Resimlerle Cemkeran ve Hz Mehdi (a.s)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Resimlerle Cemkeran ve Hz Mehdi (a.s)

Mesaj gönderen MERDAN »

Cemkeran Mescidi

Resim

Cemkeran Mescidi'nin tesisi, 17 Ramazan 293 Hicrî'ye yani, 1129 yıl önceye dayanır.[287]
Şeyh Saduk[288] ile aynı dönemde yaşayan Tarih-i Kum[289] yazarı Hasan b. Muhammed b. Hasan Kummî (Şeyh Fazıl), Şeyh Saduk'un teliflerinden olan Munisu'l-Hazin fî Marifeti'l-Hak ve'l-Yakin kitabından naklen, Cemkeran Mescidi'nin tesisi hakkında şöyle der:

Salih ve takvalı biri olan Şeyh Hasan b. Müslih Cemkeranî der ki:
Hicrî 293 yılında, Ramazan ayının 17. günü Salı akşamıydı. Evimde uyuyordum. Gece yarısı (daha önce tanımadığım) bir grup evime geldi ve beni uyandırarak "Kalk ve Asrın İmam'ı Hz. Mehdi'nin emrine itaat et! Seni istiyor" dediler.

Hazırlanıp dışarı çıktım. Kapıda değerli şahsiyetler vardı. Selam verdim, selamımı aldılar. Hoş geldin, dediler ve beni, bugün Cemkeran Mescidi'nin bulunduğu yere götürdüler. Üzeri güzel bir halıyla örtülü genişçe bir taht ve onun üzerinde de yaklaşık otuz yaşlarında bir genç vardı. Tahttaki yastıklara yaslanmış oturuyordu. Hemen önünde de bir ihtiyar, elindeki kitaptan ona bir şeyler okuyordu. Beyaz ve yeşil elbiseli yaklaşık altmış kadar kişi, bu gencin etrafında namaz kılıyorlardı.

Resim

Hızır (a.s) olduğunu öğrendiğim ihtiyar beni tahta oturttu. Ardından İmam Mehdi (a.f) [tahta oturan genç] öz adımla beni çağırarak şunları söyledi:
"Git ve Hasan b. Müslim'e de ki: Sen birkaç yıldır burada ekin ekiyorsun, biz de bozuyoruz. Beş yıldır burada ziraat yapıyorsun. Bu yıl yine ekin ektin. Bir an önce buranın kazancını bize iade et. Böylece o kazançla buraya mescit inşa edilsin. Hasan b. Müslim'e buranın mukaddes bir yer olduğunu söyle.

Yüce Allah bu mekânı diğer mekânlardan seçmiş ve buraya değer vermiştir. Sense buraya el koyup kendi topraklarına kattın. Allah, tembih olasın diye iki oğlunu senden aldı. Ama sen uslanmadın. Bu işi bırakmazsın tahmin etmediğin bir yerden Allah'ın belasın üzerine inecektir."

"Ey efendim ve Mevla'm! Bunun için bana bir işaret vermelisiniz. Aksi takdirde halk, söyleyeceklerime inanmaz" dedim.

Bunun üzerine İmam, şöyle cevap verdi: "Seyit Ebul Hasan'ın yanına git ve Hasan b. Müslim'i getirmesini söyle. Arazinin bu gelirlerini ondan alsın ve mescit yapımı için ustalara versin. Yine bizim mülkümüz olan Erdahal yakınlarındaki Rehak'ın gelirlerini de alarak mescidin geri kalan masraflarını karşılasın. Bundan böyle Rehak'ın yarı gelirini de bu mescide vakfettik. Artık her yıl onun gelirini bu mescidin yapımında kullanabilirler.
Halka, buraya gelmelerini ve buraya değer vermelerini söyle. Burada dört rekât namaz kılsınlar. İki rekâtını 'mescidin tahiyyet namazı' niyetiyle kılsınlar.

Her rekâtta 1 kez Fatiha, 7 kez İhlas Suresi okusunlar. Rükû ve secde zikirlerini 7 defa okusunlar. Sonra da iki rekât Sahib-i Zaman Namazı kılsınlar. Her rekâtta Fatiha Suresi'ni, 'iyyake nâbudu ve iyyake nestain' cümlesini 100 kere tekrar etmek sûretiyle okusunlar. Rükû ve secdelerde zikirleri 7 kere okusunlar. Namazdan sonra bir kere "la ilahe illallah" desinler ve sonra Hz. Fatıma (s.a) tesbihatını okusunlar. Daha sonra secdeye giderek yüz kere Peygamber ve Ehl-i Beyt'ine selam göndersinler. Kim bu iki namazı kılarsa, Kâbe'de namaz kılmış gibi olur."

Bunları işitince kendi kendime "Burayı sıradan bir yer bilirdim, oysa Sahib-i Zaman (a.f) mescidiymiş" diye söylendim.
O sırada İmam, bana gitmem için işaret etti. Biraz yürümüştüm ki tekrar çağırdı ve şöyle dedi:

"Çoban Cafer Kaşanî'nin sürüsünde bir keçi var, onu satın almalısın. Parasını halk temin ederse, koyunu onların parasıyla alırsın. Vermeyecek olsalar, kendin öde. Yarın gece (Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan gece) o keçiyi getir ve burada (mescidin yanında) kes. Etini, Çarşamba günü (18 Ramazan) hastalara, özellikle de ağır hastalara dağıt. İnşallah Allah hepsine şifa verecektir.[290] Keçinin özelliklerine gelince; alaca renkli, bol yünlüdür. Bir dirhem büyüklüğünde siyah beyaz yedi benek bir yanında, dört benek de diğer yanındadır."

Resim

İşaretleri aldıktan sonra hareket ettim. İmam, yine beni çağırdı ve "70 (veya yedi gün) burada kal…" buyurdu.
Hasan b. Müslih, sözlerine şöyle devam ediyor:
Evime döndüm. Gece boyunca uyuyamadım. Sabah oldu. Namazı kıldıktan sonra Ali b. Münzir'in yanına gittim. Başımdan geçenleri ona da anlattım. Birlikte mescidin olduğu yere gittik. Ali b. Münzir, "Allah'a ant olsun ki İmam'ın (a.f) buyurduğu alametin hepsi burada" dedi. Gerçekten de mescidin sınırlarının kazık ve zincirlerle belirlenmiş olduğunu gördük.

Bu olayın ardından Ali b. Münzir ile Seyit Ebul Hasan'ın yanına gittik. Evine vardığımızda hizmetçileri; "Siz Cemkeran'dan mı geliyorsunuz?" diye sordu. Şaşırmıştık. Aynı edayla "Evet" dedik. "Seyit Ebul Hasan sabahtan beri sizi bekliyor" dediler.
İçeri girip selam verdik. Çok sıcak bir şekilde selamımızı aldı ve beni, ihtiramla iyi bir yerde oturttu. Konuşmamıza fırsat vermeden söze başladı ve şunları anlattı:

"Ey Hasan b. Müslih! Uyumuştum. Rüya aleminde biri bana 'Sabahleyin Cemkeran'dan Hasan b. Müslih adında biri sana gelecek. Onun dediklerine inan ve sözünü kabul et. Çünkü o, bizim sözümüzü sana iletecek. Kesinlikle reddetme' dedi. Rüyamın ardından hemen uyandım. Şu ana kadar da seni bekliyordum."

Resim

Hasan b. Müslih, olayı tüm detaylarıyla Seyit Ebul Hasan'a anlatır. Hâli vakti yerinde olan Seyit Ebul Hasan Rızaî,[291] hizmetçilerine atların hazırlanması emreder. Bir süre sonra atlara binerek Cemkeran'a doğru hareket ederler. Yolda çoban Cafer'e rastlarlar. Cafer'e ait sürü de yolun kenarındaki otlakta otlamaktadır. Hasan b. Müslih, sürünün içerisine girer ve İmam'ın (a.s) anlattığı alametleri taşıyan bir keçinin kendisine doğru geldiğini görür. Keçiyi yakalar ve parasını ödemek ister. Cafer, "Allah'a ant olsun ki bu keçiyi ilk kez görüyorum" der. Hasan b. Müslih ısrar etse de Cafer parayı almaz. Keçiyi daha önce belirlenen yere getirirler ve orada keserler.

Seyit Ebul Hasan mescidin sınırlarını belirleyen kazık ve zincirleri Kum'a getirerek evinde sakladı. Ağır hastalar gelip bu zincirlere sarılır ve şifa bulurlardı.

Ebul Hasan, Kum'un Museviyan Mahallesi'nde (bugünkü Âzer Caddesi) oturuyordu. Burada vefat ettikten bir süre sonra çocuklarından biri hastalandı. Babasının odasına girip kazık ve zincirlerin bulunduğu sandığı açmak ve böylece onlara dokunarak şifa bulmak istedi. Ancak sandığı açtığında içinin boş olduğunu gördü.


Resim

Hz. Ali'nin Cemkeran Hakkında Gaybî Haberi

Emirü'l Müminin Ali'nin (a.s), Hicaz ve Kûfe'de Kum diye bir şehrin varlığı henüz bilinmiyorken Cemkeran Mescidi'nin kuruluşundan 253 yıl önce onun hakkında haber vermiş olması, gerçekten de ilginç bir olaydır. Envaru'l-Muşa'şaîn yazarı Merhum Katuziyan, Hulasâtu'l-Buldan'dan, o da Şeyh Saduk'un Munisu'l-Hazin adlı eserinden naklen şöyle der:

Bir gün Hz. Ali (a.s), Peygamber efendimizin (s.a.a) seçkin sahabelerinden biri olan Huzeyfe b. Yeman'a şöyle buyurdu:
"Ey Yeman'ın oğlu! Zuhurun başlarında Muhammed hânedanının Kaim'i (İmam Mehdi) Kum denilen bir yerde ortaya çıkacak, [293] halkı hakka davet edecek, doğudan batıya herkes ona yönelecek ve İslam yeniden hayat bulacaktır… Ey Yeman'ın oğlu! Bu topraklar kutsaldır ve bütün çirkinliklerden temizlenmiştir...


Onun sancağı, Cemkeran adlı bir mescidin yanında bulunan beyaz bir dağa dikilir. O, bu mescidin minaresinin altından çıkar..."[294]

Resim

Hz. Mehdi (a.f) Hükümetinin Önemli Merkezlerinden Biri Kum'dur

Kum şehri, daha İslamiyet'in I. yüzyılında Şia'nın merkezlerinden biriydi. Bu yüzden birçok imamzâde, imam yakınları ve imam dostları Kum'a yerleşmişti. Hz. Mâsume'nin gelmesiyle bu bölge daha çok önem kazandı. İslam ve Şia kültürü gelişerek yayıldı.

Bu yüzden Kum şehri, daha işin başında Şia'nın önemli bir merkezi hâline geldi. İlim Havzası'nın kurulması ve hızla gelişmesiyle birlikte bu merkez zamanla daha da genişledi ve kalıcı oldu.


İmam Sadık (a.s) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Bilin ki benim ve benden sonra evlatlarımın haremi[273] Kum'dur."[274]
Bu hadisten alınan sonuca göre, İmam Sadık'tan (a.s) İmam Mehdi'ye (a.f) kadar yedi imamın hareminin Kum olduğu anlaşılmaktadır. Antik eserlerden de anlaşıldığı üzere Kum, eskiden olduğu gibi şimdi de mezhebî ve siyasî açıdan çok önemi konuma sahip bir şehirdir. Hz Mehdi'nin (a.f) zuhuru için zemine hazırlamaya gayret gösterenler, asla Caferî fıkhının merkezi olan bu şehri unutmamalı, her gün buraya yönelik katkılarını biraz daha artırmalıdırlar.


Hz. Mehdi'nin (a.f) dünyaya hakim olacak hükümetinin merkezinin Kum olduğunu gösteren birçok rivayetler vardır. İmam Mehdi'nin (a.f) emriyle tesis edilen Cemkeran Mescidi de bunun kanıtlarındandır.

Cemkeran Mescidi (İmam-ı Zaman Camii) hakkında ayrıntılı bilgiye geçmeden önce Kum şehrinin Hz. Mehdi (a.f) hükümetiyle olan bağlantısını doğrudan veya dolaylı olarak gösteren rivayetlerden bazılarını okuyucularımızın mütalaasına sunuyoruz:


1- İmam Sadık (a.s): "Kum ehli bizim yârenlerimizdir."[275]

2- İmam Kâzım (a.s): "Kum'dan bir kişi kıyam edecek ve halkı hakka davet edecek. Bir grup, ona katılacak. Demir gibi dayanıklıdırlar. Olayların şiddetli tufanı onları sarsmaz. Savaştan yorulmaz ve korkmazlar. Allah'a tevekkül ederler. Artık çekinenlerindir mutlu son.[276]

3- Affan Basrî der ki: Bir gün, İmam Sadık (a.s) bana, "Kum'a niçin Kum denildiğini biliyor musun?" diye sordu. "Allah, Resulü ve siz daha iyi bilirsiniz" dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Çünkü Kum halkı, Muhammed hânedanının Kaim'inin [Hz. Mehdi (a.f)] çevresinde toplanır. Onunla birlikte kıyam eder, onun yanında savaşır ve ona yardım eder."[277]

4- İmam Sadık (a.s) ilmin Kûfe'den, Kum'a göçeceği, oradan da dünyanın dört bir yanına yayılacağı anlattıktan sonra sözünü şöyle tamamladı: "

Allah'ın hücceti Kum ehli (sakinleri) vesilesiyle herkese tamam olacak. Öyle ki, dinin ve ilmin ulaşmadığı (en küçük) kara parçası kalmayacak ve sonra Hz. Kaim (İmam Mehdi) zuhur edecek."[278]

5- İmam Sadık (a.s) Kum'u ve halkını methettikten sonra şöyle buyurdu: "Bilesiniz ki Kum ehli, bizim Kaim'imizin (İmam Mehdi) yardımcısı ve hakkımızın savunucusudur."[279]

6- İmam Ali (a.s) Kum'u yad ederken şöyle buyurdu: "Baba, anne, dede, nine, amca ve hala bakımından insanların en hayırlısı olan (Hz. Mehdi'nin) yardımcıları, bu şehirden çıkacak."[280]

7- İsra Suresi 5. ayette, Allah-u Taâla şöyle buyurur:
"O iki vaatten birincisi gelip çattığında size, azap etmede çetin, kuvvetli kullarımızı göndeririz de (zalimleri bulmak için) yurdunuza girip sizi araştırırlar ve bu, (Allah'ın) kesin bir vaadidir."

İmam Cafer Sadık (a.s) bu ayeti okuduktan sonra üç kere "Vallahi onlar Kum ehlidir" buyurdular.[281]

Mezkur ayet, İmam Mehdi'nin (a.f) zuhurunu ve onun cesur ve kahraman yardımcılarını haber vermektedir. Nitekim, Kum halkını zuhur için ortam hazırlayan cesur bir halk olarak tanıtan İmam Sâdık (a.s), sözü edilen ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "İlk vaat, İmam Hüseyin'in kanının intikamının alınacağı vakittir. İmam Hüseyin'in intikamını alacak olanlar, Mehdi (a.s) henüz zuhur etmeden kıyam edeceklerdir."[282]

8- Bir ara İmam Kâzım'ın (a.s) yanında Kum'dan ve Kum halkının Hz. Mehdi'ye (a.f) olan bağlılığından söz açıldı. İmam Kâzım (a.s) onlara dua etti ve şöyle buyurdu: "Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan biri Kum ehlinindir. Onlar bizim en iyi Şiîlerimizdir. Allah, bizim velayetimizi onların hilkatine yerleştirmiştir."[283]

9- İmam Ali (a.s) Kum halkına hayır duada bulunup onları methettikten sonra şöyle buyurdu: "Onlar din ehli, velayet taraftarı, ibadeti bütün iyi kullardır. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi onlara olsun." [284]

10- "Kum, Mehd i- Kaim'in (a.f) yârenlerinin toplandığı yerdir" ve "Kum, Fatımîlerin (Şiîlerin) sığınağıdır"[285] şeklindeki rivayetlerden de anlaşıldığı üzere, İmam Mehdi aşıkları ve dostlarıyla dolu olan Kum, zuhur döneminde o hazretin sağlam bir kalesi olacaktır. [286] Nitekim, "Mecmau'l-Ensari'l-Kaim" lakabı da Kum'un eski lakaplarından biridir.

İmam'ın zuhurunun ardından Kum yine kıyam ve kan şehri olacak, İmam, Mekke ve Kûfe'den sonra burayı dünya hükümetinin önemli merkezlerinden biri yapacaktır.


Resim

Ayetullah Necefî Mer'aşî'nin Cemkeran Mescidi
Hakkındaki Görüşleri


Büyük taklit mercii Merhum Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Necefî Mer'aşî (ö. 1311 H.) Cemkeran Mescidi'nin kuruluşu hakkında şunları söylemiştir:


"Bu mescid-i şerif, Hz. Mehdi'nin (a.f) gaybetinin ilk dönemlerinde kurulmuştur.[295] Eski yazılarda Sahib-i Zaman Mescidi, Cemkeran Mescidi ve Hasan b. Müslih Mescidi olarak da anılmıştır. Bu isimlerin tümü özel nedenlerle bırakılmıştır…[296]

Hz. Mehdi (a.f) burada defalarca görülmüştür. Büyük alim ve muhaddis Şeyh Saduk, Mûnisu'l-Hazin kitabında mescidin kuruluş macerasını ve faziletlerini detaylarıyla anlatmıştır. Sonraları Şeyh Saduk bu mescidi onarmış, Safevîler döneminde de birkaç kez tamirden geçmiştir. Çok sonraları Ayetullah Uzma Şeyh Abdülkerim Hâirî'nin önderliğinde bir kez daha tamir edildi.

Şahsen hakir bir kul olarak kendim de defalarca oranın kerametini gördüm. Kırk Çarşamba gecesi (Salı'yı Çarşambaya bağlayan gece) orada kalmaya muvaffak oldum ve isteklerimi aldım. Bu mescidin, Allah'ın teveccüh ettiği ve bereketini nazil ettiği bir yer olduğu konusunda hiç şüphe yok. Bu mescit, İmam-ı Zaman'a nispet verilen Kûfe'deki Sehle Mescidi'nden sonra yine o hazrete isnat edilen en güzel/ en iyi mekânlardan biridir."[297]


Resim

Cemkeran Mescidi'nde İmam Mehdi ile Mülâkat

Rivayetlere göre, başta alim ve salih kişiler olmak üzere birçok kişi İmam Mehdi'yi (a.f) görme saadetine ermişlerdir. Bunlardan bazıları kitaplarda nakledilmiştir. Biz, kısaca burada, büyük taklit mercilerimizden olan Ayetullah Uzma Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî, Ayetullah Uzma Mer'aşî Necefî ve Ayetullah Sâfî Gulpaygânî'den nakledilen mülakatlarla yetiniyoruz:

Ayetullah Bafikî'nin İmam Mehdi ile Görüşmesi

Ayetullah Muhammed Takî Bafikî, İran'ın önde gelen seçkin ulemasındandır. Rıza Han döneminde, tesettür yasağına karşı gösterdiği mücadeleden dolayı Kum şehrinden Rey'e sürgün edildi. Miladî 1944'te, 72 yaşındayken Rey'de vefat etti. Cenazesi Kum'a getirildi ve Hz. Mâsume'nin türbesinde, Mescid-i Bâlaser'de toprağa verildi. Kum'un ileri gelen alimlerinden biri, Ayetullah Uzma Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî'nin dilinden şöyle nakleder:

Ayetullah Abdülkerim Hâirî'nin taklit merciliği ve Havza'daki önderliği döneminde dört yüz kadar talebe İslamî İlimler Havzası'nda toplanmıştı. Bunlar, Ayetullah Hâirî'nin öğrencilere verdiği bursun sorumlusu olan Ayetullah Bafikî'den kışlık abâ istiyorlardı. Ayetullah Bafikî, olayı Merhum Ayetullah Abdülkerim Hâirî'ye iletti. O da, "Ben dört yüz abâyı nereden alayım?" diye yanıt verdi. Ayetullah Bafikî de "Asrın imamı Hz. Mehdi'den (a.f) alırız, efendim!" deyince Ayetullah Hâirî, "Benim o hazretten alma imkânım yok!" diye cevap verdi. Fakat Ayetullah Bafikî sözünde ısrarlıydı. "İnşallah ben alırım" dedi.

Perşembe akşamı Ayetullah Bafikî Cemkeran Mescidi'ne gitti ve İmam (a.f) ile görüştü. Cuma günü Ayetullah Abdülkerim Hâirî'ye "İmam Mehdi (a.f) Cumartesi günü dört yüz abâ vermeyi kabul buyurdular" dedi.
Ertesi gün tüccarlardan birinin dört yüz abâ getirdiğini ve talebelere dağıttığını gördüm.

Bir müjdeyle aşıkların hüznü son bulacak
Gece karanlığının ardından gök seherle aydınlanacak
Ey dil! Azalt artık acı hicran günlerini şikâyeti
Şühût ve şükür günlerinden daha tatlısı gelecek
Ey Yâkup, dökme eteğine artık, gözyaşı nehirlerini
Güler yüzlü yitik Yusuf, seferden dönecek


Resim

Necefli Alime İmam Mehdi'nin (a.f) Yol Göstermesi

Bir grup güvenilir şahıs, Merhum Ayetullah Uzma Seyit Şahabuddin Hüseynî Mer'aşî Necefî'nin şunları anlattığını rivayet etmiştir:
Bir süreliğine Necef'ten Kum'a gelen alimlerden biri, başından geçen bir olayı bana şöyle anlattı:

Bir sorunum vardı. Cemkeran mescidine gittim. Manevî bir havada kalbimde olanları İmam Zaman'a (a.f) arz ettim. Sorunumun halli için yüce Allah ile aramda vasıta olmasını istedim. Bu niyetle düzenli olarak Cemkeran'a gittim. Ama sonuç alamadım. Bir gün yine o mescitte namaz kılarken kırık bir kalple İmam Zaman'a (a.f) şöyle seslendim: "Ey efendim! Sizin huzurunuzda ve sizin evinizde başkasına tevessül etmem çirkin olmaz mı? Siz, benim İmam'ımsınız! Sizin olduğunuz yerde Kerbela sancaktârı Hz. Abbas'a dahi tevessül etmem ve onu vasıta edinmem doğru olur mu?"

Rahatsızlığın şiddetiyle yarı uykulu bir hâle girmiştim. Ansızın mümkünât aleminin kalbi nur yüzlü Hz. Mehdi'yi (a.f) gördüm. Hemen selam verdim. Selamımı aldıktan sonra şöyle buyurdular: "Çirkin olmadığı gibi, bundan asla rahatsızlık duymam. Hatta sana Kerbela sancaktârı Hz. Abbas'a ne şekilde tevessül etmen gerektiğini söyleyeyim. O'na tevessül etmek istediğinde, "Ya Ebe'l-Gavs edriknî" [Ey kendisine sığınanların babası, yardıma gel ve bana yardım et!] şeklinde hitap et.
O da, İmam Mehdi'nin (a.f) tavsiyesine amel etti ve sonuç aldı.


Resim

Başka Bir Görüşme ve Kum'da İmam Hasan Camii'nin Kurulması Olayı

Merhum Ayetullah Uzma Gulpaygânî'nin (r.a) damadı ve günümüzün önde gelen taklit mercilerinden Ayetullah Uzma Hacı Şeyh Lütfullah Sâfî (Allah ömrünü uzun etsin), şöyle anlatır:

Dönemimizde gerçekleşen ilginç ve gerçek olaylardan biri de şudur:
Kum sakinlerinin ve Tahran-Kum arası yolculuk yapanların da bildiği üzere, bu yol üzerinde Kum'dan Tahran'a giden bir yolcuya göre yolun sağında yer alan ve eskiden Kum'un sınırlarının dışında kalan bir arazi vardır. Kum'un önde gelenlerinden Hacı Yedullah Recebiyân, bu arazi üzerinde görkemli bir mescit yaptırmıştı. Mescid-i İmam Hasan adını verdiği bu mescitte hâlen dahi cemaat namazları kılınmaktadır.[298]

22 Recep 1398 Hicrî'de, Çarşamba akşamı, mescidin inşa macerasını Hacı Recebiyân'ın evinde ve bazı muhterem şahsiyetlerin huzurunda, uzun yıllardır Tahran'da ikâmet eden değerli alim Hacı Ahmed Askerî Kirman-şahî'nin dilinden bizzat işittim. Olayı şöyle anlattı:

"Yaklaşık 17 yıl önce, bir Perşembe günüydü. Sabah namazını kılmış, takibatını yerine getiriyordum. Kapı çalındı, açtım. Oto tamircisi üç genç arabayla gelmiş, 'Bugün günlerden Perşembe; lütfen bizimle Cemkeran Mescidi'ne gelin, birlikte dua edelim. Şer'î hacetlerimiz var' diyorlardı.
O zamanlar gençlere Namaz ve Kurân konulu dersler veriyordum. Üçü de bu derslere katılan gençlerden idi. Tekliflerini işitince utanarak başımı aşağı eğdim. "Ben neyim ki?" dedim. Israr ettiler. Tekliflerini geri çevirsem doğru olmazdı. Bu yüzden arabalarına bindim. Kum'a doğru hareket ettik.


Resim

Eski Tahran yolunda bugünkü binalar yoktu. Sadece sol tarafta Ali Seyyah Kahvehanesi denilen eski bir kervansaray vardı. Bugün Hacı Recebiyân'ın yaptırdığı İmam Hasan Mücteba Mescidi'nin birkaç adım gerisinde aracımız bozuldu.

Gençlerin üçü de oto tamircisiydi. Hemen kaputu açarak arabayla ilgilenmeye başladılar. Ali adlı gençlerden birinden ayak yolu için biraz su aldım. Bugünkü mescidin bulunduğu yere doğru ilerledim. Beyaz tenli, güzel yüzlü bir Seyit'le karşılaştım. Kaşları çatma, dişleri bembeyazdı. Yanağında da bir ben vardı. Sırtında ince bir abâ, başında özellikle Horasanlıların kullandığı yeşil bir sarık ve ayaklarında sarı terlik vardı. Sekiz-dokuz metreyi bulan elindeki çubukla yerleri çiziyordu. Kendi kendime, "Sabah sabah caddenin kenarında, elinde uzun bir çubukla ne yapıyor bu adam? Dost var, düşman var!" diye söylendim. Daha sonra ona dönerek; "Delikanlı! Devir top, tüfek, atom devri. Sopayla işin ne? Git dersini oku!" dedim. Sonra da tuvalet ihtiyacı için uygun bir yer aradım ve buldum. Oturacağım sırada, aynı genç "Askerî efendi, orada oturma, ben orayı işaretledim, orası mescittir" dedi.

Beni nereden tanıdığını, ismimi nerden bildiğini akıl edip de soramamıştım. Büyüğüne itaat eden çocuk gibi "Peki!" dedim ve oradan kalktım. Eliyle işaret ederek "Şu tepenin arkasına git!" dedi.
Dediği yaptım ve kendi kendime bir plan kurdum. Döndüğümde seyidi karşıma alıp sorular soracak ve "git dersini oku" diyecektim. Bu amaçla kafamda üç soru hazırladım:

1- Kum'un 8-9 kilometre dışındaki bu yerde cinler ve melekler için mi mescit yapıyorsun? Ders okumadan mimar mı olmuşsun?
2- Henüz mescit olmamışken burada hacet gidermenin ne sakıncası var?
3- Bu mescitte cinler mi namaz kılacak, melekler mi?
Bu soruları zihnimde hazırladıktan sonra yanına gittim. Ben selam vermeden o selam verdi. Selamını aldım. Elindeki sopayı yere saplayıp beni bağrına bastı. Elleri beyaz ve yumuşaktı. Onunla şaka yapmak istedim.

Tahran'da seyitlerden biri yaramazlık yaptığında hep, "Bugün Çarşamba değil ki!" derdim. Bunu düşünerek seyide:
- Bugün günlerden Çarşamba değil, Perşembe! Güneşin altında işin ne? dedim.

- Bugün Perşembe, Çarşamba değil, diyerek tebessüm etti. Sonra da "Sen şu üç sorunu sor hele!" dedi. Kalbimden haberdar olduğu o an aklımın ucundan dahi geçmemişti.

- Ey Peygamber evladı! Sabahın erken saatlerinde dersini bırakıp caddenin kenarına koşmuşsun. Tankın, topun ve atomun hüküm sürdüğü bu devirde elindeki mızrakla ne yapıyorsun? Gidip dersini okusan daha iyi olmaz mı? diye sordum.

Gülümsedi. Başını aşağı eğerek:
- Mescit projesi çiziyorum, dedi.
- Cinlere mi, meleklere mi, diye sordum.
- İnsanoğluna, dedi. Burası mâmurlaşacak.

-Söyle bakalım, henüz buruda mescit yapılmamışken niçin ayak yoluna gitmeme müsaade etmedin? dedim. Eliyle projeye işaret ederek:
- Hz. Fatıma'nın evlatlarından biri burada şehit edildi. Ben çevresini belirledim. Burası mihrap olacak. Şu gördüğün yer de o şehidin kanının döküldüğü yerdir. Burada müminler namaz kılacaklar. Orası da tuvalet olacak. Çünkü orada da Allah ve Resulü'nün düşmanları ölmüştür, dedi.
Daha sonra bana dönerek:

- Burası da Hüseyniye olacak ve Hüseyin'in (a.s) adı anılacak, dedi.
İmam Hüseyin'in (a.s) adını söyler söylemez ağlamaya başladı. Elimde olmaksızın ben de ağladım. Sonra yine eliyle işaret ederek:
- Şu arka taraf da kütüphane olacak. Kitaplarını verecek misin? dedi.
- Ey Peygamber evladı, üç şartla veririm, dedim. Evvela, eğer yaşarsam…
- İnşallah.
- İkinci olarak; eğer burası mescit olursa…
-Aferin.

- Üçüncü olarak; tek kitap da olsa, gücümün yettiği kadar yardım ederim. Ama artık evine dön. Bunları da unut, dedim.
Tebessümle tekrar bağrına bastı beni.
- Bunu kim, ne zaman yapacak, diye sordum.
- "Yedullah fevka eydîhim"[299] (Allah'ın eli onların elinin üzerindedir), dedi.

- Ben onca ders okudum, yani Allah'ın eli bütün ellerden yukarıda mı, dedim.
- Mescidi tamamlanmış görürsen benden yana burayı yapana selam söyle, dedi.

Beni tekrar bağrına basarak "Allah hayrını versin" dedi. Caddeye çıktım. Araba tamir edilmişti. Nasıl olduğunu sordum. "Sen gelince çalışmaya başladı" dediler. Yakıcı güneşin altında kiminle konuştuğumu sordular. "Elinde on metre uzunluğundaki sopayla o büyüklükteki seyidi görmediniz mi?" dedim. "Hangi Seyit" diye sordular. Şaşırarak arkama dönüp baktım. Seyit orada değildi. Az önceki yerin dümdüz bir yer olduğunu ve tepeciklerin kaybolduğunu görünce oldukça şaşırdım. Ansızın kendime geldim. Sanki uykudan yeni uyanmış gibiydim. Arabada oturdum ve olayı onlara da anlatmadım. Harem-i Şerif'e gittim. Öğle ve ikindi namazını nasıl kıldığımı bilmiyorum.

Daha sonra Cemkeran Mescidi'ne gittik. Öğlen yemeğini yiyip namaz kıldık. Arkadaşlar benimle konuşuyorlardı ama ben onlara nasıl cevap verdiğimi bilmiyordum. Bir tarafımda ihtiyar, diğer tarafımda da genç biri oturuyordu. Artık kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. Cemkeran'a has iki rekâtlık namazı kıldım. Ardından yüz selamı göndermek için secdeye varmak istediğimde güzel kokulu bir seyidin, "Askerî efendi, selamun aleykum" deyip yanıma oturduğunu fark ettim.

Ses tonu sabahki seyidin sesinin aynıydı. Bana nasihatte bulundu. Secdeye giderek selamı ve selam zikrini okumaya başladım. Ama kalbim onun yanındaydı. Başımı kaldırıp "Efendim, siz nerelisiniz ve benim adımı nereden biliyorsunuz?" diye sormak istedim. Ama secdeden doğrulduğumda onu göremedim.

Yanımda duran ihtiyara "Az önce benimle konuşanı gördün mü?" diye sordum. "Hayır" dedi. Gence de sordum, o da görmediğini söyledi.
Adeta bir deprem sarsıntısı yaşıyor gibiydim. Ansızın irkildim ve o seyidin İmam Mehdi (a.f) olduğunu anladım. Bir anda yığılıp kaldım. Arkadaşlar beni dışarı götürdüler. Yüzüme su serpip ne olduğunu sordular.

Kısacası, namazımı kılarak hızla Tahran'a döndük. Merhum Ayetullah Cevad Horasanî, Tahran'a geldiğinde yanına gittim ve olayı anlattım. Seyidin özelliklerini sordu. Bütün özelliklerini söyledikten sonra,"Gördüğün seyit Hz. Mehdi'ymiş (a.f). Ama, şimdilik sabret; eğer orası mescit olursa, demek ki doğrudur" dedi.

Bir süre önce dostlarımdan birinin babası vefat etmişti. Cami ehli arkadaşlarla birlikte cenazeyi Kum'a götürdük. Yolda aynı yere ulaştığımızda iki büyük sütunun yerden yükseldiğini gördüm. "Buraya ne yapıyorlar?" diye sorduğumda, "Hacı Hüseyin Ağa Suhanî'nin çocukları burada Mescid-i İmam Hasan Mücteba (a.s) adlı bir mescit yaptırıyorlar" dediler.

Kum'a girdik. Cenazeyi Bağ-ı Beheşt Mezarlığı'nda toprağa verdik. Yerimde duramıyordum. Arkadaşlara, "Siz yemek yiyinceye kadar ben gelirim" deyip oradan ayrıldım. Bir taksi tutarak Hacı Hüseyin Suhanî'nin çocuklarının dükkanına gittim. "Mescidi siz mi yaptırıyorsunuz" diye sordum. "Hayır, biz yaptırmıyoruz" dediler. "Öyleyse kim yaptırıyor?" diye sorduğumda "Hacı Yedullah Recebiyân" dediler.

Resim

Yedullah kelimesini duyunca kalbim hızla atmaya başladı. Zira İmam, "Yedullah Fevka eydîhim" ayetini okumuştu. Sandalye getirdiler, oturdum. Ter içinde kalmıştım. "Demek ki İmam'ın Yedullah'tan kastı buymuş" diye düşündüm. O güne kadar kendisini hiç görmemiştim, tanımıyordum da. Geri dönüp olayı Merhum Ayetullah Şeyh Cevad'a anlattım.

Gördüğüm olayın doğru olduğunu, bu nedenle Hacı Yedullah'ı görmem gerektiğini söyledi. Dört yüz cilt kitap satın alıp Hacı Yedullah'ı bulmak için tekrar Kum'a gittim. Adresini buldum. Bir dokuma atölyesi vardı. Atölyeyi bulup görevliden onu sordum. Evine gittiğini söyledi. Telefon etmelerini ve Tahran'dan gelen birinin kendisiyle görüşmek istediğini iletmelerini rica ettim. Telefon ettiler. Telefonu Hacı Yedullah kaldırmıştı. Tahran'dan geldiğimi, bu mescit için dört yüz cilt kitap vakfettiğimi ve kitapları nereye bırakmam gerektiğini söyledim.

Hacı Yedullah, bunu niçin yapmak istediğimi ve kendisiyle daha önce bir tanışmışlığımız olup olmadığını sordu. "Efendim, ben sadece dört yüz cilt kitap vakfetmişim" dedim. Niçin vakfettiğimi söylemem için ısrar edince telefonda anlatmamın mümkün olmayacağını söyledim. Bunun üzerine, "Gelecek Perşembe, akşamüzeri, kitapları şu adrese getir" dedi ve adres verdi: Çahar Rah-i Şah, Kuçe-i Sergird Şükrullahî, No: 3.

Adresi alır almaz Tahran'a döndüm. Kitapları paketledim ve Perşembe günü arkadaşlardan birinin arabasıyla tekrar Kum'a döndüm. Doğruca Hacı Yedullah'ın evine gittim. "Bu şekilde kabul edemem, meselenin aslını bilmem gerek" deyince başımdan geçenleri tamamen anlattım ve kitapları takdim ettim. Sonra sözünü ettiğimiz mescide giderek önünde iki rekat İmam Zaman (a.f) namazı kıldım ve ağladım.

Hacı Yedullah, kütüphaneyi tıpkı İmam'ın bana gösterdiği şekilde yaptırmıştı. Hacı, bana orayı göstererek:
- Allah hayrını versin, sen ahdine vefa ettin, dedi.
İşte, İmam Hasan Mücteba (a.s) Mescidi'nin kısaca öyküsü bu.
Buna ilave olarak bu mescitle ilgili Hacı Recebiyân'ın anlattığı ilginç olayı da kısaca nakledeceğiz:


Resim


Yedullah Recebiyân'ın İlginç Öyküsü :


Hacı Recebiyân başından geçen olayı şöyle anlattı:
Genelde Perşembe günü, akşam saatlerinde mescit çalışanlarının ücretleri toparlanır ve ödenirdi. Aynı akşam, mescidin ustası Ekber efendi, işçilerin maaşını almak için gelerek, "Bugün bir seyit geldi, şu elli tümeni mescide verdi. Mescidi yaptıran kişi başkasından para almıyor, dedim. Ama o sert bir şekilde, 'Sana bunu al diyorum! O, bunu alır' dedi. Ben de parayı aldım. Üzerinde 'İmam Hasan Mücteba Mescidi içindir' yazıyor" dedi.

Birkaç gün sonra sabah erkenden bir kadın geldi. Yoksulluktan dolayı sıkıntıları olduğunu ve iki yetime baktığını söyledi. Elimi cebime attım, cebimde hiç para yoktu. Evdekilerden de almak aklıma gelmedi. Daha sonra yerine bırakırım düşüncesiyle mescidin elli tümenini ona verdim. Adres verip tekrar geldiği takdirde yine yardım edeceğimi söyledim. Kadın, parayı aldı ve gitti. Adres vermeme rağmen bir daha hiç gelmedi. Bir süre sonra ben o elli tümeni vermemen gerektiğini anlamış, pişman olmuştum.

Bir sonraki Cuma Ekber usta yine maaş için gelmişti. Bana:
- Eğer kabul edeceğinize dair söz verirseniz size bir şey söylemek istiyorum, dedi.
- Söyle, dedim.
- Eğer kabul ederseniz söylerim, dedi.
- Yapabileceğim bir şeyse olur, dedim.
- Yapabilirsiniz, dedi.

Epey ısrar edince söz verdim. Meğer, o da elli tümeni istiyormuş:
- Seyidin verdiği şu elli tümen vardı ya, onu bana verir misin? dedi.
- Ekber usta! Yaramı tazeledin. Sen o elli tümeni bana verdikten sonra ben de onu yardıma muhtaç bir kadına vermiştim, çok pişmanım, dedim.
Recebiyân daha sonra bize dönerek, "O gün bugündür, aradan iki yıl geçmesine rağmen belki o elli tümene rastlarım düşüncesiyle elime geçen bütün paraları kontrol ediyorum" dedi ve ardından hikâyesine devam etti:
Ekber ustaya, "Geçen hafta naklettiğin olayı tamamen anlatmamıştın. Şimdi iyice anlatmanı istiyorum" dedim. O da başından geçen bu olayı şöyle anlattı:

«O gün, yaklaşık üç buçuk sularıydı. Hava oldukça sıcaktı. Yanımda birkaç işçiyle bu sıcakta çalışıyorduk. Ansızın mescidin kapılarından birinden içeri bir beyefendi girdi. İlgi çekici nuranî bir siması vardı. Çok vakarlı ve heybetliydi. Elim iş tutmaz oldu. Durmak ve sadece onu seyretmek istedim.

Caminin etrafını gezmeye başladı. Daha sonra üzerine çıkıp çalıştığım tahtanın yanına geldi. Abâsının altına elini götürerek bir miktar para çıkardı ve bana dönerek:

- Bunu al ve mescidi yaptırana ver, dedi.
- Efendim! Bu mescidi yaptıran kişi başkasının parasını kabul etmiyor; sizden bunu alacak olursam muhtemelen rahatsız olabilir, dedim.
- Sana al diyorum! O, bunu alır, dedi. Kireçli ellerimle hemen parayı aldım. Dışarı çıktı. Kendi kendime:

- Bu sıcak havada böylesi muhterem bir zat nereden gelmiş olabilir?" diye sordum. İşçi arkadaşlardan Meşhedî Ali'yi görevlendirerek onu takip etmesini, neyle geldiğini ve nereye gittiğini öğrenmesini istedim. Aradan epey bir zaman geçmesine rağmen Meşhedî Ali henüz gelmemişti. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Yüksek sesle "Meşhedî Ali!" diye bağırdım.

Mescidin sütunlarının arkasından cevap verdi.
- Nerde kaldın, ne yapıyorsun? dedim.
- O muhterem zâtı temâşâ ediyorum, dedi.
Yanıma çağırdım, geldi.
- Seyit efendi başını aşağı eğerek çıktı gitti, dedi.
- Neyle, arabası mı vardı? diye sordum.
- Hayır, hiçbir şeyi yoktu, sadece başını eğip gitti,dedi.
- Peki sen ne bekliyordun? diye sordum.
- Hiiç, onu temâşâ ediyordum, dedi.»

Hacı Recebiyân daha sonra bize dönerek şöyle dedi:
"İşte bu, elli tümenin hikâyesiydi. Ama inanın, bu elli tümen mescidin işlerini o kadar etkiledi ki anlatamam. Ben bile mescidin bu şekilde tamamlanacağına ve tek başıma masraflarının üstesinden gelebileceğime inanmıyor-dum. Ama bu elli tümen elime geçtikten sonra hem kendi işlerimde hem de mescidin işlerinde bunun etkisi olduğunu fark ettim."[300] (Hikâyenin sonu.)

Resim
Ayetullah Sâfî der ki:
Her ne kadar anlatılanlar, olayı yaşayan kimse dışında diğerleri için mescidin projesini çizen ve Cemkeran Mescidi'nde konuşan seyidin İmam Mehdi olduğuna delil sayılmasa da, Muhaddis Nurî'nin en-Necmu’s-Sakib adlı eserinin 9. bölümünde de açıkladığı gibi, bu tür olayların ve mukaşefelerin meydana gelişi, en azından Şiîler için hem mektebin doğruluğuna delalet etmektedir, hem de İmam Mehdi'nin (a.f), Şiîlerine olan dolaylı veya dolaysız inayetlerini gözler önüne sermektedir.

Bu tür olayların bir bölümü içinde bulunduğumuz bu asırda meydana gelmiş ve gelmektedir. İnşallah Allah’ın yardımıyla, özellikle de asrımızda o hazretle görüşme şerefine nail olanların yaşadıklarını müstakil bir kitapta toplayacağız.[301]


Resim

Cemkeran Mescidi'nin Bugünkü Durumu :

Ayetullah Uzma Necefî Mer’aşî'nin de anlattığı üzere bu mescit, İmam Mehdi'nin (a.f) emriyle Hicrî 293'te Hasan b. Müslih ve Seyit Ebul Hasan tarafından inşa edilmiş, sonraları Şeyh Saduk (r.a) [ö. 381 H.] tarafından tamir edilmiştir. Safevîler döneminde birkaç kez daha onarılan Cemkeran Mescidi, son olarak Ayetullah Şeyh Abdülkerim Hâirî döneminde de birçok kez bakımdan geçmiştir.

Gencine-i Âsar-ı Kum kitabında şöyle yazılıdır:
"Hicrî 1167 yılında Mirza Ali Ekber Kummî tarafından (Cemkeran Mescidi'ne) etrafı çevrili bir avlu, bir minare ve çeşitli çini işlemeler yanı sıra genel bir tamirat yapıldı. Bu tamiratın ardından, uzun bir aradan sonra bir kez daha restorasyondan geçirilerek süslemeler eklendi.
Kum şehrinin güneydoğusunda yer alan Cemkeran, şehir merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Kum’un en eski köylerinden biridir. Sahib-i Zaman Mescidi ise, köyün yaklaşık 500 m. güneydoğusunda yer alır."

Elinizdeki kitabın yazarı olarak, bu mescidi Miladî 1972 yılından bu yana gerek iç görünümünün, gerekse dış görünümünün her geçen gün biraz daha güzelleştiğini; mescidin, gözle görülür bir şekilde gelişip büyüdüğünü gördüm. Bugün, bünyesinde bulunan birkaç mescit, Hüseyniye, yatakhane, avlu ve dev bir kütüphanesiyle geniş bir alana yayılan büyük bir ibadethâne ve sosyal bir tesis hâline gelmiştir.


Resim

Yurt içinden ve yurt dışından gelen ziyaretçilerin akınıyla Çarşamba geceleri (Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan geceler) Cemkeran, adeta hac döneminde Arafat ve Mina çölünde toplanan kalabalığı anımsatır. On binlerce İmam Mehdi (a.f) aşığı, bu günlerde bu kutsal yere gelerek münacat ve duayla meşgul olurlar.

Kum şehrinin gelişmesi, şehrin neredeyse Cemkeran'a kadar büyümesine sebep olmuştur. Şimdilerde trafiğe açılan "Harem'den Harem'e Caddesi" ( Hz. Mâsume'nin hareminden Cemkeran Mescidi’ne) bu gelişmenin en güzel örneklerindendir.

Resim

Cemkeran Mescidi’ne Has Ameller

Cemkeran Mescidi’nde yapılacak ameller; 4 rekât namazdan ibarettir. İki rekâtı Tahiyyet Namazı ve diğer iki rekâtı ise İmam-ı Zaman Namazı'dır. Tahiyyet Namazı'nın kılınma şekli şöyledir: Her rekâtta Fatiha sûresinden sonra 7 defa İhlas sûresi okunur. Rükû ve secde zikirleri de 7 defa tekrarlanır.

Diğer iki rekâtlık İmam-ı Zaman namazı ise şöyle kılınır: Birinci ve ikinci rekâtlarda, Fatiha sûresinin “İyyake nâbudu ve iyyâke nestaîn” ayetine gelindiğinde, burası 100 kere tekrar edilir ve sonra Fatiha’nın geri kalan kısmı tamamlanır. İhlas sûresi, bir kere okunur. Rükû ve secdede okunan zikirler de 7 kere okunur. Namaz bittikten sonra bir kere “lâ ilahe illallah” denir.[302] Sonra Hz. Zehra Tesbihâtı (34 kere Allah-u Ekber, 33 kere Elhamdulillah, 33 kere Subhanallah) okunur. Daha sonra secdeye gidilerek 100 kere Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ine (a.s) salavat ve selam gönderilir.[303]

Ayetullah Burucerdî, Seyit Muhammed Taki Hansarî, Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî, Ayetullah Hüccet, Ayetullah Sadr, Ayetullah Necefî Mer'aşî ve daha birçok taklit mercii, Cemkeran Mescidi’ne ve amellerine çok önem verirler, bu yolda birçok hâcet ve isteklerine ulaşırlardı. Ayetullah Seyit Hansarî, Cemkeran Mescidi’ne genellikle yürüyerek gider ve oranın amellerini yerine getirirdi.

Güvenilir alimlerden biri, Ayetullah Burucerdî’nin şöyle dediğini rivayet eder: "Cemkeran Olayı ve İmam Mehdi (a.f) ile görüşme, uyanıkken gerçekleşmiştir. (Buna göre) Cemkeran’a ait iki namazı oraya giriş kastıyla kılınız."

Cemkeran mescidi büyüdüğünden, asıl sınırları dışındaki bölümlerde kılınan namazlar (bazı alimlerin buyurduğu üzere) sevap ümidiyle kılınmalıdır. Bu nedenle namazları asıl mescitte kılmak daha iyidir.


http://al-shia.com/html/tur/books/
KAYNAKÇA: Bakınız en altta


YARABBİ BİZLERİDE İMAM MEHDİ-İ KAİMİNİN (A.S) YARENLERİNDEN EYLE. AMİN VELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN.

Resim
--------------------------------------------------------------
HZ. İMAM MUHAMMED MEHDÎ (a.f)

Onbirinci İmâm Hasan Askerî’nin oğlu olan İmâm Mehdî (a.f.) hicrî 255. Yılda Şaban ayı’nın onbeşinde Samarra’da bir sabah vakti dünyâya geldi.

İmâm’ın doğumu, halkın çoğundan, özellikle de saltanat taraftarlarından gizli tutuluyordu. Zîrâ Onikinci İmâm’ın kıyâmı Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından haber verilmişti. İmâm’ın kıyâmını kendi saltanatları için tehlike olarak gören zâlimlerin, O’na bir zarar vermelerinden endişe ediliyor, tedbîr olarak doğum olayı gizleniyordu. Bu yüzden, halkın ekserîsi ve sonraları da İlimlerini Ehli Beyt kaynaklarından almayan kimseler, Onbirinci İmâm’ın, evlâdı olmadan âhirete irtihâl ettiklerini iddia ettiler.

Ancak, Kur’ân ve Ehli Beyt emânetine gereği gibi bağlı olan Şîa-Alevîler ise, bu sırr-ı ilâhîyi kavrayıp, O İmâm’ın doğduğunu kabûl ettiler. İmâm, henüz çocuk yaşlarında iken babasını yitirdi, vasiyet üzere İmâm oldu ve ilâhî bir hikmet gereği de “Ğaybet-i Suğrâ” denilen küçük gizlilik devresi geçirdi. Yaklaşık olarak yetmiş yıl süren bu devrede İmâm, halk ile irtibâtını sefirleri aracılığı ile sürdürüyordu.

Daha sonra da “Ğaybet-i Kübrâ” denilen büyük gizlilik dönemi başladı ve bu dönem İmâm Mehdî (a)’nin zuhûruna kadar devam edecektir. Bizler, Ehli Beyt bağlısı Alevî-Şîi Müslüman’lar olarak, İmâm’ın, ilâhî takdîrin uygun gördüğü güne kadar sır âleminde bulunacağına, vakti geldiğinde ise, zuhûr edip cihânı adâletle dolduracağına inanmaktayız. Zira, güvenilir rivâyetler bu hakîkati bizlere ulaştırmaktadır.


İmâm Mehdî’ye @ âit özelliklerden bazıları:

Mehdî (Allâh zuhûrunu çabuklaştırsın.); Allâh’tan gereği üzere korkan, O’nun emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet eden, âdil, mütevâzi ve vakar sâhibi bir zâttır.

O, hakkın bir zerresinden bile geçmez. O, bütün inananları tek bayrak altında toplayacak, hakkı hâkim kılıp, bâtılı yok edecek, Allâh’ın izni ve inâyetiyle İslâm’ı tüm dünyâya egemen kılacak zâttır.
O, Peygamberin @ mübârek isimlerini taşır. Onun gibi sâde ve temiz giyinir, sâde ve temiz şeyleri yer. Ahlâkı da ceddi Muhammed’in (s.a.a.) ahlâkıdır.

O, zuhûr ettiğinde adâleti tesîs edecek, insanların gönlündeki ikilik ve kin giderilecek. O, güçsüzlere, fakirlere, miskinlere, kimsesizlere, muztaz’af ve mahrumlara karşı özellikle şefkatli davranacaktır.
O; zâlimleri, hakka karşı olanları ve haksızlığa taraf tutanları, Allâh râzı oluncaya kadar cezalandıracak, gerekirse öldürecek ve kimsenin kınamasından korkmayacaktır.

O’nun hükümetinde; siyâsetten ibâdete, eğitimden dağıtıma, savaştan barışa, dostluktan düşmanlığa kadar her şey, Kur’ân-ı Kerîm’e, Resûlullâh’ın sünnetine ve Ehli Beyt’in sîretine-sünnetine uygun olacaktır. [29]
Nur yolunun ışığı İmâm Muhammed Mehdî @ buyurdular; “Ben kıyâm ettiğimde, tâğûtlardan hiç birinin bîatı boynumda olmayacaktır.” [30]


Selâm sana, Ey Sâhibü’z Zamân!
Selâm sana, Ey Hak İmâm!
Selâm sana, yoluna fedâ olduğumuz Cân!
Gayrı bekletme bizi, yetti bu hicrân.


Resim

KAYNAK : Alevi-islam ilmihali sf:57,58
12 İmam yayınları (Kemal Kılıçoğlu)

--------------------------------------------------------------------

http://al-shia.com/html/tur/books/
KAYNAKÇA :


287]- Ayetullah Nurî, Müstedrek’de Cemkeran Mescidi'nin 373 H. K. yılında kurulduğunu yazar ve 293 yılında kurulduğunu reddeder. (Necmu's-Sakıb, s.215. (Cennetu'l-Me'va, s.47) Buna delil olarak da Şey Saduk’un 90 yılından önce (yani 381 yılında) vefat ettiğini söyler. Ancak, anlaşılan şu ki, Hacı Nurî bir hata yapmıştır. Çünkü Şeyh Saduk IV. yüzyıldan 90 yıl önce vefat etmiştir, III. yüzyıldan değil. Buna göre, Cemkeran Mescidi'nin kuruluş tarihi yine 293 yılıdır. (Ruh-i Mucerred, s.292'den alıntı.)
[288]- Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Bâbeveyh Kummî, Şeyh Saduk ismiyle meşhurdur. 381 H. K. yılında vefat etmiştir. Kabri, Rey şehrindedir. Fıkıh, hadis, rical, kelam ve diğer dallarda yaklaşık 500 cilt kitap yazmıştır. Bu büyük şahsiyetin hayatı hakkında daha geniş bilgi için bkz: Bihar, c.1, s.35-42.
[289]- Bu kitap, Hicrî 378'de telif edilmiştir.
[290]- Cemkeren merasimlerinin Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan gecelerde yapılmasının sebebi, muhtemelen bu olaydan kaynaklanmaktadır.
[291]- Türbesi, eski meydana yakın olan Azer Caddesi'ndeki Çehel Ehteran'da, bir sokak içindedir. Şiîlerin ziyaret yerlerinden biridir. (Gencine-i Âsar-ı Kum, c.2, s.362)
[292]- Bihar, c.53, s.230'da Hasan b. Muhammed b. Hasan Kummî-’nin Tarih-i Kum kitabından naklen gelmiştir. O da Şey Saduk’un Munisu’l-Hazin kitabından nakletmiştir. Ayetullah Hacı Nurî, Tarih-i Kum kitabını muteber bilmektedir. (Bihar, c.53, s.233)
Ayrıca Cemkeran’ın kuruluşu ve bununla ilgili gelişen olaylar, şu kaynaklarda da nakledilmiştir: en-Necmu’s-Sâkıb, s.212; Cennetu'l-Me'vâ, s.42; Cemalu’l-Usbû, s.280; Bihar, c.53, s.233; Müstedrekü’l-Vesail, c.3, s.432; Mikyalu’l-Mekarim, c.2, s.563; İlzamu’n-Nasib, c.2, s.58; Kelimet’un Tayyibe, s.337; Nasiru’ş-Şeriat, Tarih-i Kum, s.60; ez-Zeria, c.23, s.282.
[293]- Burada maksat, İmam’ın sonraki aşamalardaki merkezidir. Şüphesiz İmam’ın ilk merkezi ve kıyamının başlayacağı yer Mekke ve Allah’ın evinin yanıdır.
[294]- Envaru’l-Muşa’şaîn, c.2, s.190-194.
[295]- Cemkeran Mescidi, Küçük Gaybet döneminde İmam’ın (a.f) özel vekili Osman b. Said zamanında (17 Ramazan 293 h.k yılında) inşa edilmiştir.
[296]- Önceden meşhur olan ama şu anda pek kullanılmayan adlarından biri de Kademgah-ı İmam-ı Zaman'dır (a.f).
[297]- Ber Setiğ-i Nur, (Ayetullah Mer'aşî Necefî'nin hal tercümesi) s.94-95; Cemkeran Mescidi hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz: Sima-i Sahibu’z-Zaman, Mehdi Hairî.
[298]- Merhum Ayetullah Sutûde Erakî, bu mescitte birkaç yıl cemaat namazı kıldırmıştır.
[299]- Feth, 10.
[300]- Bu olay, aynı zamanda el-İmam Mehdi Mine’l-Mehd İle’z-Zuhur, Allame Merhum Seyit Muhammed Kâzım Kazvinî, s.323'te de yer almıştır.
[301]- Pâsuh Be Deh Porseş, Ayetullah Şeyh Lütfullah Safî Gulpaygânî, s.31-44.
[302]- Metinden anlaşıldığı kadarıyla şöyle denilmelidir: “La ilahe illallah vahdehu vahdeh.”
[303]- Bihar, c.53, s.231.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Kutsal Mekanlar ve Ziyaret Yerleri” sayfasına dön