İmam Musa Kazım'ın Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

İmam Musa Kazım'ın Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM MUSA KAZIM'IN (A.S) KISACA BİYOGRAFİSİ

Adı: Musa.
Lakapları: Abd-u Salih, Kazım, Bab’ul-Hevaic
Künyesi: Ebu’l-Hasan, Ebu İbrahim.
Ana-Baba: İmam Sadık (a.s), Hamide.
Doğumu: Hicretin 128. yılı Sefer ayının 7'sinde Pazar günü Mekke ve Medine arasında yer alan “Ebva” köyünde dünyaya geldi.
Döneminin Halifeleri: Mensur Devaniki, Mehdi Abbasi, Hadi Abbasi ve Harun Reşid. İmametinin 23 yıl 2 ay ve 17 günü Abbasî halifelerinin beşincisi olan Harun’un hükümeti döneminde geçmiştir.
İmameti: Otuz beş yıl (148-183).
Şahadeti: Hicretin 183. yılı, Recep ayının 25. günü 55 yaşında iken Harun Reşid’in emriyle onun Bağdat’taki zindanında şahadete erişti.
Mezarı: Bağdat'ın yakınlarındaki Kazimeyn şehrinde.
Yaşam Dönemi:
1) İmamet öncesi dönem, 20 yıl (128-148)
2) Nispeten uzun süren imamet dönemi, 35 yıl (148-183)
İmam Kazım (a.s), zamanın tağutlarıyla sürekli büyük bir mücadele halindeydi. Basra ve Bağdat’ta birçok zindanlarda ömür geçirmiş, asla teslim olmamış ve aziz canını İslâm’a feda etmiştir.
Çocukları: 19 erkek 18 kız. Bunlar birkaç kadından dünyaya gelmiştir.
En son f_altan tarafından 31 Tem 2007, 17:58 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM MUSA KAZIM (A.S)’IN KISACA HAYATI

Yedinci İmam Musa Kazım (a.s), hicri 128. yılın Sefer ayının yedisinde Mekke ve Medine arasında vaki olan “Ebva” köyünde dünyaya geldi. Babası İmam Cafer Sadık (a.s), annesi ise Hamide’dir. 20 yaşında iken Allah’ın emri ve babasının vasiyeti üzerine İmam oldu. İmam Musa Kazım (a.s), Müslümanlara İslam’ın hakikatini açıklayarak, onlara zalim yöneticilerden uzak durmayı emrediyordu. Abbasi halifelerinden olan Harun Raşit, İmam’ın Müslümanlar arasındaki etkisinden dehşete kapılarak devletin güvenliğini korumak adıyla, gerçekte ise kendi egemenliğini korumak için İmam’ı yakalatıp gizlice Medine’den Bağdat’a getirterek zindana attı. Zalim yöneticiler, İmam’ın da kendileri gibi maddi ve şehvani meselelerden etkileneceğini sanarak sarayla ilişkisi olan kötü bir kadını İmam’ı etkilemek için o hazretin bulunduğu zindana gönderdiler. O kadın İmam’ın ona hiç bir surette teveccüh etmediğini ve Allah karşısındaki huzu ve huşuunu, raz-u niyazını görünce, o da tövbe edip Allah’a yöneldi.
İmam’ın hapiste de halk içerisinde etkisinin yoğunlaştığını anlayan Harun, Hazret’in hayatta kalmasına tahammül edemeyerek, onun Yahudi olan Sindi bin Şahik’in yönettiği bir hapse intikal ettirilmesini ve orada zehirletilerek şehit edilmesini emretti. Sonunda 55 yaşındayken hicri 183. yılın Receb ayının yirmi beşinde Bağdat’ta sözü edilen zindanda şehit edildi. Kabri, Bağdat’ın yakınında olan Kazimeyn şehrindedir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Musa Kâzım (a.s)'ın Doğumu

Ebvâ köyü[1] o gün[2] sanki daha farklı ışıldıyordu; güneşin ışığı uzun hurma ağaçlarını beline kadar altın renge bürümüş ve çamurdan yapılmış köy evlerinin damlarına uzun gölgeler düşürmüştü…
Çobanların önünde çöle gitmeye hazır olan develerle koyunların sesi kalplere sabah neşesinin tohumlarını ekiyor ve kulağı yaşam sesiyle dolduruyordu…
Köyün kenarında ve kadınların sakin berraklığından su aldıkları bir gölcük; şimdi ruhları okşayan hafif bir rüzgar dalgalanarak geçip gidiyor ve birkaç kırlangıç neşeli ve aceleci bir halle onun üzerinde sağa-sola uçuyor ve arada bir sanki Fil Yılı’nın pişirilmiş-sertleştirilmiş taşlarının sıcaklığından[3] hala sıcak olan göğüslerini suya vuruyorlardı… Biraz ötede, bir tek hurma ağacı, yüksek ve yeşil şemsiyesini bir mezarın üzerine açmış ve sabahın o vaktinde bir kadın, o mezarın üzerine eğilmiş saygı ve haşmetle onun toprağını öpüyor, yavaş yavaş ağlıyor… ve dudak altından bir şeyler söylüyordu. Hafif rüzgarın getirdiği sözlerinden sanki şu cümleler duyuluyordu:
- Selam sana , ey Amene! Ey Peygamber’in değerli annesi… Allah, doğum yerinden uzak bir noktada can veren sana rahmet etsin …
Şimdi, ben, senin gelinin Hamide, senin evladının soyundan bir bebek taşımaktayım rahmimde ve Pazartesi akşamından beri çektiğim acıdan dolayı öyle sanıyorum ki, bu mübarek bebeği bu köyde ve senin mezarının yanıbaşında dünyaya getireceğimi…
Ah, ey bu toprakta yatan yüce kadın; kocam bana bu bebeğimin senin oğlun olan Peygamber-i Ekrem’in yedinci halifesi olacağını buyurdu…
Efendim! Allah’tan bebeğimi sağ-salim dünyaya getirmemi isteyin… Sabah güneşi, o mezarın baş tarafında yeşeren tek hurma ağacının dallarının üzerinden süzülerek yere düşmüştü…
Hamide, ağır ve ihtişamla ayağa kalktı; elbisesinin mezarın toprağından tozlanan bölümünü çırpıp temizledi; bir elini karnının üzerine bırakarak hamile kadınlar gibi ihtiyatla ağır ağır köye doğru yola koyuldu…
Bir süre sonra, güneşin iyice yükseldiği, köy güvercinlerinin Ebvâ köyünün saf semasında, onun nur çeşmesinde kanatlarını yıkadıkları bir anda sevinç ve mutluluk sesleri köyden gökyüzüne yükseldi… Gölcüğün kıyısından, köy sokaklarından bazı kadınların sevinç ve mutluluk içerisinde sağa-sola kaçıştıklarını görüyor gibiydim…
Ah; o sırada iki kadın o aceleci halleriyle ellerindeki iki büyük su testisiyle su almak için gölcüğe doğru geliyorlardı…
Yeni haberleri öğrenmek için onların konuşmalarına kulak verdim:
- Bacım! Diyorlar ki, İmam Sadık (a.s) çocuğu dünyaya geldiği zaman buyurmuş ki: “Benden sonraki imam ve Allah kullarının en hayırlısı dünyaya geldi…”[4]
- Adını ne koymuşlar, biliyor musun?
- Hatta, daha dünyaya gelmeden adını “Musa” bırakmışlardı.

O sırada gözüm, elimde olmaksızın, gölcüğün ötesinde, çölde, o köyde olup bitenlerden habersizi elindeki sopayla koyunlarını güden bir çobana takıldı…
Bir an aklımdan çobanın Musa ve orasının da Sina çölü olduğu geçti de içimden, “Yeni dünyaya gelen bu Musa zamanın hangi firavununa karşı dünyaya gelmiştir…?!” dedim.
_________________
[1] - Bu köy, Medine’yle Mekke arasında yer almıştır.
[2] - Hicri-kameri 128 yılı, Safer ayının yedinci gününün sabahı.
[3] - Fil Suresi’ne işarettir: Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşları gönderdi; ayaklarında pişirilmiş-sertleştirilmiş balçık taşları vardı.
[4] - Kâfî, c. 1, s. 476.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Musa Kâzım (a.s) ve Abbasi Hükümeti

İmam Musa b. Cafer-i Kazim aleyhisselam 4 yaşındayken zalim Emevî hükümetleri yıkıldı.
Emevîlerin Arap ırkçılığı, yağmacık, zorbalık, zulme dayanan siyasetleri, hükümetlerinin anti İran girişimleri Muhammedî öz İslam’ın adilane hükümetini isteyen halkı ve özellikle İranlıları onlara karşı ayaklandırdı ve bu arada dönemin siyasi ricalleri halkın bu yönelişi ve özelikle İranlıların Ali oğulları ve Ali yönetimi gibi bir yönetime eğilimini kötüye kullanarak hakkı hak sahibine ulaştırmak adına Eba Muslim Horasanî’ni yardımıyla Emevileri yıktılar; fakat altıncı İmam Cafer b. Muhammed-i Sadık (a.s) yerine Ebu Abbas Seffah-i Abbasî’yi hilafet makamına geçirdiler ve gerçekte onu hilafet tahtına oturttular.[1]
Böylece, hicri kameri 132 yılında zulüm, sitem ve iki yüzlülükte Emevîlerden hiçbir eksin yönü olmayan, hatta bunlardan bir çoğunda onlardan ileri bile geçen hilafet ve Resulullah’ın (s.a.a) vasisi kisvesinde yeni bir padişahlık silsilesi iş başına geçti.
Bu ikisi arasındaki tek fark, Emevi saltanatı pek uzun sürmese de Abbasiler hicri kameri 757 yılına kadar, yani 524 yıl Bağdat’ta halka hilafet değil, saltanat sürdüler.
Evet; Yedinci İmam Musa Kâzım (a.s), Ebu’l Abbas Seffah, Mensur-i Devanikî, Hâdî, Mehdi ve Harun’un zulüm, sitem ve baskılarına maruz kalarak onların hilafetlerini idrak etti.
Bunların (Mensur’dan Harun’a kadar- her bininin İmam’ın (a.s) vücuduna ve ruhuna ellerinden geldiği kadar uyguladıkları zulüm ve sitemler bir kenara dursun, hatta o hazretin can aynasının gam, keder ve üzüntülere bürünmesi için bu zorba ve alçak kişilerin sadece kötü nefislerinin tozu bile yeterdi; eğer yapmadıklar bir şey kalmışsa o da istemedikleri için değil, yapamadıkları içindir.
Ebu’l – Abbas Seffah hicri 136 yılında öldür ve yerine kardeşi Mensur Devanikî geçti. O, Bağdat şehrini inşa edip Eba Müslim’i öldürdü. Hilafeti yerine oturunca Alioğullarını öldürmekten, zindana atıp işkence etmekten ve mallarını zaptetmekten bir an bile vazgeçmedi; başta İmam Sadık (a.s) olmak üzere bu soyun ileri gelenlerinin çoğunu öldürdü…
Kan dökücü, hilekâr, çok kıskanç, cimri, hırslı ve vefasız bir kişiydi; onun, ömür boyu zahmetlere katlanarak onu hilafet makamına ulaştıran Ebu Müslim’e karşı vefasızlığı tarihte darb-i misal haline gelmiştir.
İmam Kâzım’ın (a.s) değerli babasını şehid ettiği zaman o hazret 20 yaşındaydı; İmam (a.s) Mensur’un ıstırap, korku ve vahşet saçan hükümeti döneminde otuz yaşına kadar onunla mücadele içerisindeydi; bu süre içerisinde Şiilerine çekidüzen veriyor, onların işleriyle ilgileniyordu.
Mensur hicri 158 yılında helak olunca hükümete oğlu Mehdi geçti. Mehdi-i Abbasî’nin siyaseti halkı aldatmak ve hilekârlık üzerine kurulmuştu.
Çoğunluğunu İmam Kâzım’ın (a.s) Şiileri oluşturan babasının siyasi mahpuslarının az bir grubu dışında hepsini serbest bırakıp zapt edilen mallarını onlara geri verdi. Fakat sürekli onları göz altında bulunduruyor ve kalbinden onlara karşı büyük bir düşmanlık besliyordu. Hatta şiirlerinde Alioğullarını kötüleyen şairlere büyük enamlar veriyordu; örneğin bir defasında “Beşşar b. Berd”e yetmiş bin dirhem ve “Mervan b. Ebi Hafs”a yüz bin dirhem verdi.
Müslümanlara ait olan beytülmalını har vurup harman savurmak, şarap için ayyaşlık yapmak ve zamparalık konusunda çok eli açıktı; oğlu Harun’un evliliğinde 50 milyon dirhem harcamıştır.[2]
Mehdi’nin hükümeti döneminde İmam’ın (a.s) şöhreti her tarafa yayıldı; fazilet, takva, bilgi ve önderlik semasında dolunay gibi parladığı için halk grup grup gizlice gelerek o ezeli feyz kaynağından manevi susuzluklarının gideriyorlardı.
Mehdi’nin casusları tüm bu olup bitenleri ona bildiriyorlardı; Mehdi hilafetinin tehlikeye girmesinden endişelenerek İmam’ı (a.s) Medine’den Bağdat’a getirerek zindana atmalarını emretti.
“Ebu Halid Zubaleî” şöyle naklediyor: …Bu emir üzerine İmam’ı getirmek için Medine’ye giden hükümet görevlileri dönüşte, Hazret’le birlikte Zubale’de benim evime indiler.
İmam (a.s) küçük bir fırsatı değerlendirerek, Mehdi’nin adamlarının gözünden uzak, bana kendisi için bir şeyler satın almamı emretti. Ben çok üzgündüm; İmam’a, “Bu kan dökücü adama doğru gitmenizden dolayı başınıza bir bela gelmesinden endişeleniyorum” diye arzettim. İmam (a.s), “Benim ondan bir korkum yoktur; sen falan gün, filan yerde beni bekle” buyurdu.
Nihayet İmam (a.s) Bağdat’a gitti; ben de ıstırap içerisinde o günün gelip çatması için günleri sayıyordum; İmam’ın (a.s) buyurduğu gün gelip yetişince hemen koşup belirttiği yere gittim; çok ıstıraplıydım; en küçük bir sesle yerimden sıçrıyor ve üzerlik gibi bekleyiş ateşinde yanıyordum. Artık yavaş yavaş ufuk kızıl renge bürünüyor ve güneş gece zindanına düşüyordu. Ansızın uzakta bir karartının belirdiğini gördüm; içimden uçup ona doğru koşmak geçiyordu; fakat karartının Hazret olmamasından ve sırrımın anlaşılmasından endişeleniyordum.
Yerimde kaldım, İmam (a.s) yaklaştı; bir katıra binmiş geliyordu; mübarek keskin gözleri bana ilişince, “Eba Halid! Şüphe etme…” buyurdu. Ve sonra şöyle devam etti:
“İleride beni bir kez daha Bağdat’a götürecekler; fakat o zaman artık geri dönmeyeceğim.”
Ne yazık ki İmam’ın (a.s) buyurduğu gibi de oldu…[3]
Evet, bu defa Mehdi, İmam’ı (a.s) Bağdat’a getirip zindana atınca rüya Ali b. Ebutalib’in (a.s) kendisine hitabe şu ayeti okuduğunu gördü: “ Demek işbaşına gelecek olursanız, yeryüzünde bozgunculuk yapacak, rahimleri (akrabâlık bağlarını) koparacaksınız öyle mi?” [4]
Rabi diyor ki: Gece yarısı Mehdi birini benim peşime göndererek beni çağırttı. Korkarak hemen yanına koştum. Oraya vardığımda Mehdi’nin, “ Demek işbaşına gelecek olursanız…” ayetini okumakta olduğunu gördüm.
Beni görünce, “Git Musa b. Cafer’i zindandan çıkar, benim yanıma getir” dedi. Ben gidip İmam’ı getirdim. Mehdi yerinen kalkarak İmam’ı yüzünü öperek kendi yanına oturttu; sonra gördüğü rüyayı anlatmaya başladı.
Sonra hemen Hazret’i Medine’ye döndürmelerini emretti.
Rabi diyor ki: “Ben bunun üzerine, bir engel çıkmasından endişelenerek o gece İmam’ın yol hazırlıklarını yaptım ve sabah erkenden Hazret Medine’ye doğru hareket etti…”[5]
İmam Musa Kâzım aleyhisselam Medine’de Abbasî sarayının sıkı baskısına rağmen halkı irşat etmek, eğitim ve öğretim vermekle meşguldü… Hicri 169 yılında Mehdi’nin ölmesi sonucu saltanat tahtına oğlu Hâdi oturuncaya kadar böyle devam etti.
Hâdi, babasının aksine; demokrasiye de uymuyor, açık bir şekilde Alioğullarına karşı kötü davranıyordu; hatta babasının onlara vermiş olduğu şeyleri bile kesmiştir.
Onun için en utanç verici leke, acı Fah olayına neden oluşudur.
_________________
[1] - Emevî karşıtı inkılap öncüleri, Alevilerin yerin Abbasileri geçirip hilafetin asıl merkezine dönmesini engellemekle büyük bir ihanet yaptılar.
Ebu Semle ve Ebu Müslim ilk başta insanları Alioğullarına davet ediyorlardı; fakat başından beri perde arkasında Abbasîlerin saltanat sarayının temelini oluşturuyorlardı; işte bu nedenle İmam Sadık (a.s) siyasetteki derin düşüncesiyle onların sözlerine ehemmiyet vermemiş, onların kendisine yardım etmek için kıyam etmediklerini ve kafalarında daha farklı şeyler tasarladıklarını bildiği için sözlerini önemsememişti. Bkz. Milel ve Nihel-i Şehristanî, c. 1, s. 154, Mısır baskısı; Tarih-i Yakubî, c. 3, s. 89; Biharu’l – Envar, c. 11, s. 142, Kumpanî baskısı.
[2] - Hayatu’l – İmam, c. 1, s. 439 – 445.
[3] - Biharu’l – Envar, c. 48, s. 71 – 72. Yine bkz. A’lamu’l – Vera-i Taberî, İlmiye-i İslamiyye basımı, s. 295, biraz farkla.
[4] - Muhammed, 22.
[5] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 30 – 31.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Fah Olayı

Medine Alevilerinden Hüseyin b. Ali, Abbasi yönetimi ve onların bitmek-tükenmek bilmeyen zulümlerinden kına gelince, İmam Musa Kâzım aleyhisselam ’ın rızasını alarak[1] Hâdi’ye karşı kıyam edip yaklaşık üç yüz kişiyle Medine’den Mekke’ye doğru hareket etti.
Evet, Hâdi’nin ordusu Fah adına bir bölgede onu kuşatarak ordusuyla birlikte hepsini öldürdüler ve böylece Kerbela faciasına benzer bir facia onların da başına geldi: Şehdilerin başlarını bedenlerinden ayırarak Medine’ye getirdiler; içlerinde İmam Kâzım aleyhisselam da bulunan Alioğullarından bir grubunun bulunduğu mecliste sergilediler. Bu manzara karşısında hiç kimseden bir ses çıkmadı; ancak İmam Musa Kâzım aleyhisselam, Fah kıyamının önderi Hüseyin b. Ali’nin başını görünce şöyle buyurdu:
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Biz Allah’tanız ve O’na dönücüleriz); vallahi Müslüman ve dürüst bir kişi olduğu halde şehid edildi; o çok oruç tutar, geceyi çokça ibadetle geçirir, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırdı; ailesinde onun gibi biri yoktu.”[2]
Hâdi, siyasî ahlak dışında, kişisel özellikler bakımından da sapık, şarap içen, zevk-u sefa süren bir kişiydi.
Bir defasında Yusuf-i Seykal’a güzel sesle okuduğu birkaç beyitlik şiir için, bir deve yükü kadar dirhem ve dinar vermiştir.[3]
İbn-i Dab adında biri şöyle diyor: Bir gün Hâdî’nin yanına gittiğimde şarap içmek ve uykusuzluktan dolayı gözlerinin kızardığını gördüm. Benden, şarap hakkında bir kıssa istedi; ben de şiir kalıbında söyledim. Hâdî okuduğum şiirleri yazdı ve bana 40 bin dirhem verdi.[4]
Meşhur Arap müzik bilimcisi şöyle diyor: Hâdî yaşasaydı divanhalelerimizi altınla yapardık.[5]
Evet, Hâdî de hicri 170 yılında öldü ve ondan sonra İslam’ın padişahı Harun oldu![6]
O zaman İmam Musa Kâzım (a.s) 42 yaşındaydı.
Harun’un dönemi, Abbasilerin güç, kudret, yağmalama ve zorbalıklarının zirvesiydi.
Harun, biat merasimi bittikten sonra, İranlı Yahya Bermekî’yi kendine vezir seçti ve bütün işler, atamalar, azletmeler konusunda tam bir yetki vermiş ve o zamanın geleneğine göre bu yetkiyi desteklemek için de kendi yüzüğünü vermişti ona.[7] Kendisi de beytülmalı şarap içme, zamparalık yapmak, mücevherler satın alıp harman ve zevk-u sefa sürmede zayi etmekle meşguldü.
İki veya dört yaşındaki bir koyunun bir dirheme satıldığı o dönemde beytülmalın geliri beş yüz milyon iki yüz kırk bin dirhemdi.[8] O, bu büyük geliri harcamaya koyuldu: Okuduğu bir methiye karşısında Eşca’ adında bir şaire bir milyon dirhem verdi.[9] Şair Ebu’l – Utahiye ve müzisyen İbrahim Musulî’ye birkaç beyit şiir ve birazcık saz çalıp şarkı söylemelerine karşı yüz bin dirhem ve yüz takım elbise verdi.[10]
Harun’un sarayında çok sayıda güzel sesli ve çalgıcı kadınlar toplanmışlardı; o zamanın çeşitli saz ve çalgı aletleri vardı.[11] Harun mücevherlere çok ilgi duyardı; bir defasında bir yüzük satın almak için yüz bin dinar ödedi.[12]
Mutfağının günlük masrafı on bin dirhemdi ve bazen onun için otuz çeşit yemek hazırlanıyordu.[13]
Harun bir gün deve kendisine etinden bir yemek getirmelerini istedi; yemek gelince Cafer Bermekî şöyle dedi:
- Halifemiz kendisine getirilen bu yemeğin kaç paraya mal olduğunu biliyorlar?
- Üç dirhem…
- Hayır vallahi; şimdiye kadar dört bin dirhem harcanmıştır bunun için; çünkü halife ansızın deve eti isterse hazır olsun diye bir süredir her gün bir deve kesiyorlar![14]
Harun kumar oynadığı gibi bolca şarap da içiyordu; hatta bazen bu işi meclisinde hazır olan diğerleriyle birlikte yapıyordu.[15] Bütün bunlara rağmen halkı aldatmak için gösteriş olarak bazı İslamî şiarları da yapmaktan kalmıyordu: Hac yapıyor ve bazen bazı vaazlara kendisine vaaz ve nasihat etmeleri söylüyor, kendisi de ağlıyordu…!
_________________
[1] - Makatilu’t – Talibiyyin, s. 447.
[2] - Makatilu’t – Talibiyyin, Mısır baskısı, s. 453
[3] - Tarih-i Taberî, c. 10, s. 592, Liden basımı.
[4] - Tarih-i Taberî, c. 10, s. 593, Liden basımı.
[5] - Hayatu’l – İmam, c. 1, s. 458.
[6] - Tarih-i Yakubî, c. 2, s. 407, Beyrut basımı.
[7] - Tarih-i Taberî, c. 10, s. 603.
[8] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 29.
[9] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 39.
[10] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 32.
[11] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 62.
[12] - el-İmamet-u ve’s – Siyase, c. 2.
[13] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 39.
[14] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 40.
[15] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 70.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Musa Kâzım’ın (a.s) Tutumları

Harun, Alioğullarının Abbasî hükümeti karşısında sert bir şekilde direnişinden çok rahatsız oluyordu; bu yüzden, mümkün olan her yolla onları ezmeye veya toplumda küçük düşürmeye çalışıyordu; kendini satmış saray şairlerine Alioğullarını hicvetmeleri için büyük paralar veriyordu. Örneğin, mensur-i Nemreî’yi Alioğulları hicvetmek için okuduğu bir kasidesi karşısında istediği her şeyi alsın diye beytülmalın hazinesine götürmelerini emretti.[1]
Bütün Bağdat Alevilerini Medine’ye sürgün etti; onlardan büyük bir grubunu kılıçla veya zehirleterek öldürdü.[2]
Hatta halkın İmam Hüseyin aleyhisselam ’ın mezarını ziyaret etmelerinden bile rahatsızlık duyuyordu; onun için Hazretin mezarını ve etrafındaki evleri yıkmalarını ve o temiz mezarın yanı başında yeşeren sidir ağacını kesmelerini emretti.[3] Halbuki daha önce Resulullah (s.a.a) üç defa, “Allah sidir ağacını kesene lanet etsin” buyurmuştu.[4]
Şüphesiz İmam Musa Kâzım aleyhisselam Müslümanlıkla hiçbir ilgisi olmayan böyle zalim ve fasık bir kişinin ve babalarının hükümetine razı olmazdı; işte bu nedenle Fah kıyamına rıza gösteriyor ve yine bu nedenle Şiileriyle sürekli gizlice bağlantı kuruyor, zamanın zalim hükümeti karşısında her birinin konum ve tutumunun nasıl olması gerektiğini belirtiyordu.
Örneğin, bir defasında ashabından Safvan b. Mehran’a şöyle buyurdu:
“Sen, develerini Harun’a kiraya vermeni saymazsak, her açıdan iyi bir kisin.”
Safva, “Ben onları hac yolculuğu için kiraya veriyorum ve kendim de develerin yanında gitmiyorum” diye karşılık verdi.
İmam (a.s), “Bu nedenle, içinden, develerinin zayi olmaması ve senin kiranı vermesi için Harun’un en azından Mekke’den dönünceye kadar sağ kalmasını istemiyor musun?” buyurdu.
Sefvan, “İstiyorum” dedi.
İmam (a.s) bunun üzerine, “Kim zalimlerin kalmasını isterse, o da onlardan sayılır” buyurdu.[5]
Ve bazen bazı kişilere Harun’un sistemindeki makamlarını korumalarını emrediyor idiyse de, siyasi açıdan böyle uygu gördükleri içindi; bazen o vahşet, terör ve baskı hükümetinde varlıkları Şiileri için yararlı olabilecek bazı kişileri görevlendiriyor, aynı zamanda, onlar vasıtasıyla da hükümetin Alevilere karşı bazı planlarından da haberdar oluyordu. Öyle ki, Ali b. Yaktin, Harun’un sarayındaki makamından istifa vermek istediği zaman İmam Kâzım (a.s) buna izin vermedi.
Evet, İmam (a.s) hiçbir şekilde, hatta onların elinde tutsak olduğu zamanda bile bu zalimlerle anlaşmaya yanaşmıyordu:
İmam (a.s) zindanda tutuklu olduğu bir gün Harun, Yahya b. Halid’i zindana göndererek Musa b. Cafer af dileyecek olursa onu serbest bırakırım dedi; fakat İmam (a.s) bunu kabul etmedi.[6]
İmam Musa Kâzım aleyhisselam en kötü şartlarda tutuklu olduğu zaman bile barışa yanaşmayan mücadeleci ve yiğitse direnişçi davranışını kaybetmiyordu.
Bir defasında zindandan Harun’a yazdığı mektuptaki sözlerine bir bakın; onda ne kadar direniş, yiğitlik, inanç ve hedefine iman göze çarpmaktadır bir görün:
“…Hiçbir gün bana senin huzur ve rahatlık içinde olman kadar zor geçmiyor; ama ikimiz de sonu olmayan ve zalimlerin ziyan göreceği güne doğru yola koyuluncaya dek öyle kal…”[7]
Evet, işte bu nedenle Harun, İmam’ın (a.s) varlığına tahammül edemiyor; Harun’un, sadece İmam’ın halkın gönlünde kurduğu manevi taht nedeniyle onu kıskanarak zindana attığına inanmak saflık olur.
O, emniyet görevlileri vasıtasıyla İmam’ın (a.s) Şiilerinin o hazretle sürekli gizlice görüştüklerini öğrenmiş ve yine İmam’ın (a.s) zemini uygun gördüğü zaman şahsen kıyam ederek veya yarenlerinden birine kıyam emri vererek kendi hükümetini yıkacağını çok iyi biliyor, diğer taraftan böyle yorulmak bilmez bir ruha sahip olan İmam’ın en küçük bir uzlaşma yoluna gitmeyeceğini, birkaç gün görünüşte elini elinin üzerine bıraktıysa, bunun susmak değil, aksine darbe indirmek için uygun bir yer kollamak amacıyla taktik gereği yapılan bir duraklama olduğunun da farkındaydı. Bu nedenle erken davranarak son derece aldatıcı bir şekilde ve arsızlıkla Resulullah’ın (s.a.a) mezarının yanı başında durarak hilafeti gasbetmesi, yaptığı zulümler, halkın malını yağmalayıp yemesi ve hilafet düzenini saltanata dönüştürmesinden utanmadan o hazrete hitaben şöyle diyor:
“Ya Resulullah! Oğlun Musa b. Cafer hakkındaki kararımdan dolayı mazur göre beni. Ben kalben onu zindana atmak istemiyorum; fakat senin ümmetin arasında savaş çıkıp kan dökülmesinden endişelendiğim için bunu yapmak zorundayım!!”
Sonra orada, Resulullah’ın (s.a.a) mezarının yanı başında ibadetle meşgul olan İmam’ı (a.s) tutuklayarak Basra’ya götürüp zindana atmalarını emrediyor.
İmam Musa Kâzım (a.s) bir yıl Basra valisi İsa b. Cafer’in zindanında kaldı; o hazretin seçkin özellikleri İsa b. Cafer’in üzerinde öyle bir etki bıraktı ki Harun’a bir mektup yazarak, “İmam’ı benden alın; aksi takdirde onu serbest bırakacağım” dedi.
Bunun üzerine Harun’un emriyle İmam’ı (a.s) Bağdat’a götürüp Fazl b. Rabi’nin yanında zindana attılar. Ondan sonra bir süre Fazl b. Yahya’ya teslim edildi; sonra da Sindi b. Şahik’in zindanına intikal edildi.
Sürekli bu intikallerin nedeni ise şuydu: Harun her defasında zindancılardan İmam’ı (a.s) ortadan kaldırmalarını istiyorduysa hiç birisi kabul etmiyordu; nihayet son zindancı, yani Sindi b. Şahik Harun’un işaretiyle o hazreti zehirledi ve İmam (a.s) şehid olmadan önce Şia’nın ileri gelenlerinden bir grubu toplayarak onlardan Hz. Musa-i Kâzım’a (a.s) bir suikastta bulunulmadığına ve zindanda kendi eceliyle öldüğüne tanıklık etmelerini istedi. Sindi b. Şahik bu u hileyle Abbasî h
ükümetini İmam’a (a.s) karşı işledikleri cinayetten temize çıkarmayı ve aynı zamanda o hazretin taraftarlarının muhtemel ayaklanmasını önlemeyi tasarlıyordu.[8]
Fakat İmam’ın (a.s) uyanıklığı onları rezil etti; şahitler gelip İmam’ı görünce, Hazret (a.s) şiddetli bir şekilde zehirlenmesine, zayıf ve durumunun kötü olmasına rağmen şahitlere, “Beni dokuz tane hurmayla zehirlediler; yarın bedenim yeşile dönüşecek ve ertesi gün de dünyada göçeceğim” buyurdu.[9]
Nihayet o yüce İmam’ın (a.s) buyurduğu gibi de oldu.
İki sün sonra –hicri kameri 183 yılının Receb ayının 25’inde-[10] gökyüzü mateme büründü; yeryüzü, bütün müminler, özellikle gerçek önderlerini kaybeden Şiiler bu acı olaydan dolayı yas tuttular.
Şimdi, o yüce şehide hitaben şöyle diyoruz:
O zaman, akşamüzeri hurmanın göklere yükselen dallarının hafifçe esen rüzgarın okşamasıyla birbirine kulak verip senin yaşamının yiğitlik şiirini fısıldaşmakta ve sana yapılan zulümlerin mesajını rüzgara vermektedirler.
O zaman baharlarda gökyüzünün boğaza düğümlenen sesi açılıp patlar ve bulutların sağnak göz yaşları akıveriri; bu, tarihin yanağının genişliğince sana ağlayan zulme uğramış Şiilerinin üzüntüden boşalan göz yaşlarıdır…
Ahh, ey yüce hak imam!
İri ve sıkı göz yaşlarından oluşan perdeler senin mukavemet, direniş ve nihayet hak yolunda can verme hamasetini görmemizi engellemeyecek ve eğer sana ağlıyorsak, ayakta ağlıyoruz; böylece senin düşman karşısında direnişini takdir edip tarih ve varlık alemiyle birlikte senin direnişin karşısında saygıyla ayağa kalkıyoruz.
Sana kalbimizin en güzel ve en şecaatli yerinden her zaman en temiz selamlar olsun…
_________________
[1] - Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 77.
[2] - Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 463 – 497.
[3] - Emali-i Şeyh Tusî, s. 206, taş basımı.
[4] - Emali-i Şeyh Tusî, s. 206.
[5] - Rical-i Keşi, s. 440 – 441; İmam’ın (a.s) değerli babası İmam Sadık (a.s) da Yunus b. Yakub’a, “Onlara cami inşa etmek konusunda bile yardım etme” buyuruyor. Vesailu’ş – Şia, c. 12, s. 120 – 130.
[6] - Gaybet-i Şeyh Tusî, taş basımı, s. 21.
[7] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 32.
[8] - Gaybet-i Şeyh Tusî, s. 22 – 25, taş basımı.
[9] - Uyun-u Ahbari’r – Rıza, c. 1, s. 97.
[10] - Kâfî, c. 1, s. 486; Envaru’l – Behiyye, s. 97.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Münazara ve İlmi Tartışmalar

Yüce Ehl-i Beyt İmamları aleyhimusselam ilahî ilimleriyle kendilerinden sorulan her soruya doğru, tam ve soran kişinin anlayacağı şekilde cevap veriyorlardı. Herkes ve hatta düşmanlar bile onlarla ilmi tartışmalara girselerdi kendi acizliklerini ve o yüce kişilerin geniş ve kapsamlı ilimlerini itiraf ediyorlardı.
Harun Reşid, İmam’ı (a.s) Medine’den Bağdat’a getirerek onunla tartışmaya girişti:
Harun: Sizden, bir süredir zihnimde dolaşıp duran ve şimdiye kadar hiç kimseden sormadığım bazı soruları sormak istiyorum; bana, sizin hiçbir zaman yalan söylemediğinizi dediler; o halde bana doğru cevap verin!
İmam (a.s): Beyan etme serbestliğim olursa sorun konusunda bildiğim söylerim.
Harun: Görüşünü açıklama konusunda serbestsin; istediği şeyi buyur…
Benim ilk sorum şudur: Biz ve siz bir ağacın gövdesinden olduğumuz halde neden siz ve diğer insanlar, Ebutaliboğullarının Abbasıoğullarından üstün olduğuna inanıyorsunuz?
Abbas ve Ebutalib ikisi de Peygamberin amcalarıydı ve Peygamberle akrabalık açısında aralarında hiçbir fark yoktur.
İmam (a.s): Biz Peygambere sizden daha yakınız.
Harun: Nasıl?
İmam (a.s): Çünkü babamız Ebutalib Resul-i Ekrem’in (s.a.a) babasıyla bir anne ve babadandılar; fakat Abbas Peygamberin babasının üvey kardeşiydi; (sadece anne tarafından kardeşlerdi).
Harun: Diğer bir sorum ise şudur: Neden siz Peygamberden miras da aldığınızı iddia ediyorsunuz; oysa Resulullah (s.a.a) vefat edince amcası Abbas (bizim babamız) hayattaydı; fakat diğer amcası olan Ebutalib (Sizin babanız) ölmüştü; ve açıktır ki amca hayatta oldukça miras amca oğluna ulaşmaz?
İmam (a.s): Görüşümü açıklamada serbest miyim?
Harun: Konuşmamızın başında serbestsiniz demiştim.
İmam (a.s): İmam Ali b. Ebutalib (a.s) şöyle buyuruyor: Çocuk olduğu zaman anne, baba, karı ve kocadan başkası miras olmaz; insanın çocuğu olduğu zaman ne Kur’an’da ve ne de rivayetlerde amcanın miras aldığı belirtilmemiştir. O halde amcayı baba gibi bilenler bunu kendi yanlarınsan söylüyorlar ve sözlerinin bir dayanağı yoktur (Dolayısıyla Resulullah’ın (s.a.a) kızı Zehra oldukça amcası Abbas miras alamaz.)
Ayrıca, Resulullah’ın (s.a.a) Ali hakkında (Allah’ın selamı onun üzerine olsun) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ali sizin en üstün kadınızdır” ve yine Ömer b. Hattab’tan şöyle nakledilmiştir: “Ali hüküm verenlerin en iyisidir.”
Ve bu cümle Hz. Ali (a.s) için ispatlanmış olan kapsamlı bir sözdür; çünkü Resulullah’ın (s.a.a), ashabını kendileriyle övdüğü Kur’an ilmi, ahkama ilmi, mutlak ilim gibi ilimlerin tümü İslam hükmü ve İslam yargısının mana ve mefhumunda bir araya toplanmıştır; dolayısıyla, “Ali hüküm vermeden herkesten üstündür” dediğimiz zaman, o hazretin bütün ilimlerde diğerlerinden üstün olduğunu kastetmiş oluyoruz.
(O halde, Ali’nin “Kişinin çocuğu olduğu zaman amcası ondan miras almaz” şeklindeki buyruğu bir delildir ve onu kabul etmemiz gerekiyor. Ali, “Amca, baba hükmündedir” dememiştir; zira Resulullah’ın (s.a.a) buyruğu gereğince Ali din hükümlerini diğerlerinden daha iyi biliyor.)
Harun: Diğer bir sorum da şudur:
Neden halkın sizi Resulullah’a intisap ederek, size, “Resulullah’ın çocukları” demelerine izin veriyorsunuz; halbuki sizler Ali’nin çocuklarısınız; çünkü herkes kendi babasına intisap eder (annesine değil); Resulullah ise sizin annenizin babasıdır.
İmam (a.s): Eğer Resulullah (s.a.a) hayatta olsaydı da senin kızını isteseydi, kızını ona verir miydin?
Harun: Subhanellah; neden vermeyeyim; hatta bu durumda bütün Araplara, Acemlere ve Kureyş’e karşı övünürdüm bile.
İmam (a.s): Fakat Peygamber dirilseydi benim kızımı istemezdi ve ben de kızımı ona vermezdim.
Harun: Neden?
İmam (a.s): Çünkü o benim babamdır (anne tarafından olsa bile), fakat senin baban değildir.
(O halde ben Resulullah’ın çocuğu olduğumu söyleyebilirim.)
Harun: O halde neden siz kendinizi Resulullah’ın zürriyeti (soyu) sayıyorsunuz; halbuki zürriyet kızdan değil, oğuldan sürer gider.
İmam (a.s): Beni bu soruyu cevaplamaktan muaf gör.
Harun: Hayır; cevap vermek ve Kur’an’dan da delil getirmek zorundasınız…
İmam (a.s): “…V e onun soyundan Dâvûd'a, Süleyman'a, Eyyûb'a, Yûsuf'a, Mûsâ'ya ve Hârûn'a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyyâ'ya, Yahyâ'ya, Îsâ ve İlyâs'a da (yol göstermiştik).”[1]
Şimdi bu soruma cevap ver: Bu ayette İsa İbrahim’in soyu sayılmıştır; acaba İsa baba tarafından mı İbrahim’e mensuptur anne tarafından mı?
Harun: Kur’an’ın apaçık nassını üzerine İsa’nın babası yoktu.
İmam (a.s): O halde anne tarafından onun soyu sayılmıştır; biz de annemiz Fatıma –Allah’ın selamı onun üzerine olsun- tarafından Peygamber’in (s.a.a) soyu sayılmaktayız.
Bu konuda başka bir ayet de okuyayım mı?
Harun: Okuyun!
İmam (a.s): Mubahele ayetini okuyacağım: “Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden la'netleşelim de, Allâh'ın la'netini yalancıların üstüne atalım!” [2]
Hiç kimse Resulullah’ın (s.a.a) Necran Hıristiyanlarıyla mubahele yaparken mubahale için kendisiyle birlikte Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başkasını götürdüğünü iddia etmemiştir; o halde bu ayette “oğullarımızı” kelimesinden maksat Hasan ve Hüseyin’dirler (Allah’ın selamı onların üzerine olsun); halbuki onlar anne tarafından Peygambere intisap etmekteler ve Resulullah’ın (s.a.a) kızının oğullarıdırlar.
Harun: Bizden bir şey istemiyor musunuz?
İmam (a.s): Hayır, evime dönmek istiyorum.
Harun: Bu konuyu düşünmem gerek…[3]
_________________
[1] - En’am, 84.
[2] - Âl-i İmran, 61.
[3] - Uyun-u Ahbari’r – Rıza, c. 1, s. 81, Kum basımı; İhticac-i Tabersî, Necef – Taş baskısı, s. 211 – 213; Biharu’l – Envar, c. 48, s. 125 - 129.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İbadet

İmam Musa Kâzım aleyhisselam ’ın Allah Teala’yı özel tanıyışı, Rabbi’yle manevî ünsiyeti ve tertemiz Ehl-i Beyt İmamlarına (a.s) has olan zatî nuraniliği; bütün bunların hepsi onu sıcak bir ibadete ve Allah Teala’yla aşıkane bir raz-u niyaza sevk ediyordu. İmam (a.s) ibadeti Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de yaratılışın hedefi olarak tanıttığı gibi biliyor ve toplumsal işlerden boşalınca hiçbir şeyi ibadetle eşit tutmuyordu. Harun’un emriyle zindana atıldığı zaman şöyle buyuruyordu:
“Allah’ım! Uzun bir zamandan beridir sana ibadet etmem için beni boşa çıkarmanı diliyordum senden; şimdi duamı kabul ettin; o halde bundan dolayı sana hamd olsun.”[1]
Bu sözler, İmam’ın (a.s) zindana düşmenden önce toplumsal işlerle ne kadar çok meşgul olduğunu da göstermektedir aynı zamanda.
Hazret (a.s) Rabi’nin zindanındayken, Harun bazen zindanın içini görebileceği bir dama çıkarak zindana bakıyordu. Her defasında elbise gibi bir şeyin zindanın bir köşesine düştüğünü, yerinden hiç hareket etmediğini görüyordu. Bir defasında, “O elbise kimindir?” diye sorduğunda Rabi’, “Elbise değil, zamanının büyük bir bölümünün secde ve Allah’a ibadet için yere kapanan Musa b. Cafer’dir” dedi.
Bunun üzerine Harun, “Gerçekten o Haşimoğullarının çok ibadet eden kişilerinden biridir” dedi.
Rabi’, “O halde neden zindanda o kadar baskı yapmalarını emrediyorsun?” diye sorunca Harun:
“Heyhat; bundan başka bir çarem yok benim” şeklinde karşılık verdi!![2]

Bir defasında, Harun ay parçası gibi güzel bir cariyeyi İmam’a (a.s) hizmetçi olarak gönderdi; fakat içinden de Hazret ona eğilim gösterecek olursa ona karşı bir propaganda yapmayı tasarlıyordu. İmam (a.s) o cariyeyi getiren kişiye, “Siz bu hediyelere ümitlenip onlarla övünüp duruyorsunuz; Halbuki bu hediyeye ve benzeri şeylere hiç ihtiyacım yok benim” buyurdu. Harun bu söze öfkelenerek adama, “Cariyeyi zindana götür ve İmam’a, biz seni kendi rızanla zindana atmadık söyle” dedi (Yani bu cariyenin zindanda kalması da senin rızana bağlı değildir).
Çok geçmeden cariyeyle İmam’ın (a.s) ilişkilerini gözetlemek için görevlendirilen Harun’un casusları cariyenin vaktinin çoğunu secde halinde geçirdiğini haber verdiler ona. Harun, vallahi Musa b. Cafer onu büyülemiştir… dedi.
Sonra cariyeyi çağırıp durumu ondan sordu. Fakat cariyenin ağzından İmam’ı (a.s) övgüden başka bir şey çıkmadı. Harun, görevlisine cariyeyi kendi yanında tutmasını ve bu olaydan kimseye bir şey söylememesini istedi. Cariye İmam’ın (a.s) şehadetinden birkaç gün önce ölünceye kadar sürekli ibadet halindeydi.[3]

O hazret şu duayı çok okuyordu:
“Allahumme inni es’eluke’r – rahete inde’l – mevt ve’l – affe inde’l – hisab”
(Allah’ım! Ben ölüm anından senden rahatlık ve hesap anında ise bağışlanma diliyorum.)[4]

İmam (a.s) çok güzel Kur’an okuyordu; öyle ki, sesini duyan herkes ağlıyordu; Medine halkı ona “Zeynu’l-Muteheccidin” (teheccüd edenlerin ziyneti) lakabını vermişlerdi.[5]
_________________
[1] - Hayatu’l – İmam, c. 1, s. 140; İrşadı-i Şeyh Mufid, s. 281, biraz farkla.
[2] - Hayatu’l – İmam Musa b. Cafer, c. 1, s. 140; İrşadı-i Şeyh Mufid, s. 281, biraz farkla.
[3] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, Kum baskısı, c. 4, s. 297, biz özetle naklettik.
[4] - İrşad-u Şeyh Mufid, s. 277.
[5] - İrşad-u Şeyh Mufid, s. 279.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Kâzım’ın (a.s) Hilim, Afv ve Sabrı

İmam Musa Kâzım aleyhisselam ’ın eşsiz sabrı sabır ve affı diğerleri için bir örnektir.
İmam’ın isminin peşinden “Kâzım” lakabının yer alması o hazretin bu özelliğini göstermekte, öfkesini yenip aff ve sabrını ortaya koymaktadır.
Abbasilerin İslam ülkesinin dört bir yanında baskı ortamı yaratarak halkın malların beytülmal diye alıp zevk-u sefa sürdükleri ve onları har vurup harman savurmaları sonucu genel bir fakirliğin her tarafı kapsadığı, halkın çoğunluğunun kültürsüz ve fakir olduğu, Abbasilerin Alevi karşıtı propagandalarının da saf kişilerin zihinlerini bulaştırdığı dönemde, bazıları cahilliklerinden dolayı İmam’a (a.s) öfkeleniyor, fakat o hazret güzel ahlakıyla onlara teselli veriyor, edep ve metanetiyle onlara öğüt veriyordu.
Medine’de yaşayan ikinci halifenin çocuklarından biri İmam’a (a.s) eziyet ediyor ve bazen Hazret’i gördüğünde çirkin sözler söyleyip hakaret ediyordu.
İmam’ın (a.s) yarenlerinden bazıları onu ortadan kaldırmayı öneriyorlar, fakat İmam (a.s) sert bir şekilde onları bu işten alıkoyuyordu.
Bir gün İmam (a.s) onun Medine dışındaki tarlasının yerini sordu. Sora bir merkebe binerek oraya gitti. Adamın tarlada olduğunu görünce merkebiyle birlikte tarlaya girdi. Adam bunu görünce, “Ekinlerimi ezme!” diye bağırmaya başladı. Fakat İmam (a.s) onun bağırmasını önemsemeyerek beneğinin üzerinde onun yanına gitti.[1] Adamın yanına ulaşınca merkebinden inerek güler yüzlü ve saygılı bir şekilde ondan şöyle sordu:
- Bu tarla için ne kadar harcadın?
Adam: Yüz dinar.
İmam (a.s): Ne kadar kâr edeceğini sanıyorsun.
Adam: Gaybı bilmem ben.
İmam (a.s): Ne kadar kazanmayı umuyorsun dedim.
Adam: İki yüz dinar.
İmam (a.s) ona üç yüz dirhem vererek, ziraatın da senin olsun; Allah umduğun şeye ulaştıracaktır seni buyurdu.
Adam yerinden kalkarak İmam’ın (a.s) başını öpüp kendisinin kusurunu ve yaptığı hakaretleri affetmesini istedi. İmam (a.s) tebessüm ederek geri döndü…
Ertesi gün, adam mescitte oturduğu sırada İmam (a.s) içeri girdi.
Adam İmam’ı (a.s) görür görmez, “Allah risaletini nereye indireceğini daha iyi bilir” dedi.
(İmam Musa b. Cafer’in gerçekten imamete layık olduğuna işaret etmek istiyor.)
Bunun üzerine arkadaşları hayretle, olay nedir; daha önce onun hakkında kötü şeyler söylüyordun dediler.
Adam yine İmam’ın (a.s) hakkında dua edince arkadaşları onunla kavga etmeye başladılar…
Bunun üzerine İmam (a.s), daha önce o adamı öldürmeyi düşünen yarenlerine, “Hangisi daha güzel; sizin yapmak istediğiniz mi yoksa benim davranışımla onu yola getirmem mi?” buyurdu.[2]
_________________
[1] - Bu iş o adamı yola getirmek için yapıldığından İmam’a (a.s) göre caiz ve hatta yapılması gerekli bir şeydi.
[2] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 28; İraşad-i Şeyh Mufid, s. 278.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Musa Kâzım (a.s)’ın Cömertliği

İmam Musa Kâzım aleyhisselam dünyaya hedef olarak bakmıyor; bir mal elde edecek olsaydı onunla bir hizmette bulunup perişan bir kişiyi yatıştırmak, bir açı doyurmak, bir çıplağı giydirmek isterdi:
Muhammed b. Abdullah-i Bekrî şöyle diyor: Mali bakımdan çok kötü bir duruma düşmüştüm. Bir miktar borç para bulmak için Medine’ye girdim. Fakat hangi kapıyı çaldıysam borç para bulamadım; çok yorulmuştum. İçimden Ebu’l – Hasan Musa b. Cafer’in -Allah'ın selamı onun üzerine olsun- huzuruna gidip durumumu ona yakınayım, dedim.
Sora sora hazreti Medine etrafındaki köylerin birinde, bir tarlada çalışırken buldum. İmam (a.s) beni ağırlamak için yanıma gelip benimle yemek yedi; yemekten sonra, “Benimle bir işin mi vardı?” diye sordu. Ben durumu anlattım kendisine; İmam (a.s) yerinden kalkarak tarlanın bir köşesindeki bir odaya gitti; bir süre sonra üç yüz dinar altın getirip bana verdi. Ben isteğime ulaştıktan sonra merkebime binerek geri döndüm.[1]

Yaşı doksanı bulan İsa b. Muhammed şöyle diyor: Bir yıl kavun, salata ve kabak ekmiştim; toplama zamanı yaklaşınca çekirgeler bütün mahsulümü yok etti ve ben bu nedenle yüz yirmi dinar zarar ettim.
O günlerde, Hz. İmam Musa Kâzım aleyhisselam (sanki bütün Şiilerin tek tek durumunu gözetiyormuş gibi) bir gün benim yanım ageldi; selam vererek durumumu sordu; ben, “Çekirgeler bütün mahsullerimi yok etiler” dedim.
İmam (a.s), “Ne kadar zarar gördün?” buyurdu.
Ben, “Develerin parasıyla birlikte yüz yirmi dinar” dedim.
Bunun üzerine İmam (a.s), bana yüz elli dinar verdi.
Ben, “Siz bereketli bir kişisiniz; tarlama gelip dua edin” dedim.
İmam (a.s) gelerek dua etti ve sonra şöyle buyurdu:
“Resulullah’tan (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: Zarara uğrayan mal ve mülkünüzden geriye kalana yapışın.”
Ben o tarlayı suladım ve Allah Teala öyle bir bereket verdi ve öyle bir mahsul verdi ki onları on bine sattım.[2]
_________________
[1] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 28.
[2] - Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 29.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön