İmam Muhammed Taki'nin Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

İmam Muhammed Taki'nin Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM MUHAMMED TAKİ (A.S)’IN KISACA BİYOGRAFİSİ

Adı: Muhammed.
Lakapları: Cevad, Taki.
Künyesi: Ebu Cafer.
Baba-Ana: Ali Rıza (a.s) - Hayzeran.
Doğumu: Hicretin 195. yılı, Recep ayının 10'unda veya Ramazan’ın 15 yahut 19’unda doğmuş ve 7 yaşında da imamet makamına ermiştir.
Döneminin Halifeleri: Me’mun, Mu’tasım (Abbasî halifelerinin 7. ve 8’cisi).
İmameti: 17 yıl (203-220).
Şahadeti: Hicretin 220. yılı, Zilkade ayının sonunda, Mu’tasım’ın komplosu ve kendi hanımı (Memun’un kızı) Ümmü Fazl’ın eliyle 23 veya 25 yaşında Bağdat’ta şahadete erişti.
Mezarı: Irak’ın Kazimeyn şehrinde.
Yaşam Dönemi:
1) 7 yıllık imamet öncesi dönem.
2) 17 yıllık imamet dönemi.
Çocukları: İmam Muhammed Taki’nin Ali ve Musa adında iki oğlu, Fatıma ve Emame adında da iki kızı vardı. Kendisinden sonra oğlu Ali en-Naki (a.s) imam olmuştur.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

DOĞUMU

Ehl-i Beyt İmamlarından sekizinci İmam olan Hz. İmam Rıza'nın (a.s) ömründen 40 küsur yıl geçiyordu. Ama henüz İmam'ın evladı yoktu. Bu mesele Şiileri endişelendiriyordu. Çünkü Peygamber (s.a.a) ve İmamlar' dan (a.s) nakledilen rivayetlere göre, dokuzuncu İmam sekizinci İmam'ın oğlu olacaktı. Bu yüzden, Allah-u Teala'nın İmam Rıza'ya (a.s) bir erkek çocuk bağışlamasının çetin bir bekleyişi içindeydiler, hatta bazen İmam'ın huzuruna gidiyorlar ve Allah-u Teala'nın kendisine bir erkek çocuk lütfetmesi için dua etmesini istiyorlardı ve İmam (a.s) onlara teselli veriyor ve şöyle buyuruyorlardı: "Allah-u Teala bana öyle bir oğul verecek ki, benim varisim ve benden sonraki İmam olacaktır."[1] Nihayet H.K. 195. yılı Recep ayının onunda İmam Muhammed Takî (a.s) dünyaya geldi.[2] O Hazretin akı "Muhammed" ve künyesi "Ebu Cafer" ve en meşhur lakabları "Takî" ve "Cevad" dır. İmam'ın doğumu Şia toplumu için sevindirici ve onları iman ve inançlarının sağlamlaşmasına sebep olmuştu. Çünkü İmam'ın doğumunun gecikmesi, bazı şiilerin şüpheye düşmelerine yol açabilirdi. Bu şüpheler İmam'ın doğumuyla yok oldu. İmam Cevad'ın (a.s) annesinin adı" "Sebike"dir ve İmam Rıza (a.s) bu hanıma "Heyzaran" adını vermişti. Bu hanım Resulullah'ın (s.a.a) eşi "Mariyet'ul Kıpti"nin[3] aşiretinden ve ahlak açısından kendi asrının en üstün kadınlarındandı. Peygamber (s.a.a) bir rivayetinde onu "Hayret'ul-İma'" yani cariyelerin en üstünü diye adlandırmıştır.[4] ve İmam Musa b. Cafer (a.s) yıllar önce bu hanımın İmam Rıza'nın (a.s) evine geleceğini ve bazı özelliklerini bildirmiş ve ashaplarından "Yezid b. Selit" vasıtasıyla ona selam göndermişlerdir.[5] İmam Rıza (a.s)'ın kız kardeşi "Hakime" der ki: "İmam Muhammed Takî (a.s)'ın doğumunda kardeşim benden "Heyzeran"ın yanında olmamı istedi. Bebek, doğumunun üçüncü gününde gözlerini semaya doğru açtı, sağa ve sola baktı ve dedi: "Eşhedu en lâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammed'en Resulullah" Ben böyle şaşırtıcı bir olayı görünce korkarak kalktım, kardeşimin huzuruna gittim ve gördüğüm şeyleri arzettim. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Bundan sonra Ondan göreceğiniz hayret verici olaylar, şimdiye kadar gördüklerinizden daha fazla olacaktır."[6]"Ebu Yahya San'ani" diyor ki: "İmam Rıza'nın (a.s) huzurundaydım, küçük bir bebek olam İmam Cevad'ı (a.s) O'nun yanına getirdiler, İmam (a.s): "Bu öyle bit mevlud (çocuk) ki O'ndan daha kutlusu Şia için dünyaya gelmemiştir."[7]İmam (a.s)'ın böyle buyurmasının sebebi önceden değindiğimiz konulardan dolayı olabilir. Çünkü Şiiler İmam Rıza'nın (a.s) yerine geçecek kimse yok diye endişeleniyorlardı. İmam Cevad'ın doğumu bu endişeyi giderdi ve onları şüpheye düşmekten kurtardı. Nevfeli diyor ki: İmam Rıza (a.s) Horasan'a yolculuğa çıktığı zaman O'na: "Bana bir emir ve buyruğunuz var mı?" dedim. İmam (a.s): "Benden sonra evladım "Muhammed"e uy. Çünkü ben geri dönmeyeceğim bir yolculuğa çıkıyorum."[8] buyurdular. İmam Rıza (a.s)ın katibi olan Muhammed b. Ebi İbâd şöyle der: "İmam (a.s), oğlu Muhammed'i künyesiyle anardı ve İmam Cevad'dan (a.s) mektup geldiği zaman: "Ebu Cafer (a.s) yazmıştır..." buyuruyordu. İmam Rıza (a.s)'ın emriyle Ebu Cafer'e (a.s) mektup yazdığım zaman, O'na saygı ve ihtiramla hitap ederdi. İmam Cevad'dan (a.s) gelen mektuplar fevkalade güzel ve fasihti." Yine Muhammed b. Ebi İbad, İmam Rıza'dan (a.s) şöyle buyurduğunu duydum der: "Benden sonra Ebu Cafer benim vasim ve ailem arasında vekilim olacaktır"[9]Muammer b. Hellad söyler ki, İmam Rıza (a.s) kendisine bir meseleyi sorduklarında şöyle buyurdu: "Bu meseleyi benden duymaya ne gerek var? Ben zaten Ebu Cafer'i kendi yerime tayin etmişim, O benim vasimdir. Biz öyle bir aileyiz ki, evlatlarımız –hakikat, maarif ve ilimleri- tamamıyla babalarından miras alırlar."[10] (Yani ilim ve imamet makamı bütünüyle önceki İmam'dan sonraki İmama geçer; onların diğer evlatlarına geçmez).Hayrani, babasından şöyle nakleder: Horasan'da İmam Rıza'nın (a.s) yanında idim. Birisi O Hazretten; "Eğer başınıza bir şey gelecek olursa –sizden sonra kime müracaat etmemiz gerekir?" diye sordu. İmam (a.s); "Oğlum Ebu Cafer'e" buyurdular. İmam Rıza (a.s) soruyu soran şahısın İmam Cevad (a.s)'ın yaşını yeterli görmediğini ve bir çocuğun imamet gibi bir görevi nasıl üstlenebileceğine akıl erdiremediğini görünce şöyle buyurdular: "Allah-u Teala Hz. İsa (a.s)'ı nebi ve resul seçtiğinde, Hz. İsa (a.s) yaşça Ebu Cafer'den daha küçüktü."[11]Abdullah b. Cafer der ki: "Safvan b. Yahya ile birlikte İmam Rıza'nın (a.s) huzuruna gittik, o zaman üç yaşlarında olan İmam Cevad (a.s) da oradaydı. İmam'dan; "Eğer başınıza bir olay gelecek olursa vasiniz kimdir?" diye sorduk." İmam (a.s) Ebu Cafer'i (a.s) göstererek: "Bu oğlumdur" dediler. Biz, "Bu yaşta mı?!" diye hayretle sorduk. İmam: "Evet bu yaşta; Allah-u Teala (c.c.) İsa (a.s)'ı kendine hüccet seçtiğinde üç yaşında dahi değildi."[12] buyurdular.
_________________
Kaynaklar:
[1] - Bihar, c.50, s.15 ve Uyun'ul-Mucizat, s.107
[2] - Başka bir rivayete göre, Ramazan ayında doümuştur.
[3] - Mariye, Kıptî idi; Müslüman olup Resulullah'la (s.a.a) evlenmiş, Resulullah'ın İbrahim adlı çocuğunu dünyaya getirmiştir.
[4] - Kâfî, c.2, s.323
[5] - a.g.e, s.315
[6] - Menâkıb, c.4, s.394
[7] - Envar'ul-Behiyye, s.125 ve Kâfî, c.1, s.321 ve İrşad-ı Mufid, s.299[8] - Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, c.2, s.216
[9] - a.g.e, c.2, s.240
[10] - Kâfî, c.1, s.321
[11] - Kâfî, c.1, s.322
[12] - Kifayet'ul-Asar, s.324; Bihar, c.50, s.35 (Bu rivayetin son cümlesi meâlen nakledilmiştir)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAMETİ

İmamet de Peygamberlik gibi Allah Teala'nın, seçkin ve liyakatli kullarına bağışladığı ilahî bir bağıştır. Bu bağışta yaş önemli değildir. Küçük yaştaki birisinin Peygamberlik ve imametinin mümkün olmadığını sananlar, bu kutsal ve ilahî görevi normal meseleler ile karıştırmış ve bunun imkânsız olacağını sanmışlardır. Oysaki durum böyle değildir. İmamet ve peygamberlik meselesi Allah-u Teala'nın isteğine bağlı olan bir meseledir. Allah Teala bu mevkii, böyle bir makama layık olan kullarına bağışlamaktadır. Bazen de bazı maslahatlardan dolayı Allah-u Teala bütün ilimleri küçük bir çocuğa bağışlayabilir veya onu küçük yaşta peygamberliğe veya imamet makamına atayabilir. Bunun hiçbir sakıncası yoktur.Dokuzuncu İmam Hz. Cevad (a.s) sekiz veya dokuz yaşlarında yüce imamet makamına eriştiler. Mualla b. Muhammed diyor ki: "İmam Rıza (a.s) dünyadan göçtükten sonra, İmam Cevad'ı (a.s) gördüm ve şiilere anlatmak için O'nun boy ve biçimine dikkat ettim, bu sırada İmam (a.s) oturup buyurdular: "Ey Mualla, Allah-u Teala imamette de peygamberlik gibi delil getirmiş ve "Küçük yaşta Yahya'ya peygamberlik verdik"[1] buyurmuşlardır." Muhammed b. Hasan b. Ammar diyor ki:"Medine'de iki yıl boyunca Ali b. Cafer'in huzuruna gidiyordum ve kardeşi İmam Musa b. Cafer'den (a.s) duyduğu rivayetleri benim için söylüyor ve ben de yazıyordum. Bir gün Mescid-i Nebi'de onun yanında oturmuştum, o sırada İmam Cevad (a.s) içeri girdi. Ali b. Cafer ayakkabısız ve cübbesiz yerinden kalktı ve İmam'ın elini öperek ağırladı." İmam: "Otur ey amca, Allah sana rahmet etsin" buyurdu. Ali b. Cafer: "Efendim, siz ayakta olduğunuz halde ben nasıl oturayım?" dedi. Yerine döndüğü zaman, dost ve arkadaşları onu kınayıp; "Sen onun babasının amcası olduğun halde ona neden bu kadar saygı gösteriyorsun?" dediler. Ali b. Cafer: "Susun, Allah-u Azze ve Celle (elini sakalına atarak) bu aksakallıyı imamet makamına layık görmeyip de bu delikanlıyı layık gördü ve onu imam kıldı; O'nun faziletini inkâr mı edeyim? Söylediğiniz şeylerden Allah'a sığınırım, ben O'nun kuluyum."[2] dedi.Ömer b. Ferec diyor ki: "İmam Cevad (a.s) ile Dicle nehrinin kenarında durmuştuk, ona dedim ki, şiileriniz sizin Dicle suyunun ağırlığını bildiğinizi iddia ediyorlar." Buyurdular: "Acaba Allah-u Teala'nın Dicle suyunun ağırlığını bir sivrisineğe öğretecek kadar gücü var mı?" —Evet Allah kadir'dir" dedim. Bunun üzerine: —Ben, Allah'ın yanında sivrisinekten ve hatta mahlûkatının çoğundan daha değerliyim"[3] buyurdular.Ali b. Hisan-i vasiti diyor ki: (İmam (a.s)'ın yaşı küçük olduğundan) İmam (a.s)'a hediye etmek için yanıma birkaç tane oyuncak aldım! Huzurlarına gittim. Millet mesele soruyor, O da cevap veriyordu. Soruları bittikten sonra gittiler, onlardan sonra İmam da kalkıp gitti. Ben de peşlerine takıldım ve hizmetçisinin vasıtasıyla görüşmek için izin alıp içeri girdim ve selam verdim, selamıma cevap verdiler, ama üzgün görünüyorlardı, oturmama da müsaade etmediler, öne gittim ve oyuncakları yanına bıraktım, öfkeyle bana baktılar, oyuncakları fırlatıp: "Allah beni oyun oynamak için yaratmamıştır, benim oyunla ne işim var!" buyurdular. Ben oyuncakları aldım ve İmam'dan özür diledim, O da kabul edip affettikten sonra dışarı çıktım.[4]
_________________
Kaynakça:
1 - İrşsad-ı Mufid, s.306
2 - Kâfî, c.1, s.322
3 - Bihar, c.50, s.100; Uyun'ul-Mucizat, s.113
4 - Delail'ul-İmamet, s.212; Bihar, c.50, s.59
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Evlenme Komplosu

İmam Rıza'nın (a.s) hayatını anlatırken demiştik ki, Abbasi halifesi Me'mun, halk arasında çıkan kargaşadan kurtulmak ve Alevilerin ayaklanmalarından korunmak, Şia ve İranlıların sevgisini kazanmak için, kendini Peygamber (s.a.a)in Ehl-i Beyt'ini sevenlerden göstermek ve İmam Rıza (a.s)'ya tahmil etmekle, ham maksadını ameli yapmaya ve hem de İmam (a.s)'ı yakından kontrol etmeye çalıştı. Öte yandan Abbasoğulları, Me'mun'un bu hareketi ve hilafetin Abbasoğulları'ndan Alevilere geçme ihtimali sebebiyle oldukça kızgın ve öfkeliydiler. Bu yüzden ona muhalefet etmeye kalkıştılar. İmam (a.s), Me'mun tarafından zehirlenerek şehid edilince rahatlayıp sevindiler, yine Memun'a yöneldiler. Me'mun, çok gizlice İmam (a.s)'ı zehirlemişti ve halkın bu cinayetten haberdar olmamasına çalışıyordu. Cinayetini örtbas etmek için kendisini üzüntülü ve yaslı gösteriyordu. Hatta üç gün İmam (a.s)'ın mezarının yanında kaldı, sadece ekmek tuz yedi, kendini yaslı olarak tanıttı. Fakat bunca ikiyüzlülüğüne rağmen yine de Aleviler, İmam (a.s)'ın katilinin Me'mun’dan başka birisinin olmadığını öğrendiler. Bundan dolayı çok rahatsız olup O'na karşı kin beslemeye başladılar. Me'mun, saltanatının yine tehlikede olduğunu görünce, bunun önünü almak ve bir çare bulmak için yeni bir düzen kurmaya başladı. İmam Cevad'a (a.s) güler yüz ve sevgi gösterip daha fazla faydalanmak için kızını İmam (a.s) ile evlendirdi ve veliahtlığı İmam Rıza (a.s)'a tahmil ederek elde etmek istediği istifadeleri bu yolla da elde etmeye çalıştı. Bu maksatla hicri 204'üncü yılda, yani İmam Rıza (a.s)'ın şahadetinden bir yıl sonra, İmam Cevad'ı (a.s) Medine'den Bağdat'a getirtti ve kızı "Ümmü'l Fazl'ın nikahını O'na kıydı. Reyyan b. Şebib der ki: "Abbasiler, Me'mun'un kızını İmam Cevad (a.s) ile evlendirme kararını öğrendikleri zaman, hükümetin Abbasilerin elinden çıkması ve İmam Rıza'nın (a.s) zamanındaki durumun tekrarlanmasından korktular! Bunun için Me'mun'un yanına gidip itiraz ettiler ve bu işten vazgeçmesi için O'na yemin verip: "...Sen uzak ve yakın geçmişte bizimle Aleviler arasında geçenleri ve senden önceki halifelerin onları sürgün ve tahkir ettiklerini bilmiyor musun? Biz bundan önce veliahtlığı Rıza'ya (a.s) bıraktığın için endişeleniyorduk, ama Allah o müşkülü halletti. Şimdi seni Allah'a yemin veriyoruz ki bizi tekrar üzme, bu evlilikten vazgeç, kızını uygun gördüğün Abbasilerden birisiyle evlendir" dediler. Me'mun şöyle cevap verdi: "Sizlerle Aleviler arasında geçenlerin sebebi siz idiniz, insaflı düşünecek olursanız, onlar sizden daha çok liyakatlidirler... Rıza'nın (a.s) veliahtlığı konusunda da pişman değilim, ben O'ndan hilafeti kabul etmesini rica ettim ama O kabul etmedi ve ilahî takdire vaki oldu. Ebu Cafer Muhammed b. Ali –İmam Cevad- (a.s) hakkında ise söylemem gerekir ki, ben onun küçük yaşına rağmen ilim ve fazilet sahiplerinden fazilette daha üstün olduğu kanısındayım. Bundan dolayı onu, kızımla evlenmesi için seçtim ve bu fevkalade bir tercihtir. Bu konunun bana aydınlandığı gibi ve doğru olan görüşün de benim görüşüm olduğunu bilmelerini ve bütün halkın da aydınlanmasını umarım."Abbasiler: "Her ne kadar bu delikanlıyı sevmişsen de O henüz çocuktur, ilmi ve bilgisi yoktur, sabret, edep ve dini ilimler öğrensin sonra maksadını ameli kıl" dediler. Me'mun: "Yazıklar olsun size! Ben bu delikanlıyı sizden daha iyi tanırım. O, öyle bir ailedendir ki, ilimleri Allah'tandır ve öğrenmeye ihtiyaçları yoktur. O'nun babaları ilim ve edep öğrenmekte halka muhtaç değillerdi. Eğer söylediğim şeylerin sizin için de aydınlanmasını istiyorsanız onu imtihan edim" dedi. Abbasiler: "Bu iyi bir öneri, O'nu deneyeceğiz ve sizin huzurunuzda O'ndan fıkıh hakkında mesele soracağız, eğer doğru cevap verirse artık itiraz etmeyeceğiz ve herkese halifenin görüşünün doğru olduğu aydınlanacak, ama eğer cevap veremezse bizim meselemiz de hallolacak ve halife bu evlilikten vazgeçecek" dediler. Me'mun: "İstediğiniz zaman onu imtihan edebilirsiniz" dedi. Abbasiler, dönemin kadısı Yahya b. Eksem'e müracaat edip, İmam Cevad'a (a.s) bilmeyeceği bir mesele sorması için ona büyük vaatlerde bulundular. Yahya da kabul etti, sonra Me'mun'un yanına geri döndüler ve ondan bu iş için bir gün belirlemesini istediler. Me'mun da bir gün belirledi ve herkes o gün toplandı. Me'mun, meclisin başında İmam Cevad (a.s) için bir yer ayırmalarını emretti. İmam içeri girdi ve önceden kendisi için belirlenen yerde oturdu. Yahya b. Eksem de İmam'ın karşısında oturdu. Me'mun, İmam'ın yanında ve diğerleri de kendi yerlerine geçip oturdular.Yahya b. Eksem, Me'mun'a; "Ebu Cafer'den (a.s) bir soru sormama izin verir misiniz?" dedi.Me'mun; "Onun kendisinden izin isteyiniz" dedi. Yahya, İmam'a dönerek; "Kurban olayım, bir soru arz etmeme müsaade ediyor musunuz?" dedi. İmam (a.s); "Sorabilirsin" buyurdular. Yahya; "Kurban olayım, hac töreninde İhram'a giren bir kişinin avı öldürmesi[1] hakkındaki şer'i hüküm nedir?" diye sordu. İmam (a.s) buyurdular ki: "Bu meselenin çeşitli kısımları ve hükümleri vardır: Harem'in içinde miydi, dışında mı? Bu işin haram olduğunu biliyor muydu, bilmiyor muydu? Bilerek mi öldürdü, bilmeyerek ve yanlışlıkla mı? Köle miydi, yoksa hür mü? Çocuk muydu, büyük mü? Bu işi ilk kez mi yapıyordu, yoksa ikinci kez mi? Av, kuş muydu, yoksa başka bir şey miydi? Küçük müydü, büyük mü? Avı öldüren yaptığı işten pişman mı, yoksa tekrar yapmaya kararlı mı? Gece mi avladı, gündüz mü? İhrama Umre için mi girmişti, hacc için mi?" Yahya b. Eksem, o zaman henüz dokuz yaşında olan İmam'ın, sorunun aslını böyle açıklamasına şaşırıp kaldı, acizlik ve yenilgi eserleri yüzünden okunuyordu, kekelemeye başladı, öyle ki orada bulunan herkes –İmam (a.s)'ın ilmî kudreti ve Yahya'nın yenilgisinin farkına vardılar. Me'mun: "Allah'ın bu nimetine ve benim görüşümün doğru çıktığından dolayı O'na şükürler olsun." (Sonra Abbasilere dönerek): "Acaba inkar ettiğiniz şeyi gördünüz mü?!" dedi. Bu mecliste Me'mun İmam (a.s)'a, kızıyla evlenmesini önerdi ve nikâh hutbesini de kendisinin okumasını istedi, İmam da kabul etti ve hutbenin başında şöyle dedi: "Allah'a, nimetine itiraf ederek hamdediyorum, O'nun vahdaniyetine ihlâstan dolayı lâ ilâhe illallah söylüyorum ve O'nun selamı mahlûkların efendisi Muhammed'e (s.a.a) ve O'nun soyundan seçilenlere olsun. Şüphesiz Allah'ın insanlara fazl ve ihsanından biri de onları helalle haramdan müstağni kılmasıdır. Allah buyurmuştur ki: "İçinizden evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları nikâhlayıp evlendirin; eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş nimet sahibidir, bilendir."[2]İmam (a.s), Hz. Fatime'nin (a.s) mehriyesi (nikâh bedeli)ne denk olan bir mehriyeyle (yani beş yüz dirhemle) Me'mun'un kızıyla evlenmeğe razı oldu. Me'mun, kızından taraf nikâh akdini okudu ve İmam Cevad (a.s)da kabul ettiler. Me'mun'un emriyle orada bulunanlara büyük hediyeler verildi... Yemekten sonra herkes gitti, yalnız Me'mun'un yakınlarından bir grup kaldı. Me'mun, İmam (a.s)'dan ihram halinde avlamanın çeşitli hallerini açıklamasını istedi, İmam da kabul etti ve açıklamaya koyuldu...[3] Me'mun bu izah karşısında İmam (a.s)'ı çık övdü ve bu defa İmam (a.s)'ın Yahya b. Eksem'den bir mesele sormasını rica etti. İmam (a.s), Yahya b. Eksem'e dönerek buyurdular: "Sorayım mı?" Yenilgiye uğrayan ve İmam'ın ilminin üstünlüğünden korkan Yahya: "Kurbanınız olayım, isterseniz sorun; bilirsem cevap veririm, bilmezsem sizsen faydalanır ve öğrenirim" dedi. İmam (a.s) Yahya'ya şöyle bir soru surdular: "Bir adam, günün başlangıcında bir kadına bakar, bu bakış ona haram olursa, kuşluk vaktinde o kadın, aynı adama helal olup zeval (öğle) vaktinde yine haram olursa, derken ikindi vakti yine helal olup akşamleyin haram olursa, yatsı zamanı, aynı kadın yine aynı adama helal, geceleyin haram, gün ışırken helal olursa, buna ne dersin? Aynı kadın, aynı adama, nasıl haram ve helal oluyor? Açıkla." Yahya: "Vallahi bu sorunun cevabını bilmiyorum. Lütfeder söylerseniz, faydalanırız!" dedi. İmam (a.s) şöyle buyurdular: "O kadın, bir kişinin cariyesidir; ona, yabancının bakması haram'dır, kuşluk vakti onu sahibinden satın alır, bakması helal olur. İkindi vakti nikâhlar, helal olur. Akşam, zihar[4] eder kadın kendisine haram olur. Yatsı vakti kefaret verir, helal olur. Geceleyin bir talakla boşar, haram olur. Gün ışırken rücu eder, helal olur." Me'mun, meclistekilere; "İçinizden bu meseleye, şu şekilde cevap verecek yahut önceki soruyu o tarzda cevaplandırabilecek birisi var mı?" dedi. Mecliste bulunanlar; "Vallahi yok!" dediler.[5]Dikkat edilmesi gerekir ki, Me'mun zahirde dost görünmesine rağmen onun, bu evlilikten siyasi hedeflerden başka bir maksadı yoktu. Şu hedefleri takip ediyordu söylenebilir: Kızını İmam (a.s)'ın evine göndermekle, her zaman için İmam'ı kontrol altına almak ve bütün işlerinden haberdar olmak istiyordu. (Gerçekte Me'mun'un kızı da söz taşıyor ve babasına ispiyonculuk vazifesini yapıyordu. Tarih de bu hakikate şahittir). Bu vesileyle İmam'ı (a.s) kendi şatafatlı sarayına bağlamak, oyun ve eğlenceye çekmek, böylece İmam'ın (a.s) azametini lekelemek ve O'nu, halkın nazarında imamet ve ismet makamından aşağı düşürüp alçaltmayı düşünüyordu.Muhammed b. Reyyan der ki: "Me'mun her ne kadar İmam Cevad'ı (a.s) oyun ve eğlenceye sokmaya çalışıyorduysa, muvaffak olamıyordu. Me'mun, İmam'ın (a.s) evlilik töreni adıyla düzenlediği bir mecliste, yüz tane cariyeyi, ellerinde mücevherlerle dolu kadehler olduğu halde İmam (a.s) içeri girdiği ve yerine oturduğu zaman O'nu karşılamaları için görevlendirmişti. Onlar da aynı şekilde bu işi yaptılar, ama İmam (a.s) onlara hiç teveccüh ve itina etmedi ve hareketiyle bu işlerden nefret ettiğini anlattı. Bu meclise okuyup çalgı çalmak için bir çalgıcı getirmişlerdi. Çalgıcı işine başladığı zaman İmam (a.s) ona; "Allah'tan kork" diye seslendi. Çalgıcı maneviyatın derinliklerinden ve ilahî güçten mayalanmış İmam'ın (a.s) emrinin sertliğiyle kendisini öyle kaybetti ki, çalgı aleti elinden düştü ve artık hayatının sonuna kadar çalgı çalmak için ellerinden yararlanamadı.[6]Bu evlilikle, kendi aleyhine olan Alevilerin itiraz ve kıyamını engellemeye ve kendisini; Alevilerin dostu tanıtmaya çalışıyordu. Me'mun yine bu vesileyle halkı aldatmak istiyordu. Nitekim bazen şöyle diyordu: "Ben, Ebu Cafer'in (a.s) kızımdan çocuk sahibi olması ve böylece Peygamber (s.a.a) ve Ali b. Ebi Talib'in (a.s) soyundan gelen bir çocuğun büyük babası olmam için bu işe teşebbüs ettim!"[7] Ama Me'mun'un bu hilesi neticesiz kaldı. Çünkü Me'mun'un kızı asla bebek doğurmadı. İmam Cevad'ın (a.s) "Hadi (a.s), Musa Muberka, Hüseyin, İmran, Fatıma, Hatice. Ümmü Gülsüm, Hâkime" ismindeki evlatlarının hepsi asil ve güzel ahlaklı bir cariye olan "Semane-i Mağribiye" adındaki diğer eşinden türedi.[8] Me'mun'un bu kadar ısrar ettiği evlilik, tamamen siyasi hedeflere dayanıyordu. Bu evlilik rahat bir yaşayışla iç içe olduğu halde, babaları gibi dünyaya önem vermeyen İmam (a.s) için değerli olamazdı. Hatta Me'mun'la yaşamak İmam (a.s) için ıstırap vericiydi. Hüseyin Mekari der ki: "Bağdat'ta İmam'ın (a.s)huzuruna gittim, O'nun yaşantısını görünce aklımdan; "İmam (a.s) rahat bir yaşama kavuşmuş, artık kendi vatanı Medine'ye dönmez" diye geçti. İmam (a.s), bir an başını aşağı eğdikten sonra üzüntüden rengi sarardığı halde başını kaldırdı ve buyurdu: "Ey Hüseyin! Allah Resulü'nün Hareminde arpa ekmeği ve iri taşlı tuz benim yanımda şimdiki gördüğün bu halden daha iyidir."[9]Bunun için İmam (a.s) Bağdat'ta kalmadı ve eşi Ümmü'l-Fazl ile Medine'ye döndü ve 220 yılına kadar öylece Medine'de kaldı. Me'mun hicri 218'de öldü ve onun yerine kardeşi Mu'tasım geçti, hicri 220'de Mu'tasım, İmam'ı (a.s), yakından gözaltında tutmak için Medine'den Bağdat'a getirtti. Önceden de değindiğimiz gibi hırsızın elinin nereden kesilmesi gerektiğinin belirlenmesi için kurulan bir meclis'e İmam (a.s)'ı da çağırdılar. Bu mecliste Bağdat kadısı İbn-i Ebi Duvad ve diğerleri mahcup oldular, ondan birkaç gün sonra İbn-i Ebi Duvad, İmam'a olan kin ve kıskançlığından Mu'tasım'ın yanına gidip şöyle dedi: "Hayrınızı istediğim için size öğüt vermeyi kendime farz biliyorum. Birkaç gün önceki olay sizin hükümetinizin lehine değildi. Çünkü fıkıh bilginleri ve hükümetin ileri gelenleri huzurunda Ebu Cafer'in, yani Müslümanların yarısının onu halife ve sizi ise onun yerini gasbeden birisi olarak bildikleri bir kimsenin fetvasını diğerlerin fetvasına tercih ettiniz. Bu, halk arasında yayıldı ve onun şiileri için bir koz oldu." İmam'a (a.s) her yönden düşmanlık besleyen Mu'tasım, İbn-i Ebi Duvad'ın sözlerinden daha fazla tahrik oldu ve İmam'ı (a.s) öldürmeyi kararlaştırdı. Sonunda iğrenç kararını uygulayıp hicretin 220. yılı Zil'kade ayının sonunda İmam'ı zehirleyerek şehit etti. İmam Cevad'ın (a.s) pak naşını, Bağdat'taki Kureyş Mezarlığı'nda cedleri İmam Musa b. Cafer'in (a.s) mezarlarının yanına defnettiler.[10] Allah'ın rahmeti O'na ve tertemiz babalarının üzerine olsun. Bu iki İmam'ın (a.s) mezarları şimdi "Kazimeyn" adıyla meşhurdur. Burası eskiden beri Müslümanların ziyaretgâhı olmuştur.
_________________
Kaynakça:
[1] - Hac ve umre için ihrama giren birinin av avlaması haramdır.
[2] - Nur/32
[3] - İmam'ın bu açıklamasının tam şerhi için hadis kitaplarına bkz. Örneğin: Bu hadis Tuhaf'ul-Ukul kitabında geçmiştir.
[4] - Zihar; İslam'dan önce cahiliyet döneminde talak sayılıyordu ve kadın ebedi olarak haram oluyordu. Onun hükmü İslam'da değişti. Sadece haram ve kefarete sebep oldu. Zihar erkeğin kendi hanımına; "Sen bana, annem, bacım veya kızımın arkası gibisin" demesidir. Böyle demiş olursa, eşinin kendine helal olması için kefaret vermelidir. Daha fazla bilgi edinmek isteyen ilm-i hal kitaplarına bakabilir.
[5]- İrşad*ı Mufid, s.299; Tefsir-i Kummî, s.169; İhticac-ı Tabersî, s.245; Bihar, c.50, s.74-78
[6] - Kâfî, c.1, s.494; Bihar, c.50, s.60
[7] - Tarih-i Yakubî, c.2, s.454
[8] - Muntehe'l-A'mal, c.2, s.235, Tuhfet'ul-Ezhar'dan naklen. Aynı eserin aynı sayfasında, Zeynep, Ümmü Muhammed ve Meymune'nin de İmam Cevad'ın kızları olduğu geçer. Şeyh Mufid de "İmame" adlı bir kızından sözeder İmam'ın.
[9] - Herâic-i Ravendî, s. 208; Bihar, c.50, s.48
[10] - İrşad-ı Mufid, s.307; A'lam'ul-Verâ, s.338; Bihar, c.50, s.6; Muntehe'l-A'mal, c.2, s.234
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Cevad (a.s) Mektebinin Öğrencileri

İmamlarımız da (a.s) Peygamber Efendimiz (s.a.a) gibi halkın eğitim ve öğretimi için çaba harcıyorlardı. Dikkat edilmesi gerekir ki, onların işi eğitim müesseseleriyle kıyaslanamaz. Eğitim müesseselerinin eğitim ve öğretimi için belli bir vakitleri vardır, o vaktin dışında tatildirler ve hizmet etmezler. Ama masum İmamlar (a.s), her zaman halkı eğitmeye ve kılavuzluğa hazırdılar, onların hareketleri, sözleri, dostlukları ve hatta günlük yaşantılarının her köşesi, onlarla temasta olanlar için dersti. Onlarla oturup kalkan herkes istediği zaman onların ahlak ve ilimlerinden faydalanabilirdi. Onlara istedikleri kadar soru sorup cevap alabilirlerdi. Her sıkıntılarında onlara uğrayıp gereken yardımı görürlerdi.Böyle bir medresenin, Peygamber ve İmamlar'ın (a.s) mektebinden başka hiçbir zaman ve hiç bir yerde olmadığı besbellidir. Böyle özelliği ve faydası olan bir mektebin ne kadar cezp edici ve çekici olduğu malumdur. Bunun için Emevi ve Abbasi halifeleri, halkın bu özellikleri tanıdığında İlahî lider ve hak İmamların (a.s) etrafına toplanacaklarını ve o zaman kendi hükümetlerinin de tehlikeye düşeceğini bildiklerinden dolayı ellerinden geldiğince onların, İslam'ın hakiki liderleriyle serbestçe temasta bulunmalarını önlemeğe çalışıyorlardı. Yalnız birkaç yıl, İmam Bakır'ın (a.s) zamanında insanca davranan Ömer b. Abdulaziz hükümetinin iş başında olmasından dolayı ve İmam Sadık'ın (a.s) zamanında Emevi hükümetinin yıkılmağa başladığı ve Abbasi hükümetinin ise henüz güçlenmediği için, halk o iki İmam'dan (a.s) serbestçe yararlanabildiler. Bu yüzden İmam Sadık'ın (a.s) öğrenci ve ravilerinin sayısının dört bine ulaştığını görmekteyiz. Ama diğer dönemlerde İmamlardan bazılarının öğrenci ve ravilerinin sayısı pek azdı. Örneğin İmam Cevad'ın ravi ve öğrencileri yaklaşık yüz on kişi idi.[1] Bunun kendisi, İmam Cevad'ın (a.s) zamanında halkın o Hazret ile temasının ne kadar sınırlı olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte bu sınırlı kişilerin arasında büyük şahsiyetler vardı. Örnek olarak onlardan bazılarına değiniyoruz:

Ali b. Mehziyar (r.a)

Ali b. Mehziyar, İmam Cevad'ın (a.s) dost ve vekillerindendi. İmam Rıza ve İmam Hadi'nin (a.s) ashabından da sayılıyor. Çok ibadet ettiğinden ve uzun secdelerinden dolayı alnı sertleşmiş ve kabuk bağlamıştı. Şafak vakti, secdeye koyulup bin mü'mine dua etmedikçe başını secdeden kaldırmıyordu. Allah-u Teala'dan kendisi için istediği şeyi onlar için de istiyordu. Ali b. Mehziyar (r.a) Ahvaz'da yaşıyordu, otuzdan fazla kitap yazmıştır,[2] iman ve amel derecesinde öyle bir makama ulaşmıştır ki, İmam Cevad (a.s) onu takdir etmek için yazdığı mektupta şöyle buyuruyor: "Bismillahirrahmanirrahim. Ey Ali! Allah sana iyi mükafat bağışlasın, seni cennette sakin kılsın ve iki dünyanın rezilliğinden korusun ve ahirette bizimle haşr eylesin. Ey Ali! Ben, seni hayırseverlik, itaat, saygı, hizmet ve sana farz olan şeyi yapmak hususunda imtihan ettim ve hiç kimseyi senin gibi bulmadığımı söylersem bu konuda doğru söylediğimi umarım (yalan söylememişim). Allah Firdevs cennetlerini senin mükâfatın kılsın. Senin makamın yine senin, sıcak ve soğuktaki, gece ve gündüzdeki hizmetlerin de Ben'den saklı değil. Allah'tan, kıyamet günü bütün milletin toplandığı zaman seni, başkalarının imreneceği özel rahmetine mahsus kılmasını niyaz ederim. "Şüphesiz Allah duayı işitendir."[3]

Ahmed b. Muhammed b. Ebi Nasr-i Bezenti (r.a)

Ahmed Kufe'li olup, İmam Rıza ve İmam Cevad'ın (a.s) ashabındandı. O iki İmam (a.s)'ın yanında özel bir yeri vardı. Başta "el-Cami" olmak üzere birçok kitap yazmıştır. Onun büyük bir âlim olduğunu bütün Şia âlimleri kabul eder ve güvenilirliğine inanırlar.[4] Bu değerli şahıs, diğer üç kişiyle İmam Rıza'nın (a.s) huzuruna giden ve İmam'ın da ona özel bir saygı ve sevgi gösterdiği kimsedir.[5]

Zekeriyya b. Adem (r.a)

Zekeriyya, Kum ahalisindendi, şimdi de mezarı Kum şehrinde Şeyhan mezarlığında belli ve meşhurdur. İmam Rıza ve İmam Cevad (a.s)'ın çok yakın yaranlarından sayılıyordu. İmam Cevad'ın (a.s) huzuruna gittiğinde, İmam (a.s) gecenin evvelinden sabaha kadar yalnız bir yerde onunla sohbet etmiştir.[6] Ve yine; "Benim yolum uzak, her zaman huzurunuza gelemiyorum, maarif ve dinimin hükümlerini kimden öğreneyim?" diye soran bir kişiye, İmam (a.s): "Din ve dünya işlerinde güvenilir biri olan Zekeriyya b. Adem'den öğren" buyurdular.[7]

Muhammed b. İsmail b. Bezî' (r.a)

Muhammed b. İsmail, İmam Kazım, İmam Rıza ve İmam Cevad'ın (a.s) ashabından ve Şiaların yanında güvenilir kimselerden sayılırdı. Salih, dürüst ve ibadet ehli biriydi. Bir takım kitaplar da yazmıştır. Aynı zamanda Abbasilerin sarayında da çalışıyordu.[8] Bu konuda İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teala'nın, zalimlerin sarayında bazı kulları vardır ki, onların vasıtasıyla kendi delilini aşikâr eder, dostlarını, zalimlerin zulmünden korumak ve Müslümanların işlerini ıslah etmek için onlara şehirlerde kudret verir. Onlar, hadise ve tehlikelerde iman ehli'nin sığınakları olurlar ve bizim şialarımızdan zorluğa düşen ve muhtaç olanlar, onlara koşar, onlardan zorluk ve ihtiyaçlarının giderilmesinin isterler. Böyle kişiler vasıtasıyla Allah-u Teala mü'minlere zalimlerin korkusundan güven bağışlar. Onlar hakiki mü'minler ve Allah-u Teala'nın yeryüzündeki emin kullarıdırlar. Mahşer onların nuruyla nurludur. Vallahi, cennet onlar için ve onlar da cennet için yaratılmışlardır; mübarekleri olsun." İmam (a.s) sonra bunu da sözlerine eklediler: "Sizlerden her kim isterse bu makamlara nail olabilir." Muhammed b. İsmail; "Kurban olayım, nasıl bu makamlara erişebilir?" dediğinde, İmam(a.s): "Zalimlerle görünüp şiaları mesrur etmekle" buyurdular. İmam (a.s), bunları söyledikten sonra, Abbasî sarayının vezirlerinden olan Muhammed b. İsmail'e; "Ey Muhammed, sen de onlardan ol."[9] buyurdular. Hüseyin b. Halid nakleder: "Bir grupla İmam Rıza'nın (a.s) huzurundaydık. Muhammed b. İsmail b. Bezî' hakkında söz açıldı. İmam (a.s): "Aranızda onun gibi birisinin olmasını isterim" buyurdular.[10]Muhammed b. Ahmed b. Yahya der ki: "Muhammed b. Ali b. Bilal ile Muhammed b. İsmail b. Bezi'nin mezarını[11] ziyarete gittik. Muhammed b. Ali mezarın baş tarafında kıbleye doğru oturdu ve dedi ki: "Bu mezarın sahibi, bana İmam Cevad (a.s)'dan şöyle bir hadis nakletti: "Kim mü'min bir kardeşinin mezarını ziyaret eder ve onun mezarının yanında kıbleye doğru oturup ellerini mezarın üstüne bırakarak yedi defa "İnna enzelnahu fi leylet'il-kadr" suresini okursa, kıyametin büyük korku ve vahşetinden güvende kalır."[12]Muhammed b. İsmail b. Bezi' der ki: "İmam Cevad'dan (a.s), gömleklerinden birini, kendime kefen yapmak için bana göndermesini rica ettim, İmam (a.s) bana bir gömlek gönderdi ve düğmelerini sökmemi emretti."[13]
_________________
Kaynakça:
[1] - Rical-i Şeyh Tusî, s.142 ve 342
[2] - El-Kunye ve'l-Elkab, c.1, s.424
[3] - Şeyh Tusî'nin "Gaybet" adlı eseri, s.225; Bihar, c.50, s.105
[4] - Mucem-u Rical-i Hadis, c.2, s.237 ve Rical-i Keşşî, s.555-558
[5] - Usul-u Din Müessesesi yayınlarından 8. İmam olan İmam Rıza'ın (a.s) bölümü
[6] - Muntehe'l-A'mal, İmam Rıza'nın (a.s) hayatı bölümü, s.85
[7] - Rical-i Keşşî, s.595
[8] a.g.e, s.254
[9] - a.g.e, s.255
[10] - a.g.e, s.255
[11] - İsmâil b. Bezî'nin mezarı Mekke yolu üzerinde, "Fidy" denilen yerdedir. Bkz. Tohfet'ul-Ahbab, Muhaddisî Kummî
[12] - Rical-i Keşşî, s.564
[13] - a.g.e, s.245 ve 564
En son f_altan tarafından 10 Tem 2007, 14:13 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Cevad (a.s)'ın Yaşantısıyla İlgili Hadis Ve Rivayetler

Birinci Bölüm: İmam (a.s)’ın Özellikleri

1- Resulullah (s.a.a)’e Benzemesi

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Hamd Allah’a ki, O, bende ve oğlum Muhammed’de (İmam Muhammed Takî’de), Resulullah (s.a.a) ve oğlu İbrahim’den bir örnek ve benzerlik kıldı.”[1]

2- Mübarek Mevlut

Yahya San’ânî diyor ki:
Ben, İmam Rıza (a.s) Mekke’de olduğu bir sırada O’nun yanına vardım. İmam (a.s) muzun kabuğunu soyarak Ebu Cafer’e (İmam Muhammed Taki’ye) yediriyordu.
İmam’a: “Sana feda olayım, mübarek mevlut bu mu?” diye sorduğumda buyurdular ki:
“Evet ya Yahya, bu o mevluttur ki, Şiilerimize ondan daha bereketli biri İslam aleminde dünyaya gelmemiştir.”[2]

3- Özelliği

İbn-i Sabbağ-i Malikî diyor ki:
“İmam Muhammed Taki (a.s) görünüşü parlak ve mutedil (uygun) bir yapıya sahipti. Yüzüğünün nakşı ise şuydu: “Ni’m’el-kadir-u Allah” (Allah ne güzel kadirdir.)”[3]

4- Yüzüğünün Kaşının Yazısı

Tarihçi Taberi diyor ki:
“İmam Cevad’ın (Muhammed Taki’nin) yüzüğünün kaşının yazısı şuydu: “el-İzzetu lillah” (İzzet Allah içindir.)[4]

5- İmamet Yüzüğü

Muhammed bin İsa diyor ki:
(İmam Rıza ve İmam Cevad’ın özel ashabından olan) Muvaffak’tan şöyle dediğini duydum:
“Ebu Cafer-i Sanî (İmam Muhammed Takî -a.s-) yanıma yaklaşarak parmağındaki yüzüğü bana gösterdi... Onun kaşına “Hasbiyellah” (Allah bana yeter) yazılmıştı; üst tarafı hilal, alt tarafı ise bir gül şeklinde idi.
İmam’a: “Bu kimin yüzüğüdür?” diye sordum.
Buyurdular ki: “Babam Ebu’l-Hasan (İmam Rıza’n)’ın yüzüğüdür.”
“Senin eline nasıl geçti” diye sorduğumda da buyurdular ki: “Babam vefat ettiğinde onu bana verdi ve sonra buyurdular ki: “Onu elinden çıkarıp oğlum (torunum) Ali’den başkasına verme.”[5]

6- Fazilet ve Üstünlüğü

Memun (kendisine yöneltilen tenkitlere cevaben) şöyle dedi:
“Ebu Cafer Muhammed bin Ali’ye (İmam Muhammed Taki’ye) gelince; O, yaşının küçük olmasına rağmen ilim ve fazilet ehli bütün kimselerden üstün olduğundan ve onda olan şaşırtıcı yetenekten dolayı onu (kendime) damat seçtim. Onda tanıdığım faziletlerin halka aşikar olmasını ve böylece hakkın, onun hakkındaki gördüğüm şeyin tâ kendisi olduğunu öğrenmelerini ümit ederim.”[6]

7- Namazdaki Elbisesi

Ali bin Mehziyar diyor ki:
“İmam Muhammed Taki (a.s)’ın, farz ve müstahap namazlarını sansar postunda (veya bir çeşit ipek ve yünlü dokumalı elbiseyle) kıldığını gördüm. O, aynı elbiseden bana da bir cüppe giydirdi.[7]

8- Sıfatları

İmam Rıza (a.s), oğlu İmam Cevad (a.s)’ın sıfatlarını şöyle sıralıyordu:
“O, doğru konuşan, sabırlı, faziletli, müminlerin gözlerinin nuru, kafirlerin ise öfkesine sebep olandır.”[8]

9- Halkın İmam (a.s) Hakkındaki Sözü

Halk İmam Cevad (a.s) hakkında şöyle diyordu:
“Peygamber ailesinin ucubesi (şaşırılacak ferdi), asrın ender şahsiyeti, zamanın eşsiz insanı, ikinci İsa, keramet sahibi, mucizelerle teyit olunmuş, Resulullah’ın nesli...”[9]

10- Lâkapları

İbn-i Şehraşub diyor ki:
İmam Muhammed Takî (a.s)’ın lâkapları şunlardır:
“Muhtar” (seçkin), “Murtaza” (Allah’ın beğendiği), “Mütevekkil” (Allah’a tevekkül eden), “Muttakî” (Günahlardan kaçınan), “Zeki” (tertemiz-masum), “Takî” (Allah’tan korkan-dindar), “Münteceb” (seçilmiş), “Kani’” (kanaat eden), “Cevad” (bağışta bulunan-cömert), “Alim” (bilgin, ilim sahibi).”[10]

11- İlim ve Bilgisi

Şiî olan Taberî diyor ki:
“Memun, kızını İmam Cevad (a.s)’la evlendirmeye karar verince, Beni Abbas kabilesi büyükleri toplanarak ondan böyle bir işi yapmamasını istediler. Memun onlara cevaben şöyle dedi:
“Allah’a and olsun ki o, Allah, Resulullah ve onun sünnet ve ahkamı hakkında hepinizden daha alim ve daha bilgilidir.”[11]

12- Memun’un İmam (a.s)’a Saygısı ve İhtiramı

Şeyh Mufid (r.a) şöyle diyor:
Memun, İmam Muhammed Taki (a.s)’ın yaşta küçük olmasına rağmen onda görmüş olduğu fazilet, olağan üstü ilim, hikmet, edep ve kendi zamanının şeyhlerinin eşit olamayacağı aklının kemalinden dolayı ona hayran olmuştu. İşte bundan dolayı kızı Ümm-ü Ferve’yi onunla evlendirdi ve onu İmam (a.s)’la birlikte Medine’ye gönderdi. Memun, haddinden fazla İmam (a.s)’a ikram ve ihtiram ederek onun makam ve şahsiyetini yüceltiyordu.”[12]

13- Hz. Musa İle Hz. İsa’ya Benzemesi

İmam Rıza (a.s) ashabına buyurdular ki:
“Benim için, denizleri yaran İmran oğlu Musa’ya ve annesi onu doğurmakla kutsallaşan ve tertemiz yaratılmış olan Meryem oğlu İsa’ya benzer bir evlât dünyaya geldi.”[13]

14- Esmerliği

İbn-i Şehraşub diyor ki:
“İmam Muhammed Taki (a.s) çok esmerdi (buğdaysı bir rengi vardı). Şüpheciler, o Mekke’de olduğu sırada onun hakkında şüphe etmeye başladılar. Bundan dolayı onu, fizyonomi (iz takibi) uzmanına gösterdiler. Onlar, İmam’a baktıklarında yüz üstü yere kapandılar. Daha sonra kalkarak şöyle dediler: “Yazıklar olsun size, bu inci (nur saçan) yıldızı ve parlayan nuru bizim gibilere mi sunuyorsunuz?”[14]

15- Şia’nın Şefaatçisi

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“... Allah-u Teala, Hüseyin’in sulbünde, mübarek, pâk, tertemiz ve beğenilmiş bir nütfe karar kılmış ve onu Muhammed bin Ali (Muhammed Taki) olarak adlandırmıştır. İşte O, şiilerinin şefaatçisi ve ceddinin ilminin varisidir. Onun için apaçık bir nişane ve pek aydın bir hüccet (delil) vardır.”[15]

16- İmam (a.s) Açısından Can ve Mal

Ravi diyor ki:
İmam Muhammed Taki (a.s) için götürülmekte olan çok değerli bir kumaş yolun yarısında çalındı. Kumaşı götürmekle sorumlu olan şahıs, bir mektup yazarak olayı İmam’a bildirdi. Bunun üzerine İmam (a.s) kendi mübarek yazısıyla şöyle bir mektup yazdı:
“Bizim canımız ve malımız, Allah’ın tatlı bağışlarından ve emanet edilen ödünçlerindendir. Dilediği şeyden, bizi memnunluk ve hoşnutlukla faydalandırır. Dilediği şeyi de, ecir ve sevap karşısında bizden alır. O halde kimin sabırsızlığı sabrına galip gelirse, ecri yok olur. Biz bu durumdan Allah’a sığınıyoruz.”[16]

İkinci Bölüm: İmam (a.s)’ın İbadî Siresi

17- Namazı

Allame Meclisi (r.a) rivayet etmiştir ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s)’ın namazı dört rekattır. Her rekatta “Fatiha” suresi bir defa, “İhlas” suresi ise dört defa okunur... Namazdan sonra da yüz defa Peygamber ve âl’ine salavat getirilir. Daha sonra (bu namazı kılan) Allah’tan hâcetini diler.”[17]

18- Ayın İlk Gününde Kıldığı Namaz

Ebu Cafer Muhammed bin Ali (İmam Muhammed Takî –a.s-), yeni ay girdiğinde, o ayın ilk gününde iki rekat namaz kılardı. İlk rekatta bir defa “Fatiha” suresini, ayın sonuna kadar her gün için de (yani otuz defa da) “İhlas” suresini okurdu. İkinci rekatta ise (yine bir defa) “Fatiha” suresini, otuz defa da “Kadir” suresini okurdu. Daha sonra mümkün olduğu kadar sadaka verirdi. İşte böylece o ayın hepsinin esenliğini satın almış olurdu.”[18]

19- Duası

İmam Muhammed Takî (a.s)’ın duası şudur:
“Ey fani olan ruhların ve çürüyen cisimlerin rabbi olan Allah, dostlarına dönecek olan ruhların itaati hürmetine senden istiyorum ki... Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salat ve rahmet edesin, nuru gözümde ve yakini kalbimde karar kılasın; gece ve gündüz zikrini dilime cari edesin ve iyi amelleri (yapabilme başarısını) bana lütfedesin.”[19]

20- Kunut Duası

İmam Muhammed Takî (a.s)’ın kunutta okuduğu dua:
“Allah’ım, bağışların ard arda, ihsan ve lütufların peş peşe, nimetlerin ise tam ve kamildir (çoktur); oysa bizim şükrümüz az, hamdımız (övgümüz) ise yetersizdir; sen ise kusurlarını itiraf edene şefkatli davranmaya layıksın...”[20]

21- Kunutta Okuduğu Diğer Bir Duası

İmam Muhammed Takî (a.s) kunutta şu duayı da okuyordu:
“Allah’ım, sen, sayıyla evvel olmayan evvelsin; sınırlanmayla son olmayan sonsuzsun; bizi inşa (yoktan var) ettin, bir illetin zorlamasıyla değil; bizi icat ettin, bir ihtiyaçtan dolayı değil; hayır, ihtiyar sahibi olduğun halde bizi kendi hikmetinle yoktan yarattın...”[21]

22- Yolculuktaki Duası

İmam Muhammed Takî (a.s) yolculukta şu duayı okurlardı:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’ım, yolculuğa çıkmak istiyorum, onu bana hayırlı kıl; akıl ve mantık üzere olan doğru bir yolu bana göster ve onu bana ilham et; azmimi istikametle beraber kıl; büyük bir nasip ve kerametle beni faydalandır ve beni en güzel bir şekilde hıfz et ve koru.”[22]

23- Tesbihi

İmam Muhammed Takî (a.s)’ın ayın on ikisiyle on üçündeki tespihi (zikri) şöyleydi:
“Münezzehtir O Allah ki, memleketinin halkına (idaresi altında olanlara) zulmetmemektedir. Münezzehtir O Allah ki, yeryüzü halkını çeşitli azaplarla muaheze etmemektedir. Tek olan Allah münezzehtir ve hamd O’na mahsustur.”[23]

24- Hırzı (Muskası)

İmam Muhammed Takî (a.s)’ın hırzı (muskası) şöyleydi:
“Ey nur, ey burhan, ey mubin (aşikar), ey munir (aydınlatan), ey Rabbim! Beni zamanın şer ve âfetinden koru; senden, sûra üflendiği gün (kıyamet günü) kurtuluşu diliyorum.”[24]

25- Resulullah (s.a.a) İle Fatıma (a.s)’ın Kabirlerini Ziyaret Etmesi

Abdullah bin Zerin diyor ki:
“Ben Medinet’ur- Resul’a yakındım; Ebu Cafer (İmam Muhammed Takî) (a.s)’ın her gün öğle vakti camiye geldiğini, caminin avlusunda piyade olduğunu, Resulullah (s.a.a)’in kabrine doğru gittiğini, ona selam verdiğini, sonra Fatıma (a.s)’ın evinin bulunduğu yere döndüğünü ve ayakkabısını çıkararak orada namaza durduğunu sürekli görüyordum.”[25]

26- Muhrim İken Gölgeden Kaçınması

Kasım bin Saykal diyor ki:
“Ben, İmam Muhammed Takî (a.s) kadar hacda gölgeden kaçan bir kimse görmedim. O muhrim (ihramlı) olduğunda, kecavenin kubbesi (örtüsü) ve iki direğini çıkarmalarını emrediyordu.”[26]

27- Mina’da Yaya Yürümesi

Ali bin Mehziyar diyor ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s)’ı, (kurban bayramı günü) kurban kestikten sonra cemreye (şeytana) taş vurması için yaya olarak yürüdüğünü ve daha sonra bineğe bindiğini gördüm. Yine Mina mescidinin karşısına ulaştığında onun piyade olarak yürüdüğünü görüyordum.”[27]

28- Benihaşim’in Yerinde Yürümeği Sevmesi

Ashabından bazıları şöyle demiştir:
“İmam Muhammed Takî (a.s), Mina mescidinin az ilerisinde bineğinden aşağı indi. Ali bin Hüseyin (a.s)’ın cemreleri (şeytanları) taşladığı yerde cemreye taş atması için oraya doğru yöneldi. Ben: “Canım sana feda olsun, neden burada indiniz?” diye sordum.
İmam (a.s) cevaben buyurdular ki:
“İşte burası Ali bin Hüseyin (a.s) ve Benihaşim’in (cemreyi) taşladıkları yerdir. Ben onların (bineklerden) indikleri yerde yürümeyi seviyorum.”[28]

29- Tavaf Etmesi

Ali bin Mehziyar diyor ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s)’ın, ziyaret gecesi Nisa tavafını yaptığını, İbrahim’in makamı arkasında namaz kıldığını, daha sonra zemzem suyuna girdiğini, Hacer’ül- Esved tarafındaki kovayla mübarek eliyle su götürdüğünü, ondan biraz içerek bir miktarını da bedenine serptiğini gördüm. Daha sonra yine zemzem suyuna girdi. Ashaptan biri de İmam (a.s)’ı, sonraki yıl yine aynı amelleri yaparken görmüş olduğunu bana söyledi.”[29]

30- Veda Tavafı

Ali bin Mehziyar diyor ki:
“Hicri 215’de İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın, güneş yükseldikten sonra Allah’ın eviyle vedalaştığını, Kabe’yi tavaf ettiğini ve her turunda Rükn-ü Yemani’ye elini sürerek onu ziyaret ettiğini gördüm...
Hicri 217’de de geceleyin Allah’ın eviyle vedalaştığını ve her turda Rükn-ü Yemani ve Hacer’ül- Esved’e elini sürerek ziyaret ettiğini gördüm...”[30]

Üçüncü Bölüm: Çeşitli Konular

31- İstiharesi

İmam Muhammed Takî (a.s) buyurmuştur ki:
“Ben önemli bir meselede istihare etmek istediğim zaman, yüz defa Allah’tan hayır talep ederek şöyle diyorum:
“Allah’ım, senden istiyorum; çünkü sen gaip ve hazır olanı biliyorsun; eğer filan şeyi bana hayırlı biliyorsan, onu bana seç ve kolaylaştır. (Ama) eğer onu benim din, dünya ve ahiretime zararlı biliyor isen, o halde onu binim için hayırlı olan şeye dönüştür ve onun hakkında kaza ve kaderine razı ve hoşnut olmamı sağla; çünkü sen biliyorsun, oysa ben bilmiyorum; sen güçlüsün, oysa ben güçsüzüm; sen hüküm (ve karar) verensin, oysa ben hüküm veren değilim; kuşkusuz sen gaipleri bilen ve onlardan haberdarsın.”[31]

32- “Takî” Diye Adlanmasının Sebebi

Şeyh Saduk (r.a) diyor ki:
“İmam Cevad (a.s)’ın “Takî” diye adlanmasının sebebi, İlahî takvayı gözettiği içindir. İşte bundan dolayı Allah Teala da onu Memun’un şerrinden gözetip korumuştur...”[32]

33- Kına Yakması

Abdus bin İbrahim diyor ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s)’ın hamamdan çıkarken baştan ayağına kına yaktığını ve kına yakmakla da gül gibi (kıpkırmızı) olduğunu gördüm.”[33]

34- Şahsiyeti ve Cömertliği

Ravi diyor ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s), Benihaşim’in ünlü şahsiyetlerindendi. O, cömertlik ve ululukla meşhurdu. İşte bundan dolayı “Cevad” (cömert) olarak adlanmıştır.”[34]

35- Babasının Yolunda Olması

İbn-i Cevzi diyor ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s), ilim, takva, züht ve cömertlikte, tıpkı babası İmam Rıza (a.s) gibi hareket ediyordu.”[35]

36- Kendisini Tanıtması

İmam Muhammed Takî (a.s) buyurdular ki:
“Cevad (cömert), benim; insanların, sulplerdeki olan neseplerini bilen benim; batın ve zahirlerinizi ve nereye varacağını ben biliyorum.”[36]

37- İmam ve Ehl-i Beyt’in Makamı

İmam Muhammed Takî (a.s) buyurmuştur ki:
“Biz, Allah’ın ilim, gaip ve hikmetinin hazinedarları, peygamberlerinin vasileri ve değerli kullarıyız.”[37]

38- Çocuklukta İmamet Makamına Erişmesi

Ali bin İsbat diyor ki:
İmam Muhammed Takî (a.s)’ı evinden çıkarken gördüm. Mısır’daki ashabımıza (şiilere) onu tavsif etmem için ona tepeden tırnağa kadar dikkatle baktım. İmam (a.s) bu esnada secdeye kapanarak şöyle demeye başladı:
“Allah-u Teala, nübüvvette istidlal ettiği gibi imametle de istidlal etmiştir. Allah-u Teala buyurmuştur ki: “Biz Yahya’ya çocuk (üç yaşında) iken hüküm (nübüvvet) verdik.”[38]
Yine buyurmuştur ki:
“Yusuf erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik.”[39]
Yine buyurmuştur ki:
“Erginlik çağına erip kırk yaşına ulaşınca dedi ki: Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et...”[40] O halde çocukken ve kırk yaşındayken hikmetin (birisine) verilmesi câiz ve mümkündür.”[41]

39- Sevdiği Yemek

Ali bin Mehziyar diyor ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s)’la yemek yiyorduk. Bu esnada kaya kuşunun etini getirdiler. İmam (a.s): “O kuş mübarektir” diye buyurdular.
İmam (a.s) kaya kuşunun etini seviyordu ve buyuruyordu ki: “Sarılık hastalığına yakalanan kimseye, kaya kuşu etinin kebabını yediriniz.”[42]

40- Üzümü Sevmesi

Mes’udî diyor ki:
“İmam Muhammed Takî (a.s), Razıkî üzümünü seviyordu.”[43]
_________________
Kaynakça:
[1] - Delail’ul- İmamet, S. 200.
[2] - Kâfî, C. 6, S. 360, H. 3.
[3] - Bihar, C. 50, S. 15, H. 22.
[4] - Delail’ul- İmamet, S. 180.
[5] - Mekarim’ul- Ahlak, S. 92.
[6] - İrşad-ı Mufid, S. 621.
[7] - Men Lâ Yahzuruh’ul- Fakih, C. 1, S. 262, H. 807.
[8] - Müstedrek-i Avalim’ul- Ulum, C. 23, S. 27.
[9] - Müstedrek-i Avalim, C. 23, S. 27.
[10] - Bihar, C. 50, S. 16, H. 24.
[11] - Avalim’ul- Ulum, C. 23, S. 525, H. 2.
[12] - İrşad, S. 619.
[13] - Bihar, C. 50, S. 15, H. 19.
[14] - Menakıb-i Âl-i Ebî Talib, C. 4, S. 387.
[15] - Avalim’ul- Ulum, C. 23, S. 218.
[16] - Tuhaf’ul- Ukul, S. 951, H. 3.
[17] - Bihar, C. 91, S. 191.
[18] - Bihar, C. 91, S. 381, H. 1.
[19] - Bihar, C. 91, S. 189.
[20] - Avalim, C. 23, H. 211.
[21] - Bihar, C. 85, S. 225.
[22] - Müstedrek’ul- Avalim’il- Ulum, C. 23, S. 230.
[23] - Bihar, C. 94, S. 207.
[24] - Mecma’ud- Da’vat, S. 60.
[25] - İsbat’ul- Hudat, C. 6, S. 170, H. 6.
[26] - Kâfî, C. 4, S. 435, H. 3.
[27] - Kâfî, C. 4, S. 486, H. 5.
[28] - Kâfî, C. 4, S. 586, H. 5.
[29] - Kâfî, C. 4, S. 43, H. 3.
[30] - Kâfî, C. 4, S. 532, H. 3.
[31] - Mehasin-i Berkî, S. 600.
[32] - Meâni’l- Ahbar, S. 65.
[33] - Tehzib’ul- Ahkam, C. 1, S. 399, H. 1161.
[34] - Müstedrek-i Avâlim’il- Ulum, C. 23, S. 30.
[35] - Tezkiret’ul- Havas, S. 321.
[36] - Bihar, C. 50, S. 108.
[37] - Müstedrek-i Avâlim’ul- Ulum, C. 23, H. 160.
[38] - Meryem/12.
[39] - Yusuf/22.
[40] - Ahkaf/15.
[41] - Avalim’ul- Ulum, C. 23, S. 79, H. 1.
[42] - Mekarim’ul- Ahlak, S. 161.
[43] - İsbat’ul- Usul, Şeyh Tusî.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM CEVAD (A.S)'DAN KIRK HADİS

Allah'a Güvenmenin ve O'na Tevekkül Etmenin Neticesi

1- "Kim Allah'a güvenirse, Allah onu sevindirir. Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter. Allah'a güvenmek, bir kaledir ki, emin müminden başkası ona sığınmaz. Allah'a tevekkül etmek, kötülükten kurtuluş ve her düşmana karşı sığınaktır. Din izzet, ilim hazine, susmak ise nurdur. Zühdün son derecesi, çok takvalı olmaktır. Bidatler gibi, dini yıkan bir şey olmaz. Tamah gibi insanları bozan bir şey bulunmaz! Halk yöneticiyle düzelir. Belalar duayla uzaklaştırılır."[1]

Facir Kimseye Ümit Edenin Mahrumiyete Uğraması

2- "Kim facir bir kimseye ümit bağlarsa, en küçük cezası mahrumiyet olur."[2]

Allah'ın (c.c) Peygamberlerden Birine Vahyi

3- "Allah-u Teala peygamberlerden birine şöyle vahiy etti: Dünyada zahitlik yapman rahatlığını çabuklaştırır; her şeyden kopup bana yönelmen seni benin yanımdan aziz kılar; (bu amellerin iyi de) fakat benin için biriyle düşman veya dost oldun mu?"[3]

Bir İşe Şahid Olup Da Ondan Hoşlanmayanın Durumu

4- "Kim bir işe şahit olup da ondan hoşlanmazsa, onu görmeyen kimse gibi olur; kim de bir işi görmeyip de ona razı olursa, o işte bulunan kimse gibi olur."[4]

Cahilin İhtilafa Sebep Olması

5- "Cahil susarsa, insanlar ihtilafa düşmez."[5]

İmam (a.s)'ın Dostlarından Birine Tavsiyesi

İmam (a.s) dostlarından birine şöyle yazdı:
6- "Biz bu dünyada birbirimizden ayrıyız. Ama (ahirette) kimin fikir ve inancı, arkadaşının fikir ve inancının aynısı olursa, nerede olursa olsun, o da onunla birlikte olur; çünkü asıl yerleşme yurdu ahiret yurdudur."[6]

Konuşan Birini Dinlemenin Hükmü

7- "Kim bir konuşanı dinlerse, ona tapmış olur; konuşan Allah'tan konuşursa, Allah'a tapmış olur; konuşan şeytanın diliyle konuşursa, şeytana tapmış olur."[7]

Hikmetli Sözler

8- "Tövbeyi geciktirmek, aldanıştır. Yapılacakları ertelemek, şaşkınlıktır. (Günah işlemek amacıyla) Allah'a karşı mazaret aramak, helâk olmaya sebep olur. Günah işlemekte ısrar etmek, kendini Allah'ın tuzağından güvende bilmenin sunucudur. Oysa "…Allah'ın tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan topluluktan başkası güvende olmaz."[8]

Masrafa Katlanmayanın Nimetlerinin Yok Olmaya Hedef Kılınması

9- "Allah'ın nimetleri bir kimseye çoğaldıkça, insanların ona ihtiyacı da çoğalır; kim bu zahmete katlanmazsa, o nimetleri yok olmaya hedef kılar."[9]

Bir İş Yapmak İçin Dört Hasletin İnsana Yardımcı Olması

10- "Dört haslet, bir iş yapmak için insana yardımcı olur: Sıhhat, zenginlik, ilim ve tevfik."[10]

İmam (a.s)'ın "Bana Nasihat Edin" Diyen Birisine Tavsiyesi

11- "Adamın biri İmam (a.s)'a; "Bana nasihat eden" deyince İmam (a.s); "Kabul eder misin?" diye sordu. Adam; "Evet, kabul ederim."dedi. bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Sabrı kendine yastık et; fakirlikten çekinme; şehvetleri (lezzetleri) terk et; heva ve hevese muhalefet et ve bil ki, Allah'ın gözünden uzaklaşamazsın; öyleyse nasıl bir halde olacağına dikkat et."[11]

Zulme Ortak Olanlar

12- "Zulmü yapan, ona yardım eden ve ona razı olan, o zulümde ortaktırlar."[12]

Allah İle Mustağni Olmayı Dilemenin Halkın Kendisine Muhtaç Olmasına Sebep olması

13- "Kim Allah ile müstağni olmayı dilerse, insanlar ona muhtaç olur ve kim Allah'tan çekinirse, insanlar onu sever."[13]

Bir İşi Sağlamlaşmadan Önce Açıklamanın Zararı

14- "Bir işi sağlamlaşmadan önce açıklamak, o işin bozulmasına sebep olur."[14]

Her Yüceliğin Merdiveni

15- "Allah-u Teala'ya güvenmek, her değerli şeyin pahası ve her yüceliğin merdivenidir."[15]

Kefili Allah Olanın Zayi Olmaması

16- "Kefili Allah olan bir kimse, nasıl zayi (çaresiz) olabilir? Allah'ın aradığı bir kimse nasıl kurtulabilir? Kim Allah'tan kopup başkasına ümit bağlarsa, Allah onu kendisine bırakır. Kim bilgisi olmaksızın bir iş yapmaya kalkışırsa, bozduğu düzelttiğinden daha çok olur."[16]

Allah'ın Sevgisini Kazanmanın Yolu

17- "Allah'ın muhabbet ve sevgisini kazanabilmek için, birçok insana düşman olmamız gerekir."[17]

Az ve Öz Bir Nasihat

18- "İmam (a.s): "Bana az ve öz bir nasihatte bulun" diyen bir şahsa şöyle buyurdular: "Kendini dünyadaki ardan (utanç verici işleri yapmaktan) ve ahiretteki nardan (ateşten) koru."[18]

Vazifelerini Yapmayan Hiyanetkar Alimler

19- "Eğer alimler, öğüt vermekten çekinir, şaşkın ve sapık birini görüp de onu hidayet etmez ve (ruhu) ölü birini görüp de onu diriltemezlerse, kendilerine hıyanet etmiş olurlar."[19]

İlahî Takva

20- "İlahi takvayı sana tavsiye ediyorum; çünkü İlahî takva, insanı helâk olmaktan kurtarır ve kıyamet günü onun için büyük bir kazanç sayılır. Yüce Allah, takva vasıtasıyla kulunu, aklı ermediği tehlikelerden korur, körlük ve cehilliğini takvayla giderir. Hz. Nuh ve gemide onunla beraber olanlar, takva vasıtasıyla boğulmaktan kurtuldular. Nitekim hz. Salih ve onunla birlikte bulunanlar da takva vasıtasıyla yıldırımdan kurtuldular. Sabredenler de, takva vasıtasıyla, kurtuluşa kavuştular."[20]

Kötü Adamın Kılıca Benzemesi

21- "Kötü adamla dost ve arkadaş olmaktan kaçın; çünkü o, görünüşü güzel, ama etkisi kötü olan kılıca benzer."[21]

Doğru Yolu Gizleyenin Zulüm Yapmış Olması

22- "Senin isteğine uyup da doğru yolu senden gizleyen kimse, sana zulüm yapmıştır."[22]

Müminin İzzeti

23- "Müminin izzeti, halka muhtaç olmamasındadır."[23]

Halkla Sevmediği Bir Şeyle Karşılaşmamak

24-"Hiç kimseyle, sevmediği bir durumla karşılaşmamak, yiğitliğin kemalindendir."[24]

Heva ve Hevese Uymanın Düşmanı Arzusuna Kavuşturması

25- "Heva ve hevesine uyan, düşmanını arzusuna kavuşturmuştur."[25]

Müminin Kendisine Muhtaç Olduğu Üç Şey

26- "Mümin üç şeve muhtaçtır: Allah'tan olan başarıya, nefsinden olan öğütçüye, nasihat edenin nasihatini kabul etmeye."[26]

Amellerin Ziyneti

27- "İffetli olmak (şeref ve haysiyeti korumak) fakirliğin, şükretmek zenginliğin, sabretmek belanın, tevazu soyluluğun, fasih konuşmak konuşmanın, ezberlemek rivayetin, alçak gönüllülük ilmin, güzel edep aklın, güler yüzlülük cömertliğin, huşu namazın, masrafları azaltmak kanaatin, boş işleri terk etmek ise takvanın ziynetidir.[27]

Temkinli Davranmanın Neticesi

28- "Temkinli davran ki, hedefine ulaşasın veya ona yaklaşsın."[28]

Güvenilir Kardeşlerin Hazine Olması

29- "Güvenilir kardeşler, birbirlerinin hazineleridir."[29]

Şükretmenin, Nimetin Artmasına Sebep Olması

30- "Kullar şükretmeyi kesmedikçe, Allah-u Teala da nimetlerini artırmayı kesmez."[30]

İyilik Yapanların, İyiliğe İhtiyaçları Olanlardan Daha Çok Muhtaç Olmaları

31- "İyilik yapanlar, yaptıkları iyiliklere, iyiliğe ihtiyaçları olanlardan daha çok muhtaçtırlar. Çünkü iyiliğin mükâfatı, iftiharı ve anısı iyilik yapanlar içindir. Öyleyse iyilik yapan bir adam, önce kendisine iyilik yapmıştır."[31]

Üç Şeyin, Kulu Allah'ın Rızasına Kavuşturması

32- "Üç şey, kulu Allah'ın rızasına kavuşturur: çok af dilemek, yumuşak huyluluk, çok sadaka vermek. Üç haslete sahip olan kimse de pişman olmaz: Aceleyi terk etmek, istişarede bulunmak ve karar aldığında Allah'a tevekkül etmek."[32]

Mudara Etmeyenin Sevilmeyecek Durumlarla Karşılaşması

33- "Mudara etmeyen, sevmediği durumlarla karşılaşır."[33]

İşin Giriş Yollarını Bilmeyenin O İşten Çıkmaktan Aciz Olması

34- "Bir işin giriş yollarını bilmeyen, çıkış yollarında aciz ve takatsiz kalır."[34]

Denemeden Bir Şeye İtimat Edenin Kendisini Tehlikeye Atmış Olması

35- "Deneyip sınamadan bir şeye itimat eden, kendisini tehlikeye ve zahmetli bir sonuca maruz bırakmış olur."[35]

Kardeşine Gizlide Öğüt Verenin Onu Süslemiş Olması

36- "Kardeşine gizlide öğüt veren, onu süslemiştir; ona açıkta (başkalarının yanında) öğüt verense, onu lekelemiştir."[36]

Şükredilmeyen Nimetin Bağışlanmayan Günaha Benzemesi

37- "Şükredilmeyen nimet, bağışlanmayan günaha benzer."[37]

En İyi Bağış

38- "Afiyet, Allah'ın en iyi bağışıdır."[38]

Bir İşi Zamanı Gelmeden Yapmaya Kalkışanın Pişman Olması

39- "Bir işi, zamanı gelmeden yapmaya kalkışmayın; yoksa pişman olursunuz. Ömrün süresini uzun saymayın; yoksa kalbiniz katılaşır. Zayıf insanlara merhametli davranarak Allah'ın merhametini dileyin."[39]

Bilin ki ...

40- "Bilin ki, Halim ve Alim olan Allah Tebareke ve Teala, ancak rızasına razı olmayanlara (O'nun rızasına uygun amel etmeyenlere) gazap eder; bağışını, sadece reddedenlerden esirger ve yalnızca hidayetini kabul etmeyenleri saptırır."[40]
___________________
Kaynakça:
[1] - A'yan'uş-Şia, yeni baskı, c. 2, s. 35
[2] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 436
[3] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 951
[4] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 953
[5] - A'yan'uş-Şia, yeni baskı, c. 2, s. 36
[6] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 953,h.8
[7] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 956
[8] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 953
[9] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 428
[10] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 438
[11] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 951,h.1
[12] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 432
[13] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 429
[14] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 955, h. 12
[15] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[16] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[17] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 363
[18] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 439
[19] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 361
[20] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 358
[21] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[22] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[23] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 365
[24] - Nur'ul-Ebsar, s. 108
[25] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[26] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 358
[27] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 434
[28] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[29] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 362
[30] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 955
[31] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 437
[32] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 438
[33] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[34] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[35] - Nur'ul-Ebsar, s. 108
[36] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 877
[37] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 364
[38] - A'yan'uş-Şia, yeni baskı, c. 2, s. 36
[39] - İhkak'ul-Hak, c. 12, s. 431
[40] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 359
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İBRETLİ ÖYKÜLER

1- Memun Ve Balık Avlamak!

Bir gün Memun balık avlamak için kendi sarayından dışarı çıktı. Güzergahda, İmam Cevad (a.s)'ın da içlerinde olduğu bir grup çocukla karşılaştı. İmam Cevad’dan başka bütün çocuklar kaçtı. Memun bu durumu görünce: “Onu (İmam Cevad’ı) benim yanıma getirin” diye emretti.
Memun, “Neden diğer çocuklar gibi sen de kaçmadın?”
İmam (a.s)- “Ben kaçmama sebep olacak bir hata yapmamıştım, yol da, kenara çekilerek sana yol açacak kadar dar değildi, istediğin yerden gidebilirdin” dedi.
Memun, “Sen kimsin?”diye sordu.
İmam (a.s), “Ben Muhammed bin Ali bin Musa bin Cafer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyn bin Ali bin Ebu Talib’im!”dedi.
Memun, “İlim açısından ne seviyedesin?”diye sordu.
İmam (a.s), “Benden göklerin haberi hakkında sor!”dedi.
Memun İmam (a.s)’ın yanından ayrılıp kendi yoluna devam etti. Memun’un elinin üzerinde beyaz bir avcı doğan vardı. Doğanı bıraktı, doğan uçup bir müddet gözlerden kayboldu. Daha sonra, diri bir yılanı(1) avlamış olduğu halde geri döndü. Memun yılanı özel bir yere bıraktı. Sonra etrafındakilere: “O çocuğun eceli bugün (benim elimle) yetişmiştir!” deyip bir grup çocuk arasında bulunan İmam Cevad’ı yanına çağırttı.
Memun İmam Cevad’a: “Sen yer ve göklerin haberinden ne biliyorsun?” diye sordu.
İmam Cevad (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Ben babalarımdan, babalarım da Peygamber (s.a.a)’den, o da Cebrail’den, o da alemlerin Rabbinden şöyle buyurduğunu duymuşuz:
“Yerle gök arasında dalgalı ve çalkantılı bir deniz vardır, o denizde karınları yeşil ve sırtlarında siyah noktalar bulunan bazı balıklar bulunmaktadır. Şahlar, bilginleri onlarla imtihan etmek için beyaz doğanlarıyla onları avlarlar!”
Memun bu cevabı duyunca: “Sen, babaların, ceddin ve Rabbin hepiniz doğru söylediniz!” dedi.(2)
_________________
1 - Bazı kitaplarda şöyle nakledilmiştir: Memun elinin üzerindeki avcıl bir doğanı turaç kuşunun peşine salıverdi. Doğan kısa bir süreden sonra, kakasında henüz diri olan bir küçük balık olduğu halde geri döndü. Memun da o balığı elini alıp saklayarak imam Cevad (Muhammed Taki)’ın yanına geldi ve elindeki nedir? diye sordu.
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurdular: “Allah Telaa bir takım denizler yaratmıştır, bulutlar o denizlerden göğe yükselince küçük balıkları da kendisi ile birlikte götürür ve şahların avcıl doğanları onları avlıyorlar; şahlarda onları ellerine alıp saklayarak onlarla, peygamber soyundan olan ilim ve bilgi sahiplerini deniyorlar!”
Memun bu cevabı duyar duymaz şaşırıp kaldı ve şöyle dedi: kuşkusuz ki sen, imam Riza’nın oğlusun ve öyle bir şahsiyetin oğlundan böyle ilginç bir cevap duymak garipsenmemelidir.
2 - Bihar’ul-Envar, c. 50, s. 56
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

2- Kıskançlık Alevi

Yaz mevsiminin sonlarında, Hicri 218. Yılının Recep ayının on ikinci gecesi Abbasi halifesi olan Memun dünyadan göçtü ve “Tarsus”* bölgesinde toprağa verildi. Ondan sonra kardeşi Mu’tesim hilafet makamına geçti. Mümkün olan her yolla liderlik temellerini sağlamlaştırmaya çalışan Mu’tesim, İmam Cevad (a.s) tarafından gelebilecek tehlikeleri önlemek ve İmam’ın kendisini gözetimi altında bulundurmak için Hazreti Medine’den Bağdat’a getirtti.
İmam Cevad (a.s)’ın Bağdat’a yerleşmesinden uzun bir süre geçmemişken, Abbasi halifesi olan Mu’tesim’in emriyle İmam (a.s) zehirletilerek şahadete erişti. Bu olay, bir macera sonucu gerçekleşti; o macera şöyledir:
Memun’un kadılarından olan İbn-i Ebi Duad’ın samimi dostu Zerkan şöyle diyor:
Bir gün İbn-i Ebi Duad, çok gamlı olduğu halde Mu’tesim’in yanından döndü; üzüntüsünün sebebini sordum. Cevaben şöyle dedi:
“Bugün, keşke yirmi yıl bundan önce ölmüş olsaydım diye arzu ettim.”
Zerkan, “Niçin?”diye sordu.
İbn-i Ebi Duad, “Mu’tesim’in huzurunda Ebu Cafer (İmam Cevd -a.s-) tarafından benim aleyhime tamam olan bir meseleden dolayı” dedi.
Zerkan, “Meğer ne oldu (mesele ne idi?)”diye sordu.
İbn-i Ebi Duad, “Bir hırsızı halifenin yanına getirdiler, hırsız kendi hırsızlığına itiraf etti, halifeden, şer’i cezayı uygulamasıyla (günahının) temizlenmesini istedi. Halife alimleri bir araya topladı, Ebu Cafer (İmam Cevad) de orada idi. Halife bize: “Hırsızın eli nereden kesilmelidir?” diye soru sordu. Ben de: “Bilekten” dedim. Halife: “Delilin nedir?” dedi. Ben de cevaben: “El, parmaklardan bileğe kadardır. Çünkü Allah-u Teala: “Teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün.”(1) buyurmuştur. Bu ayatten maksat, parmaklardan elin bileğine kadar olan kısımdır” dedim.
Alimlerden bazıları da benim sözümü teyit edip "hırsızın eli bilekten kesilmelidir." dediler. Bazıları da hırsızın elinin dirsekten kesilmesi kanısında idiler. Çünkü Allah-u Teala abdest ayetinde şöyle buyurmuştur: “Ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın...”
Bu ayet, elin sınırının dirseye kadar olduğuna delalet etmektedir.
Daha sonra Mu’tesim, Ebu Cafer’e (İmam Cevad’a) dönüp On’a: “Bu mesele hakkında görüşün nedir?” diye sordu. O da cevaben: “Buradakiler bu konu hakkında konuştular, beni muaf kıl” dedi. Mu’tesim yine sözünü tekrarladı, o da maziret istedi. Nihayet Mu’tesim şöyle dedi: “Allah aşkına bu konuda bildiğini söyle.”
Bunun üzerine Ebu Cafer (İmam Cevad) şöyle dedi:
“Beni yemine verdiğin için (bu konu hakkında) görüşümü söylüyorum. Bunların hepsi yanıldılar. Çünkü hırsızın elinin ayasının kalması için parmakları kesilmelidir.”
Mu’tesim- “Bu fetvanın delili nedir?”
Ebu Cafer- “Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: “Secde, bedenin yedi uzvuyla tahakkuk bulur; yüz (alın), iki elin ayası, iki dizlerin kapağı ve iki ayak ( ayaktaki iki büyük parmaklar).” Binaenaleyh eğer hırsızın eli bilekten veya dirsekten kesilmiş olursa, artık secde zamanı yere bırakacak bir eli kalmıyor.
Allah-u Teala da buyurmuş ki:
“Secde yerleri Allah içindir, öyleyse Allah’la birlikte bir kimseyi çağırmayın...” Secde yerlerinden maksat, yedi uzuvdur; Allah için olan şey kesilmez.”
Mu’tesim, bu sözden hoşu gelip hırsızın sadece parmaklarının kesilmesini emretti.
İbn-i Ebi Duad sonra şöyle ekliyor:
Bu esnada halim öyle bir şekilde değişti ki sanki kıyamet kopmuştu, keşke ölseydim de böyle bir günü görmeseydim diye arzu ettim.
Üç günden sonra Mu’tesim’in yanına gidip ona şöyle dedim:
“Halifenin hayrını isteyerek ona tavsiye etmek bana farzdır; ben şimdi ateşe (cehenneme) girmeme sebep olacak bir söz söyleyeceğim.”
Mu’tesim: “Hangi sözü söyleyeceksin?” diye sordu. Ben de cevaben şöyle dedim: “Halife kendi meclisinde, bir dini mesele için fakih ve alimleri topluyor, ordunun komutanları ve ülkenin büyük şahsiyetlerinin bulunduğu ve dinledikler bir yerde bir meselenin hükmünü onlardan soruyor, onlar da cevap veriyorlar, ama halife alimlerin görüşlerini kabul etmiyor, sadece Müslümanların yarısının imamet ve önderliğine inandıkları ve onu hilafete (daha) layık bildikleri bir kişinin sözünü kabul ediyor. Bu, halife için güzel değildir!”
Bu esnada halifenin rengi değişti ve sarsılıp şöyle dedi:
“Bana iyi tavsiye ettiğinden dolayı Allah sana mükafat versin.”
Daha sonra Çarşamba günü katiplerinden birine, Ebu Cafer’i (İmam Cevad’ı) evine davet etmesini emrettı: O da öyle yaptı. Ama Ebu Cafer kabul etmeyip mazeret istedi. Fakat Mu’tesim kendi davetinde ısrar edip şöyle dedi: “Mübarek ayaklarını teberrük etmem için evime gelmen gerekir. Ayrıca halifenin vezirlerinden bir kaç kişi seni görmek istiyorlar.”
Ebu Cafer mecburen halifenin davetini kabul etti ve onun evine gitti. Ama onlar Ebu Cafer’in yemeğine zehir dökmüşlerdi. Yemekten yer yemez, yemeğin zehirle karıştırıldığının farkına vardı. Bu yüzden kalkıp hareket etmek istedi. Ev sahibi ise kalmasını rica etti. Ama o: “Senin evinde olmamam senin için daha iyidir!” dedi.
Ebu Cafer (İmam Cevad) bir süre rahatsızdı, nihayet zehir bütün bedenine işledi; sonuçta dünyaya gözlerini kapattı (şehit oldu).(2)
_________________
1 - Mâide / 6
2 - Bihar’ul-Envar,c. 50,s. 85
En son f_altan tarafından 10 Tem 2007, 17:07 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

3- Cazip Bir Münazara

İmam Cevad (Muhammed Taki -a.s-) küçük yaşla (takriben sekiz yaşında) imamet makamına ulaşan ilk İmam’dır. Küçük olmasına rağmen, ilmi Allah tarafından olduğundan dolayı, bütün ilim ve fazilet sahibi kimselerden üstündü.
O Hazretin muhalifleri, O’nunla tartışıp münazaralar yapıyorlardı. Bazen kendi batıl hayallerince, O’nu ilmi sahnede mağlup etmek için zor sorular söz konusu ediyorlardı. O münazaralardan bazıları çok heyecanlı ve gürültülü idi; onlardan biri, İslam ülkelerinin baş kadısı olan Yahya bin Eksem’le olan münazaradır.
Abbasi halifesi olan Memun’un emriyle bir münazara meclisi tertiplendi. İmam Cevad (a.s), o meclisde hazır oldu, Yahya bin Eksem de oraya gelerek İmam’ın karşısında oturdu.
Yahya bin Eksem: Halife’ye bakarak şöyle dedi:
“Ebu Cafer (İmam Cevad -a.s-)’den bir soru sormama izin veriyor musunuz?”
Memun: “O Hazretin kendisinden izin al” dedi.
Yahya bin Eksem: “Fedan olayım, bir mesele sormama izin veriyor musunuz?” dedi.
İma Cevad (a.s): “Sormak istediğin soruyu sor” buyurdu.
Yahya bin Eksem: “İhram halinde bir av öldüren şahıs hakkında ne dersiniz?” dedi.
İmam (a.s): “Avı haremin dışında mı öldürmüş, içerisinde mi? Söz konusu kimse hükme alim miydi, cahil miydi? Kasıtlı olarak mı bu işi yapmış, yoksa kısıtsız olarak mı? Avlayan adem köle miydi, hür müydü? Çocuk muydu, büyük müydü? İlk defası mıydı, yoksa daha önceden de bu işi yapmış mıydı? Avlanan hayvan kuşlardan mıydı, yoksa başka türben mi? Kuş ise yavru muydu, yoksa büyük müydü? Avlayan adam, bu işi tekrarlamak isteyen birisi mi, yoksa yaptığından pişman olan biri mi? Bu işi geceleyin mi yapmış, yoksa gündüz mü? Bu adam hac ihramında mıydı, yoksa Umre ihramında mı?”
Yahya bin Eksem, bu sorular karşısında şaşırıp kaldı, acizliği yüzünde belirdi, dili tutuldu; öyle ki mecliste bulunanlar, onun zaaf ve acizliğini iyice anlamış oldular.
Bu galibiyetten sonra Memun şöyle dedi: “Bu nimet karşısında ve görüşümde yanılmadığımdan dolayı Allah’a hamt ediyorum...”
Daha sonra ailesine dönerek: “Kabul etmediğiniz şeyi şimdi öğrenmiş oldunuz mu?” dedi.
Meclisteki sohbetlerden sonra halk dağılıp gittiğinde halifenin akrabalarından bir grup kimse yalnız kalınca, Memun İmam (a.s)’a şöyle dedi:
“Fedan olayım! Eğer uygun görüyorsanız, ihram halinde av öldürmekle ilgili söz konusu edilen meselelerin hükmünü, yararlanmamız için açıklayın.”
İmam (a.s) buyurdular ki:
“Eğer ihram halinde olan şahıs, haremin dışında bir av öldürürse ve av büyük kuşlardan olursa, keffaret olarak bir koyun kurban kesmelidir. Eğer bu amel haremin dahilinde yapılmış olursa, keffareti iki kat olur.
Eğer haremin haricinde bir kuş yavrusunu öldürmüş olursa, o zaman keffaret olarak sütten kesilen bir kuzu kurban kesilmelidir. Ama eğer bu işi haremin dahilinde yaparsa, bir kuzu kurban kesmeli ve ayrıca kuş yavrusunun kıymetini de vermelidir. Eğer (haremin dışında avladığı) yabani hayvanlardan olursa, vahşi eşek için bir inek, deve kuşu için bir dişi deve, zebra için ise keffaret olarak bir koyun kurban kesmelidir. Eğer bunları haremin dahilinde yapmış olursa, kurbanlığı Mina’da kesmelidir. Ama bu işi Umre ihramında yapmış olursa,kurbanlığı Mekke’de kesmelidir.
Avın keffareti alim ve cahile eşittir. Ama kasıtlı olarak bu işi yapmış olursa (keffaretten ilave) günah da işlemiştir; fakat yanlışlıkla yapmış olursa, günah işlemiş sayılmaz. Keffaret hürrün kendisine farzdır; kölenin keffareti ise efendisinin üzerinedir (onun ödemsi gerekir). Küçük çocuğa keffaret farz değildir; ama büyük adama farzdır. Eğer yapmış olduğu işten pişman olup tövbe ederse, (keffaret verdikten sonra) ahiret azabı ondan kalkar, ama eğer bu işten vazgeçmezse (keffaretin yanı sıra) ahiret azabını da hak etmiş olur.”
Memun, İmam (a.s)’ın bu izahını duyunca şöyle dedi: “Aferin ey Cafer! Allah sana hayır versin. Eğer uygun görüyorsanız, siz de Yahya bin Eksem’den onun sorduğu gibi bir soru sorun.”
Bunun üzerine İmam (a.s) Yahya bin Eksem’e: “Sorayım mı?” diye buyurdu.
Yahya bin Eksem de cevaben: “Sana feda olayım, onu artık kendiniz bilirsiniz; eğer bilirsem cevabını veririm, bilmediğim takdirde sizden istifade ederim” dedi.
İmam Cevad (a.s) ona şöyle bir soru yöneltti:
“Söyle bakalım, sabahleyin bir kadına bakması haram, kuşluk vakti helal, öğle vakti haram, ikindi vakti helal, akşam haram, yatsı vakti helal, gece yarısı helal, şafak vakti haram olan bir erkek hakkında ne dersin? Bu nasıl bir kadındır; neden bazen o erkeğe helal, bazen de haram oluyor?”
Yahya bin Eksem: “Allah’a and olsun ki, bu sorunun cevabını bilmiyorum; hangi sebebe göre helal ve haram olduğunu da bilmiyorum; uygun görüyor iseniz, faydalanmamız için kendiniz onu izah ediniz?” dedi.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Bu kadın bir adamın cariyesidir; sabahleyin yabancı bir erkek ona bakıyor, bakması haram olur; kuşluk vakti cariyeyi sahibinden alıyor, böylece ona helal olur; öğle vakti onu azad ediyor, neticede haram olur; ikindi vakti onunla evleniyor, böylece ona helal olur; akşamleyin zihar ediyor (senin sırtın bana, annemin sırtı gibidir diyor), böylece ona haram olur; yatsı vakti ziharın keffaretini vererek tekrar ona helal olur; gece yarısı onu boşuyor, böylece ona haram oluyor; şafak vakti rücu ediyor böylece kadın ona helal oluyor.”

(Bihar, c. 50, s. 75-78 ; İrşad-ı Mufid, s.299; Tefsir-i Kummî, s.169; İhticac-ı Tabersî, s.245)
En son f_altan tarafından 10 Tem 2007, 17:15 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön