İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

30- İmam Hüseyin (a.s)'ın Hz. Yahya'yı Anması

İmam Seccad (a.s)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"İmam Hüseyin (a.s)'ın mukaddes huzuruna müşerref olduğum her konakta, babam, Hz. Yahya b. Zekeriya'dan ve onun öldürülme şeklinden bahsediyordu. Bir gün buyurdular ki:
"Dünyanın hor ve hakirliğinin alametlerinden biri de, Hz. Yahya (a.s)'ın mutahhar (temiz, pak) başının, İsrail oğullarının zina zadelerinden birine hediye olarak götürülmesidir."[33]
(İmam (a.s) bu sözüyle, kendi başının da zina zadelerden birine götürülmesini anlatmak istemiştir.)

(Keşf ul Ğumme, c.2, s.9)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

31- Hz. Mehdi (a.f)'den Haber Vermesi

Abdurrahman b. Selît, İmam Hüseyin (a.s)'dan şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Bizden on iki Mehdi vardır. Onların evveli Hz. Ali b. Ebi Talip'tir ve sonuncuları ise, benim dokuzuncu göbekten evladımdır. O, hak üzere kıyam edecek bir İmamdır. Allah yeryüzünü, zulüm ve fesatla öldükten sonra, O'nun vesilesiyle diriltecek ve müşrikler istemeseler de, İslam dinini bütün dinlere galip kılacaktır. O'nun bir gaybet dönemi olacaktır. O dönemde birçok insanlar dinden yüz çevirecek ve bir grup insanlar da hak din üzerinde sabit kalacaklar. Bazıları (yermek için) onlara: "Eğer doğru söylüyorsanız, Mehdinizin zuhuru ne zamandır?" diyecekler. Bilin ki, O'nun gaybet döneminde, dinsizlerin yalanlarına ve eziyetlerine tahammül ederek kendi inançlarında sabit kalanlar, Resulullah (s.a.a)'in yanında kılıçla cihat eden kimseler gibidirler."

(Kemal'ud-Din, c.1, s.317, h.3)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HUSEYN (A.S)'DAN NAKLEDİLEN DUALAR

ARAFE DUASI

Arefe günü okunan meşhur dualardan biri de Seyyid-i Şuheda İmam Hüseyin'in (a.s) duasıdır. Galib Esedî'nin Bişr ve Beşir adındaki iki oğlu şöyle rivayet etmişlerdir: Arefe günü -Arafat'ta- İmam Hüseyin'in (a.s) huzurundaydıdık; İmam (a.s), beraberinde ailesi, çocukları ve takipçilerinden bir grup olduğu halde gayet huşu ve vakar içerisinde çadırından dışarı çıkıp Arafat dağının sol tarafında durarak yüzünü Ka'be'ye çevirdi ve yiyecek isteyen bir sail gibi ellerini yüzünün hiza-sına kaldırarak şu duayı okumaya başladı:

* "Hamd Allah'a mahsustur; öyle bir zattır ki O'nun hükmünü geri çeviren, verdiğini engelleyen olmaz. Hiçbir zanaatçının yaptığı O'nun yaptığı şey gibi değildir. O, büyük cömerttir. Her çeşit mahluk yaratarak hikmetiyle yarattıklarını sağlam kıldı. Hiçbir sır O'na gizli kalmaz. Onun katında emanetler (ameller) asla zayi olmaz. Herkesi yaptığına karşılık mükafatlandıran; kanat edenin işini düzene koyandır; kendisine yakarana merhamet eden, -kullarına- yararlı şeyleri ve kapsamlı Kitab'ı (Kur'an'ı) yayılan nuruyla indirendir. Duaları duyan (kabul eden), kederleri gideren, dereceleri yükselten ve zorbaların kökünü kazıyandır. O'ndan başka ilâh yoktur. Hiçbir şey O'na denk olamaz. Eşi ve benzeri yoktur. İşitendir, görendir, latif ve habirdir (hiçbir şey O'na gizli kalmaz ve her şeyin inceli-ğinden haberdardır, agâhtır).
* Allah'ım! Ben sana yöneliyorum; rabbaniyetine şehadet ediyor ve ikrar ediyorum ki, Rabb'im sensin, dönüşüm sanadır; ben anılacak bir şey değilken kendi nimetinle beni var ettin. Beni topraktan yarattın; sonra beni sulplere yerleştirdin. Beni -var olmamı engelleyebilecek- her türlü vakıa, dönemlerin ve yılların değişimi ve olaylarından korudun.
Böylece asırlar boyu beni baba sulbünden anne rahmine aktardın. Şefkat, lütuf ve ihsanınla beni, senin ahdini bozan ve peygamberlerini yalanlayan küfür ve dalalet önderlerinin saltanat sürdükleri bir zamanda dünyaya getirmedin. Sen beni, senden şefkat ve bana da lütuf olsun diye, hidayette benden öne geçenlerin (Hz. Muhammed'in -s.a.a-) zamanında dünyaya getirdin, hidayetini bana kolaylaştırdın ve bu hidayetle beni yoğurdun. Bundan önce de, güzel yaratılışın ve bol nimetlerinle bana şefkat gösterdin. Beni -ikinci merhalede- nütfeden yarattın. Et, kan ve deriden ibaret olan üç zulmet arasına yerleştirdin. Yaratılışımı bana göstermedin ve bu hususta bana hiçbir şey bırak-madın. Sonra beni, önceden gerçekleştirdiğin hidayet için tam ve mükemmel bir yaratılışla dünyaya getirdin. Beşikte küçük bir çocuk iken beni her türlü tehlikeden korudun. Beni, en temiz gıda maddesi olan anne sütüyle rızıklandırdın. Koruyucuların kalplerini bana şefkatli kıldın. Şefkatli anneleri beni korumakla görevlendirdin, her türlü tehlike ve cinlerin nüfuzundan beni muhafaza ettin.
* Beni kusur ve noksanlıktan salim kıldın. Şanın yücedir ey Rahim ve Rahman; konuşmaya başladığımda bana bol nimetlerini tamamladın, her geçen yıl beni daha fazla eğittin; yaratılışım kemale ulaşıp aklım mutedil olunca, hüccetini bana farz kıldın; şöyle ki seni tanımayı kalbime ilham ettin ve beni kendinin ilginç hikmetlerine hayran bıraktın. Gökte ve yerde yarattığın varlıklar hakkında beni şuurlandırdın, bilinçlendirdin. Bana, şükrünü ve zikrini yerine getirmeği tembih ettin; sana itaat ve ibadet etmeği üzerime farz kıldın. Bana peygamberlerinin vasıtasıyla gönderdi-ğin hakikatleri anlama gücü verdin. Rıza ve teslim makamını kabul-lenmeyi (bu makama ulaşmayı) bana kolaylaştırdın. Bu hususlarda, bana yardım edip lütufta bulunarak üzerime minnet bıraktın. Sonra beni en üstün topraktan yaratınca, benim için sadece bir çeşit nimete razı olmadın; en yüce lütufla ve sonsuz ihsanınla çeşitli geçim vesileleri, nimet ve yiyeceklerle beni rızıklandırdın. Bana tüm nimetlerini tamam-layıp benden bütün belaları uzaklaştırdığında yine de cehaletim ve sana karşı cüretim, beni sana yaklaştıracak vesileyi bana göstermene ve beni, katına yaklaştıracak şeye muvaffak etmene engel olmadı. Seni çağırdığımda bana icabet ettin, hacet istediğimde hacetimi verdin, sana itaat ettiğimde beni mükafatlandırdın, şükrettiğimde bana nimetini artır-dın. Bütün bunların nedeni bana nimetini tamamlayıp lütufta bulunman-dır. Sen her türlü kusur ve noksanlıktan münezzehsin, münezzehsin; varlıkları yaratan ve meydana getiren ve tekrar kendine döndüren sensin. Hamda lâyık olan sensin; şanın yücedir; isimlerin mukaddestir; nimetlerin büyüktür.
* Allah'ım! Hangi nimetini sayabilirim, hangisini hatırlayabilirim?! Veya hangi bağışlarının şükrünü yerine getirebilirim?! Ey Rabb'im! Senin bana nimetlerin, sayanların sayıp bitiremeyeceği ve bilmek isteyenlerin bilemeyeceği kadar çoktur. Allah'ım! Benden giderdiğin ve uzaklaştırdı-ğın zorluk, zarar ve ziyanlar, sahip olduğum nimet ve afiyetten de çoktur.
İlahi! Ben imanımın hakikatiyle, kalbimde yer eden yakinle, ihlaslı tevhidimle, içimde saklı hakikatlerle, gözümün nurunun mecrasının bağ-larıyla, anlımın safhasının hatlarıyla, solunum yolumun delikleriyle, bur-numun yumuşak kemiğiyle, kulak perdemin ses algılayan organıyla, dudaklarımın içinde gizli olan şeyle, dilimin ses hareketiyle, üst ve alt çenemin irtibat merkezleriyle, dişlerimin çıktığı yerlerle, yiyecek ve içeceklerimi tatma duyumla, beynimi kapsayan kafatasımla, boyun damarlarımla, göğüs kafesimin kapsadığı organlarla, şah damarımla, kalbimin perdesinin avizesiyle, ciğerimin kenarına bitişen parçalarla, kaburgalarımın kapsadığı şeylerle, kaslarımın bağlandığı yerle, uzuvla-rımın açılıp kapanışıyla, parmaklarımın ucuyla, etimle, kanımla, saçımla, derimle, sinirimle, bağırsağımla, kemiğimle, beynimle, damarlarımla, tüm uzuvlarımla ve bebek oluşumdan itibaren oluşan uzuvlarımla, yeryüzünün benden aldığı şeylerle, uykumla, uyaklığımla, sükunetimle ve yine rüku ve secdelerimin hareketleriyle tanıklık ediyorum ki, eğer asırlar boyu yaşasam ve senin nimetlerinden birinin şükrünü yerine getirmeye çalışsam, yerine getiremem; bunu ancak seni lütfünle yerine getirebilirim ki bunun kendisi de yeni, ebedi ve köklü bir şükrü gerektirmektedir.
* Evet, ben ve sayanlar senin geçmiş ve gelecek nimetlerini sayma-ya veya nimetlerinin zamanlarını hesaplamaya çalışsak hiçbir zaman sayamayız. Ben kim senin nimetlerini saymak kim? Oysa sen konuşkan Kitab'ında ve sadık haberinde, "Allah'ın nimetlerini saymaya çalışsanız, sayıp bitiremezsiniz" buyurmuşsun.
* Allah'ım! Peygamberlerin ve elçilerine iblağ edilen ve vahiyle onlara indirdiğin ve bu vasıtayla dini onlara yasadığın Kitab'ın ve haberlerin doğ-rudur. Ancak ben tüm çabam ve gayretimle kapasitemce inanarak ve ya-kin ederek diyorum ki: Hamd ve övgü, kendine miras alacak bir evlat edinmeyen, yaratılışta kendisine muhalefet edecek mülkünde ortağı olmayan ve dünyayı yaratışında kendisine yardım edecek bir yardımcısı olmayan Allah'a mahsustur. Münezzehtir, münezzehtir -çocuğu ve ortağı olmaktan-. Eğer o ikisinde -gökte ve yerde- Allah'tan başka bir ilâh olsaydı, fesat çıkardı ve dağılırlardı.
Tek, bir, ihtiyacı olmayan, doğmayan ve doğrulmayan, eşi ve benzeri olmayan Allah münezzehtir. Allah'a hamdolsun; öyle bir hamd ki yakın-laştırılmış meleklerin ve gönderilmiş peygamberlerin hamdına denktir. Allah'ın salat ve selamı seçtiği kulu, peygamberlerin sonuncusu Muham-med'e ve onun tertemiz, arınmış ve muhlis kılınmış Ehl-i Beyt'ine olsun."
* "Allah'ım! Seni görüyormuşum gibi beni kendinden korkut ve beni takvayla saadete kavuştur; sana karşı günah işleyerek kalbimi katılaş-tırma, takdirlerinde bana hayır ve bereket ver ki geciktirdiğin şeyin bana acele verilmesini ve acele verdiğin şeyin de geciktirilmesini istemeyeyim. Allah'ım! Nefsime zenginlik, kalbime yakin, amelime ihlas, gözüme nur, dinimde basiret ve bilinç ver ve azalarımı güçlü kıl, kulağımı ve gözümü (işiten ve gözümün nuru çocuklarımı) benim iki mirasçım kıl ve hakkımda zulmedene karşı bana yardım et ve bunda intikam ve galibiyetimi bana göster ve gözlerimi aydınlat.
Allah'ım! Sıkıntımı gider, kusurumu ört, hatalarımı bağışla, şeytanımı benden uzaklaştır, zimmetimi serbestliğe çıkar (üzerimde hiçbir hak kalmasın); ve ey Rabb'im, dünya ve ahirette benim için yüksek bir derece ver. Allah'ım! Beni yaratıp, duyan ve gören yaptığın için sana hamd olsun. Beni yaratmaya ihtiyacın olmadığı halde hakkımda bir rahmet olarak beni yarattığın ve azalarımı birbirine uygun, düzgün kıldığın için sana hamdolsun. Rabb'im; beni icat ettiğin ve yaratılışımı dengeli kıldığın gibi; Rabb'im, beni yarattığın ve yüzümü güzel kıldığın gibi; Rabb'im, bana ihsanda bulunduğun ve afiyet verdiğin gibi; Rabb'im, afetlerden koruduğun ve muvaffak kıldığın gibi.
* Rabb'im, nimet verdiğin ve hidayet ettiğin gibi; Rabb'im, seçtiğin ve bütün hayırlardan verdiğin gibi; Rabb'im, beni yedirdiğin ve içirdiğin gibi; Rabb'im, ihtiyaçsız kıldığın ve hoşnut ettiğin gibi; Rabb'im, bana yardım ettiğin ve izzet verdiğin gibi; Rabb'im, bana keramet elbisesi giydirdiğin ve yarattığın şeylerden yeteri kadar bana verdiğin gibi Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine rahmet eyle ve bana zamanın sıkıntıları, gece ve gündüzün çekişmeleri karşısında yardım et. Beni dünyanın ıstıraplarından ve ahiretin kederlerinden kurtar ve yeryüzünde zalimlerin yaptıkları -kötülük-ler-den beni koru.
Allah'ım! Endişelendiğim şeylerden bana güven ver, korktuğum şeylerden beni koru, nefsimi ve dinimi koru, yolculuğumda beni koru, mal ve ailemde benden geriye salih bir evlat bırak. Bana verdiğin rızklara bereket ver. Beni kendi yanımda alçak gönüllü kıl ve halkın gözünde ise yücelt; cinlerin ve insanların kötülüğünden beni selamet kıl; günahımdan dolayı beni rezil etme, içimde gizli olan şeyden dolayı beni cezalandırma, amelimden dolayı beni (azap ve belalara) müptela etme, nimetlerini benden alma ve beni kendinden başkasına bırakma. Rabb'im! Beni kime bırakıyorsun? Akrabalık bağını koparacak olan bir akrabaya mı? Yoksa bana öfkelenen uzak ve yabancıya mı? Ya da beni zayıf düşürecek olan birine mi? Oysa sen benim Rabb'imsin, işlerimin sahibisin; garipliğimi, kimsesizliğimi ve menzilimin uzaklığını ve işlerimin sahibi kıldığın kimse karşısında zilletimi sana şikayet ediyorum.
* Allah'ım! Gazabını bana helal kılma; eğer sen bana gazap etmezsen başkalarından endişem olmaz. ünezzehsin sen. Senin bana afiyetin geniştir; o halde senden diliyorum ki ey Rabb'im, yeryüzünün ve göklerin kendisiyle aydınlandığı, karanlıkların aydınlığa kavuştuğu ve öncekilerin ve sonrakilerin kendisiyle ıslah olduğu veçhinin nuru hürme-tine beni gazabın üzerine öldürme, öfkeni benim üzerime indirme, kötülükten vazgeçmek ve hoşnutluk sana aittir; bundan (ölmeden) önce benden razı olabilirsin. Senden başka hah yoktur. Mekke'nin, Meş'aru'l-Ham'ın, bereketli ve insanlar için güvenli kıldığın Beyt-ul Atik'in Rabb'isin.
Ey sabrıyla çok günahları bağışlayan, ey lütfüyle nimetleri indiren, ey kendi keremiyle çok büyük bağışta bulunan, ey zor günlerimde dayana-ğım, ey yalnızlığımda arkadaşım, ey sıkıntılarımda imdadıma koşan ve ey veli nimetim benim! Ey Rabb'im ve babalarım İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub'un Rabb'i ve ey Cebrail, Mikail ve İsrafil'in Rabb'i ve ey peygamberlerin sonuncusu Muhammed'in ve onun seçkin Ehl-i Beyt'inin Rabb'i ve ey Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan'ı (Kur'an'ı) indiren, Kâf Ha Ya Ayn Sâd, Tâ Hâ, Ya Sîn ve Kur'an-ı Hekim'in Rabb'i! Yollar tüm geniş-liğine rağmen bana zorlaşınca ve yer tüm bolluğuyla bana daralınca sığınağım sensin; eğer senin rahmetin olmasaydı kesinlikle ben helak olanlardan olurdum. Beni hatalardan alıkoyan sensin; eğer benim -günahlarımın- üzerini örtmeseydin kesinlikle rezil olanlardan olurdum. Yardımınla düşmanlarıma karşı beni destekleyen sensin; eğer senin yardımın olmasaydı mağlup düşenlerden olurdum.
* Ey yücelik ve üstünlüğü kendine has kılan, izzetiyle dostları aziz olan, ey padişahların boynuna zillet halkasını geçiren ve heybetinden padişahların kendisinden korktuğu zat; ey gözlerin ihanetini ve göğüsler-de gizli olanı, zaman ve asırların geleceklerini bilen; ey nasıl olduğunu kendisinden başka hiç kimse bilmeyen, ey ne olduğunu kendisinden baş-kası bilmeyen, ey yeryüzünü su üstüne sıkıştıran ve gökyüzüyle (uzun tabakasıyla) havayı kapatan, ey en güzel isimler kendisinin olan, ey hiçbir zaman kesilmeyen ihsan sahibi, ey -Mısır- kervanını Yusuf-u kurtarmak- için Kafr çölünde tutup onu kuyudan çıkaran, ey Yusuf'u kölelikten sonra padişah yapan, ey üzüntüden gözleri ağardıktan sonra üzüntüsünü sabırla gizleyen Yakub'a Yusuf'u döndüren, ey Eyyub'tan zorluk ve sıkıntıyı gideren ve yaşlandıktan sonra -çocuk sahibi olan- İbrahim'in elini, oğlunu kesmekten alıkoyan, ey Zekeriyya'nın duasını kabul ederek ona Yahya'yı veren ve onu yalnız ve kimsesiz bırakmayan, ey Yunus'u balığın karnından dışarı çıkaran, ey denizi İsrailoğulları için yarıp onları kurtaran, Firavun ve ordusunu boğan, ey rüzgarları rahmet -yağmuru- müjdeleyicisi olarak gönderen.
* Ey kendine karşı günah işleyen kullarını cezalandırmada acele etmeyen, ey sürekli senin nimetlerinle nimetlendikleri ve senin rızkını yedikleri halde diğerlerine tapmakta olan sihirbazları, uzun bir zaman inkâr edip sürekli kendisine düşmanlık etmeleri, karşı çıkmaları ve peygamberlerini yalanlamalarından sonra kurtaran; ya Allah, ya Allah; ey kainatı yoktan var eden, ey eşi olmayan yaratıcı, ey hiçbir zaman fani olmayacak sürekli, ey hiçbir diri olmadığı zaman diri olan, ey ölüleri dirilten, ey herkesin başına kazandığını getiren, ey kendisine az şükret-tiğim halde beni mahrum etmeyen, hatalarım çok olmasına rağmen beni rezil etmeyen, beni günah işlerken gördüğü halde insanlara tanıtarak haysiyetimi dökmeyen.
* Ey küçüklüğümde beni koruyan, ey büyüdüğümde beni rızıklan-dıran, ey bana sayısız bağışlarda bulunan ve nimetlerini telafi edemedi-ğim; ey bana hayır ve ihsanla yönelen, benim ise kendisine günah ve isyanla yöneldiğim, ey nimetine şükretmeyi öğrenmeden beni imana hidayet eden, ey hastayken çağırdığımda bana şifa veren, çıplakken beni giydiren, açken beni doyuran, susuzken beni suya doyuran, zelilken bana izzet veren, cahilken beni bilgilendiren, yalnızken -yalnızlığımı- çokluğa dönüştüren, gayıp ve vatanımdan uzakken beni geri döndüren, fakirken beni zenginleştiren, yardım istediğimde bana yardım eden, zenginken nimetini benden almayan ve bütün bunları senden istemekten sakındığım halde kendiliğinden vermeye başlayan.
O halde hamd ve şükür sana mahsustur; ey sıkıntılarımı gideren, duamı kabul eden, kusur ve ayıbımı örten, günahımı bağışlayan, beni is-teklerime kavuşturan ve düşmanıma karşı zafere ulaştıran; eğer senin nimetlerini, bağışlarını ve değerli ihsanlarını saymaya kalkışsam, sayıp bitiremem.
Ey mevlam! Minnet bırakan sensin, nimet veren sensin, ihsanda bulunan sensin, güzelleştiren sensin, üstün kılan sensin, mükemmel-leştiren sensin, rızıklandıran sensin, muvaffak kılan sensin, bağışta bulunan sensin, zengin yapan sensin, sermaye veren sensin, sığınak veren sensin, yeterli olan sensin, hidayet eden sensin, -hatalardan- koruyan sensin, -ayıbımı- örten sensin, bağışlayan sensin, mazeretimi kabul eden sensin, güç veren sensin, izzet veren sensin, yardım eden sensin, destek veren sensin, teyit eden sensin, zafer veren sensin, şifa veren sensin, afiyet veren sensin, ikram eden sensin, üstünsün, yücesin; o halde hamd sürekli sana hastır, sabit ve ebedi şükür sana mahsustur.
* Ben ise ya Rabb'im! Günahlarımı itiraf ediyorum, günahlarımı bağışla; kötü yapan benim, hata yapan benim, günahına ısrar eden benim, cahillik yapan benim, gaflet eden benim, yanlışlık yapan benim, kendine dayanan benim, -günahında- kasıtlı olan benim, söz veren ve sözünde durmayan benim, ahdini bozan benim, -misakını- ikrar eden benim, nimetlerini itiraf eden ve sonra yine günahlarına dönen benim; o halde günahlarımı bağışla; ey kullarının günahları kendisine zarar vermeyen, kullarının itaatine ihtiyacı olmayan ve kullarından iyi amel yapanı kendi yardım ve rahmetiyle ona muvaffak kılan!
O halde hamd sana mahsustur ey Rabb'im ve mevlam. Ey Rabb'im! Sen bana emrettin, ben ise sana itaatsizlik ettim; sen beni sakındırdın, ben ise senin sakındırdığın şeyi işledim; şimdi ise artık ne mazeret gösterebileceğim bir bahanem var ve ne de yardım alabileceğim bir desteğim. O halde hangi vesileyle sana geleyim ey mevlam?! Kulağımla mı, gözümle mi, dilimle mi, elimle mi, ayağımla mı? Bunların hepsi, kendileriyle sana karşı itaatsizlik ettiğim senin nimetin değil mi?! Ey mevlam! Sen hücceti tamamladın ve yolu ben kendime kapadım -haklısın ve ben sorumluyum-. Ey günahımı babalardan ve analardan örterek onların bana eziyetini önleyen, akrabalarımdan ve kardeş-lerimden örterek beni kınamalarını engelleyen, sultanlardan örterek beni cezalandırmalarına mani olan! Ey mevlam! Eğer senin benim hakkımda bildiğin şeyi onlar da bilseydiler bir daha bana bakmaz, beni kendilerin-den uzaklaştırır ve ilişkilerini benden keserlerdi.
* Ey Rabb'im, şimdi ben ey mevlam, senin huzurunda huzu içinde, zelil, çaresiz ve hakirim; ne mazeret getireceğim bir bahanem, ne yardım alabileceğim bir desteğim, ne sebep gösterebileceğim bir delil var; ne de günah işlemediğimi ve çirkin bir iş yapmadığımı söyleyebilirim ve eğer inkar edecek olsam da ey mevlam, bunun bir yararı olmaz bana! Nasıl yapabilirim ki bunu, oysa tüm uzuvlarım aleyhime tanıktırlar ve ben kesinlikle biliyorum ki büyük günahlarımdan dolayı sen beni sorguya çekersin; sen zulmetmeyen adil bir hakimsin; senin adaletin beni helak eder; ben senin adaletinden sana sığınıyorum. Rabb'im! Bana hücceti tamamladıktan sonra beni cezalandıracak olursan, bu benim günahla-rımdan dolayıdır ve eğer beni affedecek olursan, bu da senin sabrın, bağışın ve ihsanından dolayıdır. Senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben zalimlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben bağışlanma dileyenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben seni tek bilenlerden oldum;
* Senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben korkanlardan oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben -senin azabından- endişe edenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben ümit edenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben yönelenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben "lâ ilâhe illallah" söyleyenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben isteyenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben tesbih edenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni, ben tekbir söyleyenlerden oldum; senden başka ilâh yoktur, tenzih ederim seni; sen benim Rabb'im ve geçmiş babalarımın Rabb'isin.
* Allah'ım! Bu, seni ululayan senamdır, senin tekliğini anmak da benim ihlasımdır, senin saydığım nimetlerine ikrarımdır; her ne kadar ikrar etsem de onların çokluğundan, fazlalığından, açıklığından ve varlık-larının benden önceliğinden dolayı onları saymaya gücüm yetmez; beni yarattığın andan itibaren onların tümü için benden ahd aldın ve hayatımın başından beni fakirlikten zenginliğe ulaştırdın, ben -kendime zulmedenlerden oldum; sıkıntımı giderdin, kolaylık ve rahatlığa sebep oluşturdun, zorlukları defettin, çaresizliğimi giderdin, bedenime sağlık verdin, dinime selamet verdin ve eğer nimetlerini saymam için dünyanın başından sonuna kadar bütün herkes bana yardımcı olsa, ne ben ve ne de onlar nimetlerini sayıp bitirmeye gücümüz yetmez. Sen mukaddes ve yücesin; kerim, ulu ve Rahim bir Rabb'sin. Nimetlerin sayılmaz, senaların söylenip bitirilmez, ihsanların telafi edilmez; Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine rahmet eyle ve bize nimetlerini tamamla, sana itaatle bizi saadete erdir; Sen münezzehsin, senden başka ilâh yoktur.
Allah'ım! Sen sıkıntısı olanlara icabet edersin, kötülüğü giderirsin, kederi olanlara yardım edersin, hastaya şifa verirsin, fakiri zenginleştirir-sin, kırığı onarırsın, küçüğe merhamet edersin, büyüğe yardım edersin; senden başka destek yoktur, senden üstün bir kudret yoktur, sen yüce-sin, büyüksün; ey esirleri kurtaran, ey küçük çocuğa rızk veren, ey korkup sığınak dileyenlerin sığınağı, ey ortağı ve veziri olmayan! Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine rahmet eyle ve bu ikindi vakti kullarından birine verdiğin nimetlerin en üstününü bana ver. Kullarına verdiğin zahiri nimetlerden ve sürekli yenilediğin batini nimetlerden, bertaraf ettiğin bela-lardan, giderdiğin sıkıntılardan, duyduğun (kabul ettiğin) dualardan, kabul ettiğin iyiliklerden ve örttüğün günahlardan (bana bu nimetlerden ver); gerçekten sen lütuf sahibisin, her şeyden haberin var ve sen her şeye kadirsin.
* Allah'ım! Sen kendisinden istenilen en yakın zatsın, en çabuk ica-bet edensin, en cömert affedensin, en fazla bağışta bulunansın, kendi-sinden istenileni en iyi duyansın; ey dünya ve ahiretin esirgeyen ve bağışlayanı; senin gibi bir istenilen yoktur, senden başka bir hedef ve arzu yoktur. Çağırdığımda bana icabet edersin, senden istediğimde bana verirsin, sana yöneldiğimde bana şefkat gösterirsin, sana yakardığımda bana yetersin.
* Allah'ım! Kulun, elçin ve peygamberin Muhammed'e ve onun terte-miz Ehl-i Beyt'inin tümüne rahmet eyle, nimetlerini bize tamamla, bağışlarını bize tatlı kıl, bizi sana şükredenlerden ve senin nimetlerini ananlardan yaz; amin ey alemlerin Rabb'i. Allah'ım! Ey malik olan ve güç yetiren, güç yetiren ve kahreden, kendisine karşı günah işlenen ve -günahı- örten, kendisinden bağışlanma dilenen ve bağışlayan, ey talep eden yönelenlerin hedefi, ümit edenlerin ümidinin zirvesi, ey ilmi her şeyi kuşatan ve rafeti, şefkati ve sabrı özür dileyenleri kapsayan. Allah'ım! Peygamberin, elçin, yaratıklarının arasından seçtiğin, vahyine emin kıldı-ğın, müjdeleyici ve korkutucu, parlak -hidayet- lambası olan ve kendisiyle Müslümanlara minnet bıraktığın ve alemlere rahmet kıldığın Muham-med'le şereflendirdiğin ve yücelttiğin bu ikindi vakti sana yöneliyoruz.
Allah'ım! Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine rahmet eyle; nitekim Muham-med senin rahmetine lâyıktır; ey yüce. Ona ve seçkin, tertemiz Ehl-i Beyt'ine rahmet eyle ve bizi af hediyenle ört. Feryat ve figanlar çeşitli dillerle sana yükselmektedir. O halde Allah'ım, bu ikindi vakti kulların arasında taksim ettiğin bütün hayırlardan, hidayet ettiğin nurdan, yaydı-ğın rahmetten, giydirdiğin afiyet elbisesinden ve yaydığın rızktan bize de pay ver; ey merhametlilerin en merhametlisi.
* Allah'ım! Bu anda bizi kurtuluşa ermiş, saadete kavuşmuş, iyiliğe ulaşmış ve faydalanmış kıl; bizi ümitsizliğe kapılanlardan kılma, bizi rah-metinden mahrum etme, bizi arzuladığımız lütfünden nasipsiz etme, bizi rahmetinden mahrum etme, ihsanından ümit ettiğimiz lütfünü bizden engelleme, bizi meyus geri çevirme, kapından kovulmuşlardan etme; ey cömertlerin en cömerdi ve ey kerimlerin en kerimi! Yakinle sana yüz tuttuk, Beyt-i Haram'ına davetine lebbeyk dedik ve onun ziyaretini kastettik; o halde onun amellerinde bize yardımcı ol, haccımızı kemale erdir, bizi affet ve bize afiyet ver; elimizi sana uzattık ve zilletle günah-larımızı itiraf etmekteyiz. Allah'ım! Bu ikindi vakti senden istediğimiz şeyi bize ver ve senden yapmanı niyaz ettiğimiz şeyi yap; bize senden başka yetecek yoktur, senden başka Rabb'imiz yoktur; hükmün hakkımızda geçerlidir, ilmin bizi kuşatmıştır, hakkımızda hükmün adalettir; bizim için hayrı takdir et ve bizi hayır ehlinden kıl.
Allah'ım! Cömertliğinle bize büyük mükafat, iyi birikim ve sürekli huzur ver; bizim tüm günahlarımızı bağışla, bizi helak olanlarla helak etme, rahmetini ve rafetini bizden çevirme; ey merhametlilerin en merha-metlisi. Allah'ım! Bu anda bizi, senden hacet istediklerinde hacetlerini verdiklerinden, sana şükrettiklerinde onlar için nimetlerini artırdıklarından, sana tövbe ettiklerinde tövbelerini kabul ettiklerinden, bütün günahların-dan uzaklaştıklarında bağışladıklarından eyle; ey celal ve ikram sahibi.
* Allah'ım! Bize başarı ve güç ver; ey kendisinden istenilenlerin en hayırlısı, yakarışımızı kabul et, ey merhamet dilenilenlerin en merhamet-lisi. Ey kirpiklerin kapanışı, gözlerin kırpışı, içlerde gizli olan ve kalplerde saklı olanlar kendisine gizli olmayan; evet, senin ilmin bütün bunları saymış ve hilmin kapsamıştır; sen zalimlerin söylediklerinden münezzeh ve çok yücesin. Yedi kat gökler, yerler ve bunların arasındakiler seni tesbih etmekteler; seni tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. O halde hamd, yücelik ve üstünlük senindir, ey celal ve ikram sahibi, ey lütuf ve ihsanların ve büyük bağışların sahibi! Sen cömert ve kerimsin, şefkatli ve rahimsin. Allah'ım! Helal rızkını bana artır, vücuduma ve dinime afiyet ver, korkuma emniyet ver ve beni cehennem ateşinden kurtar. Allah'ım! Beni hilene müptela etme (tedbirinle beni cezalandırma), ansızın gelen azaba uçar etme, beni rezil etme; cinlerin ve insanların kötülüğünü ben-den uzaklaştır."

Sonra İmam, mübarek başını gök yüzüne doğru kaldırdı ve gözlerinden yaşlar aktığı bir halde yüksek sesle şöyle devam etti:

* "Ey duyanların en iyi duyanı, ey görenlerin en iyi göreni, ey en sür-atli hesaba çeken ve ey merhametlilerin en merhametlisi! Muhammed'e ve değerli ve kutlu Ehl-i Beyt'ine rahmet eyle. Allah'ım! Senden, bana verdiğinde, benden alıkoyduğun şeylerin artık bana zarar dokundurma-yacağı ve benden alıkoyduğunda artık verdiğin şeylerin bana yararı olmayacağı hacetimi istiyorum. Beni cehennemden kurtar; senden başka ilâh yoktur; teksin, ortağın yoktur; mülk senindir, hamd sana mahsustur ve senin her şeye gücün yeter; ya Rabb'i, ya Rabb'i, ya Rabb'i!"

İmam (a.s) "ya Rabb'i, ya Rabb'i" kelimesini tekrarlarken berabe-rinde bulunanlar "amin" diyor ve göz yaşı döküyorlardı. Hicaz güneşi Arafat tepelerinin ardından yavaş yavaş batmak üzereydi. İmam Hüseyin (a.s) beraberinde bulunanlarla birlikte Arafat tepesinin ete-ğinden yavaşça aşağı indi ve Arafat çölünü Meşar-ı Haram'a doğru terk etti.
Kef'amî, "Beledu'l-Emin" adlı kitabında İmam Hüseyn'in (a.s) duasını buraya kadar naklediyor. Allame Meclisî de "Zadu'l-Mead" adlı kitabında bu duayı Kef'amî'nin rivayetine göre naklediyor. Fakat Seyyid İbn Tavus "İkbal" adlı kitabında "ya Rabbi, ya Rabbi, ya Rab-bi" sözlerinden sonra şunu da ekliyor:


* "İlahi! Ben zenginliğimde fakirim (sana muhtacım); o halde fakirliğimde nasıl fakir (muhtaç) olmayayım? İlahi! Ben bilgimde cahilim, o halde cahilliğimde nasıl cahil olmayayım? İlahi! Tedbirinin farklı ve takdirlerinin süratli oluşu, seni tanıyan kullarının senin bağışın sakin ve karşısında rahat olmalarına ve bela karşısında senden ümit kesmelerine engel olmuştur. İlahi! Kınanmama neden olan şey benden, senin bağış ve keremine yakışan şey ise sendendir.
İlahi! Benim zayıf varlığımı yaratmadan önce kendini bana rahmet ve keremle tavsif ettin; şimdi zayıf bir vücuda sahip olduktan sonra lütuf ve şefkatini engelleyecek misin?! İlahi! Eğer benden güzellikler görünse, bu senin bana ihsan ve lütfündendir ve eğer bende çirkinlikler belirse bu da senin adaletinden ve bana hücceti tamamlamandandır. İlahi! Nasıl kendi-me bırakırsın beni, oysa işlerimi sen üstlendin ve nasıl biri bana zulmedebilir, oysa yarımcım sensin veya lütfünden nasıl mahrum olurum, oysa hakkımda şefkatlisin. Evet, ben sana muhtaç olduğum halde sana tevessül ediyorum, beni sana ulaştırması imkansız olan bir şeye nasıl tevessül edeyim? Veya halim sana gizli olmadığı halde onu sana nasıl şikayet edeyim? Sözüm sana açık olduğu halde onu sana nasıl açıklaya-yım? Veya arzularım sana ulaşmışken nasıl ümitsizliğe düşeyim? Halle-rim senin vasıtanla oluştuğu halde onları nasıl iyileştirmezsin?
* İlahi! Cehaletimin büyük olmasına rağmen bana ne kadar da lütufta bulunuyorsun, amellerim kötü olduğu halde bana karşı ne kadar da şefkatlisin?! İlahi! Sen bana ne kadar da yakınsın, oysa ben senden ne kadar uzağım. Bana karşı o kadar şefkatli olmana rağmen beni senden alıkoyan şey nedir.?! İlahi! Etkilenmelerden ve etraftaki değişimlerden her şeyde kendini bana tanıtmak istediğini ve böylece hiçbir şeyde senden gafil olmamamı istediğini anladım. İlahi! Her ne kadar zilletim beni dilsizleştirse de kerem ve bağışın beni konuşturmaktadır ve her ne kadar sıfatlarım beni ümitsizliğe düşürse de ihsan ve nimetlerin beni tamahlandırmaktadır. İlahi! İyilikleri kötülük olan kimsenin kötülükleri nasıl kötü olmasın?! Gerçekleri batıl olan birinin batıl davaları nasıl batıl olmasın?!
İlahi! Geçerli hükmün ve galip meşiyyetin ne konuşana konuşma ve ne de hal sahibine sabit bir hal yeri bırakır. İlahi! Nice zamanlar bir itaate karar verdim ve azmettim de -evrenin düzeninin hayrına olan- senin adaletin ona güvenimi yıktı; hatta lütfün beni ondan geri çevirdi. İlahi! Sen iyi biliyorsun ki eğer sürekli sana itaat etmesem de kalbimde sürekli muhabbet ve itaat azmi var. İlahi! Sen kahırken ben nasıl azmedeyim ve sen emrettiğin halde ben nasıl -senin itaatine- azmetmeyeyim?! İlahi! Teker teker tüm nişanelerine bakmam, sana ulaşmamın uzamasına neden oluyor; o halde beni sana ulaştıracak bir hizmet ver bana. Kendi varlığında sana muhtaç olan bir şey senin varlığına nasıl delil olsun ki?! Acaba senin zuhur etmediğin bir zuhur ve açıklık var mı ki seni zahir etsin?! Sen ne zaman gayıptın ki seni açığa çıkaracak bir delile ihtiyaç olsun? Sen ne zaman uzaktın ki nişaneler sana ulaştırsın? Sürekli gözettiğin halde seni görmeyen göz kör olsun, senin aşk ve sevginden bir pay almayan bir kul ziyan görsün.
* İlahi! -Seni tanımak için- nişanelerine müracaat etmeyi emretmiş-sin; ancak beni nurlarının tecellisine ve müşahede kılavuzluğuna götür ki onları görerek sana döneyim (seni müşahede edeyim) ve onların vasıta-sıyla senin (marifet sınırına) girdiğimde kalp gözüm onlara teveccüh etmekten masun ve onlara güvenmekten yüce olsun; her şeye ancak sen kadirsin. İlahi! Huzurunda açık olan zelilliğim budur; sana gizli olmayan halim budur; sana ulaşmayı senden diliyorum ve senin varlığına senden delil istiyorum; o halde beni kendi nurunla sana yönlendir; halis ve samimi bir kullukla beni kendi huzurunda sabit kıl. İlahi! Bana gizli ilminden öğret, korunmuş örtünle beni koru.
İlahi! Ruhumu sana yakın olan kullarının gerçekleriyle donat ve cezbolanların gidişatında götür beni. İlahi! Kendi tedbirinle, tedbirime ve kendi ihtiyarınla öz ihtiyarıma ihtiyacımı gider (beni kendime bırakma) ve ıstırar durumlarına beni vakıf kıl. İlahi! Beni nefisimin zilletinden çıkar; ölümüm gelip çatmadan beni sana karşı şirk ve şüpheden temizle. Senden yardım diliyorum; o halde bana yardım et. Sana tevekkül ediyorum; beni kendime bırakma. Senden diliyorum; ümidimi kesme. Lütuf ve fazlına yöneliyorum; beni mahrum etme. Kulluğumu sana nispet veriyorum; beni uzaklaştırma. Senin kerem kapında durdum; beni kovma. İlahi! Rızan, kendi tarafından bir kusuru olmaktan münezzehtir; o halde benim tarafımdan nasıl bir kusuru olabilir?! İlahi! Sen kendi zatında sana bir yarar ulaşmasına muhtaç değilsin; o halde bana nasıl ihtiyacın olsun?! İlahi! Kaza ve kader beni arzulandırmakta, nefsimin hevesleri beni şehvet bağlarına esir etmektedir.
* O halde sen benim yardımcım olarak nefsime karşı beni zafere ulaştır, bana basiret ver. Kendi lütfünle beni zenginleştir ki senin lütfünle isteklerime ihtiyacım olmasın. Velilerinin kalplerine nurları ışıldatan, böy-lece seni tanımalarını, bir ve tek bilmelerini sağlayan sensin. Sevgilileri-nin kalbinden senden başkalarını çıkartan ve böylece senden başkalarını sevmemelerini ve senden başkasına sığınmamalarını sağlayan sensin. Varlıklar dehşete düşürdüğünde onların munisi sensin. Bütün nişaneler-den uzak olduklarında onları hidayet eden sensin. Seni kaybeden neyi bulmuştur! Seni bulan neyi kaybetmiştir?!
* Senin yerine bir bedel dileyen mahrum olmuştur. Senden yüz çevi-rip istemeyen zarar etmiştir. İhsan ve bağışını hiçbir zaman kesmediğin halde senden başkasına nasıl ümit beslenebilir?! Sen nimet verme alışkanlığını değiştirmediğin halde senden başkasından nasıl istenebilir?! Ey muhiplerine ünsiyetinin tadını tattıran ve böylece sadece kendi huzurunda sevgilerini dile getirmelerini sağlayan! Ey velilerine heybetinin elbisesini giydiren ve böylece istiğfar dilemelerine neden olan! Ananlar seni anmadan sen onları anarsın. Abidler sana yönelmeden sen onlara ihsanda bulunmaya başlarsın. Talep edenler talep etmeden, onlara bağışta bulunan cömert sensin. Sen karşılıksız bağışlayan ve sonra bize bağışta bulunduğu şeyden borç isteyensin. İlahi! Sana ulaşmam için beni merhametinle talep et, sana yönelmem için nimetlerine çek beni.
İlahi! Sana karşı itaatsizlik etsem bile senden ümidim kesilmez; nite-kim sana itaat etsem bile içimden senin korkun çıkıp gitmez; tüm âlem beni sana doğru itiyor; kerem ve yüceliğin hakkında bilgim beni senin hu-zuruna sürüklüyor. İlahi! Sen benim arzum olduğun halde nasıl ümidimi keseyim veya sana tevekkül ettiğim halde bana nasıl ihanet edilebilir?! İlahi! Beni zillette tuttuğun halde nasıl izzet davasında bulunabilirim veya kendimi senin kulun saydığım halde nasıl izzet davasında bulunmaya-yım?!
* İlahi! Beni muhtaçlar arasında tuttuğun halde nasıl muhtaç olma-yayım veya kendi zenginliğinle beni zenginleştirdiğin halde nasıl muhtaç olabilirim?! Sen kendisinden başka bir ilâh olmayan zatsın. Sen kendini her şeye tanıdın ve hiçbir şey seni tanımaktan cahil değildir. Sen bütün şeylerde -tecelli ederek- kendini bana tanıttın ve böylece her şeyde seni aşikâr gördüm; her şeyde aşikâr olan sensin. Ey geniş rahmetiyle tüm aleme ihata eden ve arş kendi zatında gizli kalan! Varlık nişanelerini başka varlık nişaneleriyle yok ettin ve nurlarının tecellisinin ihatasıyla gayrileri mahvettin. Ey arşının galip nurunun perdelerinde gözlerin görmesinden gizli kalan! Ey mükemmel nuruyla tecelli eden ve azameti tüm varlık alemini kapsayan! Yegane apaçık olduğun halde nasıl gizli olursun sen veya hazırdaki gözetici olduğun halde nasıl gayıp olursun sen?! Doğrusu senin her şeye gücün yeter. Hamd yalnız tek olan Allah'a hastır."

(Mefatih'ul-Cinan'dan naklen)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

[align=center][img]http://bedo_34.sitemynet.com/mynet_resimlerim/yahuseying.gif[/img][/align]

[align=center]
KERBELA ŞEHİDLERİ'NİN ARDINDAN



HÜSEYİN'İN (A.S) SON GECESİ
[/align]


Akşam gelip çattı. İmam Hüseyin (a.s) ashabını topladı, Allah'a hamdü sena ettikten sonra onlara hitaben buyurdu: "Ben kendi ashabım kadar salih bir ashab ve kendi ehl-i beyt'im kadar iyi ve üstün bir ehl-i beyt tanımıyorum. Allah hepinize hayırlı mükafat versin. Şimdi gecedir ve karanlığı sizi çevrelemiştir. Siz de onu yürüyen bir deve edinip (gecenin karanlığından yararlanıp) her biriniz ehl-i beytimden birinin elini tutup gecenin bu karanlığında dağılın ve beni bu orduyla yalnız bırakın. Çünkü bunlar benden başkasını istemiyorlar."

İmam Hüseyin’in (a.s) kardeşleri, oğulları, Abdullah ve Cafer'in oğulları, "Neden seni yalnız bırakıp gidelim dediler, yoksa senden sonra yaşamak için mi? Allah o günü bize nasib etmesin asla." Bu sözü önce Abbas b. Ali (a.s) dedi ve diğerleri de onu izlediler. İmam Hüseyin (a.s) , Akil'in oğullarına bakıp buyurdu: "Müslim'in şehid olması sizin için yeterlidir; ben size izin verdim, gidin."

Başka bir tarikle gelen rivayette de şöyle belirtilmiştir: Bu arada İmam Hüseyin’in (a.s) kardeşleri ve ehl-i beyti söze başlayıp dediler. "Ey Peygamber'in evladı, o zaman halk bize ne der ve bizim cevabımız ne olur? Efendimizi, büyüğümüzü ve kendi Peygamberiimizin evladını yalnız bıraktık, düşmana bir ok dahi atmadık, ele mızrak alıp savaşmadık ve bir kılıç bile savurmadık mı diyelim? Hayır, andolsun Allah'a, senden ayrılmayacak, senin yolunda öldürülünceye kadar bu canlarımızla seni koruyacak ve senin gibi şehid olacağız. Allah senden sonra yaşamayı haram etsin bize!"

Müslim b. Avsece kalkıp dedi: "Ey Peygamber'in evladı, etrafını saran bunca düşman arasında seni bırakıp gidelim mi? Hayır, andolsun Allah'a bunun imkanı yok, senden sonra yaşamayı Allah nasip eylemesin bize! Ben savaşacağım; mızrağımı düşmanın göğsünde kırıncaya ve elimdeki kılıcımı onlara indirinceye kadar. Savaşmak için hiç bir silahım olmasa dahi taş alıp savaşacağım ve seninle birlikte ölmedikçe senden ayrılmayacağım."

Said b. Abdullah-i Hanefi konuşmaya başladı: "Ey Peygamber'in evladı, biz seni asla yalnız bırakmayız. Hz. Muhammed (s.a.a) peygamberin senin hakkındaki vasiyetine uyduğumuzu Allah'a da göstermeliyiz. Eğer bilsem senin yolunda öldürülecek ve yeniden dirileceğim ve bu defa da diri diri yakılacağım, yetmiş kere de bu tekrarlanacak olsa, kendi ölümümü senden önce görmedikçe senden ayrılmam. Nasıl senin yolunda can vermem, oysa ki ölüm birden fazla değildir ve ondan sonra ise ebedi izzet ve saadete kavuşmuş olacağım."

Ondan sonra Züheyr b. Kayn yerinden kalkıp dedi: "Ey Peygamber'in evladı, andolsun Allah'a ki senin, kardeşlerinin, evlatlarının ve ehl-i beytinin sağ kalabilmesi için bin kez öldürülmeye razıyım!" Ondan sonra da İmam Hüseyin’in (a.s) ashabından bir grubu aynı mazmunda sözler söyledi ve eklediler: "Bizim canlarımız sana feda olsun, biz seni kendi el ve yüzlerimizle koruyacağız. Eğer bu yolda öldürülürsek, Allah'ın bize vermiş olduğu vazifeyi yerine getirmiş olacağız."

Aynı gece Muhammed b. Beşir-i Hazremi'ye "Oğlun Rey sınırında esir düşmüştür" haberi verilince "Onu Allah'a bırakıyorum. Andolsun canıma, ben yaşadıkça oğlumun esir düşmesine razı olmazdım." dedi. İmam Hüseyin (a.s) onun bu sözünü duyunca "Allah seni bağışlasın. Senden biatımı kaldırdım ben, (git) oğlunu kurtarmaya çalış" buyurdu. Muhammed b. Beşir "Yırtıcı hayvanlar diri diri yesinler beni, eğer senden ayrılırsam!" dedi. İmam Hüseyin (a.s) de "O halde bu Yemen keteninden olan elbiseleri al ve oğluna ver ki kardeşini kurtarsın." buyurdu ve bin dinar değerinde beş elbise verdi.

Ravi şöyle diyor: İmam Hüseyin (a.s) ve ashabı o geceyi yalvarıp yakararak, dua zemzemesiyle geçirdiler. Bazıları rüku, bazıları secde ve diğer bazıları da ayakta ibadet ettiler. O gece Ömer b.Sa'd'ın ordusundan otuz iki kişi İmam Hüseyin’in (a.s) ordusuna katıldı. İmam Hüseyin’in (a.s) namazı ve kemal sıfatlarıyla ilgili seciyesi her zaman öyleydi.

İbn-i Abd-i Rabbih "İkd'ül-Ferid" kitabının dördüncü bölümünde şöyle nakleder: Ali b. Hüseyin'e (a.s) "Babanızın evlatları ne kadar da azdır!" dediler. Ali b. Hüseyin (a.s) buyurdu: "Bu birkaç evlat sahibi olması bile şaşırtıcıdır. Çünkü hergün bin rekat namaz kılardı ve artık zevceleriyle birlikte olacak zamanı olmazdı."

Aşura sabahı İmam Hüseyin’in (a.s) emriyle çadırlar kuruldu, ıtır dolu bir tabak hazırlandı ve İmam Hüseyin (a.s) şahsi temizliğini yapmak için çadıra geldi. Rivayete göre Büreyr b. Hüzeyr-i Hamedani ve Abdurrahman b. Abd-i Rabbih-i Nesari, İmam Hüseyin'den (a.s) sonra temizliklerini yapmak için çadırın arkasında beklediler. Bu arada Bereyr Abdurrahman ile şakalaşmaya başladı. Abdurrahman dedi: "Ey Büreyr, şimdi gülmek ve komik laflar etmenin zamanı mı?" Büreyr: "Benim tayfam da biliyor ki ben ne gençlikte ve ne de yaşlılıkta beyhude konuşmaktan hoşlanmamışımdır. Fakat şehid olacağımın sevinciyle şimdi böyleyim. Andolsun Allah'a, çok az bir zamanımız kaldı, kılıcımızı alıp bunlarla bir süre savaştıktan sonra hur-il ayn'in boynuna sarılacağız."


(Rehberin vaizlere ve mersiyehanlara tavsiye ettiği "el-Lühuf" kitabının müellifi Seyyid b. Tavus’un kaleminden)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

ÖMER B. SA'D SAVAŞI BAŞLATIYOR


Ömer b. Sa'd ileri çıkıp İmam Hüseyin’in (a.s) ashabına doğru bir ok fırlattı ve "Emir'in yanında, ilk ok atan kişinin ben olduğuma tanıklık edin" dedi. Daha sonra Ömer b. Sa'd'ın ordusu ok yağmurunu başlattı. İmam Hüseyin (a.s) ashabına buyurdu: "Allah'ın rahmeti üzerinize olsun, kaçınılmaz ölüme doğru kalkın. Şüphesiz, bu oklar, bu cemaatin size (savaş) elçileridir."

İmamın ashabından bazıları şehid düştüler. Bu arada İmam Hüseyin (a.s) elini yüzüne vurup buyurdu: "Yahudiler Allah'ın bir oğlu olduğuna inandıkları için Allah'ın gazabı çetin oldu onlara. Nesara da O'nu üçün üçüncüsü kabul ettikleri için Allah'ın gazabı çetin oldu onlara. Allah'ın gazabı Mecusilere çetin oldu, çünkü onlar Allah'ı bırakıp güneş ve aya ibadet ettiler. Allah'ın gazabı, Peygamberlerinin kızının oğlunu öldürmek için sözbirliği eden kavme de çetin olacaktır. Ancak andolsun Allah'a, onların istediklerini kabul etmeyecek ve kendi kanımla boyanmış bir halde Allah'u Teala'yı mülakat edeceğim."

Ebu Tahir Muhammed b. Hüseyin-i Taresi "Mealim'ud Din" kitabından İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Babamdan duydum, şöyle buyurdu: "Ömer b. Sa'd savaşı başlatmak için İmamın (a.s) karşısına dikildiğinde Allah ona yardım etmeleri için gökyüzünden bir grup melek gönderdi. İmam (a.s) başı üzerinde uçuştular. Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) iki şey arasında muhayyer bırakıldı: Ya Hüseyin'e (a.s) yardım ederek düşmanlarını nabud etsinler, ya da İmam Hüseyin (a.s) şehid olup Allah'ın huzuruna varsın. İmam Hüseyin (a.s) de Allah'ı mülakat etmeği kabul etti."

Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) feryad etti:
"Allah rızası için bize yardım edecek biri yok mu? Düşmanları, Resulullah'ın (s.a.a) hareminden, Ehl-i Beyt'inden uzaklaştıracak biri yok mu?"

Hürr İbn-i Yezit-i Riyahi bunları duyunca Ömer b. Sa'd'ın yanına gelip "Onunla savaşacak mısın?" dedi. Ömer b. Sa'd: "Andolsun Allah'a, hem de öyle savaşacağım ki başlar uçacak ve kollar bedenlerden ayrılacak."
Hürr bunu duyunca dostlarından ayrılıp bir köşeye çekildi. Bedeni titriyordu. Muhacir İbn-i Avs dedi: "Ey Hürr, senin bu durumun beni şüpheye düşürdü. Eğer bana Küfe'nin en cesur adamı kimdir? diye sorulacak olsaydı senin dışında birinin adını ağzıma almazdım. Niye titriyorsun?"
Hürr dedi: "Andolsun Allah'a, kendimi cennet ile cehennem arasında görüyorum. Fakat Allah'a andolsun ki, eğer bedenim parça parça olup yakılsa dahi hiçbir şeyi cennete tercih etmem" dedi ve atına binerek İmam Hüseyin’in (a.s) huzuruna varmak amacıyla hareket etti. İki elini başına koyarak "Allah'ım, Sana dönüyorum, tevbemi kabul et. Çünkü ben Senin dostlarını ve Peygamberinin kızının evlatlarını korkuttum" diyordu.

-İmam Hüseyin'e (a.s) arzetti: "Canım feda olsun sana! Seni inciten ve Medine'ye dönmene engel olan adamım ben. Onların işi buraya vardıracağını bilmiyordum. Şimdi Allah'a tevbe ediyorum. Tevbem kabul edilir mi?"
-İmam Hüseyin (a.s) buyurdu: "Evet, Allah senin tevbeni kabul buyuracaktır. İn atından."
-Hürr dedi: "Senin yolunda at üzerinde savaşmam, piyade savaşmamdan daha iyi olur. Çünkü nasıl olsa attan düşürüleceğim. Senin yolunu kesen ilk kişi ben olduğumdan ötürü, izin buyurursan, senin yolunda ilk ölen de ben olmak ve böylece de kıyamet günü ceddin Resulullah (s.a.a) ile musafaha edenlerden olmak istiyorum."

Müellif şöyle diyor: Hürr'ün amacı o andan itibaren ilk şehid olmaktı. Çünkü ondan önce bir grup öldürülmüştü. Bu hususta rivayetler de mevcuttur. İmam Hüseyin (a.s) Hürr'ün bu isteğini kabul edince, Hürr bir kahraman gibi savaşarak düşmanın yiğitlerinden bir kaçını öldürdü ve bir süre sonra da şehid edildi. Hürr'ün bedenini İmam Hüseyin’in (a.s) yanına götürdüklerinde İmam Hüseyin (a.s) bir yandan onun yüzündeki toprakları siliyor ve bir yandan da "Ananın bu adı sana verdiği gibi sen hem dünyada hem de ahirette âzadesin" buyurdu.

Ravi diyor: Bu arada zahid ve abid bir insan olan Büreyr b. Hüzeyr savaş alanına girdi. Yezit b. Ma'kil onunla savaşmak için meydana koştu. Birbirleriyle mübahalede bulunarak her kimin, batıldaysa diğerinin eliyle öldürülmesine karar verdiler. Bu anlaşmayla savaşa başladılar. Büreyr onu öldürdü ve şehid edilinceye kadar savaşı sürdürdü. Ondan sonra Vahab b. Cenah-i Kelbi meydana gitti, yiğitçe savaştı ve cihadında bir hayli faaliyet gösterdi, sonra kendisiyle birlikte Kerbela'da bulunan anne ve ailesinin yanına dönüp dedi: "Canım anam benden razı oldun mu?"
Anası "İmam Hüseyin’in (a.s) yolunda öldürülmedikçe senden razı olmayacağım" dedi.
Zevcesi ise "Seni Allah'a ant veriyorum, beni kendi müsibetine mübtela etme ve kalbimi incitme" dedi.
Anası dedi: "Canım oğlum, onun sözüne kulak asma, dön ve Peygamberinin kızının oğlu yolunda savaş ki kıyamet günü ceddinin şefaatinden faydalanasın."

Vahab meydana dönüp savaştı ve nitekim iki eli de bedeninden koparıldı. Vahab'ın eşi eline bir çadır direği alarak onun yanına geldi ve "Babam, anam sana feda olsun, Athar Ehl-i Beyt ve Resulullah'ın (s.a.a) muhterem haremi uğrunda savaş" dedi.
Vahab onu kadınların çadırına geri götürmek için geldiğinde eşi, Vahab'ın eteğine sarılarak "Ölmedikçe geri dönmem" dedi. İmam Hüseyin (a.s) buyurdu: "Ehl-i Beyt'ime yardım ettiğiniz için Allah sizi hayırla mükafatlandırsın. Kadınların yanına dön." Vahab'ın eşi geri döndü, ama Vahab şehadete kavuşuncaya dek savaştı.

Vahab'dan sonra Müslim b. Avsece meydana çıktı. Büyük bir fedakarlıkla savaştı, zorluklara katlandı ve belalar karşısında sabretti ve nitekim attan düşürüldü. Henüz ölmemişti. İmam Hüseyin (a.s) Habib b. Mezahir ile birlikte onun yanına geldi. İmam (a.s) buyurdu: "Müslim, Allah seni bağışlasın" ve şu ayeti okudu: "İnananlardan öyle erler var ki Allah'a verdikleri sözde sadakat gösterirler; onlardan kimisi, adağını ödedi, kimisi de beklemede ve onlar sözlerini, özlerini hiçbir surette değiştirmediler." (Ahzap -23)

Habib Müslim'in yanına sokulup "Senin öldürülmen benim için çok çetindir, ancak cennetle sana müjdeler olsun" dedi. Müslim zayıf bir sesle, "Allah seni hoşnut etsin dedi ve hayırla müjdelesin." dedi. Habib "Eğer senden sonra öldürüleceğime yakinim olmasaydı, her vasiyetini baha etmeni isterdim" dedi. Müslim de İmam Hüseyin'i (a.s) işaretle "Ona yardım etmeye vasiyet ediyorum. Onun uğrunda ölünceye kadar savaş" dedi. Habib "Senin vasiyetine uyacak ve gözlerini aydınlatacağım" dedi. Bundan sonra da Müslim dünyadan göçtü.

Amr b. Kırta-i Ensari öne gelip Hüseyin'den (a.s) savaş izni istedi. Eba Abdillah (a.s) izin verdi. Amr, mükafat arzusu çekenler gibi savaştı. İbn-i Ziyad'ın ordusundan bazıları öldürdü, söz ve cihad dürüstlüğünü bir arada toplayarak o zalim insanlara karşı savaştı. İmam Hüseyin'e (a.s) atılan her oka kendi elini siper etti ve savrulan her kılıcı kendi bedenine aldı. Son nefesine kadar İmam Hüseyin’in (a.s) mukaddes bedenine bir zarar gelmesine engel oldu. Bilahare aldığı yaralarla zayıf düştü. İmam Hüseyin'e (a.s) taraf dönüp dedi: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) evladı, vefa ettim mi (ahdime)?"

İmam Hüseyin (a.s) buyurdu: "Evet, sen benden önce cennete gidiyorsun, ceddim Resulullah'a (s.a.a) selamımı ilet ve de ki Hüseyin de birazdan gelecek."
Amr yeniden savaşa başladı ve sonunda şehid düştü. Ondan sonra da Ebu Zer'in zenci kölesi Cevn öne çıktı. İmam Hüseyin (a.s) "Ben sana izin verdim, git buradan ve kendini kurtar. Sen bizimle buralara kadar geldin ki rahat içinde olasın, şimdi kendini ölüme atma" buyurdu.

Cevn "Ey Peygamber evladı, rahatlıkta sizin sofranızdan yemek ve zorluklarda da sizi yalnız bırakmak olmaz. Bedenim kötü kokar, soyum değersiz insanlara dayanır ve rengim de siyah. Ebedi cennetin huzururuna kavuşturun beni ki güzel kokayım, soyum şeref kazansın ve yüzüm ak olsun. Size minnettar olurum. Andolsun Allah'a, bu siyah kanımı o temiz kanlarınıza katmadıkça sizden ayrılmam" dedikten sonra savaştı ve şahadete ulaştı.

Ondan sonra Amr b. Halid-i Saydavi İmam Hüseyin’in (a.s) yanına gelerek dedi: "Ya Eba Abdillah (a.s) , canım feda olsun sana, ben senin dostlarına katılmaya kararlıyım, onlardan geri kalmak ve ehl-i beytinin arasında yar-u yaversiz öldürüldüğünü görmek istemiyorum."
İmam Hüseyin (a.s) "Haydi davran, birazdan biz de size katılacağız" buyurdu.
Amr saldırdı ve bir süre savaştıktan sonra şehid edildi.

Hanzelet b. Sa'd-i Şami İmam Hüseyin’in (a.s) karşısına gelip yüzünü ve göğsünü kılıç, ok ve mızraklara siper ederek dedi: "Ey kavmim, ben bir bölük ümmetin uğradıkları azaba uğrayacaksınız diye korkuyorum; Nuh, Ad ve Semud kavimlerine ve onlardan sonrakilere olduğu gibi ve Allah kullarına zulmetmeyi istemez. Ve ey kavmim, ben, o feryadü figan, o boşuna bağırıp söylenme gönündeki halinizden korkuyorum; o gün, bir gündür ki arkanızı döndürüp kaçacaksınız amma doğru cehenneme gideceksiniz ve Allah'ın azabından sizi bir kurtaran olmayacak." (Mümin-31 ile 34)

Bu azap ayetlerini okuduktan sonra şunları ekledi: "Ey kavmim, Hüseyin'i öldürmeyin; çünkü Allah bir azap göndererek helak eder sizi. Şüphe yok ki Allah'a iftira eden hüsrandadır." Bundan sonra da İmam Hüseyin’in (a.s) yüzünden öptü ve dedi: "Rabbimize koşmayalım mı, kardeşlerimize katılmayalım mı?"
İmam Hüseyin (a.s) buyurdu: "Evet, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlı olana koş. Ezeli ve ebedi sultana git."
Hanzele meydana çıktı yiğitçe, mertçe vuruştu, zorlukları sineye çekti ve nitekim o da şehid edildi.

Öğle namazı vakti geldi. İmam Hüseyin’in (a.s) emriyle Züheyr b. Kayn ve Said b. Abdullah kalan adamların yarısını alarak İmam Hüseyin’in (a.s) önünde bir saf oluşturdular. İmam Hüseyin’in (a.s) de diğer ashabıyla birlikte havf namazı (korku halinde namaz) kıldı. Bu arada düşman tarafından Hüseyin'e (a.s) doğru bir ok fırlatıldı, Said b. Abdullah İmam Hüseyin (a.s) önünde durarak gelen oklara kendini siper etti. Aldığı ok yaraları sonucu yere düşerken şunları diyordu: "Allah'ım, bu cemaate lanet et, Ad ve Semud kavmini azaplandırdığın gibi bunları da azaplandır. Selamımı Peygamber'e ilet ve bedenime isabet eden yaralardan haberdar et. Senin Peygamberinin zürriyetine yardım etmekle senin sevap ve mükafatını kazanmak istedim."

Bunları dedikten sonra dünyadan göçtü. Bedenine dikkatle baktıklarında kılıç ve mızrak yaralarından başka, bedenine isabet eden onüç ok gördüler. Ondan sonra, çok namaz kılan ve faziletli bir insan olan Süveyd b. Amr b. Ebi Muta' meydana çıkıp cesur bir arslan gibi savaştı, zorluklara göğüs gerdi, acılara katlandı ve nitekim aldığı yaralar sonucu ölülerin arasına düşüp öylece hareketsiz kaldı. İbn-i Ziyad ordusundan "Hüseyin öldürüldü" sözünü duyunca bütün gücünü toplayarak ayakkabısından çıkardığı bir bıçakla yeniden savaşa başladı ve şehid edildi.

Bunu rivayet eden şöyle diyor: İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı, İmama yardım ederek şehid düşmek için birbirleriyle yarışıyorlardı adeta. Bir şair de onların bu halini şöyle dile getirmiştir:
"İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı o kimselerdir ki, belaları defetmek için çağrıldıklarında, mızraklı ve sırt sırta veren silahlı düşmanlara aldırmaksızın böyle tehlikeli bir anda cesur kalplerini zırhlarının üstüne giyerek ölümün ağzına atılırlar."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

ALİ EKBER'İN MEYDANA GİDİŞİ


İmam Hüseyin’in (a.s) vefalı ashabı pare pare olmuş bedenlerle topraklar üstündeydi ve ehl-i beytinden başka kimse kalmamıştı.
Bu arada herkesten cemal ve ahlak olarak daha güzel olan oğlu Ali, babası İmam Hüseyin’in (a.s) yanına gelip savaş izni istedi. İmam Hüseyin’in (a.s), hiç gecikmeden izin verdikten sonra ümitsizce baktı ona, istemeksizin gözyaşları damla damla aktı ve dedi: "Allah'ım! Şahid ol, bu orduya karşı öyle bir genç gidiyor ki boy, ahlak ve konuşma tarzıyla Resulullah'a (s.a.a) çok benziyor. Biz Peygamberi arzuladığımızda ona bakardık."
Sonra da Ömer İbn-i Sa'd'a dönerek yüksek sesle, "Ey Sa'd'ın oğlu, benim rahimimi kestiğin gibi Allah da senin rahimini kessin" dedi.

Bu arada Ali b. Hüseyin (a.s) düşmana yaklaşıp kanlı bir savaşa girişti. Düşman ordusundan bir grubu öldürdükten sonra babasının yanına gelerek, "Babacığım, susuzluk beni öldükmek üzere; bu demirlerin ağırlığı da bir yandan beni zorlamakta, bir içimlik su verebilir misin?" İmam Hüseyin (a.s) ağlayarak buyurdu: "Aziz oğlum, dön ve kısa bir süre savaş. Çünkü artık ceddin Muhammed'i (s.a.a) mülakat etmene ve onun elinden tas dolusu su içmene çok az bir zaman kalmıştır. Artık ondan sonra asla susamazsın."

Ali Ekber savaş meydanına döndü. Canından el çekip şehadete hazırlandı. Çok ağır bir saldırıya geçti. Ansızın Münkiz b. Mirra-i Abdi (lanetulahi aleyh) onu nişan alarak bir ok fırlattı. Aldığı ok yarasıyla savunma gücünü kaybederek yere düştü ve yüksek sesle şöyle dedi: "Canım babam, benden selam olsun sana. Bu ceddim Muhammed'dir (s.a.a), sana selam yolluyor ve 'Bize çabuk gel' diyor".
Daha sonra bir kez daha feryad etti ve can verdi.

İmam Hüseyin (a.s) oğlunun cansız bedeninin yanına geldi, yüzünü yüzüne koyup buyurdu: "Seni öldürenleri Allah öldürsün, ne kadar da Allah'a karşı küstahlık ve Resulüne de saygısızlık ettiler. Senden sonra dünyanın başına kül olsun."

Rivayet edenin dediğine göre Zeyneb (a.s) kadınların çadırından çıkıp "Ey habibim, ey kardeşimin oğlu" diyerek meydana doğru ilerledi. Ali Ekber'in yanına gelip o pare pare olan bedeninin üstüne attı kendini. İmam Hüseyin (a.s) Zeyneb'i geri gönderdi. Bundan sonra ehl-i beyt gençleri birbiri ardınca meydana çıkıp
savaştılar. Onlardan bir grubu şehid olunca İmam Hüseyin (a.s) yüksek sesle dedi: "Amca oğullarım ve ehl-i beytim, sabırlı olun. Andolsun Allah'a, bugünden sonra artık asla horlanmayacaksınız."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

KASIM B. HASAN'IN (a.s) MEYDANA GİDİŞİ


Ravi diyor ki:
Yüzü ay parçası olan bir genç meydana çıkıp savaşmaya başladı. İbn-i Fuzeyl-i Azdi bir kılıç darbesile onun başını yardı. O genç yüz üstü yere düşerek "Amcacığım!" diye bağırdı. İmam Hüseyin (a.s) bir şahin gibi meydana atıldı, öfkeli bir arslan gibi orduya saldırdı. İbn-i Füzeyl'e bir kılıç savurdu. İbn-i Füzeyl elini siper edince kolu dirsekten koptu. Öyle bir bağırdı ki İbn-i Ziyad'ın ordusu onun sesini duydu. Küfe ordusu onu kurtarmak için saldırıya geçti, ancak o atların ayakları altında kalıp helak oldu. Etrafındaki toz-duman yatışınca İmam Hüseyin’in (a.s), can vermekte ve ayağını yere sürmekte olan o gencin başı üstünde durduğunu gördüm.

İmam Hüseyin (a.s) buyurdu: "Allah'ın rahmetinde uzak olsun seni katledenler! Kıyamet günü onlarla husumet edecek olan, ceddin ve babandır. Andolsun Allah'a, amcanı seslediğinde cevap verememesi veya cevap vermesinin sana faydalı olmaması amcana çok çetin gelir. Andolsun, bugün öyle bir gün ki, amcanın düşmanı çok ve dostu ise azdır."
Sonra da o genci bağrına bastı ve alıp ehl-i beyt şehidlerinin yanına bıraktı.

İmam Hüseyin (a.s) gençlerinin ve dostlarının öldürülüp yerde yattığını görünce Allah yolunda şehid olmak ve fedakarlık göstermek için hazırlandı ve yüksek sesle buyurdu: "Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'inden düşmanları uzaklaştıracak biri yok mu? Bizim hakkımızda Allah korkusu taşıyan bir muvahhid yok mu? Allah rızası için bize yardım edecek kimse yok mu?"

Çadırlarda bulunan kadınlar bunları duydu; bir kıyametti, koptu. Ağlamalar, sızlamalar başladı. İmam Hüseyin (a.s) çadırın önüne gelip Zeyneb'e (a.s) buyurdu: "Küçük oğlumu getir de vedalaşayım." Çocuğunu ellerinin üstüne alıp öpmek istedi, ansızın Harmelet b. Kahil-i Esedi (lanetullahi aleyh) bir ok fırlattı. Harmele'nin oku çocuğun boğazına saplandı ve ölmesine sebep oldu. İmam Hüseyin (a.s) "Çocuğu tut" buyurdu, kendisi de çocuğun boğazından akan kanın altında ellerini tutarak dolduruyor, gökyüzüne serpiyor ve buyuruyordu: "Bu müsibetler benim için âsandır; çünkü Allah yolundadır ve Allah görmektedir."

İmam Bâkır (a.s) buyurmuştur: "İmam Hüseyin’in (a.s) gökyüzüne serptiği kanın bir damlası dahi yere düşmedi."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

EB'UL-FAZL'IN ŞEHADETİ


İmam Hüseyin (a.s) çok susamıştı, kardeşi Hz. Abbas ile birlikte Fırat nehrinin yanına geldi. İbn-i Sa'd ordusu harekete geçerek onlara engel oldu. Beni Darum kabilesinden biri İmam'a bir ok fırlattı. Ok İmam Hüseyin’in (a.s) ağzına isabet etti. İmam Hüseyin (a.s) oku çıkarıp elini akan kanın altına tuttu. Eli kanla dolunca döküp buyurdu: "Allah'ım! Peygamberinin kızının oğluna yaptıkları bu sitemleri sana şikayet ediyorum."

Ömer b. Sa'd'ın ordusu İmam Hüseyin (a.s) ile Hz. Abbas arasında mesafe oluşturdu. Her taraftan Hz. Abbas'ın etrafını sarıp onu şehid ettiler. İmam Hüseyin (a.s) Hz. Abbas'ın şehadetinde çok ağladı. Bu hususta bir Arap şairi şöyle demiş:

"İnsanlar arasında ağlanmaya en layık olan, Kerbela'da Hüseyin'i (a.s) ağlatan gençtir. O, Hüseyin'in kardeşi ve babasının oğlu Eb'ul Fazl'dır. O ki Hüseyin'e karşı canıyla eşit davrandı ve hiçbir şey onu bundan vazgeçiremedi. Susuzluğun kavurduğu bir anda Fırat'a girdi ama kardeşi İmam Hüseyin susuz olduğu için ondan içmedi."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

ŞEHİDLER SERVERİ HÜSEYİN (A.S MEYDANA ÇIKIYOR


Bu olaydan sonra İmam Hüseyin (a.s) orduyu savaşa çağırdı. Savaşmak için gelen herkesi öldürüyor ve buyuruyordu: "Zillettense öldürülmek daha iyi, zillet ise cehennem ateşine girmekten evladır."

Ravilerden biri şöyle der: Andolsun Allah'a, oğulları, ehl-i beyti ve ashabı öldürüldüğü ve kendisi de düşman ordusu tarafından kuşatıldığı halde İmam Hüseyin (a.s) kadar cesur davranan birini hiç görmemiştim. Düşman saldırdıkça kılıcını çekip düşmana saldırıyordu ve onlar da kurt saldırısına uğrayan koyun sürüsü gibi dağılıyordu. İmam (a.s), sayıları otuz bini bulan o topluluğa saldırdığında, onlar insanları görüp de uçuşan çekirgeler gibi İmam'ın (a.s) karşısından kaçıyorlardı. Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) merkezine dönüyor ve sesleniyordu: "La havle ve la kuvvete illa billah"

İmam Hüseyin durmadan savaştı onlarla, düşman ordusu İmam Hüseyin'le (a.s) çadırlar arasında engel olunca İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Eyvahlar olsun size, ey âl-i Ebi Süfyan taraftarları! Eğer dine inanmıyor ve meaddan da korkmuyorsanız, en azından dünyanızda azâde ve hür kişiler olun. -Eğer Arapsanız, ki inancınızda bunadır, aslınıza dönün en azından-"

-Şimr: "Ey Fatıma'nın oğlu, ne diyorsun sen?"
-İmam Hüseyin: "Ben sizinle savaşıyorum, siz de benimle. Kadınların bunda suçu ne? Hayatta olduğum sürece içinizdeki serkeş, cahil ve zalimlerin benim haremime saldırmalarına izin vermeyin."
-Şimr: "Bunu kabul ettik."

Daha sonra savaşmak ve Hüseyin'i (a.s) öldürmek için hazırlandılar. Karşılıklı olarak her iki taraf saldırıya geçti. İmam Hüseyin (a.s) bir içimlik su istedi, düşman bundan çekindi ve su vermedi. İmam Hüseyin (a.s) yetmiş iki yara aldığından biraz dinlenmek için durdu. Bu esnada bir taşın alnına isabet etmesiyle alnından kan aktı. İmam Hüseyin (a.s) elbisesinin eteğini tutarak alnını temizlemek isterken üç ağızlı zehirli bir ok gelip kalbine saplandı. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: "Bismillahi ve billahi ve ala milleti Resulillah." Sonra da başını gökyüzüne çevirip dedi: "Allah'ım, bu ordu öyle birini öldürüyor ki onun dışında bir peygamberin kızının oğlu yeryüzünde mevcut değildir."

Elini uzatıp oku sırtından çıkardı. Oluk gibi kan akmaya başladı, bunun neticesinde savaş gücünü kaybederek durdu. Yanına yaklaşan herkes, Allah katında İmam Hüseyin (a.s) kanını boynuna almamak için uzaklaşıyordu. Kinde kabilesinden Malik b. Yusr diye bilinen biri İmam Hüseyin’in (a.s) yanına gelerek küfretmeye başladı ve kılıcını İmam Hüseyin'in başına indirdi. Kılıç darbesiyle başındaki başlık yarıldı ve başını yaraladı. İmâme kana boyandı. İmam (a.s) bir mendil isteyerek onu başına bağladı. Bir başlık istedi, onu da başına koydu ve imâmesini de onun üstüne bağladı. İbn-i Ziyad'ın ordusu biraz duraksadıktan sonra yeniden gelip İmam Hüseyin’in (a.s) etrafını sardı.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

ABDULLAH B. HASAN'IN ŞAHADETİ


Henüz ergenlik çağına ermeyen Abdullah b. Hasan b. Ali (a.s) kadınların çadırından çıkıp İmam Hüseyin’in (a.s) yakınında durdu. Zeyneb onu korumak için atıldı, fakat Abdullah geri dönmekten şiddetle sakındı ve andolsun Allah'a, dedi, amcamdan ayrılmam. Bu esnada Ebher b. Ka'b, bir rivayete göre de Harmelet b. Kahil (lanetullahi aleyhima) kılıcını Hüseyin'e (a.s) savurdu. Abdullah "Eyvahlar olsun sana ey haramzâde, amcamı öldürmek mi istiyorsun?" dedi. Ancak o habis tam kılıcını Hüseyin'e (a.s) indirirken, Abdullah kolunu siper etti ve kolu kesildi. "Vay anam!" diye bağırınca İmam Hüseyin (a.s) kucağına alıp bağrına bastı ve buyurdu: "Ey kardeş oğlu, bu müsibete dayan ve Allah'tan hayır dile. Çünkü Allah seni salih babalarına ilhak edecektir."

Aniden Harmelet b. Kahil bir ok fırlatarak Abdullah'ı amcası İmam Hüseyin’in (a.s) kucağında katletti. Bu olaydan sonra Şimr b. Zi'l Cûşen (l.a) çadırlara saldırarak çadırları mızrağıyla deldi ve dedi: "Ateş getirin, çadırları içindekilerle birlikte yakacağım."
İmam Hüseyin (a.s) buyurdu: "Ey Zi'l Cûşen'in oğlu, ehl-i beytimi yakmak için mi ateş istiyorsun? Allah da seni cehennem ateşiyle yaksın."

Şebes gelip bu işinden dolayı Şimr'i azarladı. Şimr (l.a) utanıp vazgeçti. İmam Hüseyin (a.s) ailesine buyurdu: "Elbisemin altından giymem için kimsenin rağbet etmeyeceği bir elbise getirin bana ki bedenim çıplak kalmasın." Küçük ve dar bir elbise getirdiler. İmam (a.s) "Ben bunu istemiyorum, zillet ehli elbisesidir bu" dedi. Eski bir elbise alarak parçaladı ve elbisesinin altına giydi. Yemen kumaşından olan bir elbise de isteyip onu da parçalayarak giydi. Şehid olduktan sonra o elbiseyi üstünden çıkarmasınlar diye İmam Hüseyin (a.s) parçalayarak giymişti. Fakat İmam (a.s) öldürüldükten sonra Ebher b. Ka'b gelip o elbiseyi İmam Hüseyin’in (a.s) bedeninden çıkardı ve İmam'ı (a.s) yerde üryan bıraktı. Bu işinden dolayı yaz mevsiminde her iki kolu iki kuru çubuk gibi kuruyor ve kışda ise normal haline dönüyordu, ancak bu defa da ellerinden irin ve kan akıyordu. Ölünceye kadar bu durum devam etti.

Rivayette şöyle varid olmuştur: Düşmanın okları her taraftan İmam Hüseyin’in (a.s) bedenine saplanmıştı. Bu yaralar sonucu gücünü kaybeden İmam Hüseyin (a.s), Salih b. Vahab b. Mezeni'nin (l.a), böğrüne isabet ettirdiği mızrak darbesiyle atından yere düştü. Bedeninin sağ tarafı ve yüzü yere geldi. Bu durumda İmam (a.s) "Bismillahi ve billahi ve ala milleti Resulullah" diyordu. İmam (a.s) yerden kalktığı sırada Zeynep çadırdan çıktı, şöyle diyordu: "Vay kardeşim, vay serverin, vay ehl-i beytim! Keşke gökyüzü yerde parçalansaydı, keşke dağlar paramparça olup yere dökülseydi!"

Bu sırada Şimr, ordusuna bağırarak "Ne bekliyorsunuz? Neden Hüseyin'in işini bitirmiyorsunuz?" dedi. Ordu her taraftan hücuma geçti. Zer'at b. Şerik (l.a) İmam Hüseyin’in (a.s) sol omuzuna bir kılıç indirdi. İmam Hüseyin (a.s) de kılıcıyla ona vurarak öldürdü. Başka biri kılıcıyla İmam Hüseyin’in (a.s) sırtına vurdu. İmam Hüseyin (a.s) yüzüstü yere düştü. Buna rağmen kalkmak istiyordu, biraz kalkıyor sonra takatsızlığından dolayı yeniden yere düşüyordu. Senan b. Enes-i Nehai (l.a) mızrağını İmam Hüseyin’in (a.s) boğazına sapladı, sonra da çıkarıp göğsüne vurdu. Sonra da bir ok attı ve İmam Hüseyin’in (a.s) boğazına saplandı. İmam Hüseyin’in (a.s) okun boğazına isabet etmesiyle yere düştü. Sonra kalkıp oturdu ve boğazındaki oku çıkardı. Her iki elini akan kanın altında tuttu. Ellerinde toplanan kanı başına ve yüzüne akıttı ve buyurdu: "Hakkım gasbedilmiş ve kanıma belenmiş bir halde Allah'ı mülakat edeceğim."

Ömer b. Sa'd (l.a), sağ ratafında duran birine "Vah olsun sana, in ve Hüseyin'i rahat ettir." Havli b. Yezit-i Esbahi (l.a) İmam Hüseyin’in (a.s) başını kesmek istedi ama bedenine bir titreme düştü ve geri döndü. Senan b. Enes-i Nehai (l.a) atından inerek kılıcını İmam Hüseyin’in (a.s) boğazına indirirken "Andolsun, senin başını bedeninden ayıracağım ve şunu da biliyorum ki sen Peygamberin evladısın; ana ve baba yönünden herkesten üstünsün" dedi. Sonra da başını bedeninden ayırdı. Bu hususta şair şöyle demiş: "Hangi müsibet İmam Hüseyin’in (a.s) müsibetiyle kıyaslanabilir? O gün Senan b. Enes'in (l.a) cinayetkar ve habis elleri Hüseyin'i (a.s) öldürüp başını bedeninden ayırdı."

Ebu Muhammed b. Hasan Taresi "Mealim'ud Din" kitabında İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "İmam Hüseyin’in (a.s) öldürüldüğü gün melekler haykırarak "Allah'ımız", dediler, bu insanların öldürdükleri Senin seçkin kulun ve Peygamberinin kızının oğlu Hüseyin'dir. Allah-u Teala Hz. Kâim İmam-ı Zaman'ın (a.s) yüzünü onlara göstererek buyurdu: "Hüseyin'in intikamını bunun eliyle düşmanlarından alacağım."

Rivayete göre Muhtar, Senan b. Enes'i yakalayıp parmaklarını bent bent ve daha sonra el ve ayaklarını kesti. Büyük bir kazanı zeytin yağıyla doldurarak kaynattı, o habisi de kazana attı ve böylece öldürdü.
Ravi şöyle diyor: Bu sarıda karanlık ve katı bir toz kapladı gökyüzünü, o karanlıkta kızıl bir yel esti, gözler hiçbir şeyi ve hiç bir yeri görmüyordu. İbn-i Ziyad'ın ordusu azap indiğini sandı bir ara. Bir süre bu durum devam etti ve sonra hava aydınlanmaya başladı.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön