Kutsal Meşhed Kenti ve Resimlerle İmam Rıza (a.s) türbesi

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Kutsal Meşhed Kenti ve Resimlerle İmam Rıza (a.s) türbesi

Mesaj gönderen MERDAN »

KUTSAL MEŞHED KENTİ VE İMAM ALİ RIZA (A.S) IN
MUQADDES HAREMİ VE TÜRBE-İ SAADETLERİ :


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim


Resim
En son MERDAN tarafından 23 May 2007, 20:38 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

8. İMAM HZ. ALİ RIZA’NIN (A.S) HAYATI - FAZİLETLERİ VE
İRAN’IN MEŞHED KENTİNDEKİ MUQADDES TÜRBELERİ :


Masum İmamların sekizincisi olan İmam Rıza (a.s), Hicri 148’de Zilkade ayının on birinci günü Medine’de doğdu.[1]
Aziz babası, İmam Musa bin Cafer (a.s)’dır; abide ve takvalı annesi ise Tüktem, Necme, Tahire[2] ve Selame[3] isimleriyle meşhurdur.

İmam Rıza (a.s)’ın mübarek ismi “Ali”, künyesi ise Ebu’l Hasan’dır; Rıza, Sabır, Fazıl[4], Vefiy, Reziy[5], Veliy, Zekiy[6] de O’nun lakaplarındandır.
İmam Rıza (a.s)’ın görkemli dönemi, Hicri 183’ten itibaren başlamıştır. O zamanlar siyasi hükümet Bağdat’ta Harun Raşid’in elinde idi. Bu Abbasi halifesinin hükümet sistemi, diktatörlük esasına dayalıydı. Onun memurları, maliyet (vergi) almak için halka işkence yapıyor,[7] sürekli Fatıma (a.s)’ın evlat ve Şiilerini kılıçtan geçiriyorlardı.[8] Nitekim onların büyüğü olan İmam Musa bin Cafer (a.s)’ı yıllarca Basra ve Bağdat’ta hapsettiler ve sonunda O İmamı zehirleterek şehit ettiler.

Resim



Harun Reşit, çılgınca zulüm ve haksızlıklarına ilaveten, yabancıların fikir ve düşüncelerini, özellikle Yunan felsefesini, halkın ilgisini yabancıların ilmine çekmek ve Ehl-i Beyt ailesini ilmi inzivada bırakmak için Müslümanların ilmi havzalarında yayıyordu. Ebubekr-i Harezmi (Ö: 383), Abbasilerin özellikle Harun’un tavırları hakkında Nişabur halkına yazdığı bir mektubunda şöyle yazıyor:

“Harun, nübüvvet ağacını kestiği ve imamet fidanını kökünden kazıdığı bir halde öldü... Hidayet İmamlarından biri ve Mustafa (s.a.a) ailesinin büyüklerinden bir büyük şahsiyet öldüğünde cenazesini teşyi edecek ve kabrini alçı ile düzeltecek bir adam bulunmuyordu. Ama bir palyaço veya maskaracı veya kendilerinden olan bir katil öldüğünde kadı ve hakimler cenazesini teşyi etmeye hazır olur, vali ve yöneticiler onun ağıt toplantısına katılırlardı. Maddeci ve Sofistiler onların ülkesinde emniyet içerisinde yaşıyorlardı, Felsefi ve Manevi (Manevi bir tarikat ismidir) kitaplarını tedris eden kimselere dokunmuyorlardı. Ama Şii olan herkesi katlediyor ve oğlunun adını “Ali” koyanın kanını döküyorlardı.[9]

Resim



İmam Rıza (a.s), Müslümanlara hakim olan siyasi ortamı göz önünde bulundurarak işin evvelinde kendi imametini alenen açıklamadı; fakat Şia ve dostlarıyla ilişkileri vardı. Ama bir kaç yıl geçtikten sonra Harun Raşid’in hükümeti, çeşitli grupların ayaklanmasıyla zayıf bir duruma düştü. İmam Rıza (a.s) bu fırsattan yararlanarak kendi imametini Medine şehrinde aleni etti; itikadî ve içtimaî meselelerde halkın sorunlarını gidermeye başladı. İmam (a.s)’ın kendisi şöyle buyuruyor: “Ben Medine’de idim, bir katıra binip o şehrin sokaklarında dolaşıyordum; o şehrin halkı ve diğer kimseler, ihtiyaçlarını benden istiyorlardı, ben de onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışıyordum... ve mektuplarım şehirlerde geçerliydi.” [10]

Diğer bir sözünde de şöyle buyuruyor :

“Ben ceddim Resulullah (s.a.a)’in hareminde oturuyordum, bir gurup alim de orada dini meseleler hakkında konuşuyorlardı, onlardan biri bir meselede aciz kalınca hepsi bana yöneliyor, sorularını benden soruyorlardı, ben de cevaplarını veriyordum.” [11]

Resim



Horasan bölgesinde hükümet aleyhine ayaklananları yatıştırmak için o bölgeye gitmiş olan Harun Raşid, Hicri 193’te Horasan’da ölerek Tus (Meşhed)’un “Senabad” bölgesinde defnedildi.[12]
Harun’un ölümünden sonra hilafet hakkında onun oğulları Emin ve Memun arasında ihtilaf çıktı. Emin Bağdat’ta kudreti ele geçirdi, Memun da Merv’de (Horasan’da) hilafet tahtına oturdu .[13]

Bu iki kardeş arasındaki ihtilaf beş yıl sürdü. Nihayet hicri 198’de Memun’un ordusu Bağdat’a saldırarak Emin’i katlettiler.[14]
Böylece İslami ülkelerin yönetimi Memun’un eline geçti. Ama Harun’un zulümlerinden rahatsız olan Alevi ve seyitler, onun oğullarının hükümetinden de razı değillerdi. Hicaz, Irak ve Yemen bölgelerinde Memun’un hükümeti aleyhine ayaklandılar.[15]

Resim



Onlar hükümetin, Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin eliyle yönetilmesini istiyorlardı.
Memun, onların kıyamını durdurmak ve Şialar arasında kendine bir yer edinmek için, onların büyüğü ve önderi olan İmam Ali bin Musa er-Rıza (a.s)’ı Horasan’a davet etmeyi ve İmam’ın onun teşkilatında görünmesiyle hükümetinin İmam Rıza (a.s) tarafından teyit edildiğini halka ilka etmeği tasarladı.

Bu yüzden Memun, İmam (a.s)’a birçok davet mektupları gönderdi. Ama her defasında İmam’ın olumsuz cevabıyla karşılaştı. Memun durumun böyle olduğunu görünce İmam’ı tehdit etmeye başladı. İmam Rıza (a.s) Memun’un kendisinden el çekmeyeceğini görünce, Şiilerin kanlarının dökülmesini önlemek için Hicri 200’de Horasan’a doğru hareket etti.[16]
İmam Rıza (a.s) Medine’den ayrılmadan önce, ceddi Resulullah (s.a.a) ile vedalaşmak için O’nun haremine gitti, Resulullah (s.a.a)’in kabrini bir kaç kez ziyaret etti, her defasında yüksek sesle ağlıyordu.[17]

Sonra İmam Cevad (Muhammed Taki) (a.s)’ı yanına alarak tüm vekil ve temsilcilerine O’nun emirlerine uymalarını ve O’na karşı muhalefet etmekten sakınmalarını emretti; aynı zamanda İmam Cevad (a.s)’ın kendi vasisi olduğunu da ashabından güvendiği kişilere açıkladı.[18]

Resim



İmam Rıza (a.s)’ın Horasana hareket edeceği yol, Memun’un emri doğrultusunda Basra, Ahvaz ve Fars şehirlerinden geçiyordu; Kufe ve Kum şehirlerinden geçmeleri yasaklanmıştı.[19] Çünkü Memun, İmam Rıza (a.s)’ın o şehirlerden geçerken oradaki Şialara kendi durumunu açıklayacağından korkuyordu.

Velhasıl, İmam Rıza (a.s) uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Nişabur’a vardı; o şehrin halkı ve alimleri tarafından sıcak bir şekilde karşılandı.
Maliki mezhebinden olan bir muhaddis ve fakih olan İbn-i Sabbağ (Ö: 855) şöyle yazıyor: Ebu Zer’a-yi Razi ve Muhammed bin Eslem-i Tusi, hadis, rivayet ve dirayet ehli olan pek çok alimlerle birlikte Ali bin Musa er-Rıza (a.s)’ın huzuruna varıp şöyle dediler:

“Ey şanı yüce seyyid, ey İmamların evladı, pâk olan babalarının ve kadri yüce dedelerinin hakkı hürmetine, mübarek yüzünü bize göster ve babalarının ceddin Resulullah (s.a.a.)’den duyarak naklettikleri bir hadisi bize rivayet et; biz de seni onunla analım.”

İmam (a.s.) katırını durdurdu ve hizmetçilerine, gölgeliği tahtırevandan bir kenara itmelerini emretti. Böylece İmam (a.s.), mübarek cemaliyle orada bulunanların gözlerini aydınlattı, halk durup İmam (a.s.)’a bakıyor, bazıları feryat ediyor, bazıları ağlıyor, bazıları da İmam’ın bineğinin ayaklarını öpüyordu; ağlama ve sevinç sesleri birbirine karışmıştı.

http://img136.imageshack.us/img136/3471 ... paiuv1.jpg



Nihayet alim ve fakihler halka hitaben yüksek bir sesle şöyle dediler: “Ey millet! Susun ve size faydası olacak sözü iyice dinleyin, ezberleyin...” Bu esnada İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:

“Babam Muse’l- Kazım babası Cafer’üs- Sadık’tan, o da babası Muhammed Bakır’dan, o da babası Zeyn’ül- Abidin Ali’den, o da babası Kerbela şehidi Hüseyin’den, o da babası Ali bin Ebu Talib’den şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir; Habibim ve gözümün nuru olan Resulullah (s.a.a) bana buyurdular ki; Cebrail bana şöyle dedi: Rabb’ul- izzeti Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: “La ilahe illellah” kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim bu kelimeyi derse, kaleme girmiş olur; kaleme giren kimse de, azabımdan amanda kalır (kurtulur).”
Sonra tekrar gölgeliği tahtırevanın üzerine atıp kendi yoluna devam etti.[20]

Ravi diyor ki, katır biraz ilerlediğinde İmam (a.s) yüksek bir sesle bize şöyle buyurdu: “O kelimenin şartlarını gözettiğiniz takdirde Allah’ın azabından kurtulursunuz; ben de onun şartlarındanım.” [21]
O önemli olayda, kalem ve hokkaları ile mezkur hadisi yazanların sayısının yirmi bin kişi üzerinde olduğu kaydedilmiştir.[22]

Resim



Fazl bin Ruzbehan (Ö: 927) Şafii mezhebi alimlerinden olup İmamet meselesini reddetme hakkında “İbtal-u Nehc’ul- Batıl”[23] kitabını yazmasına rağmen zikrettiğimiz hadis hakkında şöyle demiştir: “O hadis, son derece değerli bir hadis olup senetleri de yüksek derecede sahihtir.”[24]

Sözünün devamında şöyle diyor: “Muhakkiklerin dediğine göre, bu hadis öyle sahih bir senede sahiptir ki, eğer onun senedini (senedinde geçen isimleri), deli ve hasta olan bir adama okurlarsa şifa bulur.”
Yine şöyle ekliyor: “Nuh bin Mensur-i Samani isminde olan “Horasan” şahlarından biri, bu senetleri söz konusu hadisle yazıp onun kabrine bırakmalarını vasiyet etti. Bu hakir ve fakir kul da (kendisini kastediyor), o hadisin senetlerinin, eceli yetişmeyen hastaya okunarak şifa verdiğini denemişim. Hasta olup bu kulun yanına gelenlere o senedi okumuşum, okuduğum gün, o hadisin senedinde yer alan kimselerin yüzsuyu hürmetine şifa bulmuşlardır; bu, benim gibi fakirin tecrübe ettiği şeylerdendir.”[25]

İmam Rıza (a.s), Nişabur ve diğer bir kaç şehri geçtikten sonra, Memun’un bulunduğu başkent Merv’e yetişti ve onun tarafından ihtiramla karşılandı.
Memun, siyasi planlarını uygulamak için geniş çaplı bir faaliyet başlattı. Memun ilk önce şöyle dedi: “Ben hilafetten kenara çekilmeyi ve bu makamı sana vererek sana biat etmeyi düşünüyorum.”

Resim



Ama İmam Rıza (a.s) bu öneriyi kabul etmeyerek şöyle buyurdular:“Eğer bu hilafet seninse ve Allah (c.c) tarafından sana verilmişse, onu kendinden uzaklaştırıp başkalarına vermen câiz değildir. Ama eğer hilafet senin değilse, o zaman da kendi malın olmayan bir şeyi bana vermen câiz ve doğru değildir.” [26]

Memun bu önerisinden vazgeçmedi, bu müzakereler tam iki ay sürdü.[27] Sonunda Memun, hilafet teklifinden vazgeçip veliahtlığı İmam’a önerdi ve tam bir küstahlıkla şöyle dedi: “Allah’a and olsun ki, eğer veliahtlığı da kabul etmezsen seni onu kabul etmeğe mecbur ederim, kabul etmediğin takdirde ise boynunu vurdururum.”[28]

İmam Rıza (a.s), veliahtlık makamını kabul etmekten başka bir çaresinin kalmadığını görünce, bir takım şartlarla onu kabul etmek zorunda kaldı; o şartları şöyle açıkladı:

“Ben veliahtlığı şu şartlarla kabul ediyorum; Devlete ait işlerde emr ve nehy etmeyeceğim, fetva ve hüküm vermeyeceğim, vali tayin etmeyeceğim, kimseyi makamından almayacağım, hükümette olan bir şeyi değiştirmeyeceğim, beni bunların hepsinden muaf kılacaksın.” [29]

İmam Rıza (a.s)’ın bu şartları zikretmesi, Memun’un hükümetinin şer’i bir hükümet olmadığını, “ülkenin hiçbir siyasi işine karışmayacağım” buyurması ise o hükümetin İslami bir yönetimle idare edilmediğini göstermektedir. Velhasıl veliahtlık makamı, hicretin 201. yılının Ramazan ayında resmi bir şekilde ilan edildi ve Memun bu olayı ülkenin her tarafına tebliğ etti,[30] İmam Rıza (a.s)’ın adına para bastırdı, kızı Ümmü Habibe’yi O’na nikahladı ve Abbasilerin alameti olan siyah elbise ve bayrakları yeşile dönüştürdü.[31]

Gerçi bu olay, az da olsa Alevi ve Şiilerin gam ve üzüntüsünü giderdi. Ama Abbasileri öfkelendirip onların daha çok bulunduğu yer olan Bağdat’ı sarstı.[32]

Şunu da hatırlatmamız gerekir ki, İmam Rıza (a.s), Memun’un riyakar hükümetine karşı koyması ve onun kültürel siyasetlerini bozguna uğratması için veliahtlığı kabul etmekle kendi canını ölüm tehlikesinden koruması gerekiyordu. Çünkü Memun, babası Harun gibi o günün İslami ülkesini Yunan vb. ülkelerin küframiz düşünceleriyle doldurmuş ve yabancıların kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmıştı; öyle ki ilhadi şüphe ve küframiz fikirler artık dillere düşmüştü.

Kadı Said bin Endülüsi (Ö: 462) şöyle diyor: Hilafet, Abbasilerin yedinci halifesi olan Harun Raşid’in oğlu Memun’un eline geçince, dedesi Mensur’un başlattığı şeyi tamamladı ve Rum sultanları ile ilişkiler kurarak onlardan felsefi kitaplar istedi; onlar da ellerinde olan kitapları Memun’a gönderdiler. Memun da uzman mütercimler bularak o kitapları (Arapça’ya) tercüme etmelerini emretti. Mütercimler de var güçleriyle o kitapları tercüme ettiler. Daha sonra Memun, halkı o kitapları okuyup okutmaya teşvik etti. Memun’un kendisi ise filozoflarla oturup onların münazara ve müzakerelerinden lezzet alıyordu.[33]

Dineveri (Ö: 282) de şöyle diyor: Memun, İklidus’un kitabını Rumlulardan ele geçirip onun tercüme ve izahatının yapılmasını emretti. Memun hilafeti boyunca, edyan ve mektepler arasında münazara meclisleri düzenliyordu.[34]

Memun’un, yabancıların kitaplarını, özellikle Yunan felsefesini Müslümanların arasında yaymaktan maksadı, Ehl-i Beyt ailesine halkın teveccühünü azaltmak ve buna ilaveten Abbasilerin o mübarek ailenin karşısındaki ilmi eksikliklerini örtbas etmek ve Abbasi hükümetinin temellerini gittikçe takviye etmekti.

Ama İmam Rıza (a.s), Ehl-i Beyt ailesinin alimi ve İmamı olarak Abbasi hükümetinin sinsi siyasetine karşı koymuş ve saray alimleriyle çeşitli konularda münazara yaparak dinin hakikatlerini muhafaza etmiştir.
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor: Memun, İmam Rıza (a.s)’ı halkın gözünden düşürmek ve onlara; İmam Rıza artık dünyaya yönelmiştir demesi için veliahtlık makamını zorla İmama verdi. Bu işin, İmam (a.s)’ın halkın yanında makam ve azametinin daha da artmasına sebep olduğunu görünce, İmam Rıza (a.s)’ı ilmi yönde mağlup etmek ve onu halkın yanında küçük düşürmek için çeşitli şehirlerden İmamla tartışmaları için büyük alimler davet etti.

Ama İmam (a.s)’ın karşısına çıkan her Yahudi, Mesihi, Mecusi, Saibi, Berahimei... ve Müslüman fırkaların alimleri, İmamla tartışınca mağlup olarak geri dönüyorlardı. Bu durumu gören halk; “Allah’a and olsun ki O (İmam Rıza), hilafete Memun’dan daha layıktır.” diyordu.[35]

Arz ettiğimiz gibi İmam Rıza (a.s), veliahtlığı kabul etme şartlarını zikretmek ve kendi zamanının büyük alim ve filozoflarını mağlup etmekle Memun’un uğursuz planlarını etkisiz hale getirdi ve bir kez daha Ehl-i Beyt mektebinin hakkaniyetini herkese ilan etmiş oldu.

Memun, durumun bu açıdan da kendi zararına tamam olduğunu ve Bağdat’taki Abbasiler arasındaki kargaşa ve rahatsızlıkları görünce, başkenti Merv’den Bağdat’a intikal ettirmeyi düşündü. Memun, Abbasi ve Arap emirleri yanında itibar kazanmak için İranlı veziri olan Fazl bin Sehl’i, Serahs şehrinde öldürttü.[36] İmam Rıza (a.s)’ı da Tus’da ortadan kaldırmak için bir meclis düzenledi, o mecliste İmam (a.s)’ı zehirleterek şehit etti.[37] İmam Rıza (a.s)’ın pâk cenazesi, o gurbet diyarda “Senabad” köyüne (şimdiki Meşhed) götürülerek Harun Raşid’in kabrinin kıble tarafında toprağa verildi.[38]

Resim



Meşhur görüşe göre, İmam Rıza (a.s), hicretin 203. yılının Sefer ayının sonunda şahadete erişmiştir.[39]
İmam Rıza (a.s)’ın “Cevad” lakabıyla tanınan Muhammed isminde sadece bir oğlu vardı;[40] O da Şiilerin dokuzuncu İmam’ı olan Muhammed Taki (a.s)’dır.

İMAM RIZA (A.S)’IN FAZİLETLERİ :

Hilafet ve Vasiliği

İmam Rıza (a.s) da diğer masum İmamlar gibi Resulullah (s.a.a)’in tayini ve açıklaması ile ve babası İmam Musa Kazım (a.s)’ın O’nu halka tanıtması ile imamet makamına atanmıştır. Bu hususta bazı rivayetleri naklediyoruz:

Mahzumî şöyle diyor:
İmam Musa bin Cafer (a.s) bizi yanına çağırtıp; “Sizi ne için çağırdığımı biliyor musunuz?” diye sordu. Biz de; “Hayır, bilmiyoruz” dedik. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Bu oğlum -İmam Rıza’ya işaret etti- benim vasim ve halifemdir...” [41]
Mansur bin Yunus diyor ki:

Bir gün Musa bin Cafer (a.s)’ın huzuruna gittim; İmam (a.s) bana; “Ya Mansur! Bugün ne yaptığımı biliyor musun?” diye sordu. Ben; “Hayır, bilmiyorum” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ben bugün oğlum Ali’yi vasim ve kendimden sonra halifem kıldım; O’nun yanına git, bu makamından dolayı O’nu tebrik et ve bunu sana emrettiğimi O’na bildir.”
Mansur diyor ki, İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın bu emri doğrultusunda İmam Rıza (a.s)’ın yanına gidip O’nu bu makamından dolayı tebrik ettim ve baban böyle yapmamı bana emretmiştir dedim.[42]

Davud-u Rıkkî şöyle diyor:


İbrahim’in babası İmam Musa Kazım’a; “Canım sana feda olsun, ben artık yaşlanmışım, senden sonra kimin İmam olacağını bana söyle” dediğimde, İmam (a.s), Ebu’l- Hasan’ir- Rıza (a.s)’a işaret ederek; “Bu benden sonra sizin sahibinizdir.” buyurdular.[43]
Süleyman-i Mervzî de şöyle diyor:

İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın yanına vardım; kendisinden sonra Hüccetin (İmam’ın) kim olduğunu sormak istiyordum. Ama İmam (a.s) ben sorumu sormadan şöyle buyurdular: “Ey Süleyman! Oğlum Ali (Rıza) benim vasim ve benden sonra insanların hüccetidir; O, oğullarımın en üstünüdür. Eğer benden sonra yaşayacak olursan, Şiilerimin ve velayet ehli kimselerin yanında halifemi soracak olurlarsa buna tanıklık et.” [44]

Makam ve Mevkisi :

İmam Musa Kazım (a.s) oğullarına şöyle buyuruyordu:

“Bu kardeşiniz (Ali bin Musa er-Rıza), Muhammed Ehl-i Beyt’inin alimidir. Öyleyse O’na dininizle ilgili sorular sorun, dediklerini alın. Babam Cafer bin Muhammed defalarca bana şöyle buyurdular: Şüphesiz Muhammed Ehl-i Beyti’nin alimi senin sulbündedir; keşke ben O’nu görebilseydim; O, Emir’ul Muminin Ali’nin adaşıdır.” [45]

Memun, İmam Rıza (a.s) hakkında şöyle diyordu:
“O, yeryüzü ehlinin en üstünü, en alimi ve en abididir (en çok ibadet edenidir .)”

İlim ve Bilgisi :

İbrahim bin Abbas şöyle diyor:
“Ben İmam Rıza (a.s)’dan bir şey sorulup da O’nun bilmediğini ve o güne kadar da geçmiş tarihi O’ndan daha iyi bilen birini görmedim. Memun her şeyden soru sorarak İmam’ı imtihan ediyordu, ama İmam (a.s) hepsinin cevabını veriyordu. Bütün söz, cevap ve misalleri Kur’an’dan idi. Kur’an’ı üç günde bir hatmediyor ve şöyle buyuruyordu:
“İstesem üç günden daha çabuk Kur’an’ı hatmederim; ama okuduğum her ayet hakkında ve neyin hakkında nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum.” [46]

Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
“Ali bin Musa er-Rıza (a.s)’dan daha alim birini görmedim. Onu gören her alim de benim dediğim gibi demiştir. Memun, bütün din ve mezhep alimlerini toplayarak İmam Rıza (a.s)’la tartışmaları için bir meclis düzenledi. İmam Rıza (a.s) onların hepsini mağlup etti; öyle ki onlar, İmam’ın üstünlüğünü ve kendi acizliklerini itiraf etmekten başka çareleri kalmadı.”[47]

Ebu Salt-ı Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“Ben Medine’de Ravza-i Mutahhara’da oturuyordum, birçok alimler de birbirleriyle tartışıyorlardı, birisi bir meselede aciz kaldığında hepsi bana yönelirlerdi, meseleyi bana sorurlardı, ben de o meselenin cevabını verirdim.”

Ebu Salt-ı Herevi yine şöyle naklediyor:
Muhammed bin İshak bin Musa bin Cafer babasından, Musa bin Cafer (a.s)’ın çocuklarına şöyle buyurduğunu nakletti:
“Bu kardeşiniz Ali bin Musa er-Rıza, Âl-i Muhammed’in alimidir; öyleyse dininiz hakkında O’ndan soru sorun, size dediği şeyi belleyin. Şüphesiz ben Ebu Cafer bin Muhammed (babam İmam Bakır -a.s-)’den defalarca bana şöyle buyurduğunu gördüm:

“Şüphesiz Âl-i Muhammed’in alimi senin sulbündedir; keşke ben onu görebilmiş olsaydım; O Emir’ul- Muminin Ali’nin adaşıdır.” [48]

Bütün Lisanları Bilmesi :

Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:

İmam Rıza (a.s), halkla kendi lisanlarıyla konuşuyordu. Allah’a and olsun ki insanların en fasihi idi; her lisan ve lügati herkesten daha iyi biliyordu. Bir gün İmam (a.s)’a; “Ey Resulullah’ın oğlu! Senin her dil ve lügati bunca ihtilaflı olmasına rağmen bilmene şaşırıyorum” dediğimde şöyle buyurdular:

“Ey Eba Salt! Ben Allah’ın yaratıklarına olan hüccetiyim, Allah Teala insanların lisan ve lügatlerini bilmeyen bir kimseyi insanlara hüccet kılmaz. Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’ın; “Allah Teala fasl’ul- hitap bize verilmiştir” diye buyurmuş olduğu sözü duymamış mısın? Fasl’ul-Hitap (Hitapları ayırt edebilme) lisan ve lügatleri bilmekten başka bir şey midir?” [49]

Cafer bin Ebu Talip evlatlarından olan Süleyman şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’la birlikte bir duvarın kenarında durmuştuk. Bu esnada bir serçe İmam (a.s)’ın önüne gelip ıstırapla ötmeğe başladı. İmam (a.s) bana; “Bu serçenin ne dediğini biliyor musun?” diye sordu.

Ben cevaben; “Allah, resulü ve resulünün oğlu daha iyi biliyorlar” dedim.
İmam (a.s) buyurdular ki: “O serçe şöyle diyor: Bir yılan yuvamdaki yavrumu yemek istiyor.” Öyleyse kalk, şu asayı al eve girerek yılanı öldür!”

Süleyman diyor ki; Asayı alıp eve girdim, bu esnada evde dolaşan bir yılan gördüm ve hemen onu öldürdüm.[50]

Alçak Gönüllülüğü ve Tevazusu :

Yasir-i Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s) yalnız kaldığında, küçük ve büyük bütün akrabalarını toplayarak onlarla konuşup sohbet ederdi, onlara şefkatli davranırdı. Sofraya oturduğunda, büyük küçük bütün aile fertlerini, hatta hayvana bakan ve hacamat yapanları bile sofrası başına oturtuyordu.”[51]

Bir gün İmam Rıza (a.s) hamama gitti, bir adam İmam’a; “Bana kese sür” dedi. İmam (a.s) da onu keselemeğe başladı. Bu arada başkaları İmam (a.s)’ı o adama tanıttılar; o adam özür dilemeğe başladı. Ama İmam (a.s) onun kalbini hoş ederek ona kese sürüyordu.”[52]
Abdullah bin Cafer, Belh ahalisinden olan bir adamdan şöyle dediğini naklediyor:

İmam Rıza (a.s)’ın Horasan yolculuğunda, O Hazretle birlikte idim. Bir gün sofrasını getirmelerini istedi; sofrayı açtıklarında, hizmetçi ve kölelerini kendisiyle yemek yemeleri için sofranın başına topladı. Bunun üzerine; “Canım sana feda olsun, bunların sofrasını ayırırsanız daha iyi olur” dedim.

İmam (a.s) benim bu sözümü duyunca şöyle buyurdular: Sus, herkesin Rabbi birdir, anne babası birdir; mükafat ve ceza da amellere göredir.” [53]

Muaşeret Adabı :

İbrahim bin Abbas şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s)’ın, herhangi bir kelimeyle birisini incittiğini ve bir adamın sözünü yarıda kestiğini kesinlikle görmedim. İmam Rıza (a.s) hiçbir kimseyi, gücü dahilinde olduğu ihtiyaçları karşılamaksızın geri çevirmezdi, ayaklarını kimsenin önünde uzatmazdı, onun karşısında bir yastığa dayanmadı. Onun hizmetçi ve kölelerden birine sövdüğünü ve birisi yanında tükürdüğünü kesinlikle görmedim. Kahkahayla güldüğü görülmezdi, gülmesi tebessüm idi.”[54]

Nadir Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s), bizden herhangi birimiz yemek yediğinde, yemeğimizi bitirmedikçe bizi hizmete almazdı (bize bir iş yaptırmazdı).”[55]

Zikir ve İbadeti :

Reca bin Ebi Zahhak şöyle diyor:
“Allah’a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)’dan daha takvalı, bütün vakitlerinde Allah’ı O’ndan daha çok anan ve Allah’dan O’nun kadar çok korkan bir kimseyi görmedim.”[56]

İbrahim bin Abbas şöyle diyor:

“İmam Rıza (a.s), geceleri az yatardı, çoğu geceleri sabaha kadar ibadet ve zikirle geçirirdi, çok oruç tutardı, her ay üç gün oruç tutmayı kaçırmazdı ve “Her Ay üç gün oruç tutmak, (sevap açısından) bütün günleri oruç tutmak gibidir” buyuruyordu.

İmam Rıza (a.s), gizlide çok iyilik yapar ve sadaka verirdi; bunların çoğunu karanlık gecelerde yapıyordu. Fazilette onun gibi birisini gördüğünü iddia eden kimsenin sözüne inanmayın.”[57]

Reca bin Ebu Zahhak şöyle diyor:

Memun, beni İmam Rıza’yı Medine’den Merv’e götürmekle görevlendirdi ve gece-gündüz O’nu gözetmemi emretti. Ben Medine’den Merv’e kadar İmam Rıza’yla birlikte idim... İmam (a.s) sabah namazını kılıp selam verdiğinde, musallada oturup gün çıkana kadar Allah’a zikir ve dua etmekle meşgul oluyordu; Peygamber’e ve âl’ine salat ve selam gönderiyordu. Sonra secdeye kapanıyordu, gün yükselene kadar öylece secdede kalırdı...

Cömertlik ve Bağışı :

Uzun boylu garip bir adam İmam Rıza (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi:
“Ey Resulullah’ın oğlu, selam’un aleykum. Ben sizi, babanızı ve ceddinizi sevenlerdenim, hacdan dönmüşüm, yol param tükenmiş, beni vatana ulaştıracak bir şeyim kalmamıştır. Eğer mümkünse beni vatana ulaştıracak bir şey lütfederseniz minnettar olurum. Şehrime ulaştığımda bana verdiğiniz malın karşılığını sizden taraf yoksullara sadaka veririm; çünkü ben fakir birisi değilim. İmam (a.s); “Allah sana rahmet etsin, otur.” buyurdu...

Daha sonra kalkıp bir odaya girdi, kapının üst tarafından elini uzatarak Horasanlı adama; “Bu iki yüz dinarı al, kendine yol azığı et, onunla teberrük et ve benden taraf da onun karşılığını sadaka vermen gerekmez...” diye buyurdular.

Horasanlı adam parayı alıp gittiğinde İmam (a.s) o odadan çıkıp geldi. İmam (a.s)’a; “Neden para alınca sizi görmemesi için böyle davrandınız? dediklerinde şöyle buyurdular; “Onun ihtiyacını karşıladığımdan dolayı, utanması ve eziklik hissetmesinden korktum...” [58]

İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında şöyle nakletmiştir:
İmam Rıza (a.s), Horasan’da bir Arefe günü bütün malını yoksullara bağışladı. Fazl bin Sehl; “Bu garamet (büyük zarar) değil midir?” dediğinde şöyle buyurdular: “Hayır, bu ganimettir (bir yatırımdır); kendisiyle mükafat ve keramet aradığın bir şeyi sakın garamet sayma.” [59]

İmam Rıza (a.s) yemek istedi, yemek geldiğinde bir tepsi getirerek sofrasının yanına koyup yiyeceği yemeklerin en güzelini alıp onun içerisine bıraktı; sonra onun fakirlere verilmesini emretti. Daha sonra; “Fela iktehame’l- akabe” ayetini okuyup şöyle buyurdular: “Allah Teala biliyor ki, her insan bir köle azat etmeğe kadir değildir; işte bundan dolayı (yoksullara yemek vermekle) cennete ulaşabilmeleri için onlara bir yol karar kılmıştır.” [60]

Misafiri Ağırlaması :

Abdullah-i Bağdadi bazılarından şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)’a bir misafir geldi. İmam (a.s) bir gece onunla konuştuğu esnada lamba bozuldu, misafir olan adam elini uzatıp onu düzeltmek istedi, fakat İmam (a.s) onu bırakmayarak kendisi onu düzeltti. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Biz, misafirlerimizi hizmete almayan bir kavimiz.” [61]

İşçinin Ücretine Dair Tavsiyesi :

İmam Rıza (a.s)’ın dostlarından olan Süleyman-i Caferi şöyle diyor:
Bazı işler için İmam Rıza (a.s)’la birlikte idim, işim bittiğinde evime dönmek istedim. Ama İmam (a.s); “Bu gece bizim yanımızda kal” buyurdular.

Ben de İmam’la birlikte O’nun evine gittim. İmam (a.s), hizmetçileriyle birlikte yabancı birisinin de bina yapımında çalıştığını görünce; “Bu kimdir?” diye sordu.
Hizmetçileri; “Bize yardım ediyor, ona ücret olarak bir şey vereceğiz.” dediler.

İmam (a.s): “Ücretini tayin etmiş misiniz?” diye sordu.
Hizmetçiler: “Hayır, tayin etmemişiz; her ne verirsek kabul eder.” dediler.
İmam (a.s) bu durumdan çok rahatsız olup sinirlendi. Ben İmamın bu durumunu görünce; “Canım sana feda olsun, rahatsız olma.” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Ben defalarca onlara demişim ki, bir kimsenin ücretini tayin etmeden onu çalışması için getirmeyin. Şunu bil ki, bir kimse ücreti tayin edilmeden işlerse, ücretinden üç kat fazlasını da versen, yine ücretinin az verildiğini zanneder. Ama eğer anlaştığın ücretten fazla ona bir şey bağışlamış olur isen, her ne kadar az da olsa sana teşekkür eder.” [62]

İsrafa Karşı Çıkışı :

İmam Rıza (a.s)’ın hizmetçisi Yasir şöyle diyor:
Bir gün İmam (a.s), çocukların elma yiyip onu iyice bitirmeden attıklarını görünce şöyle buyurdular: “Subhanellah! Eğer sizin ihtiyacınız yoksa, bazı kimselerin buna ihtiyacı vardır; öyleyse onu ihtiyacı olan kimselere verin.” [63]

Abdestte Yardımdan Sakınması :

Hassan-ı Veşşa şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)’ın yanına vardım, Hazretin önünde bir ibrik vardı, onunla abdest almak istiyordu, yanına yaklaşarak eline su dökmek istedim, fakat İmam bu işten sakınarak; “Ya Hasan! Bu işten vazgeç.” diye buyurdular.

Ben; “Neden eline su dökmekten beni nehy ediyorsun; benim sevap kazanmamdan mı hoşlanmıyorsun?” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Sen sevap kazanıyorsun, oysa ben günah işlemiş oluyorum.”

Neden böyle olur? dediğimde de şöyle buyurdular:
“Allah Teala’nın şu sözünü duymamış mısın?:
“Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, iyi amel yapmalıdır ve Rabbinin ibadetine kimseyi ortak koşmamalıdır.” Ben şimdi namaz için abdest alıyorum, namaz da ibadettir; öyleyse onda bir kimsenin benimle ortak olmasını sevmem.” [64]

Cenazeyi Teşyi Etmesi :

Musa bin Seyyar şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s) ile birlikte idim, Tus şehrinin duvarlarına yaklaşmıştık, bir ağlama sesini duyduk, o sesin peşice gittik, derken bir cenazeyle karşılaştık, gözüm cenazeye iliştiğinde İmam (a.s)’ın atından indiğini gördüm. Sonra cenazeye doğru gelip onu kaldırdı, kuzu kendisini annesine yapıştırdığı gibi İmam (a.s) da kendisini ona yapıştırıyordu. Daha sonra bana yönelerek şöyle buyurdular:

“Ey Musa bin Seyyar! Kim bizim dostlarımızdan birini teşyi ederse, annesinden doğduğu gün gibi günahtan dışarı çıkmış olur; öyle ki asla bir günahı kalmaz.”
Musa bin Seyyar şöyle ekliyor:

Cenazeyi kabrin kenarına bıraktıklarında mevlam İmam Rıza’yı cenazenin tarafına gidip halkı bir kenara ittiğini, cenazeye yaklaşıp elini onun göğsüne bırakarak şöyle dediğini gördüm:
“Ey filan oğlu filan! Seni cennetle müjdeliyorum, bu saatten sonra artık sana bir korku yoktur.”

Ben İmam’a; “Canım sana feda oldun, sen bu adamı tanıyor musun? Halbuki sen, Allah’a and olsun ki bugüne kadar bu bölgeye asla gelmemişsin!”

İmam (a.s) cevaben buyurdular ki:“Ey Musa bin Cafer! Şialarımızın amellerinin her gün sabah ve akşam biz İmamlara sunulduğunu bilmiyor musun? Eğer onların amellerinde bir kusur olursa, Allah Teala’dan onun affedilmesini isteriz; ama eğer onların işlerinde bir yücelik görürsek, Allah Teala’dan onlar için mükafat dileriz.” [65]

Din Alimleriyle Münazarası :

Şia’nın büyük alimlerinden olup 1000 yıl önce yaşayan Şeyh Saduk (r.a), rivayetin metnindeki senetle Hasan bin Muhammed en- Nevfilî’den şöyle naklediyor:

Memun, Fazl bin Sehl’e; “Caslik”[66], “Re’s’ul- Calut”[67], “Rüus’us- Saibin”[68], “Horbuz’ul- Ekber”[69], “Nestas-i Rumi”[70] gibi çeşitli mezhep ve din alimlerini bir araya toplamasını emretti. Fazl bin Sehl de onları bir araya topladı. Sonra onların toplandığını Memun’a bildirdi. Memun da onları yanına getirmesini emretti. Onlar Memun’un yanına gelince, Memun onlara hoş geldiniz diyerek sözlerine şöyle başladı:
“Ben sizi hayır bir şey için toplamışım, amcam oğluyla münazara yapmanızı istiyorum. Sabah olunca hepiniz yanıma gelin, kimse gelmekten çekinmesin.”

Onlar da; “Ey müminlerin emiri! Başımız üstüne, yarın erken sizin yanınıza geleceğiz inşaallah.” dediler.
Hasan bin Muhammed en-Nevfilî şöyle ekliyor:

Biz İmam Rıza (a.s)’ın yanında oturup konuşuyorduk. İmam’ın işleriyle ilgilenen Yasir yanımıza gelerek şöyle dedi: “Ey efendim! Müminlerin Emiri size selam iletip şöyle dedi: ‘Kardeşin sana feda olsun, çeşitli din ve milletlerin büyükleri benim yanımda toplanmıştır, eğer onların sözlerini duymak istiyorsan, yarın erken bizim yanımıza gel; eğer gelmek istemiyorsan zorlanma, istediğin takdirde biz senin yanına geliriz.”

İmam Rıza (a.s) cevaben Yasir’e şöyle dedi: “Benim selamımı ona ilet ve ona de ki; maksadını anladım, ben yarın erken sizin yanınıza geleceğim inşaallah Teala.”

Nevfilî diyor ki; Yasir gittiğinde İmam Rıza (a.s) bana buyurdular ki:
“Ey Nevfilî! Sen Iraklısın, Iraklılar zeki olur, Memun’un çeşitli din ve akait alimlerini bir araya toplaması hakkında görüşün nedir?”
Ben cevaben; “Canım sana feda olsun, sizi imtihan etmek ve ilminizin seviyesini öğrenmek istiyor.” dedim...

İmam (a.s): “Acaba onların benim delilimi batıl etmelerinden mi korkuyorsun?”
Nevfilî: “Hayır, Allah’a and olsun ki asla bundan korkum yoktur, senin onlara galip olmanı ümit ediyorum.”
İmam (a.s): “Ey Nevfili! Memun’un ne zaman pişman olacağını bilmek istiyor musun?”
Nevfili: “Evet.”

İmam (a.s): “Ben Tevrat ehli ile Tevratlarıyla, İncil ehli ile İncilleriyle, Zebur ehli ile Zeburlarıyla, Saibiler ile kendi İbrani dilleriyle, Horbuzanla Farsça dili ile, Rumlularla kendi dilleri ile, Makalat Ashabıyla kendi lügatleriyle istidlal edip onları mahkum ederek delillerini çürüttüğümde ve kendi inançlarından vazgeçip benim sözüme uydukları zaman, Memun bu işinden pişman olup oturduğu makamın onun hakkı olmadığı anlayacaktır...”

Sabah olunca İmam (a.s) onların bulunduğu yere gitti... Memun İmam’a iltifat edip saygı gösterdi. Daha sonra Caslik’e dönerek onun İmamla tartışmasını istedi. Caslik şöyle dedi: Ey müminlerin Emiri! Benim kabul etmediğim bir kitap ve inanmadığım bir peygamberle ihticaç edecek olan bir kimseyle ben nasıl tartışa bilirim?”

İmam Rıza (a.s); “Ey Hıristiyanlı! Eğer İncilinle senin aleyhinde delil getirsem, kabul edecek misin?” diye sordu.
Caslik; “Evet, istemesem de kabul edeceğim; İncil’in dediğini hiç inkar edebilir miyim?”

Sora İmam (a.s) onunla İncil ile, Res’ul-Calut’la Tevrat ile, Zebur ehli ile Zebur’la İslam Peygamberinin hak olduğunu geniş delillerle ispatladı, onlar da İmam’ın sözünü teyit ettiler. Başkalarıyla da tartıştı, onları da güçlü delillerle susturmaya mecbur kıldı. Daha sonra şöyle buyurdular:

“Ey cemaat! Eğer sizin aranızda muhalif olup da sorusu olan varsa, sorusunu utanmadan ve çekinmeden sorsun!”
Bu esnada Kelam ilminde eşi olmayan İmran-i Sabi şöyle dedi:
“Ey alimler! Eğer Onun kendisi beni sora sormaya davet etmeseydi soru sormayacaktım. Çünkü ben Kufe, Basra, Şam ve Cizre’ye gidip o bölgelerin alimleriyle konuşup tartışmışım; ama kimse Allah’ın vahdaniyetini bana ispatlayamamıştır...”

İmam (a.s), Allah’ın birliğini ispatlayıcı delilleri detaylı bir şekilde onun için beyan ettiğinde, İmran, İmam’ın delilleriyle ikna olup şöyle dedi:
“Ey efendim, dediklerini anlayıp kanaat getirdim, şehadet ederim ki Allah Teala, senin vasf ettiğin şekildedir; hidayet ve hak bir dinle peygamberliğe seçilmiş olan Muhammed de O’nun kuludur.”

İmran daha sonra kıbleye yönelerek secdeye kapandı ve müslüman oldu. Mütekellimler İmran-i Sabi’nin sözünü duyunca artık bir şey soramadılar. Bu tartışmadan sonra Memun kalkıp İmam (a.s)’la birlikte evin içine gittiler, halk da dağıldı.”[71]

Bayram Namazı Kıldırışı :

Hicri 202 (M: 818.) yılının Ramazan veya kurban bayramlarının birinde Memun, İmam Rıza (a.s)’dan halka bayram namazını kıldırmasını istedi. İmam (a.s) özür dilemesine rağmen Memun isteğinden vazgeçmedi. Nihayet İmam (a.s) Memun’un ısrarını ve bu işten vazgeçmeyeceğini görünce şöyle buyurdular:

“Eğer ben bayram namazı kıldıracak olursam, ceddim Resulullah (s.a.a) ve Emir’ul- Muminin Ali (a.s) gibi namaz kıldırmak için dışarı çıkacağım.”
Memun İmam (a.s)’ın bu sözünü kabul edip; “İstediğin şekilde namaz için dışarı çıkabilirsin” dedi. Memun komutanlarına, hizmetçilerine ve diğer insanlara bayram günü İmam Rıza’nın evinin önünde hazır olmalarını emretti.

Bayram gününün sabahı, güneş doğmadan önce cadde ve sokaklar İmam Rıza’nın nasıl bayram kıldıracağını merak eden insanlarla dolup taşmıştı, hatta kadın ve çocuklar bile oraya gelmişlerdi. Hepsi İmam Rıza (a.s)’ın dışarı çıkmasını bekliyorlardı.

Komutanlar da ordularıyla birlikte, atlarına bindikleri bir halde İmam (a.s)’ın evinin önünde durmuşlardı.
İmam Rıza (a.s) bayram guslü yapıp beyaz bir gömlek giydiler, pamuktan örülen beyaz bir imameyi başına bırakıp imamenin bir ucunu göğüslerine, öbür ucunu ise arkalarına sarktılar; kendilerine bir miktar koku sürüp eline bir asa alarak yanındakilere; “Ben nasıl yaparsam siz de öyle yapın.” buyurdular.

Daha sonra şalvar ve elbisesinin eteğini çemremiş bir halde ayak yalın yola çıkıp hareket etmeğe başladılar. Biraz yürüdükten sonra durup göğe bakarak; “Allah-u Ekber!” diye tekbir getirdiler. Tekbir sesini duyan herkes bir ağızdan tekbir getirdi..
.
Memun’un komutan ve adamları, İmam (a.s)’ı bu halde görünce, onlar da bineklerinden aşağı inerek ayakkabılarını ayaklarından çıkarıp yalın ayakla yürümeğe başladılar.

İmam (a.s) bir müddet namazgaha doğru yürüdükten sonra, tekrar tekbir getiriyorlardı. Her yandan gelip toplanan halk da bir ağızdan tekbir getiriyordu. Herkes ağlamaktaydı; heyecan içindeydi. Adeta bütün şehir İmam (a.s)’la beraber yürümekte ve tekbir getirmekteydi.
Fazl bin Sehl durumu böyle görünce, Memun’un yanına vararak halkın bu durumunu ona anlatarak şöyle dedi: “Eğer durum böyle devam ederse, ne olacağı bilinmez!”

Memun bir adamı İmam’ın yanına göndererek; “Size zahmet verdik, siz geri dönün” diye ricada bulundu. İmam (a.s) da ayakkabılarını isteyip onları giyerek evine döndü.[72]
Halk da böylece Memun’un, İmam (a.s) hakkındaki söylediği sözlerin yalan ve gösteriş için olduğunu ve kendi siyasi hedeflerine ulaşmaktan başka bir hedefi olmadığını anlamış oldu.

İleri Görüşlülüğü :

Muhammed bin Sinan şöyle diyor:
Harun’nun hilafeti döneminde İmam Rıza (a.s)’a; “Siz kendinizi imametlik hususunda meşhur edip babanızın yerinde oturmuşsunuz; oysa Harun’nun kılıcından kan damlıyor!”

İmam (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:“Beni bu işe pervasız eden Resulullah (s.a.a)’in; “Eğer Ebu Cehl benim başımdan bir kıl azaltırsa ben peygamber değilim.” şeklindeki buyurmuş olduğu sözdür. Ben de şöyle diyorum: Eğer Harun benim başımdan bir kıl eksiltirse, şahit olun ki ben İmam değilim!” [73]

Durum İmam Rıza (a.s)’ın buyurmuş olduğu gibi oldu. Harun İmam’a bir tehlike yöneltmeğe kesinlikle fırsat bulamadı. Harun İran’ın doğusunda vuku bulan kargaşalardan dolayı, ordusuyla Horasan’a gitmeğe mecbur oldu, nihayet Hicri 193’te Tus’da ölerek, İslam ve müslümanlar onun meş’um vücudundan güvende kalmış oldular.

Safvan bin Yahya şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) babasının vefatından sonra öyle sözler buyurdular ki, biz Hazretin canından korktuğumuzdan O’na şöyle dedik: “Büyük bir sözü aşikar ettiniz, biz bu tağuttan (Harun’dan) sizin canınız için korkuyoruz.”
İmam (a.s) bizim bu sözümüze karşılık şöyle buyurdular:
“O (Harun), her ne kadar çaba sarf etse de, bana ulaşacak bir yolu yoktur.” [74]

Rıza Adlandırılmasının Sebebi :

Muhammed bin Nasr-i Bezenti şöyle diyor:
Ben İmam Muhammed Taki (a.s)’a; “Muhalifleriniz, babanız İmam Aliyy’ur- Rıza’ya, veliahtlığı kabul ettiğinden dolayı “Rıza” lakabını Memun ona verdi diyorlar” dedim.

İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Allah’a and olsun ki yalan söylüyorlar, gerçek yoldan sapıyorlar. O lakabı Allah Teala ona vermiştir; çünkü O, gökte Allah’ın sevdiği, yerde Resulullah’ın ve Ondan sonra da masum İmamların razı oldukları kişidir.”
Arz ettim: “Peki, geçmiş atalarınız Allah’ın sevgilileri, resulünün ve İmamların razı oldukları kişiler değil miydi; neden yalnız babanız “Rıza” diye anılıyor?

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Dost ve taraftarları ondan razı oldukları gibi muhalif ve düşmanları da O’ndan razı oldular; bu rızalık, atalarından hiçbirine nasip olmadı. İşte bundan dolayı babam “Rıza” diye anılmış oldu.” [75]

Dualarının İcabete Erişmesi :

Muhammed bin Fuzayl şöyle diyor:İmam Rıza (a.s) Arafat’ta durup dua ediyordu, daha sonra başını aşağı salıverdi. Neden böyle yaptınız? dediklerinde şöyle buyurdular:
“Ben, Bermek ailesi aleyhinde, babama yaptıkları zulümden dolayı beddua ettim, Allah Teala da işte bugün benim onların hakkındaki duamı kabul etti.”

İmam (a.s)’ın eve dönmesinden uzun bir zaman geçmeksizin Harun, Bermeki ailesinden olan Cafer ve Yahya’yı yakalatıp onları cezalandırdı ve ailelerinin durumu tamamıyla değişip zelil bir duruma düştüler.[76]
Müfessir olan Muhammed bin Kasım İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şöyle naklediyor:

“Memun, Ali bin Musa er-Rıza (a.s)’ı kendine veliaht ettiğinde, bir müddet yağmur yağmadı. Bundan dolayı Memun’un etrafında bulunan ve İmam Rıza (a.s)’ın muhaliflerinden bazıları şöyle dediler: “Ali bin Musa er-Rıza bu bölgeye geldiğinden beri gökten yağmur yağmamıştır; Allah Teala yağmurunu esirgemiştir.”

Bu haber Memun’a yetişince rahatsız olup İmam Rıza (a.s)’dan istiska (yağmur isteme) namazını kıldırmasını rica etti. İmam (a.s) da Pazartesi günü kıldıracağını bildirdi...

İmam (a.s) Pazartesi günü toplu bir cemaatla çöle çıktı. Herkes İmama bakıyordu. İmam (a.s) minbere çıkarak Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle dua etti:

“Allah’ım! Ey Rabbim! Sen biz Ehl-i Beyt’in hakkını büyük kıldın ki, sen emrettiğin şekilde halk bize tevessül etsin, senin fazl, rahmet, ihsan ve nimetini umsun ve arasınlar. Öyleyse onlara kendi yararlı yağmurunu gönder; yağmurunun başlangıcı bu çölden evlerine döndükten sonra olsun.”

Allah’a and olsun ki, İmam’ın bu duasından hemen sonra rüzgar esmeğe başladı, bulutlar oluştu, gökte şimşek ve yıldırım çakmağa başladı, halk yağmurdan kaçmak için harekete geçti. Ama İmam (a.s); “Ey insanlar! Sakin olun, safları bozmayın, bu bulutlar filan şehre gidiyor” buyurdular. İmam (a.s)’ın buyurduğu gibi bulutlar gelip geçti yağmur da yağmadı.

Daha sonra şimşekli ve yıldırımlı bir bulut daha geldi, yine halk yerlerinden kalkıp hareket etmek istediler. Yine İmam (a.s); “Ey cemaat! Sakin olun, bu bulut da sizin için değildir, filan şehre gidiyor; o şehrin halkına yağacaktır.” buyurdular.

On bulut böylece ard arda gelip geçti. İmam (a.s) da her defasında; “Bu bulut sizin için değildir, filan şehirlere gidiyor, siz yerinizde durun, hareket etmeyin.” buyuruyordu. Nihayet, on birinci kez bir bulut daha aşikar oldu.

İmam (a.s) bu defasında şöyle buyurdular:
“Allah Teala işte bu bulutu sizin için göndermiştir, öyleyse O’na bu lütfünden dolayı şükredin, şimdi kalkın evlerinize gidin; bu bulut evlerinize ulaşmadıkça yağmayacak, evlerinize yetiştikten sonra yağacaktır.”

İmam (a.s) bu sözleri buyurduktan sonra minberden aşağı indi, halk da evlerine doğru hareket etti. Bulut öylece durmuştu, oradaki halk evlerine yetişmedikçe yağmadı. Onlar evlerine yetiştikten sonra öyle şiddetli yağdı ki, havuzlar, çukurlar, nehirler dolup taştı. Halk Resulullah’ın oğlunu (İmam Rıza’yı), Allah’ın O’na bağışlamış olduğu bu kerametinden dolayı tebrik etmeğe başladılar.

Daha sonra İmam (a.s) toplanmış olan halkın arasına gelerek Allah’tan çekinmeği, O’nun nimetlerinin kadrini bilmeyi, bu nimetleri karşısında O’na şükretmeği, müminlerin birbirlerine yardımda bulunmalarını vs. şeyleri onlara hatırlatarak onlara öğüt ve nasihatte bulundu...[77]

Veliahtlığının Hikmeti :

Reyyan bin Salt şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın yanına varıp şöyle dedim: “Ey Resulullah’ın oğlu, halk diyor ki; Ali bin Musa er-Rıza dünyada zahit olmasını izhar etmesine rağmen veliahtlığı kabul etti.” İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Allah biliyor ki, ben veliahtlığı isteyerek kabul etmedim; onu kabul etmekle ölüm arasında muhtar kılınınca kabul etmeyi ölüme tercih ettim. Yazıklar olsun onlara, acaba onlar, Yusuf (a.s)’ın zaruretten dolayı peygamber ve resul olmasına rağmen Mısır padişahının hazinelerinin yöneticiliğini üstlenmek zorunda kaldığını ve bundan dolayı da onun; “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri (mali ve ekonomik kaynakları) üzerinde (bir yönetici) kıl.” diye buyurduğunu bilmiyorlar mı?” [78]

Ben de zaruretten dolayı, ölüme yönelmişken zor ve ikrah üzere veliahtlığı kabul etmek zorunda kaldım. Ben bu işe öyle bir şekilde girdim ki, girmemle çıkmam aynı idi. Öyleyse şikayet Allah’adır ve O, (en iyi) yardım dilenilecektir.” [79]

Ziyareti :

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki kim, Allah’ın farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz.” [80]

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Dostlarımdan her kim, hakkımı tanıdığı halde beni ziyaret ederse, kıyamet günü ona şefaatçi olurum.” [81]

İmam Cevad (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini ziyaret ederse, cennet ehli olur.” [82]
Yine İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini Tus’da (Meşhed), onun hakkını tanıdığı halde ziyaret ederse, cenneti ona garanti veririm.” [83]

Bir rivayette şöyle geçer:
“İmam Rıza (a.s)’ın hakkını tanımak; O’nun itaati farz olan bir İmam olduğunu bilmek ve O Hazretin garip ve şehit olduğuna yakin etmektir.”[84]

İmam Hadi (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kimin Allah’a bir haceti olursa, gusül etmiş olduğu halde ceddim Rıza (a.s)’ın kabrini Tus’da ziyaret etsin, kabrinin başı ucunda iki rek’at namaz kılsın ve namazın kunutunda hacetini Allah’tan istesin. Allah Teala onun, günah ve akrabalarla ilişkiyi kesmek dışındaki dua ve isteklerini kabul eder. İmam Rıza (a.s)’ın kabrinin olduğu yer, cennet buk’alarından (mekanlarından) bir buk’adır; Allah Teala, o buk’ayı ziyaret eden her mümini, cehennem ateşinden kurtararak cennete götürür.” [85]

Duası :

Reyyan bin Salt şöyle diyor:
Ben Ali bin Musa er-Rıza (a.s)’dan bazı kelimelerle dua ettiğini duydum, onların hepsini ezberledim; her zorluk ve sıkıntıda onu okuduğumda, Allah Teala bana kolaylık ve genişlik verdi; o dua şudur:

“Allah’ım! Her gam ve kederde güvencem, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve başıma gelen her musibette sığınağım ve hazırlığım sensin. Kalpleri taz’if eden, kurtuluş yollarını kapatan, işleri aciz bırakan (etkisiz hale getiren), yakını, uzağı ve arkadaşı kaçıran ve düşmanı sevindiren nice gam ve musibetler vardır ki, başkalarından ümidimi kesip sana yönelerek onları sana şikayet ettim. Bu gam ve üzüntüyü sen giderdin, onları sen izale ettin, onlara karşı sen bana yettin. Öyleyse sen, her nimetin velisi, her hacetin sahibi ve her dileğin nihayetisin. O halde bütün hamd ve övgüler sana mahsustur, büyük minnet ve ihsanlar senindir; senin nimetinle iyilik ve doğruluklar kamil olur. Ey ma’rufuyla ma’ruf (ihsanıyla ihsan sahibi) olan ve ey ma’rufla tavsif edilen! Ma’rufunla beni ma’rufuna ulaştır, onunla beni başkasının marufundan müstağni kıl; kendi rahmet ve merhametin hürmetine ey rahmedenlerin en merhametlisi!” [86]
Bu dua, az bir farkla “Bedir” savaşında Peygamber (s.a.a)’den[87] ve “Aşura” günü İmam Hüseyin (a.s)’dan da duyulmuştur.[88]




KAYNAKÇA :________________________________________
[1] - Bihar, c. 49, s. 9 ve 10. Kafi, c. 1, s. 486. İrşad, c. 2, s. 247.
[2] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 1, s. 14.
[3] - El- Mecd-u fi Ensab’it- Talibiyyin, s. 126.
[4] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 250.
[5] - Keşf’ul- Ğumme, c. 3, s. 50.
[6] - Fusul’ul- Muhimme, s. 244.
[7] - Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 362.
[8] - İkd’ul- Ferid, c. 2, s. 44.
[9] - Resail-i Harezmi, s. 79.
[10] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 167.
[11] - Keşf’ul- Ğumme, c. 3, s. 107.
[12] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 338, 344, 355.
[13] - A.k. c. 8, s. 365.
[14] - A.k. c. 8, .478.
[15] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 527. Mekatil’ut- Talibiyyin, s. 422-453.
[16] - Kafi, c. 1, s. 488.
[17] - Uyun-u Ahbar’ür Rıza, c. 2, s. 217.
[18] - İsbat’ul- Vasiyye, s. 224.
[19] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 149.
[20] - Fusul’ul- Muhimme, s. 253 ve 254.
[21] - Yenabi’ul- Mevedde, s. 364 ve 385. Emali-yi Saduk, s. 208. Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 135.
[22] - Fusul’ul- Muhimme, s. 254.
[23] - Şia alimlerinden olan Kadi Nurullah-i Şuşteri (Ö: 1019) “İhkak’ul-Hak ve İzhak’ul-batıl” kitabını, Fazl bin Ruzbehan’ın kitabının reddinde yazmıştır. Bundan dolayı feci bir şekilde şehit edilmiştir. Bkz. İhkak’ul Hak, s. 159. (Ayetullah Mer’aşi-yi Necefi’nin bu kitaba yazdığı mukaddime.)
[24] - Mihman Name-yi Buhara, s. 342.
[25] - Vesilet’ul- Hadim, s. 217.
[26] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 149.
[27] - A.K. s. 149.
[28] - A.K. s. 140.
[29] - Kafi, c. 1, s. 489. Uyun, c. 2, s. 15. İrşad, c. 2, s. 260.
[30] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 554.
[31] - Vefeyat’ul- A’yan, c. 2, s. 432. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 162.
[32] - Et-Tenbih-u ve’l- İşraf, s. 302.
[33] - Muhtasar-u Tarih’ud- Duvel, s. 136.
[34] - Ahbar’ut- Tival, s. 401.
[35] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 239.
[36] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 565.
[37] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 243.
[38] - A.K. s. 248.
[39] - İ’lam’ul- Vera, s. 303. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4,s. 178. Nur’ul- Ebsar, s. 160.
[40] - İsbat’ul- Vasiyye, s. 230. Keşf’ul- Ğumme, c. 3, s. 92.
[41] - İ’lam’ul- Vera, s. 304.
[42] - Bihar’ul- Envar, c. 49, s. 14.
[43] - A. K. c. 49, s. 15.
[44] - A. K. c. 49, s. 15.
[45] - İ’lam’ul- Vera, s. 315.
[46] - Keşf’ul- Ğumme, c. 3, s. 106. İ’lam’ul- Vera, s. 314. Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2,s. 180. Emali-yi Saduk, s. 525.
[47] - Keşf’ul- Ğumme, c. 3, s. 107. İ’lam’ul- Vera, s. 315.
[48] - Bihar’ul- Envar, c. 49, s. 100.
[49] - A. K. c. 49, s. 87.
[50] - A. K. c. 49, s. 88.
[51] - A. K. c. 49, s. 99. Menakıb-ı Şehraşub, c. 4, s. 362.
[52] - A. K. c. 49, s. 101. Menakıb, c. 8, s. 230.
[53] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 159.
[54] - A.K. s. 184. İ’lam’ul- Vera, s. 314.
[55] - Kafi, c. 6, s. 298.
[56] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 180.
[57] - A.K. s. 184. İ’lam’ul- Vera, s. 314.
[58] - A. K. c. 49,s. 101.h.19. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 360.
[59]- İhkak’ul-Hak, c. 12,s. 356. Müntehe’l- A’ mal, c. 2, s. 467.
[60] - Bihar, c. 49, s. 97, h.11.
[61] - A. K. c. 49, s. 102. Kafi, c. 6, s. 283.
[62] - A. K. c. 49, s. 106. Kafi, c. 5, s. 288.
[63] - A. K. c. 49, s. 102, H.21.
[64] - A. K. c. 49, s. 104, H.30.
[65] - A. K. c. 49, s. 98.
[66] - Hıristiyan oskofların reisi.
[67] - Yahudi alimlerin reisi.
[68] - Melek veya yıldıza tapanların, ya da Hz. Yahya’nın dinine mensup olanların büyükleri.
[69] - Ateşe tapanların kadısı.
[70] - Rumlu tabip) ve mütekellimler (akait ilminde üstat olanlar.
[71] - Bihar, c. 49, s. 173, h. 12. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı biz onu özet olarak aktardık.
[72] - İrşad-ı Mufid, s. 213-214. Uyun, c. 2, s. 148-149.
[73] - Kafi, c. 8, s. 257.
[74] - A. K. c. 1, s. 487.
[75] - Uyun, c. 1, s. 24, H.1.
[76] - Uyun, c. 2, s. 54, H.1. Bihar, c. 49, s. 85, H.4.
[77] - Uyun, c. 2, s. 383. B.41. H.1. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı onu özet olarak aktardık.
[78] - Yusuf/55.
[79] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 139. Emali-yi Saduk, s. 68. İlel’uş- Şerayi, s. 239.
[80] - Men La Yahzuruh’ul- Fakih, c. 2, s. 584 ve 585. Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 257. Emali-yi Saduk, s. 62.
[81] - Emali-yi Saduk, s. 104. Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 258. Men La Yahzuruh’ul- Fakih, c. 2, s. 583.
[82] - Kamil’uz- Ziyarat, s. 303 ve 304.
[83] - Men La Yahzuruh’ul- Fakih, c. 2, s. 583. Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 256.
[84] - Bkz. Men La Yahzuruh’ul- Fakih, c. 2, s. 584. Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 259. Emali-yi Saduk, s. 105.
[85] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 2, s. 262. Emali-yi Saduk, s. 471.
[86] - Emal-yi Şeyh Mufid, 273. Emali-yi Şeyh Tusi, c. 1, s. 33.
[87] - Muhec’ud- Da’vat, s. 69.
[88] - Tarih-i Taberi, c. 5, s. 423. İrşad, c. 2, s. 69.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

7 adet wideo klip tavsiyesi

Mesaj gönderen MERDAN »

- BİR TAVSİYE -

Değerli ehlibeyt dostları,

Kutsal mekanları ziyaret ve türbelerle ilgili olarak
kardeş sitelerden (www.zehranet.com) da 5 tane
daha yeni wideo klip’e rastladım.daha önceden haberi
olmayan kardeşler için paylaşmak istedim :

Şöyle ulaşabilirsiniz :

Sitenin ana sayfasına girerek, en üstte multimedya
yazısını tıklayıp, açılan sayfanın yine en üstündeki
İmam Rıza Türbesi (meşhed) yazısına tıklayarak
mersiyeler eşliğinde harika görüntüleri kesintisiz
olarak izleyebilirsiniz.


Aynı sayfanın hemen altında konuyla ilgili 5 dosya var :

1. İMAM ALİ TÜRBESİ (Necef)
2. İMAM RIZA TÜRBESİ ( Meşhed))
3. İMAM M.KAZIM VE NAKİ TÜRBELERİ (Kazımeyn)
4. İMAM HASAN ASKERİ TÜRBESİ (Samerra)
5. İMAM MEHDİ (a.f) NİN GAYBETİNİN GERÇEKLEŞTİĞİ
MAĞARADAN ÇEKİMLER.


Ayrıca orada 2 dosya daha var ki izlenmeye değer :

1. EBA SALİH YA MEHDİ (a.f)
2. HAYDARIN TECELLİSİ (seyyid Nasrallah r.a )


Allah (cc) Qur’an ve ehlibeyt (a.s) yolunda olanların yar ve
yardımcımız olsun. Wesselam.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Meşhed’de 3 bin el yazması Kuran


Meşhedde 3000 el yazması Kur'an :

Mukaddes Meşhed şehrinde bulunan İmam Rıza Haremi’nin kültür bölümünden yapılan açıklamaya göre, Haremin müzesinde 3 bin el hattı Kuran bulunmaktadır.

İran Kuran Haber Ajansı İkna’nın Meşhed şehrinden bildirdiği haber göre, müzedeki yerin yeterli olmamasından dolayı bu el yazması kuran nüshalarının sadece 79 adedi sergilenmektedir.

Şu anda müze için ayrılan 400 metrekarelik alanın yeterli olmadığını söyleyen müze sorunlusu Cevat Dersui, bu nüshaların sols, nuseh, ruka ve reyhan olarak yazıldığın ve bazılarının altın harflerle işlendiğini söyledi.
Bu müzede İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynelabidin ve İmam Rıza’ya ait Kuran nüshaları olduğunu söyleyen Dersui, ayetlerin geyik derisi üzerine yazıldığını bildirdi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Harem-i Rezevi Haber Servisi:
İmam Rıza Haremi 8 kat daha genişletilmiştir.

İmam Rıza Hareminin mütevelli yardımcısı: Son 28 yılda İslam İnkılâbından önceki durumuna oranla 8 kat daha genişletilmiştir.

İran Kuran Haber Ajansı İkna’nın Horasan Şubesinden verdiği habere göre Seyit Ahmet Alevi Cuma günü Irak Kültür Bakanı ile yaptığı görüşmede, İran ve Irak’ta bulunan mukaddes türbelerin genişletilmesi ve geliştirilmesi konusunda iki ülke arasında ortak çalışmanın önemine dikkat çekti.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

İmam Ali Rızanın (a.s) mübarek türbesi gül suyuyla yıkandı

İmam Hz. Ali bin Musa Rızanın (a.s) türbesi Valiyyi Fakih’in vekilinin katılımıyla gül suyuyla muattar oldu.

İran Kurân Haber Ajansı İkna’nın bildirdiği habere göre, bu merasimde Valiyyi Fakih’in vekili Ayetullah Abbas Vaiz Tebesi, Meşhet Cuma İmamı Hüccetü-l İslam Alemul Hüda, Kültür Bakanı ve Horasan valisinin katılımıyla İmam Rıza’nın Mübarek türbesi gül suyuyla yıkanarak muattar edildi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Horasan:
İmam Rıza’nın (a.s) türbesinde bulunan bürolar tarafından 600 bin kişinin değişik konulardaki soruları cevaplandırıldı.


İmam Rıza (a.s) makamında bulunan dini sorulara cevap bürolarında bu yıl 600 bin kişinin dini soruları cevaplandırılmıştır.
İran Kuran Haber Ajansı İkna’nın Mukaddes Meşhet şehrinden verdiği habere göre, İmam Rıza (a.s) hareminin “Dini soruları Cevaplandırma Kurumu” sorumlusu Hüccetü’l İslam Azizi 600 bin kişinin dini sorularına cevap verildiğini açıklayarak şunları söyledi: “Bu yılın ilk altı ayında dini sorulara cevap veren bürolara 468 bin erkek ve 182 bin bayan müracaat etmiştir. Dini soruları cevaplamakla sorumlu 7 büro, değişik dini konularda sorulan sorulara cevap vermiştir.”


İmam Rıza’nın doğum günü gibi özel günlerde dahi bu bürolar kesintisiz 24 saat hizmet vermektedir.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

İmam Rıza’nın (a.s) hareminde namaz fuarı…

Azad Üniversitesi namaz konulu bilim, kültür ve sanat eserlerinin sergilendiği fuarın, bu üniversitenin rektörü Dr. Casibi’nin iştiraki ile Mukaddes Meşhed kentinde açılışını yaptı.
İran Kuran Haber Ajansı İkna’nın Horasan Şubesinin haberine göre, İslami Azad Üniversitesinin desteği ile açılan bu fuarda namaz konulu hat sanatı, resim, grafik, film, fotoğraf, haber, el sanatları ve araştırma olmak üzere 8 daldaki eserler sergilendi.

Bu kültür ve sanat eserleri, İslami Azad Üniversitesinin 11 kam püsündeki 1500 eserin arasından seçilmiştir.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Kurâni Araştırmalar Grubu:
Meşhed’de ‘Sırat’ isimli bir Kurân programı cd’si hazırlandı


Horasan’daki Dar’ul Kurân’ul Kerim Müessesesi tarafından Kurân, ezan ve tevaşih eğitimi verecek Sırat isminde bir program cd’si hazırlandı ve yakında piyasaya sürülecek.

Bu müessesenin müdürü Muhammed Alizade İkna’nın Horasan muhabirine yaptığı açıklamada, bu programın yaklaşık 6 aylık bir araştırma ve çabanın ürünü olduğunu dile getirdi. Bu ve benzeri çalışmalarda amaçlarının İslam ve Kurân kültürünü toplumda yaymak olduğunu belirten Alizade, bu programın ülke genelinde yapılacak olan Kurân seminerine de gönderileceğini söyledi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Kutsal Mekanlar ve Ziyaret Yerleri” sayfasına dön