İmam Rıza (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

28- İleri Görüşlülüğü

Muhammed b. Sinan şöyle diyor:
Harun’nun hilafeti döneminde İmam Rıza (a.s)’a; “Siz kendinizi imametlik hususunda meşhur edip babanızın yerinde oturmuşsunuz; oysa Harun’nun kılıcından kan damlıyor!”
İmam (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:
“Beni bu işe pervasız eden Resulullah (s.a.a)’in; “Eğer Ebu Cehl benim başımdan bir kıl azaltırsa ben peygamber değilim.” şeklindeki buyurmuş olduğu sözdür. Ben de şöyle diyorum: Eğer Harun benim başımdan bir kıl eksiltirse, şahit olun ki ben İmam değilim!” [1]
Durum İmam Rıza (a.s)’ın buyurmuş olduğu gibi oldu. Harun İmam’a bir tehlike yöneltmeğe kesinlikle fırsat bulamadı. Harun İran’ın doğusunda vuku bulan kargaşalardan dolayı, ordusuyla Horasan’a gitmeğe mecbur oldu, nihayet Hicri 193’te Tus’da ölerek, İslam ve müslümanlar onun meş’um vücudundan güvende kalmış oldular.
Safvan b. Yahya şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) babasının vefatından sonra öyle sözler buyurdular ki, biz Hazretin canından korktuğumuzdan O’na şöyle dedik: “Büyük bir sözü aşikar ettiniz, biz bu tağuttan (Harun’dan) sizin canınız için korkuyoruz.”
İmam (a.s) bizim bu sözümüze karşılık şöyle buyurdular:
“O (Harun), her ne kadar çaba sarf etse de, bana ulaşacak bir yolu yoktur.” [2]
_________________
[1] - Kafi, c. 8, s. 257.
[2] - a.g.e, c. 1, s. 487.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

29- Rıza Adlandırılmasının Sebebi

Muhammed b. Nasr-i Bezenti şöyle diyor:
Ben İmam Muhammed Taki (a.s)’a; “Muhalifleriniz, babanız İmam Aliyy’ur- Rıza’ya, veliahtlığı kabul ettiğinden dolayı “Rıza” lakabını Memun ona verdi diyorlar” dedim.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Allah’a and olsun ki yalan söylüyorlar, gerçek yoldan sapıyorlar. O lakabı Allah Teala ona vermiştir; çünkü O, gökte Allah’ın sevdiği, yerde Resulullah’ın ve Ondan sonra da masum İmamların razı oldukları kişidir.”
Arz ettim: “Peki, geçmiş atalarınız Allah’ın sevgilileri, resulünün ve İmamların razı oldukları kişiler değil miydi; neden yalnız babanız “Rıza” diye anılıyor?
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Dost ve taraftarları ondan razı oldukları gibi muhalif ve düşmanları da O’ndan razı oldular; bu rızalık, atalarından hiçbirine nasip olmadı. İşte bundan dolayı babam “Rıza” diye anılmış oldu.”

(Uyun, c. 1, s. 24, h.1)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

30- Dualarının İcabete Erişmesi

Muhammed b. Fuzayl şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) Arafat’ta durup dua ediyordu, daha sonra başını aşağı salıverdi. Neden böyle yaptınız? dediklerinde şöyle buyurdular:
“Ben, Bermek ailesi aleyhinde, babama yaptıkları zulümden dolayı beddua ettim, Allah Teala da işte bugün benim onların hakkındaki duamı kabul etti.”
İmam (a.s)’ın eve dönmesinden uzun bir zaman geçmeksizin Harun, Bermeki ailesinden olan Cafer ve Yahya’yı yakalatıp onları cezalandırdı ve ailelerinin durumu tamamıyla değişip zelil bir duruma düştüler.[1]
Müfessir olan Muhammed b. Kasım İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şöyle naklediyor:
“Memun, Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ı kendine veliaht ettiğinde, bir müddet yağmur yağmadı. Bundan dolayı Memun’un etrafında bulunan ve İmam Rıza (a.s)’ın muhaliflerinden bazıları şöyle dediler: “Ali b. Musa er-Rıza bu bölgeye geldiğinden beri gökten yağmur yağmamıştır; Allah Teala yağmurunu esirgemiştir.”
Bu haber Memun’a yetişince rahatsız olup İmam Rıza (a.s)’dan istiska (yağmur isteme) namazını kıldırmasını rica etti. İmam (a.s) da Pazartesi günü kıldıracağını bildirdi...
İmam (a.s) Pazartesi günü toplu bir cemaatla çöle çıktı. Herkes İmama bakıyordu. İmam (a.s) minbere çıkarak Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle dua etti:
“Allah’ım! Ey Rabbim! Sen biz Ehl-i Beyt’in hakkını büyük kıldın ki, sen emrettiğin şekilde halk bize tevessül etsin, senin fazl, rahmet, ihsan ve nimetini umsun ve arasınlar. Öyleyse onlara kendi yararlı yağmurunu gönder; yağmurunun başlangıcı bu çölden evlerine döndükten sonra olsun.”
Allah’a and olsun ki, İmam’ın bu duasından hemen sonra rüzgar esmeğe başladı, bulutlar oluştu, gökte şimşek ve yıldırım çakmağa başladı, halk yağmurdan kaçmak için harekete geçti. Ama İmam (a.s); “Ey insanlar! Sakin olun, safları bozmayın, bu bulutlar filan şehre gidiyor” buyurdular. İmam (a.s)’ın buyurduğu gibi bulutlar gelip geçti yağmur da yağmadı.
Daha sonra şimşekli ve yıldırımlı bir bulut daha geldi, yine halk yerlerinden kalkıp hareket etmek istediler. Yine İmam (a.s); “Ey cemaat! Sakin olun, bu bulut da sizin için değildir, filan şehre gidiyor; o şehrin halkına yağacaktır.” buyurdular.
On bulut böylece ard arda gelip geçti. İmam (a.s) da her defasında; “Bu bulut sizin için değildir, filan şehirlere gidiyor, siz yerinizde durun, hareket etmeyin.” buyuruyordu. Nihayet, on birinci kez bir bulut daha aşikar oldu. İmam (a.s) bu defasında şöyle buyurdular:
“Allah Teala işte bu bulutu sizin için göndermiştir, öyleyse O’na bu lütfünden dolayı şükredin, şimdi kalkın evlerinize gidin; bu bulut evlerinize ulaşmadıkça yağmayacak, evlerinize yetiştikten sonra yağacaktır.”
İmam (a.s) bu sözleri buyurduktan sonra minberden aşağı indi, halk da evlerine doğru hareket etti. Bulut öylece durmuştu, oradaki halk evlerine yetişmedikçe yağmadı. Onlar evlerine yetiştikten sonra öyle şiddetli yağdı ki, havuzlar, çukurlar, nehirler dolup taştı. Halk Resulullah’ın oğlunu (İmam Rıza’yı), Allah’ın O’na bağışlamış olduğu bu kerametinden dolayı tebrik etmeğe başladılar.
Daha sonra İmam (a.s) toplanmış olan halkın arasına gelerek Allah’tan çekinmeği, O’nun nimetlerinin kadrini bilmeyi, bu nimetleri karşısında O’na şükretmeği, müminlerin birbirlerine yardımda bulunmalarını vs. şeyleri onlara hatırlatarak onlara öğüt ve nasihatte bulundu...[2]
_________________
[1] - Uyun, c. 2, s. 54, H.1. Bihar, c. 49, s. 85, H.4.
[2] - Uyun, c. 2, s. 383. B.41. H.1. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı onu özet olarak aktardık.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

31- Allah’ı Çok Anması

Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“Allah’a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)’dan daha takvalı, bütün vakitlerinde Allah’ı daha çok anan ve onun kadar Allah’tan daha çok korkan bir kimse görmedim.”[1]

32- Kur’ân Okuması

İbrahim b. Abbas diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) her üç günde bir defa Kur’ân’ı hatmediyor ve buyuruyordu ki:
“Eğer üç günden daha kısa bir zamanda hatmetmek istesem edebilirim ama, her bir ayetin hangi şey hakkında ve ne zaman nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum. İşte bundan dolayı üç günde hatmediyorum.”[2]
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) geceleri yatmak istediğinde çok Kur’ân okuyordu. Cennet ve cehennemden bahseden bir ayete ulaştığında ağlayarak Allah’tan cenneti isteyip cehennem ateşinden de O’na sığınıyordu.”[3]

33- Salavât Getirmesi

Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) dualarına Peygamber (s.a.a)’e ve Ehl-i Beyti’ne salavat getirmekle başlıyordu. Namazda ve diğer zamanlarda da çok salavat getiriyordu.”[4]

34- Peygamberlerin Silahınâ Sarılmayı Tavsiye Etmesi

Ravi diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) sürekli ashabına: “Peygamberlerin silahına sarılın” diye buyuruyordu. “Peygamberlerin silahı nedir?” diye sorduklarında: “Duadır” buyuruyorlardı.”[5]
_________________
[1] - Mişkat’ul-Envar, s. 62.
[2] - Bihar, c. 92, s. 204, h. 1.
[3] - Uyun, c. 2, s. 196; Bihar, c. 49, s. 94.
[4] - Uyun, c. 2, s. 194, h. 5.
[5] - Mekarim’ul-Ahlak, s. 270.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

35- Hz. Mehdi’ye Dua Etmeyi Emretmesi

Yunus b. Abdurrahman diyor ki:
“Ali b. Musa er-Rıza (a.s) bize sürekli olarak Allah’ın hücceti olan Sahib’uz- Zaman’a (Hz. Mehdi’ye) dua etmemizi emrediyordu.”[1]

36- Evden Çıktığında Okuduğu Dua

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“İmam Bakır (a.s) evinden çıktığında şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla çıktım; Allah’ın adıyla giriyorum, Allah’a tevekkül ettim; güç ve kudret ancak ulu ve yüce olan Allah’tandır.”
Muhammed b. Sinan diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) da evinden çıktığında aynı duayı okuyordu.”[2]

37- Kunutta Okuduğu Dua

Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
İmam Rıza (a.s) bütün namazlarının kunutunda şu duayı okuyordu:
“Rebbiğfir ve’rham ve tecavez amma ta’lemu inneke ente’l- eazz’ul- ecell’ul- ekrem.”
“Rabbim, beni bağışla; bana merhamet et; bildiğin hatalarımdan geç; şüphesiz sen en aziz, en yüce ve en değerlisin.”[3]

38- İhlas Suresini Okuduğunda Söylediği Zikir

Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) İhlas suresini okuduğunda yavaşça: “Allah’u ehad” (Allah tektir) buyuruyordu. İhlas suresini okuyup bitirdiğinde ise üç defa: “Kezalikellahu rebbuna” (Rabbimiz böyledir) buyuruyordu.”[4]
_________________
[1] - Bihar, c. 95, s. 33, h. 4; s. 332, h. 5.
[2] - Mehasin-i Berkî, c. 2, s. 90, h. 1238.
[3] - Bihar, c. 85, s. 200, h. 10.
[4] - Bihar, c. 92, s. 347, h. 9.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

39- Veliahtlığının Hikmeti

Reyyan b. Salt şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın yanına varıp şöyle dedim: “Ey Resulullah’ın oğlu, halk diyor ki; Ali b. Musa er-Rıza dünyada zahit olmasını izhar etmesine rağmen veliahtlığı kabul etti.” İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Allah biliyor ki, ben veliahtlığı isteyerek kabul etmedim; onu kabul etmekle ölüm arasında muhtar kılınınca kabul etmeyi ölüme tercih ettim. Yazıklar olsun onlara, acaba onlar, Yusuf (a.s)’ın zaruretten dolayı peygamber ve resul olmasına rağmen Mısır padişahının hazinelerinin yöneticiliğini üstlenmek zorunda kaldığını ve bundan dolayı da onun; “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri (mali ve ekonomik kaynakları) üzerinde (bir yönetici) kıl.” diye buyurduğunu bilmiyorlar mı?” [1]
Ben de zaruretten dolayı, ölüme yönelmişken zor ve ikrah üzere veliahtlığı kabul etmek zorunda kaldım. Ben bu işe öyle bir şekilde girdim ki, girmemle çıkmam aynı idi. Öyleyse şikayet Allah’adır ve O, (en iyi) yardım dilenilecektir.” [2]
_________________
[1] - Yusuf/55.
[2] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 139. Emali-yi Saduk, s. 68. İlel’uş- Şerayi, s. 239.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

40- Ziyareti

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki kim, Allah’ın farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz.”[1]

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Dostlarımdan her kim, hakkımı tanıdığı halde beni ziyaret ederse, kıyamet günü ona şefaatçi olurum.”[2]

İmam Cevad (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini ziyaret ederse, cennet ehli olur.” [3]
Yine İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini Tus’da (Meşhed), onun hakkını tanıdığı halde ziyaret ederse, cenneti ona garanti veririm.” [4]

Bir rivayette şöyle geçer:
“İmam Rıza (a.s)’ın hakkını tanımak; O’nun itaati farz olan bir İmam olduğunu bilmek ve O Hazretin garip ve şehit olduğuna yakin etmektir.”[5]

İmam Hadi (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kimin Allah’a bir haceti olursa, gusül etmiş olduğu halde ceddim Rıza (a.s)’ın kabrini Tus’da ziyaret etsin, kabrinin başı ucunda iki rek’at namaz kılsın ve namazın kunutunda hacetini Allah’tan istesin. Allah Teala onun, günah ve akrabalarla ilişkiyi kesmek dışındaki dua ve isteklerini kabul eder. İmam Rıza (a.s)’ın kabrinin olduğu yer, cennet buk’alarından (mekanlarından) bir buk’adır; Allah Teala, o buk’ayı ziyaret eden her mümini, cehennem ateşinden kurtararak cennete götürür.” [6]
_________________
[1] - Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 584 ve 585. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 257. Emali-yi Saduk, s. 62.
[2] - Emali-yi Saduk, s. 104. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 258. Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 583.
[3] - Kamil’uz- Ziyarat, s. 303 ve 304.
[4] - Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 583. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 256.
[5] - Bkz. Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 584. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 259. Emali-yi Saduk, s. 105.
[6] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 262. Emali-yi Saduk, s. 471.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

41- Duası

Reyyan b. Salt şöyle diyor:
Ben Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’dan bazı kelimelerle dua ettiğini duydum, onların hepsini ezberledim; her zorluk ve sıkıntıda onu okuduğumda, Allah Teala bana kolaylık ve genişlik verdi; o dua şudur:
“Allahumme ente sikatî fi kulli kerbin ve ente recaî fi kulli şiddetin ve ente lî fi kulli emrin nezele bî sikatun ve uddetun. Kem min kerbin yez’ufu fiyh’il hiyletu ve to’yi fiyh’il umuru ve yahzulu fiyh’il kariybu ve’l beiydu ve’s sadiku ve yeşmetu fiyh’il eduvvu, enzeltuhu bike ve şekevtuhu ileyke, rağiben ileyke fiyh’i ammen sivake ve ferrectehu ve keşeftehu ve kefeyteniyhi, fe-ente veliyyo kulli ni’metin ve sahibu kulli hacetin ve münteha kulli rağbetin. Felek’el- hamdu kesîren ve lek’el- mennu fazilen. Bi-nimetike tetimm’us- salihatu. Ya ma’rufen bilma’rufi marufen veya men huve bilma’rufi mevsufun. Enilnî min ma’rufike ma’rufen tuğniynî bihi an ma’rufi men sivake; bi-rahmetike ya erham’er- rahimin.”
“Allah’ım! Her gam ve kederde güvencem, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve başıma gelen her musibette sığınağım ve hazırlığım sensin. Kalpleri taz’if eden, kurtuluş yollarını kapatan, işleri aciz bırakan (etkisiz hale getiren), yakını, uzağı ve arkadaşı kaçıran ve düşmanı sevindiren nice gam ve musibetler vardır ki, başkalarından ümidimi kesip sana yönelerek onları sana şikayet ettim. Bu gam ve üzüntüyü sen giderdin, onları sen izale ettin, onlara karşı sen bana yettin. Öyleyse sen, her nimetin velisi, her hacetin sahibi ve her dileğin nihayetisin. O halde bütün hamd ve övgüler sana mahsustur, büyük minnet ve ihsanlar senindir; senin nimetinle iyilik ve doğruluklar kamil olur. Ey ma’rufuyla ma’ruf (ihsanıyla ihsan sahibi) olan ve ey ma’rufla tavsif edilen! Ma’rufunla beni ma’rufuna ulaştır, onunla beni başkasının marufundan müstağni kıl; kendi rahmet ve merhametin hürmetine ey rahmedenlerin en merhametlisi!” [1]
Bu dua, az bir farkla “Bedir” savaşında Peygamber (s.a.a)’den[2] ve “Aşura” günü İmam Hüseyin (a.s)’dan da duyulmuştur.[3]
_________________
[1] - Emal-yi Şeyh Mufid, 273. Emali-yi Şeyh Tusi, c. 1, s. 33.
[2] - Muhec’ud- Da’vat, s. 69.
[3] - Tarih-i Taberi, c. 5, s. 423. İrşad, c. 2, s. 69.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM RIZA'IN (A.S) DİN ALİMLERİYLE MÜNAZARASI

Şia’nın büyük âlimi olup 1000 yıl önce yaşayan Şeyh Saduk (r.a) rivayetin metnindeki senetle, İmam Rıza (a.s)’ın diğer din mensuplarıyla Memun’un huzurunda tevhid hakkındaki münazarasını, Hasan bin Muhammed en- Nevfilî’den şöyle naklediyor:
Ali bin Musa Rıza (a.s) Memun’un yanına gittiğinde Memun, Fazl bin Sehl’e; “Caslik” (Hıristiyan oskofların reisi), “Re’s’ul- Calut” (Yahudi âlimlerin reisi), “Ruus’us-Saibin” (Hz. Nuh, veya Hz. İbrahim veya Hz. Yahya’nın dininde olanlar veyahut melek ve yıldıza tapanların büyükleri), “Hirbiz’ul-Ekber” (Ateşe tapanların kadısı), “Nestas-i Rumi” (Rumlu tabip) ve mütekellimler (akait ilminde üstat olanlar) gibi çeşitli mezhep ve din alimlerini bir araya toplamasını emretti.
Fazl bin Sehl de onları bir araya topladı. Sonra onların toplandığını Memun’a bildirdi. Memun da onları yanına çağırtarak hoş geldiniz deyip sözlerine şöyle başladı:
“Ben sizi hayır bir şey için buraya çağırdım, Medine’den yanıma gelmiş olan amcamın oğluyla münazara yapmanızı istiyorum. Sabah olunca hepiniz yanıma gelin, kimse hilaf etmesin.”
Onlar da; “Hay hay baş üstüne, ey müminlerin emiri, yarın erken inşaAllah buradayız” dediler.
Hasan bin Muhammed en- Nevfilî şöyle ekliyor:
Biz İmam Rıza (a.s)’ın yanında oturup sohbetle meşgulken İmam’ın işleriyle ilgilenen Yasir yanımıza gelerek şöyle dedi: “Ey efendim! Müminlerin emiri size selam göndererek şöyle dedi: ‘Kardeşin sana feda olsun, din âlimleri ve çeşitli milletlerden olan kelamcılar benim yanımda toplanmışlardır, eğer onların sözlerini duymak istiyorsan yarın erken yanımıza gel; eğer gelmek istemiyorsan zorlanma, istediğin takdirde biz senin yanına geliriz.”
İmam Rıza (a.s) cevabında Yasir’e şöyle dedi: “Selamımı ona ilet ve ona de ki, maksadını anladım, ben yarın erken yanınıza geleceğim inşaAllah.”
Nevfelî diyor ki; Yasir gittiğinde İmam (a.s) bana şöyle buyurdular:
“Ey Nevfelî! Sen Iraklısın, Iraklılar zeki olur, Memun’un çeşitli din ve akait âlimlerini toplaması hakkında görüşün nedir?”
Ben cevaben; “Canım sana feda olsun, sizi imtihan etmek ve akidenizi öğrenmek istiyor. Güvenilmeyecek esas üzere bina yapıyor(tehlikeli bir iş yapıyor; yaptığı iş ne de kötüdür!” dedim...
İmam (a.s)- “Ey Nevfeli! Onların benim delilimi batıl etmelerinden mi korkuyorsun?”
Nevfelî- “Hayır, Allah’a ant olsun ki asla bundan korkum yoktur, senin onlara galip olmanı ümit ediyorum.”
İmam (a.s)- “Ey Nevfeli! Memun’un ne zaman pişman olacağını bilmek istiyor musun?”
Nevfeli- “Evet.”
İmam (a.s)- “Ben Tevrat ehli ile Tevratlarıyla, İncil ehli ile İncilleriyle Zebur ehli ile Zeburlarıyla, Saibiler ile kendi İbrani dilleriyle, Zerdüştlerle Farsça dili ile, Rumlularla Rumca ve bütün alim ve konuşmacılarla kendi dilleriyle istidlal edip onları mahkum ederek delillerini çürüttüğümde ve kendi inançlarından vazgeçip benim sözüme uydukları zaman, Memun bu işinden pişman olacak ve oturduğu makama layık olmadığını anlayacaktır”...
Sabah olunca İmam (a.s) onların bulunduğu yere gitti. Meclis cemiyetle doluydu. Muhammed bin Cafer (İmam’ın amcası), Talibî ve Haşimilerden bir grup ve ordu komutanları hazır bulunmaktaydılar. İmam Rıza (a.s) meclise girdiği zaman Memun, Muhammed bin Cafer ve beraberindekiler ayağa kalktılar. İmam Rıza’yla Memun oturdular, ama diğerleri öylece ayakta durmuşlardı. Daha sonra Memun onlara oturmalarını emretti, onlar da oturdular. Memun bir müddet İmamla karşılıklı konuştuktan sonra Casilik’e dönerek şöyle dedi: “Ey Casilik! Bu amcam oğlu Ali bin Musa bin Cafer’dir; kendileri de Peygamberimizin kızı Fatıma (a.s) ve Ali bin Ebi Talib’in (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) oğullarındandır. Onunla konuşmanı, delil getirmeni ve insaflı olmanı istiyorum.
Casilik şöyle dedi: “Ey müminlerin Emiri! Benim kabul etmediğim bir kitap ve inanmadığım bir Peygamberden delil getiren bir kişiyle ben nasıl ihticaç edip tartışabilirim!
İmam Rıza (a.s): “Ey Hıristiyanlı, eğer sana İncil’den delil getirirsem kabul eder misin?”
Casilik: “Evet, istemesem de kabul edeceğim, İncilin dediğini hiç inkâr edebilir miyim?”
İmam (a.s) ona dönerek: “İstediğin şeylerden sor ve cevabını işit.”
Casilik: “Hz. İsa’nın peygamberliği ve kitabı hakkında görüş ve akiden nedir? Onlardan inkâr ettiğin şey var mıdır?”
İmam Rıza (a.s): “Ben Hz. İsa’nın peygamberliğine, kitabına, ümmeti için müjdelediklerine ve havarilerinin kabullendiklerine inanıyor ve kabul ediyorum. Ama Muhammed (s.a.a)’in peygamberliğine ve kitabını inkâr eden ve bunu ümmetine müjdelemeyen bir İsa’nın peygamberliğini kabul etmiyorum.”
Casilik: “Acaba bütün hükümler iki adil şahitle ispatlanmıyor mu?”
İmam (a.s): “Evet.”
Casilik: “Öyleyse kendinizden olmamak şartıyla Hz. Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğini ispatlayacak, Hıristiyanların kabul ettiği iki şahit getirin ve bizden de kendimizden olmamak şartıyla iki şahit isteyin.”
İmam (a.s): “Ey Nasranî, şimdi insaflı konuştun. İsa bin Meryem (a.s)’ın yanında belli bir makama sahip olan birini kabul ediyor musun?”
Casilik: “Kimdir bu adil adam, bana ismini söyler misiniz?
İmam (a.s): “Yuhenna Deylemî’dir; hakkında ne dersin?”
Casilik: “Ne de güzel! Mesih’in en sevdiği birisinden bahsettin.”
İmam (a.s): “Sana ant veriyorum, acaba İncil Yuhenna’nın şöyle dediğini buyurmuyor mu?: Mesih, Arap Muhammed’in dinini bana haber verdi ve onun, kendisinden sonra geleceğini bana müjdeledi; ben de havarileri bununla müjdeledim. Onlar da buna iman ettiler.”
Casilik: “Yuhenna bunu Mesih’den naklediyor ve bir kişinin peygamberliğini, Ehl-i Beyt’i ve varisini müjdeliyor. Ama bunların ne zaman geleceğini ve bizim onları tanımamız için isimlerini bildirmiyor.”
İmam (a.s): “Eğer İncil okuyabilen birisini getirsem ve Muhammed, Ehl-i Beyt’i ve ümmeti hakkındaki yerleri sana tilavet edecek olursa, iman getirir misin?”
Casilik: “Güzel sözdür.”
İmam (a.s) Nistas-i Rumiye: “İncilin üçüncü kısmını ezberden biliyor musun?”
Nestas-i Rumi: “Çok güzel biliyorum.”
İmam (a.s) Re’sul Calut’a dönerek: “İncil okumasını biliyor musun?”
Calut: “Evet.”
İmam (a.s): “Ben üçüncü bölümü okuyorum; Muhammed, Ehl-i Beyt’i ve ümmeti hakkında olursa benim için tanıklık edin; ama eğer orada bunlardan bahsetmezse tanıklık etmeyin.”
Daha sonra İmam (a.s) üçüncü bölümü, Hz. Peygamber (s.a.a)’den bahsedinceye kadar okudu ve durdu. Sonra şöyle buyurdu: “Ey Nasranî, seni Mesih ve annesinin ant vererek soruyorum; acaba benim İncil bildiğimi bildin mi?”
Calut: “Evet.”
Sonra İmam Rıza (a.s) Hz. Muhammed (s.a.a), Ehl-i Beyt’i ve Ümmeti hakkındaki bölümü de okuyarak şöyle buyurdular: “Ne diyorsun ey Nasranî? Bu, Mesih bin Meryem (aleyhuma’s- selam)’ın sözüdür. Eğer İncil’in dediklerini yalanlayacak olursan hakikatte Musa ve İsa’yı (aleyhuma’s- selam) yalanlamış olursun. Ama eğer sadece bu sözleri inkâr edersen Allah’ın peygamberini ve kitabını inkâr ettiğin için katlin vacip olur.”
Casilik ise şöyle cevap verdi: “İncil’den bana açıklananı inkâr etmiyor, aksine bunları kabulleniyorum.”
İmam (a.s): “Onun ikrarına şahit olunuz.”
Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ey Casilik, istediğin soruyu sor.”
Casilik: “Bana İsa bin Meryem’in havarilerinin ve İncil âlimlerinin kaç kişi olduklarını söyle?”
İmam (a.s): “Bilir birisinden sordun. Havariler on kişi idiler, onların en âlim ve üstünü “Eluka” idi. Ama Hıristiyanların alimleri iç kişi idiler; büyük Yuhenna Ec’de, Yuhenna Kırkısiyan’da ve Yuhenna Deylemi ise Reccaz’da idi; ki Hz. Peygamber ve O Hazretin Ehl-i Beyt’i ve ümmetiyle ilgili sözler bu sonuncusunun yanında idi ve bunları İsa (a.s)’ın ümmetine ve Beni İsrail Ümmetine müjdeleyen de odur.”
İmam (a.s) sonra şöyle devam etti: “Ey Nasranî! Vallahi ben Muhammed (s.a.a)’e iman eden İsa’ya inanıyorum. Ama sizin İsa’ya, zafiyet (güçsüzlük), oruç ve namazının azlığından başka bir eksiklik bulamıyorum.”
Casilik: “Allah’a ant olsun ki, kendi sözlerini çürüttün, kendini düşürdün. Oysa ben seni Müslümanların en bilgini biliyordum.”
İmam (a.s): “Bu nasıl olur?”
Casilik: “İsa’nın zafiyetini, oruç ve namazının az olduğunu diyorsun, oysa İsa hiçbir gün iftar etmedi, bir gece bile uyumadı, sürekli gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de ibadetle geçiriyordu.”
İmam (a.s): “Öyleyse kimin için oruç tutuyor ve namaz kılıyordu.”
Casilik söyleyecek bir şey bulamayıp sustu.
İmam (a.s): “Ey Nasranî! Sana bir soru sormak istiyorum.”
Casilik: “Sor, eğer cevabını bilirsem söylerim.”
İmam (a.s): “İsa’nın, Allah’ın izniyle ölüleri dirilttiğini neden inkâr ediyorsun?”
Casilik: “Çünkü ölüleri dirilten, körlere ve abraş hastalığına yakalananlara şifa veren Allah’tır ve o ibadet edilmeğe layıktır.”
İmam Rıza (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular: “Yesa (peygamber) de Hz. İsa’nın yaptıklarını yapıyor, su üzerinde yürüyor, ölüleri diriltiyor, körleri ve abraş hastalığına yakalananları iyileştiriyordu. Ama ümmeti onu Allah olarak tanımadı ve Allah’ı bırakıp da, ona kimse ibadet etmedi. Hızkıl peygamber de Aynen İsa bin Meryem’in yaptıklarını yapıyordu. Otuz beş bin kişiyi, ölümlerinden altmış sene geçmesine rağmen diriltti.”
Daha sonra İmam (a.s) Re’su’l- Calut’a dönerek şöyle buyurdular: “Ey Re’s’ul- Calut! Acaba Tevrat’ta Ben-i İsrail’in şu gençleri hakkında, herhangi bir konu buldun mu? Şöyle ki: Boht’un- Nasr Beyt’ul- Mukaddes’e saldırdığı zaman onları Beni İsrail esirleri arasından seçerek Babil’e götürdü. Allah (c.c) da onu (Hızkıl) onlar için gönderdi ve o, onları diriltti. İşte bu konular Tevrat’tandır, sizlerden kafir olanlardan başka kimse bunları inkar edemez.”
Re’s’ul- Calut ise şöyle cevap verdi: “Bu konuları duymuşuz ve ondan haberdarız.”
İmam (a.s): “Doğru söyledin. Ey Yahudi, şimdi iyice dikkat et, bak-gör Tevrat’tan okuduğum bu bölüm doğru mudur?”
Sonra İmam Rıza (a.s) bizler için bir kaç bölüm okudu. Yahudi İmam (a.s)’ın böyle güzel konuşmasına şaşırarak yerinde hareket etmeğe başladı. Sonra İmam (a.s) Nasranî’ye dönerek şöyle buyurdular: “Ey Nasranî! Acaba bunlar mı Hz. İsa’dan önceydi, yoksa İsa (a.s) mı bunlardan önceydi?”
Nasranî (Casilik): “Onlar Hz. İsa’dan önceydiler?”
İmam (a.s): “Kureyş Resulullah (s.a.a)’in etrafında toplanarak, ondan ölülerini diriltmesini istediler. Hz. Peygamber (s.a.a) Ali bin Ebu Talip (a.s)’ı onlarla beraber göndererek Ali (a.s)’a şöyle buyurdu: ‘Kabristana git bunların dirilmesini istediği kişilerin isimlerini, filancı filanca diye yüksek bir sesle çağır. Sonra onlara; Allah’ın Resulü Muhammed (s.a.a) Allah’ın izniyle kalkmanızı istiyor söyle.’ Ali (a.s) da onları aynı şekilde çağırdı. Kalktılar ve başlarındaki toprakları temizliyorlardı. Kureyşliler onlara kendi illeriyle ilgili sorular soruyor ve Hz. Muhammed (s.a.a)’in peygamber olduğunu haber veriyorlardı. Dirilenler ise; Keşke bizler de O’nu derk edebilsek ve iman edebilseydik dediler.
Hz. Peygamber de körlere, cüzamlılara ve delilere şifa veriyor ve havanlar, kuşlar, cinler ve şeytanlarla konuşuyordu. Ama biz O’nu Allah diye tanımadık. Aynı zamanda bunların (İsa, Yesa, Hızkıl ve Muhammed) hiçbirinin faziletini de inkâr etmiyoruz. Peki, nasıl olur da siz sadece İsa’yı Allah olarak tanıyorsunuz? Hâlbuki Yesa ve Hızkil’i de Allah olarak tanımalısınız. Çünkü onlar da İsa bin Meryem (aleyhuma’s- selam)’ın yaptıklarını yapıyor, ölü diriltiyor ve diğer işleri yapıyorlardı. Beniisrail’den binlerce kişi veba hastalığı korkusundan kendi şehirlerinden dışarı çıktılar. Ama Allah Teala bir anda hepisinin canını aldı. Şehir halkı etrafa duvar çekerek ölüleri o şekilde bıraktılar, öylece kemikleri çürümeye başladı.
Beniisrail peygamberlerinden birisi oradan geçerken çürümüş kemiklerin çokluğu dikkatini çekti. Allah Teala o peygambere şu şekilde vahyetti: ‘Acaba onları senin için diriltmemi ve böylece onlara tebliğ ederek inzar etmeği istiyor musun?’ O ise: Evet ey Rabbim, dedi. Allah Teala ona şöyle söylemesini vahyetti: ‘Ey çürümüş kemikler, Allah’ın izniyle kalkınız.’ Hepsi dirildi ve başlarındaki toprakları temizleyerek kalktılar.
İbrahim Halil’ur-Rahman da kuşları parçalayarak her birinin parçasını bir dağın başına koydu. Sonra onları çağırdı ve onlar dirilerek İbrahim (a.s)’a doğru hareket ettiler. Musa bin İmran (a.s) Beniisrail içerisinden seçtiği yetmiş tane ashabıyla beraber dağa doğru gittiler. Musa (a.s)’a; ‘Sen Allah’ı gördün, O’nu aynen gördüğün gibi bize de göster’ dediler. Musa (a.s) ise ben Allah’ı görmedim dedi. Onlar; “Ya Musa apaçık görmedikçe sana inanmayız” dediler. (Bakara/55) O anda yıldırım onlara çarparak hepsini yakıverdi.
Musa (a.s) yalnız kaldı ve Allah’a şöyle arz etti: Ey Rabbim, Beniisrail içerisinden yetmiş kişi seçerek kendimle getirdim. Şu an ise yalnız dönüyorum. Benim bu olaylarla ilgili söyleyeceklerimi nasıl doğrulayıp inanırlar? “Dileseydin onları da daha önce helak ederdin, beni de. İçimizdeki akılsızların işledikleri suç yüzünden bizi de mi helak edeceksin?” (A’raf/155) Buna karşı Allah Teala, onları ölümlerinden sonra tekrar diriltti.”
İmam Rıza (a.s) sözlerine şöyle devam etti: “sana bu söylediklerimin hiçbirini reddedemezsin. Zira bunların hepsi Tevrat, Zebur, İncil ve Furkan (Kur’ân)’ın bildirdikleridir. Öyleyse bütün, ölü dirilten, körlere, cüzamlılara ve delilere şifa veren, iyileştiren herkes Allah olmalıdır! O halde bunları da Allah bilmelisin. Ne diyorsun ey Nasranî!”
Casilik: “Söz senin sözündür. Allah’tan başka ilah yoktur.” ...
İmam (a.s): “Ey Casilik, önceki İncilin kayıp oluşunu, kimin yanında bulunduğunu ve şimdiki İncil’i size kimin hazırladığını bana söyler misiniz?”
Casilik: “Biz İncil’i sadece bir gün kaybettik ve onu yepyeni olarak, Yuhenna ve Metta bizler için buldular.”
İmam (a.s): “İncil olayı ve âlimleri hakkında ne kadar bilgisizmişsiniz! Eğer bu olay senin dediğin gibiyse neden İncil hakkında bu kadar ihtilafa düştünüz? Bu ihtilaf bu gün elinizde bulunan İncil’dedir. Eğer önceki gibi olsaydı onda ihtilafa düşmezdiniz. İşte bu olayı sana anlatıyorum; Önceki kayıp olduğu zaman Hıristiyanlar âlimlerinin yanına toplanarak şöyle dediler: ‘İsa bin Meryem (a.s) öldürüldü ve İncil’i kaybettik. Sizler âlim olarak yanınızda neyiniz var?’ Eluka ve Merkabus; ‘İncil bizim (göğsümüzde ve hafızamızdadır) ve her Pazar günü bir sıfır (bölümünü) size getireceğiz. Bunun için üzülmeyin ve kiliseleri boş bırakmayın. İncil tamamlanıncaya kadar her Pazar günü O’nun bir bölümünü sizlere okuyacağız’ dediler. Sonra Eluka, Merkabus, Yuhenna ve Metta bu İncil’i birinci İncil’in kayboluşundan sonra sizler için yazdılar. Bunlar ilk dört öğrencilerdir. Acaba bunları bilmiyor muydun?”
Casilik: “Şimdiye kadar bilmiyordum. Sizin İncil hakkındaki ilminizin bereketiyle şimdi öğrendim ve bildiğiniz diğer şeyleri sizden işittim. Kalbim bunların doğruluğuna inandı ve sizden birçok istifade ettim.”...
İmam Rıza (a.s) Re’sul Calut’a (Yahudi’ye) dönerek şöyle buyurdu: “Sen mi soracaksın yoksa ben mi sorayım?”
Re’sul Calut: “Ben soruyorum ve senin delillerini sadece Tevrat, İncil, Davud’un Zebur’u İbrahim ve Musa’nın Suhuf’undan kabul edeceğim.”
İmam (a.s) “Benim delillerimi Musa’nın Tevrat’ından, İsa’nın İncil’inden ve Davud’un Zebur’undan başka kabul etmeyebilirsin.”
Re’sul Calut: “Muhammed’in peygamberliğini nasıl ispat ediyorsun?”
İmam (a.s): “Musa bin İmran, İsa bin Meryem ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi Davud, buna (Hz. Peygamberin peygamberliğine) tanıklık ettiler.”
Re’sul Calut: “Musa bin İmran’ın sözlerini ispatla.”
İmam (a.s): “ey Yahudi, Musa’nın Beniisrail’e vasiyet ederek şöyle dediğini bilmiyor musun?: ‘Yakında kardeşlerinizden bir peygamber gelecektir. Onu tasdik edin, sözünü dinleyin, Ona itaat edin.’
Eğer İsmail ve Beniisrail’in akrabalığını ve aralarındaki irtibatının İbrahim (a.s) tarafından olduğunu kabul ediyorsun, İsrail’in İsmail soyundan başka olmadığını biliyor musun?”
Re’sul Calut: “Bu Musa’nın sözleridir, inkâr etmiyorum.”
İmam (a.s): “Acaba Beniisrail’in kardeşlerinden Muhammed (s.a.a)’den başka bir peygamber gelmiş midir?”
Re’sul Calut: “Hayır.”
İmam (a.s): “Acaba bu söz size göre doğru değil midir?”
Re’sul Calut: “Evet doğrudur, ama onları Tevrat’tan ispatlamanı istiyorum.”
İmam (a.s): “Tevrat’ın sizler için söylediği şu sözleri inkar mı ediyorsun?: Nur, Tur-u Sina dağından geldi, Sair dağından bizi nurlandırdı ve Faran Dağından bizlere göründü.”
Re’sul Calut: “Bu sözleri biliyorum, ama açıklama ve yorumunu bilmiyorum.”
İmam (a.s): “Ben Sana açıklayayım; ‘Nur-u Sina Dağından geldi’ sözünden maksat, Allah Teala’nın vahyi Tur-u Sina Dağından Musa (a.s)’a indirilmesidir. ‘Sair Dağından bizleri nurlandırdı’ sözlerinden amaç Allah Teala’nın İsa bin Meryem’e, kendisine orada nazil ettiği dağdır’ ve ‘Faran Dağı’ndan bizlere göründü’ sözlerinden maksat ise Mekke’yle arasında bir gün mesafe olan dağdan bahsetmektedir. Sen ve dostlarının dediklerine göre “Şa’ya” peygamber Tevrat’ta şöyle diyor: ‘İki biniciyi görüyorum, yeryüzü onlara ışık saçıyor; onlardan biri merkebe diğeri ise deveye binenedir.’ Merkep ve deveye binenler kimlerdir?”
Re’sul Calut: “Onları tanımıyorum, bana anlatır mısın?”
İmam (a.s) şöyle açıklama yaptı: “Merkebe binen İsa (a.s)’dır; deveye binen ise Muhammed (s.a.a)’dir. Tevrat’tın bu konularını inkâr mı ediyorsun?”
Re’sul Calut: “Hayır inkâr etmiyorum.”... (Tartışma çok uzun sürdüğünden dolayı kısa olarak aktardık.)
Yahudi (Re’sul Calut), İmam (a.s)’ın delilleri karşısında susup cevap veremeyince Hazret Hirbiz’ul- Ekber’i çağırarak şöyle buyurdu: “Bana Zerdüşt’ten haber ver, onun peygamber olduğunu düşünüyorsun; ama onun peygamber olduğunu ispatlayacak delilin nedir?”
Hirbiz: “Zerdüşt, bize kendisinden öncekilerin getiremedikleri şeyleri getirdi, kendisini görmedik ama bizden öncekilerin vermiş oldukları haberlere göre, başkalarının helal etmediği şeyleri bize helal etmiştir, dolayısıyla biz de onu takip ediyoruz.”
İmam (a.s): “Size iletilen haberler vasıtasıyla onlara uymuyor musunuz?”
Hirbiz: “Evet.”
İmam (a.s): “Geçmiş ümmetler de aynen böyledir; peygamberlerin Musa, İsa ve Muhammed (s.a.a)’in dini hakkında olan haberler onlara iletiliyor, onlara iman etmemekteki mazeretiniz nedir? Zira sizler Zerdüşt’e hiç kimsenin getirmediği mucizelerden dolayı bir takım mütevatir haberlerle iman getirmişsiniz.”
Hirbiz bu sözleri duyunca yerinde kuruyup kaldı. Daha sonra İmam (a.s) orada bulunanlara hitaben şöyle buyurdu:
“Ey cemaat! Eğer sizin aranızda İslam’a muhalif olan biri varsa, hiç utanıp çekinmeden sorusunu sorsun.”
Bu arada İmran- Sabbi (kelam âlimlerinden birisi) kalkarak şöyle dedi:
“Ey âlim! Eğer beni sora sormaya davet etmeseydin soru sormayacaktım. Ben Kufe, Basra, Şam ve Cezire’ye gidip o bölgelerin âlimleriyle konuşup tartışmışım ama kimse Allah’ın vahdaniyetini bana ispat edememiştir. Acaba bana soru sorma izni veriyor musun?”
İmam Rıza (a.s): “Burada bulunan cemaat içerisinde İmran-i Sabbi varsa, muhakkak sen olmalısın.”
İmran: “O, benim.”
İmam (a.s): “Sor ey İmran, ama insaflı ol; batıl ve haktan uzaklaştıran sözlerden sakın.”
İmran: “Efendim vallahi fakat kendisine yapışabileceğim ve ondan başkasının tarafına gitmeyeceğim bir şeyi bana ispat etmeni istiyorum.”
İmam (a.s): “İstediğin şeyi sor.”
Bu sırada mecliste izdiham oldu ve halk birbirine sıkışarak kulak kesildiler. İmran-i Sabbi şöyle dedi: “İlk vücudu ve yarattığı şeyden bana söyler misin?”
İmam (a.s): “Soru sordun cevabını dikkatle dinle; Vahid (bir tek vücut), beraberinde hiçbir şey olmaksızın ve hiçbir sınır ve araz olmadan her zaman mevcut idi ve her zaman da böyle olacaktır. Sonra hiçbir örnek olmaksızın mahlûku muhtelif boyutlarda, onu başka bir şeyde karar vermemek, sınırlamamak, başka bir şeye benzeri olmayacak ve başka bir şeyin de ona benzeri olmayacak bir şekliyle yarattı. Ondan sonra mahlûkatı çeşitli şekillerde örneğin; halis, gayr-i halis, farklı, eşit, renk ve tatlar yönünden muhtelif ve aynı zamanda onlara hiçbir ihtiyacı olmayacak ve y,ne herhangi bir makam ve mevkie yetişmek için onlara muhtaç olmayacak bir şekilde yarattı. Bu yaratılışta kendisine bir eksiklik veya fazlalık görmedi. Ey İmran, bunları anlıyor musun?”
İmran: “Evet efendim, vallahi anlıyorum.”
İmam (a.s): “Ey İmran, bunu bilmiş ol ki, Eğer Allah Teala yaratıklarını, kendi ihtiyacı olduğu için yaratsaydı, sadece ihtiyacını karşılamaya yardım alacağı mahlûkatı yaratır ve yarattıklarının bir kaç katını yaratması da uygun olurdu. Zira yardım edenler ne kadar çok olursa, yardım alan da o kadar güçlü olur.
Ey İmran, bu durumda ihtiyaçlar bitmezdi ve her şey yarattıkça diğer bir hacet onda icat olurdu. (Bir şeyi olup da diğer bir şeye ihtiyaç duyan insanlar gibi olurdu.) İşte bunun için diyorum ki, mahlûkatı bir ihtiyaçtan dolayı yaratmadı; ama bu yaratmakla ihtiyaçları bazılarından bazılarına intikal ettirdi ve üstün kıldığına hiçbir ihtiyacı olmaksızın ve aşağı kıldığından hiçbir intikam almaksızın ve bazılarını bazılarından üstün kıldı. İşte bu sebepten dolayı mahlûkatı yarattı.”
İmran: “Efendim, o mevcut kendiliğinden, kendi yanında belli miydi? (Yani kendisini tanıyor muydu?)”
İmam (a.s): “Bir şeyin tanınıp bilinmesi, başkalarından ayırt edilebilmesi ve varlığının sabit ve tanınmış olabilmesi içindir. Orada O’na muhalif olacak bir şey yoktu ki, onu belirtmekle o şeyi kendisinden nefyetmeğe ihtiyaç duymuş olsun, yani bir tek vücut olduğu için buna gerek yoktu. Anladın mı ey İmran?”
İmran: “Vallahi anladım efendim, acaba bildiği şeyleri nasıl anlıyordu; zamir vasıtasıyla mı yoksa değişik bir yolla mı?”
İmam (a.s): “O’nun ilmi zamir vasıtasıyla olursa, o zamiri tanımak için belli bir sınır kararlaştırılmaz mı?”
İmran: “Kararlaştırılır.”
İmam (a.s): “Öyleyse o zamir nedir?”
İmran susup cevap vermedi.
İmam (a.s): “Önemli değil, eğer senden; Bu zamiri başka bir zamir vasıtasıyla mı tanıyorsun? diye soracak olursam sen de evet dersen, kendi söz ve iddianı batıl etmiş olursun. Ey İmran, şunu bil ki “Vahid” (tek olan vücut), zamirle vasıflandırılamaz; O’nun için, iş ve amelden fazladır denilemez, mahlûkatta olduğu gibi O’nun hakkında yön ve ecza düşünülemez; bunları iyice anla ve doğru bildiklerini de bu esas üzere ayarla.”...
İmran: “Efendim eğer yaratıcı tek olur, O’ndan başkası ve beraberinde bir şey de olmazsa, mahlûkatı yarattığı zaman değişikliğe uğramıyor mu?”
İmam (a.s): “Allah kadimdir (yani evvelden vardır), mahlûkatı yaratmakla değişime uğramaz, fakat mahlûkat O’nun değiştirmesiyle değişikliğe uğruyor.”
İmran: “Efendim, bizler O’nu nasıl ve neyle tanıdık?”
İmam (a.s): “Kendisinden başka bir şeyle tanıdık.”
İmran: “O’ndan gayrisi kimdir?”
İmam (a.s): “O’nun meşiyyeti, ismi, sıfatı ve buna benzer şeyler O’ndan gayridir; bunların hepsi hadis (sonradan meydana çıkan), mahlûk ve tedbir edilmiş (kararlaştırılmış) şeylerdir.
İmran: “Efendim, O nedir?”
İmam (a.s): “O, gökyüzünde ve yerde yaratmış olduklarını hidayet eden bir nurdur ve O’nun vahdaniyet ve birliğini ispatlayıp açıklamaktan fazla denin bana hakkın yoktur (Ondan başka bir şeyle görevli değilim).”
İmran: “Efendim Allah Teala mahlûkatı yaratmadan önce suskundu ama onları yaratınca konuşmaya başladı öyle değil mi?”
İmam (a.s): “Bunun doğru olabilmesi için önceden nutuk ve konuşma olabilmeli ki, sonradan da susmanın manası olabilsin. Bu aynen şuna benzer ki, lamba konuşmuyor, susmuştur, denilsin veya lamba istediği yerde bizi aydınlatmak istiyor denilmez. Çünkü ışık ve aydınlık lambanın işi veya özü değildir ama lambadan başka bir şey de değildir. Bizlere ışık saçtığında bizi aydınlattı, biz de onunla aydınlandık diyoruz. İşte sen o ışıkla kendi işini görüyorsun.”
İmran: “Efendim ben, yaratıcının mahlûkatı yarattığı zaman, halden hale geçtiğini ve değiştiğini zannediyordum.”
İmam (a.s): “İmkânsız bir şey söyledin ya İmran! Yaratıcının haletten halete geçebilmesi için O’nu değiştirecek bir şeyin olması gerekir. Ey İmran, şimdiye kadar ateşin kendisini değiştirdiğini, hararet ve sıcaklığın kendisini yaktığını veya kendi baserini (görmesini) gören birini gördün mü?”
İmran: “Hayır efendim, görmedim. Söyler misiniz O mu yaratıkları içerisindedir, yoksa yaratıklar mı O’nun içerisindedir?”
İmam (a.s): “O, bu gibi şeylerden münezzehtir; ne O yaratıkları içerisinde ve ne de yaratıkları O’nun içindedir. O, bu gibi sözlerden pek yücedir. Şimdi Allah’ın güç ve kuvveti ile O’nu sana tanıtacağım. Bana söyler misin aynaya baktığında sen mi aynadasın yoksa ayna mı sendedir? Eğer hiçbiri birbiri içerisinde değilse o zaman hangi şeyle aynayla kendine istidlal ediyorsun (kendini aynada görüyorsun)?”
İmran: “Benimle ayna arasında olan ışık ve nurla.”
İmam (a.s): “Acaba o aydınlığı, gözünde gördüğünden fazlasıyla mı aynada görüyorsun?”
İmran: “Evet.”
İmam (a.s): “Öyleyse onu bize de göster.”
İmran bir cevap vermedi.
İmam (a.s): “Ben bu nuru göremiyorum, bu sizin hiçbirinizde olmaksızın seni ve aynayı göstermekte yardımcı oluyor. Bu konunun daha fazla örnekleri de vardır ki, cahilin ona yolu yoktur; en yüce örnekler Allah’a aittir.”... (Bu tartışma da çok uzun olduğundan dolayı onun hepsini aktarmadık.)
Nihayet İmran-i Sabbi de İmam Rıza (a.s)’ın bağlayıcı delilleri karşısında dayanamayıp şöyle demek zorunda kaldı:
“Ey efendim dediklerini anlayıp kanaat getirdim, şehadet ediyorum ki Allah Teala senin açıkladığın ve vasfettiğin gibidir; yine şehadet ediyorum ki Muhammed (s.a.a) O’nun, hidayet ve hak bir dinle gönderilmiş olan kuludur.”
İmran daha sonra kıbleye yönelerek secdeye kapandı ve Müslüman oldu. Mütekellimler (konuşmacılar), çok cidal ehli olan ve o ana kadar da hiç kimsenin ona üstünlük sağlayamadığı İmran-i Sabbi’yi bu şekilde görünce, artık onlardan hiçbir kimse İmam Rıza (a.s)’a yaklaşarak soru sorma cesaretini gösteremedi. Derken akşam oldu, Memun ve İmam (a.s) kalkarak içeri gittiler ve halk da dağıldı.

(Uyun-u Ahbar’ir- Rıza -a.s- c.1, b. 12)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Rıza'nın (a.s) İmamet, İmam Ve İmam'ın Makamı Hakkındaki Açıklaması

Abdülaziz bin Müslim şöyle diyor: Merv şeh-rinde Hz. Rıza aleyhi's-selam ile beraber olduğum sırada, bir gün merkez camiine gittim, halkın imamet hakkında tartıştıklarını ve birçok farklı görüş ortaya koyduklarını gördüm. Mevlam Rıza aleyhi's-selam’ın yanına varıp macerayı kendisine anlattım. İmam hazretleri gülümseyerek şöyle buyurdular:
"Ey Abdülaziz, halk cahil kalıp dinlerinde aldanmışlardır. Allah Teâla dini Peygamber için kamil etmedikçe ve içinde her şeyin açıklaması bulunan Kur’an’ı O’na indirip, helal, haram, hudud, ahkâm ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi tamamıyla açıklamadıkça Peygamber’in ruhunu almadı. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık."(1) Allah Teâla, Peygamber’in ömrünün sonlarına doğru Veda Haccı'ndan dönerken şu ayeti kendilerine nazil etti: "Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslam'ı seçip beğendim."(2)
İmamet meselesi dinin kemalindendir. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih vefat etmeden önce dininin nişanelerini ümmetine açıkladı, onların yollarını aydınlattı ve onları doğru yola hidayet etti, Ali aleyhi's-selam’ı onlar için önder ve imam tayin etti. Ümmetin ihtiyaç duyduğu hiçbir şeyi açıklanmamış olarak bırakmadı. Kim Allah'ın, kendi dinini ikmal etmediğini (noksan bıraktığını) zannederse, Allah'ın kitabını reddetmiştir ve Allah'ın kitabını reddeden de kâfirdir. Halk, imametin kadrini ve ümmet arasındaki yerini biliyor mu ki, imam seçmeleri doğru olsun?
İmamet öyle bir makam ki, Allah Teâla Hz.İbrahim’i, nübüvvet ve dostluk (halillik) makamından sonra üçüncü bir makam ve fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla ismini yüceltmiştir. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Hani Rabbin, İbrahim'i bazı kelimelerle denemeden geçirmişti, o da bunları tam olarak yerine getirmişti (o zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz, insanlara imam kılacağım." demişti. (Hz. Halil bu durumdan hoşnut olarak:) "Soyumdan olanlardan da?" deyince, (Allah): "Zalimler benim ahdime erişemez." buyurmuştu."(3)
İşte bu ayet zalimlerin imametini kıyamete kadar reddetmiştir. Derken bu makam ümmetin seçkinlerine mahsus kılınmıştır. Sonra Allah Teâla imameti, seçkin ve temizlerin soyunda kılmakla ona değer vermiş ve buyurmuştur ki: "Ona (İbrahim'e) İshak'ı ve torunu Yakub'u armağan ettik ve hepsini de salihler kıldık ve onları, kendi emrimizle (halkı) hidayete yönelten imamlar kıldık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi."(4)
İbrahim aleyhi's-selam’ın zürriyeti, İslam Peygamber’ine varıncaya kadar daima bu makamı asırdan asıra birbirinden miras almıştır. Allah Teâla buyurmuştur ki: "Doğrusu insanların İbrahim'e en yakın olanları, ona uyanlar ve bu Peygamber’e iman edenlerdir."(5) Böylece imamet onlara mahsus kılındı ve Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih onu Ali aleyhi's-selam'ın uhdesine bıraktı; ve bu makam onun, Allah'ın kendilerine ilim ve iman verdiği seçkin nesline intikal etti. Allah onların hakkında şöyle buyurmuştur: "Kendilerine, ilim ve iman verilenler ise (kıyamet günü, dünyada ve berzahta bir saattan fazla eğlenmediklerine dair yemin eden suçlulara cevap olarak) derler ki: "Andolsun ki siz, Allah'ın kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür; fakat siz bilmiyorsunuz."(6)
Bu olagelen bir sünnettir; Allah bunu kıyamete dek Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'in soyunda karar kılmıştır. Çünkü Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'den sonra bir peygamber yoktur. Öyleyse bu cahil insanlar, imamı kendi reyleriyle nasıl seçebilirler?
İmamet peygamberlerin makamı, vasilerin mirasıdır. İmamet, Allah'ın ve Resulünün hilafetidir; Emir-ül Mü’minin Ali'nin makamı, Hasan ve Hüseyin’in hilafetidir.
İmam, dinin ipi, müslümanların nizamı, dünyanın salahı ve mü’minlerin izzetidir. İmam, İslam'ın gelişen kökü, yücelen dalıdır. İmam’la, namaz, zekât, oruç, hac ve cihad kâmil olur, ganimet ve sadakalar çoğalır, had (şer'i ceza) ve ahkâm uygulanır, hudut ve sınırlar korunur.
İmam, Allah'ın helalini helal, haramını da haram kılar, şer'i cezaları uygular, Allah'ın dinini savunur, (halkı) hikmet, güzel öğüt ve açık delillerle Allah'ın yoluna davet eder.
İmam, gözlerin göremeyeceği ve ellerin ulaşamayacağı bir ufukta doğan ve ışınlarını âleme saçan bir güneşe benzer.
İmam, ışık saçan dolunay, parlak kandil, doğan nur, karanlıklar ortasında hidayet yıldızı, doğru yolu gösteren kılavuz ve helak olmaktan kurtarıcıdır.
İmam, yüksek tepede yanan bir ateştir. Isınmak isteyene sıcaklık bahşeder, tehlikeli yerlerde kılavuzdur, ondan ayrılan helak olur.
İmam, yağmur yağdıran bulut, bol sağanak yağmur, kapsayıcı gölgesi olan gök, döşenmiş yer, bol suyu olan pınar, selin bıraktığı göl ve yerden biten yeşilliktir.
İmam, yumuşak huylu emin, şefkatli baba ve ikiz kardeştir. Küçük yavrusuna iyilik yapan (şefkatli) anne gibidir ve kulların sığınağıdır.
İmam, Allah'ın, yeryüzündeki ve mahlukatı arasındaki emini, kullarına hücceti ve şehirlerindeki halifesidir. (Halkı) Allah'a çağıran ve O'nun belirlediği sınırları savunandır.
İmam, günahlardan tertemiz kılınan, ayıplardan arındırılmış olan, özelliği ilim, nişanesi hilim olan, dinin düzeni, Müslümanların izzeti, münafıkların öfkesi ve kâfirlerin yok edicisidir.
İmam, zamanın yeganesidir. Hiçbir kimse onun makamına ulaşamaz; hiçbir alim onun dengi olamaz. Onun bedeli, misli ve eşi bulunmaz. Bağışlayan Allah'ın fazlı ile, talep ve kesbe dayanmaksızın, bütün faziletleri taşır. Durum böyle iken kim, İmam'ı tanıyabilir veya özelliklerinin özüne ulaşabilir?
Heyhat, heyhat! İmam'ın makamlarından veya faziletlerinden birini tarif etmekte akıllar yitmiş, zihinler şaşkınlığa düşmüş, beyinler hayran kalmış, hatipler aciz kalmış, şairler yorulmuş, edipler acze düşmüş, fasihler yorulup güçsüzleşmiş, bilginler susup kalmış, hepsi acz ve güçsüzlüğünü itiraf etmiştir. Şu halde, onu bütünüyle anlatmak, olduğu gibi nitelemek nasıl mümkün olur? Kim, onun yerine geçebilir; ona olan ihtiyacı giderebilir? Bu nasıl mümkün olur? Oysa İmam, yıldızlar gibi kendisine ulaşmak isteyenlerin elinden ve niteleyenlerin nitelemesinden uzaktır.
Bunlar bu makamın, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih’in Ehl-i Beyt'inden başkasında bulunacağını mı zannediyorlar? Andolsun Allah’a, nefisleri onları aldatmış ve onları yanlış arzulara sevk etmiştir. Onlar, sarp ve kaygan olan yüksek bir yere çıkmak istemişler de, ayakları kayarak uçuruma yuvarlanmışlardır. Kendi reyleriyle bir imam seçmek istemişler; oysa İmam seçmek nerde onların işi olabilir? İmam, cehaletten uzak alim, hile yapmayan yönetici ve nübüvvet madeni olmalıdır. Nesebiyle ayıplanmamalı ve soy sop sahibi hiçbir kimse onunla boy ölçüşememeli. Kureyş kabilesinden, Haşimi soyundan ve Peygamber ailesinden olmalı; şereflilere şeref vermelidir. Abdümenaf neslinden gelmelidir. Coşkun ilime ve kâmil hilme sahip, işleri yürütebilen, siyaset bilen, riyasete layık, İtaati farz olan, Allah'ın emrini ayakta tutan ve Allah'ın kullarının hayrını isteyen biri olmalıdır. Allah, peygamberleri ve onların vasilerini -Allah’ın salâtı onlara olsun- muvaffak eder, onları sebatlı kılar, başkalarına vermediği gizli ilim ve hikmetlerden onlara verir. İlimleri, zamanlarındaki bilginlerin ilminin üstünde olur. Allah Teâla buyurmuştur ki:
"Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?"(7)
Talut kıssasında da şöyle buyurmuştur:
"Şüphe yok ki Allah, size onu seçti ve onu bilgi ve vücutta sizden üstün kıldı. Allah, mülkünü dilediğine verir."(8)
Davud aleyhi's-selam’ın kıssasında da şöyle buyurmuştur: "Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk (saltanat) ve hikmet ihsan etti ve ona dilediğinden öğretti."(9)
Resul'üne de şöyle buyurmuştur: "Allah, sana kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti ve Allah'ın senin üzerindeki fazlı (lütuf ve ihsanı) pek büyüktür."(10)
Peygamber’in Ehl-i Beyt’i, itreti ve soyundan olan imamlar hakkında da şöyle buyurmuştur: "Yoksa onlar, Allah'ın kendi fazlından insanlara (Peygamber Ehl-i Beyt'ine) verdikleri şeyler için onlara haset mi ediyorlar? Doğrusu biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir mülk (saltanat) de ihsan ettik. Böylece onlardan kimi, ona inandı, kimi de ona sırt çevirdi ve çılgın ateş olarak cehennem onlara yeter."(11)
Allah, bir kulu, kullarının işlerini yönetmek için seçtiğinde bu iş için onun göğsünü genişletir, hikmet çeşmelerini kalbine yerleştirip diline akıtır. Artık bundan sonra hiçbir sorunun cevabında aciz kalmaz, onda doğrudan başka bir şey bulunmaz. O, daima ilahi tevfik, sebat ve te'yidden yararlanarak hata ve yanlışlıklardan korunmuş olur. Allah onu, yaratıklarına hüccet ve kullarına şahid olması için böyle yapar. Acaba insanlar, böyle bir kimseyi bulup seçebilirler mi? Ve seçtikleri kimsenin de bu vasıfları taşıyan olması mümkün olur mu? (Tuhaf'ul-Ukul,s.911)
________
Dipnot:
1- En’âm/38.
2- Maide/3.
3- Bakara/124.
4- Enbiya/72,73.
5- Âl-i İmran/68.
6- Rum/56.
7- Yunus/35.
8- Bakara/247.
9- Bakara/251.
10- Nisa/113.
11- Nisa/54,55.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön