Hz. Ali (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. ALİ'NİN (A.S) KISACA BİYOGRAFİSİ

Adı: Ali (a.s).
Lakapları: Emir’ul-Müminin, Murtaza, Haydar.
Künyesi: Ebu’l-Hasan, Ebu Turab.
Ana - Baba: Esed kızı Fatıma, Ebu Talib.
Doğumu: Bi’setten on yıl önce, Recep ayının 13. günü Kabe’nin içinde doğmuştur.
Hilafeti: Hicretin 36'sından 40'ına kadar (takriben 4 yıl dokuz ay).
İmamet Süresi: 30 yıl. Bu sürenin dört yıl dokuz ayında hükümet etmiştir.
Şahadeti: Hicretin 40. yılı Ramazan ayının 19. günü Kufe Mescidi’nin mihrabında, en şaki kimsenin (İbn-i Mülcem’in) darbesiyle Ramazan’ın 21. gecesi 63 yaşında iken şahadete erişmiştir.
Mezarı: Necef-i Eşref’te.
Yaşam Dönemi:
1- Çocukluk dönemi (yaklaşık on yıl).
2- Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’le geçirdiği dönem (yaklaşık yirmi üç yıl).
3- Hilafet mesnedinden uzaklaştırıldığı dönem (yaklaşık yirmi beş yıl).
4- Hilafet dönemi (yaklaşık dört yıl, dokuz ay).
Çocukları: Hz. Ali (a.s)’ın çocuklarının sayısını, 33, 32, 29, 28 ve 27 yazmışlardır. Elbette o çocuklar çeşitli annelerden dünyaya gelmiştir.
Hz. Fatıma’dan; Hasan (a.s), Hüseyin (a.s), Zeyneb (a.s), Ümmü Gülüsüm (a.s) ve Muhsin adında beş çocuğu olmuştur. Muhsin, mel’unlar tarafından anne karnında öldürülmüştür.


KISACA HZ. ALİ (A.S)’IN HAYATI

F. Altan

Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’in vasisi, halifesi ve on iki imamın ilkidir. Hz. Ali (a.s), Amm’ul- Fil’in 30. yılının on üçüncü günü,[1] bazı rivayetlere göre Zilhicce ayının yedinci günü[2] Kabe’de dünyaya geldi.
Değerli babası, Ebu Talib, annesi ise Esed kızı Fatıma’dır. Zeyd ve Haydar da onun diğer mübarek isimlerindendir.[3] İki meşhur künyesi de Ebu’l- Hasan ve Ebu Turab’dır.[4] Hazretin hiç kimsenin ortak olmadığı kendisine has lakabı ise “Emir’ul- Muminin”dir; Murtaza, Hadi, Sıddık, Faruk, Veli, Şahid...de onun yüzlerce lakaplarından sadece bir kaç tanesidir.[5]
Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın çocukluk dönemi, Resulullah (s.a.a)’in çocukluk döneminin geçtiği evde geçmiştir; o evde büyüyüp olgunlaşmıştır. Bu büyük şahsiyetlerin her ikisi de Ebu Talib’i bir baba ve yönetici olarak tanıyorlardı; Esed kızı Fatıma’ya da anne diyorlardı.[6]
Bu iki yüce şahsiyet arasındaki köklü ailevi bağlılık, Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’yi iyi eğitmesi ve onu özel lütuflarından yararlandırması için uygun bir zemin hazırlamıştı.
Hz. Ali (a.s)’ın kendisi o değerli lütufları şöyle anıyor:
“Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına alırdı;... beni koklardı; lokmayı çiğner, ağzıma verir yedirirdi... Ben de her an, devenin yavrusu,nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim;o her gün bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her yıl Hıra dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi.” [7]
On üç yıl böylece geçti, Resulullah (s.a.a) İnzar ayetinin[8] nazil olmasıyla kendi akrabalarını İslam’a davet etmekle görevlendi. Muhammed bin Cerir-i Taberi, Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor:
“Resulullah (s.a.a) beni çağırdı ve şöyle buyurdu: “Ya Ali! Allah-u Teala, kendi yakınlarımı inzar etmemi (uyarıp korkutmamı) emretmiştir. Sen bizim için bir yemek yap. Sonra Abdulmuttalib oğullarını, onlarla konuşmam için bir araya topla da iletmekle görevli olduğum şeyi onlara ileteyim.”
Ben de Resulullah’ın emri üzere onları bir araya topladım, Resulullah (s.a.a) onlara hitaben şöyle buyurdular: “Allah-u Teala, sizi O’na davet etmekle beni görevlendirmiştir. Sizlerden hanginiz, aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olmak istiyor?” Orada bulunanların hepsi sustular. Onların hepsinden yaşta küçük olmama rağmen; “Ya Resulellah! Ben senin yardımcın olmak istiyorum” dedim. Resulullah (s.a.a) elini benim boynuma koyarak şöyle buyurdu: “Bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; sözünü dinleyin ve emirlerine uyun.” [9]
Böylece İslam’ın şanlı tarihinde, Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) ilk müslüman olarak tanınmış oldu. Nitekim Zeyd bin Erkam ve İbn-i Abbas’ın tanıklığıyla Hz. Peygamber’in aleni davetinden önce de Hz. Ali müslümandı.[10]
Buna ilaveten Hz. Ali’nin hilafet ve vesayeti, “Gadir-i Hum” günü diğer müslümanlara da açıkça beyan edildi.
İslam’ın aşikar olmasıyla Kureyişlilerin Resulullah’a karşı eziyetleri de başladı, bu baskı ve eziyetler hicret zamanına kadar devam etti. Tarihin tanıklığıyla bu müddet içerisinde Resulullah’ın en büyük yardımcı ve destekçisi, Hz. Ali’nin babası Ebu Talib olmuştur. Ebu Talib Kureyşin büyüğü olmasına rağmen hiçbir zaman Resulullah’ı Kureyişlilere teslim etmedi. Oğulları Ali ve Caferi ve kardeşi Hamza’yı ona yardımcı olmaya ve sürekli onun yanında bulunmaya davet etti.[11]
Bi’setin onuncu yılında Ebu Talib’in ölümüyle, Kureyşin Müslümanlara olan baskı ve eziyetleri daha da arttı. Resulullah’a küstahlık yapmaya başladılar ve defalarca onu öldürmek istediler. Nihayet her kabileden bir kaç genç toplanıp hep birlikte ansızın Hazrete saldırarak onu kılıçla öldürmeyi kararlaştırdılar.[12]
Resulullah (s.a.a), İlahi vahiy ile onların bu komplosundan haberdar oldu ve gece vakti Mekke’yi terk etmesi emredildi. Bu yüzden Hz. Ali’yi çağırarak o gece (Leylet’ul- Mebit) kendi yerinde yatmasını ondan istedi. Hz. Ali de canı gönülden kabul edip onun yerinde yattı.[13]
Kureyş gençleri sabaha doğru yalın kılıçla Resulullah’ın evine saldırdılar. Ama içeriye girdiklerinde Hz. Ali’yi, Peygamber (s.a.a)’in yatağında gördüler. Bu esnada çok sinirli olduklarından dolayı Hz. Ali’yi Mescid’ul- Haram’a çekip kısa bir tutuklamadan sonra serbest bıraktılar.[14]
Allah-u Teala bu eşsiz fedakarlığı takdir ederek şu ayeti nazil etti:
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını satar.”[15]
Bu ayet birçok Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirlerinin görüşüne göre Hz. Ali (a.s)’ın fedakarlığı ve makamı hakkında nazil olmuştur.[16]
Resulullah (s.a.a)’in Medine’ye hicretinin peşice, Hz. Ali (a.s) da o şehre gitti. Hicretin 2. yılında Hz. Fatimet’üz-Zehra ile evlendi.[17] Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s) dünyaya geldi.[18]
Medine’de İslami bir toplumun oluşmasıyla İslam’la küfür arasında çok önemli savaşlar oldu. O önemli savaşlardan ilki Bedir savaşı idi. Bu savaş hicretin on sekizinci ayında vuku buldu.[19] Ondan sonra da Uhud, Handek, Hayber, Tebuk vb. savaşlar baş gösterdi.
Tarih kitaplarının yazdığına göre, Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s), Tebuk savaşı hariç bu savaşların hepsinde İslam ordusunun sancaktarı idi.[20]
Hz. Ali (a.s) Bedir savaşında düşman ordusundan yirmi bir kişiyi öldürdü.[21] Öldürdükleri kişiler arasında Muaviye’nin dedesi Utbe, dayısı Velid ve kardeşi Hanzele de vardı.[22] Uhud savaşında ise (örnek olarak diyoruz) Kureyş’in meşhur savaşçılarından dokuz kişiyi yere serdi. Bu savaşta bedeninden yetmiş yara alarak son ana kadar Hz. Peygamberi savundu. Oysa İslam ordusundan bir kaç kişi hariç diğerleri firar edip dağa sığındılar. Cebrail (a.s), Hz. Ali’nin bu fedakarlığını görünce bir kaç defa: “Zulfikardan başka kılıç, Ali’den başka da yiğit yoktur.”dedi.[23]
Handek gazvesinde, Arapların ünlü kahramanı Amr bin Abduved’i ağır bir darbeyle yere serdi. Bu çok değerli zaferle, düşman ordusunun kalbine büyük bir korku saldı. Resulullah (s.a.a) o darbeyi şöyle değerlendirdi:
“Ali’nin Handek günündeki darbesi, ümmetimin kıyamete dek bütün amellerinden daha üstündür.” [24]
Hayber savaşında, bayrağı ilk önce Ebu Bekir, sonra da Ömer eline alıp meydana çıktı; ama bir zafer elde etmeksizin geri döndüler. Resulullah (s.a.a) çareyi, bayrağı Hz. Ali’ye vermekte gördü. Bu yüzden şöyle buyurdu:
“Yarın bayrağı öyle bir kişiye vereceğim ki, o Allah’ı ve Resulünü seviyor; Allah ve Resulü de onu seviyorlar.”
Sa’d bin Ebi Vakkas şöyle diyor:
Biz o kişinin kim olduğunu görmemiz için ayağa kalktık. Bu esnada Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali’yi benim yanıma çağırın.” Hz. Ali gözleri ağrıdığı halde Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi. Hz. Peygamber, ağzının mübarek suyunu onun gözlerine sürerek bayrağı onun eline verdi. Allah-u Teala Hayber’i, onun eliyle fethetti.[25]

* * *

Nihayet Hz. Ali (a.s)’ın hayatının en kritik anları olan hicretin 10. Yılı Zilhicce ayının 18. günü yetişti. O gün Hz. Peygamber (s.a.a), yüz bin kişiyi aşan büyük bir toplulukla Haccet-ul Veda yolculuğundan dönüyordu. Gadir-i Hum’a vardıklarında şu Tebliğ ayeti nazil oldu:
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.”[26]
Bu kader belirleyici ayetin nazil olmasıyla 120 bin kişiden oluşan kervanın durdurulması emredildi. Onların hepsi, Resulullah (s.a.a)’in çevresinde toplandılar. Resulullah (s.a.a) namaz kıldıktan sonra fasih bir hutbe okudu. Sonra Hz. Ali’nin elinden tutup kaldırarak şöyle buyurdu:
“...Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol.” [27]
Müslümanlar grup grup Hz. Ali’yi kutlamak ve ona biat etmek için yanına müşerref oluyorlardı. Ömer de İmam (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi:
“Ey Ebu Talib oğlu Ali! Ne mutlu sana! Sen benim ve her müminin mevlası oldun.”
Daha sonra Allah-u Teala İkmal ayetini indirdi:
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim.”[28]

* * *

Gadir olayından yaklaşık yetmiş gün bir zaman geçtikten sonra Resulullah (s.a.a) vefat etti. Emir’ul- Muminin Ali (a.s), Hz. Peygamber’in kefen ve defin işleriyle meşgul oldu. Ama diğer bir grup, bu fırsattan yararlanarak kendi aralarından halife seçmek için Beni Sakife denilen bir yerde toplandılar. Kargaşa ve tartışmalardan sonra Ebu Bekir’i halife olarak seçtiler. Halk grup grup ona biat etmeye başladı. Hz. Ali ve yaranlarından bazıları Ebu Bekir’e biat etmekten kaçındılar. Ebu Bekir Ömer’e; “Ali ve yaranlarının peşice git onlardan biat al; biat etmezlerse onlarla savaş” diye emretti.
Ömer de kendisiyle ateş getirip[29] biat için evden çıkmadıkları takdirde evi yakacağına dair yemin etti![30] Öyle de oldu... Hz. Ali’nin, evinin kapısını yakarak biat etmesi için zorla evinden dışarı çıkardılar; hamile olan eşi Hz. Fatıma (a.s)’ı da kapıyla duvar arasında sıkıştırıp Muhsin ismindeki çocuğunu daha dünyaya gelmeden öldürdüler.[31]
Emir’ul- Muminin Ali (a.s) o gön İslam ve Müslümanların maslahatını korumak için kıyam etmedi. Ama Hz. Fatıma’nın yardımıyla, aldanan Müslümanlara hakkı tebliğ etmeye başladı ve onların İlahi görevlerini bir kez daha hatırlattı. Ama artık iş işten geçmişti. Hz. Ali (a.s) yapa yalnız kalmıştı, tek yardımcısı olan aziz eşi Fatıma (a.s)’ı da kaybetmişti. Bunca musibetler, Resulullah’ın vefatından 75 veya 90 gün geçmeksizin vuku bulmuştu.

* * *

Hilafet 25 yıl boyunca üç kişinin (Ebu Bekir, Ömer, Osman) eline geçti. İmam (a.s) bu müddet içerisinde hükümetten uzak olduğu halde ümmeti hidayet etmekle meşgul oldu, halifelerin yanlış hareketlerini onlara hatırlattı, ülkenin iç ve dış dini sorunlarını cevaplandırdı, Kur’an’ı bir araya toplamaya ve mahrumları özellikle Beni Haşim’i himaye etmeye koyuldu. Bir cümlede diyecek olursak; dini korumak için gece-gündüz çaba sarf etti.[32]
Hz. Ali’nin imamet yıldızı, üç halife döneminde de öyle parladı ki, Ebu Bekir yaptığından pişmanlık duydu.[33] Ömer ve Osman; “Eğer Ali olmasaydı helak olurduk” diyerek onun ilahî makamını itiraf ettiler.[34]
Osman’ın hilafeti döneminde, hilafet tezgahında zulüm ve fesadın artması, halkın incinmesi ve rahatsızlığına yol açtı; öyle ki, bu yüzden Hicri 35’de Osman’ın evini muhasaraya alıp onu öldürdüler. Sonra Hz. Ali’nin kapısına gelerek, onun hükümeti kabul etmesini ısrarla istediler. Hz. Ali (a.s) hilafete gelme olayını şöyle anlatıyor:
“...Derken, halkın benim etrafıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey olmadı; her yandan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler; öyle ki, kalabalıktan Hasan’la Hüseyin, ayaklar altında kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar, bu kargaşada elbisem bile yırtılmıştı...
Ama şunu da bilin ki, andolsun tohumu yarana, bu topluluk biat için toplanmasaydı, Allah’ın, zalimin doyup zulmetmemesi, mazlumun aç kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahd-ü peyman olmasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kasesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır ki, şu dünyanızın değeri, bir dişi keçinin aksırığındaki burnunun sümüğünden de değersizdir bence.”
[35]
Emir’-ul Muminin Hz. Ali (a.s), halkın isteğini kabul ederek zahiri hilafet makamını üstlendi; halk da ona biat etti. Sonra valilerini şehirlere gönderdi, Zübeyr ve Talha da şehirlere gönderilecek olan valilerdendi, ama memur oldukları yere gönderilmeden makamlarını kaybettiler. Çünkü onlar, Hz. Ali (a.s)’ın elinden valilik makamı hükmünü aldıklarında; “Bu sıla-i rahimden dolayı Allah sana mükafat versin”dediler. İmam (a.s) bu sözden rahatsız olup; “Müslümanların önderliğinin sıla-i rahimle ne ilişkisi vardır” diyerek valilik hükmünü onlardan geri aldı.[36]
Talha ve Zübeyr artık kendileri için bir yer ve makam görmeyince, Allah’ın evini (Kabe’yi) ziyaret etmek bahanesiyle Aişe’nin oturduğu Mekke şehrine gidip Aişe’yi, Osman’ın kanını Hz. Ali’den almaya tahrik ettiler.
Onlar bu iş için Basra’yı seçtiler, kendileriyle birlikte büyük bir topluluğu da oraya çektiler. Hz. Ali (a.s) muhaliflerin hareketinden haberdar olunca, yaranlarından dört yüz kişiyle birlikte o şehre gidip savaş çıkmasını önlemek için çok çaba sarf etti. Ama onlar Hz. Ali’nin sözünü kabul etmeyerek Hicretin 36. yılının Cemadi’l- Evvel ayında Cemel savaşını başlattılar. Nakisin’lerin (biatlerini bozanların) bu savaşı, Cemel savaşı olarak adlandı. Çünkü Aişe’nin tahtırevanı bir devenin üzerinde idi.[37] Onun taraftarları, onun etrafını sarmışlardı. Nihayet Aişe’nin devesi yere düşürülerek ordusu dağılıp Aişe mağlup oldu. Hz. Ali (a.s)’ın emriyle, Aişe Medine’ye gönderildi. Ama İmam (a.s)’ın kendisi Medine’ye gitmedi. Hicretin 36. yılının Recep ayında Kufe şehrine döndü.[38]
Bu savaştan sonra, Hicri 37’de vaki olan Sıffin savaşına hazırlandı. Bu savaşı Kasitin (zalim)lerin baş elemanı olan Muaviye başlattı. Muaviye ikinci halife zamanından itibaren Şam hükümetinin valisi idi. Hz. Ali (a.s)’ın zahiri hükümeti döneminde onunla biat etmekten kaçındı ve kendi adına halktan biat aldı. O, Osman’ı mazlum halife tanıtarak kendisini onun kanının sahibi olarak göstermeye çalıştı. İmam (a.s) hakkında öyle bir tebligat yaptı ki, Sıffin’de Şamlı bir genç, Hz. Ali’nin namaz kılmadığını söylemişti.[39]
Velhasıl, Hz. Ali (a.s), Muaviye’nin ordusuna karşı koymak için Kufe’den ayrıldı. Fırat nehri, Kerbela, Sabat, Enbar ve Rıkka şehirlerinden geçerek Şam topraklarından olan Sıffin’e ayak bastı, orada savaş ateşi tutuştu ve bu savaş dört ay sürdü. Bu savaşta Hz. Ali (a.s)’ın ordusu Muaviye’nin ordusuna galip geldi; öyle ki, Muaviye atını alıp kaçmak istedi. Amr bin As ona; Nereye? diye sordu. Muaviye; “Durumun nasıl olduğunu görüyorsun, şimdi düşüncen nedir? dedi. Amr bin As cevaben şöyle dedi: “Bir yoldan başka kurtuluş yoktur; o da şudur ki, Kur’an’ları kaldırıp onları Kur’an’a davet etmelisin.” Muaviye’nin ordusu Kur’an’ları kaldırıp; “Sizi Allah’ın kitabına davet ediyoruz” dediler. Emir’ul- Muminin Ali (a.s); “Bu bir hiledir, bir aldatmadır, onlar Kur’an ehli değillerdir,[40] natık Kur’an benim.” [41] buyurdular.
Bununla birlikte Amr bin As’ın hilesi, Hz. Ali’nin ordusundan bazıları arasında etkili oldu. Onlar Emir’ul- Muminin Ali (a.s)’ı hakemiyeti kabullenmeye mecbur ettiler. Hz. Ali tarafından (bir grup ashabın tahmiliyle) Ebu Musa Eş’ari, Muaviye tarafından ise Amr bin As savaşın kaderini belirlemek için tayin edildiler. O ikisi birbiriyle istişare ettikten sonra Hz. Ali ve Muaviye’yi kendi makamlarından uzaklaştıracaklarını kararlaştırdılar. İlk önce Ebu Musa’yı minbere çıkardılar, o cehaletle Hz. Ali’yi makamından azletti. Sonra Amr bin As minbere çıkıp aldıkları kararın aksine şöyle dedi: “Ben bu yüzüğü parmağıma taktığım gibi Muaviye’yi kendi yerinde baki bırakıyorum. Amr bin As’ın hilesi ile halkın içerisinde tekrar kargaşa ve ihtilaf çıktı; bu iki şahıs Kur’an hükmüyle hakemlik yapmadılar diyerek kavga edip dağıldılar.
Hakemiyeti Hz. Ali (a.s)’a tahmil eden grup, bu planlarının suya düştüğünü görünce tekrar İmama karşı muhalefet etmeye kalkıştılar; Hz. Ali’ye; “Allah’ın emrine dönmemiz için neden kılıçla bizi doğrultmadın?!” diye itiraz etmeğe başladılar; “La hükme illa lillah” (Hüküm verme ancak Allah’a aittir) diyerek slogan attılar.[42] Hz. Ali (a.s) onların bu sözünü duyunca şöyle buyurdu: “Hak bir sözdür; ama onunla batıl kastediliyor.” [43]
Kendilerine “Havariç” veya “Marikin” (dinden çıkanlar) denilen bu grup, Kufe’den çıkıp Kufe’nin yakınında yer alan “Harvra” denilen bir köyde toplandılar. Onlar Hz. Ali’nin emirlerine karşı çıktılar. İmam (a.s)’ın dostu ve memuru olan Abdullah bin Habbab ve onunla birlikte olanları katlettiler. Nihayet hicretin 39. yılında, alevi hükümeti karşısında “Nehrevan” savaşının ateşi körüklendi. Bu savaşta on kişi hariç onların hepsi kılıçtan geçirildi. Ama İmam (a.s)’ın ordusundan sadece bir kaç kişi şehit düştü.[44]
Bu fitneden sonra, Havariç’den üç kişi Mekke’de toplanıp Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı sinsi müzakerelerden sonra, Hz. Ali, Muaviye ve Amr bin As’ı öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Hz. Ali’yi öldürmeyi üstlendi; bu uyumsuz komployu uygulamak için Kufe’ye doğru hareket etti. Ramazan ayının 19. Gününün şafak vakti zehirli kılıcıyla Hz. Ali (a.s)’ın kafasına ağır bir darbe indirdi.[45] İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s)’ın buyurduğuna göre o darbe, İmam (a.s) secdegahta iken onun mübarek başına indirildi.[46]
Emir’ul Muminin Ali (a.s), o mel’unun darbesinin isabetinden sonra şöyle buyurdu: “Fuztu ve Rabb’il Ka’be!” (Ka’be’nin Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim!)[47]
İmam Ali (a.s) iki gün kendi evinde yattıktan sonra, hicretin 40. yılı Ramazan ayının yirmi birinde şahadete erişti.[48]
Hz. Ali (a.s)’dan birçok konularda, çok değerli hikmetli sözler nakledilmiştir. Nehc’ul- Belağa kitabı o sözlerden sadece bir bölümüdür. Nehc’ul- Belağa kitabı üç bölümden ibarettir: Hutbeler, Mektuplar ve Hikmetler (Kısa sözler). Bu kitap edebiyat kitaplarının en seçkinlerindendir. Nehc’ul- Belağa’ya 210’dan fazla şerh ve açıklamalar yazılmış ve bugünün çeşitli dillerine tercüme edilmiştir.
Hz. Ali (a.s)’ın çocuklarının sayısını, otuz üç[49], otuz iki[50], yirmi dokuz[51], yirmi sekiz[52] ve yirmi yedi[53] yazmışlardır. Elbette o çocuklar çeşitli annelerden dünyaya gelmişlerdir.
Hz. Fatıma (a.s)’dan beş çocuğu olmuştur; isimleri şunlardır: Hasan (a.s), Hüseyin (a.s), Zeyneb (a.s), Ümmü Gülüsüm (a.s) ve Muhsin. Muhsin, mel’unlar tarafından anne karnında öldürülmüştür.
Ümm’ül- Benin’den de Kerbela’da şehit düşen dört çocuğu olmuştur. Adları şunlardır: Abbas (a.s), Cafer, Osman ve Abdullah.
Havle-i Hanefiyye’den de Muhammed-i Hanefiyye dünyaya gelip değerli babasının yaranlarından sayılmaktadır.
____________________________
Kaynakça:
[1] - İrşad, c.1, s.5. Fusul’ul- Muhimme, s.30.
[2] - Emali-yi Tusi, s.709.
[3] - Mean’il- Ahbar, s.59-120.
[4] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.8.
[5] - Menakıb-i Harezmi,s.8.
[6] - Harâic, c.1, s.139.
[7] - Nehc’ul- Belağa, h. 192.
[8] - Şuara/214.
[9] - Tarih-i Taberi, c.2, s.62.
[10] - İstîab, c.3, s.1090.
[11] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’il- Hadid, c.14, s.76.
[12] - Tarih-i Yakubi, c.1, s.355-356.
[13] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c.1, s.228.
[14] - Tarih-i Taberi, c.2, s.101.
[15] - Bakara/207
[16] - Şevahid’ut- Tenzil, c.1, s.123. Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.13, s.262.
[17] - Muruc’uz- Zeheb, c.2, s.295.
[18] - Kafi, c.1, s.461.
[19] - Fusul’ul- Muhimme, s.53.
[20] - Zehair’ul- Ukba, s.75.
[21] - Fusul’ul- Muhimme, s.53.
[22] - Nehc’ul- Belağa, mektup: 64.
[23] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.14, s.250.
[24] - Yenabi’ul- Mevedde, s.137.
[25] - Bkz. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.180. Hasais’un- Nesai, s.36. Saffet’us- Saffe, c.1, s.131. Sahih-i Muslim, c.5, s.23. Menakıb-i Harezmi, s.60. Riyaz’un- Nazire, c.3, s.152.
[26] - Mâide/67.
[27] - Zehair’ul- Ukba, s.67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.18.
[28] - Mâide/3. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.19. Şevahid’ut- Tenzil, c.1, s.203.
[29] - İkd’ul- Ferid, c.3, s.273.
[30] - Tarih-i Taberi, c.2, s.443.
[31] - İsbat’ul- Vasiyye, s.124.
[32] - Nakş-i Eimme der İhya-i Din, c.14, s.16-87.
[33] - El-İmame ve’s- Siyase, s.18. Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.2, s.46.
[34] - Yenabi’ul- Mevedde, s.70. el-Gadir, c.8, s.214.
[35] - Nehc’ul- Belağa,hutbe:3.
[36] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.75-77.
[37] - Arapçada deveye Cemel diyorlar.
[38] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.78-83.
[39] - El-Mi’yar’ul- Muvazine, s.160.
[40] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.87-88.
[41] - Yenabi’ul- Mevedde, s.69.
[42] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.88-93.
[43] - Nehc’ul- Belağa, hikmet:198.
[44] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.93.
[45] - Mekatil’ut- Talibiyyin, s.43-49.
[46] - Emali-yi Tusi, s.365.
[47] - Yenabi’ul- Mevedde, s.65.
[48] - Mekatil’ut- Talibiyyin, s.54.
[49] - Tezkiret’ul- Havas, s.57.
[50] - Zehair’ul- Ukba, s.116.
[51] - Menakıb-i Harezmi, s.287.
[52] - İrşad-ı Mufid, c.2, s.354.
[53] - Fusul’ul- Muhimme, s.141.
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:45 tarihinde düzenlendi, toplamda 6 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali (a.s)'ın Makamı, Faziletleri Ve Siresi

Mesaj gönderen f_altan »

ALİ (A.S)’IN MAKAMI, FAZİLETLERİ VE SİRESİ

F.Altan

Hz. Ali (a.s)’ın Makamı

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ali bendendir; ben de Ali’denim.” [1]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Ali bana nispet, bedenimdeki başım gibidir.” [2]
Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:
“Ali insanların en üstünüdür; bunu kabul etmeyen kafirdir.” [3]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:
“Ali, yaratıkların en iyisidir.” [4]
Zeyd Ali’den, Ali Hüseyin’den, Hüseyin de Ali bin Ebu Talib’den, Resulullah’ın bir kılı tutarak şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“Kim senden olan bir kılı incitirse (senin kılına dahi dokunursa) beni incitmiştir, beni inciten Allah’ı incitmiştir; O’nu incitene Allah’ın laneti olsun.” [5]

Hz. Ali (a.s)’ın Faziletleri

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Eğer ormanlar kalem, deniz mürekkep, cinler hesap eden, insanlar katip olurlarsa, Ali bin Ebi Talib’in faziletlerini sayamazlar.” [6]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Allah-u Teala, kardeşim Ali’ye sayılmayacak kadar çok faziletler vermiştir. Kim onun faziletlerinden birini, ona ikrar ettiği halde zikrederse, Allah-u Teala onun geçmişte ve son zamanda işlediği günahlarını affeder. Kim onun faziletlerinden birini yazarsa, melekler sürekli olarak o yazıdan bir eser kaldıkça ona mağfiret dilerler. Kim onun faziletlerinden birini dinlerse, Allah Teala, onun işitmek yoluyla işlediği günahlarını bağışlar. Kim onun faziletlerinden olan bir yazıya bakarsa, Allah Teala, onun bakmak yoluyla işlediği günahlarını affeder.” [7]

Hz. Ali (a.s)’ın Sevgisi

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Müminin amel defterinin başlığı, Ali bin Ebi Talib’in sevgisidir.” [8]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuş ki:
“Ali’nin sevgisi imandır; buğzu ise küfürdür.” [9]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:
“Kim Ali’yi severse beni sevmiştir; kim Ali’ye buğz ederse bana buğz etmiştir.” [10]
Resulullah (s.a.a) yine buyurmuştur ki:
“Ya Ali! Halk arasındaki misalin, Kur’ân’daki “Kulhu vellahu ehed” (İhlas) suresine benzer; kim onu bir defa okursa, adeta Kur’ân’ın üçte birini okumuştur; kim onu iki defa okursa, adeta Kur’ân’ın üçte ikisini okumuştur; kim onu üç defa okursa, adeta Kur’ân’nın hepsini okumuştur. Ya Ali, sen de böylesin! Kim seni kalbiyle severse, imanın üçte birini elde etmiştir; kim kalbi ve diliyle seni severse imanın üçte ikisini elde etmiştir; kim seni kalbi, dili ve eliyle severse imanın hepsini elde etmiştir. Beni hak olarak peygamber gönderen Allah’a andolsun ki, eğer yeryüzünün ehli, gök ehli gibi seni sevmiş olsaydı, Allah onlardan bir kişiyi bile ateşle azap etmezdi.” [11]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuş ki:
“Ya Ali! Müminden başkası seni sevmez; münafıktan başkası da sana buğz etmez.” [12]

Hz. Ali (a.s)’ın Mahbubiyeti

Enes bin Malik şöyle diyor:
Hz. Peygamber’in yanında kebap olmuş bir kuş vardı; onu yemeden önce şöyle dua etti: “Allah’ım, senin yanında en sevimli olan kulunu bana gönder de bu kuşu benimle yesin.” Derken Ali bin Ebi Talib geldi; onu Peygamber’le beraber yediler.” [13]
Bu hadis “Hadis-i Tayr” olarak meşhurdur. Şia ve Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğu onu rivayet etmişlerdir. Bazı şairler bu hadisle ilgili şiirler de söylemişlerdir...[14]

Hz. Ali (a.s)’ın Velayeti

Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Ali bin Ebi Talib’in velayeti benim kalemdir; kim kaleme girerse azabımdan kurtulur.” [15]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Miraç gecesi beni göğe götürdüklerinde Peygamberleri topladılar, ben de onlarla beraber oturdum. Bir melek gelerek bana şöyle dedi : Allah-u Teala buyuruyor ki; “Bu peygamberlerden ne üzere gönderildiklerini sor.” “Ne üzere gönderildiniz?”diye sorduğumda; “Senin velayetin ve Ali bin Ebi Talib’in velayeti üzere gönderildik” dediler.” [16]

Hz. Ali (a.s)’ın Hilafeti

Sa’d bin Ebi Vakkas şöyle diyor:
“Resulullah (s.a.a), Tebuk gazvesinde Hz. Ali’yi (Medine’de) kendi yerine halife tayin etti. Bunun üzerine Hz. Ali; “Ya Resulellah, beni kadın ve çocuklar arasında mı halife ettin?” dediğinde, Hz. Peygamber şöyle buyurdular: “Acaba bana olan nispetinin Harun’un Musa’ya olan nipbeti gibi olmasına razı olmuyor musun? Şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur.” [17]
Bu hadis “Menzilet” hadisi olarak meşhurdur. Bu hadis en sahih ve sabit hadislerdendir. Hz. Ali’nin imameti için en büyük delillerdendir.

Hz. Ali (a.s)’ın Vasiliği

Resulullah (s.a.a) buyurdular ki:
“Her peygamberin vasi ve varisi vardır; benim vasi ve varisim ise Ebu Talib oğlu Ali’dir.” [18]
İnzar ayeti Resulullah (s.a.a)’e nazil olduğunda Hazret akrabalarını yemeğe davet etti. Yemeklerini yedikten sonra ayağa kalkarak şöyle buyurdular:
“Ey Abdulmuttalip oğulları! Allah Teala, beni bütün halka genel olarak ve size de özel olarak peygamber göndermiş ve bana “yakın akrabalarını korkut” emrini vermiştir. Ben de sizi dile hafif gelen ama terazide ağır olan iki söze davet ediyorum. Eğer onları kabul ederseniz Arap ve gayri Araba hakim olursunuz ve bütün ümmetler sizin emriniz altında olurlar; onlarla cennete girer ve onlarla cehennem ateşinden kurtulursunuz. O iki söz; ‘Allah’tan gayri bir mabudun olmadığına ve benim de onun elçisi olduğuna şehadet getirmektir.’ Her kim bu konuda (herkesten önce) benim davetime icabet eder ve bu risaleti gerçekleştirmemde bana yardımcı olursa benim kardeşim, vasim, vezirim, varisim ve benden sonra halifem olacaktır.”
O mecliste hazır bulunanlardan, on yaşında olan Hz. Ali (a.s)’dan başka hiç kimse cevap vermedi. Resulullah (s.a.a) bu sözü üç kez tekrarladı. Her üç defasında da Hz. Ali’den başka O’nun davetini kabul eden olmadı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) orada hazır olan cemaata şöyle buyurdular: “Bu (Ali), sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir.” [19]

Hz. Ali (a.s)’ın Hakkaniyeti

Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:
“Ali Kur’ân iledir; Kur’ân da Ali iledir. Bunlar Kevser havuzunun başında bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar.” [20]
Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:
“Allah Teala Ali’ye rahmet etsin. Allah’ım, hakkı, o nereye döndüyse onunla döndür.” [21]
Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:
“Ali’den ayrılan benden ayrılmıştır; benden ayrılan ise Allah’tan ayrılmıştır.” [22]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlardır ki:
“Ali hak iledir; hak da Ali iledir. Bunlar kıyamet günü havuzun başında yanıma gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar.” [23]

Hz. Ali (a.s)’ın İlmi

Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o kapıdan gelmelidir.” [24]
Bu hadis mütevatir ve kesin olan hadislerdendir. Allame-i Emini, El- Gadir kitabında Ehl-i Sünnet alimlerinden 143 kişinin bu hadisi naklettiklerini yazmıştır. [25]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Ümmetimin en alimi Ali’dir.” [26]
Emir’ul- Muminin Hz. Ali de şöyle buyurmuştur:
“Kur’ân’da olan her ayeti Resulullah’a okudum, O da onun manasını (tefsirini) bana öğretti.” [27]
Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:
“Gaip sırlarını benden sorun; çünkü ben peygamber ve elçilerin ilminin varisiyim.” [28]
Ehl-i Sünnet ve Şia alimleri Hz. Ali’nin şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“Beni kaybetmeden önce istediğiniz şeyi benden sorun. Allah’a andolsun ki, eğer fetva kürsüsünde oturursam, Tevrat ehli arasında Tevrat’ın hükmü ile, İncil ehli arasında, İncil ile, Zebur ehli arasında Zebur ile ve Kur’ân ehli arasında Kur’ân’la fetva veririm. Öyle ki eğer Allah Teala o kitapları konuşturmuş olursa ‘Ali doğru dedi, bizde nazil olan hükme göre fetva verdi’ derlerdi.” [29]
Hz. Ali (a.s)’ın sorulara çok çabuk cevap vermesi herkesi şaşırtıyordu. Bir gün Ömer şöyle dedi: “Ya Ali, beni şaşırtan, bütün ilmi, fıkhi ve siyasi ilimleri çok iyi bilmen değildir, benim asıl şaşırdığım şey senin çok çabuk ve beklemeden cevap vermendir. Hz. Ali (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdu: “Ey Ömer, bu elimde kaç parmak vardır?” Ömer; “Beş parmak vardır” dedi. İmam (a.s); “Öyleyse neden bu sorunun cevabında düşünmedin?” Ömer; “Bu açıktır, düşünmeğe gerek yoktur” dediğinde, Hz. Ali (a.s); “Bütün meseleler de benim yanımda beş parmak gibi açıktır.” buyurdular.[30]

Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Peygamber (s.a.a) İle Kardeşliği

Abdullah bin Ömer şöyle diyor:
“Resulullah (s.a.a), ashabı arasında kardeşlik akdi okudu, Ali gözlerinden yaşlar aktığı halde gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah, ashabın arasında kardeşlik akdi yaptın; ama benimle hiç kimse arasında kardeşlik akdi yapmadın!” Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdular: “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin.” [31]
Bu hadis “Muahat veya Uhuvvet Hadisi” olarak meşhurdur. Bu manada, Şia ve Ehl-i Sünnet kitaplarında hadisler oldukça çoktur. Bu çeşit hadisler, Hz. Ali’nin diğer sahabelerden çok üstün olduğunu göstermektedir. Çünkü Resulullah (s.a.a), ahlak ve diğer yönlerden birbirine benzeyenleri, birbirleriyle kardeş yapıyordu.[32]

Hz. Ali (a.s)’ın Zühdü

Hz. Ali (a.s), Basra valisi olan Osman bin Huneyf’e bir mektup yazarak şöyle buyurdu:
“Ben sizin İmamınız olmama rağmen iki eski elbise ve iki ekmekle yetiniyorum. Eğer istesem en iyi elbiseleri giyip buğday ve baldan yapılmış en iyi yemekleri yiyebilirim. Ama nefsim bana galip gelemez. Acaba halkın; “O İmam ve halifedir” demesiyle yetinip yoksulların üzüntülerinde ortak olmayayım mı?” [33]
Abdullah bin Abbas şöyle diyor:
Zikar’da, Emir’ul- Muminin Hz. (a.s)’ın yanına vardım, Hazret ayakkabısını dikiyordu. Bana; “Bu ayakkabının değeri kaçtır?” diye sordu. Onun bir değeri yoktur dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Allah’a andolsun ki, o benim için, bir hakkı ayakta tutmak veya bir batılı yok etmek hariç size emir olmamdan daha sevimlidir.” [34]
Hz. Ali (a.s) bazen şöyle buyuruyordu: “Bu abaya o kadar yama diktirmişim ki, artık onu yamayandan utanıyorum.” [35]

Hz. Ali (a.s)’ın İbadeti

Çok ibadet ettiğinden Zeyn’ul- Abidin lakabı kendisine verilen Ali bin Hüseyin (a.s)’a; “Senin ibadetin ceddin Hz. Ali’nin ibadetine oranla nasıldır? dediklerinde şöyle buyurdular: “Benim ibadetim, ceddim Hz. Ali’nin ibadeti yanında, onun ibadetinin Resulullah (s.a.a)’in ibadeti yanında olduğu gibidir.” (Yani benim ibadetim nere onun ibadeti nere!)[36]
Hz. Ali (a.s)’ın cariyesi Ümmü Said’e; “Hz. Ali Ramazan ayında mı daha çok ibadet ederdi yoksa başka aylarda mı?” diye sorduklarında; “Hz. Ali (a.s) her gece dua ve ibadetle meşguldü, Ramazan ve diğer aylar O’nun için eşitti” dedi.[37]
Hz. Ali (a.s) farz namazlara ilaveten müstahapları da kılıyordu; kesinlikle gece namazını terk etmezdi; hatta savaş zamanlarında bile ondan gaflet etmiyordu. Leylet’ul- Herir gecesinde sabaha yakın ufuğa bakıyordu, İbn-i Abbas; O taraftan endişede misin, düşman o yönde mi saklanmıştır? dediğinde; “Hayır, namaz vaktinin ulaşıp ulaşmadığına bakıyorum” buyurdular.[38]
Hz. Ali (a.s) Allah’a şöyle yakarıyordu: “Allah’ım, cezandan korkarak ve sevabını umarak sana ibadet etmedim; fakat seni ibadet için layık görüp ibadet ettim.” [39]

Hz. Ali (a.s)’ın Tevazusu

İmam Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) ev için odun topluyordu, su getiriyordu, evi süpürüyordu; Faıima (a.s) ise el değirmeniyle un öğütüyordu, hamur yapıyordu ve yemek pişiriyordu.” [40]
İmam Hasan’ül- Askeri (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:
“Bir gün bir mümin babayla oğlu, Hz. Ali (a.s)’ın evine geldiler. İmam (a.s) onların ayağına kalktı, onları ağırladı ve onları evin baş tarafında oturtup kendisi de onların karşısında oturdu. Daha sonra yemek getirmelerini emretti, yemek getirildiğinde; babayla oğul o yemekten doyasıya yediler. Daha sonra (İmam’ın hizmetçisi) Kanber, ellerini yıkamaları için bir leğenle ibrik ve ellerini kurulamaları için de bir havlu getirdi. Kanber, babanın eline su dökmek için ileri gelince, Hz. Ali (a.s) hemen ibriği onun elinden alıp kendisi onun eline su dökmek istedi. Ama adam kendisini yere atarak şöyle dedi: “Ya Emir’el- Muminin! Allah beni görüyor, sen elime su dökmek mi istiyorsun!?” İmam (a.s); “Kalk otur, elini yıka; Allah Teala seni de ve senden farkı olmayan kardeşini de görüyor...” Nihayet adam yerden kalkıp İmam’ın onun eline su dökmesine razı oldu. İmam (a.s); “Eğer Kanber eline su dökseydi, nasıl ellerini rahatça yıkayacaktınsa öylece rahat bir şekilde ellerini yıka” buyurdular. Adam ellerini yıkadıktan sonra İmam (a.s) ibriği oğlu Muhammed-i Hanefiyye’ye verip şöyle buyurdular: “Oğlum! Eğer bu oğul babası olmadığı bir zamanda yanıma gelmiş olsaydı mutlaka onun eline su dökerdim. Ama Allah Teala oğulla baba bir yerde olduklarında onların aynı seviyede olmasını istememektedir. Baba babanın eline su döktü, oğul da oğlun eline su döksün.” İmam (a.s)’ın bu sözü üzerine Muhammed-i Hanefiyye de oğlun eline su döktü.” [41]
İmam Cafer’us- Sadık (a.s) babasından şöyle naklediyor:
“Hz. Ali (a.s), zimmi (İslam’ın sığınağında olan) bir adamla yol arkadaşı oldu.
Zimmi- “Ey Allah’ın kulu! Nereye gitmek istiyorsun?” dedi.
Hz. Ali - “Kufe’ye” buyurdular.
Zimmi adam, Kufe yolunu bırakıp başka bir yola girince Hz. Ali (a.s) da onunla birlikte o yola koyuldu.
Zimmi - “Sen Kufe’ye gitmek istemiyor muydun?”
Hz. Ali- “Evet.”
Zimmi - “Öyleyse yolunu terk ettin.”
Hz. Ali- “Biliyorum.”
Zimmi- “Bunu bildiğin halde, neden yolunu bırakıp da benimle geldin?”
Hz. Ali- “Arkadaştan ayrılınca onu uğurlamak için onunla gitmek güzel arkadaşlığın kemalindendir, Peygamberimiz bize böyle emretmiştir.”
Zimmi - “Böyle mi emretmiştir?”
Hz. Ali- “Evet.”
Zimmi - “İşte onun bu güzel amellerinden dolayı halk ona uymuştur. Ben senin dininde olduğuma dair seni tanık tutuyorum.”
Zimmi adam Hz. Ali (a.s)’la birlikte Peygamber (s.a.a)’in yanına dönüp Müslüman oldu.” [42]

Hz. Ali (a.s)’ın Bağış ve Cömertliği

Osman’ın ölümünden sonra Arap bir adam Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek; “Benim birçok hastalığım vardır; nefes darlığı, cahillik ve fakirlik” dedi. Hz. Ali (a.s) da cevaben şöyle buyurdular: “Hastalığı tabibe, cahilliği alime, fakirliği ise zenginin yanına götür.” O adam; “Siz hem tabip, hem alim ve hem de zenginsiniz” dedi. İmam (a.s) onun bu sözü üzerine hizmetçilerine şöyle buyurdular: “Ona, 1000 dirhem hastalığını iyileştirmesi, 1000 dirhem durumunu düzeltmesi ve 1000 dirhem de cahilliğini gidermesi için toplam 3000 dirhem verin.” [43]
Ebu’s- Seadat, “Fezail’ul- İtret” kitabında şöyle diyor:
Bir rivayete göre Hz. Ali (a.s) müşriklerden biriyle savaşıyordu. Bu esnada müşrik; “Ey Ebu Talib oğlu, kılıcını bana bağışla” dedi. Hz. Ali (a.s) kılıcını ona doğru atınca müşrik; “Hayret! Ey Ebu Talib’in oğlu, böyle bir anda kılıcını bana mı veriyorsun?” dedi. Hz. Ali (a.s); “Ey filani! Sen bana el açtın, el açanı geri çevirmek cömertlikten değildir” buyurunca, kafir olan adam kendisini toprağa attı ve; “Din ehlinin davranışı işte böyledir” diyerek Hz Ali (a.s)’ın ayaklarını öpüp Müslüman oldu.[44]

Hz. Ali (a.s)’ın Şecaat ve Yiğitliği

İmam Seccad (a.s) Yezid’in önünde kendisini tanıtırken Hz. Ali (a.s)’ın sıfat ve faziletlerini sayarak şöyle buyurdular:
“Ben öyle bir adamın oğluyum ki, herkesten daha cesaretli ve yiğit idi; iradede herkesten daha güçlü idi; savaşta bir aslan gibi düşmanı öldürüyordu; kuru otlarda esen bir kasırga gibi onları dağıtıyordu.” [45]
Allame İbn-i Ebi Cumhur el- İhsai şöyle naklediyor:
“Cabir-i Ensari şöyle rivayet etmiştir: Basra’da (Cemel Savaşında) Hz. Ali (a.s)’la birlikte idim. Yetmiş bin kişi bir kadınla (Aişe ile) toplanmışlardı, savaştan kaçan her insanın; “Ali beni hezimete uğrattı”, yaralanan her şahsın; “Ali beni yaraladı”, can veren herkesin; “Ali beni öldürdü” dediklerini gördüm. Ordunun sağ kolunda olduğumda Hz. Ali’nin sesini duyuyordum; sol kolunda olduğumda yine onun sesini duyuyordum. Talha’nın can verdiği an onun yanından geçerken; “Kim bu oku sana attı” dediğimde; “Ali bin Ebi Talib attı” dedi. Bunu duyunca; “Ey Bilkıys ve İblis hizbi! Ali ok atmamıştır, onun elinde sadece kılıç vardır” dedim. Talha dedi ki: “Ey Cabir! Ali’nin göğe çıktığını, yere indiğini, doğudan ve batıdan geldiğini görmüyor musun? Doğu ile batıyı bir şey yapmıştır, süvariye yetiştiğinde onu mızrak vs. şeyle dürtüyor; biriyle karşılaştığında onu öldürüyor, yaralıyor ve yüzüstü yere seriyor veya; “Ey Allah’ın düşmanı öl” dediğin de o adam ölüyor, ondan hiç kimse kurtulamıyor.” [46]
Savaşlardan birinde Hz. Ali (a.s)’ın komutanları İmama: “Eğer yenilgiye uğrarsak sizi nerede bulabiliriz?” diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Beni nerede bıraktıysanız ben oradayım, oradan başka bir yere ayrılmam.” [47]

Hz. Ali (a.s)’ın Heybeti

Hz. Ali (a.s)’a; “Rakiplerine nasıl galip geldin?” dediklerinde; “Karşılaştığım herkes, bana kendi aleyhine yardım etti.” buyurdular.
Seyyid Rezi; “Hz. Ali (a.s) bu sözüyle, heybetinin karşı tarafın kalbine korku düşürdüğüne işaret etmiştir.”[48] diyor.
Hz. Ali (a.s) meydanda dolaşırken soluklar kesilirdi. Ona hamle eden herkes çok çabuk ölümü tatardı. Süfyani Sevri şöyle diyor: “Hz. Ali (a.s) müslümanların arasında çelik bir dağ gibiydi; kafir ve münafıklar için ise kuvvetli bir rakipti. Allah müslümanların izzet ve yüceliğini, kafirlerin ise zillet ve aşağılığını O’nun eline vermişti.”[49]

Hz. Ali (a.s)’ın Cesaret ve Kudreti

Enes, Ömer bin Hattap’tan şöyle naklediyor: Hz. Ali (a.s), beşikte iken bir yılanın ona doğru hareket ettiğini görünce, ellerini kundakta bağlı olmasına rağmen kundaktan çıkarıp yılanın boynundan tuttu, yılana bir bakıp parmaklarını ona geçirdi ve sıkarak onu öldürdü. Annesi onu o halde görünce bağırıp yardım diledi, bu sese akrabaları toplandı. Sonra annesi Ali’ye; “Şüphesiz sen bir haydar (aslan)sın” dedi.[50]
Hz. Ali (a.s)’ın şecaat ve kolunun gücünü düşmanları bile methetmiştir. İki parmağıyla Halid bin Velid’in boğazını sıkıştırdığı ve Halid bin Velid’in neredeyse ölmek üzere olduğu muşhurdur.[51]
Hz. Ali (a.s) Uhud savaşında, Beniabduddar kabilesinin savaşçılarını öldürdükten sonra o kabileden Sevap adlı bir köle Peygamberi öldürmek için yemin etti. Bu köle çok iri cüsseli ve kuvvetliydi. Müslümanlar korkuya kapılarak onunla savaşmaktan çekindiler. Ama Hz. Ali (a.s) onun karşısına çıkarak ona öyle bir darbe vurdu ki, belinden ikiye böldü; öyle ki üst bölümü yere düştü ve alt bölümü ise ayakları üstünde kalmıştı. Her iki ordu Hz. Ali’nin bu vuruşundan hayretler içerisindeydi ve müslümanlar gülüyorlardı.[52]

Hz. ALİ (a.s)’ın İmanı

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Eğer yer ve gökler terazinin bir kefesine, Ali’nin imanı da diğer kefesine bırakılırsa, Ali’nin imanı daha ağır basar.” [53]
Hz. Ali (a.s)’ın “Kumeyl Duası” adıyla meşhur olan duası, O’nun güçlü iman ve yakinini göstermektedir. Yine O’nun korku ve ümit içeren Sabah Duası ve diğer dua ve yakarışları O’nun teveccüh ve ihlasının göstergesidir. Zarar bin Zamre Muaviye’nin yanına geldiğinde Muaviye; “Ali’yi bana tarif et” dediğinde Zarar İmam (a.s)’ın özelliklerinden bir kısmını Muaviye’ye beyan ettikten sonra şöyle dedi:
“Hz. Ali geceleri (ibadet için) çok az uyuyordu; gece ve gündüzleri çok Kur’an okuyordu; canını Allah yoluna adamıştır; Allah’ın azameti karşısında göz yaşı döküyordu; kendisini bizden saklamazdı; bizden altın dolu keseler toplamazdı; yakınlarına şefkatli idi; cefakarlara (kendisine zulmedenlere) sert davranmazdı; gecenin zifiri karanlığında O’nu, kendisini yılan vurmuş bir insan gibi büküldüğünü ve üzüntülü bir fert gibi Allah korkusundan ağladığını ve şöyle dediğini görürdün:
“Ey dünya, bana mı cilve yapıyorsun, beni mi kendine meftun etmek istiyorsun? Heyhat! Benim sana ihtiyacım yoktur; sana üç talak vermişim; artık sana dönmem mümkün değildir.” Sonra şöyle buyuruyordu: “Ah azığın azlığından, seferin uzunluğundan, yolun zorluğundan!”
Muaviye bunları duyunca kendisini tutamayıp ağlamaya başladı ve; “Ey Zarar yeter, Allah’ andolsun ki, Ali öyleydi, Allah ona rahmet etsin” dedi.[54]

Hz. Ali (a.s)’ın Allah Katındaki Şanı

Uzun bir hadiste Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bugün, şimdiye kadar hiç kimseye söylemediğim bir sözü söyleyeceğim, o da şu ki; bir defasında Resulullah (s.a.a)’den benim için mağfiret dilemesini istedim. “Mağfiret dileyeceğim” buyurdu. Sonra kalkıp namaz kıldı, elini duaya kaldırdığında şöyle dediğini duydum: “Allah’ım, Ali’nin senin katındaki hakkı hürmetine, Ali’yi bağışla.” Ya Resulullah! Bu nasıl duadır dediğimde, Resulullah (s.a.a); “Allah katında senden daha değerli biri var mıdır ki onun vasıtasıyla Allah’tan şefaat dileyeyim?” buyurdular.” [55]
Hz. Ali (a.s)’ın İhlası
İbn-i Şerhaşup “Menakıb” Kitabında şöyle naklediyor: Hz. Ali (a.s) Amr b. Abdevud’u yere serince onun başını hemen bedeninden ayırmadı. Huzeyfe Hz. Ali’yi bu işinden dolayı tenkit edince Resulullah (s.a.a); “Sus ey Huzeyfe, Ali duraklamasının sebebini açıklayacaktır.” buyurdu. Hz. Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’in yanına geldiğinde Resulullah (s.a.a) ona, Amr b. Abdevud’un başını bedeninden ayırmadaki duraklamasının sebebini sordu. Hz. Ali cevaben şöyle dedi: “Amr bin Abdevud anneme küfretti ve yüzüme tükürdü, onu kendi nefsim için öldürmemden korktum, bundan dolayı öfkemin yatışması için onu bıraktım, daha sonra Allah için onu öldürdüm.” [56]

Hz. Ali (a.s)’ın Hilmi

Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Eğer hilim, bir kişi şeklinde olursa, mutlaka Ali olur.” [57]
Hz. Ali (a.s) bir köleyi defalarca çağırdığı halde cevap vermediğinden dolayı dışarı çıkıp onu kapının önünde görünce; “Seni cevap vermemeye sürükleyen sebep nedir?” diye sordu. Köle cevaben; “Senin cezalandırmandan güvende olmamdır” dedi. İmam (a.s) onun bu sözü üzerine; “Hamd Allâh’a ki beni, yaratıklarının emin bildiği kimselerden kıldı. Git, sen Allah rızası için artık hürsün.” buyurdular.[58]

Hz. Ali (a.s)’ın Adaleti

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Benim elim ve Ali’nin eli, adalette eşittir.” [59]
Yine buyurmuştur ki:
“Ali, Allah’ın ahdine daha vefalı olanınızdır; Allah’ın emri için daha çok kıyam edeninizdir; daha çok adaletlinizdir; daha çok eşit böleninizdir; Allah katında fazileti daha büyük olanınızdır.” [60]
Hz. Ali (a.s) hak ve adalet adamı idi. Bu meselede öyle ciddi idi ki, kendi çocuğunu zenci bir köle ile aynı seviyede görüyordu. Mazlumların hakkını almak için kendi memurlarını sorgulayıp onlardan zalim olanları cezalandırıyordu. Bu yüzden şöyle buyuruyordu: “Benim yanımda güçsüz fakirler, azizdir; zalimler ise hakirdirler.” [61]
Hz. Ali (a.s) kendisini Allah’ın karşısında sorumlu görüyordu, hedefi adaleti icra etmekti. Sosyal adalete riayet ederdi, hatta en yakınları ile başkaları arasında bir fark koymazdı. Akil, O’nun kardeşi olmasına rağmen Beyt’ul- Maldan kendi hakkından fazla bir şey alamadı. İmam (a.s)’ın kendisi bu konuda şöyle buyuruyor:
“...Allah’a andolsun, (kardeşim) Akili fakir olarak gördüm. Sizin malınızdan (beytülmal) üç kilo buğday istedi ve çocuklarını yüzleri solmuş zayıf bir halde gördüm. Benden ısrarla buğday istiyordu. O’nun sözlerine kulak asıp dinimi satacağımı sandı. Sonra bir demiri kızartıp ibret alsın diye ona yaklaştırdım. Acıdan bağırdı, neredeyse O’nun sıcaklığından yanacaktı. Dedim Ey Akil, analar yasında ağlasın! Sen bu küçük acıya dayanamayıp bağırıyorsun, ben nasıl cehennem ateşine tahammül edeyim?”
Bundan daha ilginç şudur ki, bir adam (münafık olan Eş’as b. Kays) geceleyin bir hediye kaba koyup yanıma getirdi, adete yılanın ağzının suyuyla hamur edilmişti. Ona; ‘Bu hediye mi, zekat mı, yoksa sadaka mı?’ diye sordum. Eğer sadaka ise biz Ehl-i Beyt’e haramdır, dedim. O da; ‘Hediyedir, zekat ve sadaka değildir’ diye cevap verdi.
Ona dedim ki, annen ölümünde ağlasın! Acaba Allah’ın dini yoluyla gelip beni aldatmak mı istiyorsun? Acaba deli mi olmuşsun yoksa; (Ali’yi aldatmak için) boş sözler mi diyorsun?
Allah’a andolsun eğer yedi göğü bütün altındakilerle bana verseler ve bir karıncanın ağzından arpa samanını alarak “Allah’a isyan et” deseler, bu işi yapmam. Bu dünyanız benim yanımda çekirgenin ağzında olan yaprak dALİ gibi değersizdir. Ali’nin bu geçici dünya mALİ ve lezzetleriyle ne işi vardır!” [62]

Hz. Ali (a.s)’ın Mürüvvet ve Yiğitliği

İbn-i Ebi’l Hadid şöyle diyor: Muaviye’nin ordusu Fırat kıyısını kuşattıklarında Muaviye şöyle dedi: Onları, Osman’ı susuzluktan öldürdükleri gibi susuzluktan öldürün. Hz. Ali ve ashabı; “Su içmemize mani olmayın” dediklerinde onlar cevaben; “Allah’a andolsun ki, size bir damla dahi su vermeyeceğiz; İbn-i Affan (Osman)’ın öldüğü gibi siz de susuzluktan öleceksiniz.” dediler.
İmam (a.s), ashabının susuzluktan helak olacağını görünce, Muaviye’nin ordusuna ağır bir saldırı düzenleyip bir çoklarını öldürdükten sonra onları kendi yerlerinden uzaklaştırarak suyu ele geçirdiler. Artık Muaviye’nin ordusu susuz kalmış oldu. Hz. Ali (a.s)’ın ashabı; “Ya Emir’el Muminin! Onlar seni sudan men ettikleri gibi sen de onları sudan men et, susuzluk kılıcıyla onları öldür, artık savaşa gerek duymayasın!” dediklerinde Hz. Ali (a.s): “Hayır, Allah’a andolsun ki, ben onların yaptığı gibi yapmayacağım; Fırat’tan su almaları için onlara müsaade edin” buyurdular.[63]

Hz. Ali (a.s)’ın Yiyecek ve Giyeceği

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a andolsun ki, Hz. Ali (a.s) köleler gibi yemek yiyor ve onlar gibi toprağın üstünde oturuyordu. İki gömlek alıyordu, onlardan en iyisini kölesine veriyordu. Eğer elbisesinin kolu ve eteği uzun olsaydı onu kesiyordu. Beş senelik hilafetinde taş üstüne bir taş koymayıp altın ve gümüş biriktirmedi. Halka ekmek ve et veriyordu, kendisi ise arpa ekmeği yiyordu. Allah Teala’nın beğendiği iki işle karşılaştığında en zorunu seçiyordu. Bin köleyi kendi emeği ile alıp serbest bıraktı. Hiç kimse onun yaptığı işi yapmaya kadir değildi.” [64]
Abdullah bin Ebi Rafi şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s) yemek yerine, tuz veya sirkeyle yetiniyordu. Bundan biraz iyisini getirdiklerinde, sebze veya az bir deve sütüne kanaat ediyordu. Et çok az yiyor ve şöyle buyuruyordu: “Karnınızı, hayvanların kabirleri yapmayın.” [65]
Adiy bin Hatem şöyle diyor:
Bir gün Hz. Ali’nin yanına gittiğimde O’nun yemek yediğini gördüm. Yemeği sadece biraz arpa ekmeği, su ve tuzdu. Bunun üzerine; “Ey Müminlerin Emiri! Siz gündüzleri bu kadar zahmet çekmenize ve geceleri de bu kadar ibadet etmenize rağmen yediğiniz yemek bu kadar mıdır?” dediğimde şöyle buyurdular: “Nefsin azmaması için, onu böyle bir riyazete alıştırmak gerekir.” Sonra şöyle buyurdu: “Nefsi, kanaatla zayıf ve hasta kıl; eğer böyle yapmazsan, senden hakkından daha fazlasını ister.” [66]

Hz. Ali (a.s)’ın İsmi

Yezid bin Ka’neb şöyle diyor:
Biz kendi gözümüzle Ka’be’nin arka taraftan yarıldığını ve Eset kızı Fatıma’nın Kabe’nin içerisine girip gözümüzden kaybolduğunu gördük, sonra Kabe’nin duvarı birleşerek eski halini aldı. Biz Kabe’nin kilidini açmak istedik ama açılmadı. Bunun üzerine bu işin Allah tarafından olduğunu anladık. Fatıma dört gün sonra ellerinde Hz. Ali (a.s) olduğu halde Kabe’den çıkıp geldi ve şöyle dedi: “...Ben Allah’ın evine girdim. Cennet meyvelerinden ve yapraklarından yedim; dışarı çıkmak istediğimde ise bir münadi bana şöyle seslendi:
“Ey Fatıma! O’nun ismini Ali koy. Zira O Ali (yüce)’dir ve Aliyy’ul- A’la olan Allah Teala buyuruyor ki: Ben O’nun ismini kendi ismimden aldım, O’nu kendi sıfatlarımla sıfatlandırdım ve O’na ilmimin sırrını öğrettim. Putları benim evimde kıracak olan O’dur ve benim evimin üzerinde ezan okuyup beni ululayacak olan O’dur. O’nu sevip emirlerine uyan kimseye ne mutlu! O’na düşman olup emirlerine karşı çıkan kimseye de yazıklar olsun!” [67]
İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Eğer benim yüz oğlan çocuğum olsaydı, onların hepsinin ismini Ali koymak isterdim.” [68]

Kur’ân’a Âşinalığı

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a and olsun ki, nazil olan her ayetin, neyin hakkında nazil olduğunu ve nerede nazil olduğunu biliyorum. Çünkü Rabbim bana algılayan bir kalp ve çok soru soran bir dil bağışlamıştır.”[69]
Peygamber (s.a.a)’in Hizmetinde Olması
Bureydet’ul- Eslemî şöyle diyor:
“Resulullah (s.a.a) ile yolculuğa çıktığımızda, Hz. Ali (a.s) O Hazretin eşyasının sahibi idi; onu kendisinden ayırmazdı. Bir yerde konakladığımızda, Hz. Peygamber’in eşyalarını incelerdi. Tamire ihtiyaç gördüğü her şeyi tamir ederdi. Tamir edilmesi gereken şey ayakkabı veya naleyn bile olsaydı, onu dikerek tamir ederdi.”[70]

Kusursuzluğu ve Hakkı Savunması

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“... Kusur bulmaya çalışan, göz ve kaşıyla işaret eden her kimse, benim hakkında bir kusur ve ayıp bulamamıştır. Benim yanımda en düşük insan, hakkını (zalimden) alıncaya dek azizdir; güçlü olan kimse ise, diğerlerin hakkını ondan alıncaya dek güçsüzdür. Biz Allah’ın kaza ve kaderine razı, O’nun emrine ise teslimiz.”[71]

Muaviye’nin Yanında Methedilmesi

Zırar bin Zamure el-Ken’anî, Muaviye’nin yanına gittiği bir sırada Muaviye ona: “Ali’yi bana tavsif et” dedi. Zırar cevaben: “Beni bu işten muaf et..” dedi. Muaviye: “Muaf etmem; söylemelisin” deyince, Zırar şöyle dedi: “Söylemem gerekiyorsa o zaman bil ki, o şöyle birisi idi:
Allah’a and olsun ki o, aklın algılayabilmesinden çok yüce ve gücü çok şiddetli birisi idi. Aydınlatıcı söz söylerdi; adaletle hükmederdi; ilim ve hikmet onun her yönünden kaynar ve coşardı. Dünya ve süsünden vahşet ederdi; gece ve karanlığında rahatlık hissederdi (ibadet etmekle huzur bulurdu).
Allah’a and olsun ki o, çok basiretli ve yüce fikirli birisi idi...(Tevazu nişanesi olan) kısa elbise ve katıksız yemeği severdi. Allah’a and olsun ki o, bizlerden birisi gibi idi; onun yanına gittiğimizde bizi kendine yaklaştırırdı; ondan bir şey istediğimizde icabet ederdi; bize bu kadar şefkatli ve yakın olmasına rağmen heybetinden dolayı onunla konuşmaya cesaret edemiyorduk.”[72]

Pazarda Dolaşması

Zazan şöyle diyor:
“Hz. Ali (a.s) pazarda tek başına dolaşıyordu; yolunu kaybedene yol gösteriyordu; güçsüzlere yardımda bulunuyordu; satıcı ve sebzecilerin yanından geçtiğinde Kur’ân’ı açıp şu ayeti onlara okuyordu: “İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk çıkarmayı istemeyenlere (armağan) ediyoruz. (Güzel) sonuç da takva sahiplerinindir.”[73]

Halkın Dert Ortağı

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Eğer isteseydim, balın safını ve buğdayın halisini yemeğe ve ipek elbise giyinmeğe yol bulabilirdim. Fakat heyhat! Hicazda veya Yemame’de bir ekmek bile bulamayan, tokluk, doyumluk denen şeye ulaşamayan nice yoksullar varken nefsimin beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeğe götürmesi nasıl mümkün olabilir! Çevremde aç karınlar, susuzluktan yanmış ciğerler varken geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim!”[74]

Hurma Çekirdeği Ekmesi

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul- Muminin Ali (a.s) bazen kendisiyle birlikte hurma çekirdeği yükü olduğu halde şehirden çıkıp çöle doğru gidiyordu. “Ya Ebe’l- Hasan! Kendinle götürdüğün bu yük nedir?” diye sorduklarında: “İnşaallah bunların her biri bir hurma ağacıdır” buyuruyordu. Sonra gidip onlardan hiçbir tane bırakmaksızın hepsini ekiyordu.”[75]

Dünya Malına Önem Vermemesi

İmam bakır (a.s) buyurmuştur ki:
“... Emir’ul- Muminin Ali (a.s) beş yıl yöneticilik yaptı; bu müddet içerisinde bir tuğlayı bir tuğla ve bir kerpici bir kerpiç üzerine bırakmadı; her hangi bir araziyi kendisine tahsis etmedi; kendisinden sonra beyaz dirhem ve kızıl dinar miras bırakmadı.”[76]

Siması, Hal ve Hareketi

Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle söylemişlerdir:
“Hz. Ali (a.s) sanki kırılıp sonra düzeltilmişti;[77] beyaz saçlarını boyamazdı; hafif bir şekilde yürürdü; sürekli tebessüm ederdi.”[78]

El ve Yüzünü Kurulamak İçin Özel Havlu Kullanması

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) namaz için abdest aldığında yüzünü onunla kuruladığı özel bir havlusu vardı; yüzünü kuruladıktan sonra onu bir çiviye asardı ve İmam (a.s)’dan başka kimse ona dokunmazdı.”[79]

Yüzüklerinin Nakşı

Abduhayr şöyle diyor:
“Hz. Ali (a.s)’ın parmağına taktığı dört yüzüğü vardı: Şeref ve yüceliği için Hadid-i Sini, korunması için de Akik yüzük takardı. Yakut yüzüğünün kaşına şöyle yazılmıştı: “Lâ ilâhe illâllah el-melik’ul- hakk’ul- mubin” Firuze’nin kaşına da şöyle yazılmıştı: “Allah’u Melik’ul- hak” Hadid-i Sini’nin kaşına da şöyle yazılmıştı: “el-İzzetu lillahi cemian” Akik’in kaşına da şu üç cümle yazılmıştı: “Mâşaellah, lâ kuvvete illa billah, esteğfirullah”[80]

Allah’ın Rızayetine Tâbi Olması

İbn-i Abbas diyor ki:
“Hz. Ali (a.s) bütün işlerinde Allah Teala’nın rızayetine (razı olduğu şeye) tabi oluyordu. İşte bundan dolayı “Murtaza” diye adlanmıştır.”[81]

Hz. Ali (a.s)’ı Anmak

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Ali’yi anmak, ibadettir.” [82]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Meclislerinizi, Ebu Talib oğlu Ali’yi anmakla ziynet edin.” [83]

Hz. Ali (a.s)’ın Fesahat ve Belagatı

İnsanın konuşması, mantık ilmi bakımından insanı diğer yaratıklardan ayıran bir özelliktir. Yüce Allah (c.c) onu kendi hikmetiyle insana bir özellik olarak vermiştir. Nutuk ne kadar güzel olursa dinleyicilerde daha etkili olur. İslam’ın zuhuruna yakın cahiliyet döneminde Arabistan’da İmre’ul- Kays gibi çok fasih adamlar sihirli şiirler söylüyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s)’ın fesahati bütün Arap fasihlerini şaşırtmış ve hayrete düşürmüştü. Bu yüzden de O’na Nutkun Emiri diyorlardı.[84]
Sünni alimlerinden olan İbn-i Ebi’l- Hadid diyor ki; “Hz. Ali fasih ve belagatlı konuşanların üstadı ve rehberidir. O’nun kelamının Allah’ın kelamından aşağı ve mahlukun kelamından da yukarı olduğunu diyorlar. Bütün güzel konuşma üstatları, hitabeyi O’nun hutbe ve sözlerinden öğrenmişlerdir. Bunun ispatı Nehc’ul- Belağa’yla anlaşılır. Zira ashaptan güzel konuşma yeteneğine sahip hiçbir kimse, O’nun onda veya yirmide birini bile yazamamıştır.” [85]
Hz. Ali (a.s)’ın söz ve nutku herkesi hayret içerisinde bırakmıştır. İbn-i Şehraşub’un nakline göre Peygamber (s.a.a)’in ashabı camide oturup ilmi ve edebi meseleler üzerinde sohbet ediyorlardı. Bu arada oradakilerden biri; “Arap dilinde, elif harfi olmayan kelime çok azdır” dedi. Hz. Ali (a.s) da orada idi.; kalkıp içinde elif olmayan 700 kelimeli bir hutbe okudu. Başka bir hutbesi daha vardır ki, noktalı harf onun içinde yoktur.
Şu açıktır ki, düşünmeksizin elifsiz ve noktasız 700 kelimelik bir hutbe okuyan kimsenin fesahat ve belagatta ve Arap edebiyatında ne kadar güçlü olduğu herkesin malumudur.

Hz. Ali (a.s)’ın Sabrı ve Tahammülü

Hz. Resulullah (s.a.a) kendisinden sonraki meydana gelecek fitneleri ve olayları Hz. Ali (a.s)’a haber verdi ve ona sabır ve tahammülü tavsiye etti. Hz. Ali (a.s) da dinin korunması için yirmi beş yıl sabretti. Hz. Ali (a.s)’ın kendisi bu hususta şöyle buyuruyor: “Çok defalar hakkımı almak için bu kavimle savaşmak istedim; ama Peygamber (s.a.a)’in vasiyeti ve dinin korunması için hakkımdan vazgeçtim.” [86]
Hangi sabır bundan daha büyük olabilir ki, Halid bin Velid gibi haddini bilmez adamlar İmamın evine zorla girmiş ve O’nu Ebu Bekir’e biat etmesi için mescide zorla götürmüşlerdir. Oysaki eğer kılıcını eline almış olsaydı, Arabistan’da hiçbir muhalif baki bırakmazdı.
Nakledildiğine göre, Hz. Ali (a.s)’ı zorla camiye götürdüklerinde Yahudi bir adam şehadet getirip müslüman oldu. Sebebini sorduklarında şöyle dedi: “Ben bu adamı tanıyorum. Bu adam savaşa gelince bütün savaşçıların kalbine korku düşüyor ve vücutları titriyordu. Bu adam Hayber kalesini fethetti, kalenin demir kapısını bir kaç adam açıp kapatıyordu, ama o yalnız başına onu bir defada kaldırdı. Ama şimdi bir kaç hakir adamın karşısında sessiz durmuş; bu durum hikmetsiz değildir; O’nun tahammülü din içindir; çünkü bu din hak olmasaydı, O sabretmezdi. Böylece İslam’ın hak din oluşu bana sabit oldu ve müslüman oldum.” [87]
Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra sürekli olarak ruhu sıkıntıdaydı ama sabırdan başka hiçbir çaresi yoktu. İbn-i Ebil Hadid’in nakline göre Hz. Ali (a.s) bir adamın; “Ben mazlumum” sesini duyunca şöyle buyurdular: “Gel benimle seslen ki, ben sürekli mazlumdum.” [88]
Hz. Ali (a.s) Peygamberden sonraki mazlumiyetini Şıkşıkıyye hutbesinde açıkça şöyle beyan etmiştir: “...Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ama gözünde diken ve boğazında kemik kalmış birisi gibi sabrettim. Mirasımın yağma edildiğini görüyordum...”
Hz. Ali (a.s)’ın Cennet ve Cehennemi Bölmesi
Abdullah bin Haris babasından, o da Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Pegamber (s.a.a)’in yanına gittim; Ebu Bekir ve Ömer de Hazretin yanında idiler. Resulullah (s.a.a) ile Aişe’nin arasında oturdum. Aişe bana; “Benimle Resulullah’ın dizleri üzerinden başka oturacak bir yer bulamadın mı?” dedi. Resululah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:
“Sussana ya Aişe! Ali hakkında beni incitme; O dünya ve ahirette benim kardeşimdir; O Emir’ul- Muminin’dir; Allah Teala kıyamet günü onu sırat köprüsü üzerinde oturtacaktır; kendi dostlarını cennete, düşmanlarını ise cehenneme sokacaktır.” [89]
Mufazzal bin Ömer İmam Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Hz. Ali (a.s) buyurdular ki: Ben Allah’ın, cennetle cehennem arasını bölen kuluyum; ben en büyük farukum (hakla batılın arasını ayıranım)...” [90]
Bir gün Harun İmam Rıza (a.s)’a şöyle dedi: “Ya Ebe’l- Hasan! Ceddin Emir’ul- Muminin Ali bin Ebi Talib’den bana haber ver; Hangi delil ve sebepten dolayı O cennetle cehennemi bölendir? Bu söz sürekli olarak zihnimi meşgul etmektedir.” İmam Rıza (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Ey müminlerin emiri! Babanın dedelerinden, onların da Abdullah bin Abbas’tan şöyle naklettiklerini görmemiş misin?: Resulullah (s.a.a)’den duydum ki şöyle buyuruyordu: ‘Ali’nin sevgisi imandır, buğzu ise küfürdür.” Memun; “Evet görmüşüm” dedi. İmam Rıza (a.s); ‘İşte bu, cennetle cehennemin bölünmesidir; bundan dolayıdır ki Hz. Ali (a.s) cennetle cehennemi bölendir.”
Memun, İmam (a.s)’ın bu sözü üzerine; “Ya Ebe’l- Hasan, Allah beni senden sonra yaşatmasın; tanıklık ediyorum ki sen Resulullah’ın ilminin varisisin.” dedi.
Ebu Salt-ı Herevi diyor ki: İmam Rıza (a.s) evine döndükten sonra; “Ey Resulullah’ın oğlu! Memun’a ne kadar da güzel cevap verdiniz!” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ben onun kabul edeceği bir yolla konuştum. Andolsun Allah’a, babamdan duydum ki babaları vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)’dan şöyle naklettiler: ‘Ya Ali! Sen kıyamet günü cennetle cehennemi böleceksin; ateşe diyeceksin ki; Bu (adam) benimdir, bu da senindir.” [91]
_____________________________
Kaynakça:
[1] - Tezkiret’ul- Havas, s.42. Menakıb-i İbn-i Meğazili,s.222. Hasais-u Nesai, s.78.
[2] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.92. Zehair’ul- Ukba, s.63. Yenabi’ul- Mevedde, s.185.
[3] - Kenz’ul- Ummal, c.11, s.625, h. 33045.
[4] - Şevahid’ut- Tenzil, c.2, s.471. Menakıb-i Harezmi, s.62.
[5] - Şevahid’ut- Tenzil, c.2, s.147. Menakıb-i Harezmi, s.235. Emali-yi Saduk, s.271.
[6] - Menakıb-i Harezmi, s.2 ve 235.
[7] - Menakıb-i Harezmi, s.2. Emali-yi Saduk, s.119.
[8] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.243. Yenabi’ul- Mevedde, s.91, 125,284. Tarih-i Bağdat, c.4, s.410.
[9] - Yenabi’ul- Mevedde, s.55.
[10] - 63- Müstedrek’us- Sahihayn, c.3, s.130. İstîab, c.3, s.1101.
[11] - 64- Yenabi’ul- Mevedde, s.125.
[12] - 65- Sahih-i Muslim, c.1, s.120. İstîab, c.3, s.1100.
[13] - Zehair’ul- Ukba, s.61. Hasais’un- Nesaî, s.34. Menakıb-i Harezmî, s.59. Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.156.
[14] - Bkz. El-Gadir, c.2, s.218. Bihar’ul- Envar, c.38, s.348.
[15] - Şevahid’ut- Tenzil, c.1, s.170. Emali-yi Saduk, s.195.
[16] - Tefsir-i Ebu’ul- Futuh, c.10,s.92. Şevahid’ut- Tenzil, c.2, s.223. Menakıb-i Harezmî, s.221.
[17] - Zehair’ul- Ukba, s.63. Menakıb-i Harezmî, s.59. Mustedrek-u Ala’s- Sahihayn, c.3, s.133.
[18] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.201. Menakıb-i Harezmî, s.42. Riyaz’un- Nazire,c.2, s.138.
[19] - Tarih-i Taberi, c.2, s.217. İrşad-ı Mufid, c.1, bölüm: 7. Yenabi’ul- Mevedde, s.105
[20] - Mustedrek-u Ala’s- Sahihayn,c.3, s.124.
[21] - a.g.e. s.125. Menakıb-i Harezmî,s.56.
[22] - Menakıb-i Harezmî, s.57.
[23] - Tarih-i Bağdat,c.14, s.321.
[24] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.80.
[25] - Bkz. el-Gadir, c.6, s.61.
[26] - Yenabi’ul- Mevedde, s.70.
[27] - Şevahid’ut- Tenzil, c.1, s.43.
[28] - Yenabi’ul- Mevedde, bab14, s.69.
[29] - Hz. Ali Kimdir?, s.236.(Fazlullah Kompani)
[30] - a.g.e. s.238.
[31] - Zehair’ul- Ukba, s.66. Menakıb-i İbn-i Meğazilî,s.37.
[32] - Bkz. Bihar’ul- Envar, c.38, s.330. el-Gadir,c.3, s.112.
[33] - Nehc’ul- Belağa, mektup: 45.
[34] - Nehc’ul- Belağa, hutbe:33.
[35] - Nehc’ul- Belağa, hutbe: 159.
[36] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid,c.1, s.27.
[37] - Hz. Ali Kimdir?, s.231.
[38] - a.g.e. s.230.
[39] - Bihar’ul- Envar, c.41, s.14.
[40] - Bihar’ul- Envar, c.41, s.54.
[41] - Bihar’ul Envar, c.41, s.55, hadis:55.
[42] - Bihar’ul- Envar, c.41, s.53.
[43] - Cami’ul- Ahbar, s.162.
[44] - Bihar’ul- Envar, c.41, s.69.
[45] - Bihar’ul- Envar, c.45, s.138.
[46] - El- Mecla, s.410.
[47] - Hz. Ali Kimdir?, s.242.
[48] - Nehc’ul- Belağa, hutbe:318.
[49] - Hz. Ali Kimdir?, s.244.
[50] - Bihar’ul- Envar, c.41, s.274.
[51] - Hz. Ali Kimdir?, s.243.
[52] - Muntehe’l- A’mal.
[53] - Ğayet’ul- Meram, s.509. Fezail’ul- Hamse, c.1, s.191.
[54] - Emali-yi Saduk, meclis: 91, hutbe: 2.
[55] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.20,s.316.
[56] - Müstedrek’ul- Vesail, c.3, s.202.
[57] - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.68.
[58] - Bihar’ul- Envar, c.41, s.48, 49.
[59] - Menakıb-i Ali bin Ebu Talib, s.129. ( M. İbn-i Meğazili)
[60] - Feraid’us- Simtayn, c.1, s.176.
[61] - Hz. Ali Kimdir?, s.259
[62] - Nehc’ul- Belağa, Söz: 215.
[63] - Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid,c.1, s.23.
[64] - Emali-yi Saduk, Meclis: 47, H. 14.
[65] - Bihar, c.41, s.148. Yenabi’ul- Mevedde, bab: 51, s.150.
[66] - Bihar’ul- Envar, c.40, s.345.
[67] - Bihar’ul- Envar, c.35, s.8. Keşf’ul Ğumme, s.19.
[68] - Kafi, c.6, s.19.
[69] - Ensab’ul- Eşraf, c.2, s.98, H. 27.
[70] - Bihar, c.37, s.303.
[71] - Nehc’ul- Balağa, hutbe:37.
[72] - Hilyet’ul- Evliya, c.1, s.84.
[73] - Menakıb, c.2, s.104. (Kasas/83)
[74] - Nehc’ul- Balağa, Mektup: 45.
[75] - Kafi, c.5, s.75.
[76] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c2, s.95.
[77] - Zorluklar görmüş ve tecrübeler kazanmış olduğu yüzünden okunuyordu.
[78] - Usd’ul- Ğabe, c.4, s.123.
[79] - Mehasin, c.2, s.207, H. 1618.
[80] - Hisal, s.199.
[81] - Menakıb, c.3, s.110.
[82] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.206. Menakıb-i Harezmî, s.261.
[83] - Bihar’ul- Envar, c.38, s.199.
[84] - Hz. Ali Kimdir?, s.252.
[85] - Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.1, s.12.
[86] - Hz. Ali Kimdir?, s.246.
[87] - a.g.e.
[88] - a.g.e.
[89] - Bihar’ul- Envar, c.39, s.194.
[90] - Bihar’ul- Envar, c.39, s.198.
[91] - Bihar’ul- Envar, c.39 s.193.
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:47 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali (a.s)'dan Kırk Hadis

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. ALİ (A.S)’DAN KIRK HADİS

F.Altan

Ben Bir Görevliyim!...

1- İmam (a.s) Malik Eşter’e yazdığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur:
“...Halkın kusurlarını bağışlayınca pişman olma, onlara ceza verince de sevinme. Bir mazeret bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte acele etme. Ben bir buyruk verenin tayin ettiği görevliyim, emrime uyulması gerek demeye kalkışma. Çünkü bu çeşit düşünce gönlü bozar, dini gevşetir ve (insanı) fitneye yaklaştırır. Bedbahtlığa düşmekten Allah’a sığın. Eğer hükümdarlığın seni kendini beğenmeğe ve büyüklük taslamaya sevk eder ve kendin için azamet ve büyüklük taslarsan, başının üzerindeki Allah’ın mülkünün azametine ve O’nun, senin yapmadığın şeylere olan gücüne bak; bu, baş kaldıran (serkeşlik eden) nefsini yatıştırır; kibrini, gururunu giderir; dağılıp giden aklını başına getirir. Sakın Allah’ın azametiyle boy ölçüşmeye, kendi gücünü ve kuvvetini O’nun kudretine benzetmeye kalkışma. Çünkü Allah, her zorbayı zelil eder ve kibirlenip büyüklük taslayanı alçaltır...”[1]

Yemek Yerken...

2- “Yemek yerken Allah’ı çok anın, konuşmayın. Çünkü yemek, Allah’ın nimet ve rızklarından biridir; şükrü ve hamdı ise size farzdır. Nimet elinizden çıkmadan, ona iyi davranın (kadrini bilin şükrünü yerine getirin); zira nimet (sahibinden) ayrılır ve sahibinin kendisine nasıl muamele ettiğine dair şahadet eder. Kim Allah’ın az rızkına razı olursa, Allah da onun az ameline razı olur.”[2]

Kur’ân’la Beraber Olan...

3- “Kur’ân’la oturan bir kimse kalktığında mutlaka bir fazlalık veya bir eksiklikle kalkar; hidayeti fazlalaşır veya körlüğü azalır. Şunu da bilin ki Kur’ân’la olan kimsenin bir ihtiyacı kalmaz, Kur’ân’dan ayrılanın ise bir zenginliği olmaz.”[3]

Razı Olmak!

4- “Bir toplumun yaptığına razı olan, o işe katkısı olanlardan sayılır; Batıl işte bizzat bulunan kimsenin iki suçu vardır, o işi işlemek suçu ve o işe razı olmak suçu.”[4]

Dört Direk Üstünde Durur!

5- İmandan sorduklarında şöyle buyurdu:
“İman dört direk üstünde durur: Sabır, yakin, adalet, cihat. Sabır dört kısımdır: Özlem, korku, çekinmek, hazırda durmak. Cenneti özleyen, nefsani dileklerden vazgeçer; cehennemden korkan, haramlardan çekinir, dünyada çekinen dünya musibetlerini hiçe sayar; ölüme karşı hazırda duransa hayırlı işlere koşar.
Cihat da dört kısımdır: İyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak, mücadele sahalarında sıdk ile direnmek, hakka uymayanlara kin beslemek. İyiliği emretmek, müminlerin bellerini güçlendirir; kötülükten sakındırmak, kafirlerin burunlarını toprağa sürter; mücadele sahalarında sıdk ile direnen, kendi vazifesini yapar; hakka uymayanlara kin besleyen ve Allah için kızan ise öyle bir hale (makama) erir ki, Allah onun için (onun düşmanlarına) kızar ve kıyamet günü onu razı eder.”[5]

Cennet Kapılarından Bir Kapı!

6- “Cihat, cennetin kapılarından bir kapıdır; Allah onu ancak özel kullarının yüzüne açmıştır. Cihat takva elbisesi, Allah’ın sağlam zırhı ve güvenilir kalkanıdır. Kim cihadı terk ederse, Allah ona zillet elbisesini giydirir.”[6]

Hakla Batılın Karışması!

7- “Gerçekten de fitneler, heva ve heveslere uymakla ve Allah’ın kitabına ters düşen hükümlerin bid’at olarak çıkarılmasıyla başlar. Bu işlerde insanlar diğer insanlara Allah’ın dini dışında hüküm sürer. Batıl haktan tam ayrılsaydı, arayanlara gizli kalmazdı; eğer hak da batıla karıştırılmaktan kurtulsaydı, düşmanların dili ondan kesilirdi. Fakat bundan (haktan) bir demet, ondan (batıldan) da bir demet alınıp sonra birbirine karıştırılıyor, böyle olduğunda da şeytan kendi dostlarına musallat oluyor; sadece Allah’ın önceden kendilerine bir lütufta bulunduğu kimseler kurtuluyor.”[7]

Önce Hakkı Tanı!

8- “Allah’ın dini kişilerle tanınmaz; hakkın nişaneleriyle tanınır. Öyleyse hakkı tanı, hakka uyanları tanırsın.”[8]

Hür Yaratılmışsın!

9- “Sakın başkasının kölesi olma; çünkü Allah seni hür yaratmıştır.”[9]

İyiliği Emretmek

10-“İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, ne insanın ecelini yaklaştırır ve ne de rızkını azaltır; ama sevabı artırır ve mükafatı çoğaltır. Bunlardan daha faziletli olan ise zalim bir yönetici karşısında adaletli bir söz söylemektir.”[10]

Güzel Ceza!

11- “İyi ve yumuşak davranışla ıslah olmayan kimseyi, güzel ceza ıslah eder.”[11]

Bel Kıran Kimseler!

12- “Belimi iki adam kırmıştır; konuşmasını bilen fasıkla şuursuz abit. O diliyle fasıklığını örtüyor ve bu da ibadetiyle cehaletini. Fasık alimlerle cahil abitlerden korkun! Aldananları bunlar aldatır. Ben Hz. Resulullah’tan duydum şöyle buyuruyordu: “Ey Ali! ümmetimin helak oluşu, dilli münafıkların eliyledir.”[12]

Aynı Seviyede Olmamalı!

13- “İyi insanla kötü insan senin yanında aynı seviyede olmamalıdır. Çünkü bu, iyileri iyilik yapmaktan soğutur; kötüleri de kötülük yapmaya sevkeder.”[13]

Dine Ait Bir Şeyi Terk Ederlerse!

14- “İnsanlar dünyalarını düzene sokmak için dinlerine ait bir şeyi terk ettiler mi, Allah ondan daha zararlı bir şeyi onların yüzüne açar.”[14]

Dünya!

15- “Dünya, körün gözünün işlediği son yerdir, ondan ötesini göremez; ama gözü sağlam olan bakışını ondan öteye vardırır ve ebedi evin (gerçek barınağın) onun ötesinde olduğunu anlar. Öyleyse gözü olan ona göz dikmez; kör olan ise ona göz diker; gözü olan ondan azık toplar, kör olan ise ona azık toplar.”[15]

Kendini Ölçü Yap!

16- “Kendini, kendinle diğerleri arasındaki şeylerde ölçü yap; kendin için sevdiğini başkaları için de sev; kendin için sevmediğini başkaları için de sevme; sana zulüm yapılmasını sevmediğin gibi sen de zulüm yapma; kendine iyilik yapılmasını sevdiğin gibi, sen de iyilik yap; diğerlerine kötü saydığın şeyleri kendine de kötü say; insanların senden olana razı olmasını istediğin gibi sen de onlardan olana razı ol; bilmediğini söyleme; hatta her bildiğini de söyleme; sana söylenmesini istemediğin şeyi diğerlerine söyleme.”[16]

Ey Oğlum!

17- “Ey oğlum, tefekkür nur, gaflet zulmet, cehalet ise sapıklıktır. Mutlu, başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep en iyi mirastır. Güzel ahlak en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte bereket (bolluk) olmadığı gibi fısk-u fücurda da zenginlik olmaz.”[17]

Çok Konuşan!

18- “Çok konuşan çok hata yapar, çok hata yapanın hayası az olur, hayası az olanın günahtan çekinişi azalır, günahtan az çekinenin kalbi ölür, kalbi ölen kimse ise ateşe girer.”[18]

Söyleyene Bakma!

19- “Söyleyene bakma, söylediğine bak.”[19]

Bütün Hayırlar...

20- “Bütün hayırlar üç şeyde toplanmıştır: Bakış, susma ve konuşma. İbret almak için olmayan her bakış boştur; fikirle birlikte olmayan her susma gaflettir; içerisinde zikir olmayan her konuşma faydasızdır. Ne mutlu bakışı ibret, susması fikir, konuşması zikir, hatalarına ağlayan ve eziyet etmeyeceğinden insanların emin oldukları kimseye.”[20]

Oğul ve Baba Hakları

21- “Oğulun, babanın boynunda hakkı vardır; babanın da oğlun boynunda hakkı vardır. Babanın oğlun boynundaki hakkı, Allah’a karşı günah olmayan her şeyde ona itaat etmesidir; oğlun babanın boynundaki hakkı ise oğluna güzel isim koyması, onu iyi terbiye etmesi ve ona Kur’ân’ı öğretmesidir.”[21]

Dünya Nedir?

22- “Dünya, onunla doğru davranana doğruluk yurdudur; ondan bir şey anlayana kurtuluş evidir, ondan azık toplayana zenginlik diyarıdır. Dünya, Allah peygamberlerinin mescidi, vahyinin iniş yeri, meleklerinin namazgahı, dostlarının ticaret yurdudur; orada rahmet elde eder ve cenneti kazanırlar. Dünya, ayrılacağını bildirdiği, uzaklaşacağından haber verdiği ve kendisinin faniliğini anlattığı halde onu kınayan kimdir? Dünya neşesiyle onları neşeye teşvik etmiştir, belasıyla beladan korkutmuştur; bazen korkutmuş, bazen sakındırmıştır; bazen meyillendirmiş, bazen inzar etmiştir. Öyleyse ey dünyayı kınayan ve dünyanın aldatmasına kapılan, ne vakit dünya aldattı seni? Toprağa atıp çürüttüğü babalarının helak oldukları yerlerle mi aldattı seni; yoksa yer altına attığı analarının yattığı yerlerle mi kandırdı seni?!”[22]

En Korkunç İki Şey!

23- “Sizin için korktuğum şeylerin en korkuncu iki şeydir; heva ve hevese uymak ve uzun dileklere kapılmak. Heva ve hevese uymak insanı haktan alıkoyar; uzun dileklere kapılmak ise ahireti unutturur.”[23]

Kim Dini İçin Çalışırsa!

24- “Kim gizlideki durumunu düzeltirse, Allah onun açıktaki durumunu düzeltir. Kim dini için çalışırsa, Allah dünyasını temin eder. Kim kendisiyle Allah arasında olanı güzelleştirirse, Allah onunla insanlar arasında olanı güzelleştirir.”[24]

Ailen Allah’ın Dostlarıysa!

25- “Bütün işin, ailen ve çocukların için uğraşmak olmasın; çünkü ailen ve çocukların Allah’ın dostlarıysa Allah dostlarını kaybetmez, eğer Allah’ın düşmanlarıysa niçin Allah’ın düşmanları için bu kadar çalışıp durasın?”[25]

Kim Bilmek İstiyorsa!

26- “Kim Allah katında makamının nasıl olduğunu bilmek istiyorsa, günah işlediği zaman Allah’ın kendi yanındaki makamının nasıl olduğuna baksın.”[26]

Yüzünün Suyu Donmuştur!

27- “Yüzünün suyu donmuştur; ancak bir şey istersen yumuşar, sızıp damlamaya başlar. Öyleyse kime yüz suyu döktüğüne dikkat et.”[27]

Yakışır mı Hiç!

28- “İnsan oğluna kibirlenmek yakışır mı hiç? Dün bir meni parçasıydı, yarın bir leş olacak...”[28]

Gerçek Fakih

29- “Gerçek fakihin (din aliminin) kim olduğunu size söyleyeyim mi? Gerçek fakih, insanların Allah’a isyan etmesine müsaade etmeyen, onları Allah’ın rahmetinden ümitsizleştirmeyen, onları Allah’ın azabına karşı emin kılmayan ve Kur’ân’ı bırakıp başka şeylere yönelmeyen kimsedir. Bilinçsiz ibadette, fikirsiz ilimde, tedebbür (dikkat ve tefekkür) edilmeyen kıraatte hayır yoktur.”[29]

Maceralar Anlatmakla...

30- “Günlerinizi maceralar anlatmak, şöyle böyle yaptım demekle geçirmeyiniz. Çünkü amellerinizi koruyan muhafızlar sizinle bilirliktedir. Allah’ı, her yerde anın. Peygamber (s.a.a)’e ve Ehl-i Beyt’ine salavat getirin. Zira Allah-u Teala, O Hazreti andığınızda ve O’na saygıda bulunduğunuzda duanızı kabul eder.”[30]

Takvalı Kimseler

31- “Gerçekten takvalı kimseler, hem geçici dünyanın nimetlerinden yararlandılar, hem de ahirette verilecek nimetleri kazandılar; dünya ehlinin dünyasına ortak oldular, ama dünya ehli onların ahiretinde onlara ortak olamadı.”[31]

Yalanı Terk Etmedikçe!

32- “Bir insan, ciddi veya şaka olan her türlü yalanı terk etmedikçe imanın tadını alamaz.”[32]

Hem Dini Hem de Ahireti!

33- “Eğer dinini dünyaya tabi kılarsan, hem dinini hem de dünyanı bozar ve ahirette zarara uğrayanlardan olursun; ama dünyanı ahiretine tabi kılarsan, hem dinini, hem de ahiretini korur ve ahirette kurtuluşa erenlerden olursun.”[33]

Yılana Benzer!

34- “Dünya, insanın elinin altında yumuşak olan ama içinde öldürücü zehir bulunan bir yılana benzer; aldanan bilgisiz ona meyleder, akıllı kişiyse ondan çekinir.”[34]

İnsanlar Üç Kısımdır

35- “Ey Kumeyl, bu kalpler kaptırlar, bunların en iyisi daha geniş olanıdır. Öyleyse söylediklerimi koru. İnsanlar üç kısımdır: Ya rabbani alimdir, ya kurtuluş için öğrenendir, ya da her sesin peşice giden ve her rüzgara kapılan ahmak kimselerdir ki, bunlar ne ilim nuruyla aydınlanmış, ne de sağlam bir direğe sığınmışlardır.”[35]

Bir Şeyi Elde Etmek İçin...

36- “Size beş şey vasiyet ediyorum, eğer onları elde etmek için develere binip seferlere düşseniz de değer mi değer: Hiçbiriniz Rabbinden başkasından bir şey ummasın, günahından başka bir şeyden korkmasın, sizden birinize bilmediği bir şey sorulduğunda “bilmiyorum” demeye utanmasın; hiçbiriniz bilmediği bir şeyi öğrenmekten çekinmesin. Sabredin, çünkü sabır imana nispetle cesetteki baş gibidir; başı olmayan bedende hayır olmadığı gibi sabrı olmayan imanda da hayır yoktur.”[36]

Öyle Kaynaşın Ki...

37- “İnsanlarla öyle kaynaşın ki, öldüğünüzde ağlasınlar size; sağ kaldığınızda ise özlesinler sizi.”[37]

Amelsiz Dua Eden!

38- “Amelsiz dua (veya davet) eden, yaysız ok atmak isteyen kişiye benzer.”[38]

Amelle Kazanılır!

39- “Cennet, amelle kazanılır; emelle değil.”[39]

Horlanarak Cennete Girmek!

40- “Müminin ayıpları ortaya çıkıp horlanarak cennete girmesi ne de kötüdür. İşlediğiniz günahlarınızın affedilmesi için kıyamet günü size şefaat dilemekten dolayı bizi zahmete düşürmeyin. Kıyamet günü kendinizi düşmanlarınızın yanında utandırmayın. Allah katındaki makamınızı bırakıp bu değersiz dünyaya kapılarak kendinizi tekzip etmeyin.”[40]
_________________________________
Kaynakça:
[1] - Tuhaf’ul- Ukul, s.239.
[2] - Tuhaf’ul- Ukul, s.189.
[3] - El-Hayat, c.2, s.101.
[4] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih), s.499.
[5] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.473.
[6] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.69.
[7] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih)s.88.
[8] - Bihar’ul- Envar, c.68, s.120.
[9] - Gurer’ul- Hikem, Fasıl 85, Hadis: 219.
[10] - Gurer’ul- Hikem, Fasıl 8, Hadis 272.
[11] - Gurer’ul- Hikem, Fasıl 77, Hadis 547.
[12] - El-Hayat, c.2, s.337.
[13] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.430.
[14] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.487.
[15] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.191.
[16] - Tuhaf’ul- Ukul, s.135.
[17] - Tuhaf’ul- Ukul, s.159.
[18] - Tuhaf’ul- Ukul, s.157.
[19] - Gurer’ul- Hikem, Fasıl 85, Hadis 40.
[20] - Tuhaf’ul- Ukul, s.421.
[21] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.546.
[22] - Bihar’ul- Envar, c.77, s.418.
[23] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.83
[24] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.551.
[25] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.536.
[26] - Tuhaf’ul- Ukul, s.189.
[27] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.535.
[28] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.555.
[29] - Bihar’ul- Envar, c.78, s.41.
[30] - Tuhaf’ul- Ukul, s.181.
[31] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.383.
[32] - Usul’ul- Kafi, c.2, s.340.
[33] - Gurer’ul- Hikem, Fasıl 10, Hadis 44.
[34] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.489.
[35] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.495.
[36] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.482.
[37] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.470.
[38] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s.434.
[39] - Gurer’ul- Hikem, Fasıl 18, Hadis 119.
[40] - Tuhaf’ul- Ukul, s.183.
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:49 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

İbretli Öyküler

Mesaj gönderen f_altan »

İBRETLİ ÖYKÜLER

F. Altan


1- Hz. Ali (a.s)’ın, Kendi Katiline Karşı Şefkat Ve Merhameti

Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s), İbn-i Mülcem’in eliyle bir kılıç darbesi aldıktan sonra, darbenin şiddetinden dolayı bir müddet bayıldı. Ayıldıktan sonra İmam Hasan (a.s) bir kapta babasına süt getirdi. İmam Ali (a.s) sütten biraz içtikten sonra geri kalanı İmam Hasan’a vererek şöyle buyurdu: “Bu sütü esirinize (yani İbn-i Mülcem’e) verin.”
Daha sonra buyurdular ki: “Oğlum! Sana olan hakkım hürmetine yenilecek ve içeceklerin en iyisinden ona verin. Ben ölünceye kadar ona karşı iyi davranın. Yediğiniz şeylerden ona yedirin, içtiğiniz şeylerden de ona içirin.”
Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın verdiği sütü İbn-i Mülcem’e götürdüler ve o (lanetli) de onu alıp içti.[1]

2- İslamî Adabı Riayet Etmek

Bir gün Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s), hilafeti döneminde Kufe’nin dışında İslam’ın sığınağında yaşayan zimmi (Yahudi veya Hıristiyan) birisiyle yol arkadaşı oldu.
Zimmi adam: “Ey Allah’ın kulu! Nereye gidiyorsun” dedi.
Hz. Ali (a.s): “Kufe’ye” buyurdular.
Her ikisi kavşağa kadar birlikte yola devam ettiler. Zimmi şahıs kavşağa yetiştiğinde ayrılıp kendi yoluna gitmek istediğinde, Müslüman arkadaşının da Kufe yoluna gitmeyip onunla beraber geldiğini gördü.
Zimmi adam: “Sizin kendiniz, Kufe’ye gideceğinizi söylemediniz mi?” diye sordu.
Hz. Ali (a.s): “Evet, söyledim” buyurdu.
Zimmi adam: “Siz Kufe yolundan gitmediniz, Kufe yolu öteki yoldur” dedi.
Hz. Ali (a.s): “Farkındayım, ama en iyi arkadaşlık, arkadaşı ayrıldığında onu birkaç adım uğurlamaktır. Peygamberimiz bize böyle emretmiştir. İşte bundan dolayı birkaç adım seni uğurlamak istiyorum. Daha sonra kendi yoluma döneceğim” diye buyurdu.
Zimmi adam: “Sizin peygamberiniz böyle mi emretmiştir?” diye sordu.
Hz. Ali (a.s): “Evet” buyurdu.
Zimmi adam: “Peygamberinizin dininin dünyaya böyle bir hızla yayılması ve böyle çok takipçiler bulması, kesinlikle onun bu güzel ahlakından dolayıdır” dedi.
Zimmi adam Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’la birlikte Kufe’ye döndü. O’nun, müslümanların halifesi olduğunu öğrenince Müslüman olduğunu açıklayarak şöyle dedi: “Sen şahit ol ki, ben sizin dininiz üzereyim.”[2]

3- Yamalı Ayakkabıdan Daha Değersiz Bir Hükümet

Hz. Ali (a.s), İslam ordusuyla birlikte ahdi bozan muhalifleri ezmek için Basra’ya doğru hareket ettiler. Basra’nın yakınlarında “Zîkar” denen bir yere ulaştıklarında, yorgunluklarını gidermek ve orduyu savaşa hazırlamak için onlara oturup dinlenme emri verdi.
Abdullah bin Abbas şöyle diyor:
“Ben orada Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’ın huzuruna vardığımda, Hazretin, (ordu komutanı ve müslümanların reisi olmasına rağmen) kendi ayakkabısını yamadığını gördüm.
Hz. Ali (a.s) bana dönerek şöyle buyurdular: “İbn- i Abbas! Bu ayakkabının değeri ne kadar olabilir?
Ben dedim ki: “Bunun hiçbir değeri yoktur.”
Buyurdular ki: “Allah’a and olsun ki, bu değersiz ayakkabı size hükümet ve önderlik etmekten bana daha sevimlidir. Bu hükümet ve önderlikle hakkı diriltip batılı yok edersem o başka.”[3]
(Evet bir hükümetin değeri, hakkı diriltmeğe batılı ise yok etmeğe bağlıdır. Aksi takdirde ne değeri olabilir ki!)

4- Benden Sorun!

Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s) halka konuşma yaptıklarında şöyle buyurdular:
“Ey insanlar! Sizin aranızdan ayrılmadan önce, bana ne sormak isterseniz sorun. Allah’a and olsun ki, sorduğunuz her soruya cevap vereceğim.”
Bu sırada Sa’d bin Vakkas ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey Emir’ul-Muminin! Benim baş ve sakalımda ne kadar kıl var?”
Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Allah’a and olsun ki, habibim Resulullah (s.a.a) senin bu soruyu benden soracağını bana haber vermiştir! Senin başındaki her kılın altında sana lanet eden bir melek ve sakalının her kılı altında da seni tahrik eden bir şeytan vardır. Senin evinde de Resulullah (s.a.a)’in torunu Hüseyin’i öldürecek bir çocuk (Ömer bin Sa’d) vardır! Bunun nişanesi ise, söylediğim şeyin mısdakıdır.”
Ömer bin Sa’d o zaman elleri ve karnı üzerinde emekliyordu. Hz. Hüseyin (a.s) kıyam ettiğinde Ömer bin Sa’d Hz. Hüseyin (a.s)’ı öldürmeyi üstlendi ve sonuç Hz. Ali (a.s)’ın buyurduğu gibi oldu.[4]

5- Yaşayışta Orta Halli Olmak

Ala bin Zeyd, Hz. Ali (a.s)’ın Basra’daki zengin ashabından biri idi. Hasta olduğundan dolayı Hz. Ali (a.s) onun ziyaretine gitti. Evinin genişliği ve güzelliği İmam (a.s)’ın dikkatini çekti. O bu işinde israf yapmıştı.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ey Ala! Bu büyüklükteki evi dünyada ne yapacaksın? Oysa sen ahirette böyle bir eve daha muhtaçsın. (Çünkü bu evde birkaç günden fazla kalmayacaksın. Ahirette de böyle geniş evinin olmasını istiyorsan, bu evde misafir ağırla, akrabalara ihsanda bulun, ilahi ve dini kardeşlerinin hakkını öde. Bu işleri yapmış olursan, Allah-u Teala diğer dünyada bu ev gibi sana geniş ev verir.”
Ala: “Senin emirlerine uyacağım” dedi. Sonra şöyle arz etti: “Ey Emir’ul-Muminin! Ben kardeşim Asim’den şikayetçiyim.”
İmam (a.s): “Neden, ne yapmıştır?” diye sordu.
Ala cevaben şöyle dedi: “Rahat olmayan giymiş, dünyadan koparak inzivaya çekilmiş, yaşantıyı kendisiyle ailesine zorlaştırmıştır.
İmam (a.s): “Onu benim yanıma getirin” diye emretti.
Asim’i getirdiklerinde Emir’ul-Muminin Ali (a.s) yüzünü ekşiterek şöyle buyurdular:
“Ey kendi nefsinin düşmanı! Şeytan aklını çalarak seni bu yola sürüklemiştir. Kendi çoluk çocuğundan utanmıyor musun? Neden çocuklarına merhamet etmiyorsun? Tertemiz rızkları sana helal eden Allah’ın onlardan yararlanmanı istemediğini mi zannediyorsun? Sen Allah katında böyle bir düşünceden daha düşüksün.”
Asim: “Ey Emir’ul-Muminin! Sen neden kuru ve katıksız ekmek yiyor ve rahat olmayan elbise giyiyorsun? Ben sana uymuşum” dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Yazıklar olsun sana! Ben senin gibi değilim, benim başka bir vazifem vardır. Çünkü ben müslümanların önderiyim. Ben yiyecek ve giyeceğimi, fakirlerin fakirliğin zorluk ve meşakkatine tahammül etmeleri için onların yiyecek ve giyeceklerinin haddine indirmeliyim. Bu benim önderlik vazifemdir. Ama senin böyle bir vazifen yoktur.”
Asim, İmam (a.s)’ın sözlerinden sonra normal elbisesini giyip kendi işiyle meşgul oldu.[5]

6- Enuvşirevan’ın Kafatası Konuşuyor!

Hz. Ali (a.s)’a, Muaviye’nin büyük bir orduyla İslam topraklarına saldırmak istediği haberi verildiğinde İmam (a.s) düşmanlara karşı koymak için güçlü bir orduyla Kufe’den dışarı çıkarak Sıffin’e doğru hareket ettiler. Sıffin’e hareket ederken, yollarının üzerinde bulunan (Sasani Padişahlarının başkenti olan) Medain şehrine uğrayıp Kesra sarayına girdiler.
Hz. Ali (a.s) namazı kıldıktan sonra bir grup ashabıyla birlikte Enovşirevan sarayının viranelerini gezmekle meşgul oldular. Sarayın her bölümüne ulaştıklarında, Hz. Ali (a.s), orada yapılan işleri ashabına açıklıyordu; öyle ki, Hazretin bu izahı ashabın şaşkınlığına yol açtı. Bu yüzden onlardan biri şöyle dedi:
“Ya Emir’el- Muminin! Sarayın durumunu öyle bir şekilde anlatıyorsunuz ki, sanki uzun bir süre burada yaşamışsınız!”
Sarayın salonlarını gezerlerken Hz. Ali (a.s) harabenin kenarında çürümüş bir kafatası görünce ashabından birine: “Onu götür ve benimle birlikte gel!” diye buyurdular.
Daha sonra Hz. Ali (a.s) Medain sarayının eyvanına gelerek orada oturdu. Bir leğen getirmelerini, onun içerisine bir miktar su dökmelerini ve o kafatasını leğenin içerisine bırakmalarını emretti. Kafatasını getiren adam da onu o leğenin içerisine bıraktı.
Bu esnada Hz. Ali (a.s) kafatasına hitaben şöyle buyurdular: “Ey Kafatası! Allah aşkına söyle bakalım; ben kimim ve sen kimsin?”
Kafatası açık bir ifadeyle şöyle dedi: “Sen, Müminlerin emiri, vasilerin efendisi ve muttakilerin liderisin; ben ise, Allah’ın kullarından bir kulum.”
Hz. Ali (a.s): “Durumun nasıldır?” diye sordu.
Kafa tası cevaben şöyle dedi:
“Ey Emir’el- Muminin! Ben adaletli bir padişahtım, elimin altındakilere şefkatli ve merhametliydim. Hükümetimde kimseye zulüm yapılmasına razı olmazdım. Ama Mecusi (ateşe tapan) dindeydim. İslam Peygamberi dünyaya geldiği zaman, benim sarayım yarıldı. Peygamberliğe seçildiğinde, İslam’ı kabul etmek istedim ama, saltanat sevgisi beni iman ve İslam’dan alıkoydu. Fakat şimdi pişmanım. Keşke ben de iman etmiş olsaydım. Şimdi ben cennetten mahrumum. Ama adaletimden dolayı cehennem ateşinden de güvendeyim. Ey Emir’el- Muminin! Vay benim halime! Eğer iman etmiş olsaydım, ben de seninle olurdum.”
Enovşirevan’ın çürümüş kafatasının sözleri öyle yürek yakıcıydı ki, o sözleri duyan herkes etkilenerek yüksek sesle ağlamaya başladılar.[6]
(İnşaallah bizler, ölüm yetişmeden önce kurtuluş fikrinde oluruz.)

7- Günahın Tedavisi

Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’ın muhlis ashabından biri olan Kumeyl şöyle diyor:
Bir gün İmam (a.s)’a: “Ey Emir’el- Müminin! Bir kul günah yapıyor, sonra da mağfiret diliyor. Acaba mağfiret dilemenin haddi (gerçeği) nedir?” diye sordum.
İmam (a.s): “Ey Kumeyl! Mağfiret dilemenin haddi tövbedir?” buyurdular.
Kumeyl: “Sadece bu kadar mı?”
İmam (a.s): “Hayır!”
Kumeyl: “Nasıldır öyleyse?”
İmam (a.s): “Kul bir günah işlediğinde, tahrik ile “Esteğfirullah” (Allah’dan bağış diliyorum) diyor.”
Kumeyl: “Tahrik nedir?”
İmam (a.s): “Dil ve dudakları, hakikati peşinden getirmek kastıyla hareket ettirmektir.”
Kumeyl: “Hakikat nedir?”
İmam (a.s): “Kalple tasdik etmek (samimi bir kalple mağfiret dilemek) ve mağfiret dilediği günahı tekrarlamamaya karar vermektir.”
Kumeyl: “Bunları yaparsam mağfiret dileyenlerden sayılır mıyım?”
İmam (a.s): “Hayır!”
Kumeyl: “Neden?”
İmam (a.s): “Çünkü sen henüz mağfiret dilemenin aslına ulaşmamışsın.”
Kumeyl: “Mağfiret dilemenin aslı nedir?”
İmam (a.s): “Günahtan tövbe etmektir. İşte bu, ibadet edenlerin ilk derecesidir; bir de ileride her çeşit günahtan kaçınmaya karar vermektir.
Mağfiret dileme altı mananın gerçekleşmesiyle olur:
Geçmiş (günahlara) karşı pişmanlık duymak.
Günahı, ebedi olarak terk etmeye karar vermek.
Kendinle diğer yaratıklar arasında bulunan hakları eda etmek.
Bütün farzlarda, Allah’ın hakkını ödemek.
Haramdan biten etleri, deri kemiğe yapışacak derecede eriterek yerine (helalden biten) et meydana getirmek (vücudu helal yoldan geliştirmek).
Vücuda, günahın tadını tattırdığı gibi, ona itaat etmenin de zorluk ve acısını tattırmak.”[7]

8- Hz. Ali (a.s) Adaletten Söz Ediyor

Hz. Ali (a.s) Beyt’ül- Malı bölerken fark koymaksızın onu halk arasında eşit olarak bölüyordu. Hz. Ali’nin bu tutumu bazı kimseleri rahatsız etmişti, bundan dolayı bir çokları da Muaviye’nin yanında yer almışlardı.
Hz. Ali’nin dostlarından bazıları Hazretin huzuruna varıp şöyle dediler: Eğer siyasetçi kimseleri iş başına getirir ve onları başkalarına tercih etmiş olursunsa, işlerin ilerlemesi için daha uygun olur.
Hz. Ali (a.s) onların bu önerisinden sinirlenip şöyle buyurdular:
“Acaba hükümetim altındaki insanlara zulmederek bu vesileyle kendi çevremde dostlar toplamamı mı bana öneriyorsunuz ? Allah’a ant olsun ki yer ve gök var olduğu müddetçe bu işi yapmayacağım. Eğer mal kendimin olsaydı onu eşit olarak bölerdim, nerede kaldı ki mal Allah’ın malıdır !”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Eğer bir kimse, iyi bir işi yerinde yapmazsa, bir kaç gün gönlü karanlık kimselerin yanında övülebilir, onların kalbinde sevgi oluşturabilir. Fakat kötü bir hadiseyle karşılaşınca ve onların yardımına muhtaç olduğu zaman dünya malı ve makamı için sana sevgi duyan kimseler, seni en fazla kınayan ve sana karşı en kötü dostlardan olurlar.” [8]

9- Yabis Vadisinde Ne Geçti?

Ebu Besir diyor ki, Hz. Sadık (a.s)’a: “Adiyat suresindeki geçen Yabis (Kumsal çöl) Vadisinin macerası ve Hicri 8. Yılda (o mekanda) İslam ordusunun kahramanlıklarıyla ilgili olay nedir? dediğimde İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdular:
“Yabis çölünün halkı on iki bin süvari nizam idi, ölüm anına kadar Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s)’a karşı savaşacaklarına dair ahdedip el ele verdiler.
Cebrail onların bu antlaşmasını Resulullah’a haber verdi. Resullullah (s.a.a) de Ebu bekri, daha sonra Ömer’i bir orduyla onlara doğru gönderdi. Bunlar bir netice elde etmeksizin geri dönüyorlar.
Peygamber (s.a.a) bu kez Hz. Ali’yi, muhacir ve ensardan oluşan dört bin kişiyle Yabis Vadisine doğru gönderiyor. Hz. Ali (a.s), ordusuyla birlikte Yabis Vadisi’ne doğru hareket etti. İslam ordusunun Hz. Ali’nin komutasında onlara doğru yürüdüğü düşmana bildirildi. Düşman silahçılarından iki yüz kişi savaş alanına doğru koştular. Hz. Ali (a.s) da bir grup ashabıyla birlikte onlara doğru yürüdü. Düşmana ulaştıklarında onların tarafından: “Siz kimsiniz, nereden gelmişsiniz, ne yapmak istiyorsunuz ?” diye soruyorlar.
Hz. Ali (a.s) onların cevabında şöyle buyurdu:
“Ben Resulullah’ın amcasının oğlu, Onun kardeşi ve elçisi Ebu Talip oğlu Ali’yim, sizi, Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman etmenizi davet ediyorum, eğer iman ederseniz yorar ve zararda Müslümanlarla ortak olursunuz.”
Onlar Hz. Ali’nin sözüne karşılık şöyle dediler:
“Senin sözünü işittik, savaşa hazır ol ve bil ki, biz seni ve ashabını öldüreceğiz! Bizim vaadimiz yarın sabahtır.”
Hz. Ali (a.s) da onlara cevaben şöyle buyurdu:
“Yazıklar olsun size, beni ordunuzun çok olmasıyla mı tehdit ediyorsunuz? Bilin ki, biz Allah’tan, meleklerden ve Müslümanlardan sizin aleyhinize yardım alacağız. Yüce Allah’ın gücünden başka bir güç ve kudret yoktur.”
Düşman kendi yerine dönüp mevzisini pekinleştirdi. Hz. Ali (a.s) da ordusuna dönüp savaşa hazırlanmaya koyuldu. Hz. Ali (a.s) Müslümanlara, gece vakti bineklerinin cihazlarını hazırlamalarını, kuşanmalarını ve sabah erken düşmana saldırmak için hazır bir vaziyette olmalarını emretti.
Sabah şafağı söktüğünde Ali (a.s) ordusuyla birlikte namaz kılıp düşmana saldırdılar. Düşman öyle gafil avlandı ki, Müslümanların onlara nereden saldırdığını anlayamadı. İslam ordusunun geride kalanı henüz yetişmemişken onlardan çoğu öldürülüp neticede bir çokları da esir alındı ve malları ise Müslümanların eline geçti.
Cebrail-i Emin, Hz. Ali ve İslam ordusunun muzaffer olduğunu Hz. Peygambere haber verdi. Resulullah (s.a.a) minbere çıkıp Allah’a hamt ettikten sonra Müslümanların düşmana galip olduğunu ve İslam ordusundan sadece iki kişinin şahadete eriştiğini halka duyurdu.
Daha sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı Medine’den çıkıp Hz. Ali’yi istikbal etmeğe koştular. Medine’nin bir fersahlığında Hz. Ali’nin ordusuyla karşılaşıp onlara hoş geldiniz dediler. Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’i görünce bineğinden aşağı indi, Peygamber (s.a.a) de bineğinden aşağı inip Hz. Ali’nin alnından öptü. İslam ordusunun istikbaline gelen Müslümanlar da Hz. Peygamber gibi Hz. Ali’yi kutlayıp bu fethi tebrik ettiler, düşmandan elde edilen bolca ganimeti ve esirleri görerek daha çok sevindiler.
Bu esnada Cebrail-i Emin gök yüzüne inerek ve bu zaferden dolayı “Âdiyât” suresini Resulullah’a getirdi:
“Soluk soluğa koşan atlara ant olsun, (tırnaklarıyla) ateş çakıp saçanlara, sabah vakti baskın yapanlara, derken orada tozu dumana katanlara, bununla bir (düşman) topluluğun orta yerine kadar dalanlara...”
Peygamber (s.a.a)’in gözlerinden sevinç yaşları boşandı, işte burada o meşhur sözü Hz. Ali’ye buyurdular:
“Eğer ümmetimden bir grubun, Hıristiyanların Hz. İsa hakkında dedikleri söz gibi senin hakkında söylemesinden korkmasaydım, senin hakkında öyle bir söz söylerdim ki, her nereden geçseydin ayağının altındaki toprağı götürür onunla teberrük ederlerdi!” [9]

10- Resulullah’dan Duymamışsam Dilsiz Olayım!

Ebu Müslim şöyle diyor:
Bir gün ben, Hasan-ı Basri ve Enes bin Malik birlikte Ümmü Seleme’nin ( Peygamberin zevcesi) evine gittik. Enes evin kapısı önünde oturarak içeri girmedi. Ama benle Hasan-ı Basri içeriye geçtik. Hasan-ı Basri Ümmü Seleme’ye selam verdi, o da de selamın cevabını verdi.
Daha sonra Ümmü Seleme: “Evladım sen kimsin?” diye sordu.
Hasan-ı Basri: “Ben Hasan-ı Basri’yim.”
Ümmü Seleme: “Ne için gelmişsin?”
Hasan-ı Basri: “Resulullah (s.a.a)’in Ali bin Ebu Talib hakkındaki hadisini bana söylemen için gelmişim.”
Ümmü Seleme: “Allah’a ant olsun ki, bu iki kulağımla Peygamber’den duyduğum bir hadisi sana söyleyeceğim; eğer yalan söylemiş olursam sağır olayım! Bu iki gözümle gördüm, görmemiş isem kör olayım! Kalbim onu almıştır, eğer buna tanıklık etmese Allah onu mühürlesin! Eğer Resulullah (s.a.a)’den duymamış ise dilsiz olayım. Resulullah (s.a.a) Ali bin Ebu Talib’e şöyle buyurdular:
“Ya Ali! Kim kıyamet günü Allah’ın huzurunda hazır olduğu gün senin velayetini inkar ederse, müşrik ve puta tapanların safında yer almış olacaktır.”
Hasan-ı Basri bu hadisi duyunca şöyle dedi:
“Allâh-u Ekber, tanıklık ediyorum ki, gerçekten Ali bin Ebu Talib benim ve bütün müminlerin mevlasıdır.”
Ümmü Seleme’nin evinden dışarı çıktığımızda, Enes bin Malik, Hasan-ı Basri’ye; Neden tekbir getirdin?diye sordu. O da sebebini ona açıkladı. Bunun üzerine Peygamber’in hizmetçisi Enes bin Malik şöyle dedi: “Bu Hadisi, Resulullah (s.a.a) üç, dört defa buyurmuştur.”[10]

11- Hz. Ali (a.s) Ve Bet’ul-Mal

Zazan şöyle naklediyor:
Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti döneminde Beyt’ul Mal’a ait bir çok mallar Kufe’ye geliyordu. Hz. Ali (a.s)’ın hizmetçisi Kanber, Beyt’ul-Mal’dan bir kaç altın ve gümüş kap İmam (a.s)’ın huzuruna getirip şöyle dedi:
“Bütün ganimetleri taksim ettin, ama onlardan kendin için hiçbir şey götürmedin! Bundan dolayı ben bu kabaları senin için zahire ettim.”
İmam Ali (a.s) bu sözü ondan duyunca kılıcını çekip şöyle buyurdu: “Vay haline! Evime ateş getirmek mi istiyorsun!”
Daha sonra İmam (a.s) o kapları parça-parça etti ve şehrin yöneticilerini çağırtıp halkın arasında adaletle bölmeleri için o bölünmüş kapları onlara verdi.[11]

12- Hz. Ali (a.s) Ve Öksüzler

Bir gün Hz. Ali (a.s), su kırbasını omzuna alıp giden bir kadını gördü. Ona acıdığından ileri gidip su kırbasını alıp onun evine götürdü. Sonra durumunun nasıl olduğunu sordu. Kadın şöyle dedi: “Ali bin Ebi Talib, eşimi memuriyete gönderdi, o da o memuriyette öldürüldü, şimdi bir kaç yetim çocuk bana kalmıştır, onları geçindirmeye de gücüm yoktur. İhtiyaçtan dolayı halka hizmet etmek mecburiyetindeyim.
Hz. Ali (a.s) bu sözleri dinledikten sonra evine döndü ve o geceyi sabaha kadar rahatsız bir şekilde geçirdi. Sabahleyin, içi yiyecekle dolu olan bir sepet götürüp o kadının evine doğru hareket etti. Yolun yarısında bazıları Hz. Ali (a.s)’a; Sepeti verin biz götürelim diyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s) onlara cevaben: “Kıyamet günü benim amellerimi kim omuzlanacaktır? diye buyuruyordu.
Nihayet o kadının evine yetişti, kapıyı çaldı.
Kadın - Kim o ?
Hz. Ali - “Dün sana yardım edip su kırbasını evinize getiren kimseyim, çocuklarına yiyecek getirmişim, kapıyı aç!”
Kadın kapıyı açıp şöyle dedi:
- Allah senden razı olsun, benimle Ali bin Ebu Talib arasında Allah hükmetsin.
Hz. Ali (a.s) içeri girip kadına şöyle dedi:
- “Ekmek mi yapıyorsun yoksa çocukları mı saklıyorsun?”
Kadın- Ben ekmeği daha güzel yaparım, sen çocukları sakla!
Kadın unu hamur yaptı, Hz. Ali (a.s) da kendisiyle birlikte getirdiği eti kebap yapıp hurmayla çocukların ağzına bırakıyordu. Sevgi ve şefkatle babacasına lokmayı çocukların ağzına bırakırken her defasında: “Evlatlarım! Eğer Ali sizin hakkınızda kusur etmişse onu helal edin” buyuruyordu.
Hamur hazır olunca Hz. Ali (a.s) tandırı yakıp yüzünü onun ateşine yaklaştırarak şöyle diyordu: “Ey Ali! Ateşin tadını (yakıcılığını) tat! İşte bu, öksüz çocuk ve dul kadınların durumundan habersiz olan kimsenin cezasıdır.”
Komşunun hanımı tesadüfen Hz. Ali’yi görüp tanıdı, işte bundan dolayı aceleyle ev sahibi kadının yanına gidip şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Bu şahıs, Müslümanların önderi ve bu ülkenin yöneticisi Ali bin Ebu Taliptir.”
Kadıncağız dediği sözlerden utanç duyduğu halde aceleyle Hazreti Ali’nin yanına gelip: “Ey Emir’el-Muminin! Senden utanç duyuyorum, beni affet” dedi.
Hz. Ali (a.s) da cevaben: “Senin ve çocuklarının hakkında kusur yaptığımdan dolayı ben senden utanç duyuyorum!” buyurdular.[12]

13- Ömer Hz. Ali’den Bahsediyor

Ebu Vail şöyle diyor:
Bir gün Ömer bin Hattap bana: “Yakına gel de Ali’nin şecaat ve yiğitliğini sana anlatayım dedi.” Yanına yaklaşınca şöyle dedi:
“Uhud savaşında kaçmamak için Peygamberle ahitleşmiştik; bizden kaçan sapık, bizden ölen ise şehit ve Peygamber de onun ailesinin sorumlusu ve himayecisi olacaktı. Savaş zamanı aniden, her biri yüz savaşçıya bedel olan yüz şecaatli komutan grup grup bize saldırdılar; öyle ki artık biz savaş gücünü kaybettik, perişan bir vaziyette savaş alanından kaçtık. Bu sırada Ali’yi gördüm, güçlü bir aslan gibi yerden biraz kum götürüp yüzümüze serpti ve şöyle dedi:
“Yüzünüz çirkin ve kara olsun! Nereye kaçıyorsunuz?”
Biz bu sözlerle savaş meydanına dönmedik, bu defa bize saldırdı, elindeki kılıçtan kan damlıyordu, şöyle feryat etti: “Siz biat edip biatinizi bozdunuz. Allah’a ant olsun ki, sizler öldürülmeye kafirlerden daha layıksınız.”
Ali’nin gözlerine baktım, sanki iki zeytin meşalesi gibi ateş ondan saçıyordu veya kanla dolu iki kâse gibi idi. Bize saldırdığı takdirde hepimizi öldüreceğine yakin ettim. Bundan dolayı ben herkesten daha önce ona doğru koşup şöyle dedim: “Ey Ebe’l Hasan! Allah aşkına! Allah aşkına! Araplar savaşta bazen kaçıyor, bazen de saldırıyorlar ve yeni saldırı kaçmanın hasarını telafi ediyor.”
Bu sözüm üzerine güya kendisini kontrol etti, yüzünü bizden çevirdi. O zamandan şimdiye kadar, Ali’nin o günkü heybetinden kalbime işleyen vahşeti asla unutmamışım![13]

14- Hz. Ali’nin Hz. Fatıma'yı İstemesi

Zahhak bin Mezahim, Hz. Ali’den onun şöyle buyurduğunu naklediyor:
Ashaptan bazıları benim yanıma gelerek şöyle dediler:
Peygamber (s.a.a)’in huzuruna varıp Fatime hakkında O’nunla konuşsan ne olur?...
Ben Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gittim, beni gördüklerinde gülümseyip şöyle buyurdular: “Ya Ebe’l Hasan! Ne için gelmişsin? Ne istiyorsun?”
Ben akrabalığımızdan, ilk müslüman olmamdan ve onun yanındaki cihatlarımdan söz ettim.
Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Doğru söyledin, söylediğinden bile daha üstünsün.”
Bunun üzerine: “Ya Resulullah! Fatime’nin bana eş olmasını kabul ediyor musunuz?” diye arz etim.
Resulullah (s.a.a) buyurdular ki:
“Ya Ali ! Senden önce de Fatime’yi istemeğe geldiler, mevzuyu Fatime’ye söylediğimde razı olmamak eseri yüzünden okunuyordu. Şimdi sen burada bekle, ben tekrar döneceğim.”
Resulullah (s.a.a) Fatime’nin yanına gittiğinde, Fatime (babasını görünce) hemen yerinden kalkıp Hazretin abasını omzundan almış, ayakkabısını çıkarmış, ayaklarını yıkaması için su getirmiş ve ayaklarını yıkadıktan sonra geçip kendi yerinde oturmuştur.
Sonra Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurmuş:
“Ali bin Ebu Talib öyle bir kimsedir ki, sen onun akrabalık, fazilet ve islamiyetinden iyice haberdarsın, ben de Allah’dan istemiştim ki, Allah katında en iyi ve sevimli birisiyle seni evlendirsin, şimdi o seni istemek için gelmiştir.”
Bu esnada Fatime susmuş ve yüzünü geri çevirmemiştir. Resulullah (s.a.a) Fatime’nin yüzünden herhangi bir rahatsızlık (razı olmamak eseri) hissetmediğini görünce yerinden kalkıp: “Allah-u Ekber ! Fatime’nin susması onun razı olduğunun nişanesidir” buyurdular.
Sonra Cebrail Resulullah’ın yanına gelip şöyle dedi: “Ey Muhammed! Fatime’yi Ali’yle nikahla! Allah Teala, Fatime’yi Ali için, Ali’yi de Fatime için beğenmiştir.”
İşte böylece Peygamber (s.a.a) Fatime’yi benimle evlendirdi. Sonra Resulullah (s.a.a) benim yanıma gelip elimi tutarak şöyle buyurdular: “Allah’ın adıyla kalk ve şöyle de: “Ala bereketin vema şaallah’u, la havle illa billahi tevekkeltu aleyhi”
(Bereket üzere, Allah’ın isteği üzerine, güçler ancak Allah iledir, Allah’a tevekkül ettim.) Sonra beni Fatime’nin yanına götürüp şöyle dediler: “Allah’ım! Bu ikisi, yaratıklarının benim yanımda en sevimli olanlarıdırlar, onları sev, evlatlarını çok bereketli et, kendi tarafından onlara bir muhafız kıl, ben onların her ikisini ve evlatlarını kovulmuş şeytanın şerrinden sana emanet ediyorum.” [14]

15- Adalet Mazharı Ali (a.s)

Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra İmare’nin kızı “Sude”, Muaviye’nin kendilerine tayin etmiş olduğu zalim bir validen şikayet etmek için onun yanına gitti.
Sude, Siffin savaşında Hz. Ali (a.s)’ın ordusuyla birlikte idi ve halkı Muaviye’nin ordusu aleyhine kışkırtıyordu.
Muaviye onun kim olduğunu öğrenince onun şikayetini dinlemedi ve onu kınayarak şöyle dedi:
“Sıffin savaşında Ali’nin ordusunu aleyhimize kışkırtmış olduğunu unutmuş musun?” Nihayet şöyle dedi: “İsteğin nedir?”
Sude cevaben şöyle dedi:
“Allah-u Teala, bizim işimiz ve sana farz kıldığı hakkımız hakkında seni sorgulayacaktır. Sürekli senden taraf bazı kimseler (vali olarak) bize geliyor, senin onlara vermiş olduğun saltanat gücüyle bizlere baskı ve zulüm yapıyor, buğday sümbülü gibi bizi biçiyor, üzerlik gibi bizi çiğniyor, bizi hor-hakir ediyor ve ölümü bize tattırıyor. İşte bu “Buşr b. Ertat” sizden taraf gelerek erkeklerimizi öldürdü, mallarımızı yağmaladı. Eğer senin itaatini gözetmeseydik, ona karşı çıkabilirdik, zulmünün önünü alabilirdik. Onu azledersen teşekkür ederiz, aksi takdirde size karşı düşman kesiliriz. Muaviye onun bu sözlerine karşı şöyle dedi:
“Ey Sûde, beni kavminle mi tehdit ediyorsun? Seni serkeş deveye bindirterek Buşr b. Ertat’ın yanına döndürmeği ve senin hakkında onun hüküm vermesini karar aldım!”
Sûde, (Muaviye’nin bu tavrına karşı) başını önüne eğip biraz düşündükten sonra şu iki beyt şiiri okudu:
“Allah rahmet etsin o ruha ki, kabrin onu kuşatmasıyla adalet de onunla defnedildi.
O, hakkın dışında bir şey aramayacağına dair onunla ahitleşmişti; derken hakla iman (onun imanıyla hak) birleşmiş oluverdi.”
Muaviye: “Ey Sude! Bu sözden kimi kastediyorsun? diye sorduğunda, Sude cevaben şöyle dedi:
“Allah’a andolsun ki, o şahıs Emir’ul-Müminin Ali b. Ebi Talib’dir. Onun hükümeti döneminde memurlardan biri sadaka toplamak için bizim bölgeye geldi. Bize zulmedince onu şikayet etmek için Hz. Ali’nin yanına gittim. Onun yanına vardığımda o namaz kılmak için ayağa kalkmıştı. Beni görünce namazdan vazgeçip şefkat ve merhametle benim yanıma gelerek: “Bir işin mi vardır?” diye sordu. Ben de “Evet” dedim. Sonra memurun bize yaptığı zulmü ona anlattım. Sözlerimi duyunca ağladı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım, sen şahitsin ki ben onlara, yaratıklarına zulüm yapmaları için emretmedim.”
Sonra bir deri çıkararak şöyle yazdı:
“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Rabbinizden taraf size bir delil ve burhan (Kur’an) gelmiştir. O halde muamelelerde ölçü ve terazileri doğru ve tam tutun; halkın eşyalarından bir şey azaltmayın, onları eksik ölçmeyin; yeryüzünde onu ıslah ettikten sonra bozgunculuk yapmayın; inanmış iseniz bu sizin için daha hayırladır. Mektubumu okuduğunda, emrimiz doğrultusunda toplamış olduğun malları, onları senden alacak birisi yanına gelene dek koru. Vesselam.”
Sonra o mektubu, o şahısa ulaştırmam için bana verdi. Ben de o mektubu sahibine ulaştırdım. Derken o memur, mezkur mektupla azledilmiş olduğu halde bizden uzaklaşmış oldu.”
Muaviye bu sözleri duyunca şöyle dedi: “Bu kadına, istediği şekilde bir mektup yazın ve onu bir şikayeti olmaksızın razı olduğu halde kendi şehrine geri döndürün.”[15]

16- Ahiret Düşüncesinde

Suveyd b. Ğafle şöyle diyor:
Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti için halktan biat alındıktan sonra, bir gün O’nun huzuruna vardım. Huzuruna vardığımda O’nun küçük bir hasır üzerinde oturmuş olduğunu gördüm. O’nun oturduğu odada o hasırdan başka bir şey yoktu.
Bu durumu görünce şöyle dedim:
“Ya Emir’el-Muminin! Beyt’ul-Mal sizin yetkinizde olduğu halde, odanızda hasırdan başka ihtiyaç duyulan diğer bir şey görmüyorum!”
Emir’ul-Müminin Ali (a.s) cevaben buyurdular ki:
“Ey Ğafle! Akıllı bir kimse, kendisinden başka bir yere göçüp gideceği bir evde ev eşyası toplamaz. Bizim, varacağımız huzurlu ve emniyetli bir ev önümüzde vardır; en iyi eşyalarımızı oraya gönderiyoruz. Biz yakında oraya göç edeceğiz.”[16]

17- Kardeşinin Kalbi Bizimle Miydi?

Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti döneminde vuku bulan ilk savaş, Cemel savaşı idi. Hz. Ali (a.s)’ın ordusu bu savaşta galip olmasıyla savaş sona erdi. Hz. Ali (a.s)’ın ashabından olup savaşa katılmış olanlardan biri şöyle dedi:
“Keşke kardeşim burada olsaydı da, Allah Teala’nın sizi düşmana nasıl galip ettiğini görseydi; o da hoşnut olarak ecir ve mükafata erişmiş olurdu.
İmam (a.s) o sahabeye: “Kardeşinin kalp ve fikri bizimle miydi?”
Sahabe: “Evet.”
İmam (a.s): “Öyleyse o da bu savaşta bizimle beraber olmuştur. Sadece o değil, babalarının sulbünde ve annelerinin rahimlerinde olanlar bile, bizimle aynı fikir ve akide üzere olurlarsa, onlar da bizle bu savaşta hazır olmuşlardır; onlar yakında dünyaya ayak basacaklar ve din onların vesilesiyle güçlenecektir.”[17]

18- İki Rekat İhlaslı Namaz

Resulullah (s.a.a) için iki iri deve getirdiklerinde Hazret ashabına şöyle buyurdu:
İçinizde dünya hakkında düşünmeksizin iki rekat namaz kılacak birisi var mıdır? Kim kılarsa ona bu iki deveden birini vereceğim.”
Resulullah (s.a.a) bu sözünü birkaç kez tekrarladı. Ashaptan hiç kimse cevap vermeyince Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) ayağa kalkarak: “Ya Resulellah! Ben buyurduğunuz şekilde iki rekat namaz kılmaya hazırım” dedi.
Resulullah (s.a.a): “Çok iyi, kıl” diye buyurdu.
Emir’ul-Müminin Ali (a.s) namaza başladı. Namazın selamını verdiğinde Cebrail yeryüzüne inerek şöyle dedi: Allah-u Teala buyuruyor ki: Bu develerden birini Ali’ye ver.”
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
“Ben, namaz kılarken dünya işleriyle ilgili herhangi bir şeyi düşünmemeyi şart koşmuştum. Oysa Ali teşehhüt okurken: “Develerden hangisini alayım” diye düşündü.”
Cebrail: “Allah-u Teala buyuruyor ki: Ali’nin hedefi, semiz olan deveyi alıp onu keserek fakirlere vermekti, bundan dolayı düşüncesi Allah içindi, kendisi veya dünya için değildi” dedi.
Bu esnada Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’ye teşekkür ve onu takdir etmek için her iki deveyi ona verdi.
Allah-u Teala da bir ayetin zımnında Hz. Ali’yi takdir etmek için şöyle buyurdu:
“İnne fî zalike lezikra limen kane lehu kalbun ev elka’s-sem’a ve huve şehid.”
“Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.”[18]
Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
“Kim iki rekat namaz kılar da dünya işleri hakkında bir şey düşünmemiş olursa, Allah-u Teala ondan razı olup günahlarını affeder.”[19]

19- Ramazan Ayında Şarap

Şair olan Neccaşi Hz. Ali (a.s)’ın taraftarlarından biridir ve söylediği coşkulu şiirlerle Hz. Ali (a.s)’ın ordusunu Muaviye’nin aleyhine tahrik ediyordu. Defalarca Hz. Ali (a.s)’ın ordusunda düşmana karşı savaştı. Ama bu şahıs bir kez şeytanın vesvesesine uyarak Ramazan ayında şarap içti. Halk Onun şarap içtiğini görünce onu yakalayıp Hz. Ali (a.s)’ın yanına getirdiler ve onun şarap içtiğini ispatladılar.
Hz. Ali (a.s) onun şarap içmiş olduğuna kanaat edince kendisi ona seksen kırbaç vurdu ve bir gece de hapse attı. Sonraki gün Neccaşi’nin getirilmesini emretti. Getirdiklerinde ona yirmi kırbaç daha vurdu.
Neccaşi iki kez kırbaçlandığını görünce şöyle dedi:
“Ya Emir’el-Muminin! Bu yirmi kırbaç ne içindi?”
Hz. Ali (a.s) cevaben: “Bu yirmi kırbaç, Ramazan ayının ihtiramını gözetmediğin ve bu ayda şarap içmeye cesaret ettiğin içindi.”[20]

20- İslam’da Sade Yaşayış

Kadı Şureyh[21] şöyle diyor:
Seksen dinara bir ev alarak kendi adıma yazdırdım ve buna dair şahitler tuttum.
Bunun haberi Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a ulaşınca beni çağırtarak şöyle buyurdu:
“Ey Şureyh! Seksen dinara bir ev almış ve bir mektup yazarak da buna dair tanıklar mı tutmuşsun?!”
Ben: “Evet, doğrudur” dedim.
Hz. Ali (a.s), bana sert bir şekilde bakarak şöyle buyurdular:
“Ey Şureyh! Allah’tan kork. Yakın bir zamanda Azrail sana doğru gelecektir, ne yazına (senedine) bakacak ve ne de şahitlerinden soru soracak ama seni o evden çıkarıp kabrine teslim edecektir.
Ey Şureyh! Çok iyi düşün! Sakın bu evi başkasının malıyla almayasın ve onun değerini helal olmayan maldan vermiş olmayasın! Bu durumda dünya ve ahirette zarara uğrayanlardan olursun.”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Ey Şureyh! Bil ki, eğer evi aldığında benim yanıma gelmiş olsaydın, senin için bu senede öyle bir yazı yazardım ki, bu evi bir dirheme ve bir dirhemden daha aza bile almaya rağbet etmezdin. Ben şöyle bir senet yazardım:
“Bu ev, zelil bir kulun, ahiret yurduna göçmeye hazır olan ölü bir şahıstan aldığı bir evdir; öyle bir ev ki, aldatıcı evlerdendir; fani ve helak olacakların toprağındandır. Bu evin dört sınırı vardır: Birinci sınır, âfet ve belalara ulaşır; ikinci sınır, musibet ve ölümlere yetişir; üçüncü sınır, helak edici heva ve heveslere dayanır; dördüncü sınır ise, aldatıcı şeytana varır; işte bu ev, dördüncü sınıra açılmaktadır.
Bu evi, arzularla aldanmış bir şahıs, kanaat izzetinden çıkarak dünyaya tapma zilletine düşmek değeriyle, kısa bir süreden sonra ölecek bir kimseden almıştır...”[22]
Evet, zahit ve basiretli insanların dünya malına bakışları işte böyledir.

21- Neden Dualarımız Kabul Olmuyor

Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) bir Cuma günü Kufe’de çok güzel bir konuşma yaptı. Konuşmasının sonunda şöyle buyurdular:
“Ey millet! Şu yedi büyük musibetten Allah’a sığınmamız gerekir:
1- Alimin sürçmesinden.
2- Abidin ibadetten usanmasından.
3- Müminin muhtaç olmasından.
4- Eminin hıyanet etmesinden.
5- Zenginin fakir olmasından.
6- Azizin zelil bir duruma düşmesinden.
7- Fakirin hasta olmasından.”
Bu esnada bir adam ayağa kalkarak şöyle dedi: “Doğru buyurdunuz ey Emir’ul-Muminin! Biz saptığımızda sen kıblemizsin, karanlıkta kaldığımızda sen nursun. Allah Teala'nın: “Ud’unî estecib lekum” (Bana dua edin size icabet edeyim)[23] diye buyurmuş olduğu sözü hakkında senden soru sormak istiyorum. Allah-u Teala’nın böyle buyurmasına rağmen neden duamız kabul olmuyor?”
Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Dualarınızın kabul olmamasının sebebi, kalplerinizin sekiz şey hususunda hiyanet etmesinden dolayıdır:
Birincisi: Siz Allah’ı tanıdınız fakat size farz kıldığı şekilde hakkını eda etmediniz. Bu yüzden bu tanıyış size bir şeyi kazandırmadı.
İkincisi: Siz Allah’ın Peygamberine iman ettiniz ama onun sünnetine karşı çıktınız ve şeriatini öldürdünüz. O halde imanınızın neticesi nerede kaldı! (Yok olup gitti.)
Üçüncüsü: Allah’ın size nazil etmiş olduğu kitabı (Kur’an’ı) okudunuz fakat onunla amel etmediniz; Kur’an’ı canı gönülden kabul ettik ve ona uyacağız dediniz ama ona muhalefet ettiniz.
Dördüncüsü: Biz cehennem ateşinden korkuyoruz dediniz, o halde korkunuz nerede kaldı?!
Beşincisi: Cennete rağbet etmekteyiz, dediniz. Ama her an sizi ondan uzaklaştırmakta olan şeyleri yapıyorsunuz; o halde cennete olan rağbet ve iştiyakınız nerede kaldı?!
Altıncısı: Siz Allah’ın nimetini yediniz. Ama o nimete karşı Allah’a şükür etmediniz.
Yedincisi: Allah-u Teala sizi şeytanla düşman olmaya emretti ve buyurdu ki: “Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır; o halde ona düşman kesilin.” Ama siz dilde onunla düşmanlık ettiniz, amelde ise muhalefet etmeksizin onu dost edindiniz (ona uydunuz).
Sekizincisi: Siz halkın kusurlarını gözlerinizin önüne diktiniz. Ama kendi ayıplarınızı attınız (onları görmezlikten geldiniz) ve kınanmaya kendisinden daha layık olduğunuz kimseyi kınamaya kalkıştınız. Bununla birlikte hangi dua sizin için kabul olabilir! Oysa siz duanın kapı ve yollarını kapadınız. O halde Allah’tan korkun, amellerinizi düzeltin, biatinizi halis edin, iyiliğe emredin, kötülükten sakındırın. Bunları yaptığınız takdirde Allah-u Teala duanızı kabul eder.”[24]

22- Hz. Ali’ye Duyulan Sevgi

Zenci birisi Hz. Ali (a.s)’ın huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Emir’el-Muminin! Ben hırsızlık yaptım, beni günahtan arındır (bana had uygula)!”
Hz. Ali (a.s): “Şayet koru olmayan yerden hırsızlık yapmışsın” buyurarak yüzünü ondan çevirdi.
Zenci: “Ya Emir’el-Muminin! Koruk olan yerden hırsızlık yaptım, had (şer’i ceza) uygulayarak beni arındır!”
Hz. Ali (a.s): “Şayet (şer’i cezayı gerektiren) nisap miktarınca hırsızlık yapmamışsın” buyurarak tekrar yüzünü ondan çevirdi.
Zenci adam: “Ya Emir’el-Muminin! Nisap miktarınca hırsızlık yaptım!”
Zenci adam üç kez ikrar ve itiraf edince Hz. Ali (a.s) onun (sağ elinin dört) parmağını kesti. Hz. Ali (a.s)’ın yanından ayrılıp parmakları kesik olduğu halde evine döndüğünde, ağır bir darbe almasına rağmen yol boyunca yüksek bir sesle şöyle diyordu:
“Ey millet! Elimi, müminlerin emiri, muttakilerin imamı, secde azaları nurlu olanların komutanı, dinin lideri ve vasilerin efendisi olan Hz. Ali (Allah’ın emrine göre) kesti...”
Bu sözleriyle Hz. Ali (a.s)’ı durmadan methediyordu. İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) onun bu sözlerini duyunca ona doğru giderek onu karşıladılar. Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek: “Eli kesilmiş olan Zenci birisinin yolda seni methettiğini gördük” dediler. Hz. Ali (a.s) eli kesilmiş olan zenciyi getirdiklerinde ona hitaben: “Elini kesmiş olduğum halde beni mi methediyorsun?” diye buyurdu.
Zenci adam cevaben şöyle dedi: “Ya Emir’el-Muminin! Sen beni günahtan arındırdın; şüphesiz senin sevgin benim et ve kemiğime işlemiştir; eğer sen beni doğram doğram etsen de senin sevgin benim kalbimden çıkmaz.”
Hz. Ali (a.s) onun hakkında dua etti, sonra kesilen parmaklarını kendi yerine bıraktı; derken parmakları eskisi gibi düzelip sağ-salim oldu.”[25]

23- Müminlerin Ruhlarının Toplandığı Yer

Esbeğ b. Nebate şöyle diyor:
Bir gün Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) Kufe’den çıkıp Ğariyyeyn’e (Kufe’nin dışında iki kutsal mekana) geldi ve oradan geçtiğinde biz ona ulaştık. Onun, altında bir şey olmaksızın sırt üstü toprak üzerinde uzanmış olduğunu gördük.
Kanber Hz. Ali (a.s)’ın toprak üzerinde yatmış olduğunu görünce şöyle dedi: “Ya Emir’el-Müminin! Abamı altınıza sermeme müsaade eder misiniz?”
Hz. Ali (a.s): “Hayır! Burası müminlerin makanıdır, (bu iş) onların meclislerinde rahatsızlıklarına sebep olmaktır” buyurdu.
Esbağ diyor; arzettim ki: “Ey Emir’el-Muminin! Müminlerin türbesinin ne olduğunu biliyoruz; o ya olup veya olacaktır; ama ‘onların meclislerinde rahatsızlıklarına sebep olmaktadır’ ne demektir!”
Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdu:
“Ey İbn-i Nebate (Nebate’nin oğlu)! Perde gözlerinin önünden kalkmış olursa, müminlerin ruhlarının burada halkalar halinde birbirlerini ziyaret etmelerini ve birbirleriyle konuşmalarını görmüş olursun. İşte burası müminlerim ruhlarının bulunduğu yerdir.”[26]

24- Bal Kabı Olayı

Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra kardeşi Akil Muaviye’nin sarayına uğradı. Muaviye Akil’den, kızartılmış demir olayını sordu. Akil kardeşi Ali (a.s)’ı hatırlayınca ağlayarak şöyle dedi:
Ey Muaviye! İlk önce kardeşim Ali hakkında diğer bir şey söyleyeceğim, daha sonra sorunun cevabını vereceğim.
Bir gün Hz. Ali (a.s)’ın oğlu Hüseyin’e bir misafir geldi. Hüseyin (a.s) onu ağırlamak için bir dirhem borç ederek onunla bir ekmek aldı. Ekmekle yenilecek bir katık olmadığından dolayı hizmetçileri Kanber’e, Yemen’den getirilmiş olan bal tulumlarından birini getirip açmasını istedi. Hüseyin (a.s) bir rıtl (ölçek/litre) bal ondan götürdü.
Hz. Ali (a.s) (Müslümanların arasında) onu bölmek istediğinde, tulumun ağzının açıldığından şüphelendiğinden dolayı şöyle buyurdu:
“Ey Kanber! Galiba bu tulumun ağzı açılmış ve bir şeyler yapılmıştır!
Kanber cevaben: “Evet, doğrudur” diyerek olayı ona anlattı. Hz. Ali (a.s) çok sinirlendiğinden: “Hüseyni bana getirin” diye emretti. Hüseyin (a.s)’ı getirdiklerinde kırbacı kaldırıp ona vurmak istediğinde Hüseyin (a.s): “Amcam Cafer’in hakkı hürmetine beni affet” dedi. Hz. Ali’yi kardeşi Caferi Tayyar’ın hakkına ant verdiklerinde öfkesi yatışıyordu. Hz. Ali (a.s) bu sözü duyunca onu vurmaktan vazgeçerek şöyle buyurdu:
“Neden bal müslümanların arasında bölünmeden ona el vurdun?”
Hüseyin (a.s) cevaben: “Babacığım! Bizim onda bir hakkımız vardır, ben ödünç olarak ondan bir miktar götürdüm, bizim payımızı verdiğinizde borcumu ödeyeceğim” dedi.
Hz. Ali (a.s) buyurdular ki:
“Baban sana feda olsun, senin onda hakkın olsa da müslümanlar kendi hakkından yararlanmadıkça (onların hakkı verilmedikçe) senin ondan yararlanmaya hakkın yoktur.”
Sonra buyurdular ki:
“Eğer Resulullah’ın senin ön dişlerinden öptüğünü görmüş olmasaydım, bu işinden dolayı canını incitirdim.”
Daha sonra Kanber’e bir dirhem vererek ona: “Bununla edebildiğin kadar en iyi bal al onun yerine bırak” diye emretti.
Akil diyor ki:
Hz. Ali (a.s)’ın tulumun ağzını açarak Kanber’in alınan balı ona döktüğünü ve Hazretin onun ağzını eliyle kıvırarak bağladığını görür gibiyim! Hz. Ali (a.s) ağladığı halde şöyle diyordu:
“Allah’ım! Hüseyin’i bağışla; zira o farkına varmamıştır.”[27]
Muaviye bu sözleri dinledikten sonra şöyle dedi:
“Öyle bir kimsenin faziletinden söz ettin ki, kimse onun faziletini inkar etmemektedir. Allah rahmet etsin Ebu’l- Hasan’a, şüphesiz o, kendisinden öncekilerden (fazilet açısından) öne geçmiştir ve kendisinden sonra gelecekleri de aciz bırakmıştır. Şimdi kızartılmış demir hikayesini bize anlat...”[28]

25- Kızartılmış Demir Hikayesi

Akil, bal macerasını naklettikten sonra şöyle dedi:
Evet ey Muaviye! Ben şiddetli bir mali sıkıntıya duçar oldum. Durumum çok kötü oldu. Kardeşim Ali’nin huzuruna giderek ondan yardım dildim. Ama o önem vermedi.
Eve dönüp çocuklarımı toplayarak, açlık ve yoksulluk eseri yüzlerinden okunduğu bir halde onları O’nun yanına götürdüm. Buyurdu ki: “Akşam yanıma gel de sana bir şey vereyim.”
Akşam olunca çocuklardan birisi elimden tutarak beni kardeşim Ali’nin yanına götürdü. Ali beni götüren çocuğun bir kenara gitmesini emretti. Sonra şöyle buyurdu: “Yakına gel de bir şey vereyim!”
Ben çok sıkıntılı ve ihtiraslı olduğumdan dolayı bana bir kese para vereceğini zannettim. Fakat elimi uzatıp onu almak istediğimde, elim, ateş saçan bir demire dokundu. Hemen onu atıp ve kasabın eli altında böğüren bir boğa gibi ses çıkardım. Ali benim bu durumumu görünce şöyle dedi:
“Akil! Annen mateminde ağlasın! Sen dünya ateşinde kızartılan bir demirin hararetinden böyle bağırıyorsun. Eğer kıyamet günü benimle sen, ateşten olan zincirlerle bağlanmış olursak o zaman ne yaparız?”
Sonra şu ayeti okudular: “Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde, sıcak suya sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklardır.”[29]
Daha sonra şöyle buyurdu: “Akil! Allah’ın, Beyt’ul-Mal’dan senin için belirlediği haktan fazla, benim yanımda kızartılmış demir dışında bir şey yoktur. O halde evine dön.”
Muaviye bu hikayeyi duyunca şaşkınlığından şöyle dedi: “Kadınlar, Ali gibi birisini asla doğuramayacaklar!”[30]

26- Hz. Ali (a.s)’ın Allah Korkusundan Ağlaması

Hz. Ali (a.s)’ın ashabından olan “Hibbe İrnî” isminde birisi şöyle diyor:
Bir gece “Nevf” ile birlikte Kufe’nin Dar’ul-İmaresinin (hükümet konağının) bahçesinde yatmıştık. Gecenin son zamanlarında Hz. Ali (a.s)’ın Dar’ul-İmare’den yavaşça dışarı çıktığını, aşırı bir korkunun kendisini sardığını, dengesini koruyamadığını ve elini duvara koyarak şaşkınlık ve hayranlık içinde olanlar gibi göğe doğru bakıp şu ayeti okuduğunu gördük:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken, (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”
“Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsva etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”
“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın” diye imana çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz.”[31]
Hibbe İrnî şöyle devam ediyor: Hz. Ali (a.s) sürekli bu ayetleri okuyordu. Bu azametli güzelliklere ve bu azametli güzelliklerin yaratıcısına öyle gönül vermişti ki ve kendisinden öyle geçmişti ki adeta aklını yitirmişti.
Hibbe ve Nevf yattıkları yerden bu ilginç manzarayı seyrediyorlardı. Nihayet Hz. Ali (a.s) yavaş yavaş Hibbe’nin yattığı yere yaklaşarak şöyle buyurdu: “Hibbe! Uyumuş musun, uyanık mısın?”
Hibbe cevabında: Uyanığım; ya Emir’el-Müminin, siz onca aydın geçmişinize ve onca züht, takva ve eşsiz ibadetinize rağmen Allah’tan böyle korkuyorsunuz, o halde vay bizim halimize, biz zavallılar ne yapmalıyız!
Hz. Ali (a.s) gözlerini aşağı dikerek ağladı. Sonra şöyle buyurdu: “Ey Hibbe! Hepimiz bir gün Allah’ın karşısında duracağız, amellerimizden hiçbiri O’na gizli değildir. Ey Hibbe! Allah-u Teâla bana ve sana boynun şah damarından daha yakındır; hiçbir şey bizimle Allah arasında engel olamaz.”
Sonra Nevf’e dönerek şöyle buyurdu: “Ey Nevf! uykuda mısın?”
Nevf: “Hayır, uyanığım. Ya Emir’el-Müminin! Sizin hayret verici durumunuz, bu gece biraz gözyaşı dökmeme sebep oldu.”
İmam (a.s): “Ey Nevf! Eğer bu gece Allah’ın korkusundan çok ağlarsan, yarın Allah’ın karşısında gözlerin aydın olur. Ey Nevf! Allah korkusundan kimin gözünden bir damla yaş akarsa, bu göz yaşı ateşten olan denizleri söndürür…”
Emir’ul-Müminin (a.s), Hibbe ve Nevf’e ettiği nasihatlerin sonunda ise şöyle buyurdu: “Ben size, her an Allah’tan korkunuz diyorum.”
Daha sonra o ikisinin yanından geçti ve yürekleri yakarcasına şöyle diyordu:
“Ey Rabbim! Keşke bir bilseydim; acaba senden gafil olduğumda benden yüz mü çeviriyorsun yoksa yine bana teveccüh mü ediyorsun? Keşke bir bilseydim; bu uzun uykumla ve nimetlerinin şükründe kusur etmemle halim senin nezdinde nasıldır?”
Hibbe diyor ki: “Allah’a andolsun ki, Hz. Ali (a.s) şafak atana kadar bu halde Allah’a yalvarıp yakarıyordu.”[32]

27- Hz. Ali (a.s) Haris-İ Hemdani’nin Yanıbaşında

Haris-i Hemdani İmam Ali (a.s)’ın dostlarından biri idi ve İmam (a.s)’ın yanında özel bir makamı vardı. Haris hastalanınca, Hz. Ali (a.s) onun ziyaretine gitti. Hal hatır sorduktan sonra şöyle buyurdu:
“Ey Haris! Sena müjde veriyorum ki, ölüm anında, sırat köprüsünden geçtiğinde, Kevser havuzunun kenarında ve mukaseme (taksim) zamanı beni görecek ve tanıyacaksın.”
Haris: “Mukaseme nedir?” diye sordu.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Mukaseme (taksim etme) ateşle olacaktır. Kıyamet günü cehennem ateşiyle halkı taksim edeceğim. Ateşe diyeceğim ki: Ey ateş! Bu adam benim dostumdur onu bırak ve bu şahıs ise benim düşmanımdır onu yakala!”
Sonra Hz. Ali (a.s) Haris’in elinden tutarak şöyle buyurdu: “Ey Haris! Ben senin elinden tuttuğum gibi Peygamber (s.a.a) de benim elimden tuttu. O esnada ben Kureyş ve münafıkların haset ve kıskançlığından O Hazrete şikayet ettim. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü olduğunda ben Allah’ın sağlam ipinden tutacağım, sen de beni tutacaksın ve şialar da senin eteğinden tutacaklardır…”
Hz. Ali (a.s) sonra üç defa şöyle buyurdu: “Ey Haris! Sen sevdiğin kimseyle ve yapmış olduğun amelle birlikte olacaksın.”
Bu esnada Haris yerinden kalkıp, aşırı sevincinden cübbesini yerde çekerek şöyle diyordu: “Bundan sonra artık ölüme doğru mu gidiyorum, yoksa ölüm mü bana doğru geliyor bu hususta hiçbir korkum yok.”
Bu hadisi, Ehl-i Beyt şairi (Seyyid Himyeri), bir şiire dökerek şöyle demiştir:
Ey Hemdani! Kim ölürse beni karşısında görecektir,
Ölen ister mümin olsun ister münafık.
Onun gözleri beni tanıyor, ben de onu tanıyorum,
Sıfatıyla, ismiyle ve ameliyle.
Sen Sırat köprüsünde beni tanıyacaksın,
O halde kayma ve sürçmeden korkma.
Ben o yakıcı susuzlukta sana soğuk su içireceğim,
Onun tatlı bir bal olduğunu sanacaksın.
Sorgu için seni durdurduklarında ateşe diyeceğim ki;
Onu bırak, ona yaklaşma; zira bu şahsın,
Velayet ipiyle bağlı bir ipi vardır.[33]

28- Kepekli Ekmek

Suveyde b. Gafle şöyle diyor:
Bir gün öğleden sonra Hz. Ali (a.s)’ın yanına uğradım. Hz. Ali’nin, sofranın kenarında oturduğunu ve sütü ekşimiş bir kapla kepekli bir ekmeğin de o sofrada bulunduğunu gördüm. Hz. Ali (a.s) bazen eliyle ve bazen de diziyle o ekmeği kırıyor ve ekşimiş sütle onu yiyordu. Hz. Ali (a.s) bana: “Sen de gel ye” diye buyurdu. Cevabında: “Ben niyetliyim” dedim.
Buyurdular ki: Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum: “Kim oruç tuttuğu için canı istediği yemekten sakınır da ondan yemezse, ona cennet yemeklerinden yedirmek ve cennet içeceklerinden içirmek Allah’a hakkolur.”
Suveyde sözünün devamında şöyle diyor: İmam (a.s)’ın biraz ötesinde duran hizmetçisi Fizze’nin yanına giderek ona dedim ki: Vay senin haline! Neden bu yaşlı adam hakkında Allah’tan korkmuyor, O’nun halini gözetmiyor ve O’na kepekli ekmek veriyorsun?!”
Fizze cevabımda şöyle dedi: “Suveyde, bizim suçumuz değildir. İmam (a.s)’ın kendisi, ekmeğinin elenmemiş undan yapılmasını emretmiştir.”
Suveyde Hz. Ali (a.s)’ın yanına dönerek Fizze’nin vermiş olduğu cevabı İmam (a.s)’a söyledi.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Anam ve babam İslam Peygamberine Feda olsun! O’nun ekmeği, elenmemiş undan idi. Bu dünyadan göçene dek, üç gün ardı ardınca buğday ekmeğinden doyasıya ekmek yememiştir.”[34]
Hz. Ali (a.s)’ın, yemek yemesinde de Resulullah (s.a.a)’i örnek aldığı bu kıssadan da anlaşılmaktadır.

29- Hizmetçiyi Kendisine Tercih Etmek

Hz. Ali (a.s) hizmetçisi Kamber’le birlikte gömlek almak için Kufe pazarına gitti. Pazarda elbise satan birisine: “İki gömlek ihtiyaçtır” buyurdu.
Elbise satan adam İmam (a.s)’ı tanıyınca: “Ya Emir’el-Müminin! Ne çeşit gömlek istesen vardır” dedi.
İmam (a.s), o şahsın kendisini tanıdığını anlayınca, onun dükkanından geçip alış verişle meşgul olan diğer bir elbise satıcısının yanına gitti. Ondan, biri üç diğeri ise iki dirhem olan iki gömlek aldı. Sonra Kanber’e: “Üç dirhemlik gömleği sen giy” buyurdu. Kanber: “Efendim, Üç dirhemlik elbise size yakışır. Zira siz, halka konuşmak için minbere çıkıyor ve onlara vaaz ediyorsun; değerli elbisenin hatibin üzerinde olması daha uygundur” dedi.
Hz. Ali (a.s): “Kanber! Sen gençsin, gençlik de süslü olmayı ister. Ayriyeten ben Rabbimden, elbise hususunda kendimi sana tercih etmekten hâyâ ediyorum. Zira Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum: “Giydiğiniz şeylerden onlara (hizmetçilere) giydirin ve yediğiniz şeylerden onlara yedirin.”
Hz. Ali (a.s) gömleği giyince, gömleğin kolunun elinden uzun olduğunu gördü. Bundan dolayı onun fazla olan miktarını kesip ondan muhtaçlar için takke yapmalarını emretti.
Bu esnada gömleği satan genç: “Müsaade edin gömleğin kesilen yenini dikeyim” dedi.
İmam (a.s): “Bırak öyle kalsın. Zira ömrün geçmesi, elbiseyi süslemekten daha hızlıdır” buyurdu.
Hz. Ali (a.s) parayı vererek oradan ayrıldı. Biraz uşaklaştığında dükkanın asıl sahibi geldi. Oğlunun gömlekleri pahalı sattığını anlayınca, Hazretin yanına gidip özür dileyerek şöyle dedi: “Ya Emir’el-Müminin! Oğlum sizi tanımamış, bundan dolayı gömlekleri size pahalı satmıştır; fazla olan iki dirhemi geri almanızı rica ediyorum.”
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Ben ve oğlun, gömleklerin fiyat hususunda yeteri kadar konuştuk, pazarlık yaptık ve her ikimiz de razı olduk. Binaenaleyh muamele her iki tarafın rızayetiyle gerçekleşmiştir. Ben iki dirhemi geri almayı kesinlikle kabul etmeyeceğim.”[35]

30- Takvasız Kur’an Okuyanın Akıbeti

Gecelerin birinde Emir’ul-Muminin Ali (a.s) Kufe mescidinden kendi evine doğru hareket ediyordu. İmam (a.s)’ın özel ashabından olan Kumeyl b. Ziyad da O Hazretle birlikte idi. Yolları üzerinde olan bir evin kenarından geçerken ev sahibinin yüksek ve güzel bir sesle şu ayeti okuduğunu gördüler: “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resulüm) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür?”[36]
Kumeyl bu adamın Kur’an okumasından çok hoşlandı ve kalbinde ona aferin dedi Hz. Ali (a.s) Kumeyl’in bu durumunu farkedince şöyle buyurdu:
“Ey Kumeyl! Onun güzel sesle Kur’an okuması seni aldatmasın. Çünkü o cehennem ehlidir. (Nice Kur’an okuyanlar vardır ki Kur’an onlara lanet etmektedir.) Yakın bir zamanda söylediğim şey senin için aşikar olacaktır.”
Kumeyl İmam (a.s)’ın bu sözünden şaşkınlığa uğradı. Şöyle ki İmam (a.s) onun fikir ve düşüncesini okudu ve söz konusu şahısın o manevi haliyle cehennem ehlinden olduğunu buyurdu.
Bir müddet geçtikten sonra Havariç olayı ortaya çıktı. Bunlar, İmam Ali (a.s) karşısında durarak O’nunla savaşmaya kalkıştılar. İmam Ali (a.s) da, Hafız’ul-Kur’an olmalarına rağmen onlarla savaştı. Savaş sona erdikten sonra o azgınların başları yere serilmişti. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Kumeyl’e dönerek, kılıcının kanı kurumamışken o başlardan birine işaret ederek şöyle buyurdu: “Ey Kumeyl! Bu baş, o gece Kur’an okuyan kimsenin başıdır; sen o gece onun hakkındaki sözümden şaşırmıştın!”
Kumeyl İmam (a.s)’ın başından öperek mağfiret diledi.[37]

31- Fakirlerin Haysiyetini Korumak Ve Onların Kalbini Elde Etmek

Bir adam Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi:
“Ya Emir’el-Müminin! Benim bir hâcetim vardır.”
İmam (a.s) şöyle buyurdu: Hâcetini (isteğini) yerin üzerine yaz! Zira ben, senin sıkıntını yüzünden okuyorum (dilinle söylemene gerek yoktur).”
Fakir adam yerin üzerine şöyle yazdı: “Ben fakir ve muhtacım.”
Hz. Ali (a.s) Kanber’e: “Ona iki değerli elbise ver” diye emretti.
Fakir adam onları aldıktan sonra birkaç beyt şiirle Hz. Ali (a.s)’a teşekkür etti.
İmam (a.s) Kanber’e: “Ona yüz dinar da ver” buyurdu.
Orada bulunanlardan bazısı: “Ya Emir’el-Müminin! Onu zengin ettin” dediler.
İmam (a.s) onların bu sözüne karşılık şöyle buyurdu: “Ben Peygamber (s.a.a)’den duydum ki şöyle buyuruyordu: “Halka mevkilerine göre davranınız, onların şahsiyetlerini göz önünde bulundurunuz.”
İmam (a.s) sözünün devamında şöyle buyurdu:
“Doğrusu ben bazı insanlara şaşırıyorum. Onlar köleleri parayla alıyorlar ama hürleri iyilikle almıyorlar.”[38]

32- Üç Kimseyle Arkadaşlık Yasak

Hz. Ali (a.s) minbere çıktığında şöyle buyurdu:
“Müslüman bir kimse üç kimseyle dost ve arkadaş olmaktan kaçınmalıdır:
1- Laubali.
2- Ahmak (aklı az olan).
3- Yalancı.
Laubali bir kimse, işini sana güzel göstermeye çalışır ve senin de onun gibi olmanı ister. Böyle bir kimse, dünya ve ahiret işlerinde sana yardımcı olmaz. Onunla dost ve arkadaş olmak cefa ve taş yürekliliğe sebep olur; onun senin yanına gelip gitmesi ise utanç vesilesidir.
Ahmağa gelince; ondan sana bir hayır ulaşmaz; sorunları gidermesi, çaba gösterse dahi ondan beklenmez; yarar ulaştırmak istese, (ahmaklığından dolayı) sana zarar verir; o halde onun ölümü, hayatından daha hayırlıdır; susması konuşmasından daha iyidir; uzaklığı, yakın olmasından daha güzeldir.
Yalancıya gelince; onunla yaşamak asla sana tatlı olmaz; senin sözünü başkasına götürür ve onların sözlerini de sana getirir; bir sözü bitirdiğinde, başka bir söze başlar; bazen doğru da konuşur ama halk sözüne inanmaz; halkın arasını bozmaya çalışır ve gönüllerde kin icat eder. O halde Allah’tan korkun ve kendiniz için kimlerle dost olacağınıza bakın.” [39]

33- Eve Misafir Davet Etmek

Bir gün bir şahıs Emir’ul-Muminin Ali (a.s)’ı evine konuk olarak davet etti. İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:
“Davetini üç şartla kabul ederim:
1- Evin dışından benim için bir şey getirmeyeceksin.
2- Evde bulunana şeyi de benden esirgemeyeceksin.
3- Aileni de zahmete düşürmeyeceksin.”
İmam (a.s)’ı davet eden şahıs İmam (a.s)’ın bu şartlarını kabul etti, İmam (a.s) da onun davetine icabet etti. [40]
İslam’da misafir davet etmek ve davetçinin davetini kabul etmek tavsiye edilmiştir. Ama gösteriş için yapılan davetler veya konukları, büyük bir masrafa girerek ağırlamak veya ev sahibi ve ailesini zahmete düşürmek doğru değildir.

34- Adaletli Bir Hükümet

Hz. Ali (a.s)’ın taraftarlarından olan “Darmiye” isminde yaşlı ve şişman bir kadın Mekke’de yaşıyordu. Muaviye hac mevsiminde Mekke’ye gittiğinde o hanımı yanına getirmelerini emretti. O kadın Muaviye’nin yanına gelince, Muaviye ona: “Seni neden çağırttığımı biliyor musun?”
Darmiye: “Hayır, Allah biliyor.”
Muaviye: “Neden Ali’yi seviyor da beni sevmiyorsun?”
Darmiye: “Ali’yi adaletli olduğu için seviyorum. O eşitliği gözetiyordu, o fakirleri ve dindarları seviyordu. Seni sevmememin sebebi ise, Hz. Ali’nin hilafete senden daha lâyık olmasına rağmen O’nunla savaşman, halkın kanını heva ve hevesin için haksız yere akıtman, adaletsiz hüküm vermen ve canın istediği şekilde hükümet etmendir.”[41]

35- Hz. Ali (a.s)’ın Kabrinin Bulunma Olayı

Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra O Hazretin evlatları geceleyin gizlice İmam (a.s)’ın cenazesini yüksek bir yerde toprağa gömdüler. Bu olayın üzerinden yıllar geçti. İmam (a.s)’ın evlat ve yakınlarından başka kimse O’nun kabrinin nerde olduğunu bilmiyordu. Nihayet Harun Reşid’in hilafeti döneminde bir olay İmam (a.s)’ın kabrinin bulunmasına sebep oldu.
Abdullah b. Hazim kabrin bulunması hakkında şöyle diyor:
Bir gün Harun Reşid’le birlikte av avlamak için Kufe’den dışarı çıktık. Ğariyyeyn (Necef) bölgesine ulaştık. O bölgede birçok ceylanlar gördük, derken tazı ve av köpeklerini onları yakalamak için salıverdik. Ceylanlar kaçarak o bölgede bulunan yüksek bir tepenin üzerine çıkıp orada durdular. Tazı ve av köpekleri tepenin üzerine çıkmayıp geri döndüler. Köpekler geri dönünce ceylanlar tepeden aşağı indiler. Yine tazı ve av köpekleri onları takip etmeye başladılar. Ceylanlar da tekrar o tepeye sığındılar. Tazı ve av köpekleri yine geri döndüler. Bu olay üç kez tekrarlandı.
Ceylanların tepeye sığınmaları, tazı ve av köpeklerinin ise oraya çıkmaya cesaret edememeleri Harun’u oldukça şaşırttı.
Bu olay üzerine Harun şöyle dedi: Kufe’ye gidin, en yaşlı olan kimseyi bularak benim yanıma getirin.
Harun’un görevlendirdiği kişiler, Esed kabilesinden yaşlı bir adamı bularak Harun Reşid’in yanına getirdiler.
Harun o yaşlı adamı görünce: “Ey yaşlı adam! Bu tepe nedir? Bu tepe hususunda bizi aydınlat!”
Yaşlı adam: “Babam babalarından şöyle nakletti: “Bu tepe Hz. Ali’nin kabridir; Allah-u Teâla orayı emniyetli harem kılmıştır. Kim oraya sığınırsa, güvende olur. İşte bundan dolayı ceylanlar O Hazretin haremine sığınarak tehlikeden korunmuşlardır.
Harun Reşid bu sözleri o yaşlı adamdan duyunca atından aşağı indi, abdest almak için su istedi, abdest aldıktan sonra o tepenin kenarında (iki rekat) namaz kıldı ve yüzünü toprağa koyarak ağlayıp dua etti. Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın kabrinin üzerinde dört kapılı bir kubbe yapmalarını emretti.
İşte böylece Hz. Ali (a.s)’ın kabri takriben yüz otuz yıldan sonra aşikar oldu.[42]
_____________________________
[1] - Bihar, c.42, s.289
[2] - Bihar, c.41, s.53; c.74, s.157
[3] - Bihar, c.32, s.76
[4] - Bihar, c.10, s.125
[5] - Bihar, c.40, s.336; c.41, s.121
[6] - Bihar, c.41, s.24
[7] - Bihar, c.6, s.27
[8] - Bihar’ul - Envar,c.41,s.111
[9] - Bihar’ul-Envar, c.21, s.72
[10] - Bihar’ul-Envar, c.42,s.143
[11] - Bihar’ul - Envar,c.41,s.113
[12] - Bihar’ul-Envar, c.41, s.52
[13] - Bihar’ul-Envar, c.20,s.53
[14] - Bihar’ul-Envar, c.43,s.91
[15]- Bihar, c.41, s.119
[16]- Bihar, c.70, s.321
[17]- Bihar, c.32, s.245; c.100, s.96
[18]- Kâf / 37
[19]- Bihar, c.36, s.191
[20]- Bihar, c.40, s.297
[21]- Kadı Şureyh, köse ve çok kurnaz birisi idi; halkın ihtilaflarını çok ilginç bir şekilde çözüyor ve kadılık işlerinde şaşırılacak bir uzmanlığa sahipti. Ömer b. Hattap onu Kufe’ye kadı olarak atamıştı. Ama Hz. Ali (a.s) onu (bazı nedenlerden dolayı) kadılık makamından azletmek istedi. Fakat Kufe halkı bu karara karşı çıkarak: “Şureyh’i azletmemelisin. Çünkü onu bu makama Ömer atamıştır. Biz sana, Ebu Bekir’le Ömer’in yaptıklarını değiştirmemek şartı üzere biat ettik!” demeye başladılar.
Muhtar-ı Sakafi, hükümeti ele geçirdiğinde onu Kufe’den, halkının hepsi Yahudi olan bir köye sürdü. Haccac Kufe’nin hakimi olduğunda onu Kufe’ye getirtti ve çok yaşlı olmasına rağmen kadılıkla meşgul olmasını istedi. Ama o, bu emir hususunda mazeret diledi ve mazereti de kabul edildi.
Onun hakkında ilginç bir hikaye nakledilmiştir. O hikaye şöyledir:
Şureyh bir müdd
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:50 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali'den (a.s) Hikmeti Sözler

Mesaj gönderen f_altan »

HİKMET, ÖĞÜT, TEŞVİK VE TEHDİT HUSUSUNDAKİ KISA SÖZLERİ

1- İyilik yapmak, hayır ameli gizlemek, belalara karşı sabırlı olmak ve musibetleri dile getirmemek, cennet hazinelerindendir.
2- Güzel ahlak, en iyi arkadaştır; Müminin amel defterinin nişanesi güzel ahlakıdır.
3- Zahit olan kimse; sabrına, haram galip olmayan, helal ise şükretmesine engel olmayan kimsedir.
4- Abdullah ibn-i Abbas'a şöyle yazdı: (Allah'a hamd-u sena, Peygamber'e salat-u selamdan) sonra, şüphesiz ki insan, kaybedilmemesi gereken şeylere ulaşmakla hoşnut olduğu gibi, elde edemeyeceği şeylere ulaşamamakla da üzülür. Sevincin, ahiretten elde ettiğin, teessüfün ise, ondan kaybettiğin şeyle olmalıdır. Dünyadan elde ettiğin şeyle çok hoşnut olma, ondan ulaşamadığın şeye de çok üzülme. Yaşantında, bütün gayretin ölümden sonraki şeyler için olmalıdır.
5- Dünyayı yermek hususunda şöyle buyurdular: O, başlangıcı çile ve zorluk, sonu ise fena ve yokluk olan bir yurttur. Helalinde hesap var; haramında azap var. Bu yurtta sıhhatli ve salim olan güven içerisinde olduğunu sanır, hastalanan ise (kötülüklerden) pişmanlık duyar. Zenginleşen, kendini kaybeder; fakir düşen üzüntülere kapılır. Dünya, onu elde etmeye çalışandan kaçar; oturup onu aramayana gelir çatar. Kim ona (istekle, hasretle) bakarsa, onu kör eder; kim ona ibret gözüyle bakarsa onu basiretli kılar.
6- Dostlukta aşırı gitme, olur ki o dost bir gün düşman kesilir; düşmanlıkta da haddi aşma, olur ki o düşman bir gün dost olur.
7- Akıl gibi zenginlik, bilgisizlik gibi de fakirlik yoktur.
8- İnsanın değeri, becerdiği şeylerle ölçülür.
9- Heybet hüsrana, utangaçlık da mahrumiyete yol açar. Hikmet, Müminin yitik malıdır; bu mal, şer ehlinin elinde olsa bile onu alması gerekir.
10- İlim taşıyanlar, onu hakkıyla taşırlarsa, Allah, melekler ve Allah'ın itaatinde bulunan kimseler tarafından sevilirler. Fakat, onlar ilmi, dünyayı elde etmek için kullanırlarsa; Allah onlara gazap eder, halkın gözünden de düşerler.
11- En iyi ibadet, sabır, sükut ve kurtuluşu (İmam Mehdi'nin zuhurunu) beklemektir.
12- Her musibetin bir zamanı vardır, o zaman mutlak yaşanmalıdır; o musibet birinizin başına geldiğinde, zamanı gelip geçene kadar teslim olup sabretsin. Zira musibetin yöneldiği zaman onu gidermek için çare aramak, onun zorluğunu çoğaltır.
13- Malik Eşter'e şöyle buyurdular: Ey Malik, bu sözü benden belle ve onu kavramaya çalış. Ey Malik, yakini zayıf olanın mertliği zayıf olur. Tamahı kendine huy edinen, kendisini alçaltır. Zor durumda olduğunu açıklayan, alçalmaya razı olur. Sırrını açığa vuran, kendisini küçültür. Dilini kendisine buyruk sahibi eden (diline geleni söyleyen), kendisini tehlikeye atmış olur. Aşırı istek, şahsiyeti öldürür. Her şeye göz dikeni, arzuları yalnız bıraktırır. Cimrilik ayıptır; korkaklık noksanlıktır; vera’ (haram ve şüpheli şeylerden çekinmek) kalkandır. Şükür, servettir; (çünkü şükretmek nimeti çoğaltır). Sabır yiğitliktir. Yoksul, kendi şehrinde gariptir. Fakirlik, zeki olanı bile kendi delilini açıklamakta aciz kılar. Hoşnutluk, ne güzel eş ve dosttur. Edep, eskimeyen bir elbisedir. Herkesin makamı, aklı miktarıncadır; gönül, sır sandığıdır. Tedbirli davranmak (şüpheli durumlarda araştırma yapmak), ihtiyattır. Düşünce, saf bir aynadır. Sabırlı olmak, üstün bir huydur. Sadaka, kurtarıcı bir ilaçtır. İnsanların bugünkü amelleri, yarın gözlerinin önüne dikilir. İbret almak, iyi bir uyarıcıdır. Güler yüzlülük, dostluğun yuvasıdır.
14- Sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir. Sabrı olmayanın imanı olmaz.
15- Size ardında ölüm olan bir süre tanınmıştır. Sizinle birlikte, amellerin önünü alan arzular vardır. Öyleyse fırsatı ganimet bilin, ölümden daha çabuk davranın (ölümden önce bir iş yapmaya çalışın); arzuyu yalan bilin; amelden azık toplayın. Var mı başka bir kurtuluş yolu, kaçacak yer, firar edilecek bir taraf? Var mı sığınılacak, iltica edilecek bir yer? Öyleyse nereye gidiyorsunuz?
16- Size ilahî takvayı tavsiye ediyorum. Çünkü takva, ümitli olarak arayan kimsenin imrendiği, kaçıp sığınmak isteyenin güvendiği bir şeydir. Takvayı, kendinize batinî bir nişane edinin. Allah'ı halis bir şekilde anın. Bu anmanın ışığında güzel bir hayat yaşayın ve bu vesile ile kurtuluş yolunu katedin. Dünyaya, ondan vazgeçmiş zahitlerin gözleriyle bakın; çünkü dünya kendisinde yurt tutanları yok eder; ona güvenerek nimetlerinden faydalananları elemlere sokar. Ondan göçüp gidenin bir daha geri dönmesi ümit edilmez. Ondan beklenen nedir (sevinç mi, keder mi) bilinmez. Asayişi belayla birleşmiştir; bekası fenayla, sevinci ise üzüntülerle karışmıştır. Bekası güçsüzlük ve zaafla iç içedir.
17- Kendini beğenmek büyüklenmekten, büyüklenmek gururdan, gurur da tekebbürdendir. Şeytan, batıl vaatler veren hazır düşmandır. Müslüman, Müslümanın kardeşidir; öyleyse birbirinizi yardımsız bırakmayın, birbirinize kötü lakap takmayın. Dinin kanunları (hükmü) (herkes için) birdir; yolları düzdür. Kim o yolu tutarsa umduğuna ulaşır; kim o yoldan ayrılırsa helak olur; kim bu yoldan vazgeçerse dinden çıkar. Müslüman konuştuğunda yalan söylemez, söz verdiğinde aykırı davranmaz, itimat edildiğinde ise hıyanet etmez.
18- Akıl, Müminin dostudur; hilim, yardımcısıdır; iyi geçinmek babasıdır; yumuşak davranmak kardeşidir. Akıllı bir kimsede üç özellik olmalıdır: Kendi durumunu düşünmeli; dilini korumalı; zamanını tanımalı.
Bilin ki, yoksulluk belalardan bir beladır; yoksulluktan daha zor beden rahatsızlığıdır; ondan daha zoru ise kalp rahatsızlığıdır. Bilin ki, nimetlerden birisi zenginliktir; zenginlikten daha üstün olan şey beden sıhhatidir; beden sıhhatinden daha üstün olanıysa kalbin takvasıdır.
19- Mümin kişi gününü üç zamana ayırır: Bir bölümünde Rabbiyle münacat eder (O’na ibadet eder); bir bölümünde kendi nefsini muhasebe eder; bir bölümünde de helal ve güzel lezzetlerle meşgul olur.
Akıllı kişi ancak üç şey için yolculuk eder: Geçimini sağlamak, ahiretini elde etmek, yahut da haram olmayan zevk ve lezzetlerden faydalanmak.
20- Nice kimseler vardır ki, Allah'ın ihsan ve nimetleriyle gafil avlanırlar. Nice kimseler vardır ki, günahlarının örtülmesiyle mağrur olurlar. Nice kimseler de vardır ki, haklarında yapılan övgülere aldanırlar. Allah-u Teâla insanları, mühlet ve fırsat gibi hiç bir şeyle sınamamıştır; Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: "Onlara mühlet ve fırsat verdik ki günahlarını artırsınlar."
21- Kalbinde, halka karşı hem ihtiyaç duymalısın, hem de onlardan müstağni olmalısın. Halka olan ihtiyacın, yumuşak konuşman ve güler yüzlülük olmalıdır; onlardan müstağni olman ise ırzın ve haysiyetini korumak için olmalıdır.
22- Ne halka öfkelenin, ne de halkı öfkelendirin; (herkese) selam verin ve güzel konuşun.
23- Kerim adam, iyilik ve şefkat gördüğünde yumuşar; fakat alçak adama hoş ve güzel davranıldığında sertleşir.
24- Gerçek fakihin kim olduğunu size söyleyeyim mi? Gerçek fakih, insanların Allah'a masiyet etmesine izin vermeyen, onları Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen, onlara Allah'ın azabı hususunda güvence vermeyen ve Kur’an’ı bırakıp başka şeylere yönelmeyen kimsedir. Bilinçsiz ibadette, fikirsiz ilimde, düşünüp anlamadan yapılan kıraatte hayır yoktur.
25- Allah-u Teâla, insanları (kıyamet günü) bir araya topladığında, bir münadi yüksek bir sesle şöyle seslenir: Ey insanlar, bu gün Allah'a en yakın olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır; Allah katında en fazla sevileniniz, en güzel amel yapmış olanınızdır; Allah nezdinde makamı en üstün olanınız, O’nun katında olan şeyler için en fazla amel etmiş olanınızdır; Allah katında en kerametli (değerli) olanınız, en fazla çekineninizdir.
26- Şaşarım o kimselere ki, hastalık korkusundan şüpheli yemeklerden kaçınırlar da, ateşin korkusundan günahlardan kaçınmazlar. Şaşarım o insanlara ki, mallarıyla köleleri satın alırlar da, ihsan ve iyilik yapmakla özgür insanları satın almazlar (kendilerine çekmezler).
Sonra şöyle dedi: Hayır ve şer, insanlar vesilesiyle tanınır; hayrı tanımak istediğinde hayır iş yap, ehlini tanırsın; şerri tanımak istediğinde de şer iş yap, ehlini tanırsın.
27- Sizin için en çok korktuğum iki şeydir: Uzun dileklere kapılmak, heva ve hevese uymak. Uzun dileklere kapılmak ahireti unutturur, heva ve hevese uymak ise insanı haktan alıkoyar.
Basra'da birisi kardeşler hakkında sorduğunda, İmam şöyle buyurdu: Kardeşler iki kısımdır: Güvenilir kardeşler ve insanın yüzüne gülen kardeşler.
Güvenilir kardeşler, insanın sığınağı, kanadı, akrabası ve servetidir. Kardeşine güvenin tam oldu mu, malını, servetini onun yetkisine bırak; dostuyla dost, düşmanıyla düşman ol; onun sırrını, ayıbını gizle; iyiliklerini açıkla. Fakat bil ki, böyle bir kardeş, halis kırmızı altından, kırmızı yakuttan da az bulunur.
İnsanın yüzüne gülen kardeşlere gelince; onlardan yararlandığın için onlarla olan ilişkini kesme. Bundan fazla da onların gönülden seni sevmelerini bekleme; onlar sana karşı güler yüzlü ve tatlı dilli oldukça, sen de onlara karşı öyle ol.
28- Dostunun düşmanını kendine dost edinme; zira dostunla düşman olursun.
29- Kuşku üzerine kardeşlik bağını koparma; özür dilemeyip de ilişkiyi kesme (mümkün oldukça gönlünü alarak dostluğunu sürdür).
30- Müslüman bir kimsenin, şu üç kişiyle arkadaşlık yapmaktan sakınması gerekir: Facir (dine önem vermeyen), ahmak ve yalancı. Facir bir adam, amelini iyi gösterir; senin de kendisi gibi olmanı ister; din ve ahiret hususunda sana yardımda bulunmaz; onunla oturup kalkmak eziyete ve kalbin katılaşmasına sebep olur; gelip gitmesi ayıplanmana yol açar.
Ahmağa gelince; böyle bir adam, (aklı az olduğu için) hayır yolu sana gösteremez; gayret gösterse bile kötülüğü senden uzaklaştırması ümit edilmez; çok zaman fayda vermek istediğinde zarar verir; böyle bir arkadaşın ölmesi kalmasından, susması konuşmasından, uzaklaşması yaklaşmasından daha hayırlıdır.
Yalancı bir adama gelince; onunla yaşamanın bir tadı olmaz; senin sözünü başkasına, başkasının sözünü de sana taşır. Bir düzmeceyi bitirdiğinde başka bir düzmeceye başlar; artık doğru sözüne de inanılmaz; halk arasında düşmanlık çıkarır; gönüllerde kin oluşturur. Öyleyse (böyle bir adam hakkında) Allah'tan sakının ve kendi halinizi düşünün.
31- Akıllı bir adam ile cimri olsa bile arkadaşlık etmenin sana bir zararı yoktur; fakat aklından yararlan ve kötü huyundan sakın. Cömert adam ile de dost olmayı aklından yararlanmasan bile elden kaçırma; fakat kendi aklın ile onun cömertliğinden yararlan. Ahmak cimriden ise, bütün gücünle kaç.
32- Sabır üç kısımdır: Musibete karşı sabretmek; itaate sabretmek (hakka itaat etmek, mal ve candan geçmeyi veya zorluklarla karşılaşmayı gerektiriyorsa korkmamak) ve günaha karşı sabretmek (şehvet, gazap, makam, para vb. karşısında teslim olmamak).
33- Kendisini dört şeyden koruyabilen, hoşlanılmayan çirkin şeyleri hiç bir zaman görmemeye layıktır. "O dört şey nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: Acelecilik, inatçılık, bencillik ve gevşeklik.
34- Ameller üç kısımdır: Farz, müstehab ve günah. Farz olan ameller, Allah'ın emri, isteği, rızası, ilmi ve takdiri üzeredir. İnsanlar bu amellerde bulunarak Allah'ın azabından kurtulmuş olurlar.
Müstehab olan ameller ise Allah'ın emri ile değildir; yalnızca O’nun isteği, rızası, ilmi ve takdiri üzeredir; insanlar bu amelleri yapmakla sevap kazanırlar.
Günah olan ameller ise Allah'ın emri, isteği, rızası ile değildir; fakat ilmi ve takdiri onlara taalluk etmiştir; onları ancak kendi vaktinde mukadder buyurur; insanlar ise kendi ihtiyarları (istekleri) ile günah işlerler, Allah-u Teâla da onları, günah işledikleri için cezalandırır; çünkü onları günah işlemekten sakındırmıştır, ama onlar kabul etmemişlerdir.
35- Ey insanlar, bilin ki, Allah-u Teâla'nın her nimet karşısında bir hakkı vardır, kim onu eda ederse nimeti çoğalır; kim kusur ederse, nimeti yok olabilir ve çabuk azaba uğrar. Allah-u Teâla sizi günahtan korkan gördüğü gibi nimetten (nimetin şükrünü eda etmemekten) de çekinen (bir kimse gibi) görmelidir.
36- Kim fakir olup fakirliğini Allah'ın bir lütfü olarak bilmezse, umulan rahmeti (sevabı) yok etmiş olur. Kim de zengin olup bu zenginliğini Allah'ın yavaş yavaş azaba yaklaştırması olmasından endişe etmezse, tehlikeli bir şeyden kendisini emniyette sanmıştır.
37- Ey insanlar, Allah'tan yakin isteyin; O’ndan afiyet, sıhhat dileyin; zira Allah'ın en büyük nimeti afiyettir; kalpte kalacak en güzel şey yakindir. Aldatılmış, dininde aldatılan kimsedir; gıbta edilecek, yakini iyi olan kimsedir.
38- İnsan, hayır ve şerden kendisine ulaşan şeyin, muhakkak ulaşacağını ve ulaşmayan şeyin de ulaşmayacağını kavramadıkça, imanın tadını anlayamaz.
39- Mümin, üç sıfattan mahrum kalmaktan daha çetin hiç bir belaya duçar olmamıştır. "O üç sıfat nelerdir?" diye sorduklarında İmam Ali aleyhi'sselâm buyurdu ki: Servetli olursa (kardeşlerle) eşitliği gözetmek, halkın hakkında insaflı davranmak, Allah'ı çok anmak. Ben size, (yalnız) subhanellah, velhamdulillah (deyin) demiyorum; Allah'ı, her helal ve haramda göz önünde bulundurun (diyorum).
40- Kim dünyada kendisine yetecek olan miktara razı olursa, onun için en az şey yeterli gelir. Kim bu miktara razı olmazsa, dünyadan hiç bir şey ona yeterli gelmez.
41- Ölüme evet, alçaklığa hayır; deri soyulmasına evet, boyun eğip zilleti kabul etmeye hayır. Zaman iki türlüdür: Bir gün senin lehine, diğer bir gün de aleyhine olur. Lehine oldu mu azma, kendini kaybetme; aleyhine döndüğünde de üzülme. Zira her ikisiyle imtihan ediliyorsun.
42- Kime istersen iyilik et; o artık senin esirin olsun.
43- Dalkavukluk ve haset, Müminin sıfatlarından değildir; ilim talep etmek için olursa o hariç.
44- Küfrün erkânı dörttür: Rağbet, korku, hoşnutsuzluk ve gazap (öfke).
45- Sabır, hedefe ulaşmanın anahtarıdır; direnişin sonu zaferdir. Her isteğin gerçekleşmesinin bir vakti vardır; kader, o vakti harekete geçirir (vücuda getirir).
46- Dil bir ölçüdür; cehalet onu hafiflettiği gibi akıl da onu ağırlaştırır.
47- Kim öfkesini, haksız olarak yürütmek isterse, Allah-u Teâla hak olarak zillet ve hakirliği ona tattırır; Allah-u Teâla çirkin işleri sevmez.
48- Allah'tan hayır dileyen (istiharede bulunan) şaşkın kalmaz, meşveret eden de pişman olmaz.
49- Şehirler, vatan sevgisiyle imar edilir.
50- Üç şeye riayet eden mesut olur: Nimet ulaştığında şükretmek, rızık kesildiğinde mağfiret dilemek, sıkıntıya düştüğünde çok "La havle vela kuvvete illa billah" demek.
51- İlim üç kısımdır: Din öğrenmek için fıkıh, beden sağlığı için tıp ve dili yanlışlıklardan korumak için nahiv ilmi (edebiyat).
52- Zorlukta Allah'ın hakkı, rıza ve sabırdır; kolaylıkta ise hamd ve şükretmektir.
53- Günah işlememek, tövbe etmekten daha kolaydır; nice bir saatlık şehvetler vardır ki, uzun üzüntü ve gamlara yol açar. Ölüm dünyayı rezil etmiştir; düşünce sahibi için bir sevinç, akıl sahibi için de bir tat bırakmamıştır onda.
54- İlim, öncülük yapar ve insanı iyiliğe doğru çeker; amel ise itici güçtür, ama nefis inatçı bir binek gibidir.
55- Ümit ettiğin şeyden daha çok ümit etmediğin şeye ümidin olsun; zira (bazen ümitler boşa çıkar, ümit edilmeyen bir yoldan insana hayır ulaşır,) Hz. Musa aleyhi'sselâm eşi için ateş bulmaya çıktığında Allah'la konuşma iftiharına nail olup peygamberlik makamıyla geri döndü. Sebe’ kraliçesi (Belkıs) kendi ülkesinden (Hz. Süleyman’a karşı bir çare bulmak için) çıktı, (fakat) Süleyman aleyhi'sselâm'ın eliyle iman etti. Firavun’un sihirbazları onun izzet ve şerefini (tacını tahtını) korumak için (Hz. Musa'nın karşısına) çıktılar, fakat (Hz. Musa'nın mucizesini görünce) Mümin olarak döndüler.
56- İnsanlar, (din ve ahlak hususunda) babalarından daha çok, yöneticilere benzerler.
57- Ey insanlar! Bilin ki, haksız bir sözle rahatsız olan akıllı değildir; cahilin övmesinden hoşlanan da hikmet sahibi değildir. İnsanlar, becerdikleri şeylerle tanınırlar. Herkesin değeri, becerdiği iş miktarıncadır. Değerinizin bilinmesi için, ilim hususunda konuşun.
58- Rabbinin emrini gözetip günahtan uzaklaşan, nefsanî arzularına karşı direnen, isteğini boş sayan, nefsini takvayla kontrol altına alan, Allah korkusuyla onu gemleyen, yularından tutup onu Allah'ın itaatine doğru çeken, gemini çekerek günahlardan alıkoyan, gözünü ahirete diken, her zaman ölümünü bekleyen, daima tefekkür eden, geceleri az uyuyan, dünyadan vazgeçen, ahiret için zahmet çeken, sabrı kurtuluş bineği yapan, takvayı ölüm günü için azık olarak hazırlayan, içindeki ıstırabı takva suyu ile yatıştıran, (dünya olaylarından) ibret alan, (dünyanın durumunu) ölçen, dünya ve (dünyaperest) insanları terkeden, anlamak ve doğruluk için öğrenen, kalbi ahireti anmakla sakinleşen, yatağını toplayan, yastığını bir kenara bırakan, Allah katında olan sevaba yönelen, Allah'ın azabından hakkıyla korkan, sırrını açıklamayan ve (konuşmada) bildiğinden azına yetinen kimseye Allah rahmet etsin. Bu çeşit insanlar, Allah'ın şehirlerdeki emanetleridir; onların bereketiyle belaları insanlardan uzaklaştırır. Onlardan birisi, yemin verdirerek Allah Teala’dan bir şey isterse, Allah onun yeminini yerine getirir. Onların en son sözleri, "Elhamdu lillahi rabbil alemin" demektir.
59- Rızık, zekasızların; mahrumiyet, akıllıların; bela ise sabrın payıdır.
60- Hz. Ali aleyhi'sselâm Eş'as (b. Kays)'a, kardeşi Abdurrahman'ın ölümü münasebetiyle başsağlığı dilerken buyurdular ki: Sabırsızlık gösterirsen Abdurrahman'ın hakkını yerine getirmiş olursun, aksi takdirde Allah'ın hakkını eda etmiş olursun. Buna ilaveten, eğer sabretsen takdir gerçekleşir ve sen de övülürsün; sabretmezsen (yine de) takdir gerçekleşir, fakat sen kınanmış olursun. Eş'as: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" dedi. Hazret, ona: Bu kelimenin tefsirini biliyor musun? diye sorduğunda, Eş'as: "Hayır, ilmin nihayeti sensin." dedi. Hz. Ali aleyhi'sselâm buyurdu ki: Dediğin "İnna lillah" kelimesi mülkü itiraf etmektir (yani bizim sahibimiz Allah'tır). "Ve inna ileyhi raciun" kelimesi de fani olmayı itiraf etmektir.
61- Hz. Ali aleyhi'sselâm bir gün bineğe binip hareket edince, bir grup halkın yaya olarak arkası sıra yürüdüğünü gördüler: ‘Bir binek üzerinde gidenin yanında yaya yürümenin binekte olanı bozduğunu ve yaya yürüyeni de küçülttüğünü bilmiyor musunuz? Geriye dönün’ dedi.
62- İşler üç çeşittir: Doğru olduğu açık olan bir iş; böyle bir işin ardına düş. Doğru olmadığı belli olan bir iş; böyle bir işten kaçın. Karışık ve şüpheli olan bir iş; böyle bir işi ehline (o işi iyice bilene) bırak.
63- Bir gün Cabir, Hz. Ali'ye: "Ya Emir-el Müminin, nasıl sabahladınız?" dediğinde şöyle buyurdular: İşlediğimiz bu kadar günahlarla birlikte, Rabbimizin sayılmayacak nimetleri bizde olduğu halde sabahladım. Hangisine şükredeceğimizi bilmiyoruz; aşikâr ettiği güzelliklere karşı mı, yoksa gizlediği çirkin işlerimize karşı mı?
64- Abdullah ibn-i Abbas'ın küçük çocuğu öldüğünde, Hz. Ali aleyhi'sselâm ona tesliyette bulunup şöyle dedi: Başka birisinin musibete uğrayıp (dünyadan gidip) senin onun (mateminde) sevap alman, benim için, senin musibete uğrayıp başkasının sevap almasından daha sevimlidir. O zaman sevap senin hakkında (başkası için) değil de senin için olur, başkaları senin ayrılığında değil de sen başkalarının ayrılığında (ölümünde) iyi sabretmiş olursun. Allah o çocuğa senin için karşılık verdiği gibi onun için de sana mükâfat verir.
65- “Nasuh tövbe nedir?” diye sorduklarında İmam aleyhi'sselâm şöyle cevap verdi: Kalple pişmanlık duymak, dille mağfiret dilemek ve bir daha (günaha) dönmemeye karar vermektir.
66- Siz insanlar, Allah'ın kudretiyle yaratılmışsınızdır; ister istemez rabbinize boyun eğip, kabirlere konulursunuz; toprak olur çürürsünüz; tek tek (kimsesiz) haşredilirsiniz; yaptıklarınız neyse karşılığını görürsünüz. Öyleyse günah işlediğinde günahını itiraf eden, korkup kulluğa yönelen, sakınıp ibadete koyulan, yaşayıp geçmişlerden ibret alarak kendine gelen, korkutulduğunda çekinen, çağrıya uyup kötülükten vazgeçen, geri dönüp tövbe eden, (hayrını isteyenlerin tavsiyesine) uyarak hareket eden, kurtuluş yolunu araştıran, kurtuluş sınırına doğru kaçan, azık toplayan, batınını tertemiz eden, kıyamet günü için hazırlanan, (takva) azığından göçeceği gün, yöneleceği yol, muhtaç olacağı günler, yokluk yoksulluk yurdu için yardım alan ve ebedi kalacağı evi için önceden (azık) gönderen kimseye Allah rahmet etsin.
Kendiniz için hazırlık yapın. Acaba gençliklerinin en güzel günlerinde bulunanlar, ihtiyarlığın düşkünlüğünden, sağlıklı ve sıhhatli yaşayanlar, hastalığın baş göstermesinden, yaşayıp ömür sürenler, fenanın ansızın saldırmasından, fevt'in (ecelin) yaklaşmasından, ölümün ulaşmasından başka bir şeyi mi beklerler?
67- Eteğini beline bağlayıp kolları sıvazlayan, mühlet zamanı ciddiyet gösteren, titreyerek korkan, Allah’a tekrar dönüşün akıbeti ve bu hareketin sonucu hakkında düşünen bir kimse gibi Allah'tan korkun. Allah yardım ve intikam için yeterlidir. Cennet yeterli bir mükâfat ve karşılıktır. Cehennem de yeterli bir ceza ve azaptır. Allah'ın kitabı ise davacı ve hasım olarak yeterlidir.
68- Birisi Hz. Ali aleyhi'sselâm'dan sünnet, bid’at, fırka ve cemaat hususunda sorduğunda şöyle buyurdular: Sünnet Resulullah'ın sünnetidir; bid’at, sünnete muhalif olan şeylerdir; fırka (muhalefet ederek toplumdan ayrılan), sayıları çok olsa bile, batıl ehli kimselerdir; cemaat, sayıları az olsa bile, hak ehli olan kimselerdir.
Resulullah buyurmuş ki: "İnsan ancak Allah'a güvenmeli ve ancak kendi günahından korkmalıdır. Alim, kendisinden bilmediği bir şeyi sorduklarında: "Allah daha alimdir" demekten utanmamalıdır. Sabrın imandaki yeri, başın bedendeki yeri gibidir.
69- Bir kişi, bana tavsiyede bulun, dediğinde İmam aleyhi'sselâm şöyle buyurdular: Sen, hayırlı işlere çokluk yönünden bir sınır tanımamalısın, günaha da azlık yönünden bir had bırakmamalısın.(Şu kadar günah azdır dememelisin.)
70- Başka birisi de bana nasihat et dediğinde şöyle buyurdular: Fakirliği ve uzun ömrü kendine telkin etme.
71- Dindar kimselerin bazı alametleri vardır ki onlarla tanınırlar: Doğru konuşmak, emaneti sahibine vermek, verdiği söze bağlı kalmak, akrabalara iyilikte bulunmak, zayıflara acımak, kadınlara az teslim olmak, bağış ve ihsanda bulunmak, güzel huylu olmak, çok sabırlı olmak, ilme ve insanı Allah'a yaklaştıran her şeye tabi olmak. Ne mutlu bu sıfatları haiz olan kimselere, varılacak yerin güzel olanı da onlarındır.
72- Uzun arzulu olan, ameli unutur.
73- İnsanoğlu, her şeyden daha çok terazinin (kefelerine) benzer; ya cehaletiyle hafif veya ilmiyle ağır olur.
74- Mümine küfür etmek fısktır; onunla savaşmak küfürdür; Müminin malı, canı gibi muhteremdir (kanını dökmek haram olduğu gibi malını da gasbetmek haramdır).
75- Mal ve canını kardeşine, adalet ve insafını düşmanına, ihsan ve güler yüzlülüğünü ise herkese bağışla. Halka selam ver ki, onlar da sana selam versinler.
76- Dünyada halkın efendileri cömertler, ahirette ise çekinenlerdir.
77- (Dünyada bulunan) şeyler iki çeşittir: Biri, geçmişte bana verilmeyen, gelecekte de ummadığım başkalarının sahip olduğu şeylerdir. İkincisi ise yerin ve göğün tüm gücünü harcasam dahi zamanı gelmedikçe elde edemiyeceğim şeylerdir. Öyleyse bunlardan hangisi için ömrümü harcıyayım.
78- Mümin, baktığında ibret alır; sustuğunda tefekkür eder; konuştuğunda zikreder; mustağni olduğunda şükreder; sıkıntıya uğradığında sabreder. Çabuk razı olur, geç öfkelenir. Az nimetle Allah'tan razı olur, çok (belaya) da öfkelenmez. Hayır işlerde irade ettiği şeylerin hepsine ulaşmaz. İyi işleri çok niyet eder, fakat onlardan bazısını yapmaya muvaffak olur. Elinden kaçırdığı hayır işlere, şiddetle üzülür.
Münafıka gelince; eğlenmek için bakar;; sustuğunda gaflete dalar; konuştuğunda yalan söyler; müstağni olduğunda haddini aşar; sıkıntıya uğradığında inleyip durur; çabuk sinirlenir, geç razı olur; Allah az nimet verirse öfkelenir; çok bağışta bulunursa da razı olmaz. Çok kötülükleri amaçlar, fakat onların hepsini yapmaya muvaffak olmaz; yapamadığı şer ve fitnelerden dolayı teessüf eder, üzülür.
79- Dünya ve ahiret birbirine saldıran iki azılı düşman ve iki ayrı yoldur. Dünya ve ondaki güzellikleri seven kimse, ahirete nefretle bakar ve ona düşman kesilir. Bunların misali doğu ve batıya benzer; ikisinin arasında yürüyen kimse, birinden uzaklaşmadıkca öbürüne yaklaşmaz.
80- İlahi tehditten (amellerin cezasından) korkan kimseye, uzak yakın olur (ölümü, uzak olsa bile yakın görür).
Dünya azığından açlığı giderecek miktarla doymayan (kanaati olmayan) kimse, her ne kadar dünya malı toplasa da yetinmez. Kim dünyayı elde etmeye çalışırsa elinden çıkar gider; kim dünyanın ardından gitmezse dünya ona ulaşır. Dünya, sınırlı günlerin sonuna dek yayılmış bir gölgedir. Allah rahmet etsin o kula ki, hikmetli sözü duyar, onu beller; doğru yola çağrıldığında yaklaşır; bir kurtarıcının, kılavuzun eteğine sarılır da kurtulur. İyi işler gönderir; iyi işlerle kullukta bulunur; (kendi kabrine) azık gönderir; çekinilmesi gereken şeyden çekinir; hedefine yönelir; nefsî isteklerine karşı direnir; arzularını yalanlar; sabrı, kurtuluşuna binek yapar; takvayı ölüm günü için hazırlar; apaçık doğru yoldan ayrılmaz; fırsatı ganimet sayar; ecele hazırlanmaya koşar; ameli ile azık toplar.
81- Hz. Ali aleyhi'sselâm bir adama, “Nasılsınız?” deyince, o:"Ümit ediyor ve korkuyoruz" dedi. İmam aleyhi’sselâm bunun üzerine şöyle buyurdular: Bir şeye ümidi olan onu elde etmeğe çalışır; bir şeyden korkan, ondan kaçar. Bilmiyorum bu nasıl bir korkudur ki, kişi bir lezzetle karşılaştığında, korktuğu şeyden (cehennem ateşinden) dolayı onu terkedemiyor ve nasıl bir ümit beslemektir ki, bir bela geldiğinde kişi ümit ettiği şeye ulaşmak (sevap) için ona karşı sabredemiyor.
82- Hz. Ali aleyhi'sselâm'a: "Kendisiyle oturup kalktığımız ve iş yaptığımız güç (iyi ve kötü işlere karşı olan kudret) hususunda (bu güç bizden midir yoksa Allah'tan mı? diye) soru soran Abaye b. Rıb’i’nin cevabında şöyle buyurdu: Sen yetenek (güç) hakkında soru sordun. Acaba ona, Allah'tan olmaksızın sen mi maliksin, yoksa Allah ile birlikte mi maliksin? (Yani o kudret senin kendinden mi, yoksa Allah ile ortak mısın?)
Abaye susup kaldı; İmam Ali aleyhi’sselâm şöyle buyurdu: Eğer Allah ile birlikte malikim, deseydin, öldürürdüm seni (çünkü müşrik olurdun); yalnız ben malikim deseydin, yine de öldürürdüm seni. Abâye, "Öyleyse ne diyeyim?" dedi, Ali aleyhi’sselâm buyurdu ki: şöyle de: Ben ona malikim, fakat ona malik olan Allah beni ona malik kılmıştır; eğer bu malikiyeti bana verirse, bağışta bulunmuş olur; vermezse bu O’ndan bir bela olur. Öyleyse seni malik kıldığı şeylerin asıl maliki O’dur, seni kadir kıldığı şeylere gerçek kadir O’dur.
83- Asbeğ b. Nebate naklediyor ki: Emir-ül Müminin Hz. Ali aleyhi'sselâm'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Size her müslümanın ezberlemesi gereken bir hadis söyleyeyim" Sonra bize bakarak (sözüne) şöyle devam etti: Allah-u Teâla bir Mümin kulu, hem dünyada, hem de ahirette cezalandırmaktan daha cömert, daha uludur. Yine Allah-u Teâla bu dünyada bir kulu affedip ahirette affını ondan esirgemesinden daha yüce, daha cömert, daha kerimdir.
Sonra; "Bazen olur ki Allah-u Teâla, bir Mümini, canı, malı, evladı ve ailesi hakkında bir belaya duçar eder." buyurarak şu ayeti tilavet etti: "Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı şeyler yüzündendir. (Allah) günahların bir çoğunu da bağışlar.” Üç defa elini yumup açarak şöyle buyurdu: "(Allah) çoğunu da affeder."
84- İlişkiyi kesmenin başlangıcı, yüz çevirmektir. Çabuk usanıp bıkan adamın (usanıp bıkmasına) üzülme. En kötü karşılık, kötülükle karşılık vermektir (İyiliğin karşılığında kötülük yapmaktır).
85- Kişinin kendisini beğenmesinin başlangıcı, aklının bozulması (sarsılması)dır. Diline hakim olanın, şerrinden amanda kalınır. Ahlakını düzeltmeyen kimsenin, felaketleri çok olur. Ahlakı kötü olanın, ailesi ondan bıkar. Nice sözler vardır ki nimeti, insanın elinden alır. Şükretmek, fitnenin önünü alır. Haysiyeti korumak, yiğitliğin başı mesabesindedir. Günahkârın alçak gönüllülüğü, onun şefaatçisidir. İhtiyatın esası, şüpheli şeylerde durmaktır. Rızık hazineleri, güzel ahlaktadır.
86- Musibetler halk arasında eşit olarak bölünmüştür. Tövbe kapısı açık olduğu müddetçe, günahların için ümitsiz olma. Hidayet, şehvetlerle muhalefet etmektedir. Arzuların tarihi (sonu), ölümdür. Cimri bir kimseye bakmak, kalbi katılaştırır. Ahmak adama bakmak, gözü karartır. Cömertlik, zekiliktir. Cimrilik, gaflettir.
87- Yoksulluk en büyük ölümdür. Ailenin azlığı, iki zenginlikten biridir; bu da huzurun yarısıdır. Gam, ihtiyarlığın yarısıdır. İktisatlı davranan, fakir olmaz. İstişare eden, helak olmaz. İhsan ve iyilik, soylu (şeref sahibi) ve dindar kimseden başkasının yanında yerini bulmaz. Mutlu, başkalarından ibret alan kimsedir. Aldatılmış bir kimse, ne övülür, ne de mükâfat alır. İyilik çürümez; günah unutulmaz.
88- İyilik yapın, övgüyü kazanın. Akıllı kimselerin sizinle iyi ilşki kurmaları için övgüyü kendinize şiar edinin; akılsız kimselerin sizden uzaklaşması için, saçma sözleri terkedin. Meclisinizin mamur olması için birlikte oturduğunuz arkadaşınıza ikramda bulunun. Arkadaşınızı öyle gözetleyin ki, yanınızda bulunmaya ilgi göstersin. Halkın size itimat etmesi için, onlara karşı insaflı olun. Güzel ahlaka sarılın; zira o bir yüceliktir. Kötü ahlaktan kaçının; çünkü o şeref sahibi adamı alçalttığı gibi azameti de giderir.
89- Kanaat et (kısmetine razı ol), aziz olursun.
90- Sabır, yoksulluğa karşı bir siperdir; ihtiras, fakirliğin alametidir; süslenmek (nefsini alçak düşürmemek), aşağılıktan uzak durmaktır; öğüt, sığınan için bir sığınaktır.
91- İlim kisvesine bürünen kimsenin ayıbı, halkın gözünden gizli kalır.
92- Hasetçinin huzuru, çabuk darılanın dostluğu, yalancının ise yiğitliği olmaz.
93- Yalnızlığa alışmakla, izzetinin bekası için çalış.
94- Kudret altında olan her aziz, zelildir.
95- İki şey halkı yok eder: Fakirlik korkusu ve üstünlük talep etmek.
96- Ey insanlar, dünya sevgisinden sakının; zira dünya sevgisi her günahın başı, her belanın kapısı, her fitnenin yoldaşı, her musibetin de sebebidir.
97- Bütün hayırlar üç şeyde toplanmıştır: Bakış, susma, konuşma. İbret alınmayan her bakış boş; fikirle birlikte olmayan her susma gaflet; içerisinde zikir olmayan her konuşma lağvdir (boştur). Bakışı ibret, susması tefekkür, konuşması zikir olan, hatalarına ağlayan ve şerrinden insanların emin oldukları kimseye ne mutlu.
98- İnsan ne kadar da ilginç bir varlıktır; kendisi için garantilenmiş şeye ulaşmakla hoşnut olur ve asla elde edemeyeceği şeye ulaşamamakla da üzülür; eğer kişi tedbir altında olduğunu ve rızkın takdir edildiğini düşünüp anlasaydı, kolay elde edilen şeyle yetinir, zor işlere girişmezdi.
99- Pazarda dolaşırken pazarcılara nasihat etmek istediğinde şöyle buyuruyordu: Ey tüccar topluluğu, muameleden önce Allah'tan hayır dileyin; muamelede kolaylık göstermekle bereket umun. Alıcılara yaklaşın; sabır ve yumuşak huyla süslenin; yemin etmekten sakının; yalan konuşmaktan kaçının; zulüm etmekten korkun; mazlumların hakkında insaflı olun; faize yaklaşmayın; doğru ölçüp tartın, halkın malını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk etmeyin.
100- “Allah-u Teâla'nın yaratıklarından hangisi daha güzeldir?” diye sorduklarında Ali aleyhi'sselâm: “Kelamdır (sözdür)” buyurdular; “Hangisi daha kötüdür?” diye sorduklarında ise yine “Kelamdır” buyurdular. Daha sonra buyurdular ki: İnsanın yüzünü ağartan da kelamdır, karartan da kelamdır.
101- Hayırlı söz söyleyin, onunla tanınırsınız. Hayır iş yapın, onun ehlinden olursunuz.
102- Bir bela geldiğinde malınızı canınıza feda edin; bir olay vuku bulduğunda (düşman saldırdığında) canınızı, dininize feda edin. Bilin ki, yok olan, dini yok olmuş olandır, yağmaya uğramış olan da dini elinden alınmış olandır. Cennete giren için fakirlik, cehenneme düşen için de zenginlik olmaz.
103- Hiç bir insan, ister şaka olsun, ister ciddi, yalan konuşmayı terketmedikçe imanın tadını anlamaz.
104- Müslüman bir kimsenin, yalancıyla arkadaş olmaktan kaçınması gerekir. Çünkü yalancı o kadar yalan konuşur ki, doğru konuştuğunda da sözüne inanılmaz.
105- En büyük günah, haksız yere Müslüman bir kimsenin malını gasbetmektir.
106- Kısastan korkan bir kimse, halka zulüm etmekten çekinir.
107- Haset eden bir kimse gibi, mazluma benzer zalim görmedim.
108- Zalim, zalime yardım eden ve onun zulmüne rıza gösterenin üçü de (günahta) ortaktırlar.
109- Sabır iki çeşittir: Musibete karşı sabretmek; bu iyi ve güzel bir şeydir; bundan daha güzeli ise, Allah'ın haram kıldığı şeye karşı sabretmektir.
Zikir de (Allah'ı hatırlamak) iki çeşittir: Musibet vakti zikretmek, bu iyi ve güzeldir; bundan daha güzeli ise insanı Allah'ın haram kıldığı şeylere yönelmekten alıkoyan zikirdir.
110- Allah'ım, beni şer sahibi kullarından hiç birisine muhtaç kılma. Beni muhtaç kıldığında öyle birine muhtaç kıl ki, herkesten daha açık yüzlü, ihtiyacı karşılamakta daha cömert, dili daha açık, minneti daha az olsun.
111- Halk ile dostluk ve samimiyeti, Allah'ın itaati üzere olan kimseye ne mutlu.
112- İnsanın doğruyu seçerek kendi yararına olan yalandan kaçınması ve sözü ilminden öteye aşmaması doğru bir imana sahip olduğunu gösterir.
113- Emaneti, peygamberlerin evladının katiline ait olsa bile sahibine geri çevirin.
114- Takva, imanın temelidir.
115- Allah'a itaat etmek yolunda kimsesiz kalıp hor ve hakir olmak, günahta birbiriyle yardımlaşmaktan daha çok insanın izzetli olmasını sağlar.
116- Mal ve evlat dünya ürünüdür; iyi işler ise ahiret ürünüdür; Allah bazı kişilere her ikisini de verir.
117- Tevrat'ın iki sahifesinde şunlar yazılmıştır: Birinci sahifede: ‘Dünyaya üzülen, ilahî kaza ve kadere gazap etmiştir. Müminlerden kendi musibetini, dinine muhalif olan bir kimseye şikâyet eden ise, Rabbini düşmanına şikâyet etmiştir. Zengine, onun elinde olan şeyden talep etmek için tevazu eden bir kimsenin dininin üçte ikisi yok olur. Kur'an okuduğu halde öldüğünde cehenneme gidenler ise, Allah'ın ayetlerini alaya alan kimselerdendir (Kur'an'dan maksat, semavi kitaplar olabilir).’ diye yazılmıştır.
İkinci sahifede ise şöyle yazılmış: İstişare etmeyen, pişman olur; mal toplayıp tekelcilik yapan, helak olur. Yoksulluk en büyük ölümdür.
118- İnsanın özü onun dilidir; aklı, dinidir; yiğitliği, ulaştığı mevkie bağlıdır. Rızık taksim edilmiştir. Günler dönüp dolaşır. İnsanlar Hz. Adem'e ulaşıncaya kadar hepsi eşit (ve kardeş)tirler.
119- Kumeyl b. Ziyad'a şöyle buyurdu: Meşhur olmaman için sakin ol; isminin dillerde dolaşmaması için şahsiyetini gizle; alim olman için öğren; selamette kalman için sus; (Allah) dinini sana tanıttıktan sonra artık halkı tanımamanın ve onların seni tanımamasının hiç bir sakıncası yoktur.
120- Kendisiyle uyuşmak gerekli ve kaçınılmaz olan kimse ile uyuşamayana bilgili (hekim) denilmez.
121- Dört şeyi öğrenmek için develere binip çölleri katetseniz değer mi değer: Hiç kimse, Rabbinden başka hiç kimseden bir şey beklemesin, günahından başka bir şeyden korkmasın, bilmediği bir şey sorulduğunda, "bilmiyorum" demekten çekinmesin ve bilmediği bir şeyi öğrenmekte kibirlenmesin.
122- Abdullah b. Abbas'a şöyle yazdı: Allah'a hamd-u sena, Peygamber'e salat-u selamdan sonra; işine yarayan şeyin peşine git, işine yaramayan şeyi terket. Zira işine yaramayan şeyi terkettiğinde, işine yarayan şeyi elde edebilirsin. Zira sen (ölümden sonra) ancak önceden gönderdiğin şeylere ulaşabilirsin, geride bıraktığın şeylere değil. Yarın karşılaşmak istediğin şeyi, karşılaşmak istediğin şekilde hazırlayıp gönder.
123- Dostların kalplerini insana ısındıran, düşmanların kalplerinden kini gideren en güzel şey, onlarla karşılaşınca güler yüzlü olmak, gıyabında hallerini sormak, huzurlarında ise iyi ve yumuşak davranmaktır.
124- İnsan, (hayır ve şerden) ona ulaşan şeyin muhakkak ulaşacağını ve ulaşmayan şeyin de ulaşmasının mümkün olmayacağını bilmedikçe, imanın tadını anlayamaz.
125- Ey Rabbim, senin mülk ve saltanatından kalbiyle ve gözüyle görüp müşahede ettiğini, görüp müşahede etmediği mülk ve saltanatın karşısında küçük görmeyen kimse ne bedbahttır. Bundan da bedbahtı senin azamet ve celalin karşısında mülkün ve saltanatından gözü ve kalbiyle gördüğü ve göremediği miktarı, küçük görmeyen kimsedir. Senden gayri bir mabud yoktur; münezzehsin sen, hiç kuşkusuz ben zalimlerdendim.
126- Dünya, yok olma, zahmete uğrama, değişme ve ibret alma yurdudur. Yok olma yurdu olmasına örnek şudur ki, görüyorsun zaman, yayını çekiyor, okunu hedefe doğrultuyor; oku hata yapmıyor ve yarası iyileşmiyor; sıhhatli olanı hastalıkla, yaşayanı ise ölümle hedef alıyor.
Zahmete uğrama yurdu olduğuna örnek şudur ki, insan kendi harcayamadığı şeyleri toplar ve kendisi oturmadığı binalar yapar. Sonra da malsız, binasız Allah'a doğru göç eder.
Değişme yurdu olduğuna örnek de şudur ki, imrenilen kimseyi, (bir süre sonra) acınılan, acınılan kimseyi ise (bir süre sonra) imrenilen kimse olarak görürsün. Bunun sebebi ise yok olan nimet ve inen beladır.
İbret alma yurdu olduğuna delil de şudur ki, insan arzusuna ulaşmak istediği vakit aniden ecel onu yakalar; ne arzuya ulaşılır, ne de arzu eden baki kalır.
Subhanellah, bu dünyanın sevinci ne de azdır, suya kanmağı ne de susatıcı, gölgesi ne de devamsızdır. Dünyada var olan şey sanki yokmuş; mevcut olmayan şey güya (yıllardır) varmış gibidir. Evet, ahiret evi, kalıcı ikamet yeridir; cennet ve cehennemin bulunduğu yerdir. Evliyaullah, sabırla sevaba, amel ile de arzulara ulaşmışlardır.
127- Allah'a doğru giden en sevimli yollardan biri, iki şeyi yutmaktır: Bunlardan birisi olgunlukla öfkeyi yutmak, diğeri ise sabırla kederi yutmaktır. Allah'a doğru giden en sevimli yollardan biri de dökülen iki damladır: Gece yarısında gözden akan yaşlar ve Allah yolunda dökülen kan damlaları. Yine Allah'a doğru giden en sevimli yollardan biri de iki adımdır: Birincisi, Müslümanın Allah yolundaki bir safı muhkem kılmak için attığı adım; ikincisi ise, sıla-i rahim (yakınları ziyaret) için atılan adım. Bu adım birincisinden daha faziletlidir.
128- Arkadaşını zorlukta, gıyabında ve ölümünden sonra korumayan dost, dost değildir.
129- Tamah cahillerin kalplerini hafifleştirir, yerinden söker; arzular, onu rehin alır; hileler, onu bağlar.
130- Kimin vücudunda iyi hasletlerden biri (sabit) olursa, mevcut olmayan diğer hasletleri bağışlarım; ama aklın ve dinin yok olmasını affetmem. Dinin yok olması, emniyetin yok olmasıdır; korku ve vahşetle de yaşamanın bir anlamı yoktur. Aklın yok olması da, hayatın yok olmasıdır. (Akılsız bir toplum) ancak ölülerle kıyaslanır.
131- Nefsini töhmete maruz kılan, suizanda bulunan kimseyi kınamamalıdır. Sırrını gizleyenin yetkisi kendi elinde olur.
132- Allah-u Teâla, altı gruba, altı özellik yüzünden azap edecektir: Arapları asabiyet, muhtarları tekebbür, emir sahiplerini zulüm, fakihleri haset, tacirleri hıyanet, köylüleri cehalet yüzünden.
133- Ey insanlar, Allah'tan korkun (takvalı olun); takvalı olmak için sabretmek, Allah'ın azabına sabretmekten daha kolaydır.
134- Zahitlik, arzuları azaltmak, her nimete karşı şükretmek ve Allah'ın haram kıldığı şeylerden kaçınmaktır.
135- Her şey çifleştiğinde, tembellik ve âcizlik de çiftleşti; onların çiftleşmesi sonucu fakirlik meydana geldi.
136- Bilin ki günler üçtür: Geçmiş ve tekrar dönmesi ümit edilmeyecek dün; mevcut olan, fakat sürekliliği olmayan bugün, daha gelmemiş ve de kendisine güvenilemeyecek olan yarın. Dün, öğüt kaynağıdır; bugün ganimettir; yarının ehli ise kim olacağını bilemezsin. Dün kabul görmüş muteber bir şahit, bugün ise emaneti geri veren bir emanetçi, yarın ise süratle gelip geçendir. O senin yanına gelmiş, sen onun yanına gitmemişsin.
Ey halk, şunu iyi bilin ki: Fenadan sonra beka vardır. Biz geçmişlerin varisiyiz, gelecekler de bizim varislerimizdirler. Durum böyle iken bırakıp gideceğiniz şeylerle varacağınız yeri bayındır hale getirmelisiniz. İyilik yollarını katedin. Bu yolları katedenlerin azlığından korkmayın, Allah'ın bu yolculukta sizlere arkadaş olduğunu hatırlayın. Dikkat edin, bugün elde ne bulunduruyorsanız size verilmiş bir ödünçtür, bağışlar ise yarındır. Biz yok olup gitmiş olan bir kökün dal ve budaklarıyız. Kök yok olduktan sonra budaklar ne kadar devam edebilir ki!
Ey insanlar, eğer dünyayı ahirete tercih ederseniz, bu değersiz metalara kapılıp dünyanın davetine icabet eder, arzular merkebine binerseniz bu merkeb sizi nihayeti pişmanlık olan bir kaynağa götürecektir, eski zamanlarda yaşayıp giden ümmetlere yaptığının aynısını size de yapacaktır. Sonuçta hallerin değişmesi ve cezaların gerçekleşmesiyle, geleceklere ibret olacaksınız.
137- Namaz, Allah'a yaklaşmak isteyen muttakiler için vesiledir. Hac, zayıf kişilerin cihadıdır. Her şeyin zekâtı vardır, bedenin zekâtı ise oruçtur. İnsanın en iyi ameli, fereci (kurtuluşu) beklemektir. Amelsiz dua eden, yaysız ok atan kimseye benzer. Mükâfata yakini olan, cömertçe bağışta bulunur. Sadaka vermekle rızkı indirin. Zekât vermekle, mallarınızı koruyun. İktisatlı olan kimse fakir olmaz. Masrafta ölçülü davranmak, geçimin yarısıdır. Şefkatli olmak, aklın yarısıdır. Gam, ihtiyarlığın yarısıdır. Ailenin azlığı, iki kolaylıktan biridir. Ana-babayı üzmek, onlara karşı asiliktir. Musibet vakti, dizini döven kimsenin sevabı yok olup gider. İyilik ancak asil veya dindar bir insan hakkında yapılırsa, iyilik sayılır. Allah-u Teâla sabrı, musibet miktarınca nazil eder. Allah, tutumlu davranan kimseyi, rızıklandırır; israf yapan kimseyi ise mahrum bırakır. Emanet, rızkı çekip getirdiği gibi hıyanet de fakirliği getirir. Eğer Allah-u Teâla bir karıncanın maslahatını istese ona kanat vermez.
138- Dünya metaı (malı mülkü), kurumuş ve dökülmüş kuru otlara benzer. Mirası ise çamura benzer. Dünya metaının yeterli miktarı, fazlasından daha iyi ve ıztırabı ise huzurundan daha güvenilirdir. Zengini fakir olmaya mahkumdur. Ona göz yuman rahata kavuşur. Güzelliklerine kapılanın gözü ve gönlü körelir; sevincine gönül bağlayanın kalbi üzüntüyle dolar; sütün üzerindeki kaymağın çalkantısı gibi onun da kalbinde gam çalkalanır. Bazı sorunlar onu üzer ve bazı sorunlar da onu kendisine meşgul eder. Boğazından yakalayıp kalbinin damarlarını koparıncaya ve cansız bir vücut olarak bırakılıncaya kadar ömür bu keşmekeşliklerle devam eder. Ne Allah bu cüssenin ne olacağını önemser ve ne de iyiler bu leşin nereye düşeceğine ilgi gösterirler. (Fakat uyanık Müminler böyle değildirler;) Mümin ibret gözüyle dünyaya bakar, ihtiyacı kadar ondan beslenir, öfkeli bir kulakla sesleri dinler.
139- Hilim öğrenin; hilim Müminin dostu ve yaveridir; ilim ise Müminin kılavuzu, yumuşak davranmak kardeşi, akıl yoldaşı, sabır ise komutanıdır.
140- Hz. Ali aleyhi'sselâm Allah’ın verdiği nimetlerden yararlanmayarak eski elbiseler giyip yoksullar gibi bir görünüm sergileyen birisine rastladığında şöyle buyurdu: "Ey adam, Allah'ın bu sözünü duymamış mısın? "Rabbinin nimetini an, söyle." Vallahi Allah'ın nimetlerini amelin ile göstermen, dilin ile açıklamandan daha iyidir, Allah indinde."
141- Oğlu İmam Hasan'a buyurdular ki: Allah'tan çekinmeyi, namazı zamanında kılmayı, zekâtı vaktinde vermeyi, (kulların) suçunu bağışlamayı, öfkeyi yenmeyi, akrabalarla iyi ilişki kurmayı, cahiller karşısında olgun ve hilimli olmayı, dinde fakih olmayı, işlerde tedbirli davranmayı, Kur'an'a karşı taahhütlü olmayı, komşularla iyi geçinmeyi, iyiliği emredip kötülükten alıkoymayı, çirkin işlerden kaçınmayı ve Allah'a karşı her türlü günahtan çekinmeyi sana tavsiye ediyorum.
142- Dünya dört şeyle ayakta duruyor: İlmine amel eden alim, iyiliklerini yayan zengin, öğrenmekten tekebbür etmeyen cahil ve ahiretini başkasının dünyasına satmayan fakir. Alim ilmine amel etmeyince, zengin iyilik yapmaktan sakınınca, cahil öğrenmekten tekebbür edince ve fakir de ahiretini başkalarının dünyasına satınca helak olurlar.
143- Dört şeyden sakınabilen bir kimse, ebedi olarak sevilmeyecek şeylerle karşılaşmamaya layıktır: Acelecilik, inatçılık, bencillik ve gevşeklik.
144- Ey Allah'ın kulları, bilin ki takva, sağlam bir kaledir ama fisk-u fücur da güvensiz bir sığınaktır; bu sığınak ehlini korumadığı gibi, ona sığınan kimseyi düşmanın şerrinden kurtarmaz. Bilin ki, takvayla günahların zehiri etkisiz hale gelir; Allah'a itaat etmeye sabretmekle, O'nun sevap ve mükâfatına erişilir. Yakin ile nihai hedefe ulaşılır. Ey Allah'ın kulları, Allah-u Teâla kurtuluş yollarını kullarından esirgememiştir; zira kendisi kullarını, o yollara hidayet etmiştir; tövbe ederlerse, onları günahları sebebiyle kendi rahmetinden mahrum bırakmaz.
145- Susmak hikmettir; susmak selamettir; sır saklamak, saadetin bir köşesidir.
146- İşler, takdir ve alınyazısı karşısında öylesine boyun eğer ki bazen tedbirin kendisi, dönüp afet olur.
147- İnsan dininde derin bilgiye sahip, geçiminde tutumlu, musibetlere karşı sabırlı olmadıkça ve kardeşleri tarafından gördüğü acıları tatlı bilmedikçe onun yiğitliği kâmil olmaz.
148- Yiğitlik nedir? diye sorduklarında İmam Ali aleyhi'sselâm: "Açıkta yapmasından utandığın bir günahı gizlide de yapmamandır" diye cevap verdi.
149- Günaha devam etmenin yanısıra bir de Allah Teala’dan mağfiret dilemek yeni bir günahtır.
150- İbadet ettiğiniz Allah'ın marifetini kalbinize yerleştirin ki, organlarınızla ibadet olarak yaptığınız hareketlerin size faydası olsun.
151- Dinini ekmek kazanmak için satan kimsenin dininden nasibi, yediği şeydir.
152- İman, kabul olan söz (dil ile şehadet etmek), yapılmış olan amel ve akıl ile tanımaktan ibarettir.
153- İmanın dört temeli vardır: Allah'a tevekkül etmek, işleri O'na bırakmak, emirleri karşısında teslim olmak, kaza ve kaderine razı olmak. Küfrün de temeli dörttür: Eğilim, korku, öfke, şehvet.
154- Kim dünyada zahid olur, zilletinden korkmaz ve izzetine ilgi göstermezse, Allah-u Teâla, onu insanları vasıta kılmadan hidayete erdirir, ders okumadan alim kılar, hikmeti kalbine yerleştirerek diline akıtır.
155- Allah'ın öyle kulları vardır ki, ihlasla ve halkın gözünden uzak olarak kendisiyle muamelede bulunmuşlardır. Allah-u Teâla da bunları halisane bir şekilde mükâfatlandırmıştır. Bunlar kıyamet gününde boş ve beyaz bir defterle mahşeri geçerler; Allah'ın dergâhına vardıklarında Hak Teâla onlarla kendi arasında var olan sırlarla onların amel defterlerini doldurur.
156- Ahlakınızı, güzel hasletlere yöneltin; onu iyilik ve cömertliklerin tarafına çekin; kendinizi hilimli olmaya alıştırın. Küçük ve önemsiz şeyleri görmezlikten gelerek kendi kadrinizi yüceltin. Zayıf bir adamın hayatını, kendi makamınızla ve ona yardım etmekle koruyun. Halkın gizli olan sırrını araştırmayın. Zira size gizli kalan şeyler çoğalır. Kendinizi yalandan koruyun; zira yalan bütün kötü huylardan daha iğrenç ve daha kötüdür. Yalan, bir çeşit çirkinlik ve bir nevi alçaklıktır. Müsamaha gösterip önemsiz ve küçük şeyleri aramaktan sakının.
157- Siper olarak belirlenen ecel yeterlidir; Allah tarafından her insanı, kuyuya düşmesinden, yıkıntı altında kalmasından, yırtıcı hayvana yakalanmasından koruyan koruyucular vardır; eceli geldiğinde ise onu ölümün emrine bırakırlar.
(Tuhaf'ul-Ukul'dan naklen)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali (a.s)'ın Yaşamıyla İle Hadis Ve Rivayetler

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. Ali (A.S)’IN YAŞANTISIYLA İLGİLİ HADİS VE RİVAYETLER

F.Altan

Birinci Bölüm: Kardeşi Resulullah İle Birlikte

1- Resulullah (s.a.a)’in Eğitimiyle Eğitilmesi

Hz. Ali (a.s)’ın kendisi buyurmuştur ki:
“Resulullah (s.a.a)’e akrabalık açısından ne kadar yakın ve yanında nasıl özel bir makama sahip olduğumu biliyorsunuz. Çocukken beni kucağına alır, bağrına basar, yatağına alır, güzel kokusunu bana koklatır ve lokmayı çiğnedikten sonra onu bana yedirirdi. Ne sözümde bir yalan ve de amelimde bir çirkinlik bulmuştur.” [1]

2- Resulullah (s.a.a)’in Yanındaki Mevkisi

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Benim Resulullah (s.a.a)’in yanında, hiç kimsenin sahip olmadığı özel bir makamım vardı. Ben her seher vakti Resulullah (s.a.a)’in yanına uğrayıp O’na selam veriyordum (ve böylece O’ndan faydalanıyordum).”[2]

3- Vahiy Hazinesi

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Resulullah (s.a.a)’den bir şey sorduğumda cevabını veriyor, sustuğumda ise O’nun kendisi söze başlıyordu (ve böylece O’nun ilminden mümkün olduğu kadar yararlanmış oluyordum).”[3]

4- Kur’ân’a Âşinalığı

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a and olsun ki, nazil olan her ayetin, neyin hakkında nazil olduğunu ve nerede nazil olduğunu biliyorum. Çünkü Rabbim bana algılayan bir kalp ve çok soru soran bir dil bağışlamıştır.”[4]

5- Peygamber (s.a.a)’in Hizmetinde

Bureydet’ul- Eslemî şöyle diyor:
“Resulullah (s.a.a) ile yolculuğa çıktığımızda, Hz. Ali (a.s) O Hazretin eşyasının sahibi idi; onu kendisinden ayırmazdı. Bir yerde konakladığımızda, Hz. Peygamber’in eşyalarını incelerdi. Tamire ihtiyaç gördüğü her şeyi tamir ederdi. Tamir edilmesi gereken şey ayakkabı veya naleyn bile olsaydı, onu dikerek tamir ederdi.”[5]

6- Peygamber (s.a.a)’i Koruması

Musa bin Seleme şöyle diyor:
“Cafer bin Abdullah’tan, Hz. Ali’ye isnat edilen Mescid’un- Nebi’nin sütunlarından birisi hakkında sordum. Cevaben şöyle buyurdu: “Bu, muharris (koruyucu) sütunudur. Ali bin Ebi Talib, Resulullah (s.a.a)’in kabrinin -yani O’nun evinin kapısı semtinde olan bu sütünun- yanında oturup Hz. Peygamber (s.a.a)’i koruyordu.”[6]

7- Doğruluk ve Emanettarlığı

Ebu Kehmes’den şöyle dediği nakledilmiştir:
“İmam Sadık (a.s)’a: “Abdullah bin Ebi Ya’fur’un sana selamı vardı” dedim.
İmam (a.s) cevaben buyurdular ki:
“Sana da ve ona da selam olsun. Abdullah’ın yanına gittiğinde ona selamımı söyle ve de ki: Cafer bin Muhammed senin için şöyle diyordu: “Hz. Ali (a.s)’ı Resulullah (s.a.a)’in yanındaki makama ulaştıran özelliklere bak ve onları riayet etmeye çalış. Şüphesiz, Hz. Ali’yi Resulullah (s.a.a)’in yanındaki makama ulaştıran haslet, ancak ve ancak doğru konuşması ve emanettarlığı idi.”

8- Takva, Fedakarlık ve Çabası

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“...Allah’a and olsun ki, Ali bin Ebi Talib (a.s) bu dünyadan göçünceye dek dünya malından kesinlikle haram bir lokma yemedi. Allah’ın rızası olan iki işle karşılaştığında, onlardan en çetin ve zahmetlisini tercih ederdi. Resulullah (s.a.a), kendisi için vuku bulan her hadisede Hz. Ali’ye güvendiğinden dolayı onu çağırarak, ondan yardım alırdı. Bu ümmetten hiç kimse, Hz. Ali (a.s) kadar, Resulullah (s.a.a)’in yaptığı amele güç yetirememiştir (O’nun yolunu tam manasıyla kat edememiştir). Bunca amel ve çabasına rağmen, sürekli olarak cennet ve cehennemi gözleri önünde gören ve bir taraftan cennet mükafatını ümit edip diğer taraftan ise cehennem azabından korkan bir kimse gibi çalışırdı.”[7]

İkinci Bölüm: Siyaset Alanında

9- Tavizsizliği

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Canıma and olsun ki, hakla muhalefet eden ve sapıklık yolunda yürüyen kimseye karşı savaşmakta, yağcılık (müsamaha) ve gevşeklik yapmam.”[8]

10- Kusursuzluğu ve Hakkı Savunması

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“... Kusur bulmaya çalışan, göz ve kaşıyla işaret eden her kimse, benim hakkında bir kusur ve ayıp bulamamıştır. Benim yanımda en düşük insan, hakkını (zalimden) alıncaya dek azizdir; güçlü olan kimse ise, diğerlerin hakkını ondan alıncaya dek güçsüzdür. Biz Allah’ın kaza ve kaderine razı, O’nun emrine ise teslimiz.”[9]

11- Siyaset ve Azmi

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a and olsun ki, ben bu harekette (Arapların hidayet ve kurtuluşa kavuşmasında), İslam ordusunun öncüleri arasında idim ve nihayet düşman ordusu mağlup olarak yüz çevirip kaçtı. Ben (bu harekette) asla yılmadım ve korkmadım. Benim bugün (Basra halkına doğru) hareketim, Hz. Peygamber’in zamanındaki hareketim gibidir. Hakkı, batıl arasından çıkarmak için batılı mutlaka parçalayacağım.
Benim Kureyiş’le ne işim var! Allah’a and olsun ki, kafir oldukları günde onlarla savaştım. Bugün de fitneye duçar olup hak yoldan saptıkları için onlarla savaşacağım. Dün onların fitneleri karşısında durup onlarla savaştığım gibi bugün de onların fitneleri karşısında durup onlara karşı savaşacağım.”[10]

12- Hz. Ali’den İntikam Almalarının Sebebi

Hz. Fatıma (a.s) buyurmuştur ki:
“(Sakife ehlinin) Hz. Ali’den intikam almalarının sebebi ne idi?! Allah’a and olsun ki, O’nun düşmanları çiğnemesinden, mücadelesinde ibret verici cezasından, kılıcının hak yolunda kimseyi tanımamasından, ölüme itina etmemesinden, Allah’ın kitabı hakkında derin bilgiye sahip olmasından ve Allah için münafıklara karşı öfkesinden dolayı O’ndan intikam aldılar.”[11]

13- Eşitliği Gözetmesi ve Beyt’ul- Malı Kendi Yararına Kullanmaması

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Kendilerine yönetici olduğum kimseler hakkında zulüm yapmakla zafere ulaşmayı talep etmemi mi emrediyorsunuz bana?! Allah’a and olsun ki, gece ve gündüz birbiri ardınca dolaştıkça, gökte yıldız yıldızı takip ettikçe böyle bir işi yapmayacağım. Eğer bu mal benim kendi malım olsaydı, mutlaka onu onların arasında eşit olarak paylaştırırdım; şimdi nasıl haksızlık yapabilirim! Oysa mal Allah’ın malıdır!”[12]

14- Kendi Cesaret ve Kahramanlığını Dile Getirmesi

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Şamlıların, mızrakları karşısında hazır bulunmam ve kılıçların darbesi karşısında sabırlı olmam için bana haber göndermeleri ne de şaşılacak şey! Anaları oğullarını kaybetsin (onların yaslarında ağlasın)! Ben şimdiye dek asla savaşla tehdit edilmedim[13] ve kılıç darbesinden korkmadım. Ben Rabbimden bir yakin üzereyim ve dinim hakkında asla şüpheye düşmedim.”[14]

15- Savaşta Vuruş Tarzı

Bir rivayette şöyle nakledilmiştir:
“... Hz. Ali (a.s)’ın Leylet’ul- Herir[15] gecesi öldürdüğü kimseleri, O Hazretin vuruş tarzından tanıyorlardı; çünkü öldürdüğü kimselerin hepsi aynı şekilde öldürülmüşlerdi. Eğer kılıcı uzunlamasına (tepesinden) vurmuş olsaydı, ikiye bölüyordu. Eğer enlemesine (ortasından) vurmuş olsaydı, yine ikiye bölüyordu ve kılıcın yeri sanki dağlanmıştı.”[16]
Bir rivayette de şöyle geçmiştir:
“Hz. Ali (a.s)’ın iki çeşit vuruşu vardı; rakibinden uzun olduğu zaman başından vurup ikiye bölerdi; rakibinden kısa olduğunda ise, belinden vurup ikiye bölerdi. Düşmanına da bir darbeden fazla vurmazdı.”[17]

Üçüncü Bölüm: Halkla Birlikte

16- Yoksulları Sevmesi

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Ya Ali! Allah-u Teala seni yoksulları seven, onları birer takipçiler olarak beğenen ve onların da seni İmam bilerek kabul eden birisi kılmıştır.”[18]

17- Mahrumlara Şefkati

Muğayre-i Zabbi şöyle diyor:
“Hz. Ali (a.s) köle ve kullara karşı herkesten daha eğilimli ve daha şefkatli idi. Oysa Ömer onlardan titizlikle uzak durmaya çalışıyordu.”[19]

18- Amel Açısından Herkesten İleride Olması

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Ey insanlar! Allah’a and olsun ki, sizi (ilahi) itaate teşvik ettiğim her işte, sizin ona doğru en önde gideninizim; sizi sakındırdığım günahlardan ise, sizden önce ondan en çok sakınanım.”[20]

19- Muaviye’nin Yanında Methedilmesi

Zırar bin Zamure el-Ken’anî, Muaviye’nin yanına gittiği bir sırada Muaviye ona: “Ali’yi bana tavsif et” dedi. Zırar cevaben: “Beni bu işten muaf et..” dedi. Muaviye: “Muaf etmem; söylemelisin” deyince, Zırar şöyle dedi: “Söylemem gerekiyorsa o zaman bil ki, o şöyle birisi idi:
Allah’a and olsun ki o, aklın algılayabilmesinden çok yüce ve gücü çok şiddetli birisi idi. Aydınlatıcı söz söylerdi; adaletle hükmederdi; ilim ve hikmet onun her yönünden kaynar ve coşardı. Dünya ve süsünden vahşet ederdi; gece ve karanlığında rahatlık hissederdi (ibadet etmekle huzur bulurdu).
Allah’a and olsun ki o, çok basiretli ve yüce fikirli birisi idi...(Tevazu nişanesi olan) kısa elbise ve katıksız yemeği severdi. Allah’a and olsun ki o, bizlerden birisi gibi idi; onun yanına gittiğimizde bizi kendine yaklaştırırdı; ondan bir şey istediğimizde icabet ederdi; bize bu kadar şefkatli ve yakın olmasına rağmen heybetinden dolayı onunla konuşmaya cesaret edemiyorduk.”[21]

20- Pazarda Dolaşması

Zazan şöyle diyor:
“Hz. Ali (a.s) pazarda tek başına dolaşıyordu; yolunu kaybedene yol gösteriyordu; güçsüzlere yardımda bulunuyordu; satıcı ve sebzecilerin yanından geçtiğinde Kur’ân’ı açıp şu ayeti onlara okuyordu: “İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk çıkarmayı istemeyenlere (armağan) ediyoruz. (Güzel) sonuç da takva sahiplerinindir.”[22]

21- Adalet Mazharı

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a and olsun ki, karıncanın ağzındaki arpa kabuğunu alarak Allah’a isyan etmem için bana yedi iklimle göklerin altındakiler verilse, gene de bu işi yapmam. Dünyanız benim yanımda, çekirgenin ağzında çiğnediği bir yapraktan daha değersizdir. Ali’nin fani olacak nimetler ve geçici lezzetlerle ne işi vardır!”[23]

22- Önderlerin Örneği

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah-u Teala beni, yaratıklarına İmam (önder) kılmıştır. İşte bundan dolayı fakirlerin beni örnek edinmesi, zenginlerin de serveti kendilerini azdırmaması için şahsi işlerimde, yememde, içmemde ve giyimimde güçsüz insanlar gibi yaşamayı bana farz kılmıştır.”[24]

23- Halkın Dert Ortağı

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Eğer isteseydim, balın safını ve buğdayın halisini yemeğe ve ipek elbise giyinmeğe yol bulabilirdim. Fakat heyhat! Hicazda veya Yemame’de bir ekmek bile bulamayan, tokluk, doyumluk denen şeye ulaşamayan nice yoksullar varken nefsimin beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeğe götürmesi nasıl mümkün olabilir! Çevremde aç karınlar, susuzluktan yanmış ciğerler varken geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim!”[25]

Dördüncü Bölüm: Hayat Sahnesinde

24- Günlük Programı

Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle nakledilmiştir:
“Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) cihat ve savaştan döndüğünde, halkın eğitimi, öğretimi ve onların arasında kadılık yapmakla meşgul oluyordu. Bu işlerden ayrıldığında ise kendi bahçesinde çiftçilikle meşgul oluyordu ve bu haliyle de sürekli olarak Allah-u Teala’yı anıyordu.”[26]

25- Yemek Yeme Açısından Resulullah (s.a.a)’e Benzemesi
İmam Cafer’us- Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul- Muminin Ali (a.s), yemek açısından Resulullah (s.a.a)’e herkesten daha çok benziyordu. Kendisi ekmek, sirke ve zeytin yağı yiyor, ama halka ekmek ve et veriyordu.”[27]

26- Hurma Çekirdeği Ekmesi

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul- Muminin Ali (a.s) bazen kendisiyle birlikte hurma çekirdeği yükü olduğu halde şehirden çıkıp çöle doğru gidiyordu. “Ya Ebe’l- Hasan! Kendinle götürdüğün bu yük nedir?” diye sorduklarında: “İnşaallah bunların her biri bir hurma ağacıdır” buyuruyordu. Sonra gidip onlardan hiçbir tane bırakmaksızın hepsini ekiyordu.”[28]

27- Makamından Su-i İstifade Etmemesi

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyordu:
“Ey Kufe halkı! Eğer ben sizin yanınızdan şahsi ev, eşyam, devem ve kölemden gayri her hangi bir şeyle çıkmış olursam, o zaman bilin ki ben hâinim.”
“Hz. Ali hükümeti süresince Beyt’ul- Maldan su-i istifade etmiyor ve nafakası (geçim masrafı) Medine’de olan Yenba’ bölgesinin mahsulünden temin ediliyordu.”[29]

28- Sade Yaşayışı

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a and olsun ki, cübbemi o kadar yamattım ki, artık onu yamayandan utandım. Birisi bana: “Bunu kendinden uzaklaştırmak zamanı gelmemiş mi?” dedi. Ona: ‘Benden uzaklaş; halk sabah olunca, gece yol alanları över’ dedim.”[30]

29- Dünya Malına Önem Vermemesi (Zahitliği)

İmam bakır (a.s) buyurmuştur ki:
“... Emir’ul- Muminin Ali (a.s) beş yıl yöneticilik yaptı; bu müddet içerisinde bir tuğlayı bir tuğla ve bir kerpici bir kerpiç üzerine bırakmadı; her hangi bir araziyi kendisine tahsis etmedi; kendisinden sonra beyaz dirhem ve kızıl dinar miras bırakmadı.”[31]

Beşinci Bölüm: Hâk Aynası

30- Faziletleri

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Kim, Adem’in ilmine, Nuh’un takvasına, İbrahim’in hilmine, Musa’nın heybetine ve İsa’nın ibadetine bakmak istiyorsa, Ali bin Ebi Talib’e baksın.”[32]

31- Siması, Hal ve Hareketi

Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle söylemişlerdir:
“Hz. Ali (a.s) sanki kırılıp sonra düzeltilmişti;[33] beyaz saçlarını boyamazdı; hafif bir şekilde yürürdü; sürekli tebessüm ederdi.”[34]

32- Amelleri Yazan Meleklerle Konuşması ve Zikri
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Hz. Ali (a.s) sabah olunca, amelleri yazan iki meleğe hitaben şöyle diyordu: Merhaba amelleri yazıp koruyan siz iki meleğe. Allah’ın isteğiyle sizin sevdiğiniz şeyi size söyleyip yazacağım.”
“Bu sözlerden sonra güneş doğana dek sürekli tesbih (subhanellah) ve tehlil (Lâ ilâhe illâllah) zikirleriyle meşgul oluyordu; ikindiden sonra da güneş batıncaya dek sürekli bu zikirleri söylemekle meşgul oluyordu.”[35]

33- Namaz Vakti Olunca Renginin Değişmesi

Kuşeyr Tefsiri’nde şöyle nakledilmiştir:
“Hz. Ali (a.s), namaz vakti ulaştığında rengi değişerek titriyordu. Kendisine: “Ne oldu sana, neden durumun böyle değişti?” dediklerinde şöyle buyuruyordu:
“Emaneti eda etmek vakti ulaştı; Allah Teala o emaneti göklere, yere ve dağlara sundu ama onlar onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi...” [36]

34- İbadette Yardımdan Kaçınması

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) abdest aldığında kimsenin O’nun eline su dökmesine izin vermezdi ve: “Namazımda hiç kimseyi ortak yapmayı sevmiyorum” buyuruyordu.”[37]

35- El ve Yüzünü Kurulamak İçin Özel Havlu Kullanması

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) namaz için abdest aldığında yüzünü onunla kuruladığı özel bir havlusu vardı; yüzünü kuruladıktan sonra onu bir çiviye asardı ve İmam (a.s)’dan başka kimse ona dokunmazdı.”[38]

36- Namaz Odası

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s), evinde namazı için ne küçük ve ne de büyük (orta halli) bir oda ayırmıştı. Akşam olduğunda, çocuklarından birini yatmak için o odaya götürüyor ve orada namazını kılıyordu.”[39]

37- Yüzüklerinin Nakşı

Abduhayr şöyle diyor:
“Hz. Ali (a.s)’ın parmağına taktığı dört yüzüğü vardı: Şeref ve yüceliği için Hadid-i Sini, korunması için de Akik yüzük takardı. Yakut yüzüğünün kaşına şöyle yazılmıştı: “Lâ ilâhe illâllah el-melik’ul- hakk’ul- mubin” Firuze’nin kaşına da şöyle yazılmıştı: “Allah’u Melik’ul- hak” Hadid-i Sini’nin kaşına da şöyle yazılmıştı: “el-İzzetu lillahi cemian” Akik’in kaşına da şu üç cümle yazılmıştı: “Mâşaellah, lâ kuvvete illa billah, esteğfirullah”[40]

38- Namaza Sığınması

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Hz. Ali (a.s) bir şeyden endişelenip rahatsız olduğunda namaza sığınıyordu. Sonra şu ayeti okuyordu: “Sabır ve namazla yardım dileyin.” [41]
Yine İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“... Hz. Ali (a.s), ömrünün solarında her gece ve gündüz bin rekat namaz kılardı.”[42]

39- Gözünün Nuru

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a and olsun ki, Rabbimden kesinlikle siması ve boyu güzel bir evlat istemedim; ancak Allah’tan, O’na itaat eden ve O’ndan korkan bir evlat istedim. Öyle bir evlat ki, ona baktığımda onu Allah’a itaat eden olarak göreyim de gözüm aydınlanmış olsun.”[43]

40- Allah’ın Rızayetine Tâbi Olması

İbn-i Abbas diyor ki:
“Hz. Ali (a.s) bütün işlerinde Allah Teala’nın rızayetine (razı olduğu şeye) tabi oluyordu.
İşte bundan dolayı “Murtaza” diye adlanmıştır.”[44]
_______________________________
[1] - Nehc’ul- Belağa, Hutbe: 192.
[2] - Müsned-i ahmed, C. 1, S. 75- 77.
[3] - A.K. C. 6, S. 368, H. 32061.
[4] - Ensab’ul- Eşraf, C. 2, S. 98, H. 27.
[5] - Bihar, C. 37, S. 303.
[6] - Vefa’ul- Vefa, C. 2, S. 448.
[7] - El-İrşad, S. 255.
[8] - Nehc’ul- Balağa, hutbe:24.
[9] - Nehc’ul- Balağa, hutbe:37.
[10] - Nehc’ul- Balağa, H. 33.
[11] - Delail’ul- İmamet, S. 125; İhticac, C. 1, S. 147.
[12] - Nehc’ul- Balağa, H. 126.
[13] - Kimse cesaret edip de savaşa davet ederek beni tehdit edememiştir.
[14] - Nehc’ul- Balağa, H. 22.
[15] - “Leylet’ul- Herir”; Sıffin savaşında 24 saat süren çok şiddetli gece saldırılarından biridir. İbn-i Şehraşub’un yazdığına göre o gece dört bin kişi Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan ve 32 bin kişi de Muaviye’nin ordusundan öldürülmüştür. “Keşf’ul- Ğumme” kitabında da o gece ölenlerin sayısının 36 bin olduğunu yazılmaktadır. O saldırı gecesinde, Muaviye’nin ordusunda yaralıların çektikleri acıdan dolayı inlemeleri, kışın soğuğundaki köpek inlemelerine benzetildiği için bu geceye, “İnleme Gecesi” anlamında “Leylet’ul- Herir” denmiştir. Zira kışın soğuk gecelerinde köpekler soğuğun etkisiyle havlamak yerine inlemektedirler. Soğuğun acısıyla gelen bu inlemelere Arap lugatında “herir” denmektedir. (Çev.)
[16] - İrşad’ul- Kulub, S. 248.
[17] - Menakıb, C. 2, S. 83.
[18] - Hilyet’ul- Evliya, C. 1, S. 71.
[19] - El-Ğarat, S. 341.
[20] - Nehc’ul- Balağa, Hutbe:175.
[21] - Hilyet’ul- Evliya, C. 1, S. 84.
[22] - Menakıb, C. 2, S. 104. (Kasas/83)
[23] - Nehc’ul- Balağa, Hutbe: 224.
[24] - Kafi, C. 1, S. 410.
[25] - Nehc’ul- Balağa, Mektup: 45.
[26] - Uddet’ud- Dâî, S. 101.
[27] - Kafi, C. 6, S. 378.
[28] - Kafi, C. 5, S. 75.
[29] - El-Ğârat, S. 44.
[30] - Nehc’ul- Balağa, Hutbe: 160.
[31] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c2, S. 95.
[32] - İrşad’ul- Kulub, S. 217.
[33] - Zorluklar görmüş ve tecrübeler kazanmış olduğu yüzünden okunuyordu.
[34] - Usd’ul- Ğabe, C. 4, S. 123.
[35] - Bihar, C. 84, S. 267,H. 38.
[36] - (Ahzâb/72.) Menakıb, C. 2, S. 124.
[37] - İlel’uş- Şarayi’, C. 1, S. 323.
[38] - Mehasin, C. 2, S. 207, H. 1618.
[39] - Mehasin, C. 2, S. 452, H. 2557.
[40] - Hisal, S. 199.
[41] - Bakara/45. Kafi, C. 3, S. 480.
[42] - Kafi, C. 4, S. 154.
[43] - Tefsir-i Safi, C. 4, S. 27.
[44] - Menakıb, C. 3, S. 110.
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali (a.s)'ın Hayatıyla İlgili

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. ALİ'NİN (A.S) HAYATIYLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR

F.Altan

S. 1- Hz. Ali (a.s)’ın meşhur lakabı nedir?
C. 1- Emir'ul- Müminin.
S. 2- Hz. Ali (a.s)’ın künyesi nedir?
C. 2- Ebu'l Hasan.
S. 3- Hz. Ali (a.s)’ın anne ve babasının adı nedir?
C. 3- Babasının adı Ebu Talib, annesinin adı ise Esed kızı Fatıma'dır.
S. 4- Hz. Ali (a.s) ne zaman ve nerede doğdu?
C. 4- Hz. Ali (a.s), Resullulah (s.a.a)'in bisetinden on yıl önce Recep ayının on üçüncü günü Ka'be'nin içerisinde dünyaya geldi.
S. 5- Hz. Ali (a.s)’ın mübarek ismini kim seçti?
C. 5- Hz. Ali (a.s)’ın annesi Esed kızı Fatıma şöyle buyuruyor: Ka'be'den çıkmak isteğimde bir hatif (melek) şöyle dedi: “Ey Fatıma! Bu bebeğin ismini Ali koy. Çünkü Aliyy'ul- A'la (yücelerin yücesi) olan Allah Teala buyuruyor ki; “Ben onun ismini kendi ismimden aldım, edebimle onu edeplendirdim, en derin bilgimi ona öğrettim. O putları benim evimde (Ka'be'de) kıracaktır, evimin üzerinde ezan okuyacaktır, beni takdis ve temcit edecektir (büyültüp ululayacaktır); onu sevene ve onun emrine uyana ne mutlu; ona karşı düşmanlık yapan ve onun emrinden çıkana ise yazıklar olsun” [1]
S. 6- Hz. Ali (a.s)'a neden “Emir’ul- Muminin” diyorlar?
C. 6- Bu konuda bazıları şöyle demişlerdir:
a) Hz. Ali (a.s), karşısına çıkana galip olduğundan dolayı bu lâkap ona verilmiştir.
b) Hz. Ali (a.s)’ın cennetteki Peygamberlerin makamına ulaşan yüce makamından dolayı, bu lâkap ona verilmiştir.
c) Ka'be'nin putlarını yok ettiğinde, Hz. Peygamber'in omzuna çıkıp onları kırdığından dolayı bu lâkap ona verilmiştir.
d) Hz. Peygamber'den sonra, ilim ve bilgi açısından herkesten yüksekte olduğundan dolayı bu makam ona verilmiştir.
S. 7- Neden Hz. Ali (a.s)’ın ismi Kur’ân'da açıkça zikredilmemiştir?
C. 7- Bir kaç nedenlerden dolayı Hz. Ali (a.s)’ın ismi Kur’ân'da açıkça zikredilmemiştir:
a) Hz. Ali (a.s)’ın velayet meselesi, bir imtihan vesilesidir, insanlar o vesileyle imtihan ediliyorlar. Bu sözün delili, Ankebut suresinin evvelindeki şu ayettir: “İnsanlar, (yalnızca) iman ettik diyerek sınanmadan bırakılıvereceklerini mi sandılar?”[2] Şia ve Ehl-i Sünnet alim ve müfessirlerinin nakline göre bu ayetten maksat, Müslümanların Hz. Ali (a.s)’ın velayetiyle sınanmasıdır.
b) Hz. Ali (a.s)’ın ismi Kur’ân'da açıkça geçseydi de yine insanlar makam ve dünya sevgisinden dolayı ona muhalefet edeceklerdi. Nitekim Kur’ân'ın bazı ayetine muhalefet etmişlerdir.
c) Kur’ân'ın hükümleri geneldir, detayı Peygamber-i Ekrem vesilesiyle açıklanmıştır. Bir kaç ayette velayet ve imametten de söz edilmiştir, Hz. Peygamber (s.a.a) de onları halka açıklayıp iletmiştir.[3]
S. 8- Hz. Ali (a.s) kaç yaşında Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)'e iman etti?
C. 8- On yaşında.
S. 9- İslam ve Resulullah (s.a.a)'i fedakarca savunan ilk Müslüman kimdi?
C. 9- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s) idi.
S. 10- Hz. Ali (a.s)’ın, Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra yaptığı ilk iş ne idi?
C. 10- Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra Kur’ân'ı toplamak, onu tanzim etmek, tenzil, te'vil, nasih ve mensubunu belirlemekle meşgul oldu.
S. 11- Hz. Ali'ye neden “Ebu Turab” diyorlar?
C. 11- Hz. Ali (a.s) genellikle toprağın üzerinde oturduklarından dolayı, “Ebu Turap” makamıyla meşhur olmuştur.[4]
S. 12- “Zahir” (Galip) kimin lakabıdır ve bu lakabı neden ona verilmiştir?
C. 12- “Zahir” destekçi, yardımcı, galip olan manalarına geliyor. Bunun Hz. Ali'ye lâkap olmasının sebebi şudur ki, Ebu Talib, Hz. Ali (a.s)’ın birisiyle güreştiğinde onu yıktığını ve ona galip olduğunu görünce; “Zahere Ali” yani Ali galip oldu diyordu, bu yüzden Hz. Aliye “Zahir” dediler.[5]
S. 13- Hz. Ali (a.s) sporlardan hangisini daha çok severdi?
C. 13- Güreş sporunu daha çok seviyordu.
S. 14- Hz. Ali (a.s) kaç yaşından itibaren güreş yapıyordu?
C. 14- On yaşından.
S. 15- Hz. Ali (a.s),”Eğer işlerde eşraf sınıfını halkın diğer sınıflarına tercih etsen, işlerin ilerlemesi için daha uygun olur” diyen bir grup dostlarına cevap olarak ne buyurdular?
C. 15- Şöyle buyurdular: “Dost toplamak için elimin altındaki insanlara zulüm etmemi mi emrediyorsunuz? Allah'a an dolsun ki, yaşadığım müddetçe bu işi yapmayacağım. Eğer bu mal kendi malım da olsaydı onu eşit olarak bölecektim; oysa ki bu mal Allah'ın malıdır (onu eşit olarak bölmek daha gereklidir).” [6]
S. 16- İslam'da ilk şükür secdesi yapan kimdir ve bunu nerede yaptı?
C. 16- İslam'da ilk şükür secdesi yapan Hz. Ali'dir. Hz. Peygamber'in yatağında yattığı o çok tehlikeli geceyi başarıyla sona erdirip İlahi imtihandan başı dik olarak çıktığından dolayı şükür secdesi yapmıştır.
S. 17- Cennete ilk girecek olan kimse kimdir, niçin?
C. 17- Cennete ilk girecek olan Hz. Ali'dir. Zira Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ya Ali! Cennete ilk girecek olan şahıs sensin.”
Hz. Ali (a.s); “Hatta sizden de mi önce?” dediğinde Resulullah (s.a.a); “Evet; çünkü sen dünyada benim sancaktarımdın, ahrette de sen benim sancaktarımsın; sancaktar daima öndedir” buyurdular.[7]
S. 18- Bereat suresi ve Resulullah'ın bildirisi nerede okundu ve bunları okuyan şahıs kimdi?
C. 18- Hz. Ali (a.s) bunları kurban bayramı günü Mekke-i Muazzama'da okudu.
S. 19- Hz. Ali (a.s) neden cennet ve cehennemi bölen olarak adlanmıştır?
C. 19- Hz. Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Çünkü Hz. Ali (a.s)'ın sevgisi ve dostluğu imandır, ona buğz ve düşmanlık ise küfürdür. Bundan dolayı O Hazretin gerçek dostları cennete, düşmanları ise cehenneme gireceklerdir. O'na “Kasim'un- nari ve'l cenneti” (Cennet ve cehennemi bölen) denilmesi, işte bu sebepten dolayıdır.” [8]
S. 20- İmamlarımız arasında açıkça göze çarpan iki sünnet nedir?
C. 20- Bütün İmamlarımızın arasında açıkça göze çarpan iki sünnet şunlardır:
a) İbadet, Allah korkusu ve takva; Allah, kıyamet, cennet ve cehennemi görürcesine Allah korkusundan ağlayıp titriyorlardı.
b) Mahrum, muhtaç ve mustaz'aflarla dert ortağı olup mümkün olduğu kadar onlara yardımda bulunuyorlardı.
S. 21- Hz. Ali (a.s)’ın muhalifleriyle Hz. Peygamber (s.a.a)'in muhalifleri arasındaki farklılık ne idi?
C. 21- Hz. Peygamber'in muhalifleri tevhidin esasını açıkça inkar eden bir grup kafir ve puta tapanlardı. Ama Hz. Ali (a.s)’ın muhalifleri zahirde İslami sloganlar atan, ama gerçek amel ve hedefleri İslam'ın zıddına olan bir takım Müslümanlardı.[9]
S. 22- Hz. Ali (a.s) kaç yıl hilafetten uzaklaştı?
C. 22- Yirmi beş yıl.
S. 23- Hz. Ali (a.s)’ın hilafet dönemi kaç yıl sürdü?
C. 23- Dört yıl dokuz ay; yani hicretin 36. yılından 40. yılına kadar.
S. 24- Hz. Ali (a.s)’ın hükümetinin hedefleri ne idi?
C. 24- Hz. Ali (a.s)’ın hükümetinin hedeflerini iki kelimede özetlemek mümkündür: Her çeşit zulmü yok etmek ve yeryüzünde adaleti hakim kılmak. Diğer bir ibareyle; Zalimlere karşı mücadele vermek ve mazlumları savunmak.
S. 25- Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti döneminde, kaç dahili savaş baş gösterdi?
C. 25- Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti döneminde, iç savaş olan üç büyük savaş vuku buldu:
1) Nakisin tarafından başlatılan Cemel savaşı.
2) Kasitin tarafından başlatılan Sıffin savaşı.
3) Marikin tarafından başlatılan Nehrevan savaşı.
S. 26- Hz. Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra, kaç grup Hz. Ali'yle savaştı ve onlar kimlerdi?
C. 26- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'ye şöyle buyurmuştu: “Benden sonra üç grupla savaşacaksın:
a) Nakisin; yani ahitlerini bozanlar.
b) Kasitin; yani isyan eden zalimler.
c) Marikin; yani kanun ve şer'i olan hükümetin emrinden çıkıp onun aleyhine kıyam eden asiler (Havariç)
S. 27- Hz. Ali (a.s)’ın zamanındaki iç savaşların asıl hedefleri ne idi?
C. 27- Bu ocaklar söndüren üç savaşın asıl hedefleri, çeşitli bahanelerle, adalet esası üzerine kurulan adil hükümeti yıkmak ve istedikleri hükümeti başa geçirmekti. Ama Hz. Ali (a.s) bütün düşmanların karşısında durup taviz vermedi ve onların çirkin hedeflerine teslim olmadı.
S. 28- Sıffin savaşının çıkmasına sebep ne idi?
C. 28- Muaviye'nin, Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) karşısındaki diktatörlüğü ve çeşitli şehirlere saldırıda bulunması, O hazretin halkı Muaviye'nin aleyhine seferber etmesine sebep oldu. Bu karardan sonra Sıffin savaşı vuku bulmuş oldu.
S. 29- Sıffin savaşı hangi tarihte başladı ve ne kadar sürdü?
C. 29- Sıffin savaşı Hicretin 36. yılı Şevval ayının beşinde başladı, doğurduğu neticelerle birlikte on sekiz ay sürdü.
S. 30- Cemel savaşı nerede başladı ve bu savaşta muhaliflerin önderi kimdi?
C. 30- Cemel Savaşı Basra'da vuku buldu. Bu savaşta Aişe bir deveye binip halkı Hz. Ali'ye karşı savaşmak için tahrik ediyor ve muhaliflere önderlik yapıyordu.
S. 31- Havariç kimlerdi ve onların sloganları ne idi?
C. 31- Havariç zahirde abit ve zahid görünen ve alınları çok secdeden dolayı nasır bağlayan bir grup saf ve ahmak kimselerdi. Bu ahmaklıklarından dolayı ne yaptıklarının farkında değillerdi. Onların sloganları İslami idi; ama amelleri İslam'ın aleyhine idi. Hz. Ali onların hakkında şöyle buyurmuştur: “Bunlar hakkı, batılın karanlığında arıyorlar.” Havaric'in sloganı şu idi “La hukme illa lillah” (Hüküm ancak Allah'ındır). Bunlar Hz. Ali (a.s) ve Muaviye'nin batıl üzere oldukları ve hükmün sadece Allah'a mahsus olduğu inancında idiler. [10]
S. 32- Hz. Ali (a.s)’ın zırhının (savaş elbisesinin), neden sadece ön kısmı vardı?
C. 32- Hz. Ali (a.s) bunun nedeni hakkında şöyle buyurmuştur: “Ben kesinlikle düşmana sırt çevirmeyeceğimden dolayı zırhın arka kısmının olmasına ihtiyacım yoktur.”
Osman bin Huneyf'e yazdıkları mektupta da şöyle buyurmuştur: “Eğer bütün Arap birbirlerine destek olarak benimle savaşmaya kalkışsalar, ben yine onlardan yüz çevirmem.” [11]
S. 33- “Kaşif'ul- kerbi an vech-i Resulillah” (Resulullah'ın yüzünden gamı gideren) kimin lakabı idi?
C. 33 Hz. Ali (a.s)’ın lakabıdır. Çünkü bütün savaşlarda Hz. Ali (a.s), fedakar bir savaşçı idi, elini Zülfikar'a attığında Müslümanların muzaffer olması kesindi. Düşmanlardan taraf Peygamber (s.a.a)'e bir gam ve üzüntü ulaştığında ve düşman ordusu onu öldürmeye yeltendiklerinde, Hz. Ali (a.s)’ın vücudu Hz. Peygamber (s.a.a)'in gam ve üzüntüsünün giderilmesine sebep oluyordu. Bu sebepten dolayı Hz. Ali'ye “Kaşif'ul- kerbi an vechi Resulullah (s.a.a)” diyorlardı.
S. 34- Hz. Ali (a.s) hangi savaşa katılmadı? Neden?
C. 34- Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a)'in emriyle Medine'de kalıp “Tebuk” savaşına katılamadı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) münafıkların, kendisinin gıyabında yeni kurulan İslami hükümeti devirmek için fırsat peşinde olduklarını çok iyi bildiğinden dolayı, Hz. Ali (a.s)’ın Medine'de kalmasını istedi. Bu karar, komplocuları çok rahatsız etti. Çünkü Hz. Ali (a.s)’ın gözetimiyle artık kendi planlarını uygulamaya muvaffak olamayacaklarını anlamış oldular.
S. 35- Leylet'ul Mebit nedir?
C. 35- “Leylet’ul- Mebit”, Hz. Peygamber'in rahatlıkla Mekke'yi terk etmesi ve düşmanların planlarının etkisiz hale gelmesi için Hz. Ali (a.s)’ın O hazretin yatağında yattığı geceye denir.
S. 36- Hz. Ali (a.s)’ın fedakarlığı hakkında nazil olan ayet nedir ve bu ayet ne zaman ve nerede nazil olmuştur?
C. 36- Hz. Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.a)'in canının kurtulması için O Hazrettin yatağında yattıktan sonra, onun bu fedakarlığı hakkında şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla nefsini satın alır (Kendini Allah'a feda eder, nefsini O'nun rızası karşısında Allah'a satar). Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.” [12]
S. 37- Sözleri, Kur’ân ve Resulullah'ın buyruklarından aşağı, fakat diğer insanların sözlerinden çok yukarı olan kitabın ismi ne idi ve bu kitap kime aittir?
C. 37- Bu kitap, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerini içeren “Nehc’ul- Belağa” kitabıdır. Bu eseri okumakla Hz. Ali (a.s)’ın sadece savaş kahramanı olmadığı, konuşma ve bilgi sahasında da eşsiz bir yiğit olduğu anlaşılmış oluyor.[13]
S. 38- Hz. Ali (a.s)’ın “Nehc’ul- Beleğe” kitabını kim toplamış ve ne zaman toplamıştır?
C. 38- Hitabe ve şairlikte asrının eşsiz alimi olan merhum Seyyid Razi, Hicretin dördüncü yüz yılının yarılarında Hz. Ali (a.s)'ın bazı hutbe ve mektuplarını seçip bu mecmuaya “Nehc’ul- Beleğe” ismi vermiştir.
S. 39- Nehc’ul- Belağa kitabı nasıl kitaptır?
C. 39- Nehc’ul- Belağa kitabı, Hz. Ali (a.s)’ın hutbe, mektup, öğüt ve kısa sözlerini içeren bir kitaptır. Arap dili edebiyatının en fasih ve beliğ metnidir. Hz. Ali bu hutbe, mektup ve kısa sözlerde insanın dünya ve ahreti için gerekli olan her şeyi açıklamıştır.
S. 40- İmam, ne gibi sıfatlara sahip olmalıdır?
C. 40- İmam’ın sahip olması gereken bazı sıfatlar şunlardır:
1- Masum olmalı.
2- Sabırlı ve tahammüllü olmalı.
3- Adaletli olmalı.
4- Şecaatli olmalı.
5- Nefsani isteklerine hakim olmalı.
6- Geçmişi iyi ve güzel olmalı.
7- Allah'ın kitabına uygun hüküm vermeli.
8- Halka nisbet onların baba ve analarından daha şefkatli olmalı.
9- Yüce tedbiriyle toplumu idare edip onları geliştirmeli.
10- Halkın ihtiyaç duyduğu bütün dilleri bilip konuşabilmeli.
11- Zahid olmalı.
12- Halkın dedi-kodusu onu etkilememeli.
13- Sade bir yaşantısı olmalı.
14- Öncü olmalı.
15- Tarih felsefesini bilmeli.
16- Şikayetlere yetişmeli.
17- İhlaslı olmalı.
18- İslam'ın Menfaatını korumak için gayret etmeli.
19- Hukukta eşitliği sağlamalı.
20- Dünya siyasetlerini bilmeli
S. 41- Hz. Ali (a.s)’ın kaç yüzüğü vardı ve onlara ne gibi sözler yazılmıştı?
C. 41- Dört yüzüğü vardı:
1- Firuze yüzüğünün üzerine şöyle yazılmıştı: “Allah-u Hakk'ul- Mubin.”
2- Demirden olan yüzüğünün kaşına da şöyle yazılmıştı: “El izzetu lillahi camian.”
3- Akikten olan yüzüğünün üzerine de şöyle yazılmıştı: “Maşaallahu, La kuvvete illa billahi, Esteğfirullah.”
Diğer bir yüzüğünün üzerine de şöyle yazılmıştı: “La ilahe illellah'ul melik'ul hakk'ul mubin.”
S. 42- Hz. Ali (a.s)’ın kölesinin ismi ne idi?
C. 42- “Kamber” idi.
S. 43- Hz. Ali (a.s) nerede ve kimin darbesiyle başı kana boyandı?
C. 43- Hz. Ali (a.s), hicretin 40. yılında Ramazan ayının 19. günü sabah namazı kılarken insanların en şakisi olan İbn-i Mulcem-i Muradi eliyle Kufe camisinde başı kanına boyandı.
S. 44- Hz. Ali (a.s) hasta yatağında evlatlarına ne gibi şeyleri tavsiye etti?
C. 44- Şöyle buyurdular:
“Daima takvayla süslenin, dünya peşine gitmeyin, elinizden çıkan şeye eseflenmeyin, hakkı söyleyin, zalimlerle savaşın, mazlumlara yardımcı olun.”
İki ciğer paresi olan İmam Hasan ve İmam Hüseyn'e de şöyle buyurdular.
“Zalimin düşmanı, mazlumun yaveri olun, adaletle davranın, katilime bir darbeden fazla vurmayın; çünkü o bana sadece bir darbe vurmuştur.”
S. 45- Hz. Ali (a.s) nerede ve ne zaman şahadete erişti?
C. 45 Hz. Ali (a.s) Ramazan ayının yirmi birinci gecesinde, 63 yaşında iken Kufe'de şahadete erişti.
S. 46- Hz. Ali (a.s)’ın katilinin ismi nedir?
C. 46- Abdurrahman bin Mulcem-i Muradi.
S. 47- Hz. Ali (a.s)’ın hayatı kaç döneme ayrılır?
C. 47- Dört döneme ayrılır:
1) Çocukluk dönemi.
2) Hz. Peygamber (s.a.a)'le birlikte olduğu dönem.
3) Hilafet sisteminden uzaklaştığı dönem.
4) Hilafet dönemi.
S. 48- Hz. Ali (a.s), kaç yıl Hz. Peygamberle birlikte idi?
C. 48- Yirmi üç yıl civarında.
S. 49- Masum İmamlar arasında hangi İmam “Adalet mücessemesi” olarak meşhurdur?
C. 49- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s).
S. 50- Vefat ettiğinde Resulullah (s.a.a)'in kendi gömleğini ona kefen yaptığı, cenazesine namaz kıldığı ve kabir azabından rahatlaması için de kabrine girdiği şahısın ismi nedir?
C. 50- Hz. Ali (a.s)’ın değerli annesi Esed kızı Fatıma (r.a)'dır.
S. 51- “Adiyat” suresi kimin hakkında ve nerede nazil olmuştur?
C. 51- Bazı rivayetlere göre “Adiyat” suresi, hicretin 6. yılında vuku bulan “Zat’us- Selasil” savaşında Hz. Ali (a.s) muzaffer olduğu için nazil olmuştur.[14]
S. 52- Hz. Ali (a.s) hangi savaşta tanınmayacak bir şekilde şiddetle yaralandı?
C. 52- Uhud savaşında.
S. 53- Hz. Ali (a.s)’ın meşhur kılıcının ismi nedir?
C. 53- Zulfikar.
S. 54- Hz. Ali (a.s)’ın kılıcına neden “Zulfikar” diyorlar?
C. 54- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sebebi şudur ki, o kılıcın ortasında omurga kemiklerine benzer bir çizgi vardı. Zulfikar; yani omurga sahibi. Zulfikar, Cebrail'in gökten getirdiği ve halkası gümüşten olan bir kılıçtı.”
S. 55- Zulfikar nerede ve kimin vasıtasıyla Hz. Ali'ye verildi?
C. 55- Uhud savaşında, Hz. Peygamber (s.a.a)'in vasıtasıyla Hz. Ali'ye verildi.
S. 56- “La feta illa Ali, la seyfe illa zulfikar” (Ali gibi genç, Zulfikar gibi kılıç yoktur) sözü nerede söylendi ve bunu söyleyen şahıs kimdi?
C. 56- Uhud savaşında Hz. Ali (a.s) tüm gücüyle Hz. Peygamber’i savunarak düşmanı yere serdiğinde orada bulunanlar, gökten bir hatifin (Cebrail'in) şöyle dediğini duydular: “La feta illa Ali, la Seyfe illa zulfikar.”
S. 57- Hangi savaşta Hz. Ali (a.s)’ın kılıcı kırıldı?
C. 57- Uhud savaşında.
S. 58- Cebrail ve Resulullah (s.a.a), Uhud savaşında Hz. Ali (a.s)’ın şahsiyeti hakkında ne söylediler?
C. 58- Uhud savaşında Cebrail Hz. Peygamber'e nazil olarak Hz. Ali (a.s)’ın fedakarlığı hakkında şöyle dedi: “Ey Muhammed! Kardeşlik ve fedakarlığın manası işte budur.” Hz. Peygamber (s.a.a); “Ali bendendir ben de Ali'denim” buyurdu. Cebrail de: “Ben de sizinleyim” dedi.
S. 59- Allah'ın dergahına yakın ve meleklerin en büyüğü olan Cebrail ne zaman ve nerede Hz. Peygamber ve Hz. Ali gibi olmayı arzu etti?
C. 59- Uhud savaşında.
S. 60- Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali (a.s)'ın imanı hakkında ne buyurmuştur?
C. 60- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer yer ve gökler, terazinin bir kefesinde, Ali’nin de imanı onun diğer kefesinde olursa, kesinlikle Ali’nin imanı ağır basar.”
S. 61- İslami irfanın temelini atan ilk şahıs kimdir?
C. 61- Hz. Ali (a.s)'dır. Çünkü Hz. Ali (a.s) Uveys-i Karani, Kumeyl bin Ziyad ve Meysem-i Temmar gibi zahid ve irfan ehli şahsiyetleri eğitmiştir.
S. 62- Nahiv ilminin kaideleri kimin emriyle ilk defa tanzim edildi?
C. 62- Hz. Ali (a.s)'ın emriyle.
S. 63- Farz iş nedir ve ondan daha farz olan nedir?
C. 63- Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Günahlardan tövbe etmek farzdır, ama günahları terk etmek daha farzdır.”
S. 64- Şaşırılacak şey nedir ve ondan daha şaşırılacak olan nedir?
C. 64- Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günlerin dolaşmasında çok şaşırılacak şeyler vardır, ama halkın günlerin dolaşmasındaki gafleti onlardan daha şaşırtıcıdır.”
S. 65- Zor şey nedir ve ondan daha zor olan nedir?
C. 65- Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Musibetler karşısında sabretmek zordur, ama sabretmenin mükafatını kaybetmek daha zordur.”
S. 66- Yakın şey nedir ve ondan daha yakın olan nedir?
C. 66-Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ümit edilen her şey yakındır, ama onlardan daha yakın olan ölümdür.” [15]
S. 67- Hz. Ali (a.s)’ın kaç eşi ve çocuğu vardı?
C. 67- Hz. Ali (a.s)’ın hanımı ve çocukları hakkında tarih ve rivayetler muhteliftir. Ama şeyh Mufid (r.a)'in “İrşad” kitabında dediğine göre; Hz. Ali (a.s)’ın hayatı döneminde (hür ve cariye olarak) yediden çok hanımı varmış, bu hanımlardan; on biri erkek ve on beşi kız olmak üzere yirmi altı çocuğu olmuştur.
S. 68- Hz. Ali (a.s)’ın yakın ashabı kimlerdi?
C. 68- Hz. Ali (a.s)’ın sevgisi ve itaati yolunda canlarından geçmeye hazır olan fedakar ve çok yakın ashabından bazıları şunlardır:
1- Malik Eşter-i Nehai.
2- Üveys-i Kareni.
3- Muhammed bir Ebubekr.
4- Hz. Ali (a.s)’ınözel kölesi olan Kanber.
5- Sehl bin Huneyf.
6- Meysem-i Temmar.
7- Kumeyl bin Ziyad.
8- Abdullah bin Abbas.
9- Reşid-i Hicri.
10- Sa'saa bin Savhan.
11- Ammar bin Yasır.
12- Hucr bir Adi.
13- Kays bin Sa'd.
14- Adiy bin Hatem.
15- Zeyd bin Savhan.[16]
S. 69- Hz. Ali (a.s)’ın imamet suresi kaç yıldı?
C. 69- Otuz yıl idi.
S. 70- “Şia” sözcüğünün manası nedir ve Resulullah'ın vefatından sonra kimlere Şii denildi?
C. 70- Şia, yani takipçi, taraftar, uyan...demektir. Hz. Ali (a.s)’ın, Hz. Peygamber'den sonra O’nun halifesi olduğuna inananlara Şia denir.
S. 71- Acaba Kur’ân'da Şia kelimesi geçmiş midir, geçmişse hangi surede geçmiştir? Bir örnek zikrediniz.
C. 71- Kur’ân'ın bir kaç yerinde “Şia” kelimesi geçmiştir. Örneğin: Allah Teala Saffat suresinin 83. ayetinde şöyle buyuruyor: “Ve inne min şiatihi le İbrahim” (İbrahim de onun -Nuh'un- şialarındandı).
S. 72- Şiiler ne zamandan itibaren ve nasıl teşekkül buldular?
C. 72- Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra, Hz. Ali'nin Hz. Peygamber tarafından hilafet makamına atandığına inanan ve onu bu makama herkesten daha layık gören Peygamber'in bir grup vefalı ashabı, bu inanç üzere baki kaldı ve böylece Şiiler yavaş-yavaş teşekkül bulmuş oldular.
S. 73-Acaba hadislerde On İki imama değinilmiş midir?
C. 73- Evet hadislerde on iki İmama değinilmiştir: Örnek olarak iki rivayete işaret ediyoruz:
1- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim halifelerim on iki kişidir.”
2- Bir gün Resulullah (s.a.a) İmam Hüseyn'e bakarak şöyle buyurdular: “Bu İmamdır, İmam'ın oğludur, İmam'ın kardeşidir ve dokuz İmamın babasıdır.”
S. 74- Hz. Adem'in ilmine, Hz. Nuh'un takvasına, Hz. İbrahim'in sabrına, Hz. Musa'nın azametine ve Hz. İsa'nın ibadetine bakmak isteyen, kime bakmalıdır?
C. 74- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Adem (a.s)'ın ilmine, Nuh (a.s)'ın takvasına, İbrahim (a.s)'ın sabrına, Musa (a.s)'ın azametine ve İsa (a.s)'ın ibadetine bakmak isteyen, Ali bin Ebi Talib'e baksın.”
S. 75- Hz. Ali (a.s)’ın kabri kaç yıl gizli kaldı?
C. 75- Yüz otuz yıl gizli kaldı.
S. 76- Hz. Ali (a.s)’ın kabri ne zaman ve nasıl aşikar oldu?
C. 76- Harun Raşid'in hilafeti döneminde bir hadise Hz. Ali (a.s)’ın kabrinin bulunmasına sebep oldu. Hadise şöyledir: Bir gün Harun Raşid ve arkadaşları av avlanmak için Kufe'nin çöllerine gidiyorlar, bir kaç ceylanın orada bulunan bir tepeye sığındığını ve av köpeklerinin ise geri döndüklerini görüyorlar. Harun Raşid, Abdullah ismindeki bir şahısa şöyle diyor: “Acele et o tepeyi araştır, galiba orası kutsal bir yerdir.” Orayı araştırdıkları sırada Beni Esed kabilesinden olan yaşlı bir kişiyle karşılaşıyorlar. Harun Raşid’in yanına getirdiklerinde şöyle diyor:
“Babam babasından, Hz. Ali (a.s)’ın kabrinin o tepede olduğunu nakletmiştir; Allah Teala orayı emniyetli bir harem kılmıştır.”
Harun bunu duyunca su isteyip abdest alıyor, o tepenin yanına gidip orada namaz kılıyor, kendisini o toprağın üzerine atarak ağlıyor. Böylece Hz. Ali (a.s)’ın kabri 130 yıl gizli kaldıktan sonra bulunmuş oluyor.[17]
S. 77- Neden Hz. Ali (a.s)’ın kabri bir müddet gizli kaldı?
C. 77- Bunun sebebi, O Hazretin çok kinli düşmanlarının olmasından dolayıdır; özellikle Beni Ümeyye ve Havariç O Hazrete çok katı düşman idiler, eğer O’nun kabrinin nerede olduğunu bilmiş olsalardı, kabri yarıp O Hazretin naşına saygısızlık yapmış olabilirlerdi.[18]
S. 78- Hz. Ali (a.s)’ın kabri nerededir?
C. 78- Necef-i Eşref'tedir.
_________________________________
[1] - Ali Kist?, s. 6; Fazlullah Kompani.
[2] - Ankebut/2.
[3] - Ali Kist?, s. 329. Hz. Ali (a.s)’ın Kur’ân'da isminin geçtiğini delillerle isbat edenler olmuştur. Örneğin Meryem suresinin 50. Ayetinde geçmiştir diyorlar. Ayet şöyledir; "Ve cealna lisane sıdkın Aliyyen.” M.
[4] - Aslında bu lakabı Hz. Peygamber ona vermiştir. Hz. Ali savaşlardan birinden döndüğünde yorgunluğundan dolayı toprağın üzerinde uyudu. Gelip bu durumu gören Resulullah (s.a.a) iltifat olsun diye, "Kum ya eba Turab" (kalk ey toprağın babası) buyurdular. Bundan dolayı bu lâkapla meşhur oldu. M.
[5] - Dastanha-ı Şenideni ez Çehardeh Masum (a.s).
[6] - Dastanha-i Şenideni ez Çehardeh masum.
[7] - İlel’uş- Şerayi, .1, s. 205.
[8] - A.K., s. 193.
[9] - Seyri Der Sire-i Eimme-i Ethar, M. Mutahhari.
[10] - Ali Kist?, s. 195; Fazlullah-i Kompani.
[11] - Nehc’ul- Belağa, 45. mektup, Osman bin Huneyf’e mektubu.
[12] - Bakara/207.
[13] - Çehardeh Ahter-i Tabnak, s. 68, Bircendi.
[14] - Mecma'ul- Beyan, c. 10, s. 528.
[15] - Ali Kist? s. 267; Fazlullah Kompani.
[16] - Ali Kist? s. 405.
[17] - Dastanha-i Şenideni ez Çehardeh Masum -a.s- s. 56.
[18] - Destanha-i Şenideni ez Çehardeh Masum.
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:54 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali (a.s) Hakkında Hadisler

Mesaj gönderen f_altan »

HZ. ALİ (A.S) HAKKINDA HADİSLER

1- Hz. Resulullah Hz. Ali'nin kolundan tutarak şöyle buyurmuştur: "Bu sadıkların imamı, kafirlerin katilidir. Ona yardımcı olana yardım olunur, ondan yardımı esirgeyenden yardım esirgenir."(1)
2- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ali hakkında bana üç şey vahiy olundu; Ali, Müslümanlar'ın efendisi, muttakilerin imamı ve beyaz yüzlülerin komutanıdır."(2)
3- Hz. Resulullah Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar'ın efendisi, muttakilerin imamı hoş geldin."(3)
4- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Bu kapıdan ilk girecek kişi, muttakilerin imamı, Müslümanlar'ın efendisi, dinin önderi, vasilerin sonuncusu ve beyaz yüzlülerin komutanıdır." Hazret sözünü bitirir bitirmez kapıdan Hz. Ali içeri girer. Bunun üzerine, Hazret sevinçle ayağa kalkarak, Hz. Ali'nin boynuna sarılır ve şöyle der: "Benim tarafımdan sen emanetleri vereceksin, benim sesimi sen onlara duyuracaksın ve benden sonra ihtilafa düştükleri konularda hakikati sen onlara izah edeceksin."(4)
5- Hz. Resulullah Hz. Ali'ye işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Bu, bana ilk iman eden ve kıyamet günü ilk benimle tokalaşacak olandır. Bu, en büyük sıddıktır. Bu, ümmetin Faruk'udur. Hak ile batılı birbirinden ayırır ve bu mü'minlerin önderidir."(5)
6- Hz. Resulullah ensâra şöyle buyurmuştur: "Ey ensâr cemaatı! Size, kendisine tutunduğunuz taktirde, hiçbir zaman yolunuzu şaşırmayacağınız birini tavsiye edeyim mi? O Ali'dir. Onu beni sevdiğiniz gibi sevin. Bana verdiğiniz değeri ona da verin. Benim size dediğimi, Cebrail, Allah Azze ve Celle tarafından bana emretmiştir."(6)
7- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "İlmin şehri benim, kapısı ise Ali'dir. İlmi arzulayan varsa kapıya gelsin."(7)
8- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ali, ilmimin kapısıdır, risaletimin içeriğini o benden sonra ümmetime açıklayacaktır. Onu sevmek iman, ona buğzetmek ise nifaktır."(8)
9- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ali bin Ebu Talib Hıtte kapısıdır, o kapıdan giren mü'min, çıkan ise kafir olur."(9)
10- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ali'nin bana olan menzileti, benim Allah'a olan menziletim gibidir."(10)
11- Hz. Resulullah Vedâ Haccı sırasında Arafe günü şöyle buyurmuştur: "Ali benden, ben de Ali'denim, benim tarafımdan ancak ben veya Ali mesaj ulaştırabilir..."(11)
12- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir, bana isyan eden ise Allah'a isyan etmiş olur. Ali'ye itaat eden bana itaat etmiştir, ona isyan eden ise bana isyan etmiş olur."(12)
13- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ey Ali! Sen dünyada da efendisin, ahirette de. Senin dostun benim dostumdur, benim dostum ise Allah'ın dostudur. Senin düşmanın benim düşmanımdır, benim düşmanım ise Allah'ın düşmanıdır. Benden sonra sana düşman olana yazıklar olsun."(13)
14- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Bana iman edip inananlara, Ali bin Ebu Talib'in velayetini kabul etmesini tavsiye ederim. Onun velayetini kabul eden, benim velayetimi kabul etmiş olur. Onu seven beni, beni seven de Allah'ı sevmiş olur. Ona buğzeden bana, bana buğzeden ise Allah'a buğzetmiş olur."(14)
15- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kim benim gibi yaşayıp, benim gibi ölmeyi ve bana Allah'ın va'dettiği ebedi cennete gitmeyi istiyorsa, Ali ve ondan sonraki zürriyetini kendine veli edinsin. Çünkü hiçbir zaman onlar sizi hidayet kapısından çıkarıp dalalet kapısına yöneltmezler."(15)
16- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kim benim hayatımı yaşayıp, benim ölümüm gibi ölmeyi istiyor ve Rabbimin diktiği cennette mesken edinmeyi arzu ediyorsa, benden sonra kendine veli olarak Ali'yi seçsin, ona sadık kalanlara sadık kalsın. Benden sonra Ehl-i Beyt'ime uysun, onları kendine örnek alsın. Çünkü onlar benim soyumdurlar, benim tıynetimden yaratılmışlar ve benim ilim ve kavrayışımı kazanmışlardır. Ümmetimden onların faziletini yalanlayanlara, onlarla bağımı kesenlere yazıklar olsun. Allah onlara şefaatimi nasip etmesin."(16)
17- Hz. Resulullah (s.a.a) Ammar bin Yasir'e hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey Ammar! Eğer Ali'nin bir vadiye, diğer insanların ise başka bir vadiye girdiğini görürsen, Ali'nin girdiği vadiye gir. Çünkü o seni sapıklığa sevk etmez ve hidayetten de çıkarmaz."(17)
18- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ben uyarıcıyım, Ali ise hidayetçidir. Ey Ali! Benden sonra seninle hidayet arayanlar hidayet bulacaklardır."(18)
19- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kim Nuh'un azmini, Adem'in ilmini, İbrahim'in hilmini, Musa'nın zekasını ve İsa'nın zühdünü görmek isterse, Ali bin Ebu Talib'e baksın."(19)
20- Hz. Resulullah Hz. Ali'ye şöyle buyurmuştur: "Benden sonra ümmetin kahrına uğrayacaksın, ancak sen benim şeriatım üzere yaşayacaksın ve sünnetim üzere öldürüleceksin. Seni seven beni sevmiştir, sana buğzeden bana buğzetmiştir. Bir gün gelecek ki, şu sakalın başının kanıyla boyanacaktır."(20)
21- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ey Ali! Senin yedi tane özelliğin var ki, bunlarda hiçbir kimse sana yetişemez. Sen insanların Allah'a ilk iman edenisin, Allah'ın ahdine en vefalısısın, Allah'ın emirlerine riayet hususunda en istikametlisisin. Sen halka karşı insanların en şefkatlisisin, insanlar arasında hakkı en eşit şekilde taksim edenisin. Sen insanların hakikati en çok bilenisin ve sen insanlar arasında en üstün fazilet sahibisin."(21)
22- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Fazilet, şeref ve velayet Resulullah ve zürriyetine mahsustur, sakın batıl yollara sapmayın."(22)
23- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin her nesli içerisinde Ehl-i Beyt'imden bu dinden sapıkların tahriflerini, batıl şeyler peşinde koşanların uydurmalarını ve cahillerin te'villerini önleyen bir grup adil kimseler buluna gelecektir. Bilin ki, önderleriniz sizin tarafınızdan Allah'a gönderilen elçilerinizdir. Bakınız, kimleri elçi olarak gönderiyorsunuz."(23)
24- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Ehl-i Beyt'imin yeri, vücudunuzdaki baş, başınızdaki gözlerin yeri olsun. Elbetti ki baş, gözlerin yardımıyla yolunu belirleyebilir."(24)
25- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Biz Ehl-i Beyt'in sevgisine sarılın. Çünkü Allah'ın huzuruna bizi severek çıkan kimse, bizim şefaatimizle cennete gider. Nefsimin elinde olduğu Allah'a and olsun ki, bizim hakkımızı tanımadıktan sonra hiçbir kulun ameli kendine bir fayda sağlamayacaktır."(25)
26- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Âl-i Muhammed'i tanımak cehennemden kurtuluştur; Âl-i Muhammed'i sevmek sırat köprüsünden geçiştir; Âl-i Muhammed'in velayetini kabul etmek azaptan emanda olmaktır."(26)
27- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü olunca, kul bir adım atmadan dört şeyden sorgulanacaktır: Ömrünü nasıl tükettiğinden, bedenini nerede eksilttiğinden, malını nereden kazanıp nerede harcadığından ve biz Ehl-i Beyt'in sevgisinden."(27)
28- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Bir kişi, Beyt-ül Haram'da Rükun ile Makam arasında devamlı namaz kılıp oruç tutsa dahi, Âl-i Muhammed'e kin duyduğu taktirde mutlaka cehenneme gidecektir."(28)
29- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölürse, şehid sayılır. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölürse, günahı bağışlanır. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölürse, tevbekar olarak ölmüş olur. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölürse, imanı kamil mü'min olarak ölmüş olur. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölmüş olursa, ölüm meleği ve sonra da Nekir ve Münkir onu cennetle müjdeler. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölmüş olursa, gelinin törenle kocasının evine götürüldüğü gibi cennete törenle götürülür. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölmüş olursa, mezarından cennete iki kapı açılır. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölmüş olursa, Allah onun mezarını rahmet meleklerinin ziyaretgahı kılar. Kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölmüş olursa, sünnet ve cemaat üzere ölmüş olur. Kim de Âl-i Muhammed'in buğzu üzere ölmüş olursa, kıyamet günü alnına Allah'ın rahmetinden ümit kesmiş yazılmış olarak gelir...."(29)
30- Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Biz Ehl-i Beyt'i ancak mü'min ve muttaki olan sever; ve bize ancak münafık ve şaki olan kin besler."(30)
Bu hadisleri daha da çoğaltmak mümkündür. Biz onların tamamını Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarından naklettik. Dolayısıyla, "bu hadisler onların kaynaklarında bulunan hadislerdir" biz onlara itibar etmeyiz demeleri de mümkün değildir.
İşte bu hadislerdir ki, İslam tarihinin büyük şairlerini de Ehl-i Beyt hakkında şiirler ve beyitler yazmaya itmiştir.
Ünlü şair Farazdak Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s)'ı methederken bir şiirinde şöyle diyor: "O öyle bir ailedendir ki, sevgileri din ve buğzedilmeleri ise kafirliktir. Onlara yakın olmak ise, kurtarıcı ve koruyucudur. Eğer takva ehli sayılırsa, onlar onların imamları sayılır. Yahut "Yer ehlinin en hayırlıları kimdir?" denilirse, "Onlardır" denilir."(31)
Şimdi soruyoruz: Acaba bütün bu hadisleri Hz. Resulullah'ın kendi duygusallığına dayanarak başta Hz. Ali olmak üzere, en yakın akrabaları olan Ehl-i Beyti'ni himaye etmek ve onlara hak etmedikleri bir özellikleri yakıştırarak, onların çıkarlarını korumak için buyurduğu söylenebilir mi?! Böyle bir şeyi Hz. Resulullah'a isnat etmek insanı imandan çıkarmaz mı? Allah Teala, Hz. Resulullah'ın kendi yanından hiçbir şey söylemediğini ve ne buyurduysa, ona vahiy olunduğunu bildirmiyor mu?(32)
Acaba, Hz. Resulullah, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'ini kendi konumuna koyması ve her açıdan onları kendisiyle birlikte değerlendirmesi, ümmete Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'inin özel bir mevkie sahip olduklarını ve kendinden sonra Ehl-i Beyt'ine itaat edilmesi gerektiğini anlatmakta yeterli değil mi?
Haşa Hz. Resulullah'ın böyle bir duygusallık yaptığı farz edilse bile, Allah Teala hakkında böyle bir şey söylemek doğru olur mu?! Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de Peygamber'ine risalet ücreti olarak Ehl-i Beyt'in sevgisini açıklamasını farz kılmıyor mu?(33) Allah da mı birilerinin yandaşlığını yapar?!
Bütün bu üzerinde durmalar, onların özel mevkie sahip olduklarını ve kimsenin onlardan öne geçmeye hakkı olmadığını göstermiyor mu?
İşte bunun içindir ki, haklı olarak Hz. Ali (a.s) kendileri haklarında şöyle buyuruyorlar: "Ben ve soyumun pak ve hayırlı kişileri, küçük yaşta iken insanların en uysalı, büyüdükten sonra da en alimleriyiz. Bizimle Allah yalanı defeder, bizimle kuduz köpeğin dişlerini kırar, bizimle sizlerin zorluklarını giderir, bizimle boynunuzdaki düğümü çözür. Cenab-ı Allah bizimle başlatır ve bizimle sona erdirir."(34)
Biz kendi yanımızdan Ehl-i Beyt'i seçmiyoruz. Biz Allah ve Resulü Ehl-i Beyt'i seçip diğerlerinden üstün kıldığı için, onları seçip diğerlerinden üstün tutuyoruz.
Ehl-i Beyt'in fazlı ve üstünlüğü için bu kadarı yeter ki, bizzat Kur'an-ı Kerim'de bütün ümmet, kim olursa olsun, ister bir, ister on nur sahibi olsun namazda Ehl-i Beyt'e salavat getirmekle yükümlü kılınmış ve Ehl-i Beyt'e salavat getirilmeden kıldığı namazının dahi, batıl olduğu belirtilmiştir.
İşte bunun içindir ki, Şafii mezhebinin imamı İbn-i İdris şöyle demiştir: "Ey Resulullah'ın Ehl-i Beyt'i! Sizi sevmek farzdır. Allah bunu Kur'an'da nazil etmiştir. Sizin şanınızın büyüklüğü için bu kadarı yeter ki, kim size salavat getirmezse, onun namazı yoktur." (35)
Evet bizler bu işaret ettiğimiz ayet ve hadisler ve benzerleri gereği Ehl-i Beyt'in imamet ve velayetine inanıyoruz.
Biz, Ehl-i Beyt'e itaatin, bütün ümmete, kim olursa olsun farz olduğuna inanıyoruz.
Biz, Allah'ın emri gereği Hz. Resulullah'ın emirleri karşısında teslim olup başımız üstüne deriz.
Biz, Hz. Resulullah'ın ümmetine en son sözünü söylemek üzere hasta yatağında: "Bana bir kalem ve levha verin size öyle bir şey yazdırayım ki, benden sonra asla sapmayasınız" buyurduğunda; "Bırakın bu kişiyi, ona hastalığı galebe çalmış, sayıklıyor. Allah'ın kitabı bizim aramızdadır o bize yeter"(36) diyecek kadar ona karşı cüretkar olmadık ve olmayız da. (37)
Biz onları kendi hallerine bırakıp; hem Allah'ın kitabına hem de Resulü'ne: "Siz ne buyuruyorsanız, onun Allah'tan olduğuna inanıyoruz ve siz ne buyuruyorsanız, başımız gözümüz üzerine itaat ederiz" diyoruz.
Sonra, Hz. Ali (a.s)'ın velayet ve hilafeti hakkında inen ayetler ve İslam Peygamberi'nin buyrukları söz konusu olmazsa bile, acaba ümmet arasında hilafet makamına seçilecek birinin, ilim, takva, cesaret, mertlik ve diğer imtiyazlar üstünlüğü esasına tabi tutulması gerekmez miydi?! Dost ve düşmanı tarafından, ashap içerisinde her yönden üstün olduğu itiraf edilen, Hz. Ali gibi bir ilim kapısına gidilmeyip de diğer kapıların çalınmasındaki gaye neydi?!
Şu bir gerçektir ki, Hz. Ali (a.s)'ın her yöndeki üstünlüğü, Hazret'in hilafet ve önderliğine apaçık ayrı bir delildir.
Hz. Ali (a.s)'ın peygamberimizden sonra ashabın en üstünü olmasına dair haddinden fazla hadisler nakledilmiştir. O Hazret'in üstünlüğünü ve faziletini anlatmak bizlerin gücünün dışında olan bir husustur.
Ancak önce naklettiğimiz ayet ve hadislere ilaveten şu hadisler de bu konuyu gözler önüne sermektedir: "Ey Ümmü Seleme! Bil ve şahid ol ki, Ali mü'minlerin efendisidir." (38)
"Ali Kur'an'la, Kur'an da Ali iledir. Bu ikisi Kevser'in yanında bana varıncaya kadar bir birinden ayrılmazlar. (39)
"Ali hakla ve hak da Ali'yledir." (40)
"Çok geçmeden benden sonra bir fitne kopacaktır. İşte o zaman Ali'den ayrılmayınız. Çünkü bana ilk iman eden odur ve kıyamette de benimle ilk görüşenlerden olacaktır. O ümmet arasında Faruk'tur. (hakla batılı bir birinden ayırandır) ve O en büyük sıddıktır." (41)
Ahmet bin Hanbel şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a)'in ashabı içerisinde hiç birinin fazileti, Hz. Ali'nin faziletine ulaşamaz." (42)
İbn-i Ebu-l Hadid şöyle diyor: "Hz. Ali'nin hilafete evla ve layık olması onun efdaliyyeti hasebiyledir. Çünkü Hz. Ali (a.s) Hz. Resul (s.a.a)'den sonra insanların en üstünü ve hilafet makamına en layık olanı idi." (43)
Ammar bin Yasir Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'den naklen şöyle diyor: "Hz. Resul (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ali'nin yüzüne bakmak ve onu anlamak ibadettir. İmanın geçerliliği onun velayetini kabul etmek ve düşmanlarından uzak olmakla sağlanır."
İbn-i Ebu-l Hadid, "Şerh-i Nehc-ül Belağa" kitabında imam Şafii'den naklen şöyle yazıyor: "İmam Şafii'ye Hz. Ali'nin faziletinden sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Ne diyebilirim, öyle birinin hakkında ki, düşmanları haset ve düşmanlıkları yüzünden faziletlerini hasır altı ettiler, dostları ise, takiyye ve (Ehl-i Beyt) düşmanlarının korkusundan faziletlerini açığa vuramadılar. Her iki hususa rağmen, yine de o Hazret'in doğu ve batı arasını dolduracak kadar faziletleri ortaya çıktı."
Hz. Ali'nin İslam Peygamberi'nden (s.a.a) sonra hilafet makamına herkesten evla ve layık olmasının bir diğer delili de birinci ve ikinci halifenin ilmi ve siyasi müşküllerinde Hz. Ali'ye baş vurmalarıdır.
İkinci halife Ömer bin Hattab'ın, ilmi ve siyasi çıkmazlarından dolayı, defalarca; "Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu" dediği, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet kitaplarında kaydedilmiştir.
Birinci halife de minberin üzerindeyken halka hitaben: "Benim peşimi bırakın, Ali sizin içerinizdeyken, sizin üstününüz değilim" demekle Hz. Ali'nin üstünlüğünü ve hilafete layıklığını itiraf etmiştir.
Büyük Ehl-i Sünnet alimlerinden Halil bin Ahmet El-Basri şöyle diyor: "Herkesin ona (Ali'ye) muhtaç olması ve onun, hiç kimseye muhtaç olmaması, o Hazret'in herkesin önder ve imamı olmasının delilidir."
________________________________
Kaynakça:
1- Müstedrek-üs Sahiheyn c. 3 s. 129, Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 153 hadis no: 2527, Menakıb-i Ali bin Ebu Talib İbn-i Meğazili Şafii'nin s. 84, Menakıb-i Harezmi Hanefi'nin s. 111, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 476 hadis no: 996, 997, Yenabi-ül Meveddet s. 72, 185, 234, 250, Mizan-ül İtidal c. 1 s. 110 vs.
2- Müstedrek-üs Sahiheyn c. 3 s. 138, Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 157 hadis no: 2628, Mucem-üs Sağir Teberani'nin c. 2 s. 88, Menakıb-i Ali bin Ebu Talib İbn-i Meğazili Şafii'nin s. 65 Mecme-üz Zevaid c. 9 s. 121, Üsd-ül Ğabe c. 1 s. 69, c. 3 s. 116, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 257 vs.
3- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 157 hadis no: 2627, Şerh-i Nehc-ül Belağa İbn-i Hadid'in c. 2 s. 450, Hilyet-ül Evliya İbn-i Naim c. 1 s. 66, Yenabi-ül Meveddet Kunduzi Hanefi'nin s. 181, 313, vs.
4- Şerh-i Nehc-ül Belağa c. 2 s. 450, Hilyet-ül Evliya c. 1 s. 63, Menakıb-i Harezmi s. 42, Metalib-üs Sual İbn-i Talha Şafii'nin c. 1 s. 60, El-Mizan Zehebi'nin c. 1 s. 64, Tarih-i Dimeşk İbn-i Asakir Şafii'nin Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 487 vs.
5- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 156 hadis no: 2608, Mecme-üz Zevaid c. 9 s. 102, Kifayet-üt Talib Genci Şafii'nin s. 187, Tarih-i Dimeşk c. 1 s. 87, Ali bin Ebu Talib bölümü, Üsd-ül Ğabe c. 5 s. 287 vs.
6- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 157 hadis no: 2625, Şerh-i Nehc-ül Belağa İbn-i Ebu-l Hadid'in c. 2 s. 450, Hilyet-ül Evliya Ebu Naim'in c. 1 s. 63, Mecme-üz Zevaid c. 9 s. 132, Kifayet-üt Talib Genci Şafii'nin s. 210, Yenabi-ül Meveddet Kunduzi Hanefi'nin s. 313 vs.
7- Cami-üs Sağir Suyuti'nin s. 107, Müstedrek-üs Sahiheyn c. 3 s. 226, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 464, Şevahit-üt Tenzil Haskani Hanefi'nin c. 1 s. 334, Üsd-ül Ğabe c. 4 s. 22, vs.
8- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 156
9- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 153, Yenabi-ül Meveddet s. 185, 247, Cami-üs Sağir Suyuti'nin c. 2 s. 56 vs.
10- Sevaik-ül Muhrika s. 106, Zehair-ül Ukba s. 64, Riyaz-ün Nezre c. 2 s. 215
11- Hz. Resulullah bu tabiri Beraat Sûresi'nin nazil olup Ebu Bekri onu Mekke müşriklerine iblağ etmekle görevlendirdiği sırada buyurmuştur. Hazret'in bu görevlendirmesinden sonra Allah Teala tarafından Ebu Bekri geri çağırması ve bu görevi Ali'nin yapması gerektiğine dair emir gelmiş ve Hz. Resulullah Ali (as.)'ı göndererek Ebu Bekri geri çağırtmıştır. Bu olayın tafsilatı bütün hadis ve tarih kaynaklarında yer almıştır. Örnek olarak bakınız: Sünen-i İbn-i Mace c. S. 92, Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 153, hadis no: 2531, Müsned-i Ahmet bin Hanbel c. 1 s. 151, Sahih-i Tirmizi c. 5 s. 300 hadis no: 3803 vs.
12- Müstedrek-üs Sahiheyn c. 3 s. 121, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 268, Riyaz-ün Nezre c. 2 s. 220, Yenabi-ül Meveddet s. 205 vs.
13- Müstedrek-üs Sahiheyn c. 3 s. 128, Menakıb-i Harezmi s. 234, Nur-ül ebsar Şeblenci s. 73, El-Mizan Zehebi'nin c. 2 s. 613 vs.
14- Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 93, Menakıb-i Ali bin Ebu Talib İbn-i Meğazili Şafii'nin s. 230, Mecme-üz Zevaid c. 9 s. 108, Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 154 vs.
15- Kenz-ül Ümmal c. 6. S. 155 hadis no: 2578, c. 3 s. 128, Yenabi-ül Meveddet s. 149, 150, El- İsabet İbn-i Hacer El Askalani Şafii'nin c. 1 s. 541 vs.
16- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 217, hadis no: 3819, Hilyet-ül Evliya c. 1 s. 86, Kifayet-üt Talib Genci Şafii'nin s. 214, Mecme-üz Zevaid c. 9 s. 108, Yenabi-ül Meveddet s. 126, 313 vs.
17- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 156, Tarih-i Dimeşk Ali bin ebu Talib bölümü c. 3 s. 170 hadis no: 1207, El-Menakıb Harezmi'nin s. 57
18- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 157 9 hadis no: 2631, Yenabi-ül Meveddet s. 99, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 417, Feraid-üs Simteyn c. 1 s. 148, Şevahit-üt Tenzil Haskani'nin c. 1 s. 293 vs.
19- Şerh-i Nehc-ül Belağa İbn-i Ebu-l Hadid c. 9 s. 168, c. 2 s. 449, Tefsir-ül Kebir Fahri Razi'nin c. 2 s. 288, El-Yevakit vel Cevahir Şe'rani'nin s. 172, Yenabi-ül Meveddet Kunduzi'nin s. 214, 212, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib'in bölümü c. 2 s. 280, hadis no: 804, Şevahit-üt Tenzil Haskani'nin c. 1 s. 78, El Menakıb Harezmi'nin s.220 vs.
20- Müstedrek-üs Sahiheyn c. 3 s. 147, Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 157
21- Hilyet-ül Evliye Ebu Naim'in c. 1 s. 66, Metalib-üs Sual c. 1 s. 95
22- Sevaik-ül Muhrika s. 105, Yenabi-ül Meveddet s. 169, 307, Nazmi Dürer-üs Simteyn Zendi Hanefi'nin s. 207, 208
23- Sevaik-ül Muhrika s. 90, Yenabi-ül Meveddet s. 191, 271 Zehair-ül Ukba Muhibbin Taberi Şafii'nin 17
24- Eş-Şeref-ül Müabbed Yusuf Nebhani'nin s. 31, Mecme-üz Zevaid c. 9 s. 172, El-Fusül-ül Mühimme İbn-i Sabbağ Maliki'nin s. 8 ve İsaf-ür Rağibin Nur-ül Ebsar hamişinde basılmıştır s. 110
25- Sevaik-ül Muhrika s. 138, Yenabi-ül Meveddet s. 246, 272, 303, 304, Mecme-üz Zevaid c. 9 s. 172, İhya-ül Meyyit Suyuti Şafii'nin s. 111 vs.
26- El- İthaf-bi Hubbi-l Eşraf Şebravi Şafii'nin s. 4 , Yenabi-ül Meveddet s. 22, 241, 163, 370 ve Feraid-üs Simteyn c. 2 s. 257
27- Menakıb-i Ali bin Ebu Talib İbn-i Meğazili'nin s. 119, Yenabi-ül Meveddet s. 113, 170,271, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 159 vs.
28- Müstedrek-üs Sahiheyn c. 3 s. 149, Sevaik-ül Muhrika s. 172, Zehair-ül Ukba Taberi Şafii'nin s. 18, Yenabi-ül Meveddet s. 192, 277, 305 vs.
29- Tefsir-ül Keşşaf c. 4 s. 220, 221, Nur-ül ebsar Şeblenci'nin s. 104, 105, Tefsir-ül Kebir Fahri Razi'nin c. 7 s. 405, Tefsir-üs Salebi Meveddet ayetinin tefsiri bölümü vs.
30- Zehair-ül Ukba Taberi Şafii'nin s. 18, Yenabi-ül Meveddet s. 192, 304, 397, Sevaik-ül Muhrika s. 103 vs.
31- Divan-ül Farazdak c. 2 s. 180
32- Necm: 53
33- Meveddet ayetine işaret edilmektedir. Allah Teala Şurâ sûresinin 23. ayetinde şöyle buyuruyor: "...De ki: Ben akrabalara sevgiden başka, bu görevime karşı bir ücret istemiyorum." İbn-i Abbas şöyle rivayet eder: "Bu ayet nazil olduğunda ashap: "Ey Resulullah! Bize sevgileri farz kılınan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Hazret şu cevabı verdi: "Ali, Fatime ve iki oğullarıdır." Bkz. Tefsir-i İbn-i Kesir c. 4 s. 112, Tefsir_ül Keşşaf c. 3 s. 402, Tefsir-ül Kurtubi c. 16 s. 22, Feth-ül Kadir c. 4 s. 537, Dürr-ül Mensur c. 6 s. 7 vs.
34- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 396, Müstedrek-üs Sahiheyn c. 1 s. 269, Sevaik-ül Muhrika s. 78 vs.
35- Sevaik-ül Muhrika s. 146, Yenabi-ül Meveddet s. 259, Nur-ül Ebsar s. 105, Eş- Şeref-ül Muabbed s. 99 vs. İbn-i İdris Eş- Şafii bu fetvayı Allah Teala'nın "Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygamber'e rahmet indirirler. Ey iman edenler! Siz de ona salavat getirip rahmet gönderin ve ona selam verin" (Ahzab/56) ayeti gereği vermiştir. Zira bu ayet indiği sırada ashap Hazret'e: "Ey Resulullah! Sana selam vermeğe gelince bunu biliyoruz. Sana rahmet göndermek nasıl olur?" diye sormuşlar. Hazret ise şu cevabı vermiştir: "Allah'ım! Muhammed'e ve Ehl-i Beyt'ine rahmet gönder. Doğrusu sen övgü ve azamet sahibisin. Nitekim, İbrahim ve İbrahim'in Ehl-i Beyt'ine rahmet gönderdin. Allah'ım! Muhammed'e ve Ehl-i Beyt'ine bereketini gönder. Nitekim İbrahim ve Ehl-i Beyt'ine bereketini gönderdin. Doğrusu sen övgü ve azamet sahibisin" deyin." Bkz. Sahih-i Buhari c. 6 s. 27, hadis no: 2119, 31,19, 4423, 4424, 5880, 5881, Sahih-i Müslim c. 2 s. 16, hadis no: 613, 614, Sünen-i Nesai c. 3 s. 45, 49, hadis no: 1276, 1270, 1271, 1272, 1273, 1274 Müsned-i Ahmet hadis no: 1323, 11009, 16450, 16455, 174.9, Sünen-i Tirmizi hadis no: 445, 3144, Sünen-i İbn-i Mace c. 1 s. 292, hadis no: 894 Sünen-i Ebu Davut c. 1 s. 257, hadis no: 830, 831, Sünen-i Daremi hadis no: 1308, 1309, Muvatta-i Malik hadis no: 358, Esbab-un Nüzul Vahidi'nin s. 207, Müsned-i Ahmet bin Hanbel c. 2 s. 47, c. 5 s. 353, Tefsir-ül Kurtubi c. 14 s. 233, Tefsir-üt Taberi c. 2 s. 43, Tefsir-i İbn-i Kesir c. 3 s. 507 vs.
36- Taberi Tarihi c.2 s.436 Şerh-i Nehc-ül Belağa İbn-i Ebu-l Hadid c.1 s.133
37- Bu olay İslam tarihine Perşembe günü musibeti olarak geçmiştir. İbn-i Abbas bu günü ve onda cereyan eden hazin olayı devamlı anar, teessüf edip güz yaşı dökerdi. Bu hazin olay, özet olarak şöyle gerçekleşmiştir: Hz. Resulullah hasta yatağında yatmaktadır. Perşembe günüdür. Ümmetini düşünen şefkat dolu Peygamber onların kendinden sonraki durumlarından endişeleniyor ve evini dolduran ashabına: "Bana, bir kalem ve levha getirin de size öyle bir şey yazayım ki, benden sonra sapmayasınız" buyurur. Ömer yerinden kalkıp: "Bu kişiye hastalığı ağır basmış, sayıklamaktadır. Allah'ın kitabı bizim aramızdadır. O bize yeter" der. Bunun üzerine, ashap iki gruba ayrılır. Hatta perde arkasında bulanan kadınlar: "Ne duruyorsunuz. Resulullah'ın sözünü duymadınız mı?" derler. Ashap arasındaki tartışma büyür. Sesler yükselir. Bunun üzerine Hazret onlara: "Beni terk edin, o kadınlar sizden daha hayırlıdır" buyurur. Böylece, Hz. Resulullah'ın huzurunda yüksek sesle bile konuşmanın Kur'an'ın emriyle yasaklandığını ve Resul'ün bütün emirlerine itaat edilmesi gerektiğini unutan ashap, onun emrini dinlemeyi ve onun yanında sessiz konuşmayı bir yana bırak, Allah'ın o mübarek nurunu son vadesinde böylesine kırıp inciterek ayrılıp giderler. Biz, Cebrail'in yanına gelmek için kendinden izin istediği bu mübarek nura adil ashabın böylesine edepli davranışlarını yorumlamayı siz aziz okurların kendine bırakıyoruz. Bu olayla ilgili olarak bakınız: Sahih-i Buhari c. 4 s. 5, 31, c. 1 s. 31, c. 5 s. 137, c. 4 s. 65, 66, c. 8 s. 161, c. 7 s. 9, hadis no: 111, 2667, 2825, 4079, 5237, Sahih-i Müslim c. 5 s. 75, c. 2 s. 16, hadis no: 2634, 3089, 3090, 3091, Müsned-i Ahmet bi Hanbel c. 1 s. 320, 222, c. 4 s. 356, c. 1 s. 355, hadis no: 1834, 2544, 2445, 2835, 2945, 3165, Şerh-i Nehc-ül Belağa c. 6 s. 51, El- Me'ahid c. 1 s. 22, EL-Esat c. 3 s. 138, El-Milel ven Nihel Şehristani'nin c. 1 s. 22, et Tebakat ibn-i Sa'd'in c. 2 s. 242, 244 vs.
38-i-ül Meveddet bölüm: 7
39- Sevaik-ül Muhrika s. 74
40- Gayet-ül Meram s. 360
41- Yenabi-ül Meveddet s. 82
42- Keşf-ül Gumme s. 48
43- Şerh-i Nehc-ül Belağa c.1
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:55 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Hz. Ali (a.s)'ın Şahadetinden Haber Vermesi

Mesaj gönderen f_altan »

Hz. Ali (a.s)'ın Kendi Şahadetinden Yıllar Önce Haber Vermesi

Hz. Emir'ul-Müminin (a.s)'ın geleceğe dair verdiği haberlerden birisi de ölmeden önce kendi şahadetini bildirmesidir. Bununla ilgili olarak hazretlerinin buyuruğunu içeren çok sayıda mütevatir rivayet elimize ulaşmıştır. Hepsi de, İmam (a.s)'ın; kafasına indirilecek bir kılıç darbesiyle sakalının kafasının kanına bulaşmasıyla şehit olacağını bildirdiğini ihtiva etmektedir. Defalarca şöyle buyuruyordu:

"Allah'a andolsun ki; (kafasını göstererek) buranın kanıyla, (sakalını göstererek) burası ıslanacaktır (veya boyanacaktır). Buranın kanıyla burayı bo­yayacak olan bu ümmetin en kötü insanını kim durdurabilir ki! Ramazan ayı gelip yetişmiştir. Ayların en büyüğü ve yılın başlangıcıdır. Saltanat değirmeni bu ayda dönmeye başlar. Biliniz ki, bu yıl siz tek safta (emirsiz olarak) hacc­edeceksiniz. Ben aranızda bulunmayacağım."

Ashabı, hazretin bu buyruğu ile ölümünden haber verdiğini anlamışlardır. Zira o ramazan ayının ondokuzunda vuruldu ve yirmi birinde dünyadan ayrılmıştır.

Yine rivayet etmektedirler ki: Hz. Ali (a.s), o Ramazan ayı bir gece oğlu Hasan, bir gece oğlu Hüseyin ve bir gece de damadı Abdullah b. Cafer (Hz. Zeyneb'in kocası)'in evinde iftar ediyordu ve her defasında üç lokmadan fazla yemek yemiyordu. Oğulları bunun nedenini sorduklarında; "Oğlum, Allah'ın emri (ölümüm) pek yakında gerçekleşecektir, o sırada karnım boş olmasını istiyorum" buyuruyordu. Bundan bir veya iki gece sonra da vurulmuştur.

Yine tarihçiler kayda geçmişlerdir ki; Havaric'den bir kişi, "Ya Ali! Allah'tan kork, sen de bir gün öleceksin" dediği zaman hazret şöyle buyurdular: "Elbette, Allah'a andolsun ki, hem de vurularak öldürüleceğim, (kafasını göstererek) buranın kanı (sakalını göstererek) burayı ıslatacaktır."

Bu konuşmanın yapıldığı akşamın sabahı hazretleri vuruldu. O sabah aceleyle camiye giderken evin avlusundaki ördekler çığlık çığlığa ayaklarına, eteklerine dolanıyorlardı. Onları uzaklaştırmak isteyenlere; "Onları kendi hallerine bırakın, çünkü onlar mersiye okumaktadırlar" buyuruyordu.[1]

İmâm Ali (a.s)'ın Şahâdetle Müjdelenişi

Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, seni şahâdetle müjdeliyorum. Hiç şüphesiz sen, benden sonra mazlum olacaksın ve öldürüleceksin." Hz. Ali (a.s) "Ya Resulallah dedi, bu benim dinimin selamette kalmasıyla birlikte mi olacak?" Allah Resulü (s.a.a) cevabında "Evet, dininin selametiyle birlikte olacaktır!" buyurdu.[2]

Senetli bir rivâyette Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Peygamber (s.a.a)'i gördüm ki Ali'yi kucaklayarak öptüğü halde şöyle buyurdular: "Babam feda olsun o yalnız kalacak şehide!"[3]

İmâm Ali (a.s)'ın Ölüme Karşı Tavrı

Bir hadiste Hz. Ali (a.s)'dan şöyle nakledilmiştir: "Vallahi Ali b. Ebî Tâlib, çocuğun annesinin göğsüne olan düşkünlüğünden daha çok düşkündür ölüme!"[4]

Esbağ b. Nübâte diyor ki, Emir-ül Mu'minin (a.s)'a "Resulullah (s.a.a) sakalını boyardı, siz neden boyamıyorsunuz?" diye sorduğumda, şöyle buyurdu: "Ümmetin en bedbahtını[5] bekliyorum ki sakalımı başımın kanıyla boyasın! Bu, Habib'im Resulullah (s.a.a)'den bana verilen bir haberdir."[6]

İmâm Ali (a.s)'ın Şahadete Karşı Tavrı

Kundûzî'nin "Yenâbî-ül Mevedde" kitabında şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (a.s)'ın mübarek başına (İbn Mülcem'in) darbesi değdiğinde şöyle seslendi: "Ka'be'nin Rabb'ine andolsun ki kurtuldum!"[7]

Emir-ül Mu'minin (a.s)'ın İbn Mülcem mel'undan darbe aldığında İmâm Hasan (a.s)'a hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Allah'a andolsun ki kurtuldum. (Yavrum,) baban bu günden sonra artık bir kötülük görmeyecektir!"[8]

Hz. Ali (a.s)'ın Şahadeti

Kendilerine "Havariç" veya "Marikin" (dinden çıkanlar) denilen bu grup, Kufe'den çıkıp Kufe'nin yakınında yer alan "Harvra" denilen bir köyde toplandılar. Onlar Hz. Ali'nin emirlerine karşı çıktılar. İmam (a.s)'ın dostu ve memuru olan Abdullah bin Habbab ve onunla birlikte olanları katlettiler. Nihayet hicretin 39. yılında, Alevi hükümeti karşısında "Nehrevan" savaşının ateşi körüklendi. Bu savaşta on kişi hariç onların hepsi kılıçtan geçirildi. Ama İmam (a.s)'ın ordusundan sadece bir kaç kişi şehit düştü.[9]

Bu fitneden sonra, Havariç'den üç kişi Mekke'de toplanıp Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı sinsi müzakerelerden sonra, Hz. Ali, Muaviye ve Amr bin As'ı öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Hz. Ali'yi öldürmeyi üstlendi; bu uyumsuz komployu uygulamak için Kufe'ye doğru hareket etti. Ramazan ayının 19. Gününün şafak vakti zehirli kılıcıyla Hz. Ali (a.s)'ın kafasına ağır bir darbe indirdi.[10] İmam Zeyn'ul- Abidin (a.s)'ın buyurduğuna göre o darbe, İmam (a.s) secdegahta iken onun mübarek başına indirildi.[11]

Emir'ul Muminin Ali (a.s), o mel'unun darbesinin isabetinden sonra şöyle buyurdu: "Fuztu ve Rabb'il Ka'be!" (Ka'be'nin Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim!)[12]

İmam Ali (a.s) iki gün kendi evinde yattıktan sonra, hicretin 40. yılı Ramazan ayının yirmi birinde şahadete erişti.[13]

Hz. Ali (a.s)'ın, Katili Hakkında Vasiyeti Ve Ona Karşı Merhameti

Emir'ul-Muminin Hz. Ali (a.s), İbn-i Mülcem'in eliyle bir kılıç darbesi aldıktan sonra, darbenin şiddetinden dolayı bir müddet bayıldı. Ayıldıktan sonra İmam Hasan (a.s) bir kapta babasına süt getirdi. İmam Ali (a.s) sütten biraz içtikten sonra geri kalanı İmam Hasan'a vererek şöyle buyurdu: "Bu sütü esirinize (yani İbn-i Mülcem'e) verin."

Daha sonra buyurdular ki: "Oğlum! Sana olan hakkım hürmetine yenilecek ve içeceklerin en iyisinden ona verin. Ben ölünceye kadar ona karşı iyi davranın. Yediğiniz şeylerden ona yedirin, içtiğiniz şeylerden de ona içirin."

Daha sonra Hz. Ali (a.s)'ın verdiği sütü İbn-i Mülcem'e götürdüler ve o (lanetli) de onu alıp içti.[14]

Senetli bir rivâyette de şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (a.s) İbn-i Mülcem tarafından darbe aldıktan sonra, onun hakkında şöyle vasiyet etti: "Ona yedirin, içirin ve esiriniz olduğu müddetçe ona iyi davranın. Eğer ben yaşarsam, kendim kanımın velisiyim; istersem affederim, istersem kısas yaparım. Eğer ölürsem ve siz onu (kanıma karşılık) öldürürseniz, onu musle yapmaktan (burnunu, kulağını vs. kesmekten) kaçının."[15]

İmâm Ali (a.s), Hz. İmâm Hasan (a.s)'a şöyle buyurdu: "Ey Hasan, katilimin gözlerini açık bırakın; benim yediğimden ona da yedirin ve benim içtiğimden ona da içirin! Eğer ben yaşarsam, kendi hakkıma daha evlayım (ne yapacağımı kendim bilirim) ve eğer ölürsem, ona sadece bir darbe vurun ve onu musle yapmayın (organlarını kesmeyin); zira ben Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu duydum: '"Sakının eziyetten, işkenceden, öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa."[16]

İmâm Ali (a.s)'ın Şahâdet Tarihi Ve Yeri

Hz. Ali (a.s), Hicret'in 40. yılında Ramazan ayından dokuz gece kaldığı bir sırada, Cuma gecesi Kûfe'de şehit olarak dünyadan göçmüştür. O sırada İmâm (a.s) 63 yaşındaydı. Mübarek türbesi Necef'tedir. İmâm (a.s)'ın katili Abdurrahman b. Mülcem'dir. (Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun)."[17]

El-İrşâd ve diğer birçok tarih kitabında nakledildiği üzere, Hz. Emir-ül Mu'minin Ali (a.s), Hicretin 40. yılında Ramazan ayının 21. gecesi, bir Cuma gecesinde İbn-i Mülcem (lanetullah-i aleyh)'in 19. gecede Kûfe mescidinde vurduğu kılıç darbesinin etkisiyle şehit olmuşlardır. İmâm (a.s), şahâdet sırasında 63 yaşındaydı.[18]

Hz. Ali (a.s)'ın Kabrinin Bulunma Olayı

Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın şahadetinden sonra O Hazretin evlatları geceleyin gizlice İmam (a.s)'ın cenazesini yüksek bir yerde toprağa gömdüler. Bu olayın üzerinden yıllar geçti. İmam (a.s)'ın evlat ve yakınlarından başka kimse O'nun kabrinin nerde olduğunu bilmiyordu. Nihayet Harun Reşid'in hilafeti döneminde bir olay İmam (a.s)'ın kabrinin bulunmasına sebep oldu.

Abdullah b. Hazim kabrin bulunması hakkında şöyle diyor:
Bir gün Harun Reşid'le birlikte av avlamak için Kufe'den dışarı çıktık. Ğariyyeyn (Necef) bölgesine ulaştık. O bölgede birçok ceylanlar gördük, derken tazı ve av köpeklerini onları yakalamak için salıverdik. Ceylanlar kaçarak o bölgede bulunan yüksek bir tepenin üzerine çıkıp orada durdular. Tazı ve av köpekleri tepenin üzerine çıkmayıp geri döndüler. Köpekler geri dönünce ceylanlar tepeden aşağı indiler. Yine tazı ve av köpekleri onları takip etmeye başladılar. Ceylanlar da tekrar o tepeye sığındılar. Tazı ve av köpekleri yine geri döndüler. Bu olay üç kez tekrarlandı.

Ceylanların tepeye sığınmaları, tazı ve av köpeklerinin ise oraya çıkmaya cesaret edememeleri Harun'u oldukça şaşırttı.
Bu olay üzerine Harun şöyle dedi: Kufe'ye gidin, en yaşlı olan kimseyi bularak benim yanıma getirin.

Harun'un görevlendirdiği kişiler, Esed kabilesinden yaşlı bir adamı bularak Harun Reşid'in yanına getirdiler.

- Harun o yaşlı adamı görünce: "Ey yaşlı adam! Bu tepe nedir? Bu tepe hususunda bizi aydınlat!"

- Yaşlı adam: "Babam babalarından şöyle nakletti: "Bu tepe Hz. Ali'nin kabridir; Allah-u Teâla orayı emniyetli harem kılmıştır. Kim oraya sığınırsa, güvende olur. İşte bundan dolayı ceylanlar O Hazretin haremine sığınarak tehlikeden korunmuşlardır.

Harun Reşid bu sözleri o yaşlı adamdan duyunca atından aşağı indi, abdest almak için su istedi, abdest aldıktan sonra o tepenin kenarında (iki rekat) namaz kıldı ve yüzünü toprağa koyarak ağlayıp dua etti. Daha sonra Hz. Ali (a.s)'ın kabrinin üzerinde dört kapılı bir kubbe yapmalarını emretti.

İşte böylece Hz. Ali (a.s)'ın kabri takriben yüz otuz yıldan sonra aşikar oldu.[19]

İmâm Ali (a.s)'ın Ziyaretinin Sevabı

İmâm Cafer-i Sâdık (a.s), babaları kanalıyla Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kim, vefatından sonra Ali'yi ziyaret ederse, cenneti hak etmiş olur."[20]

İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Hiç şüphesiz, Emir-ül Mu'minin Ali (a.s)'ın ziyaretçisi, dua ettiği zaman, göğün kapıları açılır. O halde, bu hayrı idrak etmekten (gaflet etme,) uyuma!"[21]

Senetli bir rivâyette Ebû Şuayb-i Horasanî'den şöyle nakledilmiştir: "İmâm Ebu'l-Hasan Ali Rızâ (a.s)'a dedim ki: "Acaba Emir-ül Mu'minin Ali (a.s)'ın ziyareti mi daha faziletlidir, yoksa, Hz. Hüseyin (a.s)'ın ziyareti mi?" İmâm (a.s) cevabımda şöyle buyurdu: "Hz. Hüseyin kederler içinde şehit edildi; bundan dolayı kederli ve sıkıntılı bir kimse onun ziyaretine gelirse, Allah (azze ve celle)'ye yakışan, onun sıkıntı ve kederini gidermektir. Emir-ül Mu'minin (a.s)'ın ziyaretinin, Hz. Hüseyin (a.s)'ın ziyaretine olan üstünlüğü, Hz. Emir-ül Mu'minin'in, Hz. Hüseyin'e olan üstünlüğü gibidir."[22]

Hüseyin b. İsmâil-i Sımyerî, İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)'dan şöyle nakletmiştir: "Kim, Emir-ül Mu'minin (a.s)'ı yaya olarak ziyaret ederse, Allah Teala, onun için her adıma bir hac ve bir umre sevabı yazar; eğer ziyaret dönüşü de yaya olarak dönerse, Allah Teala, onun için her adıma iki hac ve iki umre sevabı yazar."[23]

______________________
[1] - El-İrşad
[2]- Gâyet-ül Merâm, c.1, s.92.
[3]- El-Menâkıb (Hârezmî), s.65, İhkâk-ül Hak, c.15, s.600 (az farkla).
[4]- Nehc-ül Belâğa, Hutbe: 5, İhkâk-ül Hak, c.8, s.321.
[5] - Resulullah (s.a.a)'in bir hadisine işarettir ki orada Hz. Ali'nin katilini "Gelmiş geçmiş insanların en bedbahtı" olarak tanıtmaktadır.
[6] - Bihâr-ül Envâr, c.41, s.164.
[7] - El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.485.
[8]- El-Müsterşed, s.367.
[9] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.93.
[10] - Mekatil'ut- Talibiyyin, s.43-49.
[11] - Emali-yi Tusi, s.365.
[12] - Yenabi'ul- Mevedde, s.65.
[13] - Mekatil'ut- Talibiyyin, s.54.
[14] - Bihar, c.42, s.289
[15] - İhkâk-ül Hak, c.8, s.569.
[16]- El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.490, El-Fusûl-ül Muhimme, s.136.
[17]- Câmi-ül Ahbâr, s.74, Tehzîb-ül Ahkâm, c.6, s.19.
[18]- Ravzat-ül Vâizîn, c.1, s.132, El-İrşâd, s.12.
[19] - Bihar, c.100, s.252. Hz. Ali (a.s)'ın şahadeti hicri 40'da vuku bulmuştur, Harun Reşid ise hicri 170'de hilafete yetişmiştir; binaenaleyh Hz. Ali (a.s)'ın kabri takriben 130 yıl saklı kalmıştır.
[20]- Vesâil-üş Şîa, c.10, s.296, Câmi-ül Ahbâr, s.74 (az farkla), Tehzîb-ül Ahkâm, c.6, s.21, Müstedrek-ül Vesâil, c.10, s.212.
[21] - Vesâil-üş Şîa, c.10, s.296, Câmi-ül Ahbâr, s.74, Hasâis-ül Eimme, s.40, , Müstedrek-ül Vesâil, c.12, s.212, Tehzîb-ül Ahkâm, c.6, s.23 (bazı farklarla).
[22] - Vesâil-üş Şîa, c.10, s.297.
[23] - Vesâil-üş Şîa, c.10, s.296, Tehzîb-ül Ahkâm, c.6, s.20, El-Vâfî (Feyz-i Kâşanî), c.14, s.1404, El-Ğârât, c.1, s.854 (az farkla).
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:57 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMÂM ALİ (A.S)'IN VASİYETLERİ

1- İmâm Ali (a.s)'ın İmâm Hasan (a.s)'a Ve İmâm Hüseyin (a.s)'a Vasiyeti

Hz. Emir-ül Mu'minin Ali (a.s) İbn Mülcem Mürâdî Mel'un tarafından vurulduğunda, ölüm yatağında İmâm Hasan (a.s) ve İmâm Hüseyin (a.s)'a hitaben şöyle vasiyet ettiler:
"İkinize de Allah'tan çekinmeyi, dünya sizi arasa, istese bile onu aramamayı, istememeyi vasiyet ederim. Ona ait bir şeyi elde edemediğiniz, elinizdekini yitirdiğiniz için de hayıflanmayın. Gerçeği söyleyin; âhiret ecri için iş görün; zâlime düşman olun, mazlûma yardımcı kesilin.
İkinize, bütün evladıma, ehlibeytime ve bu yazım kime ulaşırsa ona, Allah'tan çekinmeyi, işlerinizi düzene koymayı, aranızı uzlaştırmayı vasiyet ederim. Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Ceddinizden duydum, derdi ki: "İki kişinin arasını bulmak, bütün (nâfile-sünnet) namazlardan, oruçlardan üstündür."
Allah için, Allah için yetimleri koruyun, bâzı kere aç, bâzı kere tok bırakmayın onları; size tapşırılan haklarını yitirmeyin onların. Allah için komşularınızı görün, gözetin; bu, Peygamber'inizin vasiyetidir; komşular hakkında öylesine tavsiyede bulundu ki onlar da mîrâsa girecekler sandık.
Allah için, Allah için Kur'ân'a riâyet edin; onunla amel etmekte başkaları sizi geçmesin.
Allah için, Allah için namazı bırakmayın; çünkü o, dininizin direğidir. Allah için, Allah için Rabbinizin evininin ziyâretini, haccetmeyi bırakmayın; siz hayatta bulundukça boşlamayın o evi; çünkü o ev, terk edilirse mühlet bile verilmez sizlere; azap gelir çatar. Allah için, Allah için mallarınızla, canlarınızla, dillerinizle Allah yolunda savaşın; birbirinizi dolaşmanızı görüp gözetmenizi, birbirinizin ihtiyâcını gidermenizi, birbirinizden yüz çevirmemenizi, birbirinizden ayrılmamanızı vasiyet ediyorum. İyiliği buyurmayı, kötülükten nehyetmeyi bırakmayın; sonra kötüleriniz başınıza geçer; sonra da duâ edersiniz, icâbet edilmez size.
Ey Abdülmuttalib oğulları, Emir'ül-Mu'minin katledildi deyip Müslümanların kanlarına girmenizi, öç almaya kalkmanızı istemem, sakının bundan. Benim için yalnız beni öldüreni öldürün. Bekleyin hele, onun şu vuruşundan ölürsem, onun bana bir tek vuruşuna karşı siz de ona bir kere vurun; şurasını, burasını keserek eziyete kalkışmayın; çünkü ben, Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Rasûlullah'tan duydum; derdi ki:
"Sakının eziyetten, işkenceden, öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa."(1)

2- İmam Hasan (a.s)'a Yazdıkları Vasiyetname

Zaman(ın kahrını) ikrâr eden, ömrü sönmeğe yüz tutan, kadere boyun eğen, dünyayı yeren, ölüler mahallinde yurt edinen, yarın da oradan göçüp gidecek olan fâni babadan; erişilmeyecek şeyleri arzulayan, yok olup gidenlerin yolunu tutmuş olan, zamanın rehini, musibet oklarının hedefi, dünyanın kulu, gurur taciri, ölümün esiri, gam ve hüzünlerin arkadaşı, hastalıklara ve afetlere maruz olan, arzularına mağlup düşen ve ölenlerin yerine halife olan oğluna.
Dünyanın benden yüz çevirip zamanın bana karşı serkeşlik etmesi, ahiretin ise bana yönelmesi; beni, başkasını düşünmekten ve ardımda kalanları hatırlamaktan ve onları önemsemekten alıkoydu. Halkın dertleri değil, yalnızca kendi derdim beni sarınca, artık fikir ve isteğim değişti ve işimin gerçeği bana aydınlandı, bu ise beni şakası olmayan bir ciddiyete ve yalan lekesi dokunmayan bir doğruluğa sevketti. Senin, vücudumun bir parçası, hatta vücudumun bütünü olduğunu gördüm; sana bir musibet gelse bana gelmiş olur, sana ölüm gelip çatsa bana çatmış olur. Bu sebeple, senin işlerin (sorunların), kendi işlerim gibi beni ilgilendirmeğe başladı; onun için ölsem de, kalsam da, yardımcın olsun diye sana bu vasiyetnameyi yazdım.
Oğlum, ben sana Allah'tan çekinmeyi (ilahî takvayı), devamlı olarak Allah'ın emirlerine itaat etmeyi, O'nu anmakla kalbini onarmayı ve O'nun ipine (Kur'ân'a) sarılmayı tavsiye ederim. Eğer ona (Kur'ân'a) sarılırsan, artık seninle Allah arasında ondan daha sağlam bir bağ olamaz!
Kalbini öğütle dirilt; zahitlikle öldür; yakinle (tam inançla) kuvvetlendir; ölümü anmakla alçalt; fani oluşuna ikrar ettir; dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl; zamanın saldırısından, gecelerin ve gündüzlerin kötü geçişinden çekindir. Göçüp gidenlerin haberlerini ona sun, senden öncekilerin başlarına gelenleri hatırlat; onların yurtlarında ve bıraktıkları eserler arasında gez ve ne yaptıklarına, nereye konduklarına ve nereden göçtüklerine bak. Göreceksin ki, onlar dostlarından ayrılmış, gurbet diyarına inmişlerdir. Onların yurduna (geldin mi) şöyle seslen: Ey ıssız diyar, ehlin nerede? Sonra onların kabirlerinin başına git ve şöyle hitap et: Ey çürümüş cesetler ve birbirinden dağılmış organlar, içinde bulunduğunuz bu diyarı nasıl buldunuz?
Ey aziz oğlum, yakında sen de onlardan biri gibi olacaksın; öyleyse konağını ıslah et, ahiretini dünyana satma.
Bilmediğin şey hakkında konuşmayı ve üzerine düşmediği halde söz söylemeyi terket. Sapıklık olacağından korktuğun bir yola girme; çünkü sapıklık şaşkınlığından sakınmak, korkunç belalara duçar olmaktan daha iyidir. Marufu emret ki, maruf ehlinden (iyilerden) olasın. Kötülüğü elinle, dilinle önle ve kötü iş yapanlardan bütün çabanla uzaklaş. Allah yolunda hakkıyla cihat et; bu uğurda hiç bir kınayıcının kınaması seni tutmasın (yolundan alıkoymasın). Nerede olursa olsun, hakka ermek için güçlüklerin en şiddetlilerine korkusuzca atıl. Dinde fakih (anlayış ve kavrayış sahibi) ol; nefsini sabretmeye alıştır. Bütün işlerde Allah'a sığın ki, tam koruyan bir koruyucuya ve tam güçlü bir savunucuya sığınmış olursun. Rabbinden bir şey dilerken ihlaslı ol; çünkü vermek de vermemek de O'nun elindedir. Hayrı çok dile; vasiyetimi iyice anla; önemsemeyerek yanından geçme. Çünkü sözün hayırlısı fayda verenidir. Bil ki, fayda vermeyen bilgide hayır yoktur; neşredilemeyen(2) bilgiden de faydalanılmaz.
Ey oğlum, senin olgun bir yaşa ulaştığını, benim ise zaafımın (günden güne) arttığını görünce, gönlümdekileri sana söylemeden ecelim gelir, yahut bedenimin zayıfladığı gibi görüşümde de bir zayıflık olur, yahut da bazı galip gelen heva ve hevesler veya dünya fitneleri benden önce sana gelip çatar da sen de buyruk dinlemez serkeş deve gibi olursun endişesiyle sana birtakım hasletleri vasiyet etmeye koyuldum. Çünkü gencin kalbi ekilmemiş alana benzer; oraya ne ekilirse tutar, boy atar. Ben de kalbin katılaşmadan ve aklın meşgul olmadan seni edeplendirmeye çalıştım ki, tecrübe edenlerin senin yerine arama ve sınamasını yüklendikleri gerçekleri tam kesin bir kararla karşılayasın. Böylece arama zahmetinden kurtulur, deneme zorluğundan da muaf olursun. İşte bizlerin, peşi sıra gittiğimiz şeylerin (bilgilerin) kendisi sana gelmiş; bazen bize karanlık (ve gizli) olan şeyler sana apaçık ve gün ışığına çıkmıştır.
Ey oğlum, ben her ne kadar öncekiler gibi ömür sürmediysem de, onların yaptıklarına baktım, haberleri hakkında düşündüm, geriye kalan eserlerini gezip gördüm. Öyle ki onlardan biri gibi oldum; hatta onların yaşayışlarından bana ulaşan haberler bakımından onların ilkinden sonuncusuna kadar, onlarla ömür sürmüşe döndüm. Sonuçta, hallerinin durusunu bulanığından, faydalısını zararlısından ayırt ettim; senin için ise her işin en seçkinini, en güzelini seçtim; açık olmayanını senden uzaklaştırdım; senin durumunun şefkatli bir baba olarak beni de ilgilendirdiğini görünce daha genç olup tertemiz bir kalbe ve iyi niyete sahip olduğun bir vakitte seni terbiye etmeye (eğitmeye) karar verdim. Bu uğurda önce Allah'ın kitabını ve te'vilini, İslâm şeriatını ve hükümlerini, helal ve haramını sana öğretmekle başlayıp bundan öteye (başka bir konuya) geçmemeye karar verdim. Sonra insanların, ihtilafa düşmelerine sebep olan heva ve heveslere, onların kapıldığı gibi senin de kapılmandan korktum. İstemediğim halde seni tembih ederek bu konuda da senin işini sağlamlaştırmak, seni helak olmayacağından emin olmadığım bir işe bırakmaktan daha sevimli geldi bana. Allah Teâla'nın seni doğru yolu bulmanda ve maksadına ermende başarıya ulaştırmasını dilerim. Bu nedenle bu vasiyetimi senin için yazdım ve bununla birlikte bu konuyu sağlamlaştırmaya koyuldum.
Ey aziz oğlum, vasiyetimden uyacağın şeylerin bence en sevimlisi, Allah'tan çekinmen, ilahi farizaları eda etmekle yetinmen ve senden önce gelip geçen atalarının ve dindaşlarından salih kişilerin yolunu tutmandır. Çünkü senin bakıp durumunu gözden geçirdiğin gibi onlar da kendi durumlarına bakıp dikkat ettiler; senin düşündüğün gibi onlar da düşündüler; sonra aldıkları netice onları, bildiklerini almaya ve mükellef olmadıkları şeylerden kaçınmaya sürükledi. Ama eğer nefsin, onların bildikleri gibi bilmeden onların sünnetini kabul etmeye hazır olmazsa, bu ilimleri anlama ve öğrenme yoluyla talep et, şüphelere düşerek, husumetleri çoğaltarak değil. Böyle bir işe girişmeden önce Allah'tan bu uğurda yardım iste; seni muvaffak kılması için O'na yönel; seni şüpheye sokacak ve sapıklığa sevk edecek her şüpheli işi terket. Gönlünün arılığa ulaşıp da kabul etmeye hazır bulunduğuna, düşüncenin kâmil olup toplanarak bu yolda tek bir amaca sahip olduğuna yakin ettiğinde sana açıkladığım şeylere bak; eğer sevdiğin şekilde düşüncen henüz halisleşmemişse bilmelisin ki, geceleyin gözü görmeyen kimse gibi bilmeden adım atmaktasın. Bilmeden adım atan ve hakla bâtılı birbirine karıştıran birisi dini dileyen olamaz. Bu durumda el çekip durmak daha doğrudur. Bu konuda ilk ve son sözüm şudur:
Sana kendi ilahımı, senin ilahını, senin ilk ve son babalarının ilahını, göklerin ve yeryüzü ehlinin Rabbini layık olduğu ve sevdiği bir şekilde (makamına layık olan hamt ile) övüp hamt ediyor ve Allah-u Teâla'dan bizim tarafımızdan Peygamber'e, onun Ehl-i Beyt'ine ve bütün peygamberlere, tüm salavat gönderenlerin salavatınca salavat göndermesini niyaz eder ve O'ndan bizi dua etmeye muvaffak kıldığı şeylerde bize olan nimetini, icabetiyle kâmil etmesini dilerim. Çünkü salih işler O'nun nimeti ile tamamlanır.
Ey oğlum, tavsiyelerimi iyice anla. Bil ki, ölümün sahibi yaşayışın da sahibidir; yaratan öldürendir; yok eden tekrar diriltendir; dert veren derdi giderendir. Dünya, Allah'ın nimetler verip ve sınamalara uğratarak, ahirette karşılık vermesi veya Allah Tebareke ve Teâlâ'nın bizim bilmediğimiz diğer birtakım şeyleri takdir etmesinden başka bir şey değildir. Bunlardan biri sana ağır gelirse (iyice tasdik edemediğin takdirde) onu kendi cehaletine hamlet; çünkü sen önce cahil (bilgisiz) olarak yaratıldın; sonra bilgi sahibi oldun. Nice şeyler vardır ki bilemezsin; o konuda şaşkınlığa düşersin; gözün görmez olur da sonra görür, anlarsın. Seni yaratana, sana rızk verene, senin yaratılışını düzgün bir hale getirene sığın, ümidin ve ilgin O'na ve korkun da O'ndan olsun.
Bil ki, ey aziz oğlum, hiç bir kimse noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan, bizim Peygamber'imizin salla'llâhu aleyhi ve alih haber getirdiği gibi haber getirmemiştir. Buna göre, bir önder ve bir kurtuluş kılavuzu olarak ona razı ol ve gönül ver.
Ben sana öğüt vermede kusur etmiyorum; sen de her ne kadar dikkat edersen et, benim kadar hayrını görüp anlayamazsın.
Şunu bil ki, ey aziz oğlum, eğer Allah'ın ortağı olsaydı, O'nun da peygamberleri gelirdi sana; O'nun da tasarruf ve kudret eserlerini görürdün; O'nun da sıfatlarını ve işlerini tanırdın. Fakat kendisini vasıflandırdığı gibi O bir Allah'tır; kudretinde ve ilahlığında O'nunla zıddiyet ve husumet edecek bir varlık yoktur; her varlığın yaratıcısı O'dur, rabblik makamı, gönülle veya gözle kavranmaktan çok yücedir. Bunu böyle bildiğinde (Allah'ı böyle tanıdığında) o zaman da senin gibi kadri küçük, kudreti az, aczi çok, Rabbine ihtiyacı fazla olan kişinin nasıl hareket etmesi gerekiyorsa, O'na itaat etmekte, O'ndan korkup gazabından çekinmek hususunda öyle davran. Çünkü O, seni güzel şeylerden başka bir şeye emretmemiş, çirkin şeylerden başka bir şeyden de men etmemiştir.
Ey oğlum, sana dünyaya, dünya ahvaline, onun zevaline, ehlinin ebedi olmayışına (halden hale girişine) dair haberler verdim; ahiretten, ahiret ehli için hazırlanan şeylerden de seni haberdar edip bu konuda örnekler getirdim.
Dünyaya basiretle bakan (ve dünya halini bilen) kimseler yıkık dökük, kıtlık ve darlık içinde olan bir yerden, bayındır ve iklimi iyi olan bir yeri kasdedip yola düşen topluluğa benzerler; onlar sonunda yerleşecekleri geniş, hoş mu hoş olan evlerine varmak için yolun zahmetine katlanırlar, dostların ayrılığına dayanırlar, yolculuğun uyku ve yiyecek sıkıntısı gibi birçok güçlüklerine sabrederler; onlar bunların hiç birisinden herhangi bir acı duymaz ve bu yolculuğun masrafını zarar ve ziyan olarak kabul etmezler. Onlar için kendilerini konaklarına yaklaştıracak şeyden daha sevimli bir şey yoktur.
Dünyaya aldanan kimseler ise verimli, nimeti bol, mâmur bir konaktan, kıtlık ve kupkuru bir yere göç ettirilen topluluğa benzerler. Onlara, önce bulundukları yerden ayrılmak ve ansızın öyle bir yere gelmekten daha korkunç ve kötü bir şey olamaz.
Ben seni çeşitli bilgisizliklerden dolayı, kendini alim bilmemen için daha önceden kınadım ki, bildiğin bir şeyle karşılaştığında onu büyük saymayasın. Çünkü alim bir kimse bildiğini, bilmedikleri şeyler karşısında pek az görür. Bu yüzden kendisini cahil bilip, neticede ilim tahsil etmede daha çok çaba gösterir; daima onu ister, ona ilgi duyar, onu arar durur. İlim ehlinin karşısında mütevazı olup ona yönelir. Susmaya sarılıp, hata yapmaktan çekinir, ondan utanır. Bilmediği bir meseleyle karşılaştığında da onu inkâr etmez; çünkü önceden nefsi kendi cehaletine ikrar etmiştir. Cahil kimseyse bütün cehaletiyle birlikte kendisini alim sayar; reyini yeterli görür; daima alimlerden uzaklaşır; onları ayıplayıp durur; onunla muhalefet edenleri, hata ettin diyerek dışlar; bilmediği her şeyi sapıklık sayar; bilmediği bir meseleyle karşılaştığında onu inkâr ve tekzip eder; cehaleti yüzünden: Ben onu böyle bilmiyorum, böyle olduğuna inanmıyorum, böyle olduğunu sanmıyorum, bu söz de nereden çıktı? der durur. (Bu sözlerle onun batıl olduğunu söylemek ister.) Bütün bunlar kendi görüşüne (yersiz olarak) itimat ettiğinden ve kendi cehaletini pek az tanıdığından ileri gelir. Böylece, bilmediği konularda yanılgıya düştüğü için, sürekli cahilliklerle baş başa kalır ve (yeni) cahillikler arar; hakkı inkâr edip, cehalet içinde şaşırıp kalır; ilim talep etmekten böbürlenerek kaçınır.
Ey oğlum, vasiyetimi iyice anla ve nefsini, kendinle başkaları arasında bir tartı (ölçü) haline getir; kendin için sevdiğin, dilediğin şeyi başkaları için de sev, dile; kendin için istemediğin şeyi onlar için de isteme. Nasıl zulme uğramayı istemezsen, sen de kimseye zulmetme. Nasıl sana iyilik yapılmasını istiyorsan, sen de iyilik et. Başkasında çirkin bulduğun şeyi kendin için de çirkin bul. Diğerlerine davrandığın gibi onların da sana davranmasına razı ol. Bilmediğin şeyi söyleme; hatta bildiğin şeylerin de hepsini açığa vurma. Sana söylenmesini istemediğin şeyi, sen de başkalarına söyleme. Bil ki, kendini beğenmek, hakka ters düştüğü gibi aynı zamanda akılların da afetidir. Doğru yola hidayet edildin mi, Rabbine karşı daha da fazla eğil, huşu et.
Bil ki, önünde uzak mı uzak, çetin mi çetin, korkunç mu korkunç bir yol var; o yol için hazırlıklı olmaktan başka çaren yok. Gücün yettiği kadar azık al ve sırtındaki yükünü hafiflet. Gücünün üstünde olan yükü yüklenme. Yüklenirsen sana ağırlık verir, vebal getirir. Senin azığını yüklenecek ve muhtaç olduğunda sana geri verecek yoksul birisini buldun mu bunu ganimet bil. Durumun iyiyken senden borç isteyen bir kimseyi ganimet bil; ödeme vaktini de darlığa düştüğün zamana bırak.
Bil ki, önünde sarp bir geçit var; istesen de istemesen de o geçitten ya cennete doğru gideceksin ya da cehennemi boylayacaksın. Bu geçitte yükü hafif olanın hali, yükü ağır olandan çok daha iyidir; öyleyse konmadan önce kendine konak hazırla.
Bil ki, dünya ve ahiret hazineleri elinde olan, sana dua etmek için izin vermiş, icabet edeceğini de vaat etmiştir. O, dilediğini vermek için dilemeni emretmiştir; O şefkatlidir. Seninle kendi arasına bir tercüman koymamış, bir perde de çekmemiştir; seni, O'nun katında şefaat edecek birisine dahi muhtaç etmemiştir. Kötü bir iş işlersen, tövbe etmekten men etmemiştir seni; pişmanlık duyup döndükten sonra kınamamıştır seni; azabını hemencecik göndererek cezalandırmamıştır seni. Rezalete yöneldiğin bir yerde seni rezil etmemiştir; işlediğin suç yüzünden seni eleştirip sıkıntıda bırakmamıştır. Rahmetinden de seni ümitsiz kılmamıştır; tövbeyi kabul etmekte de bir zorluk çıkarmamıştır; suçundan vazgeçmeni de hasene saymıştır; yaptığın bir kötülüğü bir günah saymış; işlediğin iyiliği ise on kat olarak hesaplamıştır. Tövbe kapısını ve işe yeniden başlamayı yüzüne açık bırakmıştır. İstediğin vakit (O'nu çağırdığında) sesini ve gizlice yalvarıp yakarmanı duyar. İhtiyacını O'na söylersin; gönlündekini O'na açarsın, dertlerini O'na dökersin; işlerinde O'ndan yardım dilersin; halktan gizli tuttuğun sırları O'na açıp söylersin. Hazinelerinin anahtarını senin eline vermiştir; o halde, istemede ısrar et; çünkü kendisinden dilemeye izin vermekle rahmet kapısını yüzüne açık bırakmıştır. Dilediğin vakit dua ile hazinelerinin kapılarını açarsın; öyleyse ısrarla iste; icabeti gecikirse de ümidini kesmemelisin; çünkü bağış isteğe göredir. Bazen istemenin (duanın) uzayıp, verilenin daha da artması için duanın icabeti geciktirilir. Bazen de bir şey istersin, verilmez; fakat hemencecik, yahut bir müddet sonra (bu dünyada veya ahirette) ondan daha hayırlısı verilir veya daha hayırlısını vermek için o istediğin şey verilmez, geciktirilir. Nice şeyler var ki, sen istersin onu; fakat verilirse dinin elden gider. O halde sana yararı dokunacak, güzelliği sana kalacak ve günahı senden giderecek şeyleri istemelisin. Mal sana kalmaz; sen de ebedi olarak mala sahip olamazsın. Çok yakın bir zamanda, Kerim olan Allah'ın affettiğinin dışında, yaptığın iyi veya kötü işin neticesini görürsün.
Bil ki, sen ahiret için yaratıldın, dünya için değil. Fenâ için var edildin, beka için değil. Ölüm için varsın, yaşamak için değil. Ansızın sökülüp atılacağın ahiret için azık toplaman gereken bir konakta ve ahirete varacak bir yoldasın. Sen kaçanın kurtulamayacağı, er geç bir gün gelip çatacağı ölüm için bir avsın; kötü bir işteyken, daha kendi kendine, o işten tövbe etmem gerekir, deyip dururken ölümün gelip, tövbeyle aranı açarak ansızın seni helak etmesinden kork.
Ey oğlum, ölümü çok an; birden bire ölümden sonra düşeceğin hali hatırla, onu hep gözünün önünde bulundur ki, silahını kuşandığın, kemerini bağladığın bir halde bulsun seni; ansızın gaflet halinde üst olmasın sana. Ahireti, onda olan nimetleri, şiddetli azaplarını çok an; çünkü bu, gönlünü dünyadan koparır ve onu senin gözünde küçültür.
Allah dünyayı sana tanıtmıştır. Dünya da kendi sıfatlarını sana bildirmiştir ve kötülüklerini açığa vurmuştur. Sakın dünya ehlinin dünyaya yapışıp köpek gibi ona saldırmaları aldatmasın seni. Zira dünya ehli, havlayan köpekler ve (av peşinde koşan) yırtıcı canavarlardır; (o leş için) birbirine hırlarlar, (birbirlerini ısırırlar,) güçlü olan zayıfı, büyüğü de küçüğünü yer. Dünya, kendi ehlini doğru yoldan saptırmış, körlük yoluna sürmüştür; gözlerini, doğru yolu görmesinler diye örtmüştür. Böylece dünyanın şaşkınlıklarında şaşırıp kalmışlar, fitnesinde gark olmuşlardır; onu kendilerine Rab edinmişler; o da onlarla oynamıştır. Böylece dünya ile oyalanıp ötesini unutmuşlardır.
Ey oğlum, dünya ayıplarının çirkinleştirdiği kimselerden olma sakın. Dünya ehlinin bir kısmı, ayakları bağlı; diğer bir kısmı da başı boş salıverilmiş hayvanlardırlar. Bunlar akıllarını yitirmişler; sarp bir vadide kendilerini sürüp götüren bir çobanı olmayan, afete uğramış hayvanlar örneği belirsiz bir yola düşüp gitmekteler. Hele azıcık bekle, karanlık (ölümün ulaşmasıyla) açılsın; güya (görü-yorum) kervan gelmiş, koşanın da dönmesi beklenir.
Bil ki, bineği geceyle gündüz olan bir kişi, dursa bile götürülecektir. Allah, dünyanın yıkılmasından, ahiretin de mamur olmasından başka bir şey dilememiştir.
Oğlum, dünyada, Allah'ın senden ilgi göstermemeni dilediği şeylere karşı zahitlik yapıp gönlünü ondan çek; zaten dünya böyle bir amele layıktır. Eğer dünya hakkındaki nasihatimi kabullenmiyor isen, iyice bil ki dileğine ulaşamazsın, ecelinden kaçamazsın; sen, senden önce gidenlerin yolundasın. Öyleyse arzuları azalt; kazancı (amellerini) güzelleştir; çünkü nice istek ve arzular vardır ki eldekinden, avuçtakinden eder insanı; her arayan bulamadığı gibi orta yolu seçen bir kimse de muhtaç olmaz. Nefsini bütün aşağılıklardan üstün tut, seni arzulara doğru çekse bile; çünkü hiç bir şey izzeti nefsinden kaybettiğinin yerini tutamaz. Allah seni hür yaratmıştır, başkasına kul olma. Şerle ulaşılan hayır, hayır değildir. Güçlükle ulaşılan kolaylık da kolaylık değildir.
Tamah bineğinin seni harekete geçirmesinden sakın; çünkü o, seni helak suyunun başına götürür. Gücün yettikçe Allah'la arana bir nimet sahibi sokma (başkalarının sana minneti olmasın); çünkü sen, ancak kendi payını alacaksın, nasibine ulaşacaksın. Her şey O'ndan olmakla beraber, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan gelen az, halktan gelen çoktan daha üstündür. Gerçi hiç bir şey O'nunla kıyaslanamaz ama, eğer sultanların bağışını, alçak kimselerden istenilen bağışla ölçsen ve kıyas etsen göreceksin ki, onların az bağışı sana iftihar ve yüceliktir. Alçak kimselerden kopardığın çok şey ise sana bir ârdır (utançtır). İşinde orta halli ol ki, sonunda methedilesin. Dininden, ırzından en küçük bir şeyi bile hiç bir değer karşısında satmaya kalkışma. Gerçek aldanmış kimse, Allah'tan alması gereken payda aldanan kimsedir. Dünyadan sana geleni al, senden yüz çevireniyse terk et. Bunu yapmazsan (en azından) talebinde güzel davran.
Dinini tehlikeye düşüreceğinden korktuğun kimseyle oturup kalkma; sultandan uzak dur; kendi kendine, ne zaman kötü bir şey görürsem ondan uzak olurum, diyerek şeytanın hile ve aldatmalarından emin olma. Çünkü senden önce helak olan Müslümanlar, kıyamete inandıkları halde, bu yoldan helake düştüler. Eğer onlara açıkça, ahiretini dünyaya sat, deseydin, asla kimse bunu kabul etmeye hazır olmazdı. Fakat şeytan bazen hile yoluyla az bir dünya malı sunarak insanı helake sürükler; Allah'ın rahmetinden ümidini kesip, mutlak bir ümitsizliğe salıverinceye kadar onu tedricen bir kötülükten diğer bir kötülüğe götürür; nihayet insan İslâm ve ahkâmına olan muhalefetleri için çeşitli gerekçeler bulmaya koyulur. Eğer nefsin dünya sevgisi ve sultana yaklaşmakta ısrar eder de olgunlaşmanı sağlayan benim men ettiğim şeylere muhalefet eder isen, en azından dilini koru; çünkü sultanlara, öfkelendiklerinde güvenilmez; onların haberlerini sorma, işlerini araştırma, sırlarını açıp söyleme; onların işine çok karışma.
Susmaktan pişmanlık duyulmaz. Susmakla elden çıkanı telafi etmek, konuşmakla kaybolanı temin etmekten daha kolaydır. Kaptakini, ağzını sımsıkı bağlayarak muhafaza etmek ve elinde bulunanı korumak, başkasının elinde bulunanı istemekten, bence, daha hoştur.
Güvenilmeyen kimseden bir söz nakletme; sonra yalancı çıkarsın; yalancılıksa alçaklıktır. Yetecek kadar bir rızıkla tutarlı olmak, israfla harcanan çok maldan daha yeterli gelir sana. Olgunca bir ümitsizlik, insanlardan bir şey istemekten daha hayırlıdır. Herhangi bir meslekle (çalışıp kazanmakla) iffetli olmak, fisk-u fücurla mesrur olmaktan daha hayırlıdır. Herkes kendi sırrını daha güzel korur. Nice çok çalışan vardır ki, bu çalışma ona zarar verir. Kim çok söz söylerse sayıklar; kim düşünürse basirete erer. İnsanın saadetlerinden birisi de salih arkadaştır. Hayır sahipleriyle eş-dost ol ki, onlardan biri olasın. Kötülük ehlinden çekin ki, onlardan uzak olasın.
Kötü zan sana galip gelmesin; çünkü seninle dostunun arasında sulh-u sefayı baki bırakmaz. Bazen su-i zanna, ihtiyatlı olmaktır denilir; oysa su-i zan ne kötü bir yemektir. Zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmektir. Kötü iş, ismi gibi kötüdür. Felakete (sevilmeyecek şeylere) boyun eğmek, kalbin zayıflığını gösterir. Yumuşaklığın sertlik sayıldığı yerde, sertlik de yumuşaklık olur. Çoğu zaman ilaç, dert ve hastalık olur; dert de ilaç ve derman olur. Olur ki, nasihatçi olmayan öğüt verir; kendisinden öğüt istenen de öğüt isteyeni aldatır. Arzulara kapılıp bel bağlamaktan sakın; çünkü onlara bel bağlamak, ahmaklığın sermayesidir; sahibini dünya ve ahiret hayrından alıkor. Ateşin odunla alevlendirilip saflaştırıldığı gibi, gönlünü edeple alevlendirerek saflaştır. Gece karanlığında odun toplayan veya selin oraya buraya sürüklediği çerçöp gibi olma. Nimete küfran etmek alçaklıktır; cahille düşüp kalkmak ise uğursuzluktur.
Akıl, tecrübeleri bellemek ve onları unutmamaktır. En hayırlı tecrübe, sana öğüt veren tecrübedir. Yumuşak ahlak, soyluluk ve büyüklüktendir. Fırsatı üzüntüye sebep olmadan değerlendir. Azim ve irade, ileri görüşlülüktendir. Gevşeklik mahrumiyete sebep olur. Her isteyen, isteğini elde edemez; her binen (gurbete giden) geri dönüp gelemez. Azığı zayi etmek fesattandır. Her işin bir sonu vardır. Nice az vardır ki, çoktan daha bereketlidir, daha verimlidir. Takdir edilen sana gelir ulaşır. Ticarete girişen tehlikeye atılmıştır. Kadri ve değeri olmayan yardımcıda hayır yoktur. İşini, hile ve aldatma üzerine kurma. Hikmet bulan yücelir, büyür. Anlamaya çalışanın ilmini çoğaltır. Hayır sahiplerini ziyaret etmek, kalpleri ihya eder. Zaman bineği sana ram olduğu (uyduğu) müddetçe onunla uzlaş ve ondan payını al. İnat bineğinin sana isyan etmesinden sakın. Günah işlediğinde onu tövbeyle hemencecik mahvet.
Seni emin bilene, o sana hıyanet etse bile, hıyanet etme; o senin sırrını açsa bile, sen onun sırrını açma. Az bir şeyi, çoğalması ümidiyle elden çıkarma. İstemene bak, nasip olan yetişir. (İhtiyaçtan) fazla olanı al; güzel bir şekilde ihsan et, bağışta bulun; halka güzel söz söyle. Şu söz ne de hikmetli, lafzı az ama manası çok: Kendin için sevdiğin şeyi halk için de sev, kendin için sevmediğin bir şeyi onlar için de sevme. Bir kimsenin hakkında acele davranırsan, çoğu zaman pişman olur veya ihsan edersin. (Pişmanlık veya ihsan etmenle sonuçlanan acele davranışlardan kaçın.)
Bil ki, verdiği söze bağlı kalmak ve haremini (ailesini) savunmak, asalet ve cömertliktendir. Yüz çevirmek nefret etmenin göstergesidir; çok mazeret getirmek de cimriliğin alâmetidir. Bazen güler bir yüzle kardeşinden (herhangi bir şeyi) esirgemen ona asık bir suratla bağışta bulunmandan daha iyidir. Sıla-i rahim (yakınlara iyilik etmek ve onları ziyaret etmek) cömertliktendir. Akrabalarınla ilişkiyi kestiğinde artık kim sana ümit edebilir veya senin ilişkine güvenebilir? Bağışı esirgemek, ilişkiyi kesmenin bir göstergesidir.
Kardeşin senden ilişkisini kestiğinde onunla ilişki kurmaya, yüz çevirdiğinde lütufta ve ricada bulunmaya, cimrilik yaptığında bağışta bulunmaya, uzaklaştığında yakınlaşmaya, sert davrandığında yumuşak davranmaya, suç işlediğinde de sen onun kölesiymişsin, o da veli nimetinmiş gibi ondan özür dilemeye kendini zorla. Bu dediklerimi, yerinden başka bir yerde yapmaktan, yahut ehil olmayanlara bu çeşit muamele etmekten sakın.
Dostuna düşman olan bir kimseyle dostluk kurmaya çalışma; çünkü dostunla düşman olmuş olursun. Hile de yapma; çünkü bu alçak kimselerin ahlakıdır. İster hoşlansın, ister hoşlanmasın, sen kardeşinin hayrını iste. Her haliyle onunla yardımlaş, nereye giderse onunla beraber git, ağzına toprak serpse bile onu cezalandırmayı düşünme. Düşmanına erdem ve faziletle muamele et (bağışla onu), bu zafere ulaşmaya daha uygundur. Güzel ahlakla kendini halkın şerrinden kurtar. Öfkeni yut, sonuç bakımından bundan daha tatlı, bundan daha lezzetli bir yutma görmedim ben. Şüphe üzerine kardeşinle ilişkini kesme; gönlünü almaksızın ondan ayrılma. Sana sert davranana karşı yumuşak ol, belki o da yumuşar. İlişkiyi kurduktan sonra kesmek, kardeşlikten sonra cefa etmek, dostluktan sonra düşmanlık yapmak, güvenene hıyanet etmek, ümit edenin ümidini kesmek, itimat edene hile yapmak ne de kötüdür. Kardeşinden kopmaya mecbur kalırsan, kendinden onun yanında bir iyilik bırak ki, bir gün dönmek istediğinde rahatça dönebilesin. Senin hakkında iyi zan besleyenin zannını gerçekleştir. Aranızdaki dostluğa güvenerek kardeşinin hakkını zayi etme, çünkü hakkını zayi ettiğin kişi artık kardeşin değildir senin. Aile fertlerine karşı kötü kişi olma. Sana ilgi göstermeyene sen de ilgi gösterme. Sana gönül bağlayan ve yönelen kimse muaşeret etmeye layık olursa onu terk etme.
Sakın kardeşinin ilişkiyi kesmekteki gücü, senin onunla ilişki kurmaktaki gücünden daha çok, kötülük yapmaktaki kuvveti senin ona iyi davranmaktaki kuvvetinden daha fazla, cimrilikteki gücü senin bağış ve cömertlikteki gücünden daha güçlü ve kusur etmekteki kudreti senin iyilik etmekteki gücünden daha ziyade görünmesin. Sana zulmedenin zulmü, gözünde büyümesin; zira o kendi zararına ve senin faydana çalışmaktadır. Seni sevindirene kötülük etmen, yerinde bir iş değildir. Rızık iki kısımdır, bir rızık var ki sen onu ararsın, bir rızık da var ki o seni arar, sen ona varmasan da o sana gelir.
Ey oğlum, şunu bil ki, zaman halden hale girmekte ve birçok hadiselerle doludur. Sakın kınamaları sert ve halkın nezdinde özürleri az olan kimselerden olma. İhtiyaç zamanında alçalmak, zenginlikte de azarlamak ne kötü huydur. Dünyadan nasibin, ahiretini bayındır ettiğin kadardır. Öyleyse yerinde infak et, başkalarına hazinedar olma. Eğer elinden çıkana hayıflanacaksan, sana ulaşmayan her şey için hayıflan dur. Henüz olmayan, gelip çatmayan şeyi olup bitenden anla; çünkü işler hep birbirine benzer. Hiç bir veli nimete nankörlük etme; çünkü nankörlük küfrün en alçak mertebelerindendir. Özür kabul eden ol. Tuzağa düşmedikçe ibret almayan, nasihatten faydalanmayanlardan olma. Çünkü akıllı kişi edeple öğütlenir; hayvanlarsa kötekle. Hakkını tanıyan kimsenin, ister büyük adam olsun, ister küçük, hakkını tanı.
Sabır ve (Allah'a) kesin iman ve güven ile dertleri kendinden uzaklaştır. Ilımlılığı bırakan sapar. Kanaat insan için güzel bir saadettir. İnsanın en kötü arkadaşlarından biri de hasettir. Ümitsizlikte tefrit (kusur) vardır (ümitsiz adam işten çok çabuk el çeker). Cimrilik kınanmaya yol açar. Eş, dost, soy-soptur. Dost, sen yokken dostluk şartını yerine getiren kimsedir; heva ve heves körlükle ortaktır (her ikisi de hakikati teşhis etmeye engeldir). Şaşkınken duraklamak (bir nevi) başarıdır. Yakin, üzüntüyü çok güzel gideren bir şeydir. Yalan söylemenin sonu, kınanmaktır. Selâmet (kurtuluş), doğruluktadır; yalan söylemenin sonucu, sonuçların en kötüsüdür. Nice uzak vardır ki yakından da yakındır; nice yakın da vardır ki, uzaktan da uzaktır.
Garip, dostu olmayan kimsedir. Kötü zanlı olup, dostlarını elinden çıkarma. Nefsini zararlı şeylerden koruyan, şifa bulur. Haktan çıkan, sıkıntıya düşer. Kendi haddini bilenin değeri baki kalır. İkramda bulunmak ne güzel bir huydur. Alçaklıkların en alçağı güçlü olduğunda zulüm etmektir. Hayâ (ar-edep), her güzel şeye bir vesiledir. Tutunacak en sağlam kulp, takvadır. Tutunacağın sebeplerin en kuvvetlisi, seninle Yüce Allah arasındaki sebeptir. Huzursuzluğunu gideren, seni minnet altına almıştır. Kınamakta aşırı gitmek, inatçılık ateşini körükler. Nice hastalar kurtulmuş ve nice sağlam (sıhhati yerinde) olanlar ölmüştür. Tamahın (ümidin) insanı helak ettiği yerde, ümitsizlik zaferdir. Her ayıp açılmaz, her fırsat ele geçmez. Görenin yoldan saptığı ve körün ise doğru yolu bulduğu çok olur. Her arayan bulacak ve her ihtiyat eden kurtulacak diye bir şey yoktur.
Kötülüğü daima geciktir; çünkü istediğin vakit onu yapmaya koşabilirsin. Sana ihsan edilmesini seviyorsan, başkalarına ihsan et. Kardeşine onda var olan her özelliğiyle tahammül et. Çok kınama; zira çok kınamak kin doğurur ve insanı nefret etmeye sürükler. Kabul etmesini ümit ettiğin kimseden, özür dile. Cahilden uzak kalmak, akıllıya yaklaşmakla eşittir. Sert davranmamak, keremdendir. Zamanıyla inatlaşan ve zıt giden helak olur. Kınanılan sinirlenir. İntikam alan, ne kadar da zulmedene yakındır. Hile yapan (ahdi bozan), vefasızlığa daha layıktır. İhtiyatlı davranan insan kayarsa kayması, çok şiddetli olur. Yalan söyleme hastalığı, hastalıkların en çirkinidir. Fesat (savurganlık), çok serveti yok eder; iktisatlı olmak, azı çoğaltır. Azlık (kimsesizlik veya yoksulluk), zillettir. Ana-babaya iyilik yapmak, karakterin yüceliğindendir. Kayma, acele etmekle beraberdir. Sonucu pişmanlık olan lezzette hayır yoktur. Akıllı kişi, tecrübelerden ibret alan kimsedir.
Hidayet, kalbin körlüğünü giderir. Dil aklın tercümanıdır. İhtilafla, itilaf (ülfet) olmaz. İyi komşuluk, komşunun halini sormaktır. Orta halli olan, helak olmaz. Zahit olan, fakir olmaz. İnsanı kendisine tanıtan onun batınıdır. Nice kimseler kendi kabrini kazıyor (ölüme doğru gidiyor). Güveni, ümitle değişme. Korkulan her şey zarar vermez. Nice şakalar vardır ki, ciddiye dönüşür. Zamandan emin olan, onun hıyanetine uğrar. Zamana böbürleneni (onun sünnet ve kurallarına uymayanı), zaman alçaltır. Zamana öfkelenen kendisini zelil ve yere sürülmüş görür. Ona sığınan ise yardımsız kalır. Her ok atanın oku hedefe varmaz. Buyruk sahibi değişti mi zaman da değişir. Aile fertlerinin en hayırlısı, sana yeterli olanıdır. Şaka kin doğurur. Nice aşırı istekleri olan vardır ki, amacına ulaşamaz.
Din için doğru bir yakin, baş mesabesindedir. İhlasın kemali, günahlardan çekinmektir. En güzel söz, amelin tasdik ettiği sözdür. Selâmet (kurtuluş), doğrulukla beraberdir. Dua, rahmetin anahtarıdır. Yola düşmeden arkadaşı, eve girmeden de komşuyu sor. Dünyayı göçüp gidilecek bir menzil bil. Sana karşı çıkana tahammül et. Özür dileyenin özrünü kabul et. Halkın suçlarını affetmeyi âdet edin. Kimseye sevmediği bir haberi ulaştırma. Kardeşine, sana isyan etse bile itaat et; ona yaklaş, senden kopsa bile. Kendini cömert olmaya alıştır. Her huyun en iyisini kendin için seç; çünkü hayır, bir âdettir. Başkalarından nakletsen bile çirkin ve güldüren bir söz söyleme. Hak senden alınmadan önce, kendin hakkı ver.
Sakın kadınlarla istişâre etme; onların reyleri zayıf, azimleri ise gevşektir. Onların (yabancılarla muaşeret etmelerini) önlemekle gözlerini (namahremlere) kapat. Zira hicap (örtü arkasında korunmaları), hem senin için hem de onlar için daha iyidir. Onların evden dışarı çıkmaları, güvenilmeyen kimseleri eve sokmandan daha kötü değildir. Onların senden başka bir kimseyi tanımamalarını başarabilirsen öyle yap. Onları aşacak bir işe koşturma. Bu onların hali için daha uygundur, onların huzurunu daha iyi korur, kalplerini daha çok rahatlatır, güzelliklerini daha da sürekli kılar. Çünkü kadın çiçektir (koklanır), kahraman değil. Kadını kendi yüceliğinden başka bir yüceliğe yüceltme; onu kendisinden başkasına şefaatçi etme; (böyle yaptığın takdirde) onun hedefi uğrunda sana buğzeder. Hanımlarla çok yalnız oturma; çünkü seni bıktırırlar, ya da senden bıkarlar. Tüm gücünü onlara karşı kullanma; çünkü seni güçlü gördükleri halde hatalarından geçmen, tüm gücünü kullanıp da zaafını görmelerinden daha iyidir. Kıskanılacak yerden başka kıskançlığa kalkışma; çünkü bu onların (kadınların) doğrusunu da eğriltebilir; fakat işlerini sağlama bağla (onları başı boş bırakma). Bir günah gördüğünde, ister küçük olsun, ister büyük, itirazda bulun; cezalandırmaktan sakın; zira günahı büyük, kınamayı ise küçük (değersiz) kılmış olursun.
Köleleri iyi terbiye et, onlara az sinirlen, günahları dışında onları çok kınama. Biri günah işlerse iyi bir şekilde vazgeç. Çünkü affetmek aklı olan kimse için dayak atmaktan daha etkilidir. Akıllı olmayan kimselere sataşma ve kısastan çekin. Onlardan her birini yapabileceği işle görevlendir ki, işleri birbirlerine bırakmasınlar (hizmetten kaçmasınlar). Akrabalarına iyilik et; çünkü onlar uçtuğun kanatların, döneceğin aslındır (kökündür); onlarla düşmana saldırırsın; onlar kıtlık günü azıktır; öyleyse onların iyilerine iyilik et; hastalarını ziyaret et; onların işlerine ortak ol; zorluklarında kolaylık göster. Bütün işlerinde Allah'tan yardım dile; zira O en yeterli yardımcıdır.
Seni dininde ve dünyanda Allah'a ısmarlıyorum. Dünyanda da, ahiretinde de O'ndan sana hayırlar dilerim. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun.(3)

3- İmâm Ali (a.s)'ın İmam Hüseyin (a.s)'a Vasiyeti

Ey oğlum, zenginlikte ve fakirlikte ilahi takvayı sahiplenmeyi, hoşnutlukta ve öfkede hakkı söylemeyi, refahta ve yoksullukta orta halli olmayı, dost ve düşmana adaletle davranmayı, neşeli ve halsiz olduğunda amel etmeyi, darlıkta ve genişlikte Allah'tan razı olmayı sana tavsiye ediyorum. Ey oğlum, arkasında cennet olan bir kötülük (şer), kötülük değildir; (nitekim) arkasında cehennem olan iyilik de (hayır da) iyilik değildir. Cennetten başka her nimet küçüktür, ateşten başka her bela ise afiyettir.
Ey oğlum, bil ki, kendi ayıbını gören, başkalarının ayıbıyla meşgul olmaz. Takva elbisesinden sıyrılıp çıkan, hiç bir elbiseyle kendisini (ayıplarını) örtemez. Allah'ın verdiği paya razı olan, elden çıkana üzülmez. Zulüm kılıcını kınından sıyıran, onunla öldürülür. Kardeşine kuyu kazan, kendi kazdığı kuyuya düşer. Başkalarının ayıbını açan kimsenin ailesinin ayıbı açılır. Kendi hatasını unutan, başkalarının hatasını büyük görür. Zor işleri (vesilesiz) yüklenen, helak olur. Kendisini suyun girdabına (tehlikeli yerine) atan, gark olur. Kendi fikrini beğenen, sapar. Kendi aklını yeterli gören, kayar. Halka böbürlenen, zelil olur. Alimlerle oturup kalkan, saygı görür. Ayak takımından olan kimselere karışan, küçümsenir. Halka karşı akılsızlık eden, sövülür. Kötü yerlere giden, töhmete maruz kalır (kötülükle suçlanır). Şaka yapan küçümsenir (ona saygısızlık yapılır). Bir işi çok yapan, onunla tanınır. Sözü çok olanın, yanlışı çok olur; yanlışı çok olanın, utancı azalır; utancı azalanın, çekinmesi azalır; çekinmesi azalanın, kalbi ölür; kalbi ölen kişi de ateşe girer.
Ey oğlum, kim halkın ayıplarını görür (onları kınar), fakat kendisi o işleri yaparsa ahmağın ta kendisidir. Tefekkür eden, ibret alır; ibret alan inzivaya çekilir; inzivaya çekilen de salim kalır. İsteklerden vazgeçen hür olur. Hasedi terk edenin, halkın yanında sevgisi çok olur.
Ey oğlum, mu'minin izzeti, halktan müstağni olmasındadır (ihtiyacını halka iletmemesindedir). Kanaat, tükenmeyen bir maldır. Ölümü fazla anan, dünyadan az bir mala razı olur. Söz söylemeyi amelden sayan kişinin, sözü azalır; ancak yararı olan sözü söyler.
Ey oğlum, doğrusu cezadan korkup günahtan sakınmayan, sevaba ümit besleyip tövbe ve iyi amelde bulunmayan kimseye şaşarım.
Ey oğlum tefekkür nur, gaflet zulmet, tartışmak (cedelleşmek) ise sapıklık doğurur. Mutlu, başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep, en iyi mirastır. Güzel ahlak, en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte bereket (bolluk) olmadığı gibi, fısk-u fücurda da zenginlik olmaz.
Ey oğlum, afiyet on kısımdır; dokuz kısmı, Allah'ın zikri hariç, susmaktadır; bir kısmı ise akılsız kimseler ile oturup kalkmamaktır.
Ey oğlum, kim toplantılarda Allah'a isyan elbisesine bürünürse, Allah onu zelil eder. Kim ilim talep ederse, alim olur.
Ey oğlum, ilmin başı, yumuşak davranmak, afeti ise kabalık ve sertliktir. Musibetlere sabretmek, iman hazinelerindendir. İffetlilik fakirliğin ziyneti; şükürde bulunmak ise zenginliğin ziynetidir. Çok görüşmek, usandırıcıdır. Birisini denemeden güvenmek, ihtiyata aykırıdır. İnsanın kendisini beğenmesi, aklının az olduğunun göstergesidir.
Ey oğlum, nice bakış vardır ki, teessüf ve düşmanlık doğurur ve nice söz vardır ki nimeti elden çıkarır.
Ey oğlum, İslâm'dan daha üstün bir şeref, takvadan daha güzel bir keramet (fazilet), vera'dan (çekinmekten) daha sağlam bir kale, tevbeden daha üstün bir şefaatçi, afiyetten daha güzel bir elbise, zaruri olan azığa razı olmaktan fakirliği daha çok giderecek bir mal yoktur. Kifaf edecek (yetecek-yaşatacak) bir mal ile yetinen, rahatlığa çabuk kavuşur ve asayiş bulur.
Ey oğlum, aşırı istek, zorluğun anahtarı ve meşakkat bineği olup günaha batmaya çeker. Aç gözlülük ve oburluk, bütün ayıpları içerir. Başkalarında olup da sevmediğin özellikler, öğüt alman için sana yeter. Kardeşinin senin üzerindeki hakkı, senin onun üzerindeki hakkın kadardır. Akıbetini düşünmeden bir işe girişen, kendisini felaketlere atmış olur. Amelden önce düşünmek, insanı pişmanlıktan korur. Çeşitli görüşleri araştıran, hatalı olan yerleri hemen teşhis eder. Sabır, yoksulluğa karşı bir siperdir. Cimrilik, miskinliğin elbisesidir. Aşırı istek, fakirliğin alametidir. Şefkatli yoksul, şefkatsiz zenginden daha iyidir. Her şeyin bir azığı vardır; ölümün azığı ise insan oğludur.
Ey oğlum, günahkârı (Allah'ın rahmetinden) ümitsiz etme. Nice günaha tutulan kimse vardır ki, (yıllarca günahtan sonra) akıbeti hayırla sonuçlanmıştır. Nice ibadete koyulan kimse de vardır ki ömrünün sonunda bozgunculuk yaparak cehenneme varmıştır; cehennem ateşinden Allah'a sığınırım.
Ey oğlum, nice isyan eden kimse vardır ki, kurtuluşa ermiş ve nice amel eden kimse de vardır ki, helak olmuştur. Doğruluğu, dürüstlüğü isteyen ve ona yönelen kimseye, zorluluklar ve sıkıntılar kolay gelir. Nefsin kemale ve hidayete ermesi, ona karşı muhalefet etmektedir. Her geçen saat, insanın ömrünü kısaltır. Yazıklar olsun zalimlere, hükmedenlerin en üstünü ve gizli sırları bilen Allah'ın azabından.
Ey oğlum, kulların hakkına tecavüz etmek, kıyamet için ne kötü bir azıktır. Her yudum suda boğulma ve her lokmada ise tıkanma tehlikesi vardır. Bir nimet elden çıkmadıkça başka bir nimete erişilmez. Rahatlık meşakkate, fakirlik nimete, ölüm hayata, hastalık da sıhhate ne kadar da yakındır. Ameli, ilmi, sevgisi, buğzu, alması, vazgeçmesi, konuşması, susması, fiili ve sözü (yani bütün önemli işleri) Allah için halis olan kimseye ne mutlu. İlmiyle amel edip çalışan, ölümün ansızın gelmesinden korkup hazırlıklı olan, istediklerinde (halka) nasihat eden, aksi takdirde susan, sözü doğru olan ve susması cevap veremediğinden olmayan alime ne mutlu. Mahrumiyete, kimsesiz kalmaya, isyan etmeye duçar olan ve başkalarına hoş görmediği şeyi kendisine hoş gören ve yaptığı işi başkalarına ayıp bilen kimseye de yazıklar olsun.
Oğulcağızım, bil ki, yumuşak sözlü olan kimse, muhakkak sevilir. Allah-u Teâla, seni hidayette muvaffak eylesin ve kendi kudreti ile seni itaat ehlinden kılsın. Çünkü O'dur bağışlayan ve Kerim olan."(4)

4- İmâm Ali (a.s)'ın İnsanlara Vasiyeti

"Allah kulları, sizi terk edecek olan şu dünyayı sizin de terk etmenizi vasiyet-tavsiye ederim; onun sizi terk etmesini dilemeseniz de, sevmeseniz de o, bedenlerinizi yıpratacaktır; isterseniz siz, onun yenilenmesini, gençleşmesini dileyin. Bir yola koyulan, yürür-gider, derken varacağı yere varır-ulaşır. Kim vardır ki gelecek gün, ona gelip çatmasın. İnsanı dünyada sürüp götüren, insanı dileyip çeken ölüm, sonunda insanı dünyadan ayırır. Dünyanın yüceliğine, dünya ile övünmeye rağbet etmeyin; onun süsüne-püsüne, onun nimetlerine aldanmayın. Derdinden, mihnetinden acıklanmayın. Onun yüceliği de biter-gider; onunla övünmek de bir gün gelir, yiter. Ziyneti de zevâl bulur; nimetleri de yok olur; derdi de sona erer, mihneti de biter. Dünyadaki her müddetin sonu gelir. Dünyada her diri, sonunda yok olur. Aklınız varsa evvel geçenlerden ibret almaz mısınız? Geçip giden atalarınıza bakmaz mısınız? Görmez misiniz ki içinizden göçüp gidenler gitmekteler; yerlerine kalanlar da durmamaktalar. Görmez misiniz ki dünya ehli, akşamı eder, sabahı bulur çeşitli hallerde:
Ölen vardır, onlardan, ağlanır ona; bir başkası vardır, başsağlığı verilir ona, birisi derde uğramıştır, öbürü gider, dolaşır onu; halini-hatırını sorar. Bir başkası tasını-tarağını toplar, âhirete göçer. Biri dünyayı ister, ölümse onu istemektedir; öbürü gaflete düşmüştür; fakat ondan gaflet eden yoktur; geçip gidenin ardından kalan da geçip gitmektedir.
Kendinize gelin de kötü işlere girişeceğiniz zaman anın lezzetleri yıkıp yok edeni, özlemleri bulandıranı, direkleri kırıp geçireni ve hakkını yerine getirmek, nimetleriyle ihsanlarının sayılmasına imkân bulunmayanın şükrünü edâ etmek için Allah'tan yardım dileyin."(5)

5- İmâm Ali (a.s)'ın İnsanlara Bir Başka Vasiyeti

"Ey Allah'ın kulları, size Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizi dünyadan sakındırırım. Çünkü onun sakinleri göçebe, mukimleri kaçmaktadır. Dünya, halkıyla birlikte sanki bir geminin güvertesinde batıp-çıkmakta, dalgaların içinde fırtınalar kırıp- geçirmekte, onları; kurtulan kurtulana, boğulan boğulana... Kimileri dalgaların göbeğinde kurtulmuş, rüzgar etekleriyle onları sürüklüyor, kıyılara taşıyıp götürüyor. Boğulanlar derinlere gitmiyor, kurtulanlar helak olmuyor!
Allah'ın kulları, bilmelisiniz ki şu anda; diller işliyor, bedenler sağlam, azalar yerli yerinde. Şu hayatta, dalaletten hidayete geçilen alan çok geniş, zaman işlemekte. Ölüm gelip çatmadan ve iş işten geçmeden önce üzerinize ölümün ineceğini hak bilin. Ölümün gelişini yatarak beklemeyin."(6)

6- İmâm Ali (a.s)'ın Kendi Katili Hakkındaki Vasiyeti

Senetli bir rivâyette şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (a.s) İbn Mülcem tarafından darbe aldıktan sonra, onun hakkında şöyle vasiyet etti: "Ona yedirin, içirin ve esiriniz olduğu müddetçe ona iyi davranın. Eğer ben yaşarsam, kendim kanımın velisiyim; istersem affederim, istersem kısas yaparım. Eğer ölürsem ve siz onu (kanıma karşılık) öldürürseniz, onu musle yapmaktan (burnunu, kulağını vs. kesmekten) kaçının."(7)

İmâm Ali (a.s), Hz. İmâm Hasan (a.s)'a şöyle buyurdu: "Ey Hasan, katilimin gözlerini açık bırakın; benim yediğimden ona da yedirin ve benim içtiğimden ona da içirin! Eğer ben yaşarsam, kendi hakkıma daha evlayım (ne yapacağımı kendim bilirim) ve eğer ölürsem, ona sadece bir darbe vurun ve onu musle yapmayın (organlarını kesmeyin); zira ben Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu duydum: '"Sakının eziyetten, işkenceden, öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa."(8)
___________________
1 -Nehc-ül Belâğa, Mektup: 47, Ravzat-ül Vâizîn, s.136, Tuhef-ul Ukûl, s.135 (cüzi farklarla).
2 - Nehc-ül Belağa'da: "öğrenilmesi hakka uygun olmayan" şeklinde geçer.
3- Nehc-ül Belâğa, Mektup: 31, Bihar-ül Envâr, c.77, s.196, Tuhef-ül Ukûl, s.68.
4- Tuhef-ü Ukûl, s.88, Bihâr-ül Envâr, c.77, s.236.
5- Nehc-ül Belâğa, Hutbe: 99.
6- Nehc-ül Belâğa, Hutbe: 188.
7 - İhkâk-ül Hak, c.8, s.569.
8 - El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.490, El-Fusûl-ül Muhimme, s.136.
En son f_altan tarafından 09 Kas 2007, 07:58 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön