çünkü ben Resulullah'ın (s.a.a), Kostantaniye (İstanbul) surları yakınlarında benim ashabımdan salih bir kul defnedilecektir" buyurduğunu duydum ve o kişi ben olmayı arzu ederim."

Bu sözlerden sonra Ebu Eyyub vefat etti. İslam ordusundan bir kaç kişi onun cenazesini elleri üzerine alarak ilerliyorlardı. Kayser (Rum padişahı); "Bu kimin cenazesidir; onu nereye götürüyorsunuz?!" diye sordu.

Müslümanlar dediler: "Bu, peygamberimizin ashabından birinin cenazesidir; o kendisini senin topraklarında gömmemizi istemiştir."


Bunun üzerine Kayser; "Siz buradan gittiğinizde onun kabrini açarak cenazesini yırtıcı hayvanlara atacağız" dedi.

Müslümanlar da : "Bunu yapacak olursan Arap beldelerinde bir Hıristiyanı sağ bırakmayız, bütün kiliseleri yerle bir ederiz" dediler.


Böylece Ebu Eyyub'u İstanbul’un yakınlarında defnettiler ve mezarını belirlediler.[55] Bu gün Ebu Eyyub'un İstanbul'un içinde yer alan türbesi bütün Müslümanların ziyaretgâhı durumundadır.
Evet, Ebu Eyyub, cenazesinin bile İslam'ın ve Ehl-i Beyt mektebinin tanınıp ilerlemesine bir vesile olmasını, o bölgede İslam'ın yayılıp güçlenmesine sebep olmasını istiyordu.


Allah'ın bütün salih kullarının, bütün Allah yolunun şehitlerinin ve bütün İslam mücahitlerinin selamı senin üzerine olsun ey peygamberin fedakar konukçusu ve ey Hz. Ali (a.s)’ın ihlaslı Şiisi ve ey müşriklere, münafıklara ve din düşmanlarına karşı yılmadan mücadele eden İslam kahramanı!






Resim







Resim






Resim






Resim






Resim






Resim






Resim






Resim




________________________________________
[1] - Sire-i İbn-i Hişam'dan iktibas edilmiştir, c. 2, s. 100; A'yan-uş Şia, yeni baskı, c. 6, s. 284.

[2] - Hz. Resulullah (s.a.a)’in peygamber olarak gönderilişi
[3] - Ula "Birinci ve ilk" anlamına gelir; çünkü bu, Resulullah (s.a.a)'e yapılan ilk biatti.
[4] - el-Gadir, c. 7, s. 262-265; Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.98-100.
[5] - el-Gadir, c. 7, s. 264.
[6] - Bihar-ul Envar, c. 19, s. 109; Sire-i İbn-i Hişam, c. 2, s. 140.
[7] - Bihar-ul Envar, s. 19, s. 121.
[8] - Tenkih-ul Mekal, c.1, s.391.
[9] - Furu-u Kâfi, c.1, s.81; Bihar-ul Envar, c.19, s.12.
[10] - Bihar-ul Envar, c.19, s.109; Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.144.
[11] - Bihar-ul Envar, c.19, s.109.
[12] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.144.
[13] - Sefinet-ul Bihar, c.1, s.52; el-Künye vel Elkab, c.1, s.13.
[14] - Bihar-ul Envar, c.18, s.2.
[15] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.152.
[16] - Bihar-ul Envar, s.18, s.21.
[17] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.314.
[18] - Furu-u Kâfi, Bihar-ul Envar'ın nakline uygun olarak, c.21, s.33.
[19] - Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.174 ve 175.
[20] - Emali-i Tusi, c.1, s.34; Bihar-ul Envar, c.75, s.107.
[21] - İhticac-i Tebersi, c.1, s.103.
[22] - Feraid-us Simtayn-i Himvini, 58. Bab; el-Gadir, c.1, s.162-163.
[23] - el-Gadir, c.1, s.167-168.
[24] - Halifeler döneminde, İslam askerleri tarafından vatanlarının fethinden sonra İslam memleketlerine geçen acemlere köleler anlamında "Mevali" denirdi.
[25] - Bu hadis el-Gadir kitabında bir kaç senetle çeşitli tabirlerle nakledilmiştir. el-Gadir, c.1, s.188-191.
[26] - el-Gadir, c.1, s.197-198.
[27] - Kitab-u Selim b. Kays, s.359 ve 360.
[28] - Kifayet-ul Eser, s.15; Bihar-ul Envar, c.36, s.323.
[29] - el-Gadir, c.9, s.161.
[30] - el-Gadir, c.9, s.125.
[31] - Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.8, s.43. Buna göre Muaviye'nin mektubu yaklaşık olarak şu anlamı taşımaktaydı: Seninle savaşacağım. Bekar kızın, bekarlık perdesini yırtan kimseyi unutmadığı gibi ve birinci çocuğunun (veya bekaretini yok eden birinci çocuğunun nutfesinin) katilini unutmadığı gibi ben de senin de içlerinde olduğun Osman'ın katillerini unutmayacağım ve bir gün sizleri cezalandıracağım.
[32] - Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.8, s.44 ve 45; A'yan-uş Şia, c.6, s.282.
[33] - el-Künye vel Elkab, c.1, s.13.
[34] - A'yan-uş Şia, c.6, s.284.
[35] - A'yan-uş Şia, c.6, s.284; Nasih-ut Tevarih-i Hz. Ali, c.1, s.119.
[36] - Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.7, s.39-42.
[37] - Bihar-ul Envar, c.32, s.315-316.
[38] - Bihar-ul Envar, s.38, s.38-39.
[39] - Nehc-ul Belağa, 87. Hutbe.
[40] - Sefinet-ul Bihar, c.1, s.51; el-Gadir, c.1, s.125.
[41] - Hakemeyn olayında Devmet-ul Cündel'de Iraklıların temsilcisi Ebu Musa Eş'ari'nin, Muaviye'nin temsilcisi Amr-ı As karşısında aldanışı.
[42] - Tetimmet-ul Muntaha, s.19-21; Bihar-ul Envar, c.33, s.351- 356.
[43] - A'yan-uş Şia, c.6, s.286.
[44] - Sefinet-ul Bihar, c.1, s.51.
[45] - A'yan-uş Şia, c.6, s.286.
[46] - Bihar-ul Envar, c.33, s.349.
[47] - Tefsir-u Ayyaşi, c.2, s.92-93; Resulullah (s.a.a) bu ikazı Müslümanların insanların görünüşlerine aldanmalarını önlemek içindi.
[48] - İşte bu yüzden onlara "Marikin" denilmektedir.
[49] - Bihar-ul Envar, c.21, s.173-174; Keşf-ul Gumme, c.1, s.301.
[50] - Bihar-ul Envar, c.21, s.174.
[51] - Bihar-ul Envar, c.33, s.388.
[52] - A'yan-uş Şia, yeni baskı, c.6, s.286; diğer rivayetlere göre Hurkus'u Hz. Ali (a.s) öldürmüştür (Nasih-ut Tevarih-i Hz. Ali (a.s), c.4, s.19).
[53] - Bihar-ul Envar, c.33, s.352; Ali ve Ferzendaneş, -Dr. Tâhâ Hüseyin-, s.123.
[54] - Bihar-ul Envar, c.33, s.394; Nehc-ul Belağa 182. Hutbenin son bölümü.
[55] - Bihar-ul Envar,, s.22, s.113.

Bakın burada Eyüp Sultan Hazretleri`nin türbesi`nin İstanbul önlerin`de olduğu delilleriyle açıklanmış.
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Re: O,tam bir alevî,yiğit bir Ali şiisiydi:EyüpSultan Hazret

Mesaj gönderen ali muhsin »

Musa Özateş yazdı:
Yesevi yazdı:Bir delil yazmamışlar sadece "Emevi ordusunda yer almazdı" diye akıl yürütmüşler.

Olaya bir başka açıdanda yaklaşalım:

O mu değilmi kesin söylenemez kaynaklar var ama yazıldıkları tarih itibarıyla doğru diyebilirmiyiz bilmiyorum çünkü osmanlı kurnazlıkta yapardı böyle popülist hamlelerde yapmış olabilir ayrıca Prof Yalçın küçük fatih sultan mehmet isimli kitabında bu konuyada değinmiş ve
İstanbulun fethinden birkaç gün önce akşemsettin güya bir rüya görüyor ve Eyüp ensarinin mezarı keşfediliyor ve asker bu şekilde motive ediliyor
yani rüyaya dayalı hamleler osmanlıdada çok yaygın bulunan yerin gerçekten Eyüp ensariye ait olup olmadığını kim bilebilir ki?
Yani olay kurgu gibi duruyor tıpkı yüzyıllar sonra Osmanın rüya gördüğü ve osmanlının doğuşuna işaret ettiği türünden kurgusal bir durum var gibi mezar yeri konusunda emin değilim ve emin olmadığım içinde oraya hiç gitmedim gerek duymadım
Yerli bir TV de bir belgesel görmüstüm , orda Ebu Zer Gaffari (Ra) nin Türbesinin Istabulda oldugunu gösteriyordu ve sunucu bir Türbe gösterip " iste Ebu zer Gaffarinin Türbesi burdadir " diye tanitim yapmislardi , oysaki Ebu Zer Gaffarinin Türbesi Lübnanda oldugu Acikca biliniyor , zira böyle Sahtekarliklarida ancak Hayalperest Osmanli Yapar !! Hatta bir aralar zamaninda Imam Ali (as) Türbesinin belli olmadigini ve Imamin Türbesinin " Sir " oldugunu söyleyip Toplumuda Avutup Osmanlinin üretmis oldugu Haci Bektasa yönlendirmeleride görülmüstü ( Görülüyor)..Simdi biliniyorki Imam Ali (as) min Pak Türbesi Irakin Necef Sehrindedir ! Tipik Sinsi Osmanli oyunu budur ,Amaclari ise Emevi Amacidir !!!
Aleviler, Al-i Muhammedin Yetim ( UNUTULAN ) Evlatlarıdır
Allahume Salli Ala Muhammed ve Al-i Muhammed
------
Insana Secde etmek ,insanlik onurunu ayaklar altina almak demektir !
Insana Secde etmek ise insanlik icin bir Zillettir !
Cevapla

“Kutsal Mekanlar ve Ziyaret Yerleri” sayfasına dön