İmam M. Bakır'ın Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

30- Kendi Şahadetinden Haber Vermesi

İbn-i Ukde ceddinden naklediyor:

Hz. Sadık (a.s) babasının vefat gecesinde O’nun baş ucuna gelip durdu. O sırada O Hazret münacat ile meşgul idi. Eliyle geri çekilmesini istedi ve O da geri çekildi. Münacat bittikten sonra şöyle buyurdu: “Oğulcağızım! Ben bu gece dünyadan ayrılacağım ve bu gece Hz. Peygamber (s.a.a)’in dünyadan göçtüğü gecedir.”
Hz. Sadık (a.s) buyuruyor: “O gece babam bana, babası Ali b. Hüseyin (a.s)’ın kendisine bir bardak içecek vererek içmesini istediğini söyledi. Sonra da buyurdu ki: “Oğlum! Bu gece ölümün bana vaat edildiği gecedir.” Ve aynı gece vefat etti.”

(Besair’ud-Derecat, Saffar, s. 502)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

31- Mehdi-yi Mev’ud (a.s)’dan Haber

Ebu’l-Carud, İmam Bakır (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Zamanın durumu değiştiğinde halk şöyle diyecekler: “Kâim (Mehdi) ölmüş veya helak olmuştur.” Veya diyecekler: “Hangi derede kayıp oldu?” O’nun yok olmasını isteyenler de diyecekler ki: “Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? O’nun şimdi kemikleri bile çürümüştür.” Ama sizler O’nu bekleyin, O’nun zuhur ettiğini duyduğunuz zaman, karda diziniz üzerinde yürümeli olsanız bile kendinizi O’na ulaştırın.”

(Kemal’ud-Din, c.1, s.26, h.5)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın Yaşamıyla İlgili Sorular Ve Cevaplar
S. 1- İmam Muhammed Bakır (a.s)'ın künye ve lâkapları nelerdir?
C. 1- Künyesi Ebu Cafer, lâkapları ise Bakır, Şakir ve Hadi’dir.
S. 2- İmam Bakır'ın (a.s) anne ve babasının isimleri nelerdir?
C. 2- Babası İmam Seccad (a.s), annesi ise İmam Hasan (a.s)’ın kızı Fatıma'dır.
S. 3- Hangi İmam, baba ve anne tarafından Beni Haşime mensuptur?
C. 3- İmam Bakır (a.s), babası İmam Seccad (a.s) ve İmam Hasan (a.s)'ın kızı olan annesi Fatıma tarafından Beni Haşime mensuptur.
S. 4- İmam Bakır (a.s) ne zaman ve nerede dünyaya gelmişlerdir?
C. 4- Hicri 57. yılın Recep ayının birinde veya Sefer ayının üçünde Medine'de dünyaya gelmiştir.
S. 5- İmam Bakır (a.s)’ın hayat dönemi kaç bolüme ayrılır?
C. 5- Üç bölüme ayrılır:
a) Ceddi İmam Hüseyin (a.s) ile beraber olduğu dönem.
b) Babası İmam Seccad (a.s) ile beraber yaşadığı dönem.
c) İmamet dönemi.
S. 6- İmam Bakır (a.s), yüce ceddi İmam Hüseyin (a.s) şehit olurken kaç yaşında idi?
C. 6- Üç küsur yaşında idiler.
S. 7- İmam Bakır (a.s) kaç yıl babasıyla birlikte oldular?
C. 7- Otuz dört yıl, on beş gün.
S. 8- İmam Bakır (a.s)'ın imameti kaç yıl sürmüştür?
C. 8- On dokuz yıl, on ay ve on iki gün.
S. 9- İmam Bakır (a.s), imameti döneminde ne işle meşgul idiler?
C. 9- Talebe eğitmek ve çiftçilik.
S. 10- İmam Bakır (a.s), imameti döneminde kaç halifeyle karşılaşmıştır?
C. 10- İmam Bakır (a.s), imameti döneminde dört Emevi Halifeyle karşılaşmıştır:
a) Süleyman b. Abdulmelik.
b) Ömer b. Abdulaziz.
c) Yezid b. Abdulmelik.
d) Hişam b. Abdulmelik.
S. 11- Bakır'ul-Ulum'un manası nedir?
C. 11- Bakır'ul-Ulum, “İlimleri yarıp açan” demektir.
S. 12- İmam Bakır (a.s), hangi dönemde öğrenciler eğitmiş, Teşeyyü mektebinin temelini sağlamlaştırmış ve kültürel inkılâbı yaymaya başlamışlardır.?
C. 12- İmam Bakır (a.s), Beni Ümeyye ile Beni Abbas'ın birbiriyle savaştığı dönemde bu fırsattan yaralanarak öğrenciler yetiştirdi ve Teşeyyü mektebini yaymaya ve kültürel inkılâp yapmaya çalıştılar.(1)
S. 13- Hz. Peygamber (s.a.a)’in selamını İmam Bakır (a.s)'a iletmekle görevli olan sahabenin ismi nedir?
C. 13- Cabir b. Abdullah-i Ensari (r.a).
S. 14- İmam Bakır (a.s)'ın duası sonucu, gözleri şifa bulan kör öğrencisinin ismi nedir?
C. 14- Ebu Beşir (r.a).
S. 15- İmam Bakır (a.s), Medine'den kimin vasıtasıyla ve nereye sürgün edildi?
C. 15- Hişam b. Abdulmelik'in vasıtasıyla Şam'a sürgün edildi.
S. 16- İmam Bakır (a.s)'ın buyurduğu dünya ve ahiret güzelliklerinden olan üç amel nedir?
C. 16- O üç amel şunlardır:
a) Zulüm yapanı affetmek.
b) Dostluğu kesenle dostluk kurmak.
c) Cahillik yapana yumuşak davranmak.
S. 17- İmam Bakır (a.s) kaç yaşında ve kimin emriyle şehit edildi?
C. 17- 57. Yaşında, Hişam b. Abdulmelik'in emriyle zehirlenerek şehit edilmiştir.
S. 18- İmam Bakır (a.s) ne zaman ve nerede şahadete kavuştular?
C. 18- Hicri 114'de Pazartesi günü Zilhicce'nin yedisinde Medine-i Münevvere'de.
S. 19- İmam Bakır (a.s)'ın kabir nerededir?
C. 19- Medine'deki Baki mezarlığında.
_____________
1- Dastanha-i Şenideni... s. 100, M. İştihardi
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

CABİR-İ CU'Fİ'YE VASİYETİ

İmam Muhammed Bakır aleyhi's-selâm Cabir'e şöyle buyurdu:
"Ey Cabir kendi zamanının insanlarından beş şeyi ganimet bil: Hazır olduğunda tanınmamanı, hazır bulunmadığında aranmamanı, bir toplantıda bulunduğunda seninle istişare edilmemesini, bir şey söylediğinde kabul edilmemesini, evlenme teklifinde bulunduğunda da reddedilmesini.
Yine beş şeyi sana tavsiye ediyorum: Zulme uğradığında zulüm yapma; hıyanet ederlerse hıyanet etme; tekzip edildiğinde sinirlenme; methedildiğinde sevinme; kınandığında sabırsızlanma. Hakkında söylenen sözler hususunda düşün; söyledikleri şeyleri kendinde bulursan, (bil ki) söylenen hak söze karşı öfkelendiğinde Allah'ın gözünden düşmenin musibeti, seni kaygılandıran halkın gözünden düşmek musibetinden daha büyüktür. Ama eğer sende olanın aksini söylerlerse, (o zaman) zahmetsiz sevap elde etmiş olursun.
(Yine) bil ki, yaşadığın şehrin bütün halkı sana: "Sen kötü insansın." derlerse, bu, seni üzmemeli; "Sen iyi insansın" derlerse de, bu, seni sevindirmemeli; böyle olmadıkça bizlerin dostu olamazsın. (Her halukârda) sen kendini Allah'ın kitabına sunmalısın; eğer onun yolunda gidiyor, onun küçümsediğini küçümsüyor, sevdirdiğini seviyor ve korkuttuğundan da korkuyorsan, o zaman sebat göster ve hakkında söylenen sözlerin sana bir zararı olmadığı için de kendini müjdele. Ama eğer Kur'ân'dan uzak isen, (o zaman) neden kendini aldatasın? Mü'min heva ve heveslerine galip gelmesi için daima nefsine karşı cihad halindedir; bazen nefsin eğriliklerini düzeltip Allah rızası için heva ve hevesine muhalefet eder; bazen de nefsi, onu mağlub eder ve kendi heva ve hevesine uydurur; ama Allah-u Teâla hemen onun elinden tutar ve o da kendine gelir. Allah onun sürçmesine göz yumar; o da Allah'ı anar, tövbe ve korkuya yönelir; (azap ve cezadan) korkusu arttığı için basiret ve marifeti de artar. Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: "Allah'tan korkanlara Şeytan'dan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki doğru yolu görüp bilmişlerdir."(1)
Ey Cabir! Allah'ın sana verdiği rızkın şükrünü yerine getirebilmen için az rızkı çok say. Nefsinin ayıplarını görebilmen ve affolunman için Allah'a olan ibadet ve itaatini az bil. Karşılaştığın kötülüğü, edindiğin bilgiyle kendinden uzaklaştır; bilgiyi de halis amelle çalıştır; halis ameli de, tam bir uyanıklıkla büyük gafletlerden koru; kâmil olan uyanıklığı da, gerçek korkuyla elde et. Mevcut yaşantıya razı olarak gösterişten kaçın. Akla uyarak heva ve heves tehlikesinden kendini koru. Nefsani istekler galip geldiğinde ilmin irşadıyla kendini kontrol et. Halis amelleri mükâfat günü için koru. İhtirastan (aşırı istekten) kaçınmakla, kanaatkâr olmaya çalış. Kanaatı seçmekle şiddetli tamahkârlığı kendinden uzaklaştır. Arzuları azaltmakla, zahidliğin tadını al; insanlardan ümidini keserek tamahın kökünü kurut. Nefsi tanımakla, bencilliğin yolunu kapa. (Çünkü nefsinin, kötü ahlak ve tabiatını ve gizli isteklerini bilen insan kendini büyük görmez.) Doğru bir tefvizle (işi Allah'a bırakmakla) ruhi rahatlığa kavuş. Beden rahatlığını kalbin huzurunda ara. Az hata yapmakla, kalp huzuruna kavuş. Yalnızlıkta çok zikir etmekle, yumuşak kalpli olmaya çalış. Daimi hüzünle, kalbini aydınlat. Gerçek korkuyla Şeytan'dan korun. Yalan ümitten sakın (günah işleyip Allah'ın rahmetine boşuna ümit bağlama). Çünkü böyle bir ümit seni, gerçek korkuya (hakiki azaba) sokar. Allah karşısında, amellerde doğru olmakla (ihlasla) kendini süsle. Göçmeye acele etmekle (ölüme hazırlanmakla) kendini O'na (Allah'a) sevdir. İşi geciktirmekten ve, sonra yapacağım, demekten sakın. Çünkü helak olanlar bu denizde gark olmuştur. Gafletten uzak ol. Zira kalbin katılaşması gaflete dalmaktadır. Özrün olmadığı yerlerde gevşeklik yapma. Çünkü pişman olanlar ona sığınır. Tam bir pişmanlık ve çok tövbe etmekle geçmiş günahlarından dön. Güzel bir dönüşle, Allah'ın rahmet ve affına yönel. Güzel dönüş için de, gecelerin karanlığında, hâlis dua ve münacat ile Allah’tan yardım talebinde bulun. Az rızkı çok ve çok itaati da az saymakla, büyük şükrü elde et. Çok şükür etmekle, nimetin çoğalmasını kazan. Nimetin elden çıkması korkusuyla, büyük şükre sarıl. Tamahı öldürmekle, ebedi izzeti talep et. Halktan ümitsizliğin verdiği izzetle, tamahın zilletini kendinden uzaklaştır. Yüce himmetle de, halktan ümidi kesmek izzetini elde et. Arzuyu azaltmakla, dünyadan (ahiretin için) azık topla. Fırsat varken hedefe kavuşmak için çabuk davran. Bedenin sıhhatli olmalı ve boş zaman gibi, iyi bir fırsat olmaz. Güvenilmez insanlara, itimat etmekten sakın. Çünkü yemek alışkanlığı gibi kötülüğe de alışkınlık vardır (kötülüğe alışkın birisi alışkanlığını bırakamaz).
Bil ki, sağlık talep etmekten üstün bir ilim ve kalp sağlığından da üstün bir sağlık yoktur. Nefsin istek ve arzularına muhalefet etmek gibi akıl, günahtan alıkoyan korku gibi korku, hayırlı amele teşvik eden ümit gibi de ümit, kalp fakirliği (tamah vs.) gibi fakirlik, gönül zenginliği gibi zenginlik, nefsani isteklere galip olmak gibi de güç yoktur. Yakin nuru gibi nur, dünyayı küçük görmek gibi yakin ve kendini tanımak gibi de bilgi yoktur. Huzur gibi nimet, şartların elverişli olması gibi huzur yoktur. Yüce himmet gibi şeref, arzuyu azaltmak gibi zühd, makam üzere yarışmak gibi de ihtiras yoktur. İnsaf gibi adalet, zulüm gibi tecavüz, heva ve hevese uymak gibi de zulüm yoktur. Farzları eda etmek gibi itaât, üzüntü gibi de korku yoktur. Akılsızlık gibi musibet, yakin azlığı gibi akılsızlık, korkusuzluk gibi yakin azlığı, korkunun olmamasına üzülmenin azlığı gibi de korkusuzluk yoktur. Günahı küçük saymak ve mevcut durumuna razı olmak gibi musibet, cihad gibi fazilet, heva ve hevese karşı mücadele etmek gibi de cihad yoktur. Öfkeyi yenmek gibi kuvvet, daimi yaşamak sevgisi gibi günah, tamah zilleti gibi de zillet yoktur. Fırsat varken, ihmalkârlık yapmaktan sakın. Zira ihmalkârlık, ehlini hüsrana uğratan bir sahadır."(2)
_______________
1- A'raf/201
2- Tuhaf'ul-Ukul'dan naklen.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

CABİR İLE BİR KONUŞMASI

Cabir diyor ki: İmam Muhammed Bâkır aleyhi's-selâm, bir gün evinden dışarı çıkıp şöyle buyurdu:
"Ey Cabir! Allah'a and olsun ki, ben bugün üzüntülü olarak sabahladım. "Canım sana feda olsun, bu üzüntünüz dünya için midir?" diye sorduğumda, İmam buyurdular ki: "Hayır, üzüntüm ahiret içindir. Ey Cabir! Kimin kalbine imanın halis hakikati girerse, dünya süslerinden yüz çevirir. Gerçekten dünya süsleri ancak oyuncak ve eğlencedir; (ama) ahiret evi, odur gerçek hayat. Ey Cabir! Mü'mine, dünya hayatının şatafatı ve yaldızına yönelip bel bağlaması yakışmaz. Bil ki, dünyaya uyanlar; gaflet, gurur ve cehalet ehlidirler. Ahiret talipleri ise; inanan, amel eden, dünyaya meyilsiz olan, ilim ve fıkıh ehli, düşünüp ibret almaktan ve Allah'ı anmaktan bıkmayan kimselerdir.
Ey Cabir! Bil ki, takva ehli olan kimseler, gerçek zenginlerdir; dünya malından az bir miktar onları ihtiyaçsız kılar; masrafları azdır; hayrı unuttuğunda hatırlatırlar; hayır iş görmek istediğinde de sana yardımda bulunurlar; şehvet ve lezzetlerini geriye atar, Rablerinin itaatine öncelik verirler, hayır yola ve Allah'ın dostlarının velayetine yönelirler; onları severler ve velayetlerini kabul edip onlara uyarlar.
Dünyayı, bir saat kalacağın ve sonra da oradan göçüp gideceğin bir menzil veya uykuda hoşnut olupta uyandığında elinde kalmayan bir mal farz et. Bu misali söylemem, Allah'ın tevfikiyle akıl edip amel etmen içindir.
Ey Cabir! Allah'ın dini ve hikmetinden emanet verdiğim şeyi koru. Kendi hayrını düşün ve hayatında, Allah'ın senin nazarında olan mevkiine dikkat et. Çünkü sana, kıyamet günü Allah'ın nezdinde, buna göre davranılacaktır. Bak, eğer dünya, nazarında vasfettiğim gibi olmazsa, artık bugünden itibaren Allah'ın razı olduğu eve (ahiret evine) doğru yönel. Nice insanlar vardır ki, dünya metaına haris olup ona ulaşmışlar; ulaştıklarında da bu meta vebal olup onların bedbahtlığına sebep olmuştur. Yine nice insanlar vardır ki, ahiret işlerinden birini sevmedikleri halde ona ulaşmışlar; ona ulaşmakla da saadete ermişlerdir.

(Tuhaf'ul-Ukuldan naklen)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

KILIÇLAR HAKKINDAKİ SÖZÜ

Şiilerden biri, Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm'ın savaşları hakkında İmam'a soru sorduğunda şöyle buyurdu: Allah-u Teâla Hazret-i Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'i beş kılıçla göndermiştir:
O kılıçlardan üç tanesi, kınından çıkmıştır ve savaş, ağırlığını atmadıkça (insanlar arasındaki savaş sona ermedikçe) kınlarına konulmayacaktır; savaş da, güneş batıdan doğmadıkça (Hz. Mehdi aleyhi's-selâm zuhur etmedikçe) sona ermeyecektir (yani mücadele ve cihad o güne kadar devam edip sürecektir). Ancak güneş batıdan doğunca artık bütün insanlar emniyet içerisinde olacaktır. Artık o gün, "...önceden iman etmeyenin veya imanı varken hayır bir iş yapmayanın imanı fayda etmez."(1)
Bir kılıç da, kınında hazır olan kılıçtır.
Diğeri ise, kınındadır; çıkarılması başkasıyla, hükmü ise bizimledir.
Kınından çıkmış olan üç kılıç şunlardır:
Birinci kılıç, Arap müşriklerinin üzerine çekilmiş olan kılıçtır. Allah (Azze ve Celle) buyuruyor ki: "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin." "Eğer tövbe eder, (iman edip) namaz kılar ve zekât verirlerse artık onlar sizin din kardeşlerinizdir..."(2)
Bu gruptan öldürülme veya iman etmekten başka bir şey kabul olunmaz. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in bıraktığı sünnet üzere, onların malları ganimet alınır, çocukları ise esir edilir. Zira Resulullah onlardan esir almış, (bazılarını) affetmiş ve (bazılarından da) fidye kabul etmiştir.
İkinci kılıç ise ehl-i zimmetin üzerine çekilmiş olan kılıçtır. Allah-u Teâla (bu konuda) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara güzel söz söyleyin."(3) Bu ayet ehl-i zimmet hakkında inmişti; daha sonra diğer bir ayet inerek bu ayeti nesh etti: "Kendilerine kitap verilenlerden, Allah ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın."(4)
Onlardan her kim İslam ülkesinde olursa cizye vermek veya öldürülmekten başka bir yolu yoktur. Onların malları ganimet, çocukları ise esir alınır. Cizye vermeyi kabul ettiklerinde, onları esir almak haram, malları muhterem, onlarla evlenmek ise câiz olur. Ama onlardan her kim, dar-ül harbda olursa (Müslümanlarla bir antlaşmaları olmayan küfür ülkesinde olursa), onları esir etmek, mallarını ganimet almak bize helaldir; onlarla evlenmek ise câiz değildir. Dar-ül İslam'a girerek cizye vermek veya öldürülmekten başka onlardan hiçbir şey kabul olunmaz.
Üçüncü kılıç ise Türk, Deylem(5) ve Hazar(6) müşrikleri gibi acem müşriklerinin üzerine çekilmiştir. Allah-u Teâla, Muhammed suresinin evvelinde, o kâfirlerin macerasını naklettikten sonra şöyle buyuruyor:
"(Kâfir olanlarla karşı karşıya geldiğiniz zaman) Hemen boyunlarını vurun; sonunda onları iyice bozguna uğratıp, zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak, ya da bir fidye (karşılığı, bırakın onları). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin.)"(7)
"Lütuf"dan maksat, esir aldıktan sonra onları serbest bırakmaktır. "Fidye"den maksat da onlarla Müslümanların, aralarındaki savaş esirlerini, mübadeleyle serbest bırakmaları için yaptıkları antlaşmadır. İşte bunlar, o kimselerdir ki, öldürülmek ve İslam'ı kabul etmekten başka onlardan hiçbir şey kabul olunmaz ve dar-ül harpta oldukları müddetçe de onlarla evlenmek câiz değildir.
Kınında hazır olan kılıç ise bağilerin (yani, hak olan İmam’a karşı baş kaldıran kimselerin) üzerine çekilmiştir. Allah-u Teâla, buyuruyor ki:
"Mü'minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, hemen aralarını bulup düzeltin. Biri diğerine haksızlıkla saldırıda bulunacak olursa, artık haksızlıkla saldırıda bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın."(8)
Bu ayet indiğinde Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurdu: "Benim, Kur'ân'ın tenzili (zahirine amel etmek) üzere savaştığım gibi, sizlerden bazıları da benden sonra Kur'ân'ın te’vili üzere savaşacaktır." Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'e: "O kimdir? diye sorduklarında: "Ayakkabısını yamayandır." buyurdular. Bu sözle Emir-ül Mü'minin aleyhi's-selâm'ı kastediyordu. (Çünkü İmam Ali aleyhi's-selâm o anda ayakkabısını yamamakla meşguldü.)
Ammar ibn-i Yasir, (Sıffin savaşında) şöyle diyordu: "Ben bu bayrakla üç defa Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'le birlikte (düşmana karşı) savaştım; bu da dördüncüdür. Allah'a andolsun ki eğer (Muâviye'nin ordusu), bizi "Hecere" (Bahreyn) hurmalıklarına kadar geri püskürtse, yine kendimizin hak, onların da batıl olduğunda şüphe etmeyiz."
Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm'ın, onların hakkındaki sireti (tavrı) Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in, Mekke'yi fethettiği gün, Mekke halkına olan tavrı ve sireti gibiydi; zira Hazret-i Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih onların çocuklarını esir almadı ve: "Kim evine girip kapısını kapatır, silahını yere bırakırsa emandadır." buyurdu.
Nitekim Hz. Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm da Basra savaşında şu çağrıda bulundu: "Çocukları esir almayın, yaralıyı öldürmeyin ve firar edeni takip etmeyin. Kim evinin kapısını kapatır, silahını yere bırakırsa emandadır."
Kınında olan kılıç da, kısas hükmünün kendisiyle uygulandığı kılıçtır. Allah-u Teâla, buyuruyor ki: "Cana karşılık can ve göze karşılık da göz (kısas olunur.)"(9)
Bu kılıcı kınından çıkarmak maktullerin velileriyledir (kısas istediklerinde çıkarılır); hükmü ise bizimledir.
İşte bu kılıçlar, Allah-u Teâla'nın, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'i onlarla gönderdiği kılıçlardır. Kim onların hepsini veya onlardan birini veyahut onların sünnet ve ahkâmlarından bazılarını inkâr ederse, Allah-u Tebareke ve Teâla'nın, Peygamberi olan Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih‘e indirdiği şeye kâfir olur.
______________
1 - An'âm/158
2 - Tevbe/5 ve 11.
3 - Bakara/83.
4 - Tevbe/30.
5 - Deylem, İran'ın şimdiki Hazar denizinin güneyinde olan Gilan eyaletidir.
6 - Hazar, Hazar denizi kıyısında ve Kafkas dağlarında yaşayan bir kavimdi.
7 - Muhammed/4.
8 - Hucurat/9.
9 - Maide/45.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

ÖĞÜT

Ehl-i Beyt taraftarlarından bir grup bir gün, İmam Bâkır'ın huzuruna vardılar. İmam onlara öğüt verip, nasihat etmeye (ve onları ilahî azaptan) korkutmaya başladı; onlar ise gaflet halindeydiler ve İmam’ın sözlerine dikkat etmiyorlardı. İmam onların bu durumuna sinirlenip bir müddet başını eğip sustu; daha sonra başını kaldırıp (onlara hitaben) şöyle buyurdu:

"Eğer sözlerimin az bir kısmı bile, sizlerden birinin kalbine otursaydı, hemen ölüverirdi. Ey cansız bedenler! Ey kandilsiz sinekler!(1) Sanki siz, duvara dayatılmış kuru odun ve yontulmuş cilalı putlarsınız. Neden taşlardan altın çıkaramıyor; nur saçan ışıklarla aydınlanmıyor ve denizden inci çıkarmıyorsunuz? Temiz ve hikmetli sözü kim söylerse, kendisi onunla amel etmese bile onu alın. Çünkü Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: "Müjde ver o kullarıma ki, sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar; işte onlar, öyle kişilerdir ki Allah, onları doğru yola hidayet etmiştir ve onlar temiz akıl sahiplerinin ta kendileridir."(2)
Yazıklar olsun sana ey mağrur insan! Fani olanı verdiğinde, sana baki kalanı veren ve yok olacak dirhemi verdiğinde de (ihlas derecelerine göre) karşılığında yedi yüze dek kat kat fazla mükâfat veren bağışlayıcı Kerim Allah'a neden hamd etmiyorsun? Sana yemek, su ve giysi veren, sana afiyet bağışlayan, (her şeyde) sana yeterli olan ve düşmanlarının gözünden seni saklayan da O'dur. Gece gündüz seni koruyan, muhtaç ve çaresiz kaldığında isteğini karşılayan ve imtihan zamanları doğru yolu sana gösteren (O'ndan başka) kimdir? Sanki ağrı çektiğin ve korktuğun ve dua edip de Allah'ın duanı kabul ettiği geceleri unutmuşsun. O bu güzel işiyle şükre şâyân oldu. Fakat sen (Allah'ı) ananların içerisinde bulunup O'nu unuttun, emrettiği şeyler hususunda O’na muhalefet ettin. Yazıklar olsun sana! Sen, hırsızsın; günah hırsızı; bir şehvet gördüğünde veya günaha ortam hazır olduğunda cehaletle ona doğru koşuyorsun. Sanki Allah seni görüp gözetmiyor. Ey cennet talibi! Uykun ne kadar uzun, bineğin ne de yorgun ve himmetin ne kadar zayıftır! Allah bu halinle sana hayır versin! Ey cehennemden kaçmak isteyen! Neden bineğin süratle seni ona doğru götürüyor? Seni cehenneme düşürecek şeyler uğruna ne kadar da gayret ediyorsun! Evlerin önlerinde (kitabın satırları gibi) sıralanan şu kabirlere bir bakınız. Sıralar birbirine yakın, mezarlar da birbirlerinin kenarındadır; ama ulaştıkları şeylerde (cennet ve cehennemde) birbirlerinden uzaktırlar.
Bunlar onarıp yıktılar; ısınıp ürktüler; mesken edinip kovuldular; ikamet edip göçtüler. Kabir ehlinin dışında hem yakın, hem uzak; hem yapan, hem yıkan; hem ısınan, hem ürken; hem oturan, hem kovulan; hem ikamet eden, hem de göçen birini kim duymuştur?
Ey üç günün çocuğu; (birincisi) doğduğun gün, (ikincisi) kabre ineceğin gün, (üçüncüsü ise) Allah'ın huzuruna çıkacağın gün; işte ne büyük gündür o gün. Ey güzel yüz sahipleri! Ey su kenarına çökmüş susamış develer! Niçin vücutlarınızı bayındır, kalplerinizi helak olmuş görüyorum? Allah'a andolsun ki, eğer karşılaşacağınız ve ona doğru döneceğiniz şeyi (işinizin neticesini) görseydiniz şöyle derdiniz: "Keşke (dünyaya bir daha) çevrilseydik de, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık."(3)
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Hayır, önceden gizledikleri kendilerine açıklandı. Geri çevrilseler bile nehyedildikleri şeyleri yine yapmaya koyulurlar ve şüphe yok ki onlar, yalancılardır."(4)
______________
1- El-Vafi kitabında, "Ey fitilsiz kandiller" diye zikredilmiştir; bu nakil daha uygundur.
2 - Zümer/18.
3 - En'âm/27.
4 - En'âm/28.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

KISA SÖZLERİ

1- Münafık kimseyle dilinle anlaş ve geçin. Sadece mü'mini kalbinle sev. Bir yahudi bile seninle oturursa ona karşı iyi davran.
2- Hilim ve ilim beraberliğinden daha güzel bir beraberlik yoktur.
3- Kemalin tümü, din hususunda derin bilgi sahibi olmak, musibetlere karşı sabretmek ve geçim masrafını ölçülü bir şekilde ayarlamaktır.
4- Allah'a andolsun ki mütekebbir (büyüklük taslayan) kimse, Allah'ın rıdâsı (sıfatı) üzerinde, O'nunla münakaşa ediyor. (Çünkü ululuk Allah'a mahsustur; kulun büyüklük taslama hakkı yoktur.)
5- Bir gün İmam aleyhi's-selâm, yanında bulunanlara: "Yiğitlik nedir?" diye sordu. Onlardan her biri bir şey söyledi. İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki: Yiğitlik aşağılanmamak için tamah etmemen, fakir olmamak için başkalarından bir şey istememen, sövülmemek için cimrilik yapmaman ve kendine düşman kazanmamak için de cahillikte bulunmamandır. "Kimin buna gücü yetebilir?" dediklerinde de İmam aleyhi's-selâm: "Gözde bebek, kokularda misk ve bu günlerde de halife gibi kıymetli olmak isteyen bir kimsenin buna kudreti olabilir." buyurdular. (Halife, halkın örfü hasebiyle zikredilmiştir. Yoksa zalim halifenin İmam Bâkır aleyhi's-selâm'ın yanında bir değeri yoktur.)
6- Bir gün adamın birisi, İmam aleyhi's-selâm'ın huzurunda: "Allah'ım, bizi bütün halkından ihtiyaçsız kıl." dediğinde, İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Öyle deme. “Allah'ım, beni halkın kötülerinden müstağni kıl (onlara muhtaç etme)" de. Çünkü mü'min, kardeşinden müstağni değildir.
7- Hak üzere kıyam et. Seni ilgilendirmeyen (veya faydası olmayan) şeyden uzaklaş. Düşmanından çekin. Dostuna karşı, Allah'tan korkan emin kimse hariç, ihtiyatlı davran. Günahkârla arkadaş olma ve onu kendi sırrına da vâkıf kılma. İşlerinde Allah'tan korkan kimselerle istişare et.
8- Yirmi yıllık arkadaşlık akrabalıktır.
9- Gücün yetiyorsa ilişkin olan herkesten, iyilikte üstün olmaya çalış.(1)
10- Üç şey, dünya ve ahiret güzelliklerindendir: Sana zulüm edeni affetmen, seninle ilişkisini kesenle ilişki kurman ve sana karşı cahillik yapana yumuşak ve olgun davranman.
11- Zulüm üç çeşittir: Allah'ın affetmeyeceği zulüm, Allah'ın affedeceği zulüm ve Allah'ın ondan vazgeçmeyeceği (hesapsız bırakmayacağı) zulüm. Allah'ın affetmeyeceği zulüm, Allah'a şirk koşmaktır. Allah'ın affedeceği zulüm, insanın kendisiyle Allah arasında olan bir şeyde kendisine zulüm etmesidir. Allah'ın ondan geçmeyeceği zulüm ise insanlara yapılan zulümdür.
12- Kim Müslüman kardeşine yardım etmek ve ihtiyacını karşılamak için gayret göstermekten (ihtiyacı ister giderilsin, ister giderilmesin) çekinirse, günahı olan, sevap da almayacağı bir ihtiyacı karşılamak için çaba göstermeye duçar olur. Allah'ın razı olduğu yerde malını infak etmekten sakınan cimri kimse de, o malın kaç kat fazlasını Allah'ın sevmediği bir yerde sarfetmeye duçar olur.
13- Allah'ın bütün takdirleri, mü'min için hayırdır.
14- Allah-u Teâla, insanların, bir şey istediklerinde, birbirlerine ısrar etmelerini sevmez; ama onu kendisi için sever. Kendisinden bir şeyin istenilmesini ve indinde olanın ısrarla talep edilmesini sever.
15- Allah-u Teâla, her kimin batınında ona bir öğüt verici yerleştirmezse, halkın öğütleri ona fayda vermez.
16- Zahiri batınından iyi olanın, (amel) terazisi hafif olur.
17- Nice insanlar var ki, biriyle karşılaştıklarında: "Allah, düşmanını helak etsin" derler; oysa ki onun Allah'tan başka bir düşmanı yoktur.
18- Üç kimse selam verilmez: Cuma namazına gidene, cenaze arkasında yürüyene ve hamamda olan kimseye.
19- İlminden faydalanılan alim, yetmiş bin abidden daha üstündür.
20- İnsan, kendisinden üsttekini kıskandığı ve kendisinden aşağıdakini de küçümsediği sürece alim sayılmaz.
21- İmam aleyhi's-selâm: "Allah'a isyan eden, O'nu tanımamıştır." buyurup şu manzumeyi okudular:
Sevdiğini söyler, isyan edersin O'na
Acayip bir iştir bu, andolsun ki canına
Sevgin gerçek olsaydı, itaat ederdin O'na
Çünkü aşık maşukun, sözünden çıkmaz asla.
22- Dünya malına yeni kavuşmuş bir kimseye muhtaç olmak, yılanın ağzındaki paraya muhtaç olmaya benzer; bir taraftan ona muhtaçsın, diğer taraftan ise tehlikedesin.
23- Üç haslete sahip olan, onların vebalini (cezasını) çekmedikçe ölmez: Zulmetmek, sıla-i rahmi kesmek ve yalan yere yemin etmek ki, Allah'a karşı savaşmaktır. Sevabı çabuk ulaşan itaat, sıla-i rahimdir. Bazı insanlar facir olur, (ama) ilişkileri ve birbirlerini sevmeleri sebebiyle mal ve servetleri artar. Yalan yere yemin etmek ve sıla-i rahmi kesmek (akrabalara kötü davranmak) yurtları harabeye dönüştürür.
24- Marifetsiz yapılan amel kabul olmaz; amelsiz de marifet olmaz. Kim (Allah'ı) tanırsa, marifeti, onu amel etmeye sevkeder; marifeti olmayanın ameli kabul olmaz.
25- Allah-u Teâla yaratıklarından bazılarını hayır ehli kılmış, hayır işi onlara sevdirmiş, hayır talep edenleri onlara yöneltmiş, yağmuru göndermekle kurak yeri ve ehlini diriltmeyi kolaylaştırdığı gibi iyi işleri yapmayı da onlara kolaylaştırmıştır. Allah-u Teâla, yaratıklarından bazılarını da hayır işe düşman kılmış, hayırı ve hayır işi yapmayı da onlara sevdirmemiş, hayır talep edenlerin onlara yönelmesini yasaklamış ve bazen kurak yeri ve ehlini helak etmek için yağmurunu oradan esirgediği gibi, hayır bir iş yapmayı da onlara yasaklamıştır; Allah’ın affettiği ise daha çoktur.
26- Kardeşinin (sana karşı) kalbindeki sevgisini, kalbindeki (ona karşı) sevginle tanı.
27- İman, sevgi ve buğzdan ibarettir.
28- Bizim şiamız, ancak Allah'tan çekinen ve O'na itaat eden kimselerdir. Şiiler ancak tevazu, huşu ve emaneti eda etmek, Allah'ı çok anmak, oruç tutmak, namaz kılmak, anne ve babaya iyilikte bulunmak, fakir, borçlu ve yetim olan komşuların karşısında kendilerini sorumlu bilmek, doğru konuşmak, Kur'ân okumak ve insanlar hakkında iyilikten başka bir şey söylememekle tanınırlar ve onlar kendi kavimlerinin emin insanlarıdırlar.
29- Dört şey hayır hazinelerindendir: İhtiyacı gizlemek, sadakayı gizlemek, ağrıyı bildirmemek ve musibeti söylememek.
30- Dili gerçeği söyleyenin, ameli temiz olur. Niyeti iyi olanın, rızkı çoğalır. Ailesine karşı güzel davrananın ise ömrü uzar.
31- Sakın tembellik ve sabırsızlık etme. Çünkü bunlar her şerrin anahtarıdır. Tembellik eden hiçbir hakkı eda edemez. Sabırsızlık eden de hiçbir hakka dayanamaz (biraz sinirlenmekle haktan el çeker).
32- Kim Allah’a iman etmek, kardeşine vefalı kalmak ve Allah'ın rızasını talep etmek üzere Allah yolunda bir kimseyle kardeş olursa, Allah'ın nurundan bir ışık, azabından bir aman (güvence), kıyamette kendisini kurtarıcı bir delil, kalıcı bir izzet ve yüce bir şân kazanmış olur. Çünkü mü'min, ne Allah'a ektir ve ne de O'ndan kopuktur. "Bu sözün manası nedir?" dediklerinde, İmam şöyle buyurdu: "Ek değildir" yani o, Allah değildir. "O'ndan kopuk değildir" yani o, başkasından değildir."
33- Kişinin başkasında gördüğü bir ayıbı kendisinde görmemesi, terkedemediği bir şeyle başkasını ayıplaması ve kendisini ilgilendirmeyen bir şeyle arkadaşını incitmesi, kendisini aldatması için yeterlidir.
34- Tevazu; makamından aşağı olan bir yerde oturmaya razı olman, karşılaştığın herkese selam vermen ve haklı olsan bile münakaşayı terketmendir.
35- Mü'min, mü'minin kardeşidir; mü'min kendi kardeşine ne küfureder, ne onu iyilikten mahrum bırakır ve ne de ona su-i zanda bulunur.
36- İmam aleyhi's-selâm oğluna buyurdular ki: Hakka tahammül et; çünkü hak olan yerde bir şeyi esirgeyen, onun iki katını batılda harcar.
37- Kime ahmaklık verilmişse, iman ondan uzaklaştırılmıştır.
38- Allah-u Teâla çirkin söz söyleyen, ağzı bozuk adamı sevmez.
39- Allah-u Teâla'nın, geçimde darlık ve ibadette gevşeklik gibi, vücut ve kalp hakkında cezaları vardır. Hiç kimse, katı kalplilikten daha büyük bir cezaya uğramamıştır.
40- Kıyamet gününde bir çağrıcı: "Sabredenler nerededir?" diye çağrıda bulunur. İnsanlardan bazı gruplar ayağa kalkar. Daha sonra: "Mütesabbirler (kendilerini sabretmeye zorlayanlar) nerededir?" diye çağrıda bulunur; yine insanlardan bazı gruplar ayağa kalkar. “Canım sana feda olsun, "sabreden" ve "mütesabbirler" kimlerdir?” diye sorduğumda, İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Sabredenler", farzları eda etmeye tahammül eden, "mütesabbirler" ise haramları terketmek için kendilerini sabretmeye zorlayan kimselerdir.
41- Allah buyuruyor ki: "Ey Ademoğlu! Haram kıldığım şeylerden kaçın. Böyle yaparsan insanların en takvalısı olursun.
42- En üstün ibadet, karın ve fercin (ırzın) iffetidir. (Onları haramdan korumaktır).
43- Hoş davranış ve güler yüzlülük, sevgiye yol açar ve Allah'a yakınlaşmaya vesile olur. (Nitekim) asık surat ve ekşi çehreli olmak da nefrete yol açar ve Allah'tan uzaklaşmaya sebep olur.
44- Yaptığım ilk iyiliğin korunup kalpte yerleşmesi için ardından başka bir ihsanda (iyilikte) bulunmam kadar, muhabbet ve dostluğu kazandıracak bir vesilem yoktur. Çünkü sonraki ihsanları esirgemek, önceki ihsanlara yapılacak teşekkürleri de keser. (Önceki ihsanlara karşı teşekkür eden, sonraki esirgemelerden dolayı nankör olur.) İhtiyaçları henüz yeni iken karşılamamaya, gönlüm razı olmaz.
45- İman ve hayâ aynı köke uzanmaktalar; biri giderse diğeri onu izler.
46- Bu dünya, hem iyi ve hem de kötü insanlara verilir. Ama Allah-u Teâla, bu dini sadece özel kullarına verir.
47- İman, ikrar ve ameldir. İslam ise yalnız ikrardır.
48- İman, kalpte olan şeydir. İslam ise sadece, evlenme, miras ve canın korunması gibi İslam'ın zahiri hükümlerinin uygulanmasına vesile olur. İman İslam'la ortaktır; ama İslam imanla ortak değildir.
49- Kim bir hidayet kapısını (halka) tanıtırsa (iyi bir gelenek meydana getirirse), onunla amel edenlerin sevabı miktarınca ona sevap yazılır ve onların sevabından da bir şey eksilmez. Kim de bir sapıklık kapısını halka tanıtırsa (kötü bir gelenek oluşturursa), o sapıklıkla amel edenlerin tümünün cezası kadar cezası olur ve onların cezasından da bir şey eksilmez.
50- Dalkavukluk ve haset, mü'minin ahlakından değildir. Ama ilim tahsil etmek uğrunda olursa sakıncası yoktur. (Yani muallime dalkavukluk yapmanın ve ders arkadaşına gıbta etmenin sakıncası yoktur.)
51- Bilmediği bir şey hakkında kendisine soru sorulan alimin, "Allah daha alimdir" demesi uygundur. Ama alim olmayan bir kimsenin böyle demesi uygun değildir. (Diğer bir rivayette de İmam Bâkır aleyhi's-selâm bu konuda şöyle buyurmuştur. "Alim olmayan bir kimse soru soranın kalbinde şüphe uyandırmamak için açıkça "bilmiyorum" demelidir.")
52- İlk Arapça konuşan şahıs, Hazret-i İbrahim'in oğlu İsmail (aleyhimes selam)'dır. Hazret-i İsmail o sırada on üç yaşındaydı; ilk önce anne ve babasının lisanıyla konuşuyordu. İlk Arapça’yı o konuşmuş ve kurbanlık olan da o olmuştur (kardeşi İshak değil).
53- Amel ettiğinizde, sultan ve şeytanın şerrini sizden uzaklaştıran bir şeyi size öğreteyim mi? Ebu Hamza: "Evet, buyurun amel edelim." dediğinde, İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Sabah erken sadaka verin. Zira bu amel şeytanın yüzünü karartır ve o gün zalim sultanın şerrini sizden engeller. Allah için sevmeye, Allah için dost olmaya ve hayır amellerde yardımlaşmaya önem verin. Çünkü bunlar, sultan ve şeytanın kökünü kurutur. Mağfiret dilemekte ısrar edin; çünkü bu, günahları mahveder.
54- Gerçekten bu dil, her hayır ve şerrin anahtarıdır. Mü'minin, altın ve gümüşüne mühür vurduğu gibi diline de mühür vurması uygundur. Zira Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih: "Allah, dilini her şerden koruyan mü'mine rahmet etsin. Gerçekten bu amel, kendisi için verdiği bir sadakadır." diye buyurmuştur. Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Hiç kimse dilini korumadıkça günahtan kurtulamaz.
55- Kardeşinle ilgili Allah'ın gizlediği bir şeyi açığa çıkarmak gıybettir. Ama sinirli ve acelecilik gibi zahiri sıfatlarını söylemek sakıncasızdır. İftira ise kardeşinde olmayan bir şeyi (yalanla) söylemendir.
56- Kıyamet günü, pişmanlığı herkesten daha fazla olan, doğru yolu açıklayıp o yolda gitmeyen kimsedir.
57- Takvalı, çalışkan ve doğru konuşan olun. Emaneti sahibine geri çevirin; ister sahibi iyi adam olsun ister kötü. Eğer Ali ibn-i Ebi Talib aleyhi's-selâm'ın katili bile bana bir emanet verirse, onu kendisine geri veririm.
58- Sila-i rahim, amelleri temizler, malları artırır, belayı uzaklaştırır, hesabı kolaylaştırır ve eceli erteler (ömrü uzatır).
59- Ey insanlar! Siz bu dünyada, ölüm oklarının hedefisiniz. Hiçbir kimse ömründen bir gün geçmeksizin yeni bir güne ulaşmıyor. Bu dünyada boğaz tıkamayacak bir lokma var mıdır? Nefes yolunu tıkamayacak bir yudum su var mıdır? Göçüp gideceğiniz yurdu bayındır edin. Zira bugün ganimettir; yarının kimin olacağını bilmiyorsun. Dünya ehlinin tümü yolcudurlar; yüklerinin düğümlerini diğer cihanda çözeceklerdir. Bizler elimizden çıkan köklerin (babaların) dallarıyız. Kök olmadıktan sonra dal ne kadar baki kalabilir? Ömür ve arzuları sizden daha fazla olanlar nerededir?! Ey Ademoğlu, geri çeviremeyeceğin (ölüm) peşine takılmış ve geri dönmesi de imkansız olan (ömür) elinden çıkmıştır. Geçici hayatı, hayat sayma. Çünkü seni ecel ve ölüme yaklaştıran lezzetten başka ondan sana bir nasip kalmaz. Nerdeyse sen de kaybedilen bir dost ve cansız bir gövde olmuşsun. Kendini düşün ve onun haricindeki her şeyi terket; Allah'tan yardım dile, Allah da sana yardım etsin.
60- Kim kendisine yapılan iyilik miktarınca iyilik yaparsa, o iyiliği telafi eder. Kim bir o kadar daha eklerse şâkir olur (hakkınca teşekkür eder.) Kim de (yapılan ihsana karşı) teşekkür ederse kerim olur. Kim yaptığı her iyiliği, kendisine yapmış olduğunu bilirse, halkın teşekkürünü ve ona karşı dostluk ve muhabbetlerinin çoğalmasını beklemez. Öyleyse kendine yaptığın ve onunla kendi haysiyetini koruduğun ihsan karşısında başkasının övgüsünü umma. Bil ki ihtiyacının karşılanmasını isteyen kimse, sana ağız açmakla kendi haysiyetini korumamıştır; öyleyse sen, onun ihtiyacını karşılamakla kendi haysiyetini koru.
61- Yolculuğa çıkanın, ailesine hediye vaat etmesi gibi, Allah da mü'min kuluna belayı vaat ediyor (mü'min kulunu bela ile kötülüklerden koruyor). Doktor hastayı perhiz ettirdiği gibi, Allah da mü'min kulunu, dünyadan perhiz ettiriyor.
62- Allah dünyayı hem sevdiğine ve hem de sevmediğine verir; ama dinini ancak sevdiğine verir.
63- Ali aleyhi's-selâm'ın şiası, velayetimiz yolunda mallarını birbirlerinden esirgemeyen, sevgimizle birbirlerini seven, emrimizi (Şia esaslarını) diriltmek için birbirlerini ziyaret eden, sinirlendiklerinde zulüme yönelmeyen, hoşnut olduklarında israf etmeyen, komşularına bereket olan ve muaşeret ettikleri kimselerle de sulh-u sefa içerisinde bulunan kimselerdir.
64- Tembellik, hem dine, hem de dünyaya zarar verir.
65- Eğer suâl eden (bir şey isteyen), suâl etmenin ne kadar kötü olduğunu bilseydi hiç kimse, başkasından bir şey istemezdi. Eğer kendisinden bir şey istenilen kimse de, vermemenin ne kadar kötü olduğunu bilseydi, hiç kimse diğerini reddetmezdi.
66- Allah-u Teâlan'ın bazı kulları uğurlu ve kolaylık çıkarıcıdırlar; kendi geçimlerini sağlar ve halk da onların sayesinde rahatça yaşar. Onlar kullar arasında yağmur gibidirler. Allah'ın, bazı kulları da mel'un, zorluk çıkarıcı ve hayırsızdırlar. Ne kendileri rahat yaşar ve ne de elleri altında olan insanlar rahat yaşar. Bunlar, Allah'ın kulları arasında, önlerine çıkan her şeyi yok eden (yiyip bitiren) çekirgeye benzerler.
67- Halkın size söylemesini sevdiğiniz en güzel sözü, onlara söyleyin. Allah, lanetleyen, söven, dokunaklı söz söyleyen, çirkin söz konuşup küfreden ve ısrar ederek diğerinden bir şey isteyen, başkasına ağız açan bir kimseyi sevmez. Ama hayâlı, olgun ve (çirkin şeylerden) kaçınan iffetli kimseyi sever.
68- Allah-u Teâla, (insanın) herkese selam vermesini sever.(2)
_____________
1- Gerçekten bu gibi nurlu cümlelerin üzerinde iyice düşündüğümüzde, Ehl-i Beyt (a.s)’ın amel ve sözleriyle bizi esenlik dolu bir hayata davet ettiklerini iyice anlarız. İnsan hayatı boyunca sürekli olarak yüzlerce, hatta binlerce insanla ilişki içerisindedir; İmam aleyhi’s-selâm buyuruyor ki: Sizinle ilişkisi olan her insana, sizin iyiliğinizin daha fazla olmasına çalışın; yani gücünüz yetiyorsa iyilik yapmak yönünden, hizmet yönünden ondan üstün olmaya çalışın. Ehl-i Beyt (a.s) sadece bu gibi nurlu ahlakî ilke ve prensipleri açıklamakla kalmamış, pratikteki en güzel örneğini de bizzat kendileri sergilemişlerdir. Bunun içindir ki, akide, ahlak, amel ve toplumsal ilişkilerimizi doğru esaslar üzere bina etmede kurtuluş gemisi olan Ehl-i Beyt’e muhtacız. Evet sadece onları tanımak sayesindedir ki, Allah’ın, haklarında saadet yazdığı kimseler kurtuluş yolunu bulur ve saadete kavuşurlar.
2- Tuhaf'ul-Ukul'dan naklen
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
AlevîGenç
Mesajlar: 80
Kayıt: 15 Oca 2007, 15:15
Konum: alevigenc@yolunakurban.com

Mesaj gönderen AlevîGenç »

İMAM BAKIR(A.S) VE RAHİBİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Günün birinde İmam Bakır oğlu imam Sadık (a.s) ile birlikte sürgün mahalli olan Şam'da evden çıkarak çarşıya vardılar. Çarşıda büyük bir kalabalığın olduğunu gören İmam Bakır (a.s) orada duran birine, "Ne olmuş, bu insanlar neden burada toplanmışlar?" diye sordu. O şahıs şöyle dedi: "Bunlar Hristiyanların abid ve keşişleridir. Bunların yılda bir defa merasimleri vardır. Bunların büyük bir abid ve alim rahibleri vardır. Şu dağın tepesinde bir tapınakta yaşıyor. Her yıl böyle bir günde bir araya gelip bu büyük rahiplerini ziyaret ediyorlar. Hem onu ziyaret ediyorlar ve de bir yıl boyunca karşılaştıkları soruları ona soruyorlar. Bunlar bu büyük rahibin Hz.Mesih'in öğrencilerinin zamanını da derkettiğine inanıyorlar."
İmam Bakır, "Eğer bize engel olmazlarsa biz de bu cemiyet ile birlikte o büyük rahibi görmeye gideriz." dedi Hiç kimse onlara engel olmayınca İmam Bakır tanınmamak için başını bir parçayla sardı ve o cemiyetle birlikte büyük rahibi görmeye gitti. Keşişler tapınağın dışına bir sergi serdiler. O büyük rahibi tapınağın içinden çıkararak o sergini üzerine oturttular. Bu büyük rahib o kadar yaşlanmıştı ki artık yürüyecek kudreti kalmamıştı. Gözleri, beyaz ve uzun kaşları altından orda olanlara bakıyordu. Keşişler onun etrafını sarmışlardı.
Casuslar zamanın halifesi olan Hişam b. Abdulmelik'e İmam Bakır'ın büyük rahibi ziyaret etmeye gittiğini haber verdiler. Hişam da gizliden birini oraya göndererek orda olanları kendisine haber vermesini istedi. İmam Bakır'ın güzel ve nurani çehresi Büyük rahibin dikkatini çekmişti. Rahib onca insan arasında İmam Bakır'a dönerek şöyle dedi: "Sen mesihi misin (Hrıstiyan), yoksa İslam ümmetinden misin?"
Hazret, "Ben islam ümmetindenim." dedi. Rahib, "Bu ümmetin cahillerinden misin, yoksa alimlerinden misin?" diye sordu.
İmam, "Cahil değilim." diye cevab verdi. İmam'ın zahiri azametini derkeden rahib manevi azametini de derketmek için Hazrete "Senden bir takım şeyler sormak istiyorum. Yoksa sen mi sormak istersin?" diye söyledi. İmam, "Sen sor, her ne istersen sor, ben sana cevap veririm." Dedi.
Rahib şaşkınlık içinde cemiyete dönerek, "Muhammed'in ümmetinden birinin böyle cesur olması ve istediğin soruyu sor, ben cevap vereyim demesi gerçekten de ilginç bir şey! O halde bundan bir takım sorular soralım."
Rahib ilk soruyu sordu: "Ey Allah'ın kulu, ne geceden ve ne de gündüzden sayılmayan saat hangi saattir?"
İmam,"Sabah ezanından güneş doğuncaya kadar olan saatlerdir." diye cevap verdi. Rahib, "Bu saat ne gecedendir ve ne de gündüzden, o halde bu saat hangi saatlerdendir?" diye sordu. İmam Bakır (as) şöyle cevab verdi: "Bu saatler cennet saatlerindendir. Bu saatlerde hastalar şifa bulmaktadır. Allah-u Teala bu saatleri kıyamet, ilahi nesab ve kitab endişesi olanlar için çok tatlı ve şirin anlar olarak karar kılmıştır. Şaki ve kör kalpli olanlar ise bu saatlerden mahrumdurlar. (Gaflet uykusundadırlar)"
Rahib, "Dediklerin doğrudur." diye cevab verdi. Rahib daha sonra da su soruyu sordu: "De bakayım siz "cennet ehli cennete gidince orada çeşit çeşit yiyecekler yemekte ama medfu ve idrar etmemektedirler." diyorsunuz. Bunun bu dünyada da bir benzeri vaki olmuş mudur?" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Evet, bunun bu dünyada da bir benzeri vardır. Bunun misali anne rahmindeki cenindir. Orada cenin ne yerse bedeninin bir parçası olmakta, asla def etmemektedir.”
Rahib, "Dediklerin doğrudur. Şimdi de de bakayım, siz cennette Tuba ağacı adında bir ağacın olduğunu söylüyorsunuz. Bu ağacın bir çok meyvası varmış." Cennet ehli her ne kadar o meyvalardan yese ondan asla bir şey eksilmez" diyorsunuz. Bunun da bu dünyada bir benzeri var mıdır?" diye söyledi. İmam Bakır (a.s) şöyle cevap verdi; "Bunun da dünyadaki misali, dünyadaki çırağdır. Siz sayısız çırağları bu çırağdan yandırsanız asla bu çırağın aydınlık ve nuru eksilmez."
Rahib imamın cevabı karşısında şaşırıp kaldı. Sonunda cemaate dönerek şöyle dedi: "Şimdi bundan o kadar zor bir soru soracağım ki asla cevab veremeyecek." Sonra da hazrete şöyle dedi: "İki kişi aynı anda annesinden doğmuş (Yani ikizdirler) ve aynı anda da ölmüşlerdi. Ama öldüklerinde biri elli yaşında diğeri ise yûzelli yaşında idi. Bu iki kişi kimdir ve hikayeleri nasıldır?"
İmam(a.s) şöyle cevap verdi: "Bu iki kişi Uzre ve Uzeyr adında iki kardeş idiler. Annelerinden ikiz olarak dünyaya geldiler. Tam otuz yıl birlikte yaşadılar. Birgün Uzeyr evleri viran olmuş ve ahalisi ölmüş bir köyden geçti. İnsanların çürümüş kemiklerini görünce aklına Allah'ın bu çürümüş kemikleri yeniden nasıl dirilteceği sorusu takıldı. Allah-u Teala da bir peygamber olan bu kuluna ölülere diriltmenin Allah için çok kolay bir iş olduğunu göstermek istedi. Allah-u Teala onun ruhunu aldı. Tam yüz yıl onu öylece bıraktı. Öyle ki tüm kemikleri çürümüş, un ufak olmuştu. Sonra Allah onu diriltti. Bir melek, "Ne kadar yattın?" diye sordu. O,"Bir gün veya bir kaç saat" diye cevap verdi. Melek ona şöyle dedi: "Sen yanılıyorsun. Sen tam yüz yıldır burada yatıyorsun." O da böylece dünyaya geri döndü ve kıyametin hak olduğuna yakin etti (mütmain oldu). Sonra yirmi yıl daha kardeşiyle yaşadı ve bilahare bir günde her ikisi de birlikte vefat ettiler. Böylece Uzeyr elli yıl, Uzre ise yüzelli yıl yaşadı."
Rahib son sorusunu şöyle sordu: "Bir baba ile oğlu hayatta iken oğlu tam yetmiş yıl babasından büyük idi. Bu nasıl olur?"
İmam Bakır (a.s) şöyle dedi: "Bu da Uzeyr peygamberdir. Uzeyr, Allah'ın emriyle can verince hanımı hamile idi. Uzeyr yüz yıl sonra dünyaya geri gelince (Ki otuz yaşın da idi) oğlu tam yüz yıl yaşamış idi.
Rahib imamın ilmi karşısında kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelince de Hazrete kim olduğunu sordu. Hazret de peygamberin evlatlarından olduğunu söyledi. Rahib ordakiler dönerek şöyle dedi: "Bu zat Şam'da olduğu müddetçe tüm sorularınızı ondan sorun. Artık benim yanıma gelmeyin. Beni tapınağıma geri götürün."
Bazıları ise şöyle nakletmışlerdir: "Bu büyük rahib İslam'ı kabul etti. Oradaki keşiş ve abidler de ona uyarak müslüman oldular.”
Bu olayı duyan Hişam imam'ın halk arasında git gide çoğalan azamet ve değerini görünce korkuya kapılarak Hazreti hapsettirdi. Bu vesileyle Allah'ın nurunu söndürebileceğini sanmıştı. Hişam'ın uşakları hazreti yakalayarak zindana attılar. Ama bir müddet sonra zindandakilerin de İmam'a meylettiklerini ve hazretin etrafına toplandıklarını haber alınca İmam Bakır'ı ve oğlu İmam sadık'ı (a.s) Medine'ye geri dönderdi. Ama İmam Bakır'ın bir sihirbaz olduğunu ve bu sebeble hiç kimsenin ona yaklaşmaması gerektiğini etrafa yaydılar. Daha sonra da Hişam'ın emri üzere Medine valisi imam'ı zehirleterek şehit etti.


Kaynak:
(İbretli Öyküler S. 130-135 / Hikayeler ve ibretler C.9 S.131 -141 / Es-Seyyid Haşim el-Behrani “Medinet’ül Meaciz”)

Allah'ın ve tüm yaratılmışların laneti zalimlerin ve onların kapıkulu uşaklarına olsun. Allah bizleri dünya ve ahirette Kur'an ve Ehl-i Beytin yolundan ayırmasın.
Muhammedî
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Muaviye
Mesajlar: 11
Kayıt: 24 Ağu 2010, 22:34

Re: İmam M. Bakır'ın Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen Muaviye »

Bu gencin siması aynen Resulullah (s.a.a)'in siması gibidir."


Hz Muhammed bakır Resulullah a benziyor muydu
yüzü Hz Muhammed e benziyor muydu
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön