Ummi Nedir? Peygambere (s.a.a) Niçin Ummi Denilmiştir?

Ne az, ne çok. Peygamberler, Allahın buyurduğunu olduğu gibi insanlığa ileten seçilmişlerdir.
Cevapla
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Ummi Nedir? Peygambere (s.a.a) Niçin Ummi Denilmiştir?

Mesaj gönderen 3nokta »

Ummi Nedir? Peygambere (s.a.a) Niçin Ummi Denilmiştir?

--------------------------------------------------------------------------------
“Ummi,”anne anlamındaki “Um” ya da cemiyet ve toplum anlamına gelen “Ummet” maddelerinden alınmıştır. “Ummi” kavramı müfessirler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Bir grup müfessir bu kelimeyi ders okumayan kimse şeklinde değerlendirmektedir; Ummi, yani annesinden dünyaya geldiği gibi kalmış, mektep ve üstat yüzü görmeyen kimsedir. Kimi müfessirler ise onu ümmetin ve bir kitlenin arasından çıkmış kimse şeklinde değerlendirmektedir. İkinci grup şu kaydı da ilave etmektedir; Um, eşraf, refah içinde yaşayan asiler ve zorbalar arasından çıkmaz. Kimi müfessirler de Mekke’ye şehirler anası anlamına gelen “Ummul Kura” denildiği için bu kelimeyi Mekki (Mekkeli, Mekke’ye mensup) kelimesiyle müteradif bilmişlerdir. Bu görüşlerin arasından en meşhuru birinci yorumdur ki bu kelimenin kullanıldığı yerler ile de uyuşmaktadır.
Muhtelif hadis kaynaklarında nakledilen rivayetlerde de kimileri bu kelimeyi ders okumamış kimse olarak mana etmiş kimileri de Mekki (Mekke’ye mensup kişi) olarak mana etmişlerdir. Elbette şu hususu belirtelim ki “Ummi” kelimesinin yapılan her üç yoruma ve manaya işaret etmesinde bir sakınca yoktur ve bir lafzın birkaç manada kullanılmasının da hiçbir mahzuru yoktur. Bu iddia için Arap edebiyatında birçok örnek mevcuttur.
Ancak ne olursa olsun şu hususa da dikkat etmeliyiz ki tarihçiler arasında Resul-i Ekrem’in (s.a.a) mektebe gitmediği, yazı yazmadığı konusunda görüş ayrılığı yoktur. Kuran’ı Kerim’de Ankebut Suresi’nin 48. Ayetinde Resul-i Ekrem’in (s.a.a) bi’setten önceli durumu hakkında şöyle buyrulmuştur: “Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.”
Normalde o dönemlerde Hicaz bölgesinde okuma yazma bilenlerin sayısı çok az olduğundan okuma yazma bilenler çok iyi tanınmaktaydılar. Hicaz’ın merkezi olarak addedilen Mekke’de erkeklerden okuma yazma bilenlerin sayısı 17 kişiyi geçmiyordu. Kadınlardan ise okuma yazma bilen bir kadından bahsedilmiştir. Kuşkusuz ki böyle bir muhitte eğer Resul-i Ekrem (s.a.a) okuma yazmayı herhangi bir öğretmenin yanında öğrenmiş olsaydı bu çok meşhur bir tarihi olay olarak kayıtlara geçerdi.
Faraza nübüvvetini kabul etmesek bile o açık bir şekilde bunu kendi kitabında nasıl inkâr edebilirdi? Acaba insanlar ona “ders okumadığın kesin bilinen bir gerçektir” deyip itiraz etmezler miydi? Bu emare ve karine Peygamberin (s.a.a) ummi olduğunun açık göstergesidir.
Her halükarda bu sıfatın (ummi) Allah Resulü’nde (s.a.a) olması onun nübüvveti için bir vurgu ve tekittir ki hazretin davetinin sadece tabiat ötesi bir güç ve Allah tarafından olduğunu takviye etmektedir. Bu bahisler hazretin nübüvvetinden önceki döneme aitti.
Ama durum hazretin bi’setinden sonra da böyleydi. Yani hiçbir tarihi belgede eşrefi mahlûkatın (s.a.a) herhangi bir şahsın ya da öğretmenin yanında okuma yazma öğrendiği nakledilmemiştir. Dolayısıyla hazret doğumundan ömrünün sonuna kadar ummi olarak kalmıştır.
Burada şu husus göz ardı edilmemelidir ki ders okumama, okuma yazma bilmeme kavramıyla farklıdır ve Ummi’yi “okuma yazma bilmeyen kimse” olarak yorumlayanlar herhalde bu noktaya dikkat etmemişlerdir. Dolayısıyla bazıları şuna inanmaktadırlar; Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hiçbir üstat yanından ders okumadan ilahi talimle “okuma” veya “okuma ve yazma” bilmesinin hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü böyle bir vasıf yani hiç kimsenin yanında ders okumadan ilahi bir eğitimle okuma ve yazma bilmesi şüphesiz ki insani kemallerden olup nübüvvet makamının da tamamlayıcısıdır. Bu söze şahit olarak Ehlibeyt İmamları’ndan (a.s) nakledilen hadislerdir ki Resul-i Ekrem’in (s.a.a) okuyabildiği, hem okuma ve hem de yazma gücüne sahip olduğu kaydedilmiştir. Ancak Allah Resulü (s.a.a) daveti konusunda zihinlerde un ufak bir şüphe bile oluşmasın diye bu yöntemden istifade etmemiş ve bu yetisini kullanmamıştır.
Ama “okuma ve yazma bilmek insani bir kemal değildir, bilakis bu iki ilim (okuma ve yazma) sadece ilmi kemallere erişme konusunda anahtar mesabesindedir ancak gerçek ilim ve hakiki kemale erişmekte durum böyle değildir” diye itiraz edenlere şöyle diyoruz: aslında bu itiraz ve sorunun cevabı cümlenin içinde yatmıştır. Çünkü kemal vesilelerinden haberdar olmanın kendisi de bir açık bir kemal ve erdemdir.
Elbette bir grup araştırmacı kemali Peygamberin (s.a.a) okuma yazma bilmeyen aynı zamanda yüce İslam maarif ve öğretilerini vahiy yoluyla insanlığa ileten bir şahıs olmasında görmektedirler. Bu grup iddiasına Hudeybiye Antlaşması sırasında vuku bulan olayı şahit göstermektedir. Hudeybiye Antlaşması’nda birkaç müzakereden sonra Resul-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) huzuruna çağırdı ve hazrete “Bismillahirrahmanirrahim, yaz” diye buyurdu. Suheyl b. Amr: “Ben şu unvanı (besmeleyi) resmi olarak kabul etmiyorum, bizim resmi olarak kabul ettiğimiz “Bismikellahumme” diye yazmalısın” diye itiraz etti. Hz. Ali’de (a.s) Resul-i Ekrem’in (s.a.a) emri üzerine söylenen o sözü yazdı. Sonra Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’ın Resulü Muhammed (s.a.a) ile Suheyl b. Amr arasında muvafakat edilen bir ahittir…”
Suheyl yine: “Biz zaten seni Resulullah (Allah’ın elçisi) olarak tanımış ve kabul etseydik seninle bu kadar savaşıp kan dökmezdik, antlaşmadan unvan da silinmeli ve yerine Muhammed b. Abdullah (s.a.a) yazılmalıdır” diyerek itiraz etti. Resul-i Ekrem (s.a.a) bu şartı da kabul etti ancak Peygamber (s.a.a) “Resulullah” unvanının silinmesinin Hz. Ali’ye (a.s) çok ağır geldiğini görünce Allah Resulü‘nün (s.a.a) kendisi parmağını uzatarak: “Ey Ali! Yerini bana göster de unvanı kendim sileyim!” buyurdu ve şöyle ekledi: “Yaz ki ileride senin içinde (buna benzer) elim bir hadise vuku bulacak ve böyle bir işi kabullenmeye mecbur kalacaksın!” Resulullah’ın (s.a.a) bu sözü Sıffin Savaşı ve Hz. Ali (a.s) ile Muaviye arasında düzenlenen antlaşmaya işaretti. O antlaşmada “Bu Emirülmüminin Ali’nin (a.s) yaptığı antlaşmadır…” diye yazmak istediklerinde Amr b. As şöyle itiraz etti: “Bu unvanın silinmesi gerekir, çünkü eğer biz seni “Emirülmüminin” bileseydik seninle savaşmazdık.”
Üstat Cafer Sübhani bu nükte hakkında şöyle diyor: “Resul-i Ekrem’in (s.a.a) bi’setten önce Ummi olduğu gün gibi aşikârdır ki tarihten haberdar olanlar onda şüphe etmezler. Ama bi’setten sonra, risaletinin başlangıcında ve İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen iki rivayetin içeriğinden anlaşılan şudur ki Resulullah (s.a.a) “okuyor ancak yazmıyordu”. Ancak bu rivayetlerin içeriğine amel ve hükmetmede kural şudur ki bu tür meselelerde “Vahid Haberlerin” yeterli ve bağlayıcı görülmeleridir. Aksi halde Peygamberin (s.a.a) Ummi olduğu hükmü bi’setten sonrası içinde geçerlidir ve bu görüş daha sağlam ve güçlü bir görüştür. Bu iddianın destekçisi Hudeybiye Antlaşması ve ilgili ayette beyan edilen gerekçedir. Çünkü ayette şöyle gelmiştir: “batıla uyanlar kuşku duyarlardı “ bu zamanda okuma ve yazabilme kabiliyetine sahip olmak bi’set öncesi şüpheyi akabinde getirir ki bazıları kalkıp şöyle diyebilirler: “Belki de Peygamberin (s.a.a) okuma yazma kabiliyeti risalet öncesi dönemlere dönüyor.” Hele de birileri o hazretin okuma ve yazma sanatını bildiğini, ulu ortam ve ammenin önünde bunu yaptığını ileri sürerse o zaman risaletine yönelik şüpheler katlanarak çoğalırdı.
Yukarıda işaretle İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen iki rivayet hakkında şöyle bir soru sorulabilir: bu hadislerde Peygamberin (s.a.a) Ummi olmasından maksat hazretin ders okumamış olması açıkça nefyedilmiş ve sadece Peygamberin (s.a.a) Ummul Kura’ya (Mekke) mensup olduğu kast edilmiştir.
Buna cevap olarak şöyle diyoruz: bu iki rivayetten biri merfu olduğundan senedi kayda değer bir önem taşımaz. İkinci rivayet ise Cafer b. Muhammed Sufi’den nakledilmiştir ki bu şahıs rical ilminde meçhul bir şahıs olarak değerlendirilmiştir.
Cuma Suresi’nin ikinci ayeti “O'dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler” ve bu anlamları ifade eden diğer ayetler Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Kuran’ı Kerim’i üzerinden yazıp insanlara okuduğu görüşü tamamen yanlış bir düşüncedir. Çünkü tilavet, hem bir yazının üzerinden okuma ve hem de ezberden okuma anlamlarına gelmiştir. Kuran veya şiirleri veyahut duaları ezberden okuyan kimseler hakkında tilavet tabirinin kullanılması oldukça yaygın ve fazladır.
Yukarıda bahsedilen konulardan şu neticeyi alıyoruz:
1-Kesin olarak bilinmektedir ki Resul-i Ekrem (s.a.a) hiç kimsenin yanında okuma ve yazma öğrenmemiştir, dolayısıyla da hazretin sıfatlarından biri “hiçbir üstadın yanından ders okumadığıdır.”
2-Elimizde Resul-i Ekrem’in (s.a.a) nübüvvetten önce ya da sonra ameli olarak bir şey okuduğu ve yazdığına dair hiçbir muteber delil yoktur.
3-Bu konu ile Allah Resulü’nün (s.a.a) ilahi talim ve eğitimle okuma ve yazma yeteneğine sahip olması arasında bir çelişki ve uyuşmazlık yoktur.
www.welayet.com
----------------------------------------
1-Daha fazla bilgi edinmek için bakınız: Mecmua-i Asar Şehit Mutahhari, c.3, s.229-234
2-Tefsiri Numune c,6, s.397
3-Futuhul Buldan Belazuri, s.459, Mısır baskısı
4-Tefsiri Burhan, c.4, s.332, Cuma Suresi’nin ilk ayetinin tefsiri bölümü
5-Tefsiri Numune, c.6, s.400-402
6-Mecmua-i Asari Şehit Mutahhari c.3, s. 237-242.
7-el-İrşad; Şeyh Müfid s.60, A’lamul Vera s.106, Biharul Envar c.20, s.368, Hz. Muhammed’in Hatayı; Resuli Mehellati s.490, Ebediyet Nuru; Cafer Subhani c.2, s.194
Taberi hata yaparak şöyle yazmıştır: Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisi adını yazmıştır. Bunun detayını Cafer Subhani’nin kaleme aldığı “Vahiy Mektebi” adlı eserde okuyabilirsiniz.
8-Mefahimul Kuran, c.3, s. 345
9-Tefsiri Numune c.6, s.402-403
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“Peygamberlik (Nübüvvet) İnancı” sayfasına dön