İmam Rıza (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

İmam Rıza (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Rıza (a.s)’ın Kısaca Biyografisi

Adı: Ali (a.s).
Lakapları: Rıza, Sabır, Fazıl, Vefiy, Reziy, Veliy, Zekiy.
Künyesi: Ebu’l-Hasan.
Baba-Ana: Aziz babası İmam Musa b. Cafer (a.s)’dır; abide ve takvalı annesi ise Tüktem, Necme, Tahire ve Selame isimleriyle meşhurdur
Doğumu: Hicretin 148. yılı, Zilkade ayının 11’de Medine’de dünyaya geldi.
Zamanın Halifeleri: Harun Reşit, Emin, Memun-i Abbasi.
İmamet Süresi: Yirmi yıl (183 – 203).
Şahadeti: Hicretin 203. yılı, Sefer ayının sonunda, 55 yaşında iken Memun'un eliyle şahadete erişti.
Mezarı: Nevkan'ın Senabad'ında (Meşhed'in şimdiki mahallelerinden birinde).
Yaşam Dönemi:
1) İmametten önceki dönem. Bu dönem 35 yıl sürmüştür (148-183).
2) İmametten sonraki dönem. Bu dönemin 17 yılı Medine'de geçmiştir
3) Horasan’da geçen üç yıllık imamet dönemi.
Bu dönem, İmam (a.s)'ın siyasi yaşamında en hassas dönemdir.
Çocukları: İmam Rıza’nın (a.s), "Cevad" lakabıyla tanınan "Muhammed" isminde sadece bir oğlu vardı; o da Şiilerin 9. İmam’ı olan Muhammed Taki (a.s)’dır. Hazret şehit olunca O, 7 yaşlarında idi.
En son f_altan tarafından 31 Tem 2007, 17:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM RIZA (A.S)

Bismillahirrahmanirrahim

İnsan, Allah Teala’nın emrini doğru bir şekilde yerine getirmesi, zarar ve hayrını iyice tanıması ve kendisini iyice eğitebilmesi için, İlahi önder ve ahlaki değerlere sahip olması gerekir. En güzel önder Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s) İmamlarıdır; en güzel değer de O’nların söz ve siyerleridir.
İnsan oğlunun bir takım maddi ve manevi ihtiyaçları olduğu için, bu ihtiyaçların giderilmesinde bazı insanlara muhtaçtır. En mükemmel insanlar da Peygamber ve masum İmamlardır. Bu değerlere sahip olmayan milletler, hayatlarını bataklık içerisinde hayvanlar gibi sürdürmekteler. Allah Teala’nın insanlara Peygamber ve İmamlar göndermesi, insanların hayır ve şerlerini onlara bildirmeleri ve onlara her yönden kılavuzluk yapmaları içindir.
Şunu bilmekteyiz ki, şu anda gaybete çekilmiş İmam Mehdi (a.f) hariç, Peygamber (s.a.a) ve diğer İmamlar yaşamıyorlar. Ama onların söz ve siyerleri halen bizim aramızdadır; o söz ve siyerlerden gafil olmamamız ve edebildiğimiz kadar onlardan yararlanmamız gerekir.
İlim, maneviyat ve mutluluk peşinde olan kimseler, mutlaka Hz. Peygamber (s.a.a)’in de buyurmuş olduğu gibi Ehl-i Beyt’in kapısını çalmalı ve O’nların ilim denizinden doyasıya kanmalıdırlar. Çünkü Allah Teala Kur’ân-ı Kerim’de Ehl-i Beyt’in tertemiz olduğunu buyurmuş ve Hz. Peygamber de O’nları halka tanıtarak O’nların üstünlüklerini ve O’nlara başvurulmasının gerekliliğini hal ve hareketleriyle çeşitli yer ve şekillerde vurgulayarak açıklamıştır. Kur’an ve Ehl-i Beyt, Resulullah (s.a.a)’in bizlere bırakmış olduğu iki değerli emanettir; onlara sarılmak, onları halka tanıtmak, onlara sahip çıkmak ve onlardan yararlanmak her müminin kaçınılmaz vazifesidir.
Buna binaen, Ehl-i Beyt İmamlarının sekizincisi olan İmam Rıza (a.s)’ın hayat, siyer ve sözlerini okumak, O İmam’ı tanımak için en iyi bir vesile ve insanın hayatı için en mükemmel bir kılavuzdur. İmam Rıza (a.s)’ı hatırladığımızda O’nun garipliği, Âl-i Muhammed’in alimi olduğu ve Medine’den Horasan’a zorla götürülüp zorla veliaht kılındığı insanın aklına gelmektedir.
İmam Rıza (a.s)’ın vatandan ayrılıp gurbet ellerde yaşamaya mecbur kılınması, İmam (a.s)’ı İlahi görevini yapmaktan alıkoymamıştır. Biz İmam Rıza (a.s)’ın münazara, söz ve siyerine baktığımızda İmam (a.s)’ın Ehl-i Beyt mektebini savunduğunu ve edebildiği kadar da O’nu çeşitli şekillerde tebliğ ettiğini görmekteyiz.
İmam Rıza (a.s)’ın İran’da olması, o ülke için her yönden büyük bir nimet ve bereket kaynağı olmuştur. Ehl-i Beyt İmamları ve ailesinden olan her şahıs da nerede bulunmuşlarsa, o bölge, hatta o ülke için büyük nimet ve bereketlere sebep olmuşturlar.
Dünya ve ahiret mutluluğu peşinde olan herkes, Resulullah (s.a.a)’in iki ağır ve değerli emanetinden biri olan Ehl-i Beyt İmamlarından uzak kalmamalıdır; O’nları dilde seviyorum demekle yetinmemelidir; O’nların siyer, söz ve tavırlarına göre kendisini ayarlamalıdır.
Eğer bizler İmamların söz, siyer ve faziletlerini halka anlatabilmiş olursak, kendilerinin de buyurmuş oldukları gibi halk O’nların sözlerine uyar. Eğer uymamışlarsa suç bizdedir; çünkü ya onları tanıtmamışız veya tanıtırken yanlış ve yetersiz olarak tanıtmışız.
Allah’ım, bizleri gaflet uykusundan uyandır; düşman ve dostlarımızı bize tanıt; bizleri Ehl-i Beyt’i seven ve O’nların izlerinde hareket edenlerden kıl; O’nların bu dünyada ziyaret ahirette ise şefaatlerini bizlere nasip eyle ve bu çalışmaları bizlerden kabul buyur.
“Ey Peygamber’in Ehl-i Beyt’i, risalet karargahı, meleklerin uğradığı kimseler; rahmet madenleri, ilim hazinelerinin kaynakları, ümmetlerin yöneticileri, iyilerin mücevherleri, iman kapıları, Rahman’ın emanetdarları, resullerin yakınları selam olsun size.
Size dost olan Allah’a dost olmuştur; size düşman kesilen Allah’a düşman kesilmiştir; size sarılan Allah’a sarılmıştır. Sağlam ve doğru yol sizin yolunuzdur; fena yurdunun şahitleri ve bekâ yurdunun şefaatçileri sizsiniz; kesintisiz rahmet, korunmuş nişane, mahfuz emanet ve insanların imtihan edildikleri kapı sizsiniz; size gelen kurtulur, size gelmeyen ise helak olur.
Babam, annem, ailem, malım ve yakınlarım size feda olsun. Allah’ı ve sizleri şahit kılıyorum ki, ben size ve sizin inandıklarınıza iman etmişim, sizin düşmanınıza karşıyım, sizin reddettiğiniz şeyleri ben de reddediyorum, sizin makamınıza arifim, size karşı gelenlerin sapıklıkta olduklarını biliyorum.
Sizin dostlarınızın dostuyum, düşmanlarınızın düşmanıyım, sizinle savaşanla savaşırım, sizin hak bildiğinizi hak bilirim, sizin batıl bildiğinizi batıl bilirim, ahdinize bağlıyım, sizlerin makamına inanıyorum, gelişinize iman ediyorum, dönüşünüzü tasdik ediyorum, emrinizi bekliyorum, devletinizin arzusundayım, sizi Allah indinde şefaatçi kılmışım, sizin hürmetiniz için Allah’a yakın olmak istiyorum, kalbim sizlere teslim olmuştur, görüşüm size tabidir, yardımım sizin için hazırdır, ben sizinleyim, size desteğim, sizden başkasıyla değilim.
Sizin hakkınızı inkar eden, velayetinizden çıkan ve mirasınızı gasp eden, sizlerin hakkında şüpheye düşen, sizden ayrılan, tağut ve şeytandan ve onların zalim hiziplerinden Allah’a sığınıyorum; sizin dışınızda her vasıta ve önderden ve ateşe çağıran imamlardan O’na sığınıyorum...”
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

KISACA İMAM RIZA (A.S)’IN HAYATI

Masum İmamların sekizincisi olan İmam Rıza (a.s), Hicri 148’de Zilkade ayının 11. günü Medine’de doğdu.[1]
Aziz babası, İmam Musa b. Cafer (a.s)’dır; abide ve takvalı annesi ise Tüktem, Necme, Tahire[2] ve Selame[3] isimleriyle meşhurdur.
İmam Rıza (a.s)’ın mübarek ismi “Ali”, künyesi ise Ebu’l Hasan’dır; Rıza, Sabır, Fazıl[4], Vefiy, Reziy[5], Veliy, Zekiy[6] de O’nun lakaplarındandır.
İmam Rıza (a.s)’ın görkemli dönemi, Hicri 183’ten itibaren başlamıştır. O zamanlar siyasi hükümet Bağdat’ta Harun Raşid’in elinde idi. Bu Abbasi halifesinin hükümet sistemi, diktatörlük esasına dayalıydı. Onun memurları, maliyet (vergi) almak için halka işkence yapıyor,[7] sürekli Fatıma (a.s)’ın evlat ve Şiilerini kılıçtan geçiriyorlardı.[8] Nitekim onların büyüğü olan İmam Musa b. Cafer (a.s)’ı yıllarca Basra ve Bağdat’ta hapsettiler ve sonunda O İmamı zehirleterek şehit ettiler.
Harun Reşit, çılgınca zulüm ve haksızlıklarına ilaveten, yabancıların fikir ve düşüncelerini, özellikle Yunan felsefesini, halkın ilgisini yabancıların ilmine çekmek ve Ehl-i Beyt ailesini ilmi inzivada bırakmak için Müslümanların ilmi havzalarında yayıyordu. Ebubekr-i Harezmi (Ö: 383), Abbasilerin özellikle Harun’un tavırları hakkında Nişabur halkına yazdığı bir mektubunda şöyle yazıyor:
“Harun, nübüvvet ağacını kestiği ve imamet fidanını kökünden kazıdığı bir halde öldü... Hidayet İmamlarından biri ve Mustafa (s.a.a) ailesinin büyüklerinden bir büyük şahsiyet öldüğünde cenazesini teşyi edecek ve kabrini alçı ile düzeltecek bir adam bulunmuyordu. Ama bir palyaço veya maskaracı veya kendilerinden olan bir katil öldüğünde kadı ve hakimler cenazesini teşyi etmeye hazır olur, vali ve yöneticiler onun ağıt toplantısına katılırlardı. Maddeci ve Sofistiler onların ülkesinde emniyet içerisinde yaşıyorlardı, Felsefi ve Manevi (Manevi bir tarikat ismidir) kitaplarını tedris eden kimselere dokunmuyorlardı. Ama Şii olan herkesi katlediyor ve oğlunun adını “Ali” koyanın kanını döküyorlardı.[9]
İmam Rıza (a.s), Müslümanlara hakim olan siyasi ortamı göz önünde bulundurarak işin evvelinde kendi imametini alenen açıklamadı; fakat Şia ve dostlarıyla ilişkileri vardı. Ama bir kaç yıl geçtikten sonra Harun Raşid’in hükümeti, çeşitli grupların ayaklanmasıyla zayıf bir duruma düştü. İmam Rıza (a.s) bu fırsattan yararlanarak kendi imametini Medine şehrinde aleni etti; itikadî ve içtimaî meselelerde halkın sorunlarını gidermeye başladı. İmam (a.s)’ın kendisi şöyle buyuruyor: “Ben Medine’de idim, bir katıra binip o şehrin sokaklarında dolaşıyordum; o şehrin halkı ve diğer kimseler, ihtiyaçlarını benden istiyorlardı, ben de onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışıyordum... ve mektuplarım şehirlerde geçerliydi.” [10]

Diğer bir sözünde de şöyle buyuruyor:
“Ben ceddim Resulullah (s.a.a)’in hareminde oturuyordum, bir gurup alim de orada dini meseleler hakkında konuşuyorlardı, onlardan biri bir meselede aciz kalınca hepsi bana yöneliyor, sorularını benden soruyorlardı, ben de cevaplarını veriyordum.” [11]
Horasan bölgesinde hükümet aleyhine ayaklananları yatıştırmak için o bölgeye gitmiş olan Harun Raşid, Hicri 193’te Horasan’da ölerek Tus (Meşhed)’un “Senabad” bölgesinde defnedildi.[12]
Harun’un ölümünden sonra hilafet hakkında onun oğulları Emin ve Memun arasında ihtilaf çıktı. Emin Bağdat’ta kudreti ele geçirdi, Memun da Merv’de (Horasan’da) hilafet tahtına oturdu .[13]
Bu iki kardeş arasındaki ihtilaf beş yıl sürdü. Nihayet hicri 198’de Memun’un ordusu Bağdat’a saldırarak Emin’i katlettiler.[14]
Böylece İslami ülkelerin yönetimi Memun’un eline geçti. Ama Harun’un zulümlerinden rahatsız olan Alevi ve seyitler, onun oğullarının hükümetinden de razı değillerdi. Hicaz, Irak ve Yemen bölgelerinde Memun’un hükümeti aleyhine ayaklandılar.[15] Onlar hükümetin, Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin eliyle yönetilmesini istiyorlardı.
Memun, onların kıyamını durdurmak ve Şialar arasında kendine bir yer edinmek için, onların büyüğü ve önderi olan İmam Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ı Horasan’a davet etmeyi ve İmam’ın onun teşkilatında görünmesiyle hükümetinin İmam Rıza (a.s) tarafından teyit edildiğini halka ilka etmeği tasarladı.
Bu yüzden Memun, İmam (a.s)’a birçok davet mektupları gönderdi. Ama her defasında İmam’ın olumsuz cevabıyla karşılaştı. Memun durumun böyle olduğunu görünce İmam’ı tehdit etmeye başladı. İmam Rıza (a.s) Memun’un kendisinden el çekmeyeceğini görünce Şiilerin kanlarının dökülmesini önlemek için Hicri 200’de Horasan’a doğru hareket etti.[16]
İmam Rıza (a.s) Medine’den ayrılmadan önce, ceddi Resulullah (s.a.a) ile vedalaşmak için O’nun haremine gitti, Resulullah (s.a.a)’in kabrini bir kaç kez ziyaret etti, her defasında yüksek sesle ağlıyordu.[17] Sonra İmam Cevad (Muhammed Taki) (a.s)’ı yanına alarak tüm vekil ve temsilcilerine O’nun emirlerine uymalarını ve O’na karşı muhalefet etmekten sakınmalarını emretti; aynı zamanda İmam Cevad (a.s)’ın kendi vasisi olduğunu da ashabından güvendiği kişilere açıkladı.[18]
İmam Rıza (a.s)’ın Horasana hareket edeceği yol, Memun’un emri doğrultusunda Basra, Ahvaz ve Fars şehirlerinden geçiyordu; Kufe ve Kum şehirlerinden geçmeleri yasaklanmıştı.[19] Çünkü Memun, İmam Rıza (a.s)’ın o şehirlerden geçerken oradaki Şialara kendi durumunu açıklayacağından korkuyordu.
Velhasıl, İmam Rıza (a.s) uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Nişabur’a vardı; o şehrin halkı ve alimleri tarafından sıcak bir şekilde karşılandı.
Maliki mezhebinden olan bir muhaddis ve fakih olan İbn-i Sabbağ (Ö: 855) şöyle yazıyor: Ebu Zer’a-yi Razi ve Muhammed b. Eslem-i Tusi, hadis, rivayet ve dirayet ehli olan pek çok alimlerle birlikte Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ın huzuruna varıp şöyle dediler:
“Ey şanı yüce seyyid, ey İmamların evladı, pâk olan babalarının ve kadri yüce dedelerinin hakkı hürmetine, mübarek yüzünü bize göster ve babalarının ceddin Resulullah (s.a.a.)’den duyarak naklettikleri bir hadisi bize rivayet et; biz de seni onunla analım.”
İmam (a.s.) katırını durdurdu ve hizmetçilerine, gölgeliği tahtırevandan bir kenara itmelerini emretti. Böylece İmam (a.s.), mübarek cemaliyle orada bulunanların gözlerini aydınlattı, halk durup İmam (a.s.)’a bakıyor, bazıları feryat ediyor, bazıları ağlıyor, bazıları da İmam’ın bineğinin ayaklarını öpüyordu; ağlama ve sevinç sesleri birbirine karışmıştı. Nihayet alim ve fakihler halka hitaben yüksek bir sesle şöyle dediler: “Ey millet! Susun ve size faydası olacak sözü iyice dinleyin, ezberleyin...” Bu esnada İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:
“Babam Muse’l- Kazım babası Cafer’üs- Sadık’tan, o da babası Muhammed Bakır’dan, o da babası Zeyn’ül- Abidin Ali’den, o da babası Kerbela şehidi Hüseyin’den, o da babası Ali b. Ebu Talib’den şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir; Habibim ve gözümün nuru olan Resulullah (s.a.a) bana buyurdular ki; Cebrail bana şöyle dedi: Rabb’ul- izzeti Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: “La ilahe illellah” kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim bu kelimeyi derse, kaleme girmiş olur; kaleme giren kimse de, azabımdan amanda kalır (kurtulur).”
Sonra tekrar gölgeliği tahtırevanın üzerine atıp kendi yoluna devam etti.20]
Ravi diyor ki, katır biraz ilerlediğinde İmam (a.s) yüksek bir sesle bize şöyle buyurdu: “O kelimenin şartlarını gözettiğiniz takdirde Allah’ın azabından kurtulursunuz; ben de onun şartlarındanım.” [21]
O önemli olayda, kalem ve hokkaları ile mezkur hadisi yazanların sayısının yirmi bin kişi üzerinde olduğu kaydedilmiştir.[22]
Fazl b. Ruzbehan (Ö: 927) Şafii mezhebi alimlerinden olup İmamet meselesini reddetme hakkında “İbtal-u Nehc’ul- Batıl”[23] kitabını yazmasına rağmen zikrettiğimiz hadis hakkında şöyle demiştir: “O hadis, son derece değerli bir hadis olup senetleri de yüksek derecede sahihtir.”[24]
Sözünün devamında şöyle diyor: “Muhakkiklerin dediğine göre, bu hadis öyle sahih bir senede sahiptir ki, eğer onun senedini (senedinde geçen isimleri), deli ve hasta olan bir adama okurlarsa şifa bulur.”
Yine şöyle ekliyor: “Nuh b. Mensur-i Samani isminde olan “Horasan” şahlarından biri, bu senetleri söz konusu hadisle yazıp onun kabrine bırakmalarını vasiyet etti. Bu hakir ve fakir kul da (kendisini kastediyor), o hadisin senetlerinin, eceli yetişmeyen hastaya okunarak şifa verdiğini denemişim. Hasta olup bu kulun yanına gelenlere o senedi okumuşum, okuduğum gün, o hadisin senedinde yer alan kimselerin yüzsuyu hürmetine şifa bulmuşlardır; bu, benim gibi fakirin tecrübe ettiği şeylerdendir.”[25]

İmam Rıza (a.s), Nişabur ve diğer bir kaç şehri geçtikten sonra, Memun’un bulunduğu başkent Merv’e yetişti ve onun tarafından ihtiramla karşılandı.
Memun, siyasi planlarını uygulamak için geniş çaplı bir faaliyet başlattı. Memun ilk önce şöyle dedi: “Ben hilafetten kenara çekilmeyi ve bu makamı sana vererek sana biat etmeyi düşünüyorum.”
Ama İmam Rıza (a.s) bu öneriyi kabul etmeyerek şöyle buyurdular:
“Eğer bu hilafet seninse ve Allah (c.c) tarafından sana verilmişse, onu kendinden uzaklaştırıp başkalarına vermen câiz değildir. Ama eğer hilafet senin değilse, o zaman da kendi malın olmayan bir şeyi bana vermen câiz ve doğru değildir.” [26]
Memun bu önerisinden vazgeçmedi, bu müzakereler tam iki ay sürdü.[27] Sonunda Memun, hilafet teklifinden vazgeçip veliahtlığı İmam’a önerdi ve tam bir küstahlıkla şöyle dedi: “Allah’a and olsun ki, eğer veliahtlığı da kabul etmezsen seni onu kabul etmeğe mecbur ederim, kabul etmediğin takdirde ise boynunu vurdururum.”[28]
İmam Rıza (a.s), veliahtlık makamını kabul etmekten başka bir çaresinin kalmadığını görünce, bir takım şartlarla onu kabul etmek zorunda kaldı; o şartları şöyle açıkladı:
“Ben veliahtlığı şu şartlarla kabul ediyorum; Devlete ait işlerde emr ve nehy etmeyeceğim, fetva ve hüküm vermeyeceğim, vali tayin etmeyeceğim, kimseyi makamından almayacağım, hükümette olan bir şeyi değiştirmeyeceğim, beni bunların hepsinden muaf kılacaksın.” [29]
İmam Rıza (a.s)’ın bu şartları zikretmesi, Memun’un hükümetinin şer’i bir hükümet olmadığını, “ülkenin hiçbir siyasi işine karışmayacağım” buyurması ise o hükümetin İslami bir yönetimle idare edilmediğini göstermektedir. Velhasıl veliahtlık makamı, hicretin 201. yılının Ramazan ayında resmi bir şekilde ilan edildi ve Memun bu olayı ülkenin her tarafına tebliğ etti,[30] İmam Rıza (a.s)’ın adına para bastırdı, kızı Ümmü Habibe’yi O’na nikahladı ve Abbasilerin alameti olan siyah elbise ve bayrakları yeşile dönüştürdü.[31]
Gerçi bu olay, az da olsa Alevi ve Şiilerin gam ve üzüntüsünü giderdi. Ama Abbasileri öfkelendirip onların daha çok bulunduğu yer olan Bağdat’ı sarstı.[32]
Şunu da hatırlatmamız gerekir ki, İmam Rıza (a.s), Memun’un riyakar hükümetine karşı koyması ve onun kültürel siyasetlerini bozguna uğratması için veliahtlığı kabul etmekle kendi canını ölüm tehlikesinden koruması gerekiyordu. Çünkü Memun, babası Harun gibi o günün İslami ülkesini Yunan vb. ülkelerin küframiz düşünceleriyle doldurmuş ve yabancıların kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmıştı; öyle ki ilhadi şüphe ve küframiz fikirler artık dillere düşmüştü.
Kadı Said b. Endülüsi (Ö: 462) şöyle diyor: Hilafet, Abbasilerin yedinci halifesi olan Harun Raşid’in oğlu Memun’un eline geçince, dedesi Mensur’un başlattığı şeyi tamamladı ve Rum sultanları ile ilişkiler kurarak onlardan felsefi kitaplar istedi; onlar da ellerinde olan kitapları Memun’a gönderdiler. Memun da uzman mütercimler bularak o kitapları (Arapça’ya) tercüme etmelerini emretti. Mütercimler de var güçleriyle o kitapları tercüme ettiler. Daha sonra Memun, halkı o kitapları okuyup okutmaya teşvik etti. Memun’un kendisi ise filozoflarla oturup onların münazara ve müzakerelerinden lezzet alıyordu.[33]
Dineveri (Ö: 282) de şöyle diyor: Memun, İklidus’un kitabını Rumlulardan ele geçirip onun tercüme ve izahatının yapılmasını emretti. Memun hilafeti boyunca, edyan ve mektepler arasında münazara meclisleri düzenliyordu.[34]
Memun’un, yabancıların kitaplarını, özellikle Yunan felsefesini Müslümanların arasında yaymaktan maksadı, Ehl-i Beyt ailesine halkın teveccühünü azaltmak ve buna ilaveten Abbasilerin o mübarek ailenin karşısındaki ilmi eksikliklerini örtbas etmek ve Abbasi hükümetinin temellerini gittikçe takviye etmekti.
Ama İmam Rıza (a.s), Ehl-i Beyt ailesinin alimi ve İmamı olarak Abbasi hükümetinin sinsi siyasetine karşı koymuş ve saray alimleriyle çeşitli konularda münazara yaparak dinin hakikatlerini muhafaza etmiştir.
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor: Memun, İmam Rıza (a.s)’ı halkın gözünden düşürmek ve onlara; İmam Rıza artık dünyaya yönelmiştir demesi için veliahtlık makamını zorla İmama verdi. Bu işin, İmam (a.s)’ın halkın yanında makam ve azametinin daha da artmasına sebep olduğunu görünce, İmam Rıza (a.s)’ı ilmi yönde mağlup etmek ve onu halkın yanında küçük düşürmek için çeşitli şehirlerden İmamla tartışmaları için büyük alimler davet etti.
Ama İmam (a.s)’ın karşısına çıkan her Yahudi, Mesihi, Mecusi, Saibi, Berahimei... ve Müslüman fırkaların alimleri, İmamla tartışınca mağlup olarak geri dönüyorlardı. Bu durumu gören halk; “Allah’a and olsun ki O (İmam Rıza), hilafete Memun’dan daha layıktır.” diyordu.[35]
Arz ettiğimiz gibi İmam Rıza (a.s), veliahtlığı kabul etme şartlarını zikretmek ve kendi zamanının büyük alim ve filozoflarını mağlup etmekle Memun’un uğursuz planlarını etkisiz hale getirdi ve bir kez daha Ehl-i Beyt mektebinin hakkaniyetini herkese ilan etmiş oldu.
Memun, durumun bu açıdan da kendi zararına tamam olduğunu ve Bağdat’taki Abbasiler arasındaki kargaşa ve rahatsızlıkları görünce, başkenti Merv’den Bağdat’a intikal ettirmeyi düşündü. Memun, Abbasi ve Arap emirleri yanında itibar kazanmak için İranlı veziri olan Fazl b. Sehl’i, Serahs şehrinde öldürttü.[36] İmam Rıza (a.s)’ı da Tus’da ortadan kaldırmak için bir meclis düzenledi, o mecliste İmam (a.s)’ı zehirleterek şehit etti.[37] İmam Rıza (a.s)’ın pâk cenazesi, o gurbet diyarda "Nevkan"ın "Senabad" köyüne (şimdiki Meşhed) götürülerek Harun Raşid’in kabrinin kıble tarafında toprağa verildi.[38]
Meşhur görüşe göre, İmam Rıza (a.s), hicretin 203. yılının Sefer ayının sonunda şahadete erişmiştir.[39]
İmam Rıza (a.s)’ın “Cevad” lakabıyla tanınan Muhammed isminde sadece bir oğlu vardı;[40] O da Şiilerin dokuzuncu İmam’ı olan Muhammed Taki (a.s)’dır.
___________________
Kaynaklar:
[1] - Bihar, c. 49, s. 9 ve 10. Kafi, c. 1, s. 486. İrşad, c. 2, s. 247.
[2] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 1, s. 14.
[3] - El- Mecd-u fi Ensab’it- Talibiyyin, s. 126.
[4] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 250.
[5] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 50.
[6] - Fusul’ul-Muhimme, s. 244.
[7] - Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 362.
[8] - İkd’ul-Ferid, c. 2, s. 44.
[9] - Resail-i Harezmi, s. 79.
[10] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 167.
[11] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 107.
[12] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 338, 344, 355.
[13] - a.g.e, c. 8, s. 365.
[14] - a.g.e, c. 8, .478.
[15] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 527. Mekatil’ut-Talibiyyin, s. 422-453.
[16] - Kafi, c. 1, s. 488.
[17] - Uyun-u Ahbar’ür Rıza, c. 2, s. 217.
[18] - İsbat’ul-Vasiyye, s. 224.
[19] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 149.
[20] - Fusul’ul-Muhimme, s. 253 ve 254.
[21] - Yenabi’ul-Mevedde, s. 364 ve 385. Emali-yi Saduk, s. 208. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 135.
[22] - Fusul’ul-Muhimme, s. 254.
[23] - Şia alimlerinden olan Kadi Nurullah-i Şuşteri (Ö: 1019) “İhkak’ul-Hak ve İzhak’ul-batıl” kitabını, Fazl bin Ruzbehan’ın kitabının reddinde yazmıştır. Bundan dolayı feci bir şekilde şehit edilmiştir. Bkz. İhkak’ul Hak, s. 159. (Ayetullah Mer’aşi-yi Necefi’nin bu kitaba yazdığı mukaddime.)
[24] - Mihman Name-yi Buhara, s. 342.
[25] - Vesilet’ul-Hadim, s. 217.
[26] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 149.
[27] - a.g.e, s. 149.
[28] - a.g.e, s. 140.
[29] - Kafi, c. 1, s. 489. Uyun, c. 2, s. 15. İrşad, c. 2, s. 260.
[30] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 554.
[31] - Vefeyat’ul-A’yan, c. 2, s. 432. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 162.
[32] - Et-Tenbih-u ve’l- İşraf, s. 302.
[33] - Muhtasar-u Tarih’ud- Duvel, s. 136.
[34] - Ahbar’ut- Tival, s. 401.
[35] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 239.
[36] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 565.
[37] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 243.
[38] - a.g.e, s. 248.
[39] - A’lam’ul-Vera, s. 303. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 178. Nur’ul-Ebsar, s. 160.
[40] - İsbat’ul-Vasiyye, s. 230. Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 92.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM RIZA (A.S)’IN FAZİLETLERİ VE SİRESİ

1- Hilafet ve Vasiliği

İmam Rıza (a.s) da diğer masum İmamlar gibi Resulullah (s.a.a)’in tayini ve açıklaması ile ve babası İmam Musa Kazım (a.s)’ın O’nu halka tanıtması ile imamet makamına atanmıştır. Bu hususta bazı rivayetleri naklediyoruz:
Mahzumî şöyle diyor:
İmam Musa b. Cafer (a.s) bizi yanına çağırtıp; “Sizi ne için çağırdığımı biliyor musunuz?” diye sordu. Biz de; “Hayır, bilmiyoruz” dedik. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular:“Bu oğlum -İmam Rıza’ya işaret etti- benim vasim ve halifemdir...” [1]
Mansur b. Yunus diyor ki:
Bir gün Musa b. Cafer (a.s)’ın huzuruna gittim; İmam (a.s) bana; “Ya Mansur! Bugün ne yaptığımı biliyor musun?” diye sordu. Ben; “Hayır, bilmiyorum” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ben bugün oğlum Ali’yi vasim ve kendimden sonra halifem kıldım; O’nun yanına git, bu makamından dolayı O’nu tebrik et ve bunu sana emrettiğimi O’na bildir.”
Mansur diyor ki, İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın bu emri doğrultusunda İmam Rıza (a.s)’ın yanına gidip O’nu bu makamından dolayı tebrik ettim ve baban böyle yapmamı bana emretmiştir dedim.[2]
Davud-u Rıkkî şöyle diyor:
İbrahim’in babası İmam Musa Kazım’a; “Canım sana feda olsun, ben artık yaşlanmışım, senden sonra kimin İmam olacağını bana söyle” dediğimde, İmam (a.s), Ebu’l- Hasan’ir- Rıza (a.s)’a işaret ederek; “Bu benden sonra sizin sahibinizdir.” buyurdular.[3]
Süleyman-i Mervzî de şöyle diyor:
İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın yanına vardım; kendisinden sonra Hüccetin (İmam’ın) kim olduğunu sormak istiyordum. Ama İmam (a.s) ben sorumu sormadan şöyle buyurdular: “Ey Süleyman! Oğlum Ali (Rıza) benim vasim ve benden sonra insanların hüccetidir; O, oğullarımın en üstünüdür. Eğer benden sonra yaşayacak olursan, Şiilerimin ve velayet ehli kimselerin yanında halifemi soracak olurlarsa buna tanıklık et.” [4]
_______________
[1] - A’lam’ul-Vera, s. 304.
[2] - Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 14.
[3] - a.g.e, c. 49, s. 15.
[4] - a.g.e, c. 49, s. 15.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

2- Makam ve Mevkisi

İmam Musa Kazım (a.s) oğullarına şöyle buyuruyordu:
“Bu kardeşiniz (Ali b. Musa er-Rıza), Muhammed Ehl-i Beyt’inin alimidir. Öyleyse O’na dininizle ilgili sorular sorun, dediklerini alın. Babam Cafer b. Muhammed defalarca bana şöyle buyurdular: Şüphesiz Muhammed Ehl-i Beyti’nin alimi senin sulbündedir; keşke ben O’nu görebilseydim; O, Emir’ul Muminin Ali’nin adaşıdır.” [1]
Memun, İmam Rıza (a.s) hakkında şöyle diyordu:
“O, yeryüzü ehlinin en üstünü, en alimi ve en abididir (en çok ibadet edenidir .)”
İmam Musa Kazım (a.s) buyurdular ki:
“Oğlum Ali (İmam Rıza) benim en büyük oğlum, sözümü en çok dinleyen ve emrime en çok itaat edendir; O, benimle “Cefr” ve “Camia” kitabına bakıyor. Peygamber ve Peygamber’in vasisinden başkası o kitaba bakamaz.”[2]
________________
[1] - A’lam’ul-Vera, s. 315.
[2] - Cefr; Hz. Ali ve diğer İmamlar vasıtasıyla yazılan olay ve vakıaları içermektedir. Camia ise, bütün ilimlerin remzi olan Hz. Ali (a.s)’ın kitabıdır. Her iki kitap, imamet emanetlerindendir. (Bihar, c. 49, s. 20, h. 25.)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

3- İlim ve Bilgisi

İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
“Ben İmam Rıza (a.s)’dan bir şey sorulup da O’nun bilmediğini ve o güne kadar da geçmiş tarihi O’ndan daha iyi bilen birini görmedim. Memun her şeyden soru sorarak İmam’ı imtihan ediyordu, ama İmam (a.s) hepsinin cevabını veriyordu. Bütün söz, cevap ve misalleri Kur’an’dan idi. Kur’an’ı üç günde bir hatmediyor ve şöyle buyuruyordu:
“İstesem üç günden daha çabuk Kur’an’ı hatmederim; ama okuduğum her ayet hakkında ve neyin hakkında nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum.” [1]
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
“Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’dan daha alim birini görmedim. Onu gören her alim de benim dediğim gibi demiştir. Memun, bütün din ve mezhep alimlerini toplayarak İmam Rıza (a.s)’la tartışmaları için bir meclis düzenledi. İmam Rıza (a.s) onların hepsini mağlup etti; öyle ki onlar, İmam’ın üstünlüğünü ve kendi acizliklerini itiraf etmekten başka çareleri kalmadı.”[2]
Ebu Salt-ı Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“Ben Medine’de Ravza-i Mutahhara’da oturuyordum, birçok alimler de birbirleriyle tartışıyorlardı, birisi bir meselede aciz kaldığında hepsi bana yönelirlerdi, meseleyi bana sorurlardı, ben de o meselenin cevabını verirdim.”
Ebu Salt-ı Herevi yine şöyle naklediyor:
Muhammed b. İshak b. Musa b. Cafer babasından, Musa b. Cafer (a.s)’ın çocuklarına şöyle buyurduğunu nakletti:
“Bu kardeşiniz Ali b. Musa er-Rıza, Âl-i Muhammed’in alimidir; öyleyse dininiz hakkında O’ndan soru sorun, size dediği şeyi belleyin. Şüphesiz ben Ebu Cafer b. Muhammed (babam İmam Bakır -a.s-)’den defalarca bana şöyle buyurduğunu gördüm:
“Şüphesiz Âl-i Muhammed’in alimi senin sulbündedir; keşke ben onu görebilmiş olsaydım; O Emir’ul- Muminin Ali’nin adaşıdır.” [3]
_______________
[1] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 106. A’lam’ul-Vera, s. 314. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2,s. 180. Emali-yi Saduk, s. 525.
[2] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 107. A’lam’ul-Vera, s. 315.
[3] - Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 100.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

4- Bütün Lisanları Bilmesi

Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s), halkla kendi lisanlarıyla konuşuyordu. Allah’a and olsun ki insanların en fasihi idi; her lisan ve lügati herkesten daha iyi biliyordu. Bir gün İmam (a.s)’a; “Ey Resulullah’ın oğlu! Senin her dil ve lügati bunca ihtilaflı olmasına rağmen bilmene şaşırıyorum” dediğimde şöyle buyurdular:
“Ey Eba Salt! Ben Allah’ın yaratıklarına olan hüccetiyim, Allah Teala insanların lisan ve lügatlerini bilmeyen bir kimseyi insanlara hüccet kılmaz. Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’ın; “Allah Teala fasl’ul- hitap bize verilmiştir” diye buyurmuş olduğu sözü duymamış mısın? Fasl’ul-Hitap (Hitapları ayırt edebilme) lisan ve lügatleri bilmekten başka bir şey midir?” [1]
Cafer b. Ebu Talip evlatlarından olan Süleyman şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’la birlikte bir duvarın kenarında durmuştuk. Bu esnada bir serçe İmam (a.s)’ın önüne gelip ıstırapla ötmeğe başladı. İmam (a.s) bana; “Bu serçenin ne dediğini biliyor musun?” diye sordu.
Ben cevaben; “Allah, resulü ve resulünün oğlu daha iyi biliyorlar” dedim.
İmam (a.s) buyurdular ki: “O serçe şöyle diyor: Bir yılan yuvamdaki yavrumu yemek istiyor.” Öyleyse kalk, şu asayı al eve girerek yılanı öldür!”
Süleyman diyor ki; Asayı alıp eve girdim, bu esnada evde dolaşan bir yılan gördüm ve hemen onu öldürdüm.[2]
_______________
[1] - Bihar, c. 49, s. 87.
[2] - a.g.e, c. 49, s. 88.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

5- Alçak Gönüllülüğü ve Tevazusu

Yasir-i Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s) yalnız kaldığında, küçük ve büyük bütün akrabalarını toplayarak onlarla konuşup sohbet ederdi, onlara şefkatli davranırdı. Sofraya oturduğunda, büyük küçük bütün aile fertlerini, hatta hayvana bakan ve hacamat yapanları bile sofrası başına oturtuyordu.”[1]
Bir gün İmam Rıza (a.s) hamama gitti, bir adam İmam’a; “Bana kese sür” dedi. İmam (a.s) da onu keselemeğe başladı. Bu arada başkaları İmam (a.s)’ı o adama tanıttılar; o adam özür dilemeğe başladı. Ama İmam (a.s) onun kalbini hoş ederek ona kese sürüyordu.”[2]
Abdullah b. Cafer, Belh ahalisinden olan bir adamdan şöyle dediğini naklediyor:
İmam Rıza (a.s)’ın Horasan yolculuğunda, O Hazretle birlikte idim. Bir gün sofrasını getirmelerini istedi; sofrayı açtıklarında, hizmetçi ve kölelerini kendisiyle yemek yemeleri için sofranın başına topladı. Bunun üzerine; “Canım sana feda olsun, bunların sofrasını ayırırsanız daha iyi olur” dedim.
İmam (a.s) benim bu sözümü duyunca şöyle buyurdular: Sus, herkesin Rabbi birdir, anne babası birdir; mükafat ve ceza da amellere göredir.”[3]
_________________
[1] - Bihar, c. 49, s. 99. Menakıb-ı Şehraşub, c. 4, s. 362.
[2] - a.g.e, c. 49, s. 101. Menakıb, c. 8, s. 230.
[3] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 159.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

6- Muaşeret Adabı

İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s)’ın, herhangi bir kelimeyle birisini incittiğini ve bir adamın sözünü yarıda kestiğini kesinlikle görmedim. İmam Rıza (a.s) hiçbir kimseyi, gücü dahilinde olduğu ihtiyaçları karşılamaksızın geri çevirmezdi, ayaklarını kimsenin önünde uzatmazdı, onun karşısında bir yastığa dayanmadı. Onun hizmetçi ve kölelerden birine sövdüğünü ve birisi yanında tükürdüğünü kesinlikle görmedim. Kahkahayla güldüğü görülmezdi, gülmesi tebessüm idi.”[1]
Nadir Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s), bizden herhangi birimiz yemek yediğinde, yemeğimizi bitirmedikçe bizi hizmete almazdı (bize bir iş yaptırmazdı).”[2]
_______________
[1] - a.g.e, s. 184. A’lam’ul-Vera, s. 314.
[2] - Kafi, c. 6, s. 298; Uyun, c. 2, s. 197, h. 7; Bihar, c. 49, s. 90, h. 4
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

7- Zikir ve İbadeti

Meşhur şair olan Di’bil’in kardeşi İsmail b. Ali şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) Di’bil’e yünlü kumaştan bir gömlek hediye ederek şöyle buyurdu:
“Bu gömleği koru (onun kadrini bil); ben bin gece ve her gece bin rekat namaz onda kıldım ve Kur’ân’ı bin defa o gömlekte (onu giydiğim halde) hatmettim.”[1]
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) seferde ve vatanda gece namazını, şef’ namazını, vitr namazını ve iki rekat da sabah namazının nafilesini terk etmiyordu.”[2]
Reca b. Ebi Zahhak şöyle diyor:
“Allah’a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)’dan daha takvalı, bütün vakitlerinde Allah’ı O’ndan daha çok anan ve Allah’dan O’nun kadar çok korkan bir kimseyi görmedim.”[3]
İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s), geceleri az yatardı, çoğu geceleri sabaha kadar ibadet ve zikirle geçirirdi, çok oruç tutardı, her ay üç gün oruç tutmayı kaçırmazdı ve “Her Ay üç gün oruç tutmak, (sevap açısından) bütün günleri oruç tutmak gibidir” buyuruyordu.
İmam Rıza (a.s), gizlide çok iyilik yapar ve sadaka verirdi; bunların çoğunu karanlık gecelerde yapıyordu. Fazilette onun gibi birisini gördüğünü iddia eden kimsenin sözüne inanmayın.”[4]
Abdusselam b. Hirevi (el-Heratî) şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s)’ın Serahs’da hapsedildiği evin kapısına giderek hapishane bekçisinden İmam’la görüşmek için izin istedim. Bekçi cevaben: “Senin ona ulaşmana bir yol yoktur” dedi. “Neden?” dediğimde şöyle dedi: “Çünkü O birçok zaman, bir günde (gecesi de dahil olmak üzere) bin rekat namaz kılmaktadır...”[5]
İmam Rıza (a.s)’ı Medine’den Horasan’a götürmekle görevli olan Memun’un memurlarının komutanı Reca b. Ebî Zehhak, İmam Rıza (a.s)’ın yolculuk esnasındaki gece gündüz yaptığı ibadetlerini anlatırken şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s) geceyi sabahladığında sabah namazını kılıyordu ve namazın selamını verdikten sonra namaz kıldığı yerde oturup güneş doğuncaya dek tespih, hamd, tekbir ve tehlil zikirleri ve Peygamber (s.a.a)’e salavat göndermekle meşgul oluyordu...”[6]
________________
[1] - Bihar, c. 83, s. 222, h. 7.
[2] - Bihar, c. 49, s. 94.
[3] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 180.
[4] - a.g.e, s. 184. A’lam’ul-Vera, s. 314.
[5] - Uyun, c. 2, s. 197, h. 6.
[6] - Bihar, c. 49, s. 92.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön