İmam Hasan Askeri'nin Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

12- İsa B. Subeyh’in Yaşından Haber Vermesi

İsa b. Subeyh şöyle rivayet etmiştir:
İmam Hasan Askeri (a.s) zindanda benim yanıma gelerek -ki ben de O’nun imametine inanıyordum- şöyle buyurdu: “Senin ömrün, altmış beş yıl, bir ay ve iki gündür.”
Tesadüfen yanımdaki dua kitabının arka sayfasında doğum tarihim yazılıydı. Baktığımda O Hazretin buyurduğunun aynısını gördüm. Sonra; “Sizin oğlunuz var mı?” diye sordum.
İmam (a.s); “Evet” dedi ve ekledi: “Vallahi öyle bir oğlum olacak ki, yeryüzünü adaletle dolduracak, ama şimdi değil.”

(Fusul’ul-Mühimme, s. 288)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

13- Yalancı Sail (Dilenci)

İsmail b. Muhammed b. Ali şöyle diyor:
İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yolu üzerinde oturdum, gelip geçerken muhtaç olduğumu ve yemin ederek hiçbir şeyim; ne bir dirhem, ne bir sabahlık ve ne de akşamlık bir lokma yiyeceğim olmadığını söyledim.
Buyurdular: “İki yüz dinar toprağın altında sakladığın halde Allah adına yalan yere yemin mi ediyorsun? Sana bir şey vermemek için de bunu söylemedim.”
Hazret hizmetçisini çağırarak; “Ne varsa ona ver” dedi.
Hizmetçi yüz dinar bana verdi. Daha sonra Hazret bana dönerek şöyle buyurdu: “Sen çok şiddetli muhtaç olduğun bir günde, toprakta sakladığın paralarından mahrum olacaksın.”
İmam (a.s) doğru buyurmuştu. Zira iki yüz dinar toprakta saklamıştım ve kendi kendime; “Bu para bize bir destek olsun, ona muhtaç olduğum zaman harcarım” demiştim. Bir gün şiddetli bir şekilde ihtiyacım oldu, rızk kapıları yüzüme kapandı, parayı koyduğum yere gidip toprağı bir kenara ittiğimde, bir de baktım ki, para çalınmış. Oğlum onun yerini öğrenip alıp kaçmıştı. O paradan hiçbir şey elime geçmedi.”
(Usul-u Kafi, c. 1, s. 509, h. 14)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

14- “Zalimun li nefsihi” Ayetindeki Zalimden Maksat Kimdir?

Ebu Haşim şöyle diyor:
İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şu ayetin; “Sonra bu kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta davranır, kimi de Allah’ın izniyle iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur”(1) anlamını sordum.
Buyurdular: “Âl-i (veya ümmet-i) Muhammed (s.a.a)’den olan halkın tüm tabakası, zamanın İmamını tanımadıkları kimseye karşı zalimdirler.”
Ebu Haşim diyor:
Bu sözleri duyduktan sonra, “Allah, Muhammed Ehlibeytine, ne kadar yüce bir makam ve azamet bahşetmiştir” diye düşündüm. Kendimi tutamayıp ağladım.
Sonra Hazret şöyle buyurdular:
“Onların Allah yanındaki azamet ve şanları, senin aklından geçenden daha yüce ve daha büyüktür. O halde Allah’a hamd et. Allah seni, bu habl’ul-metin (sağlam ip) olan Ehlibeyt’in ipine sarılanlardan etsin. Kıyamet günü herkes kendi imamlarıyla çağrıldıklarında sen onlarla haşir olup onlara tabi olanların zümresinden sayılacaksın. Ey Ebu Haşim, seni hayır üzerinde olmakla müjdeliyorum.”(2)
_________________
1 - Fatır: 32
2 - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 418
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

15- Neden Kadınlar Erkeklerin Yarısı Kadar Miras Alıyorlar?

Ebu Haşim şöyle rivayet ediyor:
Bir gün İmam Hasan Askeri (a.s)’ın meclisindeydim. Ebu Muhammed Cuhfeki, O Hazretten; “Kadınların güçsüz ve miskin olmalarına rağmen onların mirastan bir pay, erkeklerin ise iki pay almalarının sebebi nedir?” diye sordu.
Hazret buyurdular: “Çünkü kadınlara cihat farz kılınmamış, nafaka da onların üzerine değildir; hatta onların katığı da erkeklerin üzerinedir. Ama erkeklere cihat farzdır, ailelerinin nafakasını vermek zorundadırlar.”
Ebu Haşim diyor: O anda İbn-i Ebi’l-Evca’nın İmam Sadık (a.s)’a aynı soruyu sorduğu ve aynı cevabı aldığı aklıma geldi.
Hazret buyurdular: “Evet, İbn-i Ebi’l-Evca, Hz. Sadık (a.s)’dan aynı soruyu sormuştu, bizim cevabımız aynıdır. Bizim herhangi birimize soru sorulsa, mesele aynı olursa hepimizin cevabı aynı olur, bizim öncekimizle sonrakimizin arasında fark yoktur. Bizim hepimizin ilim ve hükmü aynı seviyededir. Ancak Allah Resulü ve Hz. Ali’nin fazilet ve makamları daha çok ve daha yücedir.”

(Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 420 )
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İBRETLİ ÖYKÜLER

1- Filozof Ve Kararı!

Irak’ın ünlü filozofu “İshak-i Kindi” zamanın birinde, kendi zannıca Kur’an’ın çelişen ve mütenakız ayetleri hakkında bir kitap yazmayı düşündü! Bu işi yapması için evinde oturup bir şeyler yazmakla meşgul oldu.
Bir gün onun öğrencilerinden biri İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna vardı.
İmam (a.s),“Acaba sizin aranızda üstadınızı, Kur’ân hakkında başlattığı işten alıkoyabilecek yiğit birisi var mıdır?”dedi.
Öğrenci, “Biz onun öğrencilerindeniz, onun bu işi veya diğer işleri hakkında onu nasıl bu işten vazgeçirebiliriz?”
İmam (a.s), “Sana öğretmek istediğim şeyi üstadının yanında yapmaya hazır mısın?”dedi.
Öğrenci, “Evet” dedi.
İmam (a.s), “Onun yanına git, ona karşı çok sıcak ve şefkatli davran; öyle ki artık birbirinize ünsiyet etmiş olasınız. Yapmak istediği işlerde ona yardımcı ol. Tam samimi olduğunuzda ona de ki: “Aklıma bir soru takılmıştır, onu söylemek için izninizi istiyorum, zaten sizin gibi birisinden bu izin beklenmektedir." Daha sonra şöyle de: “Eğer bu Kur’anın yaratıcısı senin yanına gelip de; Benim bu sözden maksadım senin düşündüğün mana değildir." derse nasıl olur?”
Üstat sana, “Evet, böyle bir şey diyebilir?” diyecektir. Çünkü üstadın senin ne söylediğini çok iyi anlıyor. Cevap verdiğinde ona de ki: “Sen Kur’an’ın maksadını nereden anladın? Şayet sizin zannettiğiniz gibi değildir !”
Öğrenci İmamdan bu sözleri öğrendikten sonra filozofun yanına gitti. İmam’ın buyurduğu gibi ilk önce onunla samimi ve dost olmaya çalıştı, daha sonra İmam’ın ona öğrettiği sözü üstada söyledi. Bu söz onu çok etkiledi. Öğrenciye: “Dediğin sözü bir kez daha tekrarla” dedi. O da söylemiş olduğu sözü tekrarladı.
Filozof, biraz düşündükten sonra şöyle dedi: “Söylediğin söz, lügat (sözcük) açısından mümkündür, bakış açısından da dikkate şayandır.”
Başka bir rivayete göre filozof ona şöyle dedi: “Allah aşkına söyle bakalım, bu sözü kimden öğrendin?”
Öğrenci ilk önce o sözün kendi sözü olduğunu söyledi. Ama filozofun ısrarıyla gerçeği söyleyerek "İmam Hasan Askeri’den öğrendim." dedi.
Filozof sonra şöyle dedi:
“Şimdi doğruyu söyledin. Çünkü böyle bir sözü o aileden başkası söyleyemez.” Filozof daha sonra, yazdığı bütün şeyleri yakmalarını emretti!

(Bihar’ul-Envar, c. 50, s. 311)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

2- Rahibin Yağmur Talebi İçin Yaptığı Hile

İmam Hasan Askeri (a.s) zindanda olduğu bir zamanda, Samirra’da kıtlık oldu, yağmur yağmıyordu. O zamanın halifesi (Mutemed), herkesin yağmur namazı için çöle çıkmalarını emretti. Halk üç gün ard-arda namaz için musallaya (cemaat namaz kılınan yere) gidip dua ettiler, fakat yağmur yağmadı.
Dördüncü günü, oskofların büyüğü olan “Caslik”, Hıristiyan ve ruhbanlarla birlikte çöle gittiler. Onların arasında bir rahip vardı, elini duaya kaldırır kaldırmaz şiddetle iri taneli yağmur yağdı. Müslümanlardan birçoğu, bu olayı görür görmez şaşkınlığa uğrayıp Hıristiyan dinine yönelmeye meylettiler. Bu olay halifenin hoşnutsuzluğuna yolaçtı. Halife, çaresizlikten İmam (a.s)’ı hapisten çıkararak kendi yanına getirmelerini emretti.
İmam (a.s)’ı halifenin yanına getirdiklerinde halife: “Atanın ümmetinin sapmaması için onların feryadına yetiş!” dedi.
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Yarın kendim çöle gideceğim, Allah'ın yardımıyla şek ve şüpheyi gidereceğim.”
O günü Casilik, rahiplerle birlikte yağmur talebi için şehirden dışarı çıktılar. İmam Hasan Askeri (a.s) da bir grup Müslümanlarla birlikte çöle doğru hareket ettiler. Rahip elini duaya kaldırdığında İmam (a.s) kölelerinden birine: “O rahibin yanına giderek onun sağ elini tut ve parmakları arasında saklamış olduğu şeyi dışarı çıkar” buyurdu.
Köle de İmam (a.s)’ın emri doğrultusunda, rahibin parmakları arasındaki siyah kemiği çıkardı. İmam (a.s) kemiği eline alarak rahibe: “Şimdi dua et!” diye buyurdu.
Rahip ellerini duaya kaldırıp (Allah’tan) yağmur istedi. Ama bu defa gökteki az bulut da yok olarak güneş doğdu.
Halife İmam (a.s)’a: “Bu nedir?” diye sordu.
İmam (a.s) da şöyle buyurdu: “Bu kemik, peygamberlerden birinin kemiğidir. Bu adam bu kemiği peygamberlerden birisinin kabrinden çıkarmıştır. Peygamberin kemiği açığa çıktığı zaman gökten şiddetle yağmur yağar.”
İşte böylece hakikat herkese aşikâr olarak Müslümanların kalbi rahatladı.

(Bihar, c. 50, s. 270)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

3- Güçlü Olmak İstiyorsan Et Ye

Ebu Haşim şöyle diyor:
İmam Hasan Askeri (a.s) oruç tutuyordu; iftar vakti kölesi İmam (a.s)’a her ne getirseydi, biz de O’nunla o yemeği yiyorduk. Ben de O Hazretle oruç tutuyordum. Günlerin birinde takatim kalmadı. Bu nedenle başka bir odaya giderek orucumu, tatlı kuru bir ekmekle açtım.(1)
Daha sonra İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanına gelerek oturdum. İmam (a.s) kölesine şöyle buyurdular: “Ebu Haşim’e biraz yemek ver yesin, o oruç değildir.”
Ben güldüğümde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Neden gülüyorsun? Güçlü olmak istediğinde et ye; tatlı kuru ekmek güç vermez.”
Arzettim ki: “Allah, Peygamberi ve siz doğru buyuruyorsunuz” Daha sonra yemek yedim...(2)
_________________
1 - Tuttuğu oruç müstahap olduğundan dolayı İmam (a.s) ona kolaylık tanımış.
2 - Bihar, c. 2, s. 255
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

4- Gizli Bir Görev

Ebu Eyyub- i Ensari’nin oğullarından ve İmam Ali Naki (a.s) ile İmam Hasan Askeri (a.s)’ın şii ve komşularından olan Buşr bin Süleyman şöyle diyor:
Bir gün İmam Ali Naki (a.s)’ın hizmetçilerinden olan Kufur, benim yanıma gelerek: “İmam (a.s) seni huzuruna çağırıyor” dedi. Ben İmam (a.s)’ın huzuruna varıp karşısında oturduğumda Hazret şöyle buyurdu:
“Ey Buşr! Sen Ensari’nin oğullarındansın; öyle bir aileden ki, Medine’de Hz. Peygamber’e yardım etmeye kalktılar ve biz Ehl- i Beyt’in sevgisi sizin ailenizde devam etmiştir; işte bu yüzden siz bizim güvendiğimiz insanlardansınız. Şimdi, fazilet sayılacak olan ve onu yapmakla da diğer şiilerden üstün olacağın tamamıyla gizli bir iş ile seni görevlendiriyorum.”
Daha sonra İmam (a.s), Rumi yazısı ve diliyle bir mektup yazıp (ağzını) mühürleyerek bana verdi ve içerisinde iki yüz yirmi altın bulunan sarı bir kese de çıkarıp şöyle buyurdular:
“Bu altın keseyi al ve Bağdat’a doğru hareket et filan günün sabahı Fırat köprüsünün kenarında hazır ol. Esirleri taşıyan kayıklar oraya yetiştiğinde, bir grup cariyeleri satmak için getirdiklerini göreceksin.
Beni Abbas ordusunun vekillerinden bir grup insanlar ve Arap gençlerinden de birkaç kişi, cariye almak için oraya toplanmış olacaklar, onlardan her biri cariyelerden en iyisini almaya gayret edecektir.
Bu esnada sen de, Ömer bin Zeyd (köle satan) isminde olan bir şâhısı gözetim altında tut. Bu şahıs, şu... şu özellikte bir cariyeyi, satmak için müşterilere sunacaktır; onun bir özelliği de; iki ipek elbise giymiş olması, namahremlerden şiddetle kaçınması ve hiçbir kimsenin ona yaklaşarak yüzüne bakmasına izin vermemesidir. O sırada onun perde arkasından ağlayarak Rumca şöyle dediğini duyacaksın: “Vay benim halime! İsmet örtüm yırtıldı ve şahsiyetim yok oldu.”
Müşterilerden biri köle satana: “Ben onu üç yüz dinara alıyorum; çünkü onun iffet ve hicabı beni, onu almaya daha çok teşvik etti” diyecektir.
Cariye de ona diyecek ki: “Benim sana rağbetim yoktur, Hz. Süleyman’ın kıyafetine girsen, onun haşmet ve saltanatına sahip olsan dahi ben seni istemiyorum; kendi malına acı, paranı boşuna harcama!”
Köle satan adam da diyecek ki: “Sen hiçbir müşteriye razı olmuyorsun, öyleyse ne yapmak gerekir? Ben seni satmaya mecburum.”
Cariye de diyecek ki: “Neden acele ediyorsun? Bırak kalbim istediği bir alıcı bulunsun.”
Bu sırada köle satanın yanına giderek şöyle de: “Büyüklerden biri, Rumi hattı ve diliyle bir mektup yazmıştır; o mektupta asalet, necabet, sahavet ve diğer ahlaki özelliklerini açıklamıştır. Şimdi bu mektubu cariyeye ver de o mektubu yazanın ahlaki özelliklerinden haberdar olsun. Eğer razı olursa, ben bu mektup sahibinden taraf, bu cariyeyi onun için almaya vekâletim vardır.”
Buşr şöyle diyor: Ben İmam (a.s)’ın huzurundan ayrılarak Bağdat’a doğru hareket ettim ve İmam (a.s)’ın emirlerinin hepsini yerine getirdim. Mektup cariyenin eline geçince mektubu okudu ve sevinçten şiddetle ağladı. Sonra Ömer bin Zeyd’e dönerek şöyle dedi:
“Beni bu mektup sahibine satmalısın, benim ona alakam vardır. Allah’a and olsun ki, eğer beni ona satmazsan kendimi öldürürüm ve sen de benim ölümümden sorumlu olursun.”
İşte bu durum, benim onun fiyatı hakkında fazla konuşmamama sebep oldu. Nihayet mevlamın bana verdiği miktara anlaştık. Ben paraları ona verdim, o da çok sevinmiş olan cariyeyi bana teslim etti. Ben o hanım efendiyle birlikte, onun için Bağdat’ta kiraladığım eve gittik. Cariye sevinçten rahat edemiyordu, İma (a.s)'ın mektubunu cebinden dışarı çıkarıp sürekli öpüyordu; onu gözlerinin üzerine bırakıp yüzüne sürüyordu.
Bu halini görünce dedim ki: “Ey hanım efendi! Ben senin bu hareketine şaşırıyorum; sahibini görmediğin ve tanımadığın bir mektubu nasıl öpüyorsun?”
Şöyle dedi: “Ey Peygamber’in oğlunun makamı hakkında ilmi az olan zavallı! Hakikatin sana aşikâr olması için sözümü canı gönülden dinle:

Mutlu Bir Kızın İlginç Macerası

“Benim ismim Melike’dir, Yuşua’nın kızıyım, babam Rum şahının oğludur; annem ise Hz. İsa’nın vasisi olan Şem’un Safa’nın evlatlarından ve İsa peygamberin yarenlerinden sayılmaktadır. Hayret verici çok ilginç maceramı şimdi sana anlatacağım:
Ben on üç yaşında iken büyük babam (Rum şahı), beni kardeşi oğluyla evlendirmek istedi. Hz. İsa (a.s)’ın havarilerinin neslinden olan üç yüz dini lider ve ruhbanı, ülkenin büyükleri ve ileri gelenlerinden yedi yüz kişiyi, ordu komutanları ve yüksek makamlardan ise dört bin kişiyi evlilik töreni için davet etti. Rum İmparatorunun sarayında, davet edilenlerin katılımıyla benim görkemli evlenme törenim başlamış oldu. Bu sırada, cevahirlerle süslenen şaha mahsus bir taht, sarayın ortasında kırk sütun üzerine yüksek bir yere bırakıldı. Damadı özel bir törenle tahtın üzerine oturttular, onun baş kısmına salipler (haçlar) taktılar, hizmetçiler hizmet etmeye başladılar, oskoflar da damadın çevresini bir halka gibi sardılar. Hıristiyan inançlarına, dinine uygun bir şekilde evlilik akdini okumak için İncilleri açtılar. Bu esnada aniden salipler yukarından aşağı döküldüler, tahtın ayakları kırılmış oldu. Şanssız damat yere yıkılıp bayıldı; oskofların yüzlerinin rengi kaçtı, bedenleri titremeye başladı. Oskofların büyüğü babama dönerek şöyle dedi.
“Şahım! Bu hadise, Hıristiyan mezhebinin ve İmparatorluk dininin yok olmasının bir belirtisidir. Böyle bir işi yapma; bizi de bu uğursuz merasimi yapmaktan mazur gör.”
Büyük babam da bu vakıayı, uğursuzluğa yorumladı. Bununla birlikte tekrar tahtın ayaklarının yapmalarını, salipleri (haçları) yerlerine asmalarını, şansı dönmüş damadın kardeşini tahtın üzerinde oturtmalarını emretti. Her nasıl olursa olsun beni evlendirerek bu uğursuzluğun onların ailesinden yok olması için tekrar akd merasiminin düzenlenmesini istedi.

Düğün Töreni Tekrar Bozuldu

Rom İmparatorunun emriyle tekrar meclisi süslediler; haçlar yerine asıldı; mücevherlerle süslü taht, ayakları üzerine konuldu; yeni damat tahtın üzerine oturtuldu; ordu ve ülke büyükleri bu evlilik merasiminin yapılması için hazırlandılar. Ama Hıristiyanlık dinine göre evlilik akdini okumaları için İncilleri açtıklarında aniden önceki vahşetli hadise tekrarlanmış oldu; haçlar yere döküldü, tahtın ayakları kırıldı, kötü şanslı damat tahttan yere düşerek bayıldı, konuklar dehşete uğrayarak dağıldılar, düğün meclisi, yine evlilik akdi okunmaksızın bozulmuş oldu, büyük babam da üzgün bir şekilde saraydan çıkıp kendi haremine giderek perdeleri çekti.

Kader Belirleyici Rüya

Ben de kendi odama gittim, gece olunca uyudum. O gece gördüğüm rüya benim gelecek kaderimi belirledi. Rüyamda gördüm ki; Hz. İsa (a.s), Şem’un Safa ve havarilerden bir grup kimseler, büyük babamın köşkünde toplanmışlardı, tahtın yerinde de kendisinden nur saçan çok yüksek bir minber vardı.
Bu sırada Hz. Muhammed (s.a.a), O Hazretin damat ve halifesi (Hz. Ali -a.s-) ve evlatlarından bir grup kimseler, köşke girdiler. Hz. İsa (a.s), O Hazreti karşıladı, bağrına basarak birbirlerine sarıldılar. O anda Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurdular:
“Ey Resulullah! Senin vasin Şem’un’un kızı Melike’yi oğlum (İmam Hasan Askeri –a.s-) için istemeye gelmişim.”
Hz. İsa (a.s) Şem’un’a bakarak şöyle dedi:
“Ey Şem’un! Mutluluk sana yönelmiş, bu mübarek evlilik için olumlu cevap ver; kendi soyunu Âl-i Muhammed (s.a.a)’in soyu ile aşıla!”
Şem’un: “İtaat ederim” dedi.
Daha sonra Hz. Muhammed (s.a.a), minberin üzerinde oturup nikâh akdinin hutbesini okudu ve beni oğluna (İmam Hasan Askeri’ye) nikahladı.
Hz. İsa, havariler ve Hz. Muhammed (s.a.a)’in evlatlarının hepsi bu evliliğe tanık oldular. Uykudan kalktığımda, canımdan korkarak uykumu babama ve dedeme anlatmadım; zira beni öldürmelerinden korktum. İşte bu yüzden rüyamdaki bu macerayı bir sır olarak sakladım.
Bu rüyadan sonra, imam Hasan Askeri (a.s)’a olan sevgi ateşi, kalbimde öyle alevlendi ki, artık yemek ve içmekten kesildim. Yavaş yavaş zayıf ve takatsiz oldum, sonuçta hastalandım. Büyük babam, Rum memleketinde var olan doktorları, beni tedavi etmeleri için getirdi, ama hiçbirisinin bir yararı olmadı. Büyük babam, tedavilerden ümidini kesince şefkatle şöyle dedi: “Ey gözümün nuru! Kalbinde yerine getire bileceğim bir arzun var mıdır?”
Dedim ki: “Şefkatli babam! Kurtuluş kapılarını yüzüme kapalı görüyorum. Ama eğer senin zindanında bulunan Müslüman esirlere işkence etmekten vazgeçip onları hapisten serbest bırakırsanız, ümit ederim ki, Hz. İsa (a.s) ve annesi Meryem bana şifa verirler.”
Babam benim isteğimi kabul etti, ben de zahirde biraz iyileştiğimi izhar ettim, yavaş-yavaş yemeğe başladım. Babam çok sevindi, eskiye oranla Müslüman esirlere daha iyi davranmaya çalıştı.

On Dört Geceden Sonra İkinci Rüya

On dört geceden sonra şu rüyayı gördüm: Hanımların hanım efendisi Hz. Fatımat’üz- Zehra (a.s), Hz. Meryem ve cennet hurilerinden yetmiş bin kişi gelerek şeref verdiler. Hz. Meryem bana bakarak: “Dünya kadınlarının hanım efendisi olan bu kadın, senin eşinin (büyük) annesidir” dedi.
Ben Hz. Fatıma (a.s)’ın eteğinden tutarak ağladım ve İmam Hasan Askeri (a.s)’ın beni görmeye gelmemesinden dolayı şikayet ettim.
Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdular:
“Sen Hıristiyan dininde olduğun müddetçe, oğlum seni görmeye gelmeyecektir; bu bacım Meryem, senin dininden Allah’a sığınıyor. Eğer Allah-u Teala, Hz. İsa ve Meryem’in senden razı olmalarını ve oğlumun seni görmeye gelmesini istiyorsan, Allah’ın birliğine ve babam Hz. Muhammed’in risaletini ikrar et ve şehadeteyni (yani eşhedu en lâ ilahe ilellah ve eşhedu enne Muhammed’en resulullah) söyle.”
Bu kelmeleri söylediğimde Hz. Fatıma (a.s) beni bağrına bastı; böylece ruhum rahatladı, sağlık durumum düzeldi.
Sonra şöyle buyurdu: “Şimdi oğlum Hasan Askeri’yi bekle; yakında onu senin yanına göndereceğim.”

Üçüncü Rüya ve Maşuku Görme

O gün çok geç sona erdi, akşamın ulaşmasıyla, sevgiliyi görmeye muvaffak olabilmem için çabuk uyudum. Şansın iyiliğinden İmam Hasan Askeri (a.s)’ı rüyamda görünce şikayet edercesine şöyle dedim: “Ey kalbimin mahbubu! Neden bana cefa ettin, bu müddet içerisinde beni görmeye gelmedin? Ben canımı senin muhabbetin uğrunda telef ettim.”
Buyurdular ki: “Benim seni görmeye gelmememin tek nedeni, senin Hıristiyan mezhebinde olman ve müşriklerin dininde yaşamandı. Şimdi İslam’ı kabul ettiğinden dolayı, ben her gece, zahirde Allah Teala bizi birbirimize kavuşturana dek seni görmeye geleceğim.”
O geceden şimdiye kadar, hiçbir gece beni kendisini görmekten mahrum etmemiştir; sürekli rüya aleminde, o maşuku görmeye muvaffak oldum.”

Rum İmparatoru Kızının Esir Olma Macerası

Buşr şöyle diyor:
Meleke hanıma: “Nasıl esaret tuzağına düştünüz?” diye sorduğumda şöyle cevap verdiler:
Gecelerin birinde, İmam Hasan Askeri (a.s) rüya aleminde bana şöyle buyurdular:
“Senin büyük baban, bugünlerde bir orduyu Müslümanlara karşı savaşa gönderecektir; kendisi de orduyla birlikte savaş cephesine gidecektir. Sen de cephe arkasında hizmet için savaşa katılan kadınların elbisesini giy, tanınmayacak bir şekilde hizmetkar kadınlarla birlikte, muradına ermen için cepheye doğru hareket et.”
Birkaç günden sonra Rum ordusu, savaş cephesine doğru hareket etti, ben de İmam (a.s)’ın buyurduğu şekilde kendimi cephe arkasına ulaştırdım. Çok geçmeksizin savaş ateşi alevlendi. Nihayet İslam’ın ön sıradaki askerleri bizi esir aldılar. Daha sonra kayıklarla Bağdat’a doğru hareket ettik. Gördüğün gibi Fırat nehrinin kıyısında kayıklardan indik. Şimdiye kadar benim Rum İmparatorluğu şahının torunu olduğumu, senden başka hiçbir kimse bilmiyor; sana da ben söyledim.
Savaş ganimetlerini böldüklerinde, ben yaşlı bir adamın payına düştüm. O ismimi sordu; tanınmak istemediğimde dolayı ismim Nercis’tir dedim.”
Buşr sözünün devamında şöyle diyor:
Nercis’e: “Sen Rumlu olduğun halde, nasıl Arapçayı böyle güzel biliyorsun?” diye sordum.
Cevaben şöyle dedi:
“Büyük babam, benim eğitimime çok özen gösteriyordu; çeşitli millet ve kavimlerin adap ve dillerini öğrenmemi istiyordu. Bundan dolayı, kendi tercümanı olan Arapça bilen bir kadına, Arapçayı gece- gündüz bana öğretmesini emretti. İşte bu yüzden Arapça dilini iyice öğrendim ve bu dille konuşmaya muvaffak oldum.”

Melike Hatun ve Semavi Hediye

Buşr şöyle devam ediyor:
Kısa bir bekleyişten sonra Bağdat’tan Samirra’ya hareket ettik. Onu, İmam Ali Naki (a.s)’ın yanına götürdüm. İmam (a.s) kısaca hal-hatır sorduktan sonra şöyle buyurdular:
“Allah Teala, İslam’ın izzetiyle Hıristiyanlığın zilletini ve Hz. Muhammed ile Ehl- i Beyt’inin azametini nasıl size gösterdi?”
Cevaben şöyle dedi:
“Ey Peygember’in oğlul Sizin benden daha iyi bildiğiniz şey hakkında ben ne diyeyim!”
İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:
“İhtiram için sana hediye vermek istiyorum; On bin altın mı, yoksa ebedi övünç ve şeref mayası olan sevindirici müjdeyi mi vereyim; hangisini seçiyorsun?”
Arzetti: “Bana evlat müjdesi veriniz.”
İmam (a.s): “Dünyanın doğu ve batısına malik olacak; yeryüzü zulüm ve adaletsizlikle dolduktan sonra onu adaletle dolduracak olan bir evladı sana müjdeliyorum” buyurdular.
Melike arzetti: “Bu çocuğun babası kimdir?”
Hazret buyurdular ki:
“Resulullah (s.a.a) falan zaman rüya aleminde, seni torunu için istemiştir.”
Daha sonra İmam (a.s) şöyle bir soru sordu:
“O gece Hz. Mesih (İsa -a.s-) ve O’nun vasisi, seni kimle evlendirdi?”
Arzetti: “Senin oğlun İmam Hasan Askeri ile evlendirdi.”
İmam (a.s) buyurdu ki: “Onu tanıyor musun?”
Arzetti: “Hz. Fatıma (a.s)’ın vesilesiyle Müslüman olduğum geceden itibaren her gece beni görmeye geliyordu.”
Vuslat İçin Bekleyişin Sona Ermesi
Söz buraya yetiştiğinde İmam Naki (a.s) hizmetçisine: “Bacım Hakime’nin buraya gelmesini söyleyin” buyurdular.
Hakime Hatun İmam (a.s)’ın yanına geldiğinde Hazret: “Bacı! Beklediğim değerli hanım budur” buyurdular.
Hakime, İmam (a.s)’ın bu sözünü duyur duymaz, Melike’yi kucaklayarak yüzünden öptü ve çok sevindi.
Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Bacı! Bu hanımı eve götür ve dini meseleleri ona öğret. Bu yeni gelin, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın eşi ve Kâim-i Âl- i Muhammed (s.a.a)’in annesidir.”

(Bihar, c. 51, s. 4–10)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

5- Muhtaçlar İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Huzurunda

İbn-i Kurdi ismiyle meşhur olan Ali bin İbrahim, Muhammed bin Ali’den şöyle naklediyor:
Maddi durumumuz çok kötü olmuştu. Bundan dolayı babam bana: “Bu adamın, yani İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanına gidelim; çünkü onun cömert ve bağışlayıcı olduğunu vasfetmişler” dedi.
Ben: “Onu tanıyor musun?” diye sordum.
Babam: “Ne onu tanıyorum ve ne de görmüşüm” dedi.
Babamla birlikte İmam Hasan Askeri (a.s)’ın evine doğru hareket ettik. Babam yolda şöyle dedi: “Beş yüz dirheme ne kadar da muhtacız! Keşke bize beş yüz dirhem vere; iki yüz dirhemini elbise almak, iki yüz dirhemini un almak ve yüz dirhemini de diğer ihtiyaçlarımız için harcarız.”
Ben de kalbimde dedim ki: “Keşke üç yüz dirhem de bana verse; Cebele(1) gitmek için yüz dirhemiyle merkep alırım, yüz dirhemini geçim masrafı için harcarım ve yüz dirhemiyle de elbise alırım.”
İmam Hasan Askeri (a.s)’ın kapısına vardığımızda İmam (a.s)’ın hizmetçisi dışarı çıkarak: “Ali bin İbrahim ve oğlu içeri buyursunlar” dedi.
İçeri girip İmam (a.s)’a selam verdiğimizde İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Ali! Neden şimdiye kadar bizim yanımıza gelmedin?”
Babam cevaben şöyle dedi: “Ey seyyidim (efendim)! Bu halimle sizinle görüşmekten utandım.”
İmam (a.s)’ın huzurundan ayrıldığımızda, İmam (a.s)’ın hizmetçisi yanımıza gelerek babama bir kese para verip şöyle dedi: “Bu beş yüz dirhemdir. Onun iki yüz dirhemi elbise alman, iki yüz dirhemi un alman, yüz dirhemi de diğer masrafların içindir.”
Diğer bir kese de bana vererek şöyle dedi:
“Bu üç yüz dirhemdir. Onun yüz dirhemiyle merkep al, yüz dirhemiyle kendine elbise temin et, yüz dirhemini de diğer masrafların için harca; Cebel’e değil Sura’ya git.”(2)
Muhammed bin Ali, bu söz üzerine Sura’ya giderek orada bir kadınla evlendi ve her gün dört bin dinar kâr elde ediyordu. Ama maalesef bununla birlikte Vakıfî inancı üzere idi (sadece İmam Kazım (a.s)’a kadar olan İmamları kabul ediyordu).
Muhammed bin İbrahim-i Kurdi, Muhammed bin Ali’ye: “İmam Hasan Askeri (a.s)’ın imametiyle ilgili bundan daha açık bir delil mi istiyorsun?” dediğinde o: “Doğru söylüyorsun, fakat biz böyle gelmişiz böyle de gideceğiz” dedi.(3)
_________________
1 - Cebel’den maksat, dağlık bölgelerdir; yani Hemedan, Kazvin, Azerbaycan’la Irak sınırları, Huzistan, Fars ve Deylem şehirleri.
2 - Sura; Irak’ta bir şehrin veya Bağdat’ta bir mahallenin ismidir.
3 - Bihar, c. 50, s. 278
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

6- Bir Soru Ve Cevabı

Ebu Haşim şöyle diyor:
Fehfeki isminde bir şahıs İmam Hasan Askeri (a.s)’dan: “Zavallı kadının suçu nedir ki o, mirasta bir pay, erkek ise iki pay alıyor?” diye sordu.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Cihat, nafaka (geçim masrafı) ve kan parasını(1) ödemek kadınların üzerine farz değildir. Bunların hepsi erkeklerin üzerine farzdır.”
Ebu Haşim diyor ki: Ben kendi kendime: “Bu meseleyi İbn-i Ebi’l- Avca İmam Sadık (a.s)’dan sordu, o da aynı cevabı verdi” dedim.
Ben bu sözü söylemeden İmam Hasan Askeri (a.s) bana yönelerek şöyle buyurdular:
“Evet, bu, İbn-i Ebi’l- Avca’nın sorduğu sorunun aynısıdır. Soru bir olduğu zaman biz İmanların cevabı da birdir. Bizim sonrakilerimiz, öncekilerimizin söyledikleri sözün aynısını söylemekteler. Bizim önceki ve sonrakilerimiz ilim ve imamette eşittirler. Ama Peygamber (s.a.a) ve Emir’ul-Muminin Ali (a.s)’ın üstünlükleri kendi yerinde sabittir.”(2)
_________________
1 - Bir adam yanlışlıkla bir adamı öldürürse, maktulün ma’kulesi yani kan parası öldürenin baba tarafından olan akrabaları üzerinedir. Fıkıh ıstılahında bunlara “akile” denmektedir. Akile; katilin babası, oğlu, kardeşi, amcası, kardeş oğlu ve amcası oğlu gibi şahıslardır. Bunların böyle bir diyeti ödemeleri gerekir.
2 - Bihar, c. 50, s. 255
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön