Kerbela-i Kâzım

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Kerbela-i Kâzım

Mesaj gönderen MERDAN »

İran’da,İlâhî bir lütuf sonucu,bir anda çok farklı bir şekilde Kur’an hafızı olan :

KERBELÂ-İ KÂZIM’IN (R.A) İLGİNÇ HAYAT ÖYKÜSÜ :

Hicri 1300 yılında İran'ın Erak iline bağlı Ferahan ilçesinin "Saruk" adlı köyünde dünyaya gelen, 1378 Hicri Kameri yılında vefat ederek Allah'ın rızvanına kavuşan Merhum Kerbelai Muhammed Kazım, İlahi kerem ve feyizlerin tecellisi için iman, amel, niyet ve davranışını Allah'ın rızasına mazhar olacak şekilde temizleyen ve Allah'ın velilerine mahsus kerametlere mazhar olan bir şahıstır.

Evlatları bile henüz hayatta bulunan ve görüp tanıştığı on binlerce insanın şahadeti üzere Ehl-i Beyt Mektebinin sadık bir takipçisi olan bu şahıs büyük bir ilahi keramete nail olup bir anda Kur'an hafızı olmuştur.

Ömrünün sonuna kadar, kendi samimiyet ve sadeliğini bir an bile kaybetmemiş ve her türlü gösterişten uzak kalmış, canlı bir mucize olarak hayatıyla insanlara örnek olmuştur.

Biz de kalplerinde iman ve nur mayası yanmakta olan, insanlara örnek olur diye bu şahsiyetin öyküsünü yazmayı kendimize bir vazife bildik.

Şimdi Kerbelaî Muhammed Kazım'ın, nasıl bir anda Kur'an-ı Kerim'in hafızı olduğu öyküsünü, birlikte okuyalım:

Hafız Olma Öyküsü

Muhammed Kâzım, İran'ın Batısında yer alan Erak ilinin Ferahan ilçesinin "Saruk" köyü ahalisinden bir çiftçi idi. Bölge halkının çoğunluğu gibi okuma yazma nimetinden mahrumdu. Bir yıl, ilahî ahkâmı, helal ve haramı tabliğ etmek için o köye gelen bir din alimi konuşmasında, humus, zekât vb. meselelere temas ederek; "Buğdayları nisap haddine ulaşıp da fakirlerin hakkı olan zekâtını vermeyenin malı haramla karışmış olur. Eğer zekâtı verilmemiş buğdayların parasından ev veya elbise alınırsa, o evde ve o elbiseyle namaz kılınamaz" diyerek açıklamada bulunuyor. "Her Müslüman, diyor “helal ve harama dikkat etmeli ve malının zekâtını vermelidir".

Bu konuşmadan sonra Muhammed Kâzım, üzerinde çalıştığı tarlanın sahibinin zekât vermediğini bildiğinden dolayı onun malının haramla karıştığı ve geçimini haramla karışmış bir malla idare ettiği hakkında derin derin düşünmeye başlar ve sonunda kararını verir: “Tarla sahibine zekât vermesini hatırlatırım. Kabul etmezse o köyden çıkıp ücreti temiz ve helal olan bir parayla geçimimi sağlamak için başka bir yere göç ederim.” Bu girişimi sonuçsuz kalınca, birkaç yıl köyünün dışında çalışır. Niyahet köyüne dönmesini rica ederler. Müstakil olarak çiftçilik yapması için kendisine bir yer, bir miktar da buğday verirler.

Muhammed Kâzım o yıl ektiği buğdayın yarısını (herhalde zekât olarak) fakirlere verir, diğer yarısını da tohum olarak kullanır. Allah onun ziraatına bereket verir, normalden fazla mahsul elde eder. Artık o yıldan itibaren mahsulünün yarısını fakirlere vermeye karar alır. (Oysaki zekât, tarlasına göre onda veya yirmide birdir.) Böylece her yıl mahsulünün yarısını fakir ve yoksullara vermeye başlar.

Bir yıl mahsulünü toplayıp harmanını dövdükten sonra, harmanının samanını savurmakla meşgul olduğu günlerin birinde öğleye yakın rüzgar kesilip hava sıcaklaşınca artık işine devam edemeyip eve dönmek zorunda kalır. Yolun yarısında bir fakir onunla karşılaşır ve: "Bu yıl mahsulünüzden bize bir şey vermediniz, galiba bizi unuttunuz." dedi. Muhammed Kâzım: "Hayır, unutmadım. ama henüz mahsulü toplayamadım diye cevap veriyor." O fakir bunu duyunca sevinip köye doğru gitti Muhammed Kâzım rahat edemeyip tekrar tarlasına döndü o fakire buğday götürmek için çok zahmetle biraz buğday elde etti.

Koyunları için de birazcık ot biçmişti. sonra buğday ve otları omuzuna alıp köye doğru hareket ediyor. Yolu üzerinde, "72 İmamzade" diye meşhur olan bir türbe ve bahçesi var. Dinlenmek için ot ve buğdayı bir kenara bırakarak imamzade'nin bahçesinin kenarında oturdu. Bu esnada iki yakışıklı gencin ona doğru geldiklerini görüyor. Onlar: "Bizimle bu imamzade'de bir fatiha okumak için gelir misin?" diediler. Muhammed Kâzım: "Gelmek isterdim, ama bu otları eve götürmek istiyorumdiye cevap verdi." Ama onlar: "Bizimle gel de bir fatiha okuyalım, öyle git" diye ısrar ederler. Onlar önden, Muhammed Kâzım da arkadan içeri girerler. Onlar, önce öndeki İmamzade'nin kabrinin başı ucunda fatiha okurdular. Daha sonra, arkadaki İmamzadenin kabrine yaklaşıp bir şeyler okumakla meşgul oluyorlar. Ama Muhammed Kâzım onların okuduklarından bir şey anlamıyordu. Bu esnada Muhammed Kâzım, İmamzade'nin mezarının tavanının etrafında nurlu yazılar görmeye. O iki gençten biri: "Niçin bir şey okumuyorsun?" diye sordu. Muhammed Kâzım: "Ben mektebe gitmemişim, okuma yazmam yoktur" diyor. Ama o, "Okumalısın." diyordu. Bu esnada elini Muhammed Kâzım'ın göğsüne koyarak "Şimdi oku." diyor. Muhammed Kâzım: "Ne okuyayım?" diynce, O genç bir ayet okuyup, "Böyle oku" dedi. Muhammed Kâzım ayeti okuyup bitirince, dönüp o gence bir şey demek (veya bir şey sormak) istediğinde kimsenin yanında olmadığını, sadece kendisinin türbede olduğunun farkına varıyor. Aniden dehşete kapılarak orada baygın olarak yere düşti.

Kendine geldiğinde, büyük bir çok yorgunluk hissediyordu. "Burası neredir ve burada ne yapıyorum?" diye düşünmeye başlar. Daha sonra türbeden dışarı çıkıp ot ve buğday yükünü omzuna alıp köye doğru yola koyulur. Ama yolun yarısında bir şeyler okuyabildiğinin farkına varır. Sonra o iki genci hatırlayarak kendisinin Kur'an hafızı olduğunu farkeder.

Halk Ona,"Neredeydin?" diye soruyor, ama o bir şey söylemiyordu. Gecikmeden köyün imamı olan Hacı Sabır Erakî ağanın yanına gitti. Başından geçeni ona anlattı. Hacı Sabır: "Rüya görmüş olabilirsin, hayale kapılabilirsin." diyor. Ama Muhammed Kâzım: "Hayır, ayıktım, o iki gençle kendi ayağımla türbeye şimdi de Kur'an'ın hepsini ezberden biliyorum." diye cevap verdi. Hacı Sabır Erakî bir Kur'an getirip Kur'an'ın çeşitli ayetlerini ve uzun surelerden birkaçını ona sordu. O hepsini ezberden okuyordu. Köyün halkı, cami imamı bu konuda ne diyecektir diye onun etrafına toplanırlar. Hacı Sabır ağa, çok imtihan ettikten sonra, şöyle dedi: "İşi düzelmiş, önemli bir şeyle karşılaşmış, kendisine manevî nazar olmuştur..."

Bu öyküden anlaşıldığına göre Kerbelaî Kâzım, haram ve günahtan kaçınmak ve dinî emirlere önem vermekle Allah'ın lütfüne mazhar olarak O'nun evliyasından olmuştur. Kerbelaî Kâzım ömrünün sonuna kadar Kur'an'ın hepsini ezberden okuyordu, istenilen ayet ve kelimeyi okuma ve yazması olmamasına rağmen Kur’an’dan hemen bulup gösteriyordu. İşte bu Allah'ın istediğine verdiği fazl ve bağışıdır.

Bu haberin yayılması üzerine insanların bu canlı kerameti görüp gayb alemine imanlarının artması için onu İran'ın Melayir, Tuysirkan, Hemedan, Kirmanşah, Tahran, Kum ve Meşhed, Irak'ın Kâzimeyn, Kerbela ve Necef kentlerine, Kuveyt ve Hicaz'a, götürürler. Oralarda Kerbelaî Kâzım'ı, binlerce insan yüzlerce alim görür, imtihan eder. Bunların bir bölümünün haberi, 1332-1335 yıllarında İran dergi ve gazetelerinde yayınlanır.

Kerbelaî Kâzım'ın kıssası, kısaca veya tafsilatıyla şu gazete, dergi ve kitaplarda nakledilmiştir:

1- "İttılaat" gazetesi, yıl 1332.

2- "Keyhan" gazetesi, yıl 1332.

3- "Asya-yi Cevan" dergisi, yıl 1332.

4- "Handeniha" dergisi, yıl 16, sayı 117.

5- "Nida-i Hak" gazetesi, 1334 ila 1335 yılları arasındaki 14 sayıda.

6- "Nur-i Daniş" dergisi, yıl. 3 sayı. 4.

7- "Gencine-i Danişmendan" kitabı, Şeyh Muhammed Razî, c.6.

8- "Kıssaha-yi Şirin" mecmuası, H. Mirza Hasan Mustafavî.

9- "Dastanha-yi Şegift" kitabı, Şehid Ayetullah Destğayb.

10- "Seyyid Mucteba Nevvab-i Safevî'nin Düşünceleri, Mücadelesi ve Şahadeti" adlı kitap.

Kerbelaî Kâzım hakkında müstakil olarak yazılan kitaplar da şunlardır:
1) "Yek Muceze-i Aşikâr: Kerbelaî Kâzım", Mir Ebu'l Fütuh-i Davetî, Kum baskısı.

2) "Yek Mucize-i Aşikâr: Kerbelaî Kâzım", Hazırlayan, Kerbelaî Kâzım'ın oğlu İsmail Kerimî. Bu kitap baskıya verilmemiştir.

3) "İ'caz-i Vilayet Ya Pertovî Ez Teserruf-i Vilayetî Der Hafız Şüden-i Merdî Bî Sevad", Hacı Şeyh Muhammed Razî. Bu kitap da baskıya verilmemiştir.

4) "Dastan-i Kerbelaî Kâzım ve Hafız-ı Kur'an Şûden-i O Der Yek Lehze", "Der Rah-i Hak" yayınlarından.

Bir Grup Müçtehid, Alim ve Ustadların Kerbelaî Kâzım Hakkındaki Görüşleri:

Şia'nın büyük alimlerinden olan merhum Ayetullah Hacı Seyyid Muhammed Hadî Milanî'nin Kerbelaî Kâzım hakkında sorulan soruya cevabı:

"Allah'ın Adıyla

Necef ve Kerbela'da düzenlenen birkaç toplantıda Kerbelaî Kâzım'la görüştük. Ulema ve diğer sınıflardan da bir grup orada bulunuyorlardı. Çeşitli şekillerde ve çeşitli yöntemlerle ondan sorular soruldu. Gerçekten Kur'an'ın ayet ve kelimeleri hakkındaki uzmanlın dışında aykırı ve ilahî bir bağıştır. Kim onunla biraz muaşeret edip onun diğer yönlerdeki durum ve ahvalinden haberdar olursa ve onun diğer şeyler hakkındaki hafızasını da imtihan ederse, onun Kur'an'ı tüm özellikleriyle bilmesinin olağanüstü bir keramet olduğunu anlar. Hafıza gücü her ne kadar güçlü de olsa, bu çeşit ağır ve dakik imtihanlardan çıkmak mümkün değildir. Allah dilediğine bağışta bulunur. Övgüler O'na mahsustur.

Ayetullah-il Uzma Sadr:

İmam Musa Sadr'ın babası merhum Ayetullah Hacı Seyyid Sadruddin Sadr, Şia'nın taklit mercilerinden ve Kum ilim havzasının büyüklerindendi. Bizzat Kerbelaî Kâzım'ı imtihana tabi tutarak ondan bazı ayetleri sordu, o da bu soruların cevabını verdi. Onun bu denli cevabı Ayetullah Sadr'ın taaccüp ve şaşkınlığına yol açtı. Bunun üzerine şöyle buyurdular: "Gerçekten de hangi amelin Allah'ın dergâhında kabul olduğunu bilmek çok zor. Zira ben Peygamber'in evlatlarından olup yıllarca ders okuduğum halde ve vazifemi yapmakla meşgul olmama rağmen bu feyze ulaşamadım. Ama okuma yazması olmayan bu köylü adam Allah'ın lütfüne mazhar olarak Kur'an hafızı oluyor.

Ayetullah'il Uzma Seyyid Muhammed Hüccet Kuhkemerî:

Kum ilim havzasında bulunan Şia'nın taklit mercilerinden olan merhum Ayetullah'il Uzma Seyyid Muhammed Hüccet, Kerbelaî Kâzım'a özel ilgi ve sevgi gösteriyorlardı. Onu gördüklerinde ona ihtiram ediyor, onu velayet makamının mucizesi biliyor ve ona mali yardımda bulunuyorlardı.

Ayetullah'il Uzma H. Seyyid Muhammed Taki Hansarî:

Kum'da yağmur namazı kılan merhum Ayetullah'il Uzma Hacı Seyyid Muhammed Taki Hansarî, Şia'nın taklit mercilerindendi. Ayetullah Hansarî, Kerbelaî Kâzım'ı imtihan ettikten sonra, ona: "Kur'an'ı sonundan başlayıp evveline doğru okuyabilir misin?" dediğinde "Evet" dedi ve Kur'an'ın en büyük suresi olan Bakara suresinin son ayetinden başlayıp evvele doğru okumaya başladı. Bunun üzerine Ayetullah Hansarî şöyle buyurdular:

"Çok ilginçtir, ben altmış yıldır her gün dört ayetten ibaret olan Tevhid suresini okuyorum, ama bu sureyi takılmaksızın sonundan evvele doğru okuyamam. Ama okuma yazması olmayan bu köylü adam 286 ayeti olan Bakara suresini hiç takılmadan ve düşünmeksizin sondan başa doğru bir şekilde ezberden okuyor!”

Şehid Nevvab Safevî

"Seyyid Mücteba Nevvab Safevî" adlı kitapta şöyle nakledilmiştir:

"Şehid Nevvab Safevi, bu Kur'an hafızının heyecanlı haberini duyduğunda bazılarını onun peşine göndererek onu kendi yanına davet etti; saygı ve muhabbetle onu karşıladı. Onu daima kendisiyle birlikte bulunduruyordu. Nereye gitse onu da kendisiyle beraber götürüyordu. Tüm toplantılarda onu canlı ilahî bir mucize olarak tanıtıyordu. Minbere çıkarıp meclistekilerden, Kur'an hakkında ondan soru sormalarını istiyordu. Yerli ve yabancı gazete ve dergi muhabirlerini onunla röportaj yapmak için davet ediyordu.

Şehid Nevvab Safevî, Kerbelaî Kâzım'a haddinden fazla saygı ve sevgi gösterdiğinden dolayı onun ilgisini kazanmıştı. Şehid Nevvab Safevi, Mısır'dan döndüğünde, Mısır vakıflar bakanı tarafından kendisine hediye edilen çok değerli bir hırkayı, Kerbelaî Kâzım'a hediye ederek ona giydirdi."

Şeyh Razi ise şöyle yazıyor:

"Meşhed kenti halkı tarafından Şehid Nevvab Safevi o şehre davet edilince Kerbelaî Kâzım'ı da kendisiyle birlikte Meşhed'e götürdü. Horasan yolu üzerindeki Simnan, Damğan, Şahrud, Sebzevar, Nişabur gibi şehirlerde halk tarafından büyük coşkuyla karşılandı. Bu şehirlerin her birinde Şehid Nevvab Safevî, Kerbelaî Kâzım'ı halka tanıtıyordu. Halk da büyük bir coşku ve heyecanla onu aralarına alıp Kur'an'la ilgili ondan sorular soruyorlardı, o da onlara cevap veriyordu.

Nihayet Meşhed'e ulaştıklarında halk kitlesi ve özellikle alimler tarafından sıcak bir şekilde karşılandılar. Davet edildiği yere, yani Hacı Abidzade Mehdiyesi'ne yerleştikten sonra, orada da her gün her tabakadan insanlar gelip Kur'an hafızını imtihan ediyorlardı, o da onlara cevap veriyordu.

Şehid Hüccet-ül İslam Seyyid Abdulhüseyn Vahidî:

İslam Fedaileri'nin başta gelenlerinden olan Şehid Seyyid Abdulhüseyn Vahidî, çok zahmetle birkaç sureden bazı kelimeleri bir araya getirerek öyle tanzim etmişti ki, bir grup alimlerin huzurunda onu okuyunca hiçbiri bunun Kur'an'dan bir ayet olmadığına ihtimal bile vermemişti. Ama Kerbelaî Kâzım'ın yanında okuduğunda o; "Bu kelimeyi falan sureden, o kelimeyi de filan sureden, şunları da şu surelerden naklettin." diyerek yirmi kelimeyi yirmi sureden naklettiğini ve o surelerin hangi sureler olduğunu, o surelerdeki hangi ayetten alındığını söyledi ve o kelimelerin ön ve arkasındaki ayetleri okumuş ve;" Birkaç tane vav harfini de bu kelimeleri düzeltmek için kendinden eklemiş ve bununla beni imtihan etmek istedin" demişti.

Bu imtihan bir grup alimlerin huzurunda yapılmış ve herkes ona aferin demişti, Hatta büyüklerden bazıları da yerinden kalkıp onun elini öpmüşler.

Meşhed Alimlerinden Birçok Eseri de Olan Hüccet-ül İslam Seyyid Hasan btahî Şöyle Yazıyor:

"Hicrî 1332 yılında, Kum ilim havzasına yeni gelmiştim, on beş gün Hüccet-ül İslam Şeyh Muhammed Razî'nin evinde kalmışdım. Bu müddet içerisinde "Saruk" köyünden olan Kerbelaî Muhammed Kâzım Kerimî ona misafir oldu. Benim o zamanda İslam Fedaileri ile, özellikle onların lideri merhum Hüccet-ül İslam Seyyid Mücteba Nevvab-i Safevî ile iyi ilişkim vardı. Hem Şehid Nevvab-i Safevî ve hem de Şeyh Muhammed Razî, Kerbelaî Kâzım efendiye çok ihtiram ediyorlardı. Bu ihtiram ve saygılar, onun alim veya servetli ya da otoriteli birisi olduğundan dolayı değildi. Sadece ihlaslı amel yaparak, Hz. Bakiyyetullah'ın (ruhlarımız ona feda olsun) teveccühüne mazhar olup büyük manevi bir servetin ona verilmesinden, yani bir anda Kur'an hafızı olmasından dolayı idi.

Kerbelaî Kâzım, o kadar az hafızalı ve yeteneksiz birisiydi ki, iki gece ve gündüz kendisiyle birlikte olduğum sürede, defalarca ismimi söylediğim halde sürekli ismimi unuturdu. Keşke onu görmüş olsaydınız! Onun çok hafızasız, yeteneksiz ve çok saf ve sade oluşu, Kur'an'ı ezberden bilmesinin bir mucize olduğuna en iyi bir delildi.

Üstelik, o sadece normal bir Kur'an hafızı değildi: taklit mercileri ve alimlerin huzurunda ondan onlarca olağanüstülükler vuku bulmuştur. Dikkatlice bakacak olursak, normal olarak bu şeylerin vuku bulması mümkün değildir.

Herkesi hayrete düşüren özelliklerinden biri de şu idi: Her Kur'an'ı, hatta el yazılı olan Kur'an'ı bile ona verip falan ayeti bul dediklerinde, sayfalamaksızın Kur'an'ı öyle bir şekilde açıyordu ki, aradığı ayet açtığı aynı sayfada çıkıp, parmağıyla o ayeti gösteriyordu.

Daha ilginci şu idi ki: Mekasip ve Şerh-i Lüm'a gibi çok küçük yazılarla yazılan arapça bir kitabı ona verip "Bu sayfadaki Kur'an ayetlerini bul" dediklerinde, o sayfada Kur'an ayetlerinin çok az olmasına ve belirgin bir şekilde yazılmamasına rağmen, hiç beklemeden o ayeti gösteriyordu ve, "Bu ayet falan suredeki filan ayettir." diyordu.

Bir gün bizzat kendim onu bir adama tanıttım ve ona, "Bizim Fatiha suresini ezberlediğimiz gibi, o tüm Kur'an'ı ezberlemiştir." dedim. Kerbelaî Kâzım bana dönüp, "Sen Fatiha suresini iyi mi ezberlemişsin?" dedi. Ben de cevaben, "Evet, bu malum bir şeydir" dedim. Bunun üzerine, "Fatiha suresinin ortasındaki kelime hangisidir?" dedi. Ben kelimeleri sayıp orta kelimeyi bulmak istiyordum. "Saymadan söyle" dedi. Ben de, "Doğrusu bilmiyorum." dedim. Ama o, "Hamd suresinin ortada yer alan kelimesi "Nestain" kelimesidir." dedi. Ben daha sonra, onu defalarca imtihan ederek onun tüm Kur'an'ın kelimelerini, böylece dakik bir şekilde hesap üzere bildiğinin farkına vardım.

Kısacası bu vesileyle, bizzat kendim şahit olduğum ve yüzlerce alim ve Ayetullah Burucerdi ve Ayetullah Hekim gibi taklit mercilerinin şahit oldukları olayları nakletmekle Kur'an Hafızı Kerbelaî Kâzım'ın durumunu anlatmaya çalıştım. Ama duymak görmek gibi olur mu hiç? Eğer siz onu bir saat görmüş olsaydınız, onun, Kur'an'ı normal bir şekilde ezberlemediğine yakin edecektiniz; bu ilginç mucizeyi görmekle İslam'ın hakkaniyetini daha çok anlamış olacaktınız.

Hacı Şeyh Muhammed Razî:

Birçok eseri olan Hüccet'ül İslam Şeyh Muhammed Razî, "Gencine-i Danişmendan" adlı değerli kitabında şöyle yazıyor:

"Ferahan'ın "Saruk" köyünden olan Kur'an hafızı merhum Kerbelaî Kâzım, zamanın şaşılacak bir insanı idi. O birkaç ay Kum'da bizim evde kaldı, onun okuma yazması yoktu. Ama Allah'ın hücceti mâsum İmam'dan başka kimseye mümkün olmayacak bir şekilde Kur'an hafızı idi. Ben defalarca onu imtihan ettim, hiç bir defasında durakladığını veya cevap vermekte zorlandığını görmedim. Kur'an ayetlerinden kendisine herhangi bir ayet sorduklarında, tekrarlanmış ayetlerden olduğunda hemen, "Bu müteşabih ayetlerdendir, falan ve filan surelerde geçmiştir." diyordu. Tekrarlanmayan ayetten sorduklarında da hemen, "O ayet falan surededir, önü ve arkası şöyledir." diyordu. "Bu ayeti Kur'an'dan göster." dediklerinde, her çeşit Kur'an olsaydı onu eline alıp bir defa Kur'an'ı açmakla istenilen ayeti gösteriyordu.

Necef ve Kerbela taklit mercilerinin hepsi, örneğin merhum Ayetullah'il Uzma Seyyid Ebu'l Hasan İsfehanî, Ayetullah'il Uzma Hoî, Ayetullah'il Uzma Mirza Hadi Horasanî ve Kum İlim Havzasının taklit mercileri, örneğin merhum Ayetullah'il Uzma Burucerdî, Ayetullah'il Uzma Hüccet, Ayetullah'il Uzma Seyyid Muhammed Taki Hansarî, Ayetulllah'il Uzma Sadr, Ayetullah'il Uzma Mer'aşî Necefî ve Tahran, Meşhed, Hemedan, Kirmanşah, Erak ve diğer birçok şehrin büyük alimleri de onu görüp imtihan etmiş, bu çeşit ezberlemenin doğal olmayan olağanüstü bir ezberleme olduğunu söylemişlerdir.

Hüccet-ül İslam Mir Ebu'l Feth-i Dâvetî:

Afrika ülkelerinin birinde birkaç yıl İran İslam Cumhuriyeti'nin elçisi olan birçok eser sahibi bilginlerden sayın Seyyid Ebu'l Feth-i Dâvetî, Kerbelaî Kâzım hakkında şöyle yazıyor:

"...Arkadaşlarla birlikte geziye gitmiştik, tabiat hakkında konuşuyorduk, Allah'ın ayetleri hakkında düşünüyorduk, bir ara arkadaşlardan biri şöyle dedi: "Tahran'da, Hidayet Camii'nde (merhum Ayetullah Seyyid Mahmud Talikanî'nin namaz kıldırdığı cami) okuma yazması olmayan ve Kur'an okumadan Kur'an hafızı olan bir yaşlı adamı gördüm. Siz onu yakından görmedikçe ne dediğimi anlayamazsınız."

Ben bu adamı yakından görmeye ve onun hakkında araştırma yapmaya karar aldım. Bir iki yıl veya daha fazla geçti, nihayet bir cuma günü öğleye yakın onu Kum'un medreselerinin birinde gördüm, onun yanına doğru koştum, kendisine çeşitli sorular sordum hepsine cevap verdi. O her sureyi sonundan evvele doğru okuyabiliyordu. Ben Kur'an'ı açıp Meryem suresini sonundan evvele doğru okumasını istedim. O, Meryem suresini sonundan evvele doğru epey okudu, hepsi doğru idi.

Kerbelaî Kâzım gerçekten çok sade birisi idi. O, belki de hakkında ne kadar acayip bir bağışın yapıldığının farkında değildi. Ben onun bu kadar ilginç öyküsü, sadakati ve sadeliği etkisinde kaldım. Böylece Allah Teala'nın bu vesileyle, ayetlerinden bir ayeti bana gösterdiğini anlamış oldum.

Şeyh Sadreddin Mehallatî:

Şiraz'ın eser sahibi bilginlerinden olan sayın Şeyh Sadreddin Mehallatî, "Handeniha" dergisindeki makalesinde bu konuda şöyle yazıyor:

"Ben Kerbelaî Kâzım'ı Tahran'da gördüm, onu görmek bende unutulmayacak derin bir etki bıraktı...

Kerbelaî Kâzım, Erak'ın "Saruk" köyündendir. Yetmiş yaşında bir şahıstır, babasının adı Abdulvahid'dir, mesleği ise çiftçiliktir, okuma yazması yoktur.

Ama şaşırılacak bir şekilde Kur'an'ın hepsini ezberden biliyor. Kur'an'da birbirlerine benzeyen ayet ve cümleleri kendisine okuduklarında hiç düşünmeden hemen, bu surenin kaç yerinde buna benzer müteşabih ayet ve cümlelerin olduğunu söylüyor. Farklı baskılardan olan Kur'an'ları ona verip, bu ayeti onda bul, dediklerinde hemen onu açıp, bir yaprak sağa veya sola çevirerek istenilen ayeti gösteriyor... Mesela "Leallekum tuflihun ibaresi kaç ayetin sonunda geçmiştir?" dediklerinde, hiç düşünmeden hemen cevap veriyor. Bazıları kasıtlı olarak bir ayeti değiştirdiklerinde hemen "Yanlıştır." diyordu.

Bu gibi olağanüstü şeylere karşı çıkan kimseler çeşitli şekillerde onu imtihan ediyor, aldıkları cevaptan şaşırıp kalıyorlar...

Sayın Ebu'l Hasan Razevî bey, bulunduğu toplantıda olan şeyleri bana anlatınca, inkâr ettiğim için değil, sadece kalbimin mutmain olması için Kerbelaî Kâzım'ı, Razevî beyin evine getirdim, onu çeşitli şekillerde imtihan ettim, "Bir ayeti yanlış okudum, böyle değildir," dedi. Bir surede tekrarlanan cümleleri sordum, hemen "bu kadardır." Dedi. Değişik baskılardan olan Kur'an'lar getirdim, Kur'an'ın evvelinden, ortasından, sonundan bir ayet aklıma getirip okuyordum, Kur'an'ı ona verince hemen onu açıp istenilen ayeti gösteriyordu. Ben gerçekten şaşırıp kalıyordum...

Evet Kur'an hafızları çok olabilir ama böyle hiç düşünmeden her soruya cevap vermek, Kur'an'da bir cümlenin kaç defa tekrarlandığını söylemek ve her ayeti hemen bulmak, bilinen kadarıyla okuma yazması olmayan bu şahsa mahsustur.

Ayetullah Mekarim Şirazî:

"Tefsir-i Numune" gibi çok değerli eserleri olan Hz. Ayetullah Mekarim Şirazî, Kerbelaî Kâzım hakkında şöyle yazıyor:

"Kırk yıl önce genç bir talebe olduğum zamanda Muharrem ayında tebliğ için Melayir'in çevresinde "Hüseyin-Âbad" isminde bir bölgeye gitmiştim. Bir mecliste bana; "Burada Kur'an'ın hepsini ezberlemiş ve ilginç öyküsü olan yaşlı bir adam vardır." dediler. O, çok sade bir çiftçidir. Bir gün, günlük işinden sonra yorgun-argın, o çevrede olan bir İmamzadenin kabrinin yanından geçiyormuş, birazcık orada dinleniyor, daha sonra büyük bir ilahî bağış ona nasip oluyor; okuma yazması olmadan ve daha önce Kur'an okumuş olmaksızın bir anda Kur'an'ın hepsini ezberlemişti."

Ben bu hadiseyi duyunca sevindim. Soru sorup onu sınamak istiyordum. Bir Kur'an elime alıp onu imtihan edince, okuma yazması olmayan köylü bir adamın böyle tam manasıyla soruların cevabını verdiğini görüp şaşkınlığa uğradım.

İnsan onu gördüğünde Hamd suresini zor okuyabilir sanırdı. Onu Molla Kâzım diye çağırırlardı. O güne kadar ilim merkezlerince tanınmış değildi. Kum'da kimsenin ondan haberi yoktu. Ben Kum'a döndüğümde, bu ilginç olayı dostlara anlattım. Herkes, böyle bir adamın, Kur'an'a bu kadar vakıf olmasına şaşırdılar.

Bir süre sonra, bazıları onu Kum'a dâvet ettiler. Artık ünü her tarafa yayılmıştı. Onu Ayetullahlar ve müçtehitlerin, özellikle Ayetullah Burucerdî'nin yanına götürdüler. Talebeler, Feyziyye Medresesi'nde pervane gibi onun etrafını sarmışlardı. Eğer bir adam uzaktan köylü bir adamın, o kılık-kıyafetle talebelerin arasında olup konuştuğu manzarayı görseydi şaşırırdı.

Bazen talebelerden bazıları, Kur'an'ın çeşitli ayetlerinden birkaç cümleyi uygun bir şekilde ayırıp edip; "kerbelail Kâzım, bu ayet hangi surededir?" diye sorduğunda o gülümseyerek, "Yaramazlık yapıyorsunuz, ilk cümle falan surededir, önü ve arkası budur; ikinci cümle de filan surededir, önü ve arkası şöyledir; diğer cümleler de filan surelerdedir." diyordu.

Sanki Kur'an, bir levhaya yazılıp hepsi onun gözü önüne bırakılmıştı. Ayetlerin yerini de dakik bir şekilde biliyordu. Soru sorulduğunda güya bu büyük levhaya bakıp her şeyi görürcesine cevap veriyordu.

Ben her şeyi kolay kolay kabul etmememe rağmen onunla çeşitli temaslarımdan, bunun normal bir mesele olmayıp ilahî bir lütuf olduğuna mutmain oldum.

Kur'an hafızı olmasından daha önemlisi, ayetleri Kur'an'da bulmak onun için su içmekten kolaydı. Değişik baskılardan Kur'an'ları ona verip "Kerbelai Kâzım, falan ayeti bul." dediklerinde, hemen Kur'an'ı açıyordu, istenilen ayet aynı veya bir önceki ya da bir sonraki sayfada çıkıyordu. Ben bu meseleyi gözümle gördüm, buna ilahî yardımdan başka bir açıklama bulamadım. Çünkü Kur'an hafızı olması hakkında bir kimsenin, hafızası çok güçlü imiş, yıllarca zahmet çekip ezberlemiş, unutmaması için de sürekli okuyormuş." demesi mümkündür. (Oysaki durum böyle değildi.) Ama farklı baskılardan olan Kur'an'lardan istenilen ayeti hemen bulup göstermesi olağanüstü bir şeydir. Kimse, buna normaldir diyemez.

Kısacası, o acayip bir insandı. Bütün nişaneler, onun normal bir hafız olmadığını gösteriyordu. Allah ona rahmet etsin, bize de insanlığın saadet kitabı olan Kur'an'a hizmet etmekte başarılar nasip etsin. Amin Ya Rabbe'l âlemin.

Abbas Güllüzarî:

Tahran'ın İslamî Öğretiler Camiası okullarından Kaim Okulu'nun müdürü sayın Abbas Güllüzarî'nin, "Nur-i Daniş" dergisinde "Rabbani İşraklardan Bir Örnek" adlı yazısından bir bölümünü aktarıyoruz:

"Yirmi yıldan bu yana, bazı yerel gazetelerde ve Irak'ta çıkan bazı Arapça yayınlarda okuma yazması olmayan yaşlı bir köylünün olağanüstü bir şekilde Kur'an hafızı olduğu iddiası hakkında yarı yarımcık bazı haberler yayınlanıyordu. Nihayet H.Ş. 1329 yılında, İslamî Tebligat Derneği üyelerinden biri, bu haberi Kirmanşah'dan bildirip, Kur'an hafızının fotoğrafını da gönderdi ve "Nur-i Daniş" dergisinin, dördüncü yılının üçüncü sayısında basıldı. O günün gazetelerine güvenilmediğinden dolayı efsane ve yalan olarak telakki edilen bu mevzu, artık ciddi ve hakiki bir mesele olarak değerlendirilmeye başlandı.

H.Ş. 1332 yılının Mihr ayında, İttilaat, Keyhan, Asya-i Cevan gibi çok tirajlı gazeteler, Tahran'da bir basın röportajı düzenleyerek Kur'an hafızını şahsen imtihan eden resmi muhabirlerinin haberlerini ve Kerbelaî Kâzım'ın fotoğrafını yayınladılar. Ben de fırsattan yararlanıp bu Kur'an hafızıyla görüşmeyi ve gazetelerde okuduğum ilginç özellikleri bizzat gözlerimle görmeyi uygun gördüm.

Ertesi gün Kur'an hafızının bulunduğu yere gittim, ilginç bir izdiham gördüm, büyük bir cemaat oda ve salonda kaynaşıyordu. Onu imtihan eden herkes şaşkına uğramış bir şekilde tahsin ve ihtiramla dışarı çıkıyordu. Sürekli içeri girip dışarı çıkıyorlardı. Ben de birkaç dakikadan sonra Kur'an hafızının yanına ulaşıp daha önce hazırladığım soruları ona sordum, hiç düşünmeden beklemeksizin cevap verdi. Köylü olan bu yaşlı adamın, halkın kafa şişiren bunca sorularına rağmen kesinlikle yanılmayıp duraklamaması da şaşırtıcıydı.

Birkaç gün sonra Kur'an hafızı Tahran'dan başka yere gitti. Geçen yılın Ramazan ayında tekrar Tahran'a geldi. Benim ricam ve davetim üzere bizim konuğumuz oldu. Bir müddet Tahran'da kaldı. Avamca sohbetleri arasında bazen ilginç sözleri oluyordu; ihlas, safa ve samimiyet dolu yaşantısından söz ediyordu. Ben onun özelliklerinden bir bölümünü, Tahran'da basılan "Nida-i Hak" gazetesinin 14. sayısında yazdım... Onu tanıyan ve onunla konuşan bir grup meşhur taklit mercilerinin de Kerbelaî Kâzım hakkındaki görüşlerini almaya karar aldım. Bu münasebetle o zatların huzurlarına mektuplar yazıp gönderdim. Hz. Ayetullah Hacı Seyyid Muhammed Hadî Milanî, Hz. Ayetullah Seyyid Abdullah Şirazî, Hz. Ayetullah Seyyid Abdulhadî Şirazî, Hz. Ayetullah Seyyid Ahmed Zencanî ve Hz. Ayetullah Seyyid Şehabuddin Mer'aşî Necefî gibi büyük şahsiyetlerin ve diğer birçok büyük alimlerin, bunun Kerbelaî Kâzım'a ilahî bir bağış olduğunu teyit eden el yazıları bana ulaştı. Bu mektupların içeriği az önce dediğimiz şeyleri vurguluyordu.

Kerbelaî Kâzım'ın Kur'an ezberleyişinin özelliklerinden bazıları şunlardır:

1- Arapça veya Arapça olmayan bir kelime ona okunduğunda hemen Kur'an'dan olup olmadığını söylüyordu.

2- Kur'an'dan bir kelime ona sorulduğunda düşünmeksizin hangi sure ve cüzde olduğunu diyordu.

3- Kur'an'da tekrarlanan bir kelime sorulduğunda, durmaksızın tüm tekrarlandığı yerleri sayıp her birinin devamını okuyordu.

4- Bir ayette veya bir kelimede veya bir harfte bir alamet yanlış okunduğunda veya azaltılıp çoğaltıldığında hemen farkına varıp doğrusunu söylüyordu.

5- Birkaç sureden birkaç kelime artarda okunsaydı, her kelimenin yerini yanılmadan söylüyordu.

6- İstenilen her ayet ve kelimeyi, farklı baskılardan olan Kur'an'larda hemen bulup yerini gösteriyordu.

Göz Doktoru Prof. Sadukî:

Şeyh Muhammed Razî şöyle yazıyor: "Kerbelaî Kâzım'ı göz ağrısından dolayı Tahran'ın meşhur göz doktoru Prof. Sadukî'nin muayenehanesine götürdüm. Onu tanıttım ve dedim ki: "Gördüğünüz bu şahıs asrımızın Kur'an hafızı Kerbelaî Kâzım'dır. Okuma yazması ve iyi bir hafızası olmadan Kur'an'ın hepsini mucize yoluyla ezbere biliyor. Kur'an'dan her ayet sorsanız, hemen hangi surede olduğunu ve onun önündeki ve arkasındaki ayeti size söyler. Daha ilginç olanı şu ki, farklı baskılardan olan Kur'an'lardan herhangi bir ayeti bulmasını istediğinizde hemen bulup size gösterir."

Bunun üzerine doktor kitap rafından el yazılı olan çok değerli bir Kur'an'ı getirip: "Hacı baba, dedi, "İnneme'l hamru ve'l meysir" ayetini bu Kur'an'da bulur musun?" Kerbelaî Kâzım Kur'an'ı alıp açtı ve "Buyurun" dedi. İstenilen ayetin aynı sayfada olduğunu gördük.

Doktor Sadukî, bunu görünce afallayıp şöyle dedi: "Ne yazık ki, din ve mezhebimiz için böyle açık bir ayet (nişane) olduğu halde hareket etmiyoruz. Eğer böyle bir şahıs Amerika veya Avrupa'da bulunsaydı, ondan maddî ve manevî yönde yararlanırlardı. Bu vesileyle dinlerini bütün dünyaya yaymaya çalışırlardı.”

Kerbelaî Kâzım Hakkında Görüş Birliği:

Kısacası, Kerbelaî Kâzım'ı görüp imtihan edenlerin çoğu, onun canlı bir "Keşf-ül Âyât" ve "Mu'cem-ül Müfehris" olduğunu vurguluyorlardı.

Alimlerden biri şöyle diyordu: "Kerbelaî Kâzım Kur'an'ın tümünü benim Hamd ve İhlas surelerini bildiğimden daha iyi biliyor."

Bazıları da diyorlardı ki: "Talebelerin ders kitabı olan "Muğni" kitabıyla onu imtihan ettik, Kerbelaî Kâzım, kitabın her sayfasında geçen Kur'an ayetlerini bize gösteriyordu."

Açıklamalar:

1- Kerbelaî Muhammed Kâzım, Hicri 1300 yılında İran'ın Erak iline bağlı Ferahan ilçesinin "Saruk" adlı köyünde doğdu. Galiba hafız olması gençlik döneminde vuku bulmuş, elli yaşında ise meşhur olmuştur. 1378'de ise Kum şehrinde vefat etmiş ve Ayetullah Hacı Şeyh Abdulkerim Hairî'nin "Kum-u Nev" adlı mezarlığında toprağa verilmiştir. Kabri, oğlu İsmail Kerimî ve bazı müminlerin gayretiyle onarılmış ve özetle hal tercümesi yazılan bir tabloyla müşahhas edilmiştir.

2- Kerbelaî Kâzım'ı görenler, şu özellikleri ondan nakletmişlerdir:

a) Çok sade ve gösterişsiz bir hali vardı; ömrünün sonuna kadar köylü kılık-kıyafetini korumuştu.

b) Kur'an'a ait olmayan sözlerde belleme yeteneği pek azdı.

c) Kur'an ayet ve kelimeleri dışında diğer metinler karşısında okuma yazması sıfırdı.

d) Böyle bir mucizeye mazhar olmakla birlikte, Kur'an'ı hafız olmaktan başka bir iddiası yoktu.

e) Bu ilahî bağışı kötüye kullanarak bir servet toplama vesilesi edinmedi.

3- Kerbelaî Kâzım'ın İsmail Kerimî, Ekber Kerimî ve İbrahim Kerimî adlarında üç oğlu vardır. İsmail Kerimî ile Ekber Kerimî Kum kentinin Millî Eğitimi'nde, İbrahim Kerimî ise aynı şehirde bulunan "Der Rah-i Hak" müessesinde görevlidirler.

4- Kerbelaî Kâzım'ın doğum yeri olan "Saruk" köyü birçok tarihî eseri bulunan eski bir köydür. Bunlardan biri de üç kubbeli "72 İmamzade" türbesidir. Bu türbenin yapımı, Hicrî 587 yılına dayanmaktadır. (Bkz. Lugatname-i Dehhuda.)

5- Şia'nın büyük muhaddis ve bilginlerinden bazıları şöyle demişlerdir: "Bir İmamzade'yi ziyaret adına bir türbeyi ziyaret edebilmek için birkaç şartın olması gereklidir:

a) O isimde bir İmamzadenin ensab (Soy Bilim) kitaplarında geçmesi.

b) O İmamzadenin kabrinin, o isimle meşhur olan yerde olmasının bilinmiş olması.

c) O imamzadenin yüceliği, züht ve takva ehli olduğunun bilinmesi.

Mesela Kum'daki Hz. Mâsume, Rey şehrindeki Hz. Abdulazim, Kâzimeyn ve Samirra arasındaki Hz. Seyyid Muhammed vs. gibileri hakkında bu üç şart mevcuttur.

Ama hakkında bu üç şart sabit olmayan İmamzadelere gelince; onların celalet ve azametlerinin bilinmemiş olmasına rağmen bu yerlerde Kur'an okunup ibadet yapılıyorsa ve genellikle mü'min, alim ve takva ehli kimseler bu mekânlarda defnedilmişlerse, o zaman Fatiha ve Kur'an okumak için o mekânlara gitmenin de sevabı vardır.

"Saruk" köyündeki İmamzade Cafer, İmamzade Salih vs. imamzadelerin durumları bize malum olmasa da, Kerbelaî Kâzım gibi insanların oraya gidip keramet görmeleri, onların yücelik ve azametlerine bir delil olabilir.

8- Kerbelaî Kâzım'ın Hafız olma hikâyesini birkaç kişi onun kendi dilinden veya bir vasıtayla nakletmişlerdir. Bu nakillerde bazı küçük ihtilaflar gözlemleniyorsa da, kıssanın aslına zarar verecek nitelikte değillerdir.

9- Bu mucizenin benzeri Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) çok görülmüştür.

Örneğin: Kutb-u Ravendî "Haraic" adlı kitabında) Sa'd-i Haffaf'dan şöyle rivayet ediyor:

"(Emir-ül Mü'minin Ali'nin yakın ashabından olan, Ebu Umre-i Farisî diye anılan) Zazan'a şöyle dedim: "Ey Zazan! Kur'an'ı çok güzel okuyorsun, söyle bakalım, Kur'an'ı kimin yanında okuyup öğrendin?" Zazan güldü ve şöyle dedi:

"Gençlik zamanımda bir gün Ali (a.s) benim yanımdan geçerken şiir okuduğumu gördü, sesimden hoşlanıp şöyle buyurdu: "Ey Zazan, niçin Kur'an okumuyorsun?" Dedim ki: "Nasıl Kur'an okuyayım? Allah'a andolsun ki, namazda gerekli olan miktardan (Hamd ve sureden) fazla bir şey bilmiyorum." Bunun üzerine İmam (a.s), yaklaşmamı emretti. Yaklaşınca kulağıma bir şey okudu, ne okuduğunu anlayamadım. Daha sonra: "Ağzını aç." dedi. Ağzımı açtım, ağzının mübarek suyunu ağzıma attı. Allah'a yemin ederim ki, onun yanından bir adım atmadan Kur'an'ı kamil bir şekilde bellemiş olduğumun farkına vardım. O gün bugün Kur'an hakkında kimseden bir şey sormuş değilim.

Sa'd-i Haffaf der ki: "Bu öyküyü Zazan'ın dilinden İmam Bâkır (a.s)'a naklettim. İmam Bâkır buyurdular ki: "Zazan doğru söylüyor. Emir-ül Mü'minin Hz. Ali (a.s) onun için, Allah'ın reddedilmeyecek ism-i âzamıyla dua ettiler."

Evet bu yüce şahsiyetler için, Allah'ın izniyle cahili alim etmek, okuma yazması olmayanı Kur'an hafızı etmek çok basit ve kolaydır.

10- Muhammed bin Muslim, İmam Muhammed Bâkır (a.s)'dan, o da babalarından, Emir-ül Mü'minin Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Allah-u Teala dört şeyi dört şeyde gizlemiştir:

1- Rıza ve hoşnutluğunu, itaatinde gizlemiştir. Öyleyse itaatlerden hiçbirini küçük sayma. Çünkü küçük saydığın ibadet Allah'ın rızasına uygun olur da sen bilmeyebilirsin.

2- Gazap ve hoşnutsuzluğunu günahlarda gizlemiştir. Öyleyse günahlardan hiçbirini küçük sayma. Çünkü küçük saydığın günahlar, Allah'ın gazabına sebep olur da sen bilmeyebilirsin.

3- İcabetini duaların arasında gizlemiştir. Öyleyse hiçbir duayı küçük sayma. Çünkü küçük saydığın dua, Allah'ın icabetine layık olur da sen bilmeyebilirsin.

4- Veli ve dostunu halkın arasında gizlemiştir. Öyleyse Allah'ın kullarından hiçbirisini küçük sayma. Çünkü, küçük saydığın bir şahıs Allah'ın velisi ve dostu olur da sen bilmeyebilirsin.

Kerbelaî Kâzım da hadisin birinci cümlesinin örneklerinden idi. Yani hayır işleri ihlasla Allah için yapmış ve Allah'ın rızasını kazanmıştı. Allah da bu büyük armağanı (Kur'an hafızı olmayı) ona bağışlamıştı.

Kerbelaî Kâzım, aynı zamanda hadisin dördüncü cümlesinde ki örneklerinden idi. Çünkü onun zahiri çok düzenli değildi. Bir kimse onu tanımadığı takdirde ona itina etmezdi, onu küçük sayabilirdi, oysaki o Allah'ın iyi kullarından idi.

--------------------------------------------------------------------------------

NOT: İran'ın Meşhed kentinde İmam Rıza'nın (a) türbesini ziyaret eden kimseye "Meşhedî", Irak'ın Kerbela kentinde de İmam Hüseyn'in (a) türbesini ziyaret eden kimseye "Kerbelâî" derler.

KAYNAK: Ehl-i Beyt Mesajı dergisi YIL :1998, SAYI: 17
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Kutsal Mekanlar ve Ziyaret Yerleri” sayfasına dön