İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

İmam Hüseyin'in Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN’İN (A.S) KISACA BİYOGRAFİSİ

Adı: Hüseyin (a.s).
Lakapları: Raşid, Tayyib, Vefî, Zekî, Mübarek, Sibt, Seyyid ve Seyyid’üş- Şüheda.
Künyesi: Ebu Abdullah.
Baba-Ana: Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma (s.a).
Doğumu: Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının üçüncü veya beşinci günü Medine’de gözlerini dünyaya açtı..
Zamanının Halifesi: Muaviye ve Yezit
İmameti: 11 yıl
Şahadeti: Hicretin 61. yılı, Muharrem ayının 10. günü 57 yaşında iken şahadete erişti.
Mezarı: Kerbela
Yaşam Dönemi:
1) Peygamberle geçirdiği dönem (yaklaşık 7 yıl).
2) Babası İmam Ali ile geçirdiği dönem (30 yıl)
3) İmam Hasan ile geçirdiği dönem (10 yıl).
4) İmamet dönemi (11 yıl).
Çocukları: Tarihçiler İmam Hüseyin (a.s)’ın 6, 9 ve 10 çocuğu olduğunu yazmışlardır. Şeyh Mufid ise bunların isimlerini zikrediyor:
1- Anası İran şahı Yezdcerd'in kızı olan Ali Ekber (yani İmam Zeynu'l-Abidin)
2- Anası Ebu Murre b. Urvet b. Mes’ud Sakefi’nin kızı Leyla olan Ali Esğer (halk arasında Ali Ekber olarak muşhurdur).
3- Anası Kuzâa kabilesinden olan Câfer . Cafer İmamın hayatı döneminde vefat etmiştir.
4- Anası Rubab olan ve daha küçücük bir bebek iken babasının kucağında oklanarak şehit edilen Abdullah (halk arasında Ali asgar olarak meşhurdur)
5- Anası Kilab kabilesinden İmri’ül-Kays b. Adiy’in kızı Rübab olan Sekine.
6- Anası Talha b. Ubeydullah’ın kızı Ümmü İshak olan Fatıma.
En son f_altan tarafından 30 Nis 2017, 03:33 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)

Yaratıklarında ortağı olmayan, azametinde benzeri bulunmayan, rüzgarı estiren, sabahı karanlıktan yarıp çıkaran, kudretiyle birlikte affı, gazabıyla birlikte büyük sabrı olan, yaratan, rızk veren, fazl ve nimet sahibi olan, izzetiyle izzetlileri mağlup eden, azametliler O'nun azameti karşısında boyun eğen, kudretiyle istediğine yetişen, çağırırken icabet eden, isyan edildiği halde ayıpları örten, verdiği nimetlere karşılık şükretmedikleri halde büyük nimetler bağışlayan, korkanlara güven veren, mustaz'afları yücelten, zorbaların belini kıran, zalimleri cezalandıran, imdat dileyenlerin imdadına yetişen ve muhtaçların mercisi olan Allah'a hamt ediyor, tesbih ederek de O'nu anıyorum.
Hz. Muhammed (s.a.a)'in de O'nun elçisi, peygamberlerinin sonuncusu ve yaratıklarının en üstünü olduğuna şehadet ediyorum; yine Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin Allah'ın seçkin kulları, O Hazretin nur-u dideleri, ümmetin kurtuluş gemileri, ihtilaftan korunabilmek için de birer vesile ve hüccetler olduklarına tanıklık ediyorum. Allah'ım, ben O'nların dostlarıyla dost, düşmanlarıyla da kıyamete dek düşmanım. Allah'ım O'nlara salat ve selam gönder, O'nların hedeflerini gerçekleştir, O'nların düşmanlarını ise yeryüzünden silip at.
Ehl-i Beyt'in beşinci ferdi olan İmam Hüseyin (a.s)'ı tanımanın en güzel yolu, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt'inin O'nun hakkındaki hadisleri ve kendisinin de buyurmuş olduğu sözleri teenni ile canı gönülden okumak ve onların üzerinde iyice düşünmektir. Biz bu hedefle hareket ederek İmam Hüseyin (a.s)'ın faziletlerinden örnekler nakledeceğiz, sonra İmam (a.s)'ın kendi sözleriyle kıyamının sebeplerini açıklayacağız ve daha sonra İmam (a.s)'a ağlamak ve O'na yas tutmakla ilgili hadisleri Ehl-i Sünnet ve Şia kaynaklarından aktarmaya çalışacağız.

İmam Hüseyin (a.s)'ın Faziletlerinden Örnekler

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim; Hüseyin'i seveni Allah sevsin." [1]
Resulullah (s.a.a) bir gün İmam Hüseyin'in elinden tutarak şöyle buyurdular:
"Ey cemaat! Bu Hüseyin b. Ali'dir; O'nu tanıyın; canım elinde olan Allah'a andolsun ki Hüseyin cennettedir, O'nu sevenler de cennettedir, O'nu sevenleri sevenler de cennettedir." [2]
Bir gün İmam Hasan'la İmam Hüseyin (a.s) anneleriyle birlikte Resulullah (s.a.a)'i görmek için Aişe'nin evine gittiler. Resulullah (s.a.a) uyumuş olduğundan dolayı Fatıma (a.s); "Şimdi ceddiniz yatmış, başka bir saatte Hazretin yanına gelelim" buyurdular. Ama İmam Hasan'la İmam Hüseyin; "Biz ceddimizden ayrılamayız" diyerek birisi Resulullah'ın sağ kolu, diğeri ise sol kolu üzerinde yattılar. Fatıma (a.s) O'nların yattığını görünce kendi evine döndü. İmam Hasan'la İmam Hüseyin (a.s) uykudan ayılınca Aişe'den annelerinin nerede olduğunu sordular, o da; "Siz yattığınızda evinize döndü" dedi.
Bunun üzerine İmam Hasan'la İmam Hüseyin (a.s) karanlık ve şimşekli olan o gecede evden dışarı çıkıp gittiler...
Resulullah (s.a.a) uykudan uyanınca onların oraya gelip yalnız başlarına evlerine döndüklerini öğrenince, hemen Fatıma (a.s)'ın evine gitti. Ama onları orada bulamayınca onları aramaya koyuldu; nihayet onları Beni Neccar bahçesinin önünde yatmış olarak gördü; derken İmam Hasan'ı sağ omzuna, İmam Hüseyin'i de sol omzuna alarak eve doğru hareket etti. Bu arada İmam Ali (a.s) da Resulullah'a ulaştı. Ashaptan bazıları da Resulullah'la karşılaştıklarında; "Babam anam sana feda olsun, hafif olmanız için torunlarınızdan birini bize verin" dediklerinde, Resulullah (s.a.a); "Siz gidiniz, Allah sizin sözünüzü duydu ve makamınızı tanıdı" buyurarak vermekten kaçınıyordu...
İmam Ali (a.s) da; "Ya Resulellah, anam ve babam sana feda olsun, hafiflemen için onlardan birini bana veriniz" dediğinde Resulullah (s.a.a) İmam Hasan'a dönüp; "Ya Hasan, babanın omzuna gitmek istiyor musun?" diye sordu. İmam Hasan; "Ey dede, vallahi senin omzunu babamın omzundan daha çok seviyorum" dedi. Sonra İmam Hüseyin'e dönerek; "Ya Hüseyin, babanın omzuna gitmek istiyor musun?" diye sordu. İmam Hüseyin de; "Ey dede, ben de kardeşimin dediğini diyorum, senin omzunda olmayı babamın omzunda olmaktan daha çok seviyorum." dedi. Resulullah (s.a.a) onları öylece omzunda Fatıma (a.s)'ın evine götürdü..." [3]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
"Kim cennet gençlerinin efendisine bakmak istiyorsa, Hüseyin b. Ali'ye baksın." [4]
İmam Sadık (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) namaza durmuştu, Hüseyin b. Ali (a.s) da kenarında idi; derken Resulullah (s.a.a) tekbir getirdi. Ama Hüseyin (a.s) (dili tam açılmadığından) tekbir getiremedi. Resulullah (s.a.a) İmam Hüseyin'in tekbir getirebilmesi için onu yedi kez tekrarladı; yedicisinde İmam Hüseyin de tekbir getirdi; işte bundan dolayı (namaza başlamadan önce) yedi kez tekbir getirmek sünnet oldu." [5]
Bir gün Resulullah (s.a.a) Fatıma (a.s)'ın evine gidip; "Ya Fatıma, bugün baban senin konuğundur" buyurdular. Fatıma (a.s) cevaben; "Ya Resulellah! Hasan ve Hüseyin benden yiyecek istiyorlar, ama ben onların açlığını gidermek için bir şey bulamadım." dedi. Daha sonra Resulullah (s.a.a) içeri girip Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatıma'yla birlikte oturdu. Ama Fatıma (a.s) şaşkınlık içerisinde kalmıştı, ne yapacağını bilmiyordu.
Daha sonra Resulullah (s.a.a) yüzünü göğe çevirdi, derken Cebrail nazil olup şöyle dedi: "Ey Muhammed! Aliyy'ul-A'la (yüceler yücesi olan Allah) sana selam söylüyor ve şöyle buyuruyor: ‘Ey Muhammed! Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e de ki; cennet meyvelerinden hangisini canınız istiyor?"
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Ey Ali! Ey Fatıma, Ey Hasan, Ey Hüseyin! Aziz Allah sizin aç olduğunuzu bildi, o halde cennet meyvelerinden hangisini istiyorsunuz?" Hiç kimse utancığından cevap vermedi. Bu esnada İmam Hüseyin (a.s) şöyle dedi: "Ey baba, Ey Emir'ul-Muminin, ey alemlerin hanım efendisi olan anne, ey kardeş Hasan, sizin izninizle, cennet meyvelerinden sizin için bir şey seçeyim mi?" Hepsi birlikte; "Ey Hüseyin! Sen ne istesen ve bizim için ne seçsen biz ona razıyız." dediler.
İmam Hüseyin (a.s) sonra şöyle dedi: "Ya Resulellah! Cebrail'e de ki, biz yeni yetişen hurma istiyoruz." Resulullah (s.a.a) buyurdular ki; "Allah onu bildi." Sonra Resulullah (s.a.a); "Ey Fatıma, kalk mutfağa git, hazır olanı bize getir." buyurdular. Fatıma (a.s) mutfağa gidip üzeri yeşil örtüyle örtülen billurdan bir tabak gördü, içerisinde mevsimi olmayan yepyeni hurma vardı. Onu Resulullah'ın yanına getirdi. Resulullah (s.a.a); "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek o hurmalardan bir tanesini alıp Hüseyin (a.s)'ın ağzına bırakarak; "Afiyet olsun ya Hüseyin" buyurdu, Sonra Hasan (a.s)'ın, sonra Fatıma (a.s)'ın, daha sonra da Ali (a.s)'ın ağızlarına birer hurma bırakarak hepsinin adını dile getirip; "Yiyin, afiyet olsun" buyuruyordu..." [6]

İmam Hüseyin'in Kıyamının Sebepleri

İmam Hüseyin (a.s)'ın kıyamının sebeplerini O'nun kendi sözlerinde aramak gerekir. İmam Hüseyin (a.s)'ın kendisi ne için kıyam ettiğini herkesten daha iyi biliyordu. İmam Hüseyin (a.s) Mervan'nın; "Hemen Yezid'e biat et; çünkü bu iş, hem dinin hem de dünyan için daha faydalıdır" sözüne karşılık şöyle buyurdular: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Müslümanlar, Yezid gibi bir hükümdara duçar olduğunda artık İslam'la vedalaşmak gerekir..." [7]
İmam Hüseyin (a.s) "Beyza" konağında bir fırsat bularak Hürr'ün askerlerine bazı gerçekleri anlatıp kıyam ve hareketinin asıl sebebini şöyle açıklamıştır:
"Ey insanlar! Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Kim Allah'ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet etmezse Allah Teala böyle bir adamı, o zalimi sokacağı yere (cehenneme) sokar."
Ey insanlar! Bilin ki bunlar (Beni Ümeyye) Allah'ın itaatini terk edip şeytanın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp İlahi sınırları tatil ettiler. Fey'i (Peygamber'in ailesine mahsus olan ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah'ın haramını helal, helalını da haram ettiler. Ben Müslüman toplumu hidayet etmeğe ve onlara önderlik yapmaya, ceddimin dinini değiştiren fasitlerden daha layığım..." [8]
Kays b. Eş'as; "Neden Yezid'e biat etmiyorsun?" dediğinde İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdular:
"Allah'a andolsun ki, ben onlara zillet elini vermeyeceğim; köleler gibi de önlerinden kaçmayacağım."[9]
İmam Hüseyin (a.s), "Aşura" günündeki ikinci konuşmasında şöyle buyurdu:
"Bilin ki zina zade oğlu zina zade (Ubeydullah b. Ziyad) bizi iki şey; "Kılıç ve zillet" arasında bırakmıştır; zillete gelince o bizden uzaktır; ne Allah, ne Peygamberi, ne de müminler bunu kabul ederler, ne etekleri pâk ve tahir olan anneler (Hz. Fatıma ve Hz. Hatice), ne de izzet-i nefsi olan kimseler alçak kimselerin itaatini kerim kişilerin şahadetine tercih etmeği reva görürler. Bilin ki ben hücceti tamamladım ve size olan inzar görevimi yerine getirdim. Ben aile fertlerimin azalmasına ve yardımcıların da yardım etmemesine rağmen hedefime doğru yürümeğe devam edeceğim." [10]
İmam Hüseyin (a.s) kardeşi Muhammed-i Hanefiyye'ye verdiği vasiyetnamesinde şöyle yazmıştır:
"...Ben azgınlık, makam, fesat, ve zulüm yapmak için Medine'den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali (a.s)'ın yolunda devam etmek için kıyam ettim. Öyleyse kim bu gerçeği benden kabul ederse (bana itaatte bulunursa), Allah'ın yolunu kabul etmiştir; kim de reddederse, Allah benimle bu kavmin arasında hükmedene kadar sabrederim (kendi yolumu tutup giderim); Allah hükmedenlerin en hayırlısıdır..." [11]

Ehl-i Sünnet Ve Şia Kitaplarında İmam Hüseyin'e Ağlamakla İlgili Hadisler

Ehl-i Sünnet ve Şia kitaplarında İmam Hüseyin (a.s)'a ağlamak ve O'na yas tutmakla ilgili oldukça çok hadis vardır. Ama biz o hadislerden bir kaçını okuyuculara aktarmaya çalışacağız. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyen, bu konuda yazılmış olan Arapça ve Türkçe kitaplara başvurabilirler.
Hafız Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, Umeyr kızı Esma'dan şöyle naklediyor:
"Hüseyin dünyaya geldiğinde Resulullah (s.a.a) yanıma gelerek; "Ey Esma! Çocuğumu bana getir" diye buyurdu. Ben Hüseyin'i beyaz bir kundağa sararak Resulullah'a götürdüm. Resulullah (s.a.a) onun sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okuduktan sonra Hüseyin'i bana verdi ve ağlamaya başladı. Resulullah'a; "Anam babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resulü, ağlamanızın sebebi nedir?" diye sorduğumda, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber; "Bu çocuğuma (İmam Hüseyin'e) ağlıyorum" diye cevap verdi..." [12]
Hakim Nişaburi, Haris'in kızı Ümm'ül- Fazl'dan şöyle rivayet ediyor:
"...Bir gün Hüseyin (a.s)'ı Hz. Resulullah (s.a.a)'in yanına götürüp onu Peygamber'in kucağına verdiğimde Hazretin yüzünü diğer tarafa çevirerek ağladığını gördüm. Bunun üzerine; "Ya Resulellah! Anam babam sana feda olsun, size ne oldu (niçin ağlıyorsunuz?) diye sorduğumda şöyle buyurdular:
"Cebrail şimdi yanıma gelerek ümmetimin bu çocuğumu öldüreceğini bana haber verdi... Daha sonra Cebrail Hüseyin'in katligahından kan renkli olan bir avuç toprak bana getirdi." [13]
İbn-i Sa'd "Tabakat'ul-Kubra" adlı kitabında Aişe'den şöyle naklediyor:
"Resulullah (s.a.a)'in bir gün uyuduğu sırada Hüseyin içeriye girdi ve Resulullah'a doğru yürümeğe başladı. Ben onu Resulullah'dan uzaklaştırıp işimin başına döndükten sonra Hüseyin tekrar iki alem serverinin yanına yaklaştı. Bu sırada Hz. Peygamber ağlar bir şekilde uykudan uyandı. Niçin ağlıyorsunuz? dediğimde; "Cebrail Hüseyin'in şehit düşeceği yerin toprağını bana gösterdi. Allah'ın gazabı onun kanını dökenlere çok şiddetlidir" diye buyurdu..."[14]
Ahmed b. Hanbel Müsned'inde[15] Abdullah b. Neci'den, o da babasından şöyle naklediyor:
"Hz. Ali (a.s) ile Sıffîn savaşına hareket ediyorduk. "Neyneva" denen yere vardığımızda Hz. Ali şöyle seslendi: "Ey Eba Abdillah! (İmam Hüseyin'in künyesi) Fırat nehri kenarında sabırlı ol! Ey Eba Abdillah, sabırlı ol!"
Neci diyor ki: Meselenin ne olduğunu sorduğumda Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdular:
"Bir gün Resulullah (s.a.a)'in yanına vardığımda O'nun ağladığını gördüm ve; "Ey Allah'ın Peygamber'i sizi birisi sinirlendirdiğinden dolayı mı ağlıyorsunuz?" diye sorduğumda şöyle buyurdular:
"Hayır, Cebrail sen gelmeden biraz önce buradan gitti ve Hüseyin'in Fırat nehrinin yanında şehit olacağı haberini bana verdi. Cebrail bana; "O'nun (Hüseyin'in) türbesini görmek ister misin?" dediğinde "Evet" dedim. O da elini uzattı ve bana bir avuç toprak verdi. İşte bu yüzden ağladım." [16]
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
"Ali b. Hüseyin (a.s), yirmi (başka bir hadise göre kırk) yıl boyunca babasına ağladı. Önüne ne zaman yemek bırakılsaydı ağlardı. Bir defasında İmam'ın hizmetçisi şöyle dedi:
"Ey Resulullah'ın oğlu, canım sana feda olsun, ben helak olmanızdan korkuyorum." İmam (a.s) şöyle buyurdular: "Ben üzüntü ve kederimi Allah'a açıyorum; ben Fatıma (a.s)'ın evlatlarının katligahını hatırladığımda, üzüntü nefesimi tıkıyor."
Başka bir rivayette de kölenin İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s)'a şöyle dediği nakledilmiştir:
"Ey mevlam! Üzüntünüzün son bulma zamanı ulaşmamış mıdır?" İmam (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:
"Vay senin haline! Yakub b. İshak (a.s) peygamber oğlu bir peygamber idi; onun on iki oğlu vardı, Allah Teala onlardan birini gaybete çekince ağlamaktan gözlerine ak indi, gamdan beli büküldü; oysa oğlu dünyada yaşıyordu. Ama ben babam, kardeşim, amcam ve ailemden olan on yedi kişinin etrafımda katledilmiş naaşlarını gördüm; o halde benim gam ve hüznüm nasıl son bulabilir!" [17]
_____________________________
Kaynakça:
[1] - Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 324.
[2] - Bihar'ul-Envar, c. 43, s. 262
[3] - a.g.e, c. 43, s. 266.
[4] - a.g.e, c. 43, s. 298.
[5] - a.g.e, c. 43, s. 307.
[6] - a.g.e, c. 43, s. 310.
[7] - Lühuf ve diğer kitaplar.
[8] - Taberi, c. 7, s. 297. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 280.
[9] - Ensab'ul-Eşraf, c. 3, s. 188.
[10] - Maktel-i Harezmi, c. 2, s. 7-8.
[11] - a.g.e, c. 1, s. 188. Maktel-i Avalim, s. 54.
[12] - Maktel'ul-Huseyn, c. 1, s. 87-88. Zehair'ul-Ukba, s. 119.
[13] - Müstedrek'us-Sahihayn, c. 3, s. 176. Hz. Peygamber'in Ümmü Seleme'nin evinde ağladığını anlatan diğer kaynaklar da şunlardır: Zehair'ul-Ukba, s. 147. Fusul'ul-Muhimme, s. 154. Sırat'us-Seviyy, s. 94. Mecma'uz- Zevaid, c. 9, s. 118-119. Kenz'ul-Ummal, c. 6, s. 223. Müstedrek'us-Sahihayn, c. 4, s. 398.
[14] - Hz. Peygamber'in Aişe'nin evinde bulunduğu zamanlar Hüseyin'e ağladığı şu kaynaklarda da geçmektedir:
Mucem'ul-Kebir; Hz. Hüseyin'in hayatıyla ilgili bölüm. Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 294. Haysemi "el-Mecma", c. 9, s. 187. Sevaik'ul-Muhrika, s. 115. Mecma'uz Zevaid, c. 9, s. 187-188. Suyuti "Hasais", c. 2, s. 125-126.
[15] - Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 60-61'de.
[16] - Müsned-i Ahmed, c. 2, s. 60-61. El- Musannef, c. 12; Tabakat-ı İbn-i Sa'd; Müsned-i Ebu Ya'li; Mucem'ul-Kebir; Zehair'ul-Ukba, s. 148; Cami'us-Sağir, c. 1, s. 13; Sevaik'ul-Muhrika, s. 115.
[17] - Bihar'ul-Envar, c. 46, s. 108.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN KISACA HAYATI

İmam Hüseyin (a.s), Hz. Ali ve Hz. Fatıma (aleyhim'us selam)'ın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının üçüncü[1] veya beşinci[2] günü Medine'de gözlerini dünyaya açtı. Künyesi Ebu Abdullah'tır; lakapları ise Raşid, Tayyib, Vefî, Zekî, Mübarek, Sibt, Seyyid.[3] ve Seyyid'üş- Şüheda'dır.
İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık yedi yıl Resulullah (s.a.a)'in, otuz yıl Emir'ul- Muminin Ali'nin, on yıl da İmam Hasan'ın hayatları zamanında yaşamıştır.[4] Hicretin 50. yılında İmam Hasan (a.s)'ın mazlumca şahadetinden sonra Şiilerin önderliğini üstlenmiştir.[5]
İmam Hüseyin (a.s)'ın imamet dönemi, Muaviye'nin hüküm sürdüğü döneme rastlamaktadır. İmam Hasan (a.s)'ın Muaviye ile yapmış olduğu sulhdan dolayı İmam Hüseyin (a.s) da ona karşı aynı tavrı takınmıştır. Çünkü İmam Hasan (a.s)'ın çabasıyla hakla batıl Müslümanlar için tanınmış ve İslam'ın esası ciddi bir tehlikeye maruz kalmamıştı.
Yezid, babası tarafından Müslümanların başına halife tayin edildiği günden itibaren İslam'ın esası ciddi bir şekilde tehlikeye maruz kaldı. Muaviye, Hicretin 59. yılında oğlu Yezid'i kendisinden sonra halife olarak tayin etmeye karar aldı. Böyle bir işin gerçekleşmesinden emin olması için kendisi daha hayatta iken oğlu Yezid'e halktan biat almak istedi ve herkesten önce kendisi, oğlu Yezid'e biat etti.[6]
İbn-i Sa'd, Tabakat'ında şöyle yazıyor: Hüseyin b. Ali, Yezid'e biat etmeyen şahıslardandı. Sonra şöyle ekliyor: Muaviye hicretin 60. yılında öldüğünde oğlu Yezid hilafet makamına oturdu, halk da ona biat etti.
Sonra Yezid Medine'nin hakimine şöyle bir mektup yazdı: "Halkı çağırarak onlardan biat al. İlk önce Kureyiş'in büyüklerinden başla; onların ilki de Hüseyin b. Ali olsun."[7]
Medine'nin hakimi İmam Hüseyin'den biat almak isteyince İmam Hüseyin (a.s) cevabında şöyle buyurdular:
"Biz, nübüvvet Ehl-i Beyt'i ve risalet madeniyiz. Yezid ise fasık, şarap içen ve adam öldüren birisidir. Benim gibi birisi onun gibi bir kimseye biat etmez..."[8]
İmam (a.s) başka bir sözünde de şöyle buyuruyor: "Artık İslam'la vedalaşmak gerekir; çünkü ümmet Yezid gibi bir yöneticiye duçar olmuştur..."[9]
Mes'udî şöyle yazıyor: Yezid, ayyaş birisi idi; köpek, maymun ve avcı kuşları besliyordu; içki içiyordu... Onun zamanında, Mekke ve Medine'de şarkı ve gına yaygınlaşmış, halk açıkça içki içmeye başlamıştı.
Onun halka karşı davranışları hakkında da şöyle yazıyor: Firavun, halkın işi hususunda ondan daha adil, yakın ve uzak insanlar hakkında ise ondan daha insaflı idi.[10]

* * *

İmam Hüseyin (a.s), Medine'nin ortamını karışık görünce, o şehirde kalmayı câiz bilmeyip hicretin 60. yılı Recep ayının sonuna iki gün kala pazar günü ailesi ve dostlarıyla birlikte Mekke'ye doğru hareket etti.[11]
İmam Hüseyin (a.s), kendi hareketinin hedefini, kardeşi Muhammed b. Haneffiye'ye yazdığı bir vasiyette şöyle açıklamıştır: "...Ben azgınlık, makam, fesat ve zulüm yapmak için Medine'den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali b. Ebi Talib'in yolunda gitmek için o şehirden ayrıldım..."[12]
İmam Hüseyin (a.s), Şaban ayının üçüncü gününün Cuma akşamı (yani beş gün sonra) Mekke-i Muazzamaya vardı.[13]

* * *

Kufe halkı, Muaviye'nin ölümü ve İmam Hüseyin (a.s)'ın Yezid'e biat etmekten kaçındığını öğrenince pek çok mektuplar yazıp imzalayarak İmam Hüseyin'i Kufe'ye davet ettiler.[14]
Onlar mektuplarında İmam (a.s)'a şöyle yazdılar: "Biz senin yolunu bekliyoruz, kimseyle biat etmemişiz, senin yolunda can vermeye hazırız, senin için onların Cuma ve cemaat namazlarına katılmıyoruz."[15]
İmam Hüseyin (a.s) Kufe halkının isteklerine olumlu cevap vererek Ramazan ayının yarısında Muslim b. Akil'i Kufe'ye gönderdi. Muslim'i Kufe'ye gönderdiğinde ona şöyle buyurdu: "Kufe halkının yanına git, eğer yazdıkları doğru olursa, sana kavuşmamız için bize haber gönder."[16]
Muslim, Şevval ayının beşinci günü Kufe'ye vardı. Onun Kufe'ye gelme haberi şehirde yayılınca on iki bin kişi, diğer bir görüşe göre ise on sekiz bin kişi onun vasıtasıyla İmam Hüseyin (a.s)'a biat ettiler. Muslim bu durumu İmam Hüseyin'e bildirerek İmam'ın Kufe'ye gelmesini istedi.[17]
Kufe'de yaşanan olayların haberi Yezid'e ulaşınca, Yezid ilk etapta Kufe'nin hakimi olan Numan b. Beşiri azledip Ubeydullah b. Ziyad'ı onun yerine atadı[18] ve Muslim b. Akil'i yakalatıp öldürmesini emretti.[19] Diğer taraftan da, İmam Hüseyin (a.s)'ı Mekke'de gafil avlatıp öldürmek için kendi adamlarını seferber etti.
İmam Hüseyin (a.s) bu komplodan haberdar olunca, Beytullah'il- Haram'ın kutsiyet ve hürmetini korumak için hac amellerini aceleyle bitirip hicretin 60. yılı Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke'den ayrılıp Irak'a doğru hareket etti.[20]
İbn-i Abbas, Kerbela vakıasından sonra bir mektubunda şöyle yazıyor: "Şunu hiçbir zaman unutmayacağım ki sen, Hüseyin b. Ali'yi Peygamber'in hareminden (Medine'den) Allah'ın haremine (Mekke'ye) sürdün, oradan da onu gafil avlayıp öldürmek için bazı adamlarını gizlice oraya gönderdin. Sonra onu Allah'ın hareminden Kufe'ye sürdün, Hz. Hüseyin, Batha'nın (Mekke'nin) en aziz insanı olmasına rağmen üzgün bir şekilde Mekke'den ayrıldı. Eğer Mekke'de kalarak orada kan dökülmesini isteseydi, Mekke ve Medine halkının hepsinden daha çok taraftarı olurdu. Ama o, Allah'ın evi ve Resulullah'ın hareminin saygınlık ve ihtiramını korudu; ama sen onların hürmetini ve saygınlığını korumadın. Çünkü sen haremde onunla savaşmak için bazı kişileri Mekke'ye gönderdin.”[21]
Ubeydullah, Muslim b. Akil'i ve ona sığınak veren Hani b. Urve'yi Kufe'de yakalayıp feci bir şekilde şehit etti.[22]
Ubeydullah, İmam Hüseyin (a.s)'ın Kufe'ye geldiğini öğrenince İmam'ın ordusunu gözetimi altında tutmak için Hür b. Yezid-i Riyahi'nin komutasında bir orduyu "Kadisiyye"bölgesine gönderdi. Hür b. Yezid, "Şeraf"denilen bir bölgede İmam Hüseyin (a.s)'la karşılaştı, aralarında bazı konuşmalar geçti. İmam (a.s), iki hurcun (heybe) dolusu olan Kufe'lilerin mektuplarını Hür b. Yezid'e gösterdi ve onların kendisini davet ettiklerini söyledi. Sonra kendi yoluna devam etti...
Hicretin 61. yılı Muharrem ayının ikinci günü "Neyneva"bölgesine vardılar. Bu bölgede oldukları vakit İbn-i Ziyad'ın elçisi, Hür b. Yezid'e bir mektup getirdi. Mektubun içeriği şöyle idi: "Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz ve elçim senin yanına gelir gelmez Hüseyin'i baskı altına al ve onu kale ve suyu olmayan bir çöle sür."[23]
Hür b. Yezid, İbn-i Ziyad'ın emri doğrultusunda İmam Hüseyin (a.s)'ın kafilesini "Kerbela"denen bölgede durdurdu. Ertesi gün Ubeydullah b. Ziyad'ın elçisi olan Ömer b. Sa'd da dört bin savaşçıyla Kerbela'ya geldi.[24]
Şunu hatırlatmak gerekir ki, Hür b. Yezid, İmam Hüseyin'nin şahadetinden önce kendi yaptığından pişman olup tövbe etti ve İmam (a.s)'ı savunma yolunda şahadete erişti.[25]
Ömer b. Sa'd, Aşura gününe üç gün kala, İmam Hüseyin (a.s)'ın kafilesinin suya ulaşmaması için beş yüz süvariyi Fırat nehrini koruması için görevlendirdi.[26]
Muharrem ayının dokuzuncu günü (Tasua), İmam Hüseyin (a.s) ve ashabı, kamil bir şekilde düşman tarafından abluka altına alındılar; öyle ki düşman, İmam (a.s)'ın yardımına hiç kimsenin gelmeyeceğine emin olmuştu.[27]
Tasua akşamı, düşman tarafından savaşın başlaması için saldırı emri verildi. İmam Hüseyin (a.s), düşmanın hareketini görünce kardeşi Abbas b. Ali'ye şöyle buyurdu:
"Kardeşim, -canım sana feda olsun- atına bin de onlara doğru git ve onlara; Sizin amacınız ne, ne yapmak istiyorsunuz?diye sor.”
İmam Hüseyin (a.s)'ın kardeşi Hz. Abbas, onlarla görüşüp konuştu, sonuçta saldırıyı yarına ertelemeyi kabul ettiler.[28]
Nihayet "Aşura"günü yetişti... Ömer b. Sa'd, otuz bin savaşçıyla saldırıyı başlattı.[29] Otuz iki süvari ve kırk piyadeden oluşan[30] İmam Hüseyin (a.s)'ın ordusu, onların saldırıları karşısında erkekçe direnip yiğitçe savaştılar; hem şehit verdiler ve hem de onlardan öldürdüler. İmam (a.s)'ın yaranlarından kim şehit oluyorduysa yeri boş kalıyordu, ama düşmanın ordusundan bir kişi öldüğünde yerini hemen başka birisi dolduruyordu.
İmam Hüseyin (a.s)'ın ashabının hepsi şehit olunca sıra İmam (a.s)'ın kendi ailesine geldi. Onlardan savaş meydanına ilk ayak basan İmamın aziz oğlu Ali Ekber oldu.[31] Ondan sonra İmam Ali (a.s), İmam Hasan (a.s), Cafer-i Tayyar ve Akil'in evlatları savaş meydanına çıktılar, yiğitçe savaştıktan sonra onlar da şahadet şerbetini içtiler. Hz. Abbas b. Ali (a.s) da onlarla savaşarak İmam Hüseyin'in evlatlarına su getirmek için gayret gösterdiği bir sırada düşmanın kalleşçe saldırısı neticesinde kendi canını İmam Hüseyin (a.s) yolunda feda etti.
"Aşura"gününün en hassas zamanı, Peygamber'in ciğer paresi ve Fartıma'nın aziz oğlunun yardımcısız kaldığı zaman idi. Düşman ordusu, İmam'ı yalnız gördüğü için her taraftan ona saldırıyordu...
Aşura günü orada bulunan Haccac b. Abdullah şöyle diyor: Allah'a andolsun ki, oğlu, kardeşi, kardeş oğulları, akrabaları ve yaranları ölüp de onun (İmam Hüseyin) gibi direnişli, sebatlı, şecaatli ve yiğit birisini ben görmedim. Allah'a andolsun ki ondan önce ve ondan sonra onun gibi birisini görmedim. İmam Hüseyin (a.s) düşman ordusuna saldırdığında, kurdun korkusundan kaçan keçiler gibi onlar da İmam'ın sağ ve solundan öylece kaçıyorlardı... Allah'a andolsun ki, Fatıma'nın kızı Zeynep İmam'a taraf yaklaştı... Bu esnada Ömer b. Sa'd da İmam'ın yakınına yaklaşmıştı, Zeynep, İbn-i Sa'd'a hitaben; "Ebu Abdullah (İmam'ın künyesi) öldürülüyorken sen ona mı bakıyorsun?"dedi.
Devamında şöyle diyor: Ömer b. Sa'd'ın göz yaşlarının yüzüne ve sakalına aktığını ve Zeynep'ten yüz çevirdiğini adeta görür gibiyim ...[32] Nihayet İmam Hüseyin (a.s) da o zalimlerin eliyle feci bir şekilde şehit edildi .
Tarih kitapları İmam Hüseyin (a.s)'ın çocukları hakkında çeşitli görüşler belirtmişlerdir; kimisi altı,[33] kimisi dokuz[34] ve kimisi de on[35] çocuğu olduğunu yazmıştır. Çocuklarından Ali Ekber ve Abdullah (Ali Esğer) babalarının yanında şahadete erişmiş ve İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s) da Allah'ın emriyle Müslüman'ların dördüncü İmam'ı olmuştur.
_____________________
Kaynakça:
[1] - Misbah'ul-Muteheccid, s. 758.
[2] - İrşad-ı Mufid, c. 2, s. 27.
[3] - Keşf'ul-Ğumme, c. 2, s. 216.
[4] - Tarih-i Ehl'ul-Beyt, s. 76.
[5] - Kafi, c. 1, s. 461-462.
[6] - Müruc'uz- Zeheb, c. 3, s. 36 ve 37.
[7] - Tabakat-ı İbn-i Sa'd, c. 10, s. 164.
[8] - Musir'ul-Ahzan, s. 24.
[9] - a.g.e, s. 25.
[10] - Müruc'uz- Zeheb, c. 3, s. 77.
[11] - İrşad, c. 2, s. 34.
[12] - Bihar'ul-Envar, c. 44, s. 329.
[13] - İrşad, c. 2, s. 35.
[14] - a.g.e, c. 2, s. 36.
[15] - Müruc'uz- Zeheb, c. 3, s. 64.
[16] - a.g.e
[17] - a.g.e
[18] - a.g.e
[19] - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 258.
[20] - İrşad-ı Mufid, c2, s. 66.
[21] - Tarih-i Yakubi, c1, s. 221.
[22] - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 300.
[23] - a.g.e, c. 4, s. 302-308.
[24] - a.g.e, s. 310.
[25] - a.g.e, s. 325.
[26] - a.g.e, s. 311.
[27] - Kafi, c. 4, s. 147.
[28] - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 314.
[29] - Emali-yi Saduk, s. 111 ve 374.
[30] - Kamil-i İbn-i Esir, c. 2, s. 560.
[31] - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 341.
[32] - a.g.e, s. 245.
[33] - İrşad-ı Mufid, c. 2, s. 135.
[34] - Tarih-i Ehl-i Beyt, s. 102.
[35] - Keşf'ul-Ğumme, c. 2, s. 250.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN FAZİLETLERİ VE SİRESİ

İmam Hüseyin (a.s)'ın Makamı

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki :
"Hüseyin bendendir; o benim oğlum ve evladımdır, kardeşinden sonra insanların en üstünüdür; o müslümanların İmamı, müminlerin mevlası, alemlerin Rabb'inin halifesidir; yardım dileyenlerin yardımına koşan, sığınak arayanların sığınağı ve Allah'ın yaratıklarına olan hüccetidir; o, cennet gençlerinin efendisi ve ümmetin babıdır (kapısıdır); onun emri benim emrimdir; ona itaat bana itaattir; ona uyan bendendir; ona isyan eden ise benden değildir." [1]
İmam Hüseyin (a.s) buyurmuştur ki:
"Resulullah (s.a.a)'in yanına gittim, Ubey b. Ka'b da oradaydı. Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdular: "Hoş geldin ya Eba Abdullah; ey göklerle yerin ziyneti!" Ubey b. Ka'b; Ya Resulellah, senden başka göklerle yerin ziyneti nasıl olabilir?! Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:
"Ey Ubey! Beni hak olarak peygamberliğe seçene andolsun ki, Hüseyin b. Ali'nin göklerdeki makamı yeryüzündeki makamından daha büyüktür. Allah'ın arşının sağ tarafına şöyle yazılmıştır: Hüseyin, hidayet kandili ve kurtuluş gemisidir..." [2]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Siyadeti

Allah-u Teala buyurmuştur ki:
"Bilin ki, Hüseyin, dünya ve ahirette bütün şehitlerin seyyidi (efendisi) ve cennet gençlerinin efendisidir." [3]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Sevgisi

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim; Hüseyin'i seveni Allah sever." [4]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Mahbubiyeti

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
"Kim, gök ehli yanında yeryüzü ehlinin en sevilenine bakmak istiyorsa, Hüseyin'e baksın." [5]

Kardeşlerine Sevgi Ve Saygısı

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
"İmam Hüseyin (a.s), kardeşi İmam Hasan (a.s)'a saygı için asla onun önünde yürümüyor ve birlikte olduklarında da ondan önce konuşmaya başlamıyordu."[6]
İmam Bakır (a.s) buyurmuştur ki:
"İmam Hüseyin (a.s), kardeşi İmam Hasan (a.s)'ı ululaması için onun yanında konuşmuyordu. Muhammed b. Hanefiyye de İmam Hüseyin (a.s)'ı ululaması için onun yanında konuşmuyordu."[7]
Ravi diyor ki:
"Hz. Zeyneb (a.s), İmam Hüseyin (a.s)'ı ziyaret ettiğinde (onun yanına gittiğinde), İmam Hüseyin (a.s) ona ihtiram ve saygı için yerinden kalkıp onu kendi yerinde oturtuyordu."[8]
İmam Sadık (a.s), babası İmam Bakır (a.s)'dan naklen şöyle buyurmuştur:
"İmam Hüseyin (a.s), her Cuma akşamı (kardeşi) İmam Hasan b. Ali (a.s)'ın kabrini ziyaret ediyordu."[9]

İyi İşlerin Hepsini Yapması

İbn-i Esir diyor ki:
"İmam Hüseyin (a.s), faziletli bir şahıs idi; çok oruç tutar, çok namaz kılar, çok hacca gider, çok sadaka verir ve bütün hayır işleri yapardı."[10]

Çok Müstehap Namazlar Kılması

İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s), "Babanın evlatları ne kadar da azdır" diyen birisinin cevabında buyurdular ki:
"Ben nasıl doğduğuma şaşırıyorum; zira babam (Hüseyin (a.s)) her gün ve gece bin rekat namaz kılardı."[11]

Yaya Olarak Hacca Gitmesi

İbn-i Abbas diyor ki:
"İmam Hüseyin (a.s), bineğini ardından çektiği halde yaya olarak hacca gidiyordu."[12]

İyiliğe Güzel Karşılık Vermesi

Enes diyor ki:
İmam Hüseyin (a.s)'ın yanında olduğum bir sırada bir cariye gelerek O'na bir demet gül takdim etti. İmam Hüseyin de (karşılık olarak): "Sen Allah yolunda hür ve serbestsin" buyurdular.
Ben Hazrete: "Bir cariyenin değersiz bir demet gül vermesiyle onu azat mı ediyorsun?" dediğimde buyurdular ki: "Allah-u Teala bizi böyle eğitmiştir ve Kur'an'da buyurmuştur ki: "Size bir iyilik edildiğinde, (veya bir selamla selamlandığınızda) siz ondan daha güzeliyle veya aynı ayarda karşılık verin."[13] O iyilikten daha güzeli, onu azat etmekti (Allah yolunda serbest bırakmaktı)."[14]

Ali İsmini Sevmesi


Ali b. Hüseyin (İmam Zeyn'ul-Abidin –a.s-) buyurmuştur ki:
"Muaviye Mervan b. Hakem'i Medine'ye vali tayin ettiğinde, Kureyş gençlerine hukuk (aylık) belirlerken ben de onun yanına gittim. Bana: "İsmin nedir?" diye sordu. Ben de cevaben: "Ali (Zeyn'ul-Abidin)'dir" dedim. "Kardeşinin ismi nedir?" diye sorduğunda da "Ali'dir" dedim. Mervan: "Ali, Ali mi?! Babanın, çocuklarına Ali'den başka bir isim koymamasından maksadı nedir?" dedi.
Ben babamın yanına dönerek Mervan'ın dediği sözü ona anlattım. Babam Hüseyin (a.s) buyurdular ki:
"Eğer benim yüz tane erkek çocuğum olsaydı, onlardan hiç birine Ali'den başka isim koymak istemezdim?" [15]

Köle Azat Etmesi

İmam Hüseyin (a.s) bir gün müsteraha giderken müsterahın kenarında bir ekmek parçası bularak, onu dışarı çıktığında kendisine vermesi için kölesine verdi. İmam (a.s) dışarı çıkınca köleden o ekmek parçasını istedi. Köle de cevaben: "Yedim" dedi.
İmam (a.s) bunun üzerine: "Sen artık hür ve serbestsin; çünkü ceddim buyurmuştur ki: "Kim bir ekmek parçası bulur da temizledikten sonra onu yerse, ekmek karnına yetişmeden Allah onu cehennem ateşinden kurtarır." Ben Allah'ın, ateşten azat ettiği (kurtardığı) kimseyi köle ve kul yapamam" buyurdu.[16]

Fakir Ve Yoksullara Yardımda Bulunması

Şuayb b. Abdurrahman-i Huzaî diyor ki:
"Aşura günü İmam Hüseyin (a.s)'ın omuzlarında bir iz (siyahlık) görüldü. İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s)'dan bunun sebebini sorduklarında şöyle buyurdular:
"Bu iz, fakir, yetim ve yoksulların evlerine götürdüğü (deriden olan) azık torbasının bıraktığı izdir."[17]

Muaviye'ye Karşı Tavrı

İmam Hüseyin (a.s) Muaviye'nin: "Biz, Hücr'ü ve ashabını öldürerek onları kefin-defin ettik" sözüne karşılık buyurdular ki:
"Ey Muaviye! İnsanlar senin düşmanındır. Ama eğer biz senin taraftarlarını öldürmüş olursak, ne onları kefenleriz, ne onlara namaz kılarız ve ne de onları defnederiz!"[18]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Halkı Hidayet Etme Yöntemi

İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında Ruhayni'den şöyle nakl ediyor:
"İmam Hasan ve İmam Hüseyin (alehim'es selam) abdest almakla meşgul olan yaşlı bir adamın yanından geçerken onun doğru abdest almadığını gördüler, onu rahatsız olmayacak bir şekilde hidayet etmek için abdest konusunda tartışmaya başladılar, onlardan her biri diğerine; senin abdest alman doğru değildir diyordu. Yaşlı adama: "Kimin doğru abdest aldığına sen karar ver" deyip abdest almaya başladılar. "Hangimizin abdesti daha doğrudur?" dediklerinde yaşlı adam şöyle dedi: "Sizin ikiniz de güzel abdest aldınız, ama bu cahil ve yaşlı kişi doğru abdest almadı." Böylece yaşlı adam rahatsız olmaksızın doğru abdest almayı öğrenmiş oldu.[19]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Tevazusu

İbn-i Asakir, Tarih-i Dimaşk kitabında şöyle nakl ediyor: "Bir gün İmam Hüseyin (a.s), abalarını yere sermiş kuru ekmek yemekle meşgul olan bir grup fakir ve yoksulların yanından geçerken onlar İmam (a.s)'ı yemeğe davet ettiler. İmam (a.s) atından inerek; "Allah mütekebbirleri sevmez" deyip onlarla birlikte yemek yemeğe başladı.
Sonra onlara; "Ben sizin davetinizi kabul ettiğim gibi siz de benim davetimi kabul edin "buyurdu. Onlar da bu daveti kabul ettiler. İmam (a.s) onları evine götürüp cariyesi Rubab'a şöyle dedi: "Azık olarak topladığın şeyleri misafirlere getir."
İmam (a.s) onları iyice ağırladıktan sonra bir takım hediyelerle onları uğurladı.[20]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Hilmi

İmam Hüseyin (a.s)'ın hizmetçisi, cezalandırılmayı hakkeden bir suç işledi. İmam (a.s) onun tembih edilmesini emretti. Hizmetçi; Ey mevlam: "Ve'l kazimin'el ğayz" (Öfkelerini yenenler) dediğinde, İmam (a.s); "Ondan vazgeçin" buyurdu. Hizmetçi; Ey mevlam: "Ve'l afîne an'in nas" (İnsanları affedenler) dediğinde, İmam (a.s); "Seni affettim" buyurdu. Hizmetçi; Ey mevlam: "Vallahu yuhibb'ul muhsinin" (Allah ihsan edenleri sever) dediğinde de İmam (a.s); "Sen Allah rızası için serbestsin, sana bağışladığım miktarın bir kaç katı daha senin içindir" buyurdu.[21]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Şecaati

İmam Hüseyin (a.s)'ın Aşura günü sergilediği şecaat ve cesaretin eşini hiç kimse görmeyip ve görmeyecektir de. İmam (a.s) Aşura günü, karşısına çıkan herkesi kılıçtan geçiriyordu, böylece düşmandan çok sayıda insanlar öldürdü. Ömer b. Sa'd bu durumu görünce; "Tek tek onun karşısına çıkmayın, hep birlikte ona saldırın" diye emretti.
Bazı raviler şöyle demiştir: "Ashabı, evladı ve bütün aile fertleri ölüp de onun gibi şecaatli savaşan biri vallahi görülmemiştir. İmam Hüseyin (a.s) susuz olmasına rağmen düşman ordusunun hangi semtine saldırıyorduysa adeta çekirgeler gibi onun önünden kaçıyorlardı... Nihayet uzaktan İmam (a.s)'ı ok yağmuruna tutup ne kadar korkak olduklarını kanıtladılar.[22]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Müminlerin Kalbindeki Aşkı

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Bir gün Peygamber (s.a.a), Hüseyin (a.s)'ı kucağına alarak şöyle buyurdu: "Hüseyin'in şahadeti için müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz."
Sonra buyurdular ki: "Babam, her gözyaşın maktulü olana (Hüseyin'e) feda olsun."
Ey Resulullah'ın torunu, her gözyaşın maktulü nedir? dediklerinde; "Onu anan her mümin, mutlaka ağlar" buyurdular.[23]

Zalimlere Biat Etmemesi

İmam Hüseyin (a.s)'dan Yezid'e biat etmesini istediklerinde şöyle buyurdular:
"Benim gibi birisi, Yezid gibi birisine biat etmez. Fakat biz de, siz de sabahlayalım ve hangimizin hilafet ve biate daha layık olduğunu bekleyelim."[24]

Zillete Boyun Eğmemesi

İmam Hüseyin (a.s) Aşura günü Kufe halkına hitaben şöyle buyurdular:
"...Bilin ki, zina zade oğlu zina zade (İbn-i Ziyad), beni savaşla zillet arasında bırakmıştır; ona teslim olmak ve zillete boyun eğmek bizden uzaktır."[25]

İmam Hüseyin'e Aşura Günü Ağlamak

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
"Babam (İmam Kazım) Muharrem ayı girdiğinde, güler görülmezdi¸ on gün geçene kadar gam ve hüzün ona galip olurdu; Aşura günü (Muharrem ayının onu) olduğunda, o gün onun musibet, hüzün ve ağlamak günü olurdu; işte o gün Hüseyin (a.s)'ın öldürüldüğü gündür." [26]

Aşura Gününün Musibet Günü Oluşu

Abdullah b. Fazl el-Haşimî diyor ki:
"İmam Sadık (a.s)'a dedim ki; "Ey Resulullah'ın torunu! Aşura günü, nasıl musibet, gam ve ağlama günü oldu da Resulullah (s.a.a)'in vefat günü, Fatıma (a.s)'ın ölüm günü, Emir'ul- Muminin Ali (a.s)'ın katledildiği gün ve Hasan (a.s)'ın zehirle öldürüldüğü gün musibet günü olmadı?"
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
"Hüseyin (a.s)'ın musibet günü, diğer günlerin musibetinden daha büyüktür. Çünkü Kisa ashabı, Allah katında yaratıkların en üstünleri idiler; bunlar beş kişi idi. Onların arasından Resulullah (s.a.a) vefat ettiğinde, Emir'ul- Muminin Ali, Fatıma Hasan ve Hüseyin hayatta idiler; halk için bir teselli ve gönül rahatlığı vardı. Fatıma (a.s) dünyadan göçtüğünde, Emir'ul- Muminin, Hasan ve Hüseyin halk için bir teselli ve gönül rahatlığıydılar. Emir'ul- Muminin de şehit olduğunda, Hasan ve Hüseyin halk için bir teselli ve gönül rahatlığıydılar. Hasan (a.s) da öldürüldüğünde, Hüseyin (a.s) halk için bir teselli ve gönül rahatlığı idi. Hüseyin (a.s) katledildiğinde artık Kisa ashabından, halka teselli ve gönül rahatlığı olacak bir kimse kalmadı. Öyleyse onun ölmesi hepsinin ölmesi demekti. Nitekim onun baki kalması hepsisinin baki kalması gibi idi. İşte bundan dolayı İmam Hüseyin (a.s)'ın musibet günü diğer musibet günlerinden daha büyüktür." [27]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kim Aşura günü, ihtiyaçları için çalışmayı terk ederse, Allah Teala onun dünya ve ahiret ihtiyaçlarını karşılar. Aşura günü kimin musibet, hüzün ve ağlama günü olursa, Allah Teala kıyamet gününü, onun mutluluk ve sevinç günü kılar ve cennette gözü bizimle aydınlanmış olur. Kim Aşura gününü bereket günü adlandırır ve o gün evi için bir şey stok ederse, stok ettiği şey onun için mübarek olmaz ve kıyamet günü cehennemin en alt tabakasında Yezid, Ubeydullah b. Ziyad ve Ömer b. Sa'd ile haşır olur." [28]

İmam Hüseyin'in Katline Lanet Etmek

İmam Rıza (a.s) İbn-i Şebib'e şöyle buyurdular:
"Ey Şebib, eğer cennette yapılmış olan odalarda Peygamber ve Ehl-i Beyt'i ile beraber olmak istiyorsan, Hüseyin'in katillerine lanet etmelisin." [29]
Davud-u Rıkkî diyor ki:
İmam Sadık (a.s)'ın yanında durmuştum, su istedi, suyu içtiğinde gözlerinin yaşla dolduğunu ve ağladığını gürdüm. Sonra şöyle buyurdu:
"Ey Davud! Allah, Hüseyin'in katiline lanet etsin; Hüseyin'i anmak hayatı gamlı kılır (karartır). Ben her soğuk su içtiğimde Hüseyin'i anıyorum; kim su içip de Hüseyin'i anar ve onun katiline lanet ederse, Allah Teala ona yüz bin hasene (sevap) yazar, yüz bin günahı onun amel defterinden siler, yüz bin derece onun makamını yüceltir, yüz bin köle azat etmiş gibi olur ve Allah Teala onu, kıyamet günü güler yüzlü olarak haşır eder." [30]

İmam Hüseyin (a.s)'ı Anmanın Niteliği

Hasan b. Ebu Fahite şöyle diyor:
İmam Sadık (a.s)'a dedim ki;"Canım sana feda olsun! Hüseyin b. Ali (a.s)'ı anıyorum, onu andığımda ne söyleyeyim?" İmam (a.s) buyurdular ki şöyle de: "Sallallahu aleyke ya Eba Abdullah" (Allah'ın selamı sana olsun ey Eba Abdullah) ve bu sözü üç defa tekrarla" [31]
İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
"Ey İbn-i Şebib, Hüseyin (a.s)'la şahadete erişen kimsenin sevabı kadar sen de sevap elde etmek istiyorsan, onu andığında şöyle de: "Ya leyteni kuntu meahum fe efuze fevzen azima" (Keşke ben de onlarla olsaydım ve büyük bir makama - şahadete- erişseydim.) [32]

İmam Hüseyin'in Musibetini Anmak

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
"Kim bizim musibeti anıp da ağlar veya başkalarını ağlatırsa, gözlerin ağladığı gün onun gözü ağlamaz. Kim bizim emrimizin (velayetimizin) ihya edildiği bir mecliste oturursa, kalplerin öldüğü gün onun kalbi ölmez." [33]
Şair olan Ebu İmare şöyle diyor:
İmam Sadık (a.s) bana: "Ey Ebu İmare! Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir oku" diye buyurdu. Ben şiir okudum, o da ağladı. Sonra yine şiir okudum, yine ağladı. Allah'a andolsun ki, ben okudukça o da ağlıyordu, hatta evdekilerin de ağlama seslerini duydum.
İmam (a.s) bana buyurdular ki:
"Ey Ebu İmare! Kim Hüseyin b. Ali hakkında bir şiir okur da elli kişiyi ağlatırsa, cennet ona farz olur; kim Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir okur da kırk kişiyi ağlatırsa cennet ona farz olur; kim Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir okur da otuz kişiyi ağlatırsa cennet ona farz olur; kim Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir okur da yirmi kişiyi ağlatırsa cennet ona farz olur; kim Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir okur da on kişiyi ağlatırsa cennet ona farz olur; kim Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir okur da bir kişiyi ağlatırsa cennet ona farz olur; kim Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir okur da kendisi ağlarsa cennet ona farz olur; kim Hüseyin (a.s) hakkında bir şiir okur da ağlar görünmeye çalışırsa cennet ona farz olur." [34]

İmam Hüseyin (a.s)'a Ağlamak

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Ey İbn-i Şebib! Birine ağlayacak olursan, Hüseyin b. Ali'ye ağla. Çünkü o bir koçun boğazlandığı gibi boğazlandı ve onun ailesinden yeryüzünde eşleri bulunmayan on sekiz kişi öldürüldü. Onun ölümü için yedi gökle yerler ağladı." [35]
Ebu İmare Şöyle diyor:
İmam Sadık (a.s)'ın yanında Hz. Hüseyin (a.s) anıldığı gün, İmam (a.s) o gün akşama kadar kesinlikle güler yüzlü görülmezdi ve; "Hüseyin her müminin göz yaşıdır." buyuruyordu.[36]
İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
"Ağlayanlar Hüseyin gibisine ağlamalıdırlar; çünkü ona ağlamak büyük günahları döker (silip yok eder)." [37]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Ziyareti

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
"Hüseyin (a.s)'ın ziyareti en üstün amellerdendir." [38]
İmam Bakır (a.s) buyurmuş ki:
"Kim yerinin cennet olmasını istiyorsa, mazlumun ziyaretini terk etmemelidir." Mazlum kimdir? denildiğinde; "Kerbela sahibi Hüseyin b. Ali'dir." buyurdular.[39]
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
"Hüseyin (a.s)'ı ziyaret ediniz, ona cefa etmeyiniz (bu hususta kusur etmeyiniz). Çünkü o, yaratıklardan cennet ehli gençlerinin efendisi, şehitlerin ise serveridir." [40]
Yine İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
"Allah-u Teala, kime hayır vermek isterse, İmam Hüseyin ve ziyaretinin sevgisini onun kalbine yerleştirir." [41]

İmam Hüseyin'i Uzaktan Ziyaret Etmek

İmam Sadık (a.s) Sudeyr'e şöyle buyurmuşlardır:
"Ey Sudeyr! Neden Hüseyin (a.s)'ın kabrini her Cuma günü beş ve her gün bir defa ziyaret etmiyorsun?" Ben; "Sana feda olayım, bizimle onun arasında fersahlarca mesafe vardır" dediğimde şöyle buyurdular:
"Evin üzerine çık, sonra sağa ve sola bak, sonra başını göğe doğru kaldır, daha sonra Hüseyin (a.s)'ın kabrine doğru yönelerek şöyle de: "Es-Selamu aleyke ya Eba Abdillah! Es-Selamu aleyke ve rahmetullahi ve berekatuh" ( Selam olsun sana ey Eba Abdullah! Allah'ın selam, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun). Böyle yaptığında bir ziyaretin sevabı sana yazılır, bu ziyaretin sevabı da bir hacla umredir."
Sudeyr diyor ki: Ben (İmam'ın sözünü duyduktan sonra) her gün yirmi defadan fazla bu ziyareti okurdum.[42]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Suresi

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Farz ve müstahap namazlarda Fecr suresini okuyun. Çünkü o sure, Hüseyin b. Ali'nin suresidir. O sureyi okumaya rağbet edin, Allah size rahmet etsin."
Mecliste hazır olan Ebu Usame; "Bu sure nasıl sadece Hüseyin (a.s)'a mahsus olur?" dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
"Allah'ın şu ayetini: "Ey mutmain (tatmin olmuş) nefs! Dön rabbine, O'ndan razı olarak ve rızasını kazanmış bulunarak. Artık kullarımın arasına katıl ve gir cennetime" işitmedin mi? Allah Teala bu ayetten Hüseyin b. Ali (a.s)'ı kastetmiştir. Çünkü onun nefsi tatmin bulmuş, razı olmuş ve rabbinin rızasını kazanmıştır. Muhammed (s.a.a) ailesinden olan ashabı ise kıyamet günü rablerinden razıdırlar, O da onlardan razıdır.
Bu sure, Hüseyin b. Ali, onun şiaları ve Muhammed Ehl-i Beyti'nin şialarına mahsustur. Kim Fecir suresini sürekli okursa, cennette İmam Hüseyin'le birlikte ve onun derecesinde olur. Allah Teala aziz ve hekimdir." [43]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Duası

"Allah'ım! Kelimelerinin, arşının düğüm (bağlantı) yerlerinin, göklerinin sakinleri, Peygamber ve elçilerinin yüzü suyu hürmetine, duamı icabete eriştir; şüphesiz işimde zorluk beni kuşatmıştır. Öyleyse Muhammed ve âl-i Muhammed'e salat etmeni ve işimde benim için bir kolaylık kılmanı senden istiyorum."
Resulullah (s.a.a)'in buyurduğuna göre bu dua, Allah-u Tebarek ve Teala tarafından kendisine ilham edilen Hüseyin (a.s)'ın duasıdır. Kim bu duayı namazdan sonra oturduğu halde okursa, Allah Teala onu İmam Hüseyin (a.s)'la haşreder ve İmam (a.s) kıyamet günü onun şefaatçisi olur, Allah Teala onun gamlarını giderir, borcunu öder, işlerini kolaylaştırır, yolunu açık kılar, onu düşmanlarına güçlü eder, onun ayıplarını açmaz, göğsünü (ilim ve marifetle) genişletir ve ölüm anında "La ilahe illellah" şehadetini ona telkin eder.[44]

İmam (a.s)'ın Sabah Ve Akşam Okuduğu Dua

Seyyid b. Tavus diyor ki:
"Hüseyin b. Ali (a.s), sabah ve akşam olduğunda şu duayı okuyordu:
"Bismillahirrahmanirrahim, bismillahi ve billahi ve minellahi ve ilellahi ve fî sebilillahi ve alâ milleti resulillahi ve tevekkeltu alallahi velâ havle velâ kuvvete illa billah'il- aliyy'il- azim.
Allahumme innî eslemtu nefsî ileyke ve veccehtu vechî ileyke ve fevveztu emrî ileyke. İyyake es'el'ul-âfiyete min kulli sûin fid-dünya ve'l-ahireti."
"Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla. Allah'ın adıyla, Allah'ın yardımıyla, Allah'dan, Allah'a doğru, Allah'ın yolunda, Resulullah'ın dini üzere hareket ediyorum. Allah'a tevekkül ettim, güç ve kudret ancak yüce ve âzim olan Allah'tandır.
Allah'ım, kendimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim ve işlerimi sana bıraktım. Dünya ve ahiretteki her kötülükten kurtulmayı sadece senden istiyorum."[45]
_______________________
Kaynakça:
[1] - Emali-yi Saduk, s. 101.
[2] - El-Uyun-u Ahbar'ur-Rıza, c. 1, s. 59.
[3] - Kamil'uz-Ziyarat, s. 70.
[4] - a.g.e, s. 52 ve 53.
[5] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 73.
[6] - Mişkat'ul-Envar, s. 170.
[7] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 3, s. 401.
[8] - Vefat-u Zeyneb'ul-Kubra, s. 11.
[9] - Bihar, c. 10, s. 317.
[10] - Usd'ul-Ğabe, c. 2, s. 21.
[11] - Bihar'ul-Envar, c. 82, s. 311.
[12] - Mehasin-i Berkî, c. 1, s. 146.
[13] - Nisa/86.
[14] - Keşf'ul-Ğumme, c. 2, s. 31.
[15] - Mevsuat-u Kelimat'il- Hüseyin -a.s- s. 246; Kafî, c. 6, s. 19.
[16] - Mevsuat-u Kelimat'il- Hüseyin -a.s- s. 624; Bihar'ul-Envar, c. 66, s. 433.
[17] - Menakıb, c. 4, s. 66; Bihar, c. 44, s. 190, H. 3.
[18] - İhticac-ı Tabersi, s. 296.
[19] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub
[20] - A'yan'uş- Şia, c. 1, s. 580
[21] - a.g.e.
[22] - Bu konudaki tarih kitaplarına bakabilirsiniz.
[23] - Müstedrek'ul-Vesail, c. 10,s. 318.
[24] - Futuh-u İbn-i A'sem-i Kufî c. 5, s. 14.
[25] - İhticac-ı Tabersi, s. 336.
[26] - Emali-yi Saduk, s. 111.
[27] - İlel'uş- Şerayi, s. 225-227.
[28] - Emali-yi Saduk, s. 112.
[29] - a.g.e, s. 113.
[30] - a.g.e, s. 122.
[31] - Emali-yi Tusi, c. 2, s. 53.
[32] - Emali-yi Saduk, s. 113.
[33] - Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 1, s. 294. Emali-yi Saduk, s. 68.
[34] - Sevab'ul-A'mal, s. 109 ve 110.
[35] - Uyun-u Ahbar'ur- Rıza, c. 1, s. 299.
[36] - Kamil'uz- Ziyarat, s. 108.
[37] - Emali-yi Saduk, s. 111.
[38] - Kamil'uz- Ziyarat, s. 147.
[39] - a.g.e, s. 141.
[40] - a.g.e, s. 109.
[41] - a.g.e, s. 142.
[42] - a.g.e, s. 287. Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c. 2, s. 599.
[43] - Te'vil'ul-Ayat, c. 2, s. 796.
[44] - Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, c. 1, s. 60. Kemal'ud-Din, c. 1, s. 265.
[45] - Muhec'ud- Da'vat, s. 175; Bihar, c. 86, s. 313, H. 65.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN ŞAHADETİ

Musibet ve üzüntüler ard arda Resulullah'ın gülünün üzerine çullanıyordu. Bir musibet sona ermeden daha korkunç ve daha mihnetli musibet ve belalar İmam'a yöneliyordu. İmam'ın (a.s) bu dehşetli anlarda karşılaştığı bu çeşit şiddetli mihnet ve musibetlerle hiçbir muslih ve reformcu karşılaşmamıştır. Onlardan bazıları şunlardır:
1- İmam (a.s), korku ve dehşet içerinde olan Peygamber ailesine bakıp duruyordu. Onların nasıl bir durumda olduğunu Allah'tan başka kimse bilemiyordu. Her an temiz kanına boyanan Ehl-i Beyt yıldızlarından olan bir azizi karşılıyorlardı. Çok geçmeksizin İmam (a.s) da onların gözleri önünde şahadete erişecekti. Onların korkularını daha çok artıran şey, nefislerinde merhamet olmayan katı düşmanların onları kuşatması idi. Aile ve yardımcılarını kaybettikten sonra ne gibi mihnet ve sıkıntılarla karşılaşacaklarını da bilemiyorlardı. İmam (a.s) onların bu elemli haline bakıp üzüntü ve kederden kalbi eriyordu. İmam (a.s) onları, sabra ve sabırsızlıktan değerlerini düşürecek herhangi bir harekette bulunmamaya emrediyordu. Allah Teala'nın onları koruyacağını ve onları düşmanların şerrinden kurtaracağını da onlara bildirdi.
2- Çocukların, öldürücü susuzluktan bağırtıları yükselmişti. İmam (a.s) da onların yardım dilemelerine koşacak bir fırsat bulamıyordu. İmam'ın (a.s) şefkatli ve merhametli kalbi, karşılaştıkları musibet ve belâya takatleri olmayan çocuklara ve ailesine yanıp yakıldı.
3- Kan dökücü düşmanların, İmam'ın yaren ve ehl-i beytini katlettikten sonra O'nun kardeşi ve amcaoğullarından onlan suçsuz ve masum çocukların kanlarını dökmeye yeltenmeleri.
4- İmam'ın elemli susuzluğu tahammül etmesi. Bir rivayette şöyle geçer: İmam (a.s) o kadar şiddetli susamıştı ki, gökyüzünü bir duman gibi görüyordu. Mübarek ciğeri susuzluk ateşinden parçalanmıştı.
Şeyh Tusterî şöyle diyor: "İmam Hüseyin'in (a.s) susuzluk ateşi, onun dört uzvunu etkilemişti: Susuzluktan dudakları kupkuru olmuştu, ciğeri parçalanmıştı. Nitekim İmam (a.s), susuzluktan hayatından ümidini kestiği ve onların da İmam'ın bundan sonra artık yaşamayacağını fark ettikleri bir sırada onlara hitaben; "Bana bir damla su verin. Susuzluktan ciğerim parçalandı" dedi. İmam'ın dili, hadiste de geçtiği üzere, ağzında fazla döndüğünden yaralanmıştı. İmam'ın gözleri susuzluktan artık kararmıştı."[1]

5- Ehl-i Beyt ve ashabından olan dostlarını kaybetmesi. İmam (a.s) onların çadırlarına baktığında onları boş olarak görünce derinden ah çeker ve onlara dertli bir şekilde seslenirdi.
İnsanın ruhu, Resulullah'ın oğlunun çekmiş olduğu bu üzüntü ve kederden dolayı sıkışmakta ve parçalanmaktadır. Seyfuddin şöyle der: "İmam Hüseyin (a.s), Müslüman birinin duyup da kalbinin erimesi elinde olmayacağı bir mihnet ve belâyla karşılaştı."[2]

İmam'ın Yardım Dilemesi

İmtihana tabi tutulan İmam Hüseyin (a.s), üzüntü ve hasretle Ehl-i Beyt ve ashabına bir göz attı. Onların Kerbela kumları üzerinde kurbanlıklar gibi boğazlandıklarını, güneşin onları erittiğini ve diğer taraftan da ailesinin çığlıklar atarak yüksek sesle ağladıklarını görünce, Resulullah'ın ehl-i beytinin himayesi için şu sözlerle yardım dilemeye başladı: "Resulullah'ın haremini (ehl-i beytini) savunacak, hakkımızda Allah'tan korkacak ve bize yardımda bulunarak Allah'ın mükafatını umacak bir muvahhit ve bir yardımcı yok mu?"[3]

İmam'ın (a.s) bu yardım dileme feryadı, kalpleri batıl üzere damgalanan ve günah bataklığına dalan kalpleri etkilemedi. İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s) babasının yardım dilemesini duyunca, hemen yerinden kalkıp, şiddetli hastalığından kolayı asasına dayanarak İmam'a doğru hareket etmeye başladı. İmam (a.s) onu görünce, kız kardeşi Ümm-ü Gülüsüm'e; "Yeryüzünün Âl-i Muhammed neslinden boş kalmaması için onu tut" diye seslendi. Ümm-ü Gülüsüm de ona doğru koşarak onu yakalayıp kendi yerine geri döndürdü.[4]

Süt Emen Bebeğin Şehit Edilmesi

İmam Hüseyin'in sabrı nasıl bir sabırdı? Bu musibet ve gamlara nasıl tahammül edebildi? Şüphesiz bu sabır, bütün kâinatın kendisinden aciz olduğu bir sabırdır. Dağlar onun dehşetine dayanamaz dağılırdı. Başına gelen musibetlerin en acı ve en şiddetlisinden biri de süt emen oğlu Abdullah'ın musibetidir. Abdullah dolunay (ve nur topu) gibi bir çocuktu. İmam (a.s) susuzluktan onun bayıldığını gördü. Onun susuzluktan gözleri çöküp çukurlaşmıştı, susuzluğun şiddetinden dudakları kupkuru olmuştu. İmam (a.s), düşmanın duygusunu harekete geçirmek ve böylece onlardan bu bebeğe biri yudum su alabilmek için onu götürüp düşmanlara gösterdi. Abasıyla, -güneşin sıcağını önlemek için- ona gölgelik yapıyordu. Onlardan, bir miktar suyla onu ölüm tehlikesinden kurtarmalarını istedi. Ama mesh olmuş bu hayvanların kalpleri yumuşamadı. Hermele b. Kahil adındaki alçak ve zalim birisi, okunu ona taraf doğrultarak, alçak arkadaşlarının yanında alçakça güldüğü halde; "Al bunu onu suya kandır" dedi. Ok -ya Allah- bebeğin boğazını parçaladı. Ok bu bebeğe isabet eder etmez, ellerini kondaktan çıkararak, boğazlanmış bir kuş gibi babasının kucağında çırpınmaya başladı. Bebek, başını göğe doğru tutarak iki kat oldu ve böylece babasının kolları üzerinde can verdi… Bu öyle bir manzara ki, onun dehşetinden kalpler parçalanır ve diller düğümlenir… İmam (a.s) kanla dolu olan ellerini göğe doğru kaldırdı ve o kanları göğe doğru serpti. O kandan bir damla dahi yeryüzüne düşmedi. İmam Bakır'ın (a.s) buyurduğuna göre, İmam Hüseyin (a.s) o anda şöyle münacatta bulundu:
"Bunun, Allah'ın gözleri karşısında olması başıma gelen musibeti hafifletti. Allah'ım, bu (kurbanlık) senin katında, Salih'in devesinin yavrusundan daha düşük olmasın. Allah'ım, yardımı (zaferi) bizden esirgemişsen, o halde ondan daha hayırlısını nasip eyle, zalimlerden intikamımızı al ve dünyada başımıza gelen musibeti ahirette azık kıl. Allah'ım, sen bunlara şahit ol; onlar, Resulün Muhammed'e en çok benzeyeni katlettiler."
Sonra İmam (a.s) bineğinden inerek kılıcının kınıyla çocuğu için bir çukur kazdı. Kanına boyanmış oğlunu orada defnetti.
Bir nakle göre; İmam (a.s) onun cenazesini, Ehl-i Beyt'ten olan diğer şehitlerin cenazesinin yanına bıraktı.[5]

Ya Eba Abdullah! Hiçbir peygamberin bunların bazısıyla bile imtihan edilmediği ve yeryüzünde hiçbir muslihin başına gelmediği bu musibet ve belâlardan dolayı Allah sana mükafat versin.

İmam'ın (a.s) Sebat ve Direnişi

İmam (a.s) meydanda tek başına düşmanın karşısında durdu. İnsanı şaşkınlığa uğratan bu musibet ve felâketler, İmam'ın yakin ve imanını ve firdevs'ul-a'la menzillerine gidecek güvenini artırdı. İmam'ın evlat, ehl-i beyt ve ashabının şehit düşmesi, susuzluk ve kanının akmasından çektiği elem ve acılar, onun azmini gevşetmedi, Allah'ın seçtiği peygamber ve ulu'l-azimlerin direnişi gibi direnip sebat gösterdi.
İmam Zeyn'ul-Abidin (a.s, akılları şaşkınlığa uğratan babasının sabır ve sebatını şöyle anlatır: "Durum şiddetlendiğinde, İmam'ın rengi nur saçar, organları ise sakin ve sabit olurdu. Bazıları şöyle derdi: "Baksana nasıl da ölüme itina etmiyor."[6]
Abdullah b. Ammar şöyle der: "Düşmanın toplu bir şekilde İmam'ın üzerine çullandığını gördüm. İmam da sağ tarafındakilere saldırdı, derken onlar korku ve dehşetle İmam'ın önünden kaçtılar. Allah'a andolsun ki, evlat ve ashabı öldürülen ezilmiş birisinin İmam'dan daha dayanıklı ve kalbi daha güçlü olan birisini görmedim. Allah'a andolsun ki, ne ondan önce ve ne de ondan sonra onun gibi birisini görmedim.[7]
İmam (a.s) amansızca düşmana saldırıp şiddetle onlarla savaşıyordu. Sonra sol kola saldırarak şu recezi okudu:
Ben Ali öğlu Hüseyin'im,
İki kat olmayacağıma yemin etmişim.
Babamın ailesini himaye ediyorum,
Peygamber'in dini üzere hareket ediyorum
.[8]

Evet, sen Hüseyin'sin, senin şeref ve makamın bütün insanların dilinde dolaşıyor, senin şeref ve makamın dünyayı doldurmuştur. Sen bu dünyada, azim ve iradesinden dönmeyen yegâne birisisin. Sen boyun eğmedin, zelil olmadın, savaş yolunda zalim ve serkeşlerin kalelerini darmadağın ettin. Şüphesiz ceddin Resulullah'ın dini üzere hareket ettin. Sen bu dini yenileyensin. Sen olmasaydın din, hayat sahnesinde gölgesi olmayan mübhem bir şebeh (hayal, karartı) olurdu…
İbn-i Hacer diyor ki, İmam Hüseyin (a.s) savaştığı halde şu beyitleri okuyordu:
Ben, Âl-i Haşim'den hür olan Ali'nin oğluyum,
Övündüğüm zaman iftihar açısından bu bana yeter.
Ceddim, gelip geçenlerin en değerlisi olan Resulullah'tır,
Biz insanların arasında Allah'ın ışık saçan kandiliyiz.
Anam Fatıma Ahmed'in sülâlesidir,
Amcam Cafer Zül-Cenah olarak çağrılmaktadır.
Allah'ın kitabı sadık olarak bizim aramızda nazil olmuştur,
Hidayet, vahiy ve hayır bizim aramızda anılmaktadır
.[9]

Ailesiyle Vedalaşması

İmam Hüseyin (a.s), ailesiyle son kez vedalaşmak için, kanları aldığı yaralardan aktığı halde onların yanına gitti. Vahiy ve risalet ailesine şu sözleriyle, örtünme ve belaya hazırlanmalarını, sabır ve tahammül etmelerini ve Allah'ın kaza-kaderine teslim olmalarını emretti: "Belaya hazırlanın. Bilin ki şüphesiz Allah Teala sizin himayecinizdir, sizin koruyucunuzdur, yakında sizi düşmanın şerrinden kurtaracaktır, sizin akıbetinizi hayır kılacaktır, düşmanlarınızı çeşitli azaplarla azaplandıracaktır, bu bela ve musibetin karşılığında çeşitli nimet ve kerametler size bahşedecektir. O halde değerinizi eksilten sözleri ağzınıza almayın."[10]
Devletler yok olur, köle edinmeler ortadan kalkır, medeniyetler fani olur, ama tarife sığmayan bu iman, bu hayatta kalmaya her mevcuttan daha lâyık ve daha uygundur. Hangi bir nefis bu çeşit musibet ve belâlara dayanabilir ve dayanaklık, hoşnutluk ve işleri Allah'a bırakarak ondan istikbal edebilir? Resulullah'ın (s.a.a) ümidi, reyhanesi ve kâmil şekli olan İmam Hüseyin'den başka kimse böyle olamaz.
Resulullah'ın kızları İmam'ı bu durumda görünce, vedalaşmak için İmam'a sarıldılar. Şüphesiz dehşete kapılmışlardı ve korku onların renklerini kaçırmıştı. İmam (a.s), korkunun onların organlarını etkilediğini görünce kalbi yanıp tutuştu.
İmam Kaşif'ul-Ğita şöyle der: "İmam Hüseyin'i kim sana tasvir edebilir! Şüphesiz belâ dalgaları O'nu sarmıştı ve her taftan musibetler O'nun üzerine çökmüştü. İşte böyle bir durumda, ailesi ve çocuklarından kalanlarla vedalaşmaya karar verdi. Derken Peygamber kadınları, Ali ve Zehra kızları için kurulan çadıra yaklaştı. Bu esnada perde arkasındaki kadınlar, korkuya kapılmış bağırtlak kuşlar gibi dışarı dökülerek kanında yüzen İmam'ın çevresini sardılar. Acaba o kadınların ve İmam'ın o korkunç halde nasıl bir durumda olduklarını düşünebilir misin? Onu düşünebildiğinde kalbin parçalanmaz, aklın sarsılmaz ve göz yaşların akmaz mı?"[11]

İmam'ın (a.s) ailesiyle vedalaşma anındaki üzüntü ve mihneti, İmam'ın duçar olduğu bütün mihnet ve üzüntülerden daha şiddetli ve daha çetindi. Resulullah'ın (s.a.a) kızları yüzlerini tırmalıyor ve dizlerini dövüyorlardı. Ağlama feryatları göklere yükselmişti. Cedleri Resulullah'ı çağırıyorlardı. İmamla vedalaşmak için kendilerini O'nun üzerine atmışlardı. Şüphesiz bu korkunç manzara İmam'ın nefsinde Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği bir etki yarattı.
Alçak Ömer b. Sa'd, silahlı güçlerine, İmam'a saldırmaya tahrik etmek için şöyle seslendi: "O, kendisi ve haremi (ailesi)yle meşgulken O'na saldırın. Andolsun ki o size saldırırsa, sağ cenahınız sol cenahınızdan ayırt edilmez (hepsini birbirine katar).
Derken habis insanlar İmam'a saldırdılar, İmam'ı ok yağmuruna tuttular, oklar çadırların üzerine yağmaya başladı. Bazı oklar kadınların çarşaflarına bile isabet etti. Onlar da korkudan çadırlara sığındılar. Allah'ın hücceti olan İmam (a.s), öfkeli aslan gibi bu mesh olmuş (insanlıktan çıkan) bu alçaklara saldırarak onların başlarını kılıcıyla biçiyordu. Oklar da sağ ve soldan İmam'a isabet ediyordu. İmam da göğsü ve boğazıyla onları koruyordu. İmam'a pek çok ok isabet etti. Onlardan öldürücüleri şunlardı:
1- Bir ok, İmam'ın mübarek ağzına isabet ederek hazretin ağzını parçaladı. İmam (a.s) elini akan kanın altına tutarak o kanı göğe doğru serpti ve Allah'a hitaben şöyle dedi: "Allah'ım, kuşkusuz bu (musibet) senin yolunda pek azdır."[12]

2- Bir ok da, nübüvvet ve imamet nuruyla parlayan alnına isabet etti. Bu oku, Ebu'l-Hutuf'il- Cu'fî İmam'a doğru attı. İmam (a.s), o oku çekip çıkardı. Derken alnından da kan akmaya başladı. İmam (a.s) ellerini göğe kaldırarak onlara şöyle beddua etti: "Allah'ım, şüphesiz sen, bu asi kullarından taraf ne durumda olduğumu görüyorsun. Allah'ım, onları bir bir say (hepsini cezalandır), onları dağıtarak öldür, yeryüzünde onlardan kimseyi baki bırakma, onları ebedi olarak affetme."
Orduya da şöyle seslendi: "Ey kötü ümmet! Hz. Muhammed'e Ehl-i Beyt'i hakkında ne de kötü halef oldunuz. Bilin ki şüphesiz siz benden sonra bir kişiyi öldüremeyeceksiniz, onu öldürmekten korkacaksınız, ama beni öldürdüğünüzde onu öldürmek size kolay olacaktır. Allah'a and olsun ki şüphesiz ben, Allah'ın şahadetle bana ikramda bulunmasını umuyorum. Daha sonra benim sizden, bilincinde olmadığınız yerden intikamımı alacaktır…"[13]

Onları meşakkatli ve sıkıntılı bir hayattan kurtaran Hz. Peygamber'in mükafatı, onun nesline sardırmaları ve onların kanlarını dökmeleri idi! Onlara karşı işledikleri cinayetler tüyleri diken diken etmekte ve gözlerden yaş akıtmaktadır. Allah Teala İmam'ın duasını kabul etti, O'nun düşmanlarından intikam aldı. Çok geçmeksizin fitne ve kasırgalar onları helâk etti. Büyük inkılâpçı Muhtar İmam'ın kanını talep etmek iöin kıyam etti. Onları takip ederek cezalandırıyordu. İmam'ın ölümünde katkısı olanlar korkudan çöllere kaçtılar. Muhtar'ın askerleri de onları takip ediyor ve tuttuklarını öldürüyorlardı.
Zohrî şöyle diyor: "İmam Hüseyin'in katillerinden cezalanmamış kimse baki kalmadı. İmam'ın katilleri ya katledilme, ya kör olma, ya yüzü siyahlaşma ve çok kısa süre içerisinde ölüm meleğinin nazil olmasıyla cezalandılar."[14]

3- İmam'a atılan okların en tehlikeli ve en büyüğü olan bir ok da İmam'ın kalbine isabet etti. Tarihçiler şöyle diyorlar: İmam (a.s), akan kanlardan kaynaklanan halsizlikten dolayı biraz dinlenmek için durdu. Bu sırada alçak birisi bir taş fırlatarak İmam'ın mübarek alnına vurdu. Kanlar İmam'ın yüzüne akmaya başladı. İmam (a.s), elbisesiyle gözlerine akan kanı temizlemek istediğinde, pisliğin biri üç şubeli olan bir oku İmam'a attı. Bu ok, bütün insanlara şefkat ve merhamet duyan İmam'ın mübarek kalbine isabet etti. İmam (a.s) bu okun isabet etmesiyle kesin ecelin yaklaşmasına yakin etti. Bundan dolayı gözlerini göğe doğru dikerek şöyle dedi: "Allah'ın adıyla, Allah'ın yardımıyla ve Resulullah'ın dini üzere… İhahî, şüphesiz sen biliyorsun ki onlar, yeryüzünde, ondan başka Hz. Peygamber'in kızının oğlu olmayan birisini öldürüyorlar."
İmam (a.s) bu oku kalbinden çıkardığında kan oluk gibi akmaya başladı. İmam (a.s) o kanı avucuna toplayarak göğe doğru serpip şöyle dedi: "Bu, Allah'ın gözü önünde (huzurunda) olduğundan dolayı, bana nazil olan musibeti kolaylaştırdı."
Sonra İmam (a.s) o mübarek kandan yüzüne ve sakalına sürdü. İmam (a.s), peygamberlerin heybetini andıran bu heybetiyle şöyle demeye başladı: "Allah Teala'yı ve ceddim Resulullah'ı mülakat edene dek bu halde –yani kanıma boyanmış bir vaziyette- olacağım…"[15]

4- Hüsayn b. Numeyr İmam'a doğru bir ok attı, bu ok İmam'ın mübarek ağzına isabet etti. Derken kan fışkırmaya başladı. İmam (a.s), o kanı avucunda alarak göğe doğru serpti. İmam (a.s) bu cinayetkarlara şöyle beddua etti: "Allah'ım, onları, (cezalandırmak için) birbir say, dağınıklığa uğratarak onları öldür ve yeryüzünde onlardan hiçbirini baki (sağ) bırakma."[16]

İmam'ın mübarek bedenine o kadar ok isabet etti ki, O da onların bir parçası haline geldi. Kanların akması ve susuzluğun şiddeti, İmam'ı aciz bir duruma düşürdü. Derken yere oturdu. Ağrıların şiddetinden boynunu aşağı eğdiği bir sırada, habis ve pislik olan Malik b. Nesir İmam'a saldırdı, hazrete hakaret etti ve kılıcıyla İmam'ı kaldırırken hazretin üzerindeki bornos kanla doldu. İmam (a.s) öfkeyle ona bakarak şöyle beddua etti: "Sağ elinle yeyip içmeyesin ve Allah seni zalimlerle haşretsin."
İmam (a.s) bornosu çıkarıp attığında bu azgın ona doğru koşup onu eline aldı. Eline alır almaz da elleri çolak oldu.[17]

Allah'la Münacatı

İmam Hüseyin (a.s) bu son onlarda artık Allah'a yöneldi. Kırık bir kalple Allah'a yalvarıp yakarıyor ve karşılaştıkları üzüntü ve musibetlerden O'na şikâyet ederek şöyle diyordu:
"Ey kendisinden başka ilah olmayan Allah! Senin kaza ve kaderinin karşısında sabrediyorum. Ey imdat dileyenlerin imdatçısı! Benim senden başka bir Rabbim ve bir mabudum yoktur. Senin hükmüne sabrediyorum. Ey yardımcısı olmayanın yardımcısı! Ey daimi olup faniliği olmayan! Ey ölüleri dirilten! Ey her nefse kaim (sütün) olan! Benimle bunların arasında hükmet. Şüphesiz sen hükmedenlerin en üstünüsün."[18]

Bütün organlarına işleyen iman, İmam'ın en önemli unsurlarından idi. İmam (a.s) Allah'a sarıldı, O'nun hükmüne sabretti, karşılaştığı bütün musibet ve üzüntüleri O'na bıraktı ve sahip olduğu bu derin iman, başına gelen bütün musibetleri İmam'a unutturdu.

İmam'a Saldırı

Yeryüzünün pisliğini ve alçakların habisliğini taşıyan bu azgın ve cinayetkar grup, her taraftan Resulullah'ın gülüne saldırdı. -Ya Allah!- Kılıç ve mızraklarla İmam'ı dürtüyorlardı. Zer'at b. Şerik et-Temimî İmam'ın sol koluna bir darbe vurdu. Diğer bir alçak da İmam'ın boynuna vurdu. İmam'ın düşmanlarından en kinlisi, habis Sinan b. Enes'ti. Sinan bazen İmam'ı kılıcıyla vuruyor, bazen de mızrağıyla dürtüyordu ve yaptığı hareketleri övünerek Haccac'a anlatarak şöyle diyordu: "Mızrağımla ona destek oluyor ve kılıçla da onu kesiyordum." Haccac onun bu katılığından rahatsız olarak yüksek bir sesle şöyle dedi: "Bil ki şüphesiz siz, kesinlikle bir odada bir araya gelmeyeceksiniz."[19]
Allah'ın düşmanları her taraftan İmam'ı sardılar. İmam'ın temiz kanı onların kılıçlarından damlıyordu. Bazı tarihçiler şöyle diyorlar: İslam'da hiçbir kimse İmam Hüseyin (a.s) gibi vurulmadı. Kılıç, mızrak ve okla 120 yara İmam'a vurulduğu görülmüştür.[20]

İmam (a.s) bir müddet öylece topraklar üzerinde kaldı. Herkes İmam'ı öldürmekten sakındı. İmam'ın heybeti hemen kalpleri sarıyordu. Hatta İmam'ın düşmanlarından bazıları O'nun hakkında şöyle demiştir. "O'nun yüzünün nuru ve güzelliği bizi onu öldürmeyi düşünmekten alı koymuştu."
Bir adam İmam'a yaklaştığında, O'nu öldürmekten kerahet ederek geri dönüyordu.[21]

Resulullah'ın torunu Zeynep (a.s), kardeşi ve ailesinin geriye kalanına ağladığı halde çok perişan bir vaziyette çadırdan dışarı çıktı ve ruhu erircesine (bedeninden çıkarcasına) şöyle derdi: "Keşke gök yeryüzüne düşseydi."
Ömer b. Sa'd'a doğru giderek şöyle seslendi: "Ey Ömer! Sen kendisine baktığın halde Ebu Abdullah'ın (İmam Hüseyin'in) öldürülmesine razı mı oldun?"
Habis Ömer b. Sa'd, gözyaşları uğursuz sakalına aktığı halde yavaşça yüzünü ondan çevirdi.[22]
Zeynep (s.a), böyle bir halde, sabır örneği olan kardeşine bakmaya gitmedi. Derken korku ve dehşete kapılan çocuk ve kadınları gözetmek için çadırına geri döndü.
İmam (a.s) uzun bir müddet öylece topraklar üzerinde kaldı. Yaralar ve kanın akması İmamı aciz ve çok zor bir durumda bırakmıştı. İmam (a.s) bu halde cani katillere şöyle seslendi: "Beni öldürmek için mi toplanıyorsunuz? Bilin ki, Allah'a and olsun ki, benden sonra Allah'ın kullarından birini öldüremeyeceksiniz. Allah'a yemin ederim ki, şüphesiz ben, Allah'ın, sizi hakir kılmakla bana ikramda bulunacağını ve daha sonra farkında olmadığınız bir yerden sizden intikamımı alacağını ümit ediyorum…"
Günahkâr ve şaki Sinan b. Enes, kılıcını çekerek kimsenin İmam'a yaklaşmasına izin vermiyordu. Zira o, başka birisinin İmam'ın başını keserek İbn-i Mercane'ye götürmesinden ve neticede efendisinin mükâfatından mahrum kalacağından korktuğu için bu şekilde davranıyordu.
Sonuçta İmam'ın dudaklarında rıza (hoşnutluk), itminan ve kendisini ebedileştiren zafer tebessümü olduğu halde başı bedeninden ayrıldı.
Şüphesiz İmam (a.s) ruhunu, Kur'an'a ve insanlığı yücelten her şeref, izzet ve onurluğa değer ve bedel olmak için feda etti… İşte İmam (a.s), oğul, aile ve ashabının musibetine duçar olduktan sonra çok mazlum ve garip bir şekilde katledildi ve ailesi karşısında susuz bir halde boğazlandı. Hangi değer ve bedel, İmam'ın Allah'ın rızası için takdim ettiği bu değer ve bedelden daha değerli olabilir?
Şüphesiz İmam (a.s) büyük kurban takdim etmekle Allah'la ticaret yaptı. Gerçekten İmam'ın ticareti kârlı bir ticaretti. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, öldürülürler. (Bu) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır."[23]
Gerçek şu ki İmam (a.s) ticaretiyle kazanç elde etti, kimsenin erişemeyeceği bir iftihara nail oldu. Hakkın şehitleri ailesinde, İmam'ın eriştiği makam, şeref ve ebedilileşmeye kimse erişememiştir. İşte dünya O'nu haykırarak anmakta ve O'nun kutsal haremi yeryüzünde en izzetli harem olmuştur.
Şüphesiz İmam (a.s) İslam bayrağını, canının feda etmesiyle yüceltti. O bayrak İmam'ın, ehl-i beyti ve ashabından olan şehitlerin kanıyla boyandı. Bu bayrak, bu evren sahnesinde ışık saçmakta ve yeryüzü insanlarının yüzüne, hürriyet ve kerametleri (izzet ve değerleri) için değerli ufuklar açmaktadır.
____________________
Kaynakça:
[1] - El-Hasais'ul- Hüseyniyye, s. 60
[2] - Hayat'ul- İmam'il- Hüseyin, c. 3, s. 374
[3] - Dürr'ül-Efkar, fî Vasf'is-Sıfvet'il-Ehyar, Ebu'l- Fütuh b. Sadaka, s.38
[4] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 222
[5] - Maktel'ul- Hüseyin, Mukarrem, s. 333
[6] - Hasais'ul- Huseyniyye, Tusteri, s. 39
[7] - Tarih-i İbn-i Kesir, c. 8, s. 188
[8] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 223
[9] - Savaik'ul- Muhrika, s. 117-118; Cevheret'ul- Kelam fî Medh'is- Sadet'il-A'lam, s. 119
[10] - Maktel'ul- Hüseyin, el-Mukarrem, s. 337
[11] - Cennet'ul- Muva, s. 115
[12] - Dürr'ün-Neziym, s. 168
[13] - Maktel'ul- Huseyin, el-Mukarrem, s. 339
[14] - Uyun'ul- Ahbar, İbn-i Kuteybe, c. 1, s. 103-104
[15] - Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 34
[16] - Ensab'ul- Eşraf, c. 1, s. 240
[17] - Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 34; Ensab'ul- Eşraf, c. 3, s. 203
[18] - Maktel'ul- Hüseyin, el-Mukarrem, s. 345
[19] - Mecma'uz- Zevaid, c. 9, s. 194
[20] - El-Hadaik'ul- Verdiyye, c. 1, s. 126
[21] - Ensab'ul- Eşraf, c. 3, s. 203
[22] - Cevahir'ul- Metalib, fî Menakıb'il- İmam Ali b. Ebi Talib, s. 139
[23] - Tevbe/111
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN SÖZLERİNDEN KIRK HADİS

Ey Allah'ın Kulları!

1- "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun, dünyaya karşı ihtiyatlı davranın; eğer bütün dünya bir kişiye kalacak veya bir kişi orada daimi kalacak olsaydı, peygamberler baki kalmaya daha layık, rızayetleri celbedilmeye daha evla ve böyle bir hükme daha uygun olurlardı. Ama Allah-u Teala dünyayı fani olmak için yaratmıştır; yenileri eskiler, nimetleri zail olur, sevinci ise kararır (gam ve üzüntüye dönüşür). Dünya engebeli bir menzil ve muvakkat bir evdir. Öyleyse ahiretiniz için azık toplayın, en güzel azık ise sakınmaktır; Allah'tan sakının, ta ki kurtuluşa eresiniz."[1]

Cehennem Köpeklerinin Katığı

2- Yanında başkasının gıybetini eden birisine buyurdular ki:
"Ey adam! Gıybet etmekten sakın; çünkü gıybet, cehennem köpeklerinin katığıdır."[2]

Allah'ı Bırakıp Da Halkı Razı Etmeye Kalkışan Bir Milletin Durumu

3- "Allah'ı öfkelendirmekle halkın rızasını kazanmak isteyen bir kavim, kurtuluşa erememiştir."[3]

Dünyada Allah'tan Korkmanın Kıyametteki Neticesi

4- "Kıyamet günü, yalnız dünyada Allah'tan korkan kimse emin olabilir."[4]

İyiliğe Emredip Kötülükten Sakındırmanın Yararları

5- "Allah-u Teala buyuruyor ki: "Mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velileridir, marufu emreder ve münkerden nehyederler..." Allah-u Teala (müminlerin sıfatını saydığında) emr-i bil maruf ve neyh-i anil münkerle başlayıp ilk olarak onu farz kılıyor. Çünkü biliyor ki, eğer bu farize hakkıyla yerine getirilip uygulanırsa artık bütün farizeler, ister kolay olsun ister zor yerine getirilip uygulanır. Zira marufu emredip münkerden nehy etmek, zulme uğrayanların haklarının alınmasını, zalimlere muhalefeti, beyt-ul malın ve ganimetlerin adaletle dağıtılmasını, zekatın gereken yerlerden alınıp gerektiği şekilde sarf edilmesini sağlamakla İslam'a yapılan (ameli) bir davettir."[5]

Zalim Bir Yönetici Görüp De Ona Karşı Çıkmamanın Sonucu

6- "Ey insanlar! Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Kim, Allah'ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve zulüm yapan zalim bir yönetici görür de amel ve sözüyle ona karşı çıkmazsa, Allah-u Teala onu, o zalim yöneticiyi sokacağı yere (cehenneme) sokar." [6]

Çoğu İnsanların Dinden Yararlandıkları Müddetçe Onu Savunmaları

7- "İnsanlar dünya kullarıdır; din ise onların dillerine bir yalaktır. Dinin sayesinde geçimlerini sağladıkları müddetçe onun etrafını sararlar, ama zorluklarla imtihan edildiklerinde dindarlar azalır."[7]

Allah'a İsyan Etmekle Bir Şeye Ulaşmak İsteyen Kimse...

8- "Allah'a isyan ederek bir şeye ulaşmak isteyen kimse, umduğundan uzaklaşarak korktuğu şeye yaklaşır."[8]

Zalimlerle Yaşamanın Zillet Oluşu

9- "Hak üzere amel edilmediğini ve batıldan da kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Böyle bir durumda, müminin ölümü arzulaması haktır. Ben ölümü saadet, zalimlerle yaşamayı ise aşağılık biliyorum."[9]

Hür Ve Özgür Olmanın Gerekliliği!

10- "Ey Ebu Süfyan'nın oğullarına uyanlar! Eğer dininiz yok, ahiretten de korkmuyorsanız, en azından hür insanlar olun."[10]

Alimlerin Uyarılması

11- "Eğer şuurunuz olsaydı, anlardınız ki insanların içerisinde en büyük musibete uğrayan, ulemanın hakiki makamından uzak düşmüş olan sizlersiniz. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri uygulamak, Allah'ın helal ve haramına emin olan ulemanın eliyle olmalıdır. Oysa bu mevki sizin elinizden alınmıştır. Bu mevki. açık deliller geldikten sonra hakta tefrikaya düşmeniz ve sünnette ihtilaf etmeniz yüzünden elinizden çıkmıştır ancak. Eğer eziyetlere sabredip Allah için zorluklara katlanacak olsaydınız, İlahi işler sizden çıkar ve size dönerdi. Ama siz mevkiinizi zalimlere bırakarak İlahi meseleleri onlara teslim ettiniz; onlar da şüphe üzerine hareket edip nefsi arzularına uyuyorlar. Zalimleri bu işlere musallat kılan, siz alimlerin ölümden kaçması ve sizden ayrılacak hayata gönül bağlamanızdır."[11]

İmam Hüseyin (a.s) Tarafından Gerçekleşen Kıyamın Sebebi

12- "Allah'ım! Sen biliyorsun ki, bizim tarafımızdan gerçekleşen kıyam, saltanat için yarışmak ve değersiz dünya mallarından bir şeye ulaşmak için değildir. Senin dininin (öğretilerini) öğretmek, ıslahat yapmak, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak, İslam'ın farz ve Resulullah'ın sünnet ve hükümleriyle amel olunması içindir."[12]

Farz Ve Sünnet Olan Cihat

13- "Farz olan cihatlardan biri, insanın kendisini günahtan koruması için nefsi ile cihat etmesidir. İşte bu cihat, cihatların en büyüğüdür... Sünnet olan cihat ise, kişinin bir sünneti (genel bir adeti) ayakta tutması, uygulama ve ihya etmesi için çalışmasıdır. Bu yolda çalışmak ve çaba sarf etmek, en üstün amellerdendir. Çünkü bu, (güzel olan) bir sünneti diriltmektir. Nitekim Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Kim güzel bir sünnet (adet ve gelenek) koyarsa, kıyamet gününe kadar, amel edenlerin sevabından bir şey eksilmeksizin o sünnetle amel edenlerin sevabı kadar ona sevap yazılır."[13]

Daha Değerli Ve Daha Güzel Olanlar

14- "Eğer dünya hayatı bazılarının nazarında değerli sayılıyorsa, Allah'ın mükafat evi daha yüce ve daha değerlidir.
Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa, insanın Allah yolunda kılıçla öldürülmesi daha üstündür.
Eğer rızklar takdir edilip bölünmüşse, servet elde etmekte insanın hırsının azlığı daha güzeldir.
Eğer dünya malını toplamak ondan bir gün el çekmek içinse, insanın böyle bir servete cimrilik yapmaması gereklidir."[14]

İbretli Tavsiyeler

15- "Ben size Allah'ın takvasına sarılmayı tavsiye ediyorum; azabından korkutuyor ve nişanelerini gözünüzün önüne koyuyorum. Gelmesi sevilmeyen ve tadı kötü olan korkunç ve dehşetli ölüm gününün gelip çatmasına az kalmıştır. (O ölüm ki,) ruhunuzdan asılıp sizi amel etmekten tamamen koparır. Öyleyse yaşadığınız sürece onun ansızın gelecek belalarına hedefmişsiniz gibi sıhhatinizi ganimet bilin; amel etmeye koşun. O (ölüm), sizi yerin üzerinden alıp içine bırakır; (yerin) üstünden düşürüp aşağısına sokar. Ülfet ve beraberlikten koparıp vahşet ve yalnızlığa atar; rahatlık ve aydınlıktan yerin karanlık ve darlığına götürür. Orası öyle bir yerdir ki, ne dostlar orada ziyaret edilir, ne hastaların yanına gidilir ve ne de yardım dileyenin yardımına koşulur."[15]

Çeşitli İbadetler

16- "Bazıları Allah'tan bir şey umarak ibadet ederler; bu, tacirlerin ibadetidir. Bazıları da (ateşten) korkarak ibadet ederler, bu da, kölelerin ibadetidir. Bazıları ise (Allah'ın nimetlerine) şükür olarak ibadet ederler, bu da hür insanların ibadetidir; işte en faziletli ibadet budur."[16]

Halkın Size İhtiyaç Duymalarının Nimet Oluşu

17- "Bilin ki, insanların size olan ihtiyaçları, Allah'ın size verdiği nimetlerdendir. Öyleyse o nimetlerden bıkmayın, yoksa belaya dönüşür."[17]

Allah'ın Kendi Velilerine Öğüt Vermesi İçin Onları Kınaması

18- "Ey İnsanlar! Allah-u Teala'nın, kendi velilerine öğüt vermek için Yahudi alimleri hakkında yaptığı kınamadan öğüt alın. Allah-u Teala (Yahudi alimlerini kınayarak) şöyle buyuruyor: "Niçin onların din alimleri, onları (Yahudileri) günah olan sözleri söylemekten (ve haram yemekten) men etmediler..." [18] Yine buyurmuştur ki: "İsrail oğullarından kafir olanlara, Davud'un diliyle de lanet edilmiştir... yaptıkları iş ne de kötüdür." [19]
Allah'ın onları kınaması, Yahudi alimlerinin, aralarında bulunan zalimlerin, yaptıkları kötü işleri görüp onlar vasıtasıyla elde ettikleri dünya mal ve makamına olan bağlılıkları ve maruz kalmaktan korktukları baskı yüzünden onları alıkoymamaları içindir. Halbuki Allah Teala: "İnsanlardan korkmayın, benden korkun" diye buyurmaktadır.[20] Ve yine buyuruyor ki: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar, birbirlerinin (gözetleyen ve koruyan) velileridirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar..." [21]

Ey İnsanlar!

19- "(Ey insanlar!) Allah'tan sakınmayı size vasiyet ediyorum. Zira Allah Teala, takvalı kimseyi hoşlanmadığı durumdan kurtarıp hoşlandığı bir duruma götürmeyi ve ummadığı yerden rızkını vermeyi uhdesine almış ve garanti etmiştir. Öyleyse sakın kulların yaptıkları günahlardan dolayı onlara acıyan ve kendi günahının cezasından emin olan kimselerden olmayın. Zira Allah'ı aldatarak cennet kazanılmaz ve O'nun nimet ve sevabına, O'nun izniyle gerçekleşen itaatten başka bir yolla erişilemez."[22]

Allah'tan Başka Sığınağı Olmayana Zulüm Yapmaktan Sakınmanın Gerekliliği

20- "Allah'tan başka sığınağı olmayan kimseye zulüm etmekten sakın."[23]

Sevgi Ve Buğzun Nişaneleri

21- "Seni seven, kötü işlerden seni sakındırır; sana buğz eden ise seni bu işlere tahrik eder."[24]

Aklın Hakka Uymakla Kamil Olması

22- "Akıl, ancak hakka uymakla kamil olur."[25]

Laubali Kimselerle Oturup Kalkmanın Neticesi

23- "Laubali kişilerle oturup kalkmak, insan hakkında şüphe doğurur."[26]

Allah Korkusundan Ağlamanın Kurtuluşa Sebep Olması

24- "Allah korkusundan ağlamak, cehennem ateşinden kurtulmaya sebep olur."[27]

Günah İşlemekten Vazgeçemeyen Birisine Beş Şeyi Yapmasının Önerilmesi

25- Bir kişi, Seyyid-uş Şüheda'nın (İmam Hüseyin'in) huzuruna gelerek: "Ben günahkar bir kimseyim, kendimi günah işlemekten alamıyorum, bana nasihat et" dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Beş şeyi yap sonra dilediğin günahı işle:
a) Allah'ın rızkını yeme, istediğin günahı yap.
b) Allah'ın mülkünden ve hakimiyeti altından dışarı çık, istediğini yap.
c) Allah-u Teala'nın seni göremeyeceği bir yer bul, ne yapmak istersen yap.
d) Azrail canını almaya geldiği zaman teslim olma, o zaman gönlünün istediğini yap.
e) Kıyamet günü cennetin maliki seni cehenneme götürmek istediğinde cehenneme gitme, ondan sonra arzuladığın işi yap."[28]

Özür Dilenilecek Hareketten Sakınmanın Gerekliliği

26- "Özür dilenecek hareketten sakın! Çünkü mümin ne suç işler, ne de özür diler; ama münafık her gün suç işler ve özür diler."[29]

Alimlerin Kınanılması

27- "Sonra siz ey ilimle meşhur olup hayırla anılan, nasihatle tanınıp Allah'ın vesilesiyle halkın gönüllerinde heybetli görünen alimler topluluğu! (Bilin ki,) şerefli insanlar sizden çekinir, zayıflar size saygı gösterir, kendi düzeyinizde olan ve iyilikte bulunmadığınız kimseler sizi kendilerine tercih ederler. (İnsanların) ihtiyaçları karşılanmadığı zaman sizin arabuluculuğunuzla karşılanır. Yolda giderken padişahların heybeti ve büyüklerin de izzetiyle yürürsünüz. Acaba bunların hepsi sizden beklenilen İlahi vazifenizi yapmanız (hakkı hakim kılmanız) için değil midir? Ama siz vazifenizin çoğunu yapmıyorsunuz, kusur ediyorsunuz. İmamların hakkını küçümsüyor, zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat kendiniz için sandığınız hakka gelince; onu (hemen) talep ediyorsunuz. Siz Allah yolunda ne bir mal harcadınız, ne yarattığı nefsi O'nun için herhangi bir tehlikeye attınız ve ne de O'nun rızası için bir topluluğa düşman oldunuz. (Bununla birlikte) Allah'ın cennetine girmeyi, Peygamberleriyle komşu olmayı ve azabından da kurtulmayı arzu ediyorsunuz!"[30]

Konuşmadan Önce Selam Vermenin Gerekliliği

28- "Bir adam İmam (a.s)'a selam vermeden; "Nasılsınız? Allah afiyet versin" dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdular: "Evvel selam, sonra kelam. Allah da sana afiyet versin." Daha sonra buyurdular ki: "Selam vermedikçe hiçbir kimseye konuşma müsaadesi vermeyin."[31]

Kabul Etmenin, Cahilliğin Ve Alimin Nişaneleri

29- "Kabul etmenin nişanelerinden biri, akıllılarla birlikte oturmaktır. Küfür (veya fikir) ehlinden gayrisiyle tartışmak, cahillik alametlerindendir. Alimin nişanelerinden biri de kendi sözünü eleştirmesi ve muhtelif görüşlerin hakikatinden haberdar olmasıdır."[32]

Müminin Sıfatından Bazıları

30- "Mümin, Allah'ı kendisine sığınak, sözünü ise ayna edinir; bazen müminlerin, bazen de gaddarların sıfatına bakar; onların sıfatlarından incelikler elde eder, kendisini iyice tanır, üstün zekasıyla yakin makamına ulaşır ve nefsini temizlemekte de güçlü olur."[33]

İyiliklerde Yarışmak

31- "İyiliklerde yarışın ve manevi ganimetleri elde etmeye koşun."[34]

Cömertlik Ve Cimriliğin Özellikleri

32- "Cömert davranan, yücelir; cimrilik yapan ise alçalır."[35]

Dünya Ve Ahiret Hayırları

33- Bir kimse İmam Hüseyin (a.s)'dan dünya ve ahiret hayrını kendisi için yazmasını istediğinde İmam (a.s) şöyle yazdılar:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Kim halkın öfkesini kazanarak Allah'ın rızasını elde ederse, Allah, insanların ellerinde olan işlerde ona kifayet eder; kim Allah'ın gazabını kazanarak halkın rızasını elde ederse, Allah, onu insanlara bırakır. Vesselam."[36]

Bir Kimsenin Gam Ve Üzüntüsünü Gidermenin Neticesi

34- "Kim, bir müminin gam ve üzüntüsünü giderirse, Allah-u Teala onun dünya ve ahiret üzüntülerini giderir."[37]

Halkın Haysiyetiyle Oynayan Kimseden Uzak Durmanın Gerekliliği

35- "Halkın haysiyetine el uzatan (onların haysiyetiyle oynayan) birisini duyduğunda, onun seni tanımamasına çalış."[38]

Zenginliğin İzahı

36- "Zenginlik nedir? diye sorduklarında: "Arzuların az olması ve yeterli bir rızka razı olmaktır" buyurdular.[39]

İhtiyacın, Üç Kimsenin Dışında Kimseye Söylenilmemesi

37- Ensardan birisi, İmam (a.s)'a ihtiyacını karşılaması için ricada bulunmak istediğinde, İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Ey Ensari kardeş, yüzünün suyunu dökme, istediğini bir kağıda yaz, ben Allah'ın izniyle seni sevindirecek bir şey yaparım..." (Sonra şöyle buyurdu:) "Şu üç kimsenin dışında hiç kimseye ağız açma: Dindar, yiğit ve soylu. Çünkü dindar, kendi dinini koruması için senin ihtiyacını karşılar; yiğit de, (seni ümitsiz etmeyi) kendi yiğitliğine sığdırmaz, utanır; soylu ise, ihtiyacın için yüzünün suyunu dökmeye mecbur kaldığını bildiğinden haysiyetini korumak için seni eli boş geri çevirmez."[40]

Mükafat Ve Ceza Görecek Bir Kimse Gibi Davranmak

38- "İyilik karşısında mükafat, suç karşısında ise ceza göreceğini (kesinlikle) bilen bir kimse gibi amel et."[41]

Selamın Sevabı

39- "Selamın yetmiş sevabı vardır, altmış dokuzu selam verene, biri ise selamın cevabını alan kimseyedir."[42]

Müslüman Kardeşin Arkasında Sevilen Şeyi Söylemenin Gerekliliği

40- "Bir Müslüman kardeşin senden ayrıldığında, arkandan söylemesini sevmediğin şeyi sen de onun arkasından söyleme."[43]
____________________________
Kaynakça:
[1] - Hicretten Şahadete, s. 206.
[2] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 493.
[3] - Maktel-i Harezmi, c. 1, s. 239.
[4] - Bihar'ul-Envar, c. 44, s. 192.
[5] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 477.
[6] - Maktel-i Harezmi, c. 1, s. 234.
[7] - Tuhaf'ul-Ukul-s. 493.
[8] - a.g.e, s. 499.
[9] - a.g.e, s. 493.
[10] - Maktel-i Harezmi, c. 2, s. 33.
[11] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 479.
[12] - a.g.e, s. 481.
[13] - a.g.e, s. 489.
[14] - Bihar'ul-Envar, c. 44, s. 374.
[15] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 483.
[16] - a.g.e, s. 495.
[17] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 121.
[18] - Maide/63.
[19] - Maide/78-79.
[20] - Maide/44.
[21] - Tevbe/71; Tuhaf'ul-Ukul, s. 475.
[22] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 483.
[23] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 118.
[24] - a.g.e, c. 78, s. 128.
[25] - a.g.e, c. 78, s. 127.
[26] - a.g.e, c. 78, s. 122.
[27] - Müstedrek'ul-Vesail, c. 2, s. 294.
[28] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 126.
[29] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 499.
[30] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 122.
[31] - a.g.e, c. 78, s. 117.
[32] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 499.
[33] - a.g.e, s. 499.
[34] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 121.
[35] - a.g.e, c. 78, s. 121.
[36] - a.g.e, c. 78, s. 126.
[37] - a.g.e, c. 78, s. 122.
[38] - Belağat'ul-Huseyn, Kısa Sözler: 45.
[39] - Meani'l- Ahbar, s. 401.
[40] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 497.
[41] - Bihar'ul-Envar, c. 78. s. 127.
[42] - a.g.e, c. 78. s. 120.
[43] - a.g.e, c. 78. s. 127.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN ŞAHSİYETİNİN MAZHARLARI

Hürler babası İmam Hüseyin'in (a.s) şahsiyetini oluşturan ve O'nun unsur ve tabiatının bir parçası olan yegâne mazharlara gelince onlar şunlardan ibarettir:

1- Güçlü İrade

İmam Hüseyin'in zatî özelliklerinden biri de güçlü irade ve sarsılmaz azim ve karardır. İmam (a.s) bu değerli özelliği, tarihin akışını ve hayat kavramlarını değiştiren ve Allah kelimesini söylemekten kendisine mani olmak isteyen güçlerin karşısında tek başına sebatla duran, onlara itina etmeyen ve amcasının yanına giderek; "Allah'a andolsun ki, bu işi terk etmek için güneşi sağ elime ve ayı da sol elime bıraksalar, ölünceye veya Allah onu âşikar kılıncaya dek asla onu terk etmeyeceğim…"diyen ceddi Resulullah'tan miras almıştır.
İşte Resulullah (s.a.a) böyle güçlü ve sarsılmaz bir iradeyle şirk güçlerine karşı koydu, olay ve fitne çıkaranlara galip oldu. Nitekim O'nun yüce torunu olan İmam Hüseyin (a.s) da Emevi hükümeti karşısında durdu ve Yezid'in biatini reddetmeyi açık bir şekilde ilan etti ve az bir grupla, hak sözünü yüceltmek ve batılı yok etmek için cihat sahnesine atıldı. Emevi hükümeti ise korkunç ordusuyla İmam'ın aleyhine toplandı, ama İmam (a.s) ona aldırış etmedi ve tam bir azim ve kararla şöyle haykırdı: "Şüphesiz ben, ölümü saadet ve zalimlerle yaşamayı ise alçaklık görüyorum…"
İmam (a.s), değerli ailesi ve ashabıyla, İslam bayrağını yüceltmek ve İslam ümmetine en büyük zafer ve fethi gerçekleştirmek için şeref ve yücelik meydanına doğru hareket etti ve bu yolda da şahadete kavuştu. İmam (a.s) irade, azimet ve karar açısından insanların en güçlüsü idi. Akılları hayrete düşüren üzüntü, keder ve felaketlere aldırış bile etmiyordu.

2- Zulümden Kaçınmak

İmam Hüseyin'in (a.s) bariz sıfatlarından biri de zulümden kaçınmaktı. Öyle ki "Ebi'z-Zeym"(zulümden kaçınan) diye lakap almıştır. Bu, yaygınlık açısından İmam'ın en büyük lakaplarından sayılmaktadır. Şüphesiz bu barizliğe en yüce örnektir. İşte bu sıfat, insanlık kerameti şiarını yüceltti, şeref ve izzet yolunu çizdi, Beni Ümeyye domuzlarına boyun eğip itaat etmedi ve kılıçlar gölgesi altında ölümü tercih etti. Abdulaziz b. Nebte es-Sa'dî şöyle diyor: "İmam Hüseyin (a.s), izzetle ölümü hayat, zilletle yaşamayı ise ölüm saydı."
Meşhur tarihçi Yakubî, İmam Hüseyin'ı (a.s), şedid'ul-izze (çok izzetli) diye nitelemektedir.
İbn-i Ebî'l-Hadid de şöyle diyor: "İmam Hüseyin (a.s), halka izzet-i nefsi ve kılıçlar gölgesi altında ölümü aşağılığa tercih etmeyi öğreten imtina ehlinin (zulüm ve aşağılığı kabullenmekten kaçınanların) efendisi idi. Ebu Abdillah'il-Hüseyin (a.s) ve ashabına aman (güvence) verilince, onu kabul etmek zilletinden kaçındı ve İbn-i Ziyad'ın, kendisini öldürmeyeceğine rağmen aşağılayacağından korktu. İşten bundan dolayı ölümü bu aşağılığa tercih etti.
Şüphesiz insanların hürler babası olan İmam Hüseyin (a.s), zulme boyun eğmeme ve boğazlanma yüceliğini insanlara öğretti. Mus'ab b. Zübeyr, İmam Hüseyin (a.s) hakkında şöyle diyor: "İmam Hüseyin (a.s), şerefli ölümü, çirkin hayata tercih etti."[1]

İmam Hüseyin'in (a.s) Taff (Kerbela)'da günü konuştuğu sözler, izzet, yücelik ve onurluğu tasvir etmede Arap sözlerinden nakledilenlerin en şaşırtıcı ve güzellerindendir. O gün şöyle buyurdular: "Ey millet! Nesebi şüpheli oğlu nesebi şüpheli, (bizi) iki şey arasında defnetmiştir: Kılıç ve zillet. Zillet bizden oldukça uzaktır. Bunu, Allah, O'nun resulü, müminler, etekleri tertemiz anneler, gayretli efendiler ve izzet-i nefsi olan kimseler, alçakların itaatini kerimlerin katligahına reva görmezler…"
İmam (a.s) Taff (Kerbela) günü, mürtet Emevî ordusunun yırtıcı vahşilerine aldırış etmeksizin onların karşısında yüksek bir dağ gibi durarak, şu sözüyle onlara ve gelecek tüm nesillere keramet, izzet-i nefs ve zulme boyun eğmemek şerefinden en güzel dersler verdi: "Allah'a andolsun ki sizlere, zelilin elini uzattığı gibi (zelilcesine) elimi uzatmayacağım; köleler gibi de (önünüzden) kaçmayacağım. Şüphesiz ben, beni taşlamanızdan Rabbime ve Rabbinize sığınıyorum…"
İmam (a.s) bu nur saçan sözleri, boyutlarının sınırı olmayan kerametinin nihayeti üzere buyurmuştur. Bu sözler, İslam tarihinin topladığı, ebedilik kazanan yiğitlik ve cesaret şekillerinin en hayret vericilerindendir.

3- Şecaati

İnsanlar, bütün tarih aşamalarında, İmam Hüseyin'den daha şecaatli, musibette daha dayanaklı ve kalbi daha güçlü birini görememiştir. İmam Hüseyin (a.s) Taff (Kerbela) günü, kendisinden öyle bir cesaret, şecaat ve mukavemet sergiledi ki, akıllar şaşkınlığa uğradı. İnsanlar tarih boyunca onun cesaret, şecaat ve çelik iradesinden söz etmektedirler. Onun şecaatini, bütün dillerde dolaşan babasının şecaatinden daha önde olduğunu vurgulamaktalar.
İmam'ın korkak düşmanları, O'nun cesaret ve direniş gücüne şaşırıp kaldı. İmam (a.s), ard arda gelen bunca musibetler karşısında bükülmedi. Tam aksine, belâ ve mihneti arttıkça rengi açılıyor ve cesareti çoğalıyordu. Yâren ve ashabını kaybettikten sonra düşman var gücüyle -tarihçilerin yazdığına göre otuz bin kişiyle- topyekun İmam'ın üzerine saldırdı. İmam (a.s) tek başına onlara karşı koyarak kalplerine korku ve dehşet saldı. Onlar bir keçi gibi İmamın önünden kaçıyorlardı. İmam (a.s) da bir dağ gibi sabit kalıyordu. Bu esnada her taraftan İmam'ı ok yağmuruna tutuyorlardı. Ama İmam (a.s) korkuya kapılmıyor, savaşa atılıyor ve ölümü küçümsüyordu.
İmam (a.s), ehl-i beyt ve ashabını bu yüce ruhla eğitti. Derken onlar tam bir şevk ve ihlâsla hiçbir korkuya kapılmaksızın ölüme doğru yarışmaya koyuldular. Onların bu cesaret ve yiğitliklerine düşmanları bile itiraf etmiştir.
Kerbela günü Ömer b. Sa'd'ı gören bir şahıs ona hitaben; "Yazıklar olsun sana! Resulullah'ın torunlarını mı öldürdün?"dedi.
O da kendisini savunarak şöyle dedi: "Sert bir kayayla karşılaştım. Eğer sen bizim şahit olduğumuza şahit olsaydın, mutlaka bizim yaptığımızı yapardın. Elleri kılıçlarında olan bir grup orman aslanları gibi üzerimize ayaklandılar. Süvariler sağ ve soldan kırılmaya başladılar. Kendilerini ölümün eşiğinde görmelerine rağmen ne güvence kabul ediyor ve ne de mal istiyorlardı. Onlarla ölüm kanı arasına girecek ve saltanata istila etmeye mani olacak hiçbir engel de yoktu. Eğer onlardan, mühlet vererek elimizi çekseydik, tüm güçleriyle askerlerin üzerine yüklenirlerdi. Binaenaleyh, biz bu işi yapmak istemiyorduk ey anasız adam…"[2]

Şüphesiz, hürler babası İmam Hüseyin (a.s), beşeri olan essiz cesaretiyle onlara meydan okudu, ölüme ve hayata alay etti. Düşmanların okları onların üzerine yağdığında, ashabına hitaben şöyle buyurdu: "Allah size merhamet etsin, kendisinden kurtuluş olmayan ölüme doğru kalkın. Şüphesiz bu oklar, onların size olan (ölüm) elçileridir…"
İmam (a.s) ashabını ölüme çağırdı, sanki onları tatlı bir yemeğe davet ediyordu. Gerçekten ölüm İmam'a göre tatlı idi. Zira İmam'ın ölümü batılı yok ediyor ve Rabbinin burhanını ona tersim ediyordu.[3]

4- Sarahat (Açık sözlü olmak)

Hürler babasının sıfatlarından biri de, söz ve hareketinde çok açık sözlü olmasıdır. Tüm hayat aşamalarında kimseyi aldatmadı, dağlanacak yola ayak basmadı. Diri vicdanıyla uyum içerisinde olan açık yolu kat etti. Dininin ve ahlâkının kabul etmediği ikiye katlanmalardan uzaklaştı. Bu davranış ve hareketin açık örneklerinden biri, Medine'nin valisi Velid'e karşı tutumu idi. Velid, gece yarısı İmam'ı çağırarak Muaviye'nin ölümünü kendisine bildirdiğinde ve Yezid için İmamdan biat istediğinde, İmam (a.s) bu işten sakınarak açıkça şöyle buyurdular: "Ey emir! Biz, nübüvvet ehl-i beyti ve risalet madeniyiz. Allah Teala (İslam'ı) bizimle başlattı ve bizimle sona erdirecektir. Yezid'e gelince o, fasık, facir, şarap içen, suçsuz insanları öldüren ve açıkça günah işleyen birisidir. Benim gibi birisi, onun gibi birisine asla biat etmez."
Bu sözler, İmam'ın (a.s) sözünün ne kadar açık, batınının ne kadar yüce ve hak yolunda muhaliflere karşı ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
İmam'ın (a.s) adet ettiği ve zatının bir parçası haline gelen açık konuşmasının örneklerinden biri de şudur: İmam (a.s) lrak'a doğru hareket ettiğinde, yol esnasında Muslim b. Akil'in ölüm haberini ve Kufe halkının onlardan yüz çevirdiğini duyunca, hak için değil afiyet için kendisine tabi olanlara hitaben şöyle buyurdular: "Taraftarlarımız, yardımlarını esirgeyerek bizi yalnız bıraktılar. O halde sizden her kim geri dönmek istiyorsa, geri dönsün; onun üzerine bir söz ve serzeniş de yoktur…"
Derken dünya malı tamahıyla gelenler, İmam'ın etrafından dağılıp gittiler. İmam (a.s), ashabı ve ailesinden olan seçkinlerle birlikte kaldı.[4]

İmam (a.s), yardıma ihtiyaç duyduğu bu zor anlarda, herhangi bir kimseyi aldatmak ve ona hile yapmaktan şiddetle sakındı. Rabbine ve hareketinin adaletine inanan yüce ruhlu birisi, bu sıfatlarla asla sıfatlanmaz.
Yine açık sözlü olduğunun örneklerinden biri de şudur: İmam (a.s), Muharrem aynın onuncu (Âşura) gecesinde ehl-i beytiyle ashabını bir araya toplayarak, basiret üzere olmaları için yarın kendisiyle birlikte olanların hepsinin öldürüleceğini onlara bildirdi ve onları, gecenin karanlığından yararlanarak dağılıp gitmelerini istedi. Ama onlar, İmam'dan ayrılmaktan sakınıp O'nun yanında şahadete kavuşmaya ısrar ettiler.
Devletler dolaşmakta ve saltanatlar yok olmaktadır. Baki kalmaya ve ebedileşmeye daha lâyık ve uygun olan kimseler, bu yüce erdem ve ahlâklara sahip olanlardır. Çünkü bu yüce ve değerli sıfatlar olmaksızın insanın bir değeri kalmaz.

5- Hakta Salâbet

Hakta salâbet (direniş/sebat), İmam'ın (a.s) araç ve zatî sıfatlarının en belirginlerindendir. Şüphesiz İmam (a.s), hakkı ayakta tutmak için çok şaşırtıcı ve çetin zorluklarda yolu açtı, batıl kalelerini parçaladı ve zulüm odaklarını yok etti.
İmam (a.s), tüm genişlik ve kavramlarıyla hakkı bina etti ve İslamî vatanda hakkı ayakta tutmak ve ümmeti, vadilerinde batıl temeller atan, zulüm evleri yapan ve isyan yuvaları kuran sert ve katı akımların elinden kurtarmak için savaş alanına doğru hareket etti…
İmam (a.s) ümmetin, batıl ve dalaletlere saptandığını görünce, hakkın bayrağını yüceltmek için kurbanlık ve feda olmak alanlarına doğru yürüdü. İmam (a.s), bu aydınlık saçan hedefini ashabına yaptığı şu konuşmasında açıkça ilan etmektedir: "Hakka amel edilmediğini ve batıldan da kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Mümin insan bu durumda Allah'a kavuşmayı (şahit olmayı) istemelidir…"
Şüphesiz hak, temiz unsurlarıyla hürler babasının şahsiyetinde toplanmıştı. Hz. Peygamber (s.a.a), bu belirgin sıfatları onda görmüştü… İmam (a.s), hak ve adalet pınarlarını yeryüzünde cari etti.

6- Sabır ve Direniş

Şehitler efendisi İmam Hüseyin'in (a.s), kendisiyle yegâneleştiği sıfatlardan biri de, dünya musibet ve mihnetlerine karşı sabırlı olmasıdır. Şüphesiz çocukluğundan sabrın acılığını tattı, ceddi ve annesini kaybetmekle musibete uğradı, babasının karşılaştığı korkunç olaylara ve onun uğradığı mihnet ve üzüntülere şahit oldu ve kardeşinin hilafeti döneminde sabrın acılığını tattı. İmam Hüseyin (a.s), kardeşi İmam Hasan'ın ordusunun, yardımlarını esirgeyerek onu yalnız bıraktıklarını, ona hile yaptıklarını ve onun sulh yapmaya mecbur kılındığını görüyordu. İmam (a.s), kardeşinin mihnet ve elemlerinde onunla dert ortağı oldu ve nihayet Muaviye onu zehirle şehit etti. İmam Hüseyin (a.s) kardeşinin naşını dedesi Resulullah'ın kabrinin yanında gömmek istediğinde, Beni Ümeyye ona mani oldu. İşte bu, İmam'a en şiddetli musibetlerdendi.
İmam Hüseyin'in, kendisine karşı sabrettiği en büyük musibetlerden biri de, İslam yasalarının yok olmasına ve ceddine nispet verilerek uyduruk hadislerle Allah'ın şeraitinin değiştirilmesine şahit olması idi. Yine İmam'ın (a.s) uğradığı felâket ve musibetlerden diğer biri de, İmam'ın (a.s), minberlerde babasına beddua edilmesini ve O'na yapılan hakaretleri duyması ve Ziyad'ın, onların şii ve dostlarını helâk ettiğine şahit olması idi. İmam (a.s), bütün bu musibet ve felâketlere sabretti.
Muharrem'in onuncu günü sabrı aşan şiddetli mihnet ve musibetler İmam'a ard arda yönelmeye başladı. Bitmek bilmeyen bu mihnet ve musibetler her taraftan onu sardı. İmam (a.s) bir grup oğul ve ehl-i beytiyle düşmanlara karşı koyuyordu. Kılıç ve mızraklar ise onların pak bedenlerini parçalıyordu. İmam (a.s) bu esnada tam bir itminan ve sebatla ailesine hitaben şöyle buyurdular: "Ey ehl-i beytim, sabredin! Ey amcaoğulları sabredin! Bugünden sonra artık aşağılanma görmeyeceksiniz."
İma (a.s), Benî Haşim akilesi (akıllısı) olan kız kardeşi Zeyneb'i görünce -ki imam'ın sözleri onu şaşkınlığa uğratmış ve üzüntü kalbini parçalamıştı- ona doğru koşarak onu sabra ve Allah'ın takdirine razı olmaya emretti.
İmam'ın (a.s), kendisine karşı sabrettiği korkunç felaket ve belâlardan biri de, çocukları ve ailesinin öldürücü susuzluktan bağırarak ağlamalarına ve İmam'dan yardım dilemelerine şahit olması idi. İmam (a.s) onları sabra ve direnişe davet ediyor ve bu zor durum ve mihnetten sonra durumlarının düzeleceğini ve aydın bir sonucu onlara haber veriyordu.
İmam (a.s), düşmanların saldırılarına karşı tek başına direndi. Her taraftan kılıç ve ok yağmuruna tutulmuştu, susuzluktan ciğeri parçalanmıştı, ama bununla birlikte yine de onlara itina etmiyor ve onlara karşı koyuyordu.
İmam Hüseyin'in (a.s), Taff (Kerbela) günündeki sabrı, direniş ve sarsılmaz durumu, insanların duydukları ender şeylerdendir.
İrbilî şöyle diyor: "Hüseyin'in şecaati darb'ul-mesel olmuştur; savaştaki sabrı ise evvelki ve sonrakileri aciz kılmıştır."[5]

Herhangi bir insan, İmam'ın (a.s) duçar olduğu musibetlerden birine duçar olursa, her ne kadar sabır, azim ve nefis gücüyle kuşansa da, güçleri gevşer ve nefsî güçsüzlüğe kapılır. Ama İmam (a.s), ruhuna damgaladığı değerli amacı yolunda duçar olduğu musibetlere teveccüh etmedi, sabırsızlık ve üzüntülere teslim olmadı.
Tarihçiler şöyle diyor: "İmam Hüseyin (a.s), bu özelliklerle yegâneleşti, olaylar her ne kadar olsa da onun azmini gevşetemedi. Hayatı döneminde bir oğlu vefat etti, ama üzüntü eseri onda görülmedi. Bunun sebebini sorduklarında şöyle buyurdu:

"Biz öyle bir Ehl-i Beyt'iz ki, Allah'dan istediğimizde hemen bize verir; sevdiğimiz hakkında hoşlanmadığımızı irade ettiğinde biz razı oluyoruz."[6]
Şüphesiz İmam Hüseyin (a.s) Allah'ın kaza kaderine razı ve emrine teslim oldu. İşte bu, İslam'ın cevheri ve imanın nihayetidir.

7- Hilim

Hilim v ağır başlılık İmam Hüseyin'in (a.s) yüce sıfat ve bariz hasletlerinden biri idi. Ravilerin rivayetine göre İmam (a.s) günahkâr ve suçlulara (kendisine saygısızlık yapanlara) karşı onlar gibi davranmazdı; tam aksine, onlara lütuf ve ihsanda bulunurdu. Onun bu alandaki tavır ve durumu, herkesi güzel ahlak ve faziletiyle kuşatan Resulullah'ın tavır ve durumu gibiydi. İmam (a.s) bu özellik ve faziletle tanınmıştı. Kölelerinden bazıları ise, fırsattan su istifade ederek İmam'ın lütuf ve ihsanına ulaşmak için İmam'a karşı saygısızlık yapıyorlardı.
Tarihçiler şöyle diyorlar: İmam'ın (a.s) kölelerinden birisi, İmam'a karşı, cezalanması gereken kötü bir suç işledi. İmam (a.s) da onun cezalandırılmasını emretti. Derken köle; "Efendim, Allah Teala; "Öfkelerini yutanlar…"buyuruyor dedi. İmam (a.s) tebessüm ederek; "Ondan vazgeçin, öfkemi yuttum"buyurdu.
— Köle: "İnsanları affedenler…"
— İmam (a.s): "Seni affettim…"
— Köle (daha fazla ihsan elde etmek için): "Allah ihsan edenleri sever."
— İmam (a.s): "Sen Allah'ın rızası için hürsün."
Daha sonra İmam (a.s), insanlara el açmaktan müstağni kılacak çok değerli bir mükâfatın ona verilmesini emretti.
Şüphesiz bu yüce ahlak, İmam'dan kopmayacak olan programlardandı. Bu ahlâk ve davranış, tüm hayatı boyunca İmam'la birlikte idi.

8- Tevazu

İmam Hüseyin (a.s), tevazu, alçak gönüllülük, kibir ve bencillikten uzak olmak üzere yaratılmıştır. İmam (a.s) bu ahlâkı, yeryüzünde fazilet ve yüce ahlâklar esasını ikame eden ceddi Resulullah'tan miras almıştı. Raviler, İmam'ın (a.s) yüce ahlâk ve tevazusundan birçok örnekler nakletmişlerdir. Biz onlardan bazılarına değiniyoruz:
1- İmam Hüseyin (a.s) miskinlerin yanından geçerken onlar İmam'ı yemeğe davet ettiler. İmam (a.s) da bineğinden inerek onlarla beraber yemek yedi. Daha sonra onlara; "Ben sizin davetinizi kabul ettim, o halde siz de benim davetimi kabul edin"buyurdu. Onlar da İmam'ın davetini kabul edip birlikte hazretin evine gittiler. İmam (a.s) eşi Rubab'a; "Topladığın paraları getir"dedi. O da yanında bulunan paraları getirip onlara verdi.[7]

2- İmam (a.s), sadaka mallarından bir şeyler yiyen fakirlerin yanlarından geçerken onlara selam verdi. Onlar da İmam'ı yemeğe davet ettiler. İmam (a.s) onların yanında oturarak; "Eğer sadaka olmasaydı, sizinle beraber yerdim"buyurdular. Daha sonra onları evine davet etti. Evine geldiklerinde onlara yemek, elbise ve bir miktar para vermelerini emretti.
Şüphesiz, İmam Hüseyin (a.s) bu konuda ceddi Resulullah'a (s.a.a) benzemiş ve O'nun sîreti üzere hareket etmiştir. Tarihçilerin yazdığına göre İmam (a.s), fakirliğin fakire galebe etmemesi ve servetin de zengini azgınlaştırmaması için fakirlerle kaynaşır, onlarla bir arada oturur ve onlara iyilik ve ihsanda bulunurdu.
___________________
Kaynakça:
[1] - Tarih-i Taberî, c. 6, s. 273
[2] - Şerh-i Nehc'ul-Belağa, c. 3, s. 263
[3] - El-İmam'ul- Hüseyin (a.s), s. 101
[4] - Ensab'ul- Eşraf, c. 1, s. 240
[5] - Keşf'ul- Ğumme, c. 2, s. 229
[6] - El-İsabe, c. 2, s. 222
[7] - Tarih-i İbn-i Asakir, c. 13, s. 54
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN MEDİNE VE MEKKE'DEKİ BUYURDUĞU SÖZLERİ

Bismillahirrahmanirrahim

Hicretin 60. yılı, Recep ayının ortalarında, Muaviye'nin ölmesiyle oğlu Yezid hilafet makamına geçti. Hilafeti eline alır almaz hemen muhtelif bölgelerin vali ve yöneticilerine mektuplar yazarak onlara Muâviye'nin ölümünü bildirdi. Babası döneminde öngörülen veliahtlığını ve kendisi için halktan bu hususta bi'at alındığını hatırlattı ve onları kendi makamlarında baki kılarak halktan, kendisi adına yeniden bi'at almalarını emretti.[1]

Aynı mevzuda bir mektup da Medine şehrinin valilik makamına tayin edilmiş olan Velid ibn-i Utbe'ye gönderdi, ve bir not da ilave edip babası döneminde kendisine bi'at etmeyi kabul etmeyen üç meşhur şahsiyetten de bi'at almasını önemle te'kid ederek şöyle yazdı:
"Hüseyn ibn-i Ali, Abdullah ibn-i Ömer ve Abdullah ibn-i Zübeyr'den bi'at almak hususunda onlara sert davran ve bi'at etmedikleri sürece hiç bir ruhsat ve izin verme."
Velid ibn-i Utbe, Yezid'in mektubu ulaşır ulaşmaz, akşamleyin, Muâviye'nin önceki valisi olan Mervan ibn-i Hakem'i yanına çağırtıp Yezid'in mektubu hakkında onunla istişare etti. Mervan ibn-i Hakem: "Muaviye'nin ölüm haberi şehirde yayılmadan önce bu kaç kişiyi kendi yanına çağır ve onlardan Yezid için bi'at al" dedi.
Velid bu öneriyi benimseyip aynı gece onların peşi sıra memur gönderip huzuruna çağırttırdı. Mescid-un Nebi'de birlikte oturup sohbet eden Hz. Hüseyin (a.s) ve Abdullah b. Zübeyr'e bu haber ulaşınca, Abdullah b. Zübeyr, geceleyin valinin yanına çağırılmadan endişeye kapılmasına rağmen İmam Hüseyin (a.s), İbn-i Zübeyr'e: "Öyle sanıyorum ki Benî Ümeyye'nin tağutu Muaviye b. Ebî Süfyan helakete ermiştir, bu davetten maksad da oğlu Yezid için bi'at almaktır." diyerek konuya açıklık getirdi.
Musiyr-ül Ahzan kitabının naklettiğine göre, İmam Hüseyin (a.s) sözlerine şunu da ekledi: "Ben uykuda, Muaviye'nin evinde alevlerin yükseldiğini ve minberinin altüst olduğunu gördüm."
Velid'in meclisine geldiğinde İmam Hüseyin (a.s)'ın tahmin ettiği gibi Muaviye'nin ölüm haberini İmam'a bildirilerek Yezid'e bi'at etmesi istendi.
İmam Hüseyin (a.s) Velid'e cevap olarak: "Benim gibi birisinin gizli olarak bi'at etmesi doğru değildir. Ki sen de böyle bir bi'ata razı olmamalısın. Bütün Medine halkını, biatlerini yenilemek için davet ettiğinde, biz de bu işi yapmaya karar alırsak, diğer müslümanlarla birlikte bi'at ederiz." dedi
Velid Hz. Hüseyin (a.s)'ın bu sözünü kabul edip fazla ısrar etmek istemedi. İmam (a.s) oradan ayrılmak için hazırlandığında mecliste hazır bulunan Mervan b. Hakem gizlice Velid'e: "Eğer gecenin bu saatinde Hüseyin'den bi'at almazsan artık kan dökülmedikçe onu bi'ata zorlayamazsın. Binaenaleyh bi'at etmediği takdirde onun buradan ayrılmasına müsaade etme ve bi'at etmezse Yezid'in emrettiği gibi boynunu vur." diye tenbih etti.
İmam Hüseyin (a.s), Mervan'ın bu tutumunu görünce ona hitap ederek: "Ey Zerka'nın oğlu[2] sen mi beni öldüreceksin yoksa Velid mi? Yalan söyledin ve günah işledin." buyurdu.
Sonra da Velid'in kendisine hitaben şöyle buyurdu: "Ey emir! Bizler nübüvvet hanedanı ve risalet madeni, meleklerin sık-sık uğradığı ve Allah'ın rahmetinin (kendilerine) indiği kimseleriz. Allah-u Teâla İslam'ı bizimle (Hz. Muhammed'le "s.a.a") başlatmış ve bizimle (Hz. Mehdi "a.s") de sona erdirecektir. Ama benden kendisine bi'at almak istediğin şahıs (Yezid) şarap içen, elini suçsuz insanların kanına bulayan, ilahî düsturları ayaklar altına alan, alenen halkın gözü önünde fısk-u fücura baş vuran bir şahıstır. Acaba benim gibi bir kimsenin böyle fasit birine bi'at etmesi doğru olur mu? Fakat bu hususta biz ve siz geleceği nazara almalıyız; o zaman da hilafet ve bi'at makamına hangimizin daha lâyık olduğunu göreceksiniz."
İmam Hüseyin (a.s) Velid'in ümidini suya düşüren bu konuşmasından sonra meclisi terk etti.
"Lühuf" ve diğer kitapların naklettiğine göre Hz. Hüseyin (a.s), Mervan b. Hakem'i gördüğü gecenin sabahı, Mervan kendisine şöyle dedi: "Ey Eba Abdullah! Ben senin hayrını istiyorum, size bir teklifim vardır. Kabul ederseniz hayır ve salahınıza tamam olur." İmam (a.s): "Teklifiniz nedir?" diye sordu. Mervan şöyle dedi: "Dün gece Velid b. Utbe'nin meclisinde söylendiği gibi hemen Yezid'e bi'at et! Çünkü bu iş senin, hem dinin ve hem de dünyan için daha faydalıdır."
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Müslümanlar, Yezid gibi bir hükümdara duçar olduğunda artık İslam'la vedalaşmak gerekir. Evet, ben ceddim Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Hilafet Ebu Süfyan hanedanına haramdır. Bir gün Muâviye'yi minberim üzerinde görecek olursanız onun karnını yarın." Ama Medine halkı onu, Peygamber'in (s.a.a) minberi üzerinde gördükleri halde öldürmediler. Şimdi Allah-u Teâla onları (Muaviye'den daha kötü olan) fasık Yezid'e müptela etti."
Hatib-i Harezmî'nin naklettiğine göre Hz. Hüseyin (a.s) Velid'in meclisinden çıktığı aynı gecede Resulullah'ın (s.a.a) haremini ziyaret etti, kabrinin kenarında durup ceddine şöyle dedi: "Selam olsun sana ey Allah'ın elçisi, ben senin yavrun ve kızın Fatıma'nın oğlu Hüseynim. Ben ümmetinin arasında onların hidayeti ve önderliği için halife kıldığın torununum. Ey Allah'ın Peygamberi, şahit ol ki onlar bana yardımda bulunmadılar, beni korumadılar. İşte bunlar, seninle yeniden görüşünceye dek var olan şikayetlerimdir."[3]

İmam (a.s) hareket etmeye karar aldığı günün ertesi gecesi, ikinci kez olarak ceddinin kabrini ziyaret edip Resulullah'a (s.a.a) şöyle dedi: "Allah'ım! Bu senin Peygamberinin kabridir, ben ise Peygamberinin kızı Fatıma'nın oğluyum. Şu anda senin bildiğin bir olayla karşılaşmış bulunuyorum. Allah'ım! Ben iyiliği severim, kötülükten hoşlanmam. Ey celal ve ikram sahibi olan Allah! Bu kabrin ve içerisindeki yatan şahsın hürmetine benim için, senin ve Peygamberinin rızasına uygun olan yolu mukadder eyle."[4]
Harezmi'nin nakline göre Hz. Hüseyn (a.s) o gece sabaha kadar Peygamberin kabrinin kenarında Rabbiyle münacat edip ibadetle meşgul oldu.
Hz. Hüseyin (a.s), Medine'den hareket edeceği malum olunca, İmam (a.s)'ın canını tehlikeye atmamasına büyük bir ilgi gösteren bazı yakınları, huzuruna varıp İmam'a (a.s) Yezid'le uzlaşmayı teklif ettiler.
Bu şahıslardan biri de "Ömer ibn-i Atraf" ismiyle bilinen Hz. Ali (a.s)'ın oğlu Atraf'tır. Lühuf kitabının naklettiğine göre Atraf kardeşi Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna çıkıp şöyle dedi: "Kardeş! Kardeşim Hasan'ın babam Hz. Ali'den naklettiğine göre seni katledecekler. Sanıyorum ki Yezid'e karşı muhalefet etmen ölümüne sebep olacaktır ve böylece o haber gerçekleşecektir. Ama Yezid'e bi'at edecek olursan bu tehlike yok olur; siz de öldürülmekten kurtulmuş olursunuz."
İmam Hüseyin (a.s) cevabında şöyle buyurdu:
"Babam Ali (a.s), kendisinin ve benim öldürüleceğimizi... bana haber vermiştir. Senin bildiğin şeyi ben bilmiyor muyum? Vallahi ben hiç bir zaman zillete boyun eğmeyeceğim... Fatımat'üz-Zehra'ya evlatları yönünden eziyet veren kimseler asla cennete girmeyeceklerdir."[5]
Hz. Hüseyin (a.s) mezkur kararından dolayı, endişesini dile getiren kimselerden birisi de Hz. Ali (a.s)'ın evlatlarından olan Muhammed-i Hanefiye idi. Taberi ve diğer kitapların naklettiğine göre, Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna varıp şöyle dedi: "Kardeşim! Sen halkın en sevimlisi ve en değerli olanısın. Teşhis ettiğim hayır ve salahı sana söylemekle mükellefim. Sanıyorum ki, siz şimdilik mümkün olduğu kadar belirli bir şehirde ikamet etmezseniz daha iyi olur... Bu şehirden uzak olan bir yerde sükûnet edip oradan halka elçiler gönderin, onların himayesini kazanın. Bi'at ederlerse Allah'a şükredin, Bi'at etmedikleri takdirde ise zarardan uzak kalmış olursunuz..."
İmam Hüseyin (a.s) kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye cevap olarak şöyle buyurdu: "Kardeşim! Yezid'e bi'at etmemek için bir şehirden diğer bir şehre gitmemi bana teklif ediyorsun, ama şunu bil ki eğer bu geniş dünyada sığınılacak hiç bir yer olmasa bile yine de ben Yezid ibn-i Muâviye'ye bi'at etmeyeceğim."[6]
Bu sözler üzerine Muhammed-i Hanefiye'nin gözlerinden yaşlar boşandı... İmam (a.s) sözüne şöyle devam etti. "Kardeşim Allah sana mükafat versin, sen nasihat etme ve doğru yolu gösterme hususunda kendi vazifeni yaptın. Fakat ben kendi vazifemi senden daha iyi biliyorum. Mekke'ye hareket etmeye karar aldım. Ben, kardeşim ve kardeşimin çocukları ile şialarımdan bir grup yolculuk için hazır durumdayız... Ama senin üzerine düşen vazife Medine'de kalman, gıyabımda Benî Ümeyye taraftarlarının git-gellerini ve onların gizli hareketlerini göz önünde bulundurman ve bu konuda gereken haberleri bana ulaştırmandır."

İmam Hüseyin (a.s)'ın Vasiyeti

İmam Hüseyin (a.s), Medine'den Mekke'ye hareket ettiği vakit şu vasiyeti yazıp mühürleyerek kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye verdi:
"Bismillahirrahmanirrahim. Bu Hüseyn ibn-i Ali'nin kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye olan vasiyetidir. Hüseyin şehadet ediyor ki Allah'dan başka bir ilah yoktur. Muhammed (s.a.a) O'nun kulu ve elçisidir, hak dini (İslam'ı) Allah'dan (bütün alemlere) getirmiştir. Cennet ve cehennem haktır. Kıyamet günü vuku bulacaktır; onun vuku bulmasında hiçbir şüphe yoktur. Allah-u Teâla (böyle bir günde) bütün insanları diriltecektir.
Ben azgınlık, makam, fesad ve zulüm için Medine'den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, marufa emir, münkeri nehyetmek, ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali'nin (a.s) yolunda gitmek için kıyam ettim. Öyleyse kim bu gerçeği benden kabul ederse (bana itaatte bulunursa) Allah'ın yolunu kabul etmiştir ve kim de bunu reddederse (bana itaatte bulunmazsa), Allah benimle bu kavmin arasında hükmedene kadar sabrederim (kendi yolumu tutup giderim) Allah hükmedenlerin hayırlısıdır. Kardeşim! İşte bu benim sana olan vasiyetimdir. Muvaffakiyet Allah'tandır, O'na tevekkül ediyorum, dönüşüm de yine O'nadır."[7]

Hz. Hüseyin'in (a.s) Mekke'deki Sözleri

İmam Hüseyn (a.s) Mekke'ye girdiği sıralarda Abdullah ibn-i Ömer müstahap Umre amallerini yerine getirmek ve şahsi işlerini yapmak için Mekke'de kalmaktaydı. Hz. Hüseyin (a.s) Mekke'ye girdiği ilk günlerde o da Medine'ye dönmeye karar aldı. İmam (a.s)'ın huzuruna gelip O'na Yezid ile sulh ve bi'at etmeyi teklif etti ve İmam (a.s)'ı Yezide karşı muhalefet etmenin tehlikeli sonuçlarından sakındırdı.
Harezmî'nin nakline göre İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Ya Eba Abdullah! Halk Yezid'e Bi'at etti, dirhem ve dinar da onun elindedir, halk ister istemez ona yönelecektir. Bu hanedanın eskiden beri size karşı düşmanlıkları olduğu için, ona muhalefet ettiğin takdirde öldürülmenden ve bir grup müslümanların da bu yolun kurbanı olmasından korkuyorum. Ben Resulullah'tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Hüseyin öldürülecektir, halk ona yardım etmekten el çekerse, zillet ve hakirliğe düçar olur." Sen de diğer müslümanlar gibi bi'at et ve müslümanların kanının dökülmesinden sakın."[8]
Hz. Hüseyn (a.s) çeşitli insanlarla konuştuğunda, onların her birine akıl, idrak ve basiretleri miktarıca münasip cevaplar veriyordu. Abdullah ibn-i Ömer'in teklifi karşısında da şöyle cevap verdi: "Ey Eba Abdurrahman! Biliyor musun dünya Allah katında o kadar hakirdir ki Yahya ibn-i Zekeriyya[9]
gibi büyük bir Peygamberin kesilmiş başı Benî İsrail'in kötü ve zinakarlarından birisine hediye olarak gönderildi? Benî İsrail (Allah'a karşı öyle muhalefet etti ki) şafak vaktinden güneş doğuncaya kadar tam 70 Peygamber katlettiler. Sonra, sanki hiçbir cinayet işlememişler gibi pazar yerlerinde oturup alış-verişleriyle meşgul oldular.
Allah-u Teâla onlara azap göndermede acele etmedi, onlara biraz mühlet verdi, sonra intikam sahibi muktedir Allah, onları sert bir şekilde cezalandırdı."
İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Ya Eba Abdurrahman! Allah'dan kork, yardımını bizden esirgeme."[10]
Saduk (r.a)'in naklettiğine göre Abdullah ibn-i Ömer kendi teklifinden netice almadığını görünce İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Ya Abdullah, bu ayrılık vaktinde Resulullah'ın (s.a.a) bedeninden defalarca öptüğü yeri müsaade edin ben de öpeyim."

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Basra Halkına Mektubu

Taberi'nin naklettiğine göre Hz. Hüseyn (a.s), Mekke'ye girdikten sonra, Basra şehrindeki Malik b. Mesmei, Mes'ud b. Amr ve Münzir b. Carud gibi kabile reislerine birer mektup yazdı. O mektupların tercümesi şöyledir: "Allah'a hamd, Peygamber'e (s.a.a) salat ve selam olsun. Allah-u Teâla Muhammed'i (s.a.a) insanların arasından seçti. Peygamberliğiyle O'na ikramda bulundu... İnsanları hidayet ettikten ve kendisine verileni halka ulaştırdıktan sonra O'nun ruhunu aldı. Biz de O'nun ailesi, evliyası ve varisleri idik ve insanlar arasında O'nun makamına daha lâyık olan kişilerdik. Fakat bir grup, öne atılıp bu hakkı bizden aldılar. Bizim bu hakka onlardan daha lâyık ve daha üstün olduğumuzu bildiğimiz halde, müslümanların arasında fitne, ihtilaf ve ayrılık çıkmaması, düşmanın onlara musallat olmaması için bu duruma karşı koymayıp müslümanların rahatını kendi makamımıza tercih ettik. Kendi elçimizi sizin tarafınıza gönderip sizi, Allah'ın kitabına ve Peygamberin sünnetine davet ediyorum. Zira Peygamberin (s.a.a) sünneti ortadan kaldırılmış (yerine) bid'at ihya edilmiştir. Eğer sözümü kabul eder ve beni dinlerseniz ben de sizi doğru yola hidayet ederim. Vesselam-u aleykum ve rahmetullah-i ve berekatuh."[11]
Hz. Hüseyn (a.s) bu mektubunda Basra halkının, İslam'a muhalif olan düzene karşı mücadelesi hususunda kendisine yardım etmeye davet etmenin yanı sıra Ehl-i Beyt'in makamını, İslam dininin tahrife uğradığını ve kendi kıyamının asıl hedefini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Kufe Halkının Mektuplarına Verdiği Cevap

Kufe halkı, Hz. Hüseyn (a.s)'ın bi'at etmekten kaçınıp Yezid hükümetine karşı mücadele vermeye kalkıştığını ve Mekke şehrine ulaştığını haber alınca İmam Hüseyin'e (a.s) çok sayıda mektup gönderdiler. Gönderilen mektupların özeti şundan ibarettir: "Şimdi artık Muaviye ölmüş ve müslümanlar onun şerrinden kurtulmuştur; bizi şaşkınlıktan kurtaracak bir İmam'a muhtacız. Şimdi biz Kufe halkı olarak bu şehirde Yezid'in valisi Numan b. Beşire karşı çıkıp onunla her türlü ilişkiyi kesmiş bulunmaktayız; hatta onun cemaat namazlarına bile katılmıyoruz. Sadece sizin gelmenizi bekliyoruz, elimizden gelen her yardımı sizin hedefiniz uğrunda esirgemeyeceğiz, sizin yolunuzda kendi canımız ve malımızdan da geçmeye hazırız."
Bazı tarihçilerin naklettiğine göre Kufe halkından ulaşan mektupların sayısı on iki bine aşkındı. Hz. Hüseyin bu mektuplara cevap olarak şöyle yazdı:
"Bismillahirrahmanirrahim. Hüseyn ibn-i Ali'den Kufe şehrinin ileri gelen mümin ve müslümanlarına. Allah'a hamd, Peygamber'e (s.a.a) selam ve salattan sonra, siz Kufe ehlinin en son mektubu (Hani ve Saîd vesilesiyle) bana ulaştı. Metuplarınızda hatırlatıp ve izhar ettiğiniz şeyleri anladım; çoğunuzun sözü şundan ibaretti: "İmam ve önderimiz yoktur, bize, şehrimiz Kufe'ye gel ki Allah-u Teâla senin vesilenle bizi hakka ve doğru yola hidayet etsin." Şimdi ben kardeşim, amcam oğlu ve ailem arasında herkesten fazla itimat ettiğim bir kimseyi (Müslim ibn-i Akil'i) size gönderiyorum. Ona halinizi, düşüncelerinizi, görüşlerinizi yakından öğrenip neticeyi bana bildirmesini emrettim. Eğer Kufe halkının ekseriyetinin isteği ve aranızdaki akıl ve fazilet sahibi kimselerin görüşü de, elçilerinizin huzuren anlattıkları ve mektuplarınızda okuduğum ve zikrettiğiniz gibi olursa ben de inşaAllah pek yakın bir zamanda size doğru hareket edeceğim."
İmam Hüseyin (a.s) mektubunu şu cümleyle sona erdirdi:
"Allah'a yemin ederim ki gerçek imam, Allah'ın kitabıyla amel eden, adalete sarılan, hakka boyun eğen ve kendisini sadece Allah'a adayan bir kimsedir. Vesselam."[12]

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Mekke'deki Hutbesi

Hac mevsiminin yaklaşmasıyla müslümanlar ve hacılar grup grup Mekke'ye geliyorlardı. Yezid ibn-i Muaviye'nin emri üzere, Amr ibn-i As da zahirde hac emiri unvanı altında fakat gerçekte tehlikeli bir cinayeti işlemek maksadıyla Mekke'ye geldi. İmam Hüseyin (a.s), Amr ibn-i Said ibn-i As'ın kendisini öldürmekle görevlendirildiğinden haberdar oldu. İmam (a.s) Mekke'nin ihtiramının korunması için hac merasimine katılmadan hac amellerini Umre'ye çevirip Zilhicce ayının sekizinde salı günü Mekke'den Irak'a doğru hareket etti. Fakat hareket etmeden önce Beni Haşim ailesi, ve Mekke'de ikamet ettiği müddet içerisinde, İmam (a.s)'ın dostlarına katılan Şii'lerin arasında şu hutbeyi okudu:
"Bütün hamdlar Allah'a mahsustur, Allah neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah'dandır. Allah'ın salat ve selamı O'nun Resulüne olsun."
Hz. Hüseyin (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Gerdanlık kızların boynuna yakıştığı gibi ölüm de insanoğluna yakışır. Yakup, Yusuf'u görmeyi arzu ettiği gibi ben de atalarımı görmeyi arzu ediyorum. Bana, varacağım bir katligah tayin edilmiştir. Öyle ki, o ıssız çöllerin yırtıcı kurt ve hayvanlarının (Kûfe ordusunun) Nevavis ve Kerbela arasındaki bir yerde benim uzuvlarımı parçaladıklarını, aç karın ve boş dağarcıklarını da bedenimle doldurduklarını görüyorum. Allah'ın kaza kalemiyle yazılmış olan böyle bir günden kurtuluş yoktur. Allah'ın razı olduğu şeye biz Ehl-i Beyt de razıyız. O'nun bela ve imtihanı karşısında sabır ve istikamet gösteriyoruz. O da sabredenlerin sevabını bize (tamamıyla) verecektir. Resulullah'ın (s.a.a) bedeninin parçası olan evlatlar O'ndan hiçbir zaman ayrı düşmeyeceklerdir. Cennette de O'nun yanında olacaklardır. Çünkü onlar Peygamberin (s.a.a) hoşnutluğu ve gözünün aydınlığına vesile olup vadesi de (ilahi hükümetin istikrarı da) onların vasıtasıyla tahakkuk bulacaktır."
İmam Hüseyin (a.s) sözlerini şu cümleyle sona erdirdi: "Herkes bilsin ki, bizim uğrumuzda canından geçen ve Allah'a ulaşmak yolunda kendisini feda etmeye hazır olan kimse, bizimle birlikte hareket etmelidir. Çünkü ben yarın sabah erkenden hareket edeceğim inşaAllah."[13]

Abdullah B. Abbas'ın İmam Hüseyin'e Teklifi

Hz. Hüseyin (a.s) hareket edeceğini ilan ettikten sonra huzuruna varan ve bu seferden vazgeçmesini teklif edenlerden biri de Abdullah ibn-i Abbas idi Abdullah sözlerine şu cümleyle başladı: "Ey amca oğlu! Senin ayrılığına dayanmak istiyorum, fakat gerçekten dayanamıyorum. Çünkü senin, çıktığın bu yolculukta öldürülmenden, çocuklarının da düşmanın eline esir düşmelerinden endişe ediyorum. Irak halkı, sözlerinde durmayan insanlar oldukları için onlara itimat edilmemelidir."
İbn-i Abbas sözlerine şöyle devam etti: "... Eğer Irak halkı izhar ettikleri gibi gerçekten seni istiyor ve Yezidin hükümetine de karşı iseler, ilk önce düşmanları olan Yezid'in valisini kendi şehirlerinden dışarı çıkarmaları kovmaları gerekir... Eğer Mekke'den çıkma hususunda ısrar ediyorsan o halde Yemen'e doğru hareket etmen daha hayırlıdır...

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Abdullah İbn-i Abbas'a Cevabı

Hz. Hüseyin (a.s) İbn-i Abbas'ın cevabında şöyle buyurdu. "Ey amca oğlu! Allah'a andolsun ki ben senin hayır isteyen ve şefkatli bir şahıs olduğunu biliyorum. Fakat ben Irak'a doğru hareket etmeye karar aldım."
İbn-i Abbas, Hz. Hüseyin (a.s)'ın bu sözünü duyunca artık meseleyi fazla mevzu bahis etmeden şöyle dedi: "Anlaşılan sefere çıkmayı kararlaştırmışsın ama hiç değilse çoluk-çocuğu beraberinde götürme. Çünkü seni, onların gözleri önünde öldüreceklerinden korkuyorum."
İmam Hüseyin (a.s) İbn-i Abbas'ın bu teklifine karşılık şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki onlar, kanımı dökmedikçe benden vazgeçmeyeceklerdir. Bunu yaptıkları takdirde de Allah-u Teâla onlara, kendilerini zelil ve hakir kılacak birini gönderir. Öyle ki onlar, hanımların hayızlık anında kullandığı bezden de aşağı ve hor bir hale düşeceklerdir."[14]
______________________________
Kaynakça:
[1] - Bu mevzu "el-Gadir" kitabının 10. cildinde geniş bir şekilde nakledilmiştir
[2] - "Zerka" kendi zamanının adı kötüye çıkan kadınlarından olan Mervan'ın büyük annesidir
[3] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 186. Maktel-i Avalim, s. 54
[4] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 186
[5] - Lühuf, s. 23
[6] - Maktel-i Avalim, s. 54. Harezmî, c. 1, s. 188
[7] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 188, Maktel-i Avalim, s. 54
[8] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 190
[9] - Kur'ân-ı Kerim'de diğer Peygamberler gibi zühd ve takvasından söz edilen Hz. Yahya, Milad'ın 28. yılında, zamanının padişahının iffetsiz kızı "Salume"nin vesvesesiyle feci bir şekilde katledildi
[10] - Lühuf, s. 26, Musir-ül Ahzan, s. 20
[11] - Taberi, c. 7, s. 240
[12] - Taberi, c. 7, s. 235. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 267. İrşad, s. 20. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 195 ve 196
[13] - Lühuf, s. 53. Musir'ül-Ahzan, s. 21
[14] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 162. Taberi, c. 7, s. 275. Kamil-i İbn-i Esir, c. 4, s. 39
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. HÜSEYİN (A.S)'IN MEKKE-KERBELA YOLU BOYUNCA BUYURDUĞU SÖZLER

Irak seferinden vazgeçmeyi Hz. Hüseyin'e (a.s) teklif eden kişilerden beşincisi Arapların meşhur şairi Ferezdak'tır. Hz. Hüseyin (a.s) Mekke'den Irak'a doğru hareket ettiği zaman Ferazdak da hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye doğru geliyordu. Merhum şeyh Mufid Ferazdak'ın kendisinden şöyle naklediyor: "Ben H. 60. yılda annemle birlikte hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye gidiyordum. Harem'in yakınlarına vardığımda... Irak'a doğru giden Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi ile karşılaştım ve hemen huzuruna çıktım. Selam verip musafaha ettikten sonra: "Ey Resulullah'ın torunu!... Hac farizasını eda etmeden Mekke'den böyle acele olarak çıkmanızın sebebi nedir?" diye sordum. Hz. Hüseyn (a.s): "Eğer acele etmeseydim beni yakalayacaklardı." buyurdu.
Ferazdak daha sonra şöyle devam ediyor:"... İmam (a.s) benden: "Irak halkının, mevcut durumlar hakkında görüşleri nelerdir?" diye sordu. Ben ise cevaben: "Durumu bilir kişiden sorup öğrenmek istiyorsunuz. Biliniz ki halkın kalpleri sizinledir, ancak kılıçları aleyhinizedir. Mukadderat Allah'ın elindedir, dilediği şekilde yapar" dedim.
Hz. Hüseyn (a.s) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Doğru söyledin, mukadderat Allah'ın elindedir... Eğer kaza ve kâder dilediğimiz şekilde olursa Allah'a nimetleri karşısında şükrederiz; şükretmek için yardım dilenen de O'dur. Eğer kaza ve kâder, isteğimiz arasında engel olur, işlerimiz dilediğimiz şekilde gitmezse, yine de niyeti hak ve batını takva olan (kalbine takva hükmeden) bir kimse, doğru yoldan çıkmamıştır."[1]
Ferazdak şöyle devam ediyor: "İmam Hüseyn (a.s)'ın sözü tamamlandığında: "Evet, sözünüz doğrudur, önünüze hayır çıksın." dedim. Daha sonra hac ve diğer bazı şeyler hususunda bir kaç soru sordum. İmam (a.s) bu sorularımı cevapladıktan sonra, vedalaşıp bineğini sürdü, böylece birbirimizden ayrıldık.

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Kûfe Halkına İkinci Mektubu

Hz. Hüseyin (a.s) Kûfe'ye doğru hareketinde "Hacir" adındaki konağa vardığında, bu mektubu Kûfe halkına hitaben ve Muslim b. Akil'e cevap olarak yazıp " Kasys b. Müsehher-i Saydavî" vasıtasıyla onlara gönderdi: "Allah'a hamd, Peygambere salat ve selamdan sonra. Bize yardım etmek ve hakkımızı talep etmek için toplanmış olduğunuzu bildiren Muslim b. Akil'in mektubu bana ulaştı. Allah-u Teâla hepimize güzel ihsanda bulunmasını (akıbetimizi hayır etmesini) ve bu ittihada karşı da size en büyük sevapları lütufta bulunmasını niyaz ederim. Ben de Zilhicce ayının sekizi, salı günü Mekke'den ayrılıp size doğru hareket ettim. Elçim size ulaştığında işlerinizi süratle düzene sokun. Ben de bu bir kaç gün içerisinde gelip size ulaşırım."[2]

Hz. Hüseyn (a.s) Niçin Kûfe'yi Tercih Etti?

Bu soruya kısa bir şekilde şöyle cevap vermek mümkündür: Acaba Hz. Hüseyn (a.s) bunca mektup ve istekler karşısında, Irak ve Kûfe seferini durdurmuş olsaydı makûl bir mazereti olur muydu? Eğer Kûfe halkı, "Biz Hz. Hüseyn'in (a.s) yolunda can ve malımızdan geçmeye hazırdık" iddiasında bulunsalardı veya "Bize önderlikte bulunması için İmam Hüseyin'e (a.s) rica ettik, fakat O bizim isteklerimize itina göstermedi" deselerdi, İmam (a.s) da onlara; "Ben sizin bana karşı vefasız olacağınızı bildiğim için isteklerinize müspet cevap vermedim" demesi ikna edici bir cevap olur muydu? Acaba onlar böyle bir zamanda, "biz davetimizde samimiydik, sana karşı vefalı da kalacaktık" iddiasında bulunmazlar mıydı?
Başka bir ifadeyle, İmam Hüseyn (a.s) burada tarihin kavşak noktasında durmaktadır. Öyle ki İmam Hüseyn (a.s) Kûfe halkının isteklerine olumlu cevap vermezse tarihin karşısında mahkûm olacaktır. Tarih, şartların oldukça elverişli ve müsait olduğuna, ama İmam Hüseyn (a.s)'ın bu mühim fırsattan istifade etmediğine veya etmek istemediğine ya da korku ve vahşet sebebiyle bu meseleden el çektiğine hükmedecekti.
Bu yüzden Hz. Hüseyin (a.s), kendisine ellerini uzatan kimselere hücceti tamamlamak için onların isteklerine olumlu cevap veriyor.

Kûfe Yolunda

Hz. Hüseyin, Kerbela seferinde "Hüzeymiye" ismindeki konağa vardı, bir gün orada kalıp dinlendi. İşte bu konakta, Hz. Zeyneb (a.s) sabah erkenden kardeşinin huzuruna gelip şöyle dedi: Kardeşim, bu iki beyt şiir sanki gaipten bana ilham oldu ve daha çok ıstırap ve üzüntüme yol açtı.
Ey göz, yaşla dolup taş
Ağla ağla durmadan
Çünkü kim ağlayacak
Şehitlere sonradan
Ağla o kervana ki
Takdir ile yürüyor
Ahde vefa etmeye
Ölüm onu sürüyor.
İmam Hüseyin (a.s), bacısı Zeyneb-i Kubra'ya cevabında tek bir kısa cümleyle iktifa etti;
"Ey bacım! Allah'ın takdir ettiği şey mutlaka vuku bulacaktır."[3]

Hz. Hüseyn (a.s) Sa'lebiyye Konağında

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Hüzeymiye" ve "Zerud" dan sonra "Sa'lebiyye" konağına vardı.
Şîa'nın büyük muhaddisi Şeyh Saduk ve Hatib-i Harezmî'nin naklettiklerine göre bir şahıs "Sa'lebiyye" konağında Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna çıkıp şu ayetin tefsirini sordu: "Kıyamet günü, herkesi ve her toplumu kendi imam ve önderleriyle çağıracağız."[4]
İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: "Evet, öyle imam ve önderler vardır ki, insanları doğru yola, saadet ve mutluluğa doğru çağırır; bir grup insanlar da ona icabet edip itaat ederler. Öyle önderler de vardır ki bedbahtlık ve sapıklığa davet eder; diğer bir grup da ona olumlu cevap verirler. Birinci grup cennete, ikinci grup ise cehenneme gider."
İmam (a.s) daha sonra; "İşte bu Allah-u Teâla'nın buyurduğu "Bir gurup cennettediler, diğer bir grup da cehennemde"[5] ayetinin diğer bir manasıdır" diye buyurdular.

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Şükuk Konağındaki Sözü

Hz. Hüseyin (a.s), Kûfe bölgesine doğru ilerlerken her gün Kûfe ve Irak halkından olan çeşitli insanlarla karşılaşıyordu. Sa'lebiyye konağını arkasında bırakıp "Şükuk" ismindeki diğer bir konağa vardığında Kûfe'den gelen bir kişiyle karşılaşır, o adamdan Kûfe'nin durumunu ve oradaki insanların ne fikirde olduklarını soruyor, o adam da. "Ey Resulullah'ın torunu! Irak halkı sana karşı muhalefet etmek ve savaşmak için birbiriyle birleşip anlaşmışlardır." diyor.
İmam Hüseyn (a.s) o adamın sözüne karşılık şöyle buyuruyor: "İşler Allah'a mahsustur (olaylar O'nun emriyle vuku bulur.) Dilediği ve salah gördüğü şeyi yapar. Allah-u Teâla, her gün bir işdedir (yani her zaman için özel bir iradesi vardır.)"
İmam Hüseyin (a.s) daha sonra şu şiiri okuyor:
"Eğer bu dünya hayatı bazılarının nazarında değerli sayılıyorsa,
Allah'ın mükafat dünyası daha yüce ve değerlidir.
Eğer dünya malı ve serveti ondan bir gün el çekmek için toplanmışsa,
İnsanın böyle bir servet için cimrilik yapmaması gerekir.
Eğer rızkılar takdir edilmiş bölünmüşse,
İnsanın servet elde etmekte ihtirasının az olması daha iyidir.
Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa,
İnsanın Allah yolunda öldürülmesi daha üstündür."
Ey Muhammed (s.a.a) hanedanı, Allah'ın selamı üzerinize olsun ben en yakın zamanda aranızdan ayrılacağım.[6]

Hz. Hüseyn (a.s)'ın "Zübale" Konağındaki Konuşması

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Şükuk" konağından sonra "Zübale" konağına vardı. Bu konakta Kûfe'deki taraftarlarından eline ulaşan bir mektup vasıtasıyla artık resmen Müslim, Hanî ve Abdullah ibn-i Yektur'un katledilme olayından haberdar oldu. Hz. Hüseyn (a.s) dostlarının arasında, mektubu elinde tuttuğu halde şöyle buyurdu: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'a hamd, Peygambere salat ve selam olsun. Bize üzücü bir haber ulaşmıştır. Bu üzücü haber Müslim ibn-i Akil, Hanî ibn-i Urve ve Abdullah ibn-i Yektur'un öldürülme haberleridir. Şia'larımız bize yardım etmekten vazgeçmişlerdir. Sizden geri dönmek isteyen geri dönebilir ve bizden taraf onun üzerinde hiçbir hak yoktur."[7]

Bu Teklifin Sebep Ve Neticesi

Taberi Hz. Hüseyn (a.s)'ın teklifi hususunda şöyle diyor: Hz. Hüseyin (a.s), yol esnasında O'nun kervanına katılan kimselerin ne ümitle katıldıklarını iyice biliyordu. Onlar,İmam Hüseyn (a.s)'ın, halkı ona uyan ve emirlerini kabul eden bir şehre gittiğini düşünüyorlardı. Fakat İmam (a.s), meselenin gerçeğini bilmeyen şahısların kendisiyle beraber gelmesini sevmediği ve meselenin iç yüzü onlara aşikar olduktan sonra bu seferden vazgeçeceklerini bildiği için bu teklifi onlara sundu ve eline ulaşan mektubun mazmununu açıkça onlara söyledi."
Taberi, bu önerinin neticesini şöyle naklediyor: "Hz. Hüseyn (a.s)'ın konuşmasından sonra, İmam (a.s)'la birlikte gelen toplum, grup-grup sağa sola dağıldılar; öyle ki Hz. Hüseyin (a.s) kendisiyle birlikte Medine'den gelen yakın dostlarıyla yalnız kaldı."

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Akabe Vadisindeki Sözleri

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Zübale" konağından hareket ettikten sonra "Akabe vadisi" ismindeki diğer bir konağa vardı. İbn-i Kuleveyh'in İmam Sadık'dan (a.s) naklettiğine göre İmam (a.s) bu konakta gördüğü uyku münasebetiyle ashabına ve dostlarına şöyle buyurdu: "Ben kendimi maktul görüyorum. (Beni öldüreceklerdir.) Çünkü rüyamda birkaç köpeğin bana saldırıp ısırdığını gördüm, onların en çok saldıranı ve kötüsü ise alaca renkli olanıydı."[8]

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Şeraf'da Öğle Namazından Sonraki Konuşması

Nur kafilesi Akabe vadisini de arkasında bıraktıktan sonra, "Şeraf" ismindeki diğer bir konağa vardı. Hz. Hüseyn (a.s) bu bölgeye ulaştıktan sonra, İmam (a.s)'ın hareketini önlemekle memur olan Hür ibn-i Riyahî de bin savaşçı erle birlikte bu konağa vardı. Bu konakta Hz. Hüseyn (a.s) iki kısa konuşmanın zımnında, kendi mevkisi ve Beni Ümeyye hanedanının durumunu ve seferinin sebebinin ne olduğunu Hürr'ün askerlerine beyan etti.
Hz. Hüseyn (a.s)'ın öğle namazını kıldıktan sonraki konuşması: "Ey insanlar! Benim sözlerim sizlere hüccet ve Allah katında mesuliyetten kurtulmak ve vazifeyi yapmaktan ibarettir. Ben, "Bizim önderimiz yoktur, davetimizi kabul edip bize taraf hareket et tâ ki Allah-u Teâla senin vesilenle bizi doğru yola hidayet etsin" şeklindeki gönderdiğiniz mektup ve elçilerinizden sonra size doğru gelmişim. Eğer davetlerinizde sadıksanız işte ben gelmişim... Ama yok eğer gelmemden razı değilseniz o zaman geldiğim bölgeye geri dönerim."[9]
Hürr'ün askerleri Hz. Hüseyn (a.s)'ın sözü karşısında susmayı tercih ettiler. Böylece öğle namazı İmam (a.s)'ın sözleriyle sona erdi. Daha sonra ikindi namazının vakti ulaştı. Namaz kıldıktan sonra tekrar İmam (a.s) bir konuşma yaptı. Bu konuşmada yine onların davetlerinden ve... söz etti. Hür ise; "Bizim bu davet mektuplarından haberimiz yoktur." dedi. Bunun üzerine İmam Hüseyn (a.s), "Akabet ibn-i Sem'an"a, Kûfe halkının mektuplarıyla dolu olan heybeyi getirmesini emretti. Ama Hür yine de bu mektuplardan habersiz olduğunu söyledi. Bu sırada İmam (a.s) ile Hürr'ün arasında, İmam (a.s)'ın hareketine dair bazı konuşma ve tartışmalar oldu. Çünkü İmam (a.s) Kûfe'ye doğru gitmek istiyordu. Hür de memur olduğu üzere İmam (a.s)'ın Kûfe'ye doğru hareketini engellemeye kesin karar almıştı. Fakat Hür, İmam (a.s)'ın kendi kararından vazgeçmeyeceğini... görünce şöyle dedi: "Hareket etmeye karar aldığınıza göre, kendiniz için ne Kûfe'ye ve ne de Medine'ye ulaşacak bir yol seçin ben de bu arada fırsattan yararlanıp İbn-i Ziyad'a barışçı bir mektup yazayım, şayet Allah-u Teâla beni sana karşı savaşmaktan kurtarır."

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Beyza Konağındaki Sözleri

Şeraf konağından hareket ettikten sonra her iki kafile birbirinin parelelinde hareket ediyorlardı. Suyu ve rahatlığı fazla olan yerlere ulaştıklarında orada konaklıyorlardı. Konakladıkları yerlerden biri de "Beyza" konağıydı. Bu konakta yine İmam Hüseyn (a.s) bir fırsat bularak Hürr'ün askerlerine bazı gerçekleri anlatıp kıyam ve hareketinin asıl sebebini şöyle teşrih etmiştir:
"Ey insanlar! Resulullah buyurmuştur ki, "Her kim Allah'ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet etmezse Allah-u Teâla böyle bir adamı, o zalimi sokacağı yere (cehennem'e) sokar." Ey insanlar! bilin ki, bunlar (Benî Ümeyye) Allah'ın itaatini terk edip Şeytan'ın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp ilahi sınırları tatil ettiler. Fey'î (Peygamber ailesine mahsus olan ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah'ın haramını helal, helalını da haram ettiler (emr ve nehiylerini değiştirdiler.) Ben müslüman toplumu hidayet etmeye ve onlara önderlik yapmaya ceddimin dinini değiştiren fasitlerden daha lâyığım.
Bi'at ettiğinize, beni düşman karşısında yalnız bırakmayacağınıza ve yardımınızı benden esirgemeyeceğinize dair bana bir çok davet mektupları ve elçileriniz geldi. Bu bi'ata sadık olduğunuz takdirde, adet ve insanî değerlere ulaşmış olursunuz. Zira ben Ali ve Peygamberin kızı Fatıma'nın oğluyum. ...Eğer bana karşı ahdinizi bozar ve biatiniz üzerinde durmazsanız, zaten yeni bir şey yapmış sayılmazsınız. Çünkü babama, kardeşime ve amcam oğlu Müslim'e de aynı muâmeleyi yaptınız. Aldatılan, sizin sözlerinize güvenen kimsedir. Siz nasibinizi elde etmekte hata eden ve payını boş yere elden çıkaran kimselersiniz. Kim ahdini bozar da sözünün üzerinde durmazsa, yaptığı, iş kendi zararına tamam olur. Allah-u Teâla, beni sizden müstağni kılar inşaAllah."[10]
Hz. Hüseyn (a.s)'ın Ebu Hirem'e Verdiği Cevap
"Rüheyme" konağında Ebu Hirem ismindeki Kûfe'li bir kişi, Hz. Hüseyn (a.s)'ın huzuruna varıp şöyle dedi. "Ey Resulullah'ın torunu, seni ceddinin hareminden çıkaran sebep nedir?"
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu. "Ey Eba Hirem! Ümeyye oğulları, çirkin sözlerle şahsiyetime dokundular, buna karşı sabrettim, malımı, servetimi yağmaladılar sabrettim. Fakat kanımı dökmek istediklerinde şehrimi terk etmek zorunda kaldım. Allah'a andolsun ki bunlar beni katledeceklerdir. Allah-u Teâla da onları büyük bir zillet ve keskin bir kılıca düçar edecek, kendilerini hor, hakir eden bir kimseyi onlara musallat kılacaktır. O zaman da bir kadının kendi arzuları doğrultusunda halkının mal ve canına hükmettiği Seba kavminden daha çok hor ve zelil bir duruma düşeceklerdir."[11]

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Tirimmah İbn-İ Adi Ve Dostlarına Verdiği Cevap

Taberi şöyle diyor: Amr ibn-i Halid, Sa'd, Mecme ve Nafi ibn-i Hilal ismindeki dört kişi, Tirimmah ibn-i Adî'yle birlikte Kûfe'ye doğru hareket edip "Uzeyb'ül Hicanat" konağında İmam (a.s) ile karşılaştılar. İmam (a.s)'la konuşurken şöyle dediler. "Ey Resulullah'ın torunu! Tirimmah yol boyunca hedy (kaval çalma) yerine şu şiirleri okuyarak develeri sürüyordu:
Güzel devem ne olur zahmetimde incime
Yorulma sen, usanma çilelere gam yeme.
Eşsiz binicilere götür beni kendinle
En iyi yolculara götür beni kendinle.
Şafak henüz doğmadan, karanlığı boğmadan
Hareket et, yürü git, yerinde hiç durmadan.
Öyle bir servere ki hürdür, göğsü geniştir
Allah getirmiş onu, işi en iyi iştir.
Ya Rab, O pâk vücudu belalardan koru sen
Asla bırakma sönsün bu ilahî nuru sen.[
12]
Tirimmah'ın İmam (a.s)'la görüşmeye olan arzusunu dile getiren şiirleri Hazretin huzurunda okununca İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: "Allah'a andolsun ki ben, Allah-u Teâla'nın bizim hakkımızda iradesinin hayır olmasını Ümit ediyorum..."[13]
Daha sonra Hz. Hüseyn (a.s) Kûfe halkının akide ve düşünce tarzlarını sordu. Onlar cevaben: "Ey Resulullah'ın torunu! Kûfe kabilelerinin büyüklerine gelince İbn-i Ziyad'dan çok ağır ve değerli rüşvetler almışlardır. Diğer fertlere gelince de onların kalbleri seninledir, kılıçlarıysa aleyhinedir." dediler. Yine İmam (a.s)'ın elçisi olan Kays ibn-i Müsehher-i Saydavî'nin öldürülme haberini Hazrete bildirdiler. Hz. Hüseyn (a.s) bu üzücü haberi duyar duymaz şu ayeti okudu: "Müminlerden öyle erler vardır ki Allah'a verdikleri sözde sadık kaldılar. Kimi adağını ödedi (şehit oldu) kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler"[14]
Hz. Hüseyn (a.s) daha sonra şöyle dua etti. "Allah'ım! Cenneti bize ve onlara nasip et. Bizleri ve onları kendi rahmetinde, korunmuş olan sevaplarının en beğenilenine ulaştır."

Kerbela Yakınlarında

Hz. Hüseyn (a.s) "Kasr-ı Beni Mekatil" konağında sabaha yakın bir vakitte, gençlere tulumları suyla doldurmalarını emretti, ve bir sonraki menzile doğru hareket edildi. Kafilenin hareketi esnasında İmam (a.s) istirca "İnna lillah ve inna ileyhi raciun..."[15] kelimesini tekrarladığı defalarca duyuldu. Hz. Hüseyn (a.s)'ın yiğit oğlu Ali Ekber, Hazretten bu istirca kelimesinin sebebini sorduğunda İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ben hafif bir uykuya daldım bir süvari zahir olup şöyle diyordu. "Bu topluluk geceleyin yürüyor, ölüm de onları takip ediyor." Böylece o topluluğun bizlerin olduğunu ve ölümün de bize haber verilmiş olduğunu öğrendim."
Ali Ekber: "Allah kötü bir olay karşımıza çıkarmasın, biz hak değil miyiz?" dediğinde İmam (a.s): "Evet Allah'a andolsun ki biz hak yolundayız." buyurdu. Hz. Ali Ekber: "Öyleyse hak yolunda ölmekten hiçbir korkumuz yoktur" dedi.
İmam Hüseyn (a.s) bunu duyunca şöyle buyurdu: "Allah-u Teâla bir evlada babasından taraf vereceği en iyi mükafatla mükafatlandırsın seni."
Evet, eğer öldürülmek ve öldürmek, kıyam ve inkilap hak yolunda olursa artık ölümden korkmanın bir anlamı yoktur.

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Kerbela'ya Vardığı Zaman Buyurduğu Sözler

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi, Hürr'ün ordusuyla birlikte hareketlerine devam edip "Neyneva"ya ulaştılar. Burada ata binmiş silahlı bir süvariyle karşılaştılar, o adam İbn-i Ziyad'ın elçisiydi, kendisinden taraf Hürr'e mektup getiriyordu. Mektubun metni şöyledir: "Bu mektubu okur okumaz Hüseyn ibn-i Ali'yi baskı altına al ve O'nu kuru düz bir çöle sevk et."
Hür mektubun metnini İmam Hüseyn (a.s)'a okuyup Hz. Hüseyin'i (a.s) bu yeni emirden haberdar etti.
İmam Hüseyin (a.s): "Öyleyse bırak biz Neyneva, Gaziriyyat veya Şufeyye çölüne inelim" buyurdu.
Hür: "Ben sizin bu teklifinizi kabul edemem. Çünkü ben artık karar almakta özgür değilim. Zira bu mektubu ulaştıranın kendisi İbn-i Ziyad'ın casusudur ve benim en küçük hareketlerimi bile göz altında bulundurmaktadır." dedi.
Bu arada "Züheyr ibn-i Kayn" İmam (a.s)'a şöyle bir teklifte bulundu: "Bizim bu az grupla savaşmamız, bunların arkasında olan kişilerle savaşmaktan daha kolaydır...." İmam Hüseyn (a.s) Zübeyr'in teklifine cevaben. "Savaşı ben başlatmayacağım"[16]
iye buyurdu.
Daha sonra İmam Hüseyn (a.s) Hürre hitaben: "İkametimize daha münasib bir yer bulmamız için biraz daha hareket edelim." diye buyurdu. Hür, İmam Hüseyin'in (a.s) bu sözüne muvafakat ederek hareketlerine devam edip Kerbela çölüne ulaştılar. Burada Hür ve dostları; "Burası Fırat'a yakın ve münasib bir yerdir" diye Hazretin bundan daha fazla ilerlemesine mani oldular.
Hz. Hüseyin (a.s) o bölgeye inmeye karar verdiğinde o yerin ismini sordu. Buraya "Taf" diyorlar diye cevap verdiler. İmam (a.s): "Buranın başka bir ismi de var mıdır?" diye sorduğunda "Buraya Kerbela da diyorlar" dediler.
Hz. Hüseyin (a.s) "Kerbela" ismini duyar duymaz şöyle buyurdu: "Allah'ım Kerb ve bela (gam ve bela) dan sana sığınıyorum. İşte burası bizim ineceğimiz (son) yerdir. Allah'a andolsun ki, kıyamet gününde de buradan haşrolacağız. Bu, ceddim Resulullah'ın (s.a.a) vadesidir, O'nun vadesinde hiç bir hilaf yoktur."[17]
_________________________
Kaynakça:
[1] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 164. Taberi, c. 7, s. 287. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 276. İrşad-ı Mufid, s. 218. Harezmî, c. 1, s. 223
[2] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 167. Taberi, c. 7, s. 289. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 168
[3] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 225
[4] - İsra / 72
[5] - Şura / 7
[6] - İbn-i Asakir, s. 164. Maktel-i Harezmî, c. 1 s. 223. Menakıb, c. 4, s. 95
[7] - Taberi, c. 7, s. 294. İrşad-ı Mufid, s. 223
[8] - Kamil'üz-Ziyarat, s. 75. Tarih-i Taberi, c. 7 s. 294
[9] - Taberi, c. 7, s. 297. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 280. Maktel-i Harezmî, s. 231. İrşad-ı Mufid, s. 224
[10] - Taberi, c. 7, s. 297. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 280. Harezmî, c. 1, s. 234. Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s171
[11] - Harezmî, c. 1, s. 226. Lühuf, s. 62. Musîr-ül Ahzan-ı İbn-i Nûma, s. 46
[12] - Ensab-ül Eşraf, c. 3, s. 172
[13] - Taberi, c. 7, s. 304
[14] - Ahzab/23
[15] - Ensab'ül -Eşraf, c. 3, s. 185, Taberi, c. 7, s. 306
[16] - Taberi, c. 7, s. 308. Kamil, c. 3, s. 282. Harezmî, c. 1, s. 234
[17] - Nur'üs-Sakaleyn, c. 4, s. 221. Bihar'ül-Envar, c. 10, s. 188
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM HÜSEYİN (A.S)'IN KERBELA'YA VARDIKLARINDA BUYURDUĞU SÖZLER

Bismillahirrahmanirrahim

İmam Hüseyin (a.s)'ın kafilesi, Hürr'ün ordusuyla birlikte hareketlerine devam edip "Neyneva"ya ulaştılar. Burada ata binmiş silahlı bir süvariyle karşılaştılar, o adam İbn-i Ziyad'ın elçisiydi, kendisinden taraf Hürr'e mektup getiriyordu. Mektubun metni şöyledir: "Bu mektubu okur okumaz Hüseyin b. Ali'yi baskı altına al ve O'nu kuru düz bir çöle sevk et."
Hür mektubun metnini İmam Hüseyin (a.s)'a okuyup Hz. Hüseyin'i (a.s) bu yeni emirden haberdar etti.
İmam Hüseyin (a.s): "Öyleyse bırak biz Neyneva, Gaziriyyat veya Şufeyye çölüne inelim" buyurdu.
Hür: "Ben sizin bu teklifinizi kabul edemem. Çünkü ben artık karar almakta özgür değilim. Zira bu mektubu ulaştıranın kendisi İbn-i Ziyad'ın casusudur ve benim en küçük hareketlerimi bile göz altında bulundurmaktadır." dedi.
Bu arada "Züheyr b. Kayn" İmam (a.s)'a şöyle bir teklifte bulundu: "Bizim bu az grupla savaşmamız, bunların arkasında olan kişilerle savaşmaktan daha kolaydır...." İmam Hüseyin (a.s) Zübeyr'in teklifine cevaben. "Savaşı ben başlatmayacağım"[1] diye buyurdu.
Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) Hürre hitaben: "İkametimize daha münasib bir yer bulmamız için biraz daha hareket edelim." diye buyurdu. Hür, İmam Hüseyin'in (a.s) bu sözüne muvafakat ederek hareketlerine devam edip Kerbela çölüne ulaştılar. Burada Hür ve dostları; "Burası Fırat'a yakın ve münasib bir yerdir" diye Hazretin bundan daha fazla ilerlemesine mani oldular.
Hz. Hüseyin (a.s) o bölgeye inmeye karar verdiğinde o yerin ismini sordu. Buraya "Taf" diyorlar diye cevap verdiler. İmam (a.s): "Buranın başka bir ismi de var mıdır?" diye sorduğunda "Buraya Kerbela da diyorlar" dediler.
Hz. Hüseyin (a.s) "Kerbela" ismini duyar duymaz şöyle buyurdu: "Allah'ım Kerb ve bela (gam ve bela) dan sana sığınıyorum. İşte burası bizim ineceğimiz (son) yerdir. Allah'a andolsun ki, kıyamet gününde de buradan haşrolacağız. Bu, ceddim Resulullah'ın (s.a.a) vadesidir, O'nun vadesinde hiçbir hilaf yoktur."[2]
İmam Hüseyin (a.s), Muharrem'ül-Haram ayının ikinci günü, hicretin 61. yılında Kerbela'ya vardı, az bir vakfeden sonra dostları, çocukları ve ailesi arasında yer alıp şu hutbeyi irad etti:
"Allah'a hamd, Peygambere salat ve selamdan sonra. İşte başımıza gelen olayı görmektesiniz. Gerçekten dünyanın durumları değişmiş, kötülükleri aşikar olmuş, iyilik ve faziletleri ortadan kalkmıştır. İnsanî faziletlerden ancak kabın dibinde kalan su damlacıkları kadar pek az bir şey kalmıştır... Halklar zillet ve utanç dolu bir hayat sürdürmektedirler. Hak üzere amel edilmediğini ve batıldan kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Böyle bir durumda mümin, Allah'a kavuşmayı (şehit olmayı) istemekte haklıdır. Ben böyle bir ortamda ölümü saadet biliyorum, zalimlerle yaşamayı ise alçaklık. İnsanlar dünya kuludur, din ise dillerinde dolaşır, dinin sayesinde geçimleri iyi olduğu müddetçe onu savunurlar, zorluklarla imtihan edildiklerinde ise dindarlar azalır."[3]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Sa'd'la Konuşması

Hatib-i Harezmî'nin nakline göre, İmam Hüseyin (a.s), "Sa'd'a kendisiyle mülakat etmesi için bir mesaj gönderdi. İmam Hüseyin (a.s) gece vakti dostlarından yirmi kişiyle birlikte iki ordunun arasına dikilen çadıra doğru hareket etti. Kardeşi Ebu'l-Fazl ve oğlu Ali Ekber'den başka dostlarından hiçbir kimsenin çadıra girmemesini emretti. Ömer b. Sa'd da sayıları yirmiyi bulan dostlarına aynı şekilde emretti ve sadece oğlu Hafs ve özel kölesiyle birlikte çadıra girdiler. İmam (a.s), bu mecliste Ömer b. Sa'd'a hitaben şöyle buyurdu: "Ey İbn-i Sa'd, benimle savaşmak mı istiyorsun? Dönüp de huzuruna varacağın Allah'dan korkmuyor musun? Halbuki benim, kimin oğlu olduğumu biliyorsun. Bunları (Benî Ümeyye'yi) bırakıp benimle olmak istemez misin? Oysa bu amel Allah rızasına daha yakındır."
Ömer b. Sa'd İmam (a.s)'a cevabında: "Bu durumda Kûfe'deki evimi yıkmalarından korkuyorum." dedi.
İmam (a.s): "Kendi paramdan sana ev yaptırırım" buyurdu.
Ömer İbn-i Sa'd: "Bağ ve hurmalıklarımı yağmalamalarından korkuyorum" dedi.
İmam (a.s): "Ben Hicaz'da, Kûfe'deki olan bağlardan daha güzel bağ ve hurmalıkları sana veririm." buyurdu.
Ömer b. Sa'd: Çoluk çocuğum Kûfe'dedir, onları öldürmelerinden korkuyorum" dedi.
İmam (a.s), onun boş yere bahane aradığını görünce, tövbe edip dönmesinden ümidini kesti ve şu cümleyi söyleyerek ayağa kalktı. "Allah seni öldürsün, kıyamet günü de günahlarından geçmesin; sana ne olmuş (bu kadar özür getirip söz kabul etmiyorsun?) Allah'a andolsun ki Irak buğdayından, Çok az bir miktar hariç sana hiçbir şeyin nasip olmayacağını Ümit ediyorum. (Yani Allah en yakın bir zamanda canını alsın.)"[4]
Ömer b. Sa'd da alay ederek: "Irak arpası bana yeter" dedi.

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Tasua Günü İkindi Vaktinde Buyurduğu Sözler

Taberî'nin naklettiğine göre, dokuz muharrem perşembe gününün ikindi sularında Ömer-i Sa'd'ın saldırı emriyle Yezid'in ordusu harekete geçti. İmam Hüseyin (a.s) o saatte çadırın dışında kılıcına dayanıp hafif bir uykuya dalmıştı.
Zeyneb-i Kubra (a.s) Ömer-i Sa'd'ın ordusunun sesini duyup onların hareket ve kaynaşmalarını görünce İmam (a.s)'ın yanına gelip: "Kardeşim! Düşman çadırlara yaklaşmak üzeredir." dedi
Hz. Hüseyin (a.s) başını kaldırıp şöyle buyurdu:
Şimdi ceddim Resulullah'ı (s.a.a) uykumda gördüm ki bana şöyle buyurdu: "Torunum! En yakın bir zamanda benim yanıma geleceksin."[5]
Daha sonra Hazret kardeşi Ebu'l-Fazl'a şöyle buyurdu: "Kardeşim, canım sana feda olsun, atına bin de bunlarla mülakat et ve onların (bu hareketten) hedeflerinin ne olduğunu sor öğren."
İmam Hüseyin (a.s)'ın direktifleri doğrultusunda Ebu'l-Fazl, içlerinde Züheyr b. Kayn ve Habib b. Muzahir de bulunan yirmi kişiyle birlikte düşmana doğru hareket edip onların karşısında yer aldı ve onların bu hareketten hedeflerinin ne olduğunu sordu.
Ömer-i Sa'd'ın ordusu Hz. Ebu'l-Fazl'a cevabında: "Emir (İbn-i Ziyad)dan yeni bir hüküm gelmiştir; ya bi'at edersiniz veya hemen şimdi sizinle savaşa başlarız." dediler.
Hz. Ebu'l-Fazl, İmam Hüseyin (a.s)'ın huzuruna gelip onların sözünü Hz. Hüseyin'e ulaştırdı.
Hz. Hüseyin (a.s), Ebu'l-Fazl'a cevaben şöyle buyurdu: "Onların yanına dön, eğer becerebilirsen (bu gece mühlet al)savaşı yarına ertelet ve onları bu akşam bizden defet; (savaştan vazgeçir) tâ ki bu gece namaz kılalım, Rabbimize dua edelim ve Ondan mağfiret dileyelim. Çünkü ben namazı, Kur'ân okumayı ve fazla dua edip mağfiret dilemeyi çok seviyorum."
Hz Ebu'l-Fazl, Ömer-i Sa'd'ın yanına varıp bir gece mühlet istedi. Ömer-i Sa'd, bu teklifi kabul etmekte tereddüt içerisinde olduğu için mevzuu ordunun komutanlarına açıp onların görüşünü aldı... Nihayet çok konuşulduktan sonra Ömer-i Sa'd, Hz. Ebu'l Fazl'a şöyle cevap verdi: "Biz bu geceyi size mühlet veriyoruz, eğer teslim olup emirin (İbn-i Ziyad'ın) hükmüne boyun eğerseniz, sizi onun yanına götürürüz; aksi takdirde biz sizi kendi halinize bırakmayacağız. Sizin kaderinizi tayin eden savaş olacaktır."
Böylece İmam (a.s)'ın teklifi kabul edilip Aşura gecesi Hz. Hüseyin'e mühlet verilmiş oldu.

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Aşura Günündeki Konuşması Ve En Son İmtihan

Hz. Hüseyin (a.s), Medine'den Kerbela'ya kadar yol boyunca ve çeşitli yerlerde şehid olacağını ilan etmişti ve dostlarına kendisinden ayrılıp gitmeleri için izin vermiş ve bi'atı onlardan kaldırmıştı. Aşura gecesinde, yine son olarak şehadet meselesini açık bir şekilde sözkonusu etmiştir. "Artık şehadet vakti ulaşmıştır, ben bi'atimi sizlerden kaldırdım. gecenin karanlığından yararlanıp kendi şehir ve memleketinize doğru hareket edin."[6]
Bu teklif, gerçekte İmam Hüseyin (a.s)'ın kendi ashabı hakkındaki en son imtihanıydı. Bu imtihanın neticesi İmam (a.s)'ın dostlarının aksülamelini yansıtan sözleriydi. Ashab'dan , her biri özel bir beyanla Hazrete vefalı kalacaklarını ve kanlarının en son damlasına kadar mukavemet edeceklerini ilan edip bu imtihandan yüzü ak ve başı yüce çıkmışlardır.
Şimdi İmam Hüseyin (a.s)'ın Ehl-i Beyt, yaran ve sadık dostlarından bir kaç kişinin verdiği cevaplarını naklediyoruz:
1- İmam Hüseyin (a.s)'ın konuşmasından sonra ilk konuşan Hazretin kardeşi Ali b. Abbas idi. Hz. Abbas şöyle dedi: "Allah böyle bir günü bize göstermesin ki biz seni yalnız bırakıp da şehrimize geri dönelim."
2- Bu konuşanlardan biri de "Müslim b. Avsece" idi; o da şöyle dedi: "Biz nasıl olur da sana yardımdan el çekeriz? Bu durumda Allah'ın huzurunda bir özrümüz olur mu? Allah'a and olsun ki mızrağımızla düşmanın kalbini yarmadıkça, kılıç elimde olduğu müddetçe onlarla savaşmadıkça senden ayrılmayacağım. Hiç savaş aracım olmasa bile canları yaratana canımı teslim edene dek taş ve kesekle onlara karşı savaşacağım."
3- İmam Hüseyn'in yaranlarından başka biri olan "Sâd b. Abdullah" da şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki Allah'ın huzurunda peygamberin senin hususundaki hakkına riayet ettiğimizi sabit etmedikçe sana yardım etmekten vazgeçmeyeceğiz. Allah'a and olsun ki eğer yetmiş defa öldürüleceğimi ve bedenimi yakıp külümü tekrar dirilteceklerini bilsem yine de kesinlikle sana yardım etmekten vazgeçmeyeceğim ve her dirildikten sonra tekrar senin yardımına koşacağım. Halbuki ölümün bir defadan fazla olmadığını ve ondan sonra da Allah'ın sonsuz nimetinin olduğunu yakinen biliyorum."
Hz. Hüseyin (a.s), Benî Haşim, ashap ve yaranlarından bu aksülameli gördüğünde ve onların imamet makamına fedakarlıklarını, gösteren sözlerini duyduğunda onlara: "Allah hepinize iyi mükafat versin" şeklindeki cümleyle dua etmenin yanı sıra açıkça şöyle buyurdu: "Ben yarın öldürüleceğim, sizin hepiniz, hatta Kasım ve süt emen Abdullah bile benimle öldürülecektir."
Hazretin bütün dostları bu sözü duyar duymaz hep birlikte şöyle dediler: "Biz de yüce Allah'a şükrediyoruz ki sana yardım etmekle bize keramet verdi ve yanında öldürülmekle de bize izzet ve şeref bağışladı. Ey Peygamber'in torunu! Seninle cennette olmamıza niçin hoşnut olmayalım.?"

Mukavemete Çağrı

İbn-i Kuleveyh ve Mes'udi'nin naklettiğine göre İmam Hüseyin (a.s), Aşura günü sabah namazını kıldıktan sonra, yüzünü namaz kılanlara çevirip Allah'a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Allah-u Teâla bu gün benim ve sizin ölümünüze izin vermiştir. Öyleyse sabredin (direnin) ve düşmana karşı savaşın."[7]
Merhum Şeyh Saduk İmam Seccad (a.s)'dan şöyle naklediyor: "Aşura günü savaş şiddetlendiğinde ve baskı arttığında... İmam Hüseyin (a.s)'ın yaranlarından bazıları İmam Hüseyin'in (a.s) ilginç ve olağanüstü cesaretine hayret edip manevi ruhani simasına işaret ettikleri halde şöyle diyorlardı: "İmam Hüseyin (a.s)'a bir bakın, o ölümü asla önemsemiyor."
İmam Hüseyin (a.s) onların bu sözünü duyunca kendi yaranlarına şöyle hitap etti:
"Ey kerim zadeler! Sabırlı olun, ölüm, sizi sıkıntı ve mihnetten geçirip geniş cennet ve daimi nimetlere ulaştıran köprüden başka bir şey değildir. Hanginiz zindandan saraya gitmeyi sevmez?... Babam Resulullah (s.a.a)'dan nakleder ki: "Dünya mümine zindan, kafire ise cennettir. Ölüm, müminleri cennetlerine, kafirleri ise cehennemlerine ulaştıran bir köprüdür." Duyduğum söz haktır, yalan değil"[8]
İmam Hüseyin (a.s), sabah namazını kıldıktan sonra meşhur kavle göre 72 kişiden müteşekkil ordusunun saflarını düzene koydu. Ordunun sağ kolunu Züheyr b. Kayn'a, sol kolunu Habib b. Müzahir'e, sancağı ise kardeşi Hz. Abbas'a verdi; kendisi ve Ehl-i Beyt'inden olan kişiler de ordunun merkezinde yer aldılar.
Öte yandan Ömer b. Sa'd da ordusunun saflarını düzenlemekle meşguldü. İmam'ın (a.s) gözü düşmanın yığınca ordusuna ilişip karşısında sel gibi insanları görünce ellerini göğe doğru kaldırıp şu duayı okudu: "Allah'ım! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibette güvendiğim ve hazırlığım sensin. Kalpleri sarsan, kurtuluş yollarını kapatan, dostları kaçıran ve düşmanları sevindiren nice gam ve musibetleri sana şikayet ettim, başkalarından ümidimi kesip sana yöneldim ve sen o gam ve üzüntüyü giderdin, onları bertaraf ettin, her nimetin sahibi ve her dileğin nihayeti de sensin."[9]

İmam Hüseyin (a.s)'ın Aşura Günündeki İlk Konuşması

İmam Hüseyin (a.s), ordusunun saflarını düzene soktuktan sonra, atına binip biraz çadırlardan uzaklaştı ve yüksek sesle Ömer-i Sa'd'ın ordusundaki kimselere hitaben şöyle buyurdu: "Ey insanlar! sözümü dinleyin, üzerime düşen, sizlere öğüt ve nasihat etmek vazifesini yapmadıkça ve bu bölgeye gelmemin sebebini anlatmadıkça benimle savaş hususunda acele etmeyin.
Eğer dediğimi kabul edip, sözümü tasdik eder de bana karşı insaflı davranırsanız, saadet yolunu bulur, artık benimle savaşmaya hiç bir deliliniz olmaz. (Eğer böyle yapmazsanız) daha sonra yaptığınız işin gam ve üzüntünüze sebep olmaması için ortaklarınızı bir araya toplayın düşünüp taşının ve hakkımda aldığınız kararı uygulayın. Bana göz açtırmayın. Şüphesiz benim yardımcım Kur'ân'ı indiren Allah'tır, salih kulların yardımcısı da O'dur."[10]
"Sibt b. Cevzî" "Tezkiret'ül-Havas" kitabında şöyle diyor: "Hüseyin b. Ali (a.s), Kûfe halkının kendisini öldürmeye ısrar ettiklerini görünce bir Kur'ân aldı ve onu açıp başının üzerine koydu, ve düşmanın ordusu karşısında onlara şöyle hitap etti: "(Ey insanlar!) Benimle sizin aranızda Allah'ın kitabı ve ceddim Resulullah (s.a.a) hakem olsun. Ey insanlar! Ne suçtan dolayı kanımın dökülmesini helal biliyorsunuz? Acaba ben Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Acaba ceddim Resulullah'ın benim ve kardeşim hakkındaki: "Bunlar cennet gençlerinin efendileridir." şeklindeki sözünü duymamış mısınız? Eğer sözümü tasdik etmiyorsanız Cabir, Zeyd b. Ekrem ve Ebu Said-i Hudri'den sorunuz. Acaba Cafer-i Tayyar amcam değil midir?"
Bu sözlere karşı Yezid'in ordusundan Şimr'den başka hiç kimse cevap vermedi; o da: "Şimdi cehennem'e gireceksin" dedi. İmam Hüseyin (a.s) cevaben şöyle buyurdu: "Allah-u Ekber! Ceddim haber vermiş ki; "Ben uykuda bir köpeğin Ehl-i Beyt'imin kanını yaladığını gördüm" Sanıyorum o köpek sensin."

İmam Hüseyin (a.s)'ın Sözlerine Ara Vermesi

Tarih kitablarının naklettiğine göre, İmam (a.s)'ın sözü buraya ulaştığında Hz. Hüseyin (a.s)'ı dinleyen kendi ordugahından bazı kadın ve kızların ağlama sesleri yükseldi. İmam (a.s) konuşmasına ara verip kardeşi Abbas'ı ve oğlu Ali Ekber'i onları susturmakla görevlendirdi ve "Onlar ileride daha çok ağlayacaklar" dedi.
Kadın ve çocuklar sustuklarında İmam (a.s) tekrar sözlerine devam edip Allah'a hamd-u sena ettikten sonra şöyle bir hutbe irad etti:
"Ey Allah'ın kulları! Allah'dan korkun, dünyaya karşı (aldanmamak için) ihtiyatli davranın. Eğer bütün dünya bir kişiye kalacak veya bir kişi orada daimi kalacak olsaydı Peygamberler baki kalmaya daha lâyık, rızayetleri celbedilmeye daha evla ve böyle bir hükme daha uygun olurlardı. Ama Allah-u Teâla dünyayı fani olmak için yaratmıştır. Yenileri eskilir, nimetleri zail olur, sevinci ise kararır (gam ve üzüntüye dönüşür.) Dünya engebeli bir menzil ve muvakkat bir evdir. Öyleyse ahiretiniz için azık toplayın; en güzel azık ise takvadır. Allah'dan sakının tâ ki kurtuluşa eresiniz.
Ey insanlar! Allah-u Teâla dünyayı, ehlini halden hale sokan fena ve zeval yurdu kıldı. Aldanan kimse dünyaya aldanan, bedbaht da ona meftun olan kimsedir. O halde sakın bu dünya sizi aldatmasın. Sizin bir iş üzere toplandığınızı görüyorum. Bu işte Allah'ı gazaplandırdığınız için Allah da rahmet yüzünü sizden çevirdi ve size azabını gerekli kıldı. Rabbimiz ne güzel bir Rab'dir, siz ise ne kötü kullarsınız. Allah'ın emrine uymaya ikrar ettiniz ve elçisi olan Hz. Muhammed'e (s.a.a) iman getirdiniz. Ama daha sonra torunlarını ve Ehl-i Beyt'ini öldürmek için saldırıya geçtiniz. Şeytan sizi sarıp-kuşatmıştır; böylelikle de size yüce Allah'ın zikrini unutturmuştur. Allah sizi ve dileğinizi helak etsin. Biz Allah'danız ve şüphesiz O'na dönücüleriz."
İmam Hüseyin (a.s), daha sonra kendini tanıtma yoluyla onlara nasihat ve öğüt vermek için şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar! Soyumu söyleyin ben kimim. Bakın görün beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz sizin için câiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamber'inizin vasisi ve amcasının oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah'a iman eden ve Peygamber'in (s.a.a) risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-üş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Teyyar, amcam değil midir? Peygamber'in (s.a.a) benim ve kardeşim hakkındaki: "Bu ikisi, cennet gençlerinin efendileridir." sözünü duymamış mısınız?
Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler birer gerçektir. Allah'a and olsun ki, Allah-u Teâla'nın yalancıya gazap ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylememişimdir. Eğer beni tekzip ederseniz, halihazırda müslümanların arasında Peygamber'in (s.a.a) ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız size söylerler. Bunu Cabir ibni Abdullah'i-Ensarî, Eba Said'i Hudrî, Sehl b. Sa'd-is Saidî, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malikten sorun öğrenin. Şüphesiz onların hepsi, Resulullah'ın (s.a.a) benim ve kardeşim (Hasan) hakkındaki buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alı koymuyor mu?"[11]

Şimr B. Zilcuşen'in İmam Hüseyin (a.s)'ın Sözünü Kesmek İstemesi

Bu arada Yezid ordusunun komutanlarından biri olan Şimr b. Zilcuşen, İmam Hüseyin (a.s)'ın bu sözlerinin orduya etki edip onları savaştan vazgeçireceğinden korktuğu için Hz. Hüseyin (a.s)'ın sözünü keserek yüksek bir sesle şöyle dedi: "O (Hz. Hüseyn) Allah'a kalbiyle değil de diliyle ibadet ediyor (o dalalettedir), ne söylediğini bilmiyor."
Habib b. Muzahir de İmam Hüseyin (a.s)'ın ordusu adına ona şöyle cevap verdi: "Hayır, Allah'a diliyle ibadet eden ve tam bir dalalet içerisinde olan sensin. Sen, O'nun sözlerini anlayamazsın. Çünkü Allah senin kalbini mühürlemiştir."
İmam Hüseyin (a.s) daha sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Ben ve kardeşim hakkında Peygamber'in (s.a.a) buyurduğu sözünde şüpheniz var ise benim, Peygamber'inizin kızının oğlu olduğumda da mı şüphe ediyorsunuz? Allah'a andolsun ki doğu ve batı arasında (bütün dünyada) sizin ve sizin dışınızda Resulullah'ın benden başka bir torunu yoktur. Yazıklar olsun size! Acaba öldürdüğüm bir kimse veya zayi ettiğim bir mal veyahut (size vurduğum) bir yara karşılığında mı beni cezalandırmak istiyorsunuz?"
İmam Hüseyin (a.s)'ın sözü buraya ulaştığında Kûfe ordusu tam bir sükut içerisinde idi, onlardan hiçbir aksülamel müşahede edilmiyordu; derken İmam (a.s) kendisini davet eden ve Ömer-i Sa'd'ın ordusu içerisinde olan Kûfe'nin ünlü kişilerinden bir kaç tanesine hitaben şöyle buyurdu:
"Ey Şebes b. Rib'î! Ey Haccar b. Ebcer! Ey Kays b. Eş'âs! Ve ey Yezid b. Haris! "Meyvalarımız yetişmiş, çevremiz (bağ ve bahçelerimiz) yeşermiş ve senin için techiz edilmiş bir orduya doğru geliyorsun." diye bana mektup yazmadınız mı?"
Bu kişilerin, İmam (a.s)'ın sözleri karşısında: "Biz böyle bir mektup yazmadık." diye inkar etmekten başka bir cevapları yoktu.
Burada Kays b. Eş'âs, yüksek bir sesle şöyle dedi: "Ey Hüseyn! Niçin Yezid'e bi'at etmiyorsun? Bi'at ettiğin takdirde sana karşı, gönlünün istediği şekilde davranılacak ve sana en ufak zarar bile dokunmayacaktır."
İmam Hüseyin (a.s) ona cevaben şöyle buyurdu:
"Hayır, Allah'a andolsun ki, ben onlara zillet elini vermeyeceğim ve köleler gibi de onların önünden kaçmayacağım."[12]
Daha sonra İmam Hüseyin (a.s), Hz. Musa'nın, Firavun'un inadı karşısındaki sözünü nakleden ayeti kıraat etti: "(Ey Allah'ın kulları!) Şüphe yok ki ben sözümü yabana atmanızdan (beni taşlayıp öldürmenizden) Rabbime ve Rabbinize sığınıyorum. Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınıyorum."

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Aşura Günündeki İkinci Konuşması

Harezmî diyor ki İmam Hüseyin (a.s)'ın Aşura günü Kerbela sahrasındaki ikinci konuşması şöyleydi: Her iki ordu kamilen hazırlandıktan, Ömer-i Sa'd'ın bayrakları yükseldikten, davul ve borazan sesleri duyulduktan ve İmam Hüseyin (a.s)'ın çadırları düşman ordusu tarafından bir yüzük kaşı gibi araya alındıktan sonra İmam Hüseyin (a.s) ordusundan dışarı çıkıp düşmanın safları karşısında yer aldı ve onların susmalarını ve sözünü dinlemelerini istedi. Ama onlar gürültü-patırtı ediyor, bağırıp- çağırıyorlardı; derken İmam Hüseyin (a.s) onları şu sözlerle susmaya ve sükût etmeye davet etti:
"Yazıklar olsun size! Niçin susup da sözlerimi dinlemiyorsunuz? Halbuki ben sizi doğru yola çağırıyorum. Kim bana uyarsa doğru yolu bulanlardan olur, bana isyan eden de helak olanlardan olur. Hepiniz emrime muhalefet ediyor ve sözümü dinlemiyorsunuz. Evet hediyeleriniz haramdan geldiği ve karınlarınız da o haramlardan dolduğu için Allah kalplerinizi mühürlemiştir. Yazıklar olsun size! Susmak ve dinlemek nedir bilmiyor musunuz?"
İmam Hüseyin (a.s)'ın sözü buraya ulaşınca Ömer-i Sa'd'ın ordusu, "Niçin susup da Hazretin sözlerini dinlemiyoruz" diye birbirlerini kınadılar. Sükût düşmanın ordusuna hakim olduğunda İmam Hüseyin (a.s), sözlerinin devamında şöyle buyurdu:
"Ey cemaat! Yazıklar olsun size. Hayranlık içerisinde olduğunuz bir halde, iştiyakla bizi yardımınıza çağırdığınızda kabul edip süratle imdadınıza koştuk. (Ama siz) aleyhimize kılıç çektiniz, ortak düşmanımızın çıkardığı fitne ateşini aleyhimize tutuşturdunuz. Dostlarınızın aleyhine toplanıp, aranızda hiçbir adaleti yaymayan (yararınıza bir adım bile atmayan) ve kendilerinden dünya malından size ulaştıracakları haram bir lokmadan ve göz diktiğiniz alçak bir yaşayıştan başka hiç bir şey ummadığınız düşmanlarınıza destek oldunuz. Birazcık yavaş olun (düşünün). Yazıklar olsun size! Bizden hiç bir şey vaki olmaksızın ve hiçbir hatalı görüş görülmeksizin horlanıp bizi terk ettiniz. Kılıçlar kınında, kalpler huzur içerisinde ve reyler sağlam olduğunda, çekirge gibi süratle bize yöneldiniz ve sinekler gibi (etin üzerine konarcasına) başımıza üşüştünüz. Yüzünüz kara olsun! Şüphesiz sizler ümmetin azgını, hiziplerin en sapmışı, şeytan'ın balgamı, günahkârlar topluluğu olan ve Kur'ân'ı arkalarına atan kimselersiniz. (Yine siz) kitabı tahrif eden, sünneti söndüren, Peygamber'in evlatlarını öldüren, vasilerin neslini kesen, zina zadeleri nesebe ilhak eden, müminleri inciten ve Kur'ân'ı parçalayan alaycı önderlerin imdadına koşan kimselersiniz."
İmam Hüseyin (a.s) sözlerinin devamında şöyle buyurdu:
"Sizler şimdi, İbn-i Harb'a (Muaviye oğlu Yezid'e) ve onlara uyanlara itimat edip bize yardımda bulunmuyorsunuz. Evet, Allah'a andolsun ki yardım etmemek (ve hilekârlık) sizin en bariz sıfatlarınızdandır. Ki damar ve kökleriniz onun üzerine boy salmış, dal ve gövdeniz onu miras edinmiş, gönülleriniz (bu kınanmış adet) üzere rüşt etmiştir, göğüsleriniz onunla örtülmüştür. Siz bağ bekçisinin boğazında kalan veya gasıp bir kimsenin tatlı bir lokması olan habis bir meyve gibisiniz. Bilin ki zina zade oğlu zina zade (Ubeydullah b. Ziyad) bizi iki şey: "Kılıç ve zillet" arasında seçenekli bırakmıştır; zillet ise bizden uzaktır. Ne Allah, ne Peygamber'i, ve ne de müminler bunu kabul ederler ve ne de pâk ve tertemiz olan etekler (anneler) ve izzet-i nefsi olan kimseler alçak kimselerin itaatini kerim kişilerin şahadetine tercih etmeyi reva görürler. Bilin ki ben hücceti tamamladım ve size olan inzar görevimi yerine getirdim. Ben aile fertlerimin azalmasına ve yardımcıların da yardım etmemesine rağmen hedefime doğru yürümekte devam edeceğim."
Bu sırada İmam (a.s) şu şiiri okudu:
"Eğer düşmanı yenersek, zaten önceden de yeniktiler.
Ama eğer (zahirde) yenilirsek, yine gerçekte yenilmiş biz değiliz.
Biz korkaklık nedir bilmeyiz,
Başımıza bir takım olaylar gelmiş devlet başkalarının eline geçmiştir o kadar.
Bizi alaya almak isteyenlere de ki, kendinize gelin.
(Çünkü) bizim uğradığımız şeye onlar da uğrayacaktır.
Ölüm, devesini birisinin kapısından kaldırdığında
Şüphesiz diğerlerinin kapısına yatıracaktır."
İmam Hüseyin (a.s), daha sonra sözünün devamında şöyle buyurdu:
"Bilin Allah'a andolsun ki, bu savaştan sonra siz ancak süvarinin bineğe bindiği bir süre miktarınca eğlenip durursunuz (arzularınıza ulaşırsınız); tâ ki olaylar, bir değirmenin döndüğü gibi sizi döndürür ve bir eksenin sarsıntısı gibi sizi sarsıp muztarib eder. İşte bu, babam Ali'nin ceddim Resulullah'tan naklettiği bir vasiyettir."
Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) ellerini göğe kaldırıp Ömer İbn-i Sa'd'ın ordusuna şöyle beddua etti:
"Allah'ım onlara yağmur yağdırma ve onlara, Yusuf'un yılları gibi (zor ve kurak) yıllar yaşat ve onlara, Sakifli genci musallat kıl ki zillet kabıyla onları doyursun (onlara kan kustursun) ve onlardan hiçbirisini cezasız bırakmasın. Katledenlerini katletsin, vuranlarını ise vursun; böylece onlardan Ehl-i beytimin ve şialarımın intikamını alsın. Zira onlar bizi tekzip ettiler, (düşmanlar karşısında) bize yardımda bulunmadılar. Ey Allah'ım! Sen bizim Rabbimizsin, sana tevekkül ederiz. Şüphesiz ki dönüşümüz sanadır."[13]

Hz. Hüseyn'in (a.s) Savaş Başladığında Ashabına Hitaben Buyurduğu Söz

İmam Hüseyin (a.s) umuma konuşma yaptıktan, ve Ömer b. Sa'd'la konuşup kendi ordusuna döndükten sonra, Ömer b. Sa'd ordusundan dışarı çıkıp İmam Hüseyin (a.s)'ın çadırlarına doğru bir ok attı ve ordusuna şöyle hitap etti: "Emir İbn-i Ziyad'ın yanında, Hüseyin b. Ali'nin çadırlarına oku ilk atanın ben olduğuma dair şehadette bulunun."
Kûfe halkı, bu sahneyi görür görmez, İmam Hüseyin (a.s)'ın çadırlarını ok yağmuruna tuttular. Düşman tarafından atılan bu oklar yağmur gibi İmam Hüseyin (a.s) ve ashabının çadırlarına yağmaya başladı. Ashabdan bedenine ok isabet etmemiş çok az kimsenin kaldığı naklediliyor.
İşte bu esnada İmam Hüseyin (a.s) yaranlarına şöyle buyurdu:
"Ey yüce insanlar! Kendisinden kurtulması mümkün olmayan ölüme hazırlanın şüphesiz ki bu oklar, onların sizlere gönderdikleri ölüm elçileridir. Allah'a and olsun ki siz insanlarla cennet ve cehennem arasında ancak ölüm (küprüsü) vardır; bu köprü sizleri cennet'e onları ise cehenneme götürür."[14]
"Lühuf kitabının naklettiğine göre bu hengamede İmam (a.s)'ın ashabı genel bir saldırıya geçtiler. Böylece hak ve batıl ordusu arasında şiddetli bir savaş vuku buldu. Bu saldırı sona erip, toz toprak çöktüğünde İmam (a.s)'ın ashabından 50 kişinin şehid düştüğü görüldü."
İmam Hüseyin (a.s), yaranlarının hayatlarının en son anlarında onları, seçtikleri şehadet ve fedakârlık yolunda teşvik ediyordu. Vedalaşma vakti veya katligahda ve onların kana boyanmış yarım canlı bedenlerinin yanında hazır olup gönül okşayıcı sözlerle onlara moral veriyordu. O zor şartlarda İmam Hüseyin (a.s)'ın her söz ve davranışı bu şahısların gönüllerine çok tesir ediyordu, ve tasavvuru mümkün olmayacak kadar ashabını manevi yönden güçlendiriyordu. Bu makalenin hacminin büyümemesi için onları nakletmekten vazgeçtik. Kerbela vakıasını daha ayrıntılı bir şekilde okumak isteyen muhterem okuyucular bu mevzuda yazılan kitaplara müracaat edebilirler.

Vedalaşma Vakti

İmam Hüseyin (a.s)'ın son vedalaşması, kendisi, ailesi ve İmam Seccad (a.s) için Aşura gününün en zor anlarından ve en şiddetli dakikalarındandı. Çünkü Peygamber'in torunları görüyorlardı ki, şimdi bütün yiğitlerin şahadetinden sonra yegane sığınak ve önderleri olan İmam Hüseyin (a.s) da artık dönüşü olmayan ayrılık için hazırlanıyor... Ondan sonra bu çölde ne yapsınlar, bu gurbette ve kimsesizlikte kimden yardım umsunlar. Düşmanın saldırısına karşı savunma gücü olmayan Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin hanımları ve çocuklar kendilerini nasıl savunsunlar ve kime başvursunlar?... Diğer taraftan da şefkatli, merhametli ve gayret ve cesaret mazharı olan İmam Hüseyin (a.s), aile fertlerinin ağlama seslerinin yükseldiğini duyuyordu. Savunmasız kalan çocukların, kızların bir güven, bir barınak aradıklarını veya susamışlık neticesinde ıstırap içerisinde kıvrandıklarını görüyordu.
Bu yürek yakıcı acı sahneyi gören İmam Hüseyin (a.s) son olarak ailesiyle vedalaşmaya gittiğinde onları sabra ve uzur (bedenin her tarafını kaplayan bir çeşit örtü) örtmeye davet edip şöyle buyurdu:
"Zor ve gamlı günler için hazırlanın ve bilin ki Allah-u Teâla, sizi yakın bir zamanda düşmanların şerrinden kurtaracaktır, akıbetinizi hayra dönüştürecektir, düşmanınızı azaplara duçar kılacaktır. Bu zorluk ve musibetlere karşılık da size çeşitli nimet ve kerametler bağışlayacaktır. Öyleyse şikayet etmeyin ve değerinizi düşürecek şeyler ağzınıza almayın."[15]

Kerbela Katligahından Evrensel Mesaj

Harezmî diyor ki: İmam Hüseyin (a.s), aralıksız düşmana saldırıp şiddetle savaşıyordu, her saldırısında düşmandan bazılarını yere seriyordu. Bu esnada aniden düşman ona ruhî bir darbe vurup onu mağlup etmeye karar verdi ve bu maksatla İmam'la çadırların arasına girerek hamleyi çadırlara doğru yöneltti.
Bu esnada İmam Hüseyin (a.s) yüksek bir sesle şöyle feryat etti:
"Ey Ebu Süfyan ailesine uyanlar! Eğer dininiz yok, kıyamet gününden de korkmuyorsanız, hiç olmazsa en azından dünyanızda hür kişiler olun. Eğer arap olduğunuzu iddia ediyorsanız (nitekim de böyle düşünüyorsunuz) hasebinize dönün ve insanlık şerefinizi koruyun."[16]
Şimr cevaben "Ya Hüseyn! Ne söylüyorsun?dedi. İmam (a.s) ona cevabında şöyle buyurdu:
"Ben sizinle, siz de benimle savaşıyorsunuz, bu kadınların bir suçu yoktur. Ben hayatta olduğum müddetçe yağmacılarınızı ehl-i beytime saldırmaktan alı koyun."
Şimr: "Ey Fatıma'nın oğlu! Bu isteğini kabul ediyoruz." dedi
Şimr daha sonra ordusuna şöyle seslendi: "Hüseyn'in haremine saldırmaktan sakının, saldırılarınızı O'nun kendisine yöneltin. Canıma andolsun ki O kerim bir rakiptir."
İmam Hüseyin (a.s)'ın bu sözü gerçi zahirde Aşura günü namertçe çadırlarına saldırıya geçen Kûfe halkına hitaben irad edilen bir hitabedir. Ama hakikatte, Kerbela katligahından her asırda bütün insanlara söylenilen umumi ve evrensel bir mesajdır.
İnsan, ilahi kanun ve semavî düsturlara bağlı olmasa bile en azından kendi hürriyetini, yiğitliğini korumalı ve insanlar arasında geçerli olan kanun-kurallara uymalıdır.

İmam Hüseyin (a.s)'ın Son Münacatı

Misbah'ül Müteheccid ve İkbal kitaplarının naklettiğine göre İmam Hüseyin (a.s), hayatının en son anlarında gözlerini açıp göğe doğru baktı ve son olarak alemlerin Rabb'iyle şöyle münacatta bulundu:
"Ey kendisinden başka ilah olmayan Allah! Senin kaza ve kaderinin karşısında sabrediyorum. Ey imdat dileyenlerin imdatçısı! Benim senden başka bir Rabbim, bir mabudum yoktur. Senin hükmüne ve takdirine sabrediyorum. Ey yardımcısı olmayan! Ey daimi olup sonu olmayan! Ey ölüleri dirilten! Ey herkese ameliyle karşılık veren Allah! Benimle bunların (Kûfe halkının) arasında sen hükmet. Zira sen hükmedenlerin en hayırlısısın."
İmam Hüseyin (a.s) daha sonra yüzünü toprağa koyarak şöyle dedi:
"Allah'ın adıyla, Allah'ı anarak, Allah'ın yolunda ve Resulullah'ın dini üzere (dünyadan ayrılıyorum.)"[17]
___________________
Kaynakça:
[1] - Taberi, c. 7, s. 308. Kamil, c. 3, s. 282. Harezmî, c. 1, s. 234
[2] - Nur'üs-Sakaleyn, c. 4, s. 221. Bihar'ül-Envar, c. 10, s. 188
[3] - Tühaf'ül-Ukul, s. 174. Taberi, c. 7, s. 300. Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 5. Lühuf, s. 69
[4] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 245
[5] - Ensab-ül Eşraf, c. 3, s. 185. Taberi, c. 7, s. 319. Kamil, c. 3, s. 285. İrşad, s. 240
[6] - Bu söz "Nefes'ül-Mehmum" kitabından nakledilmiştir
[7] - Kamil-üz Ziyarat, s. 37
[8] - Belağet'ül-Hüseyn, s. 190
[9] - Taberi, c. 7, s. 327. İbn-i Asakir, s. 211. Kamil, c. 3, s. 287. İrşad-ı Mufid, s. 233
[10] - Taberi, c. 7, s. 328. Kamil, c. 3, s. 287. İrşad-ı Mufid, s. 234. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 253
[11] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 253
[12] - Ensab-ül Eşraf, c. 3, s. 188
[13] - Bu hutbe az bir farkla Tühaf'ül-Ukul, s. 171 de, Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 7-8 de, Lühuf, Maktel-i Avalim ve Tezkiret-ül Havas kitablarında nakledilmiştir. Fakat biz Maktel-i Harezmi'den naklettik.
[14] - Lühuf, 89. Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 9
[15] - Maktel-i Mukarrem, s. 337
[16] - Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 33
[17] - Lühuf, s. 110
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön