Konuya Giriş Soruları-1

Cevapla
biralevi
Mesajlar: 1487
Kayıt: 24 Ara 2006, 14:02

Konuya Giriş Soruları-1

Mesaj gönderen biralevi »

KONUYA GİRİŞ SORULARI-1

Önce bazı sorularla konuyu aydınlatmaya çalışalım:

1-Osmanlı padişahı 2.Bayezid anadoluya İspanyadan birçok sebatayist ve Yahudi gelmesine razı olmuştu.Yine aynı padişahın Bektaşi olduğunu ve Bektaşilik tarikatının kurulması konusunda Balım sultana yetki verip onu dergaha atadığını ve desteklediğini biliyoruz.
Bu iki önermeden Bektaşi-sebatayist ilişkisi üzerine bir şeyler söylenebilirmi?

2-Yavuz ve Kanuni dönemlerinde ispanyol göçmeni bu Yahudi ve sebatayistlerin saltanatın üst yerlerinde görev aldıklarını hatta Şah İsmaile karşı savaşta yavuza bilimsel teknik destek verdiklerini de biliyoruz.Peki aynı zamanda Bektaşi olan Yavuz ve kanuni döneminde alevi katliamlarının da üst düzeye çıktığını biliyoruz ve soruyoruz: bu katliamlarda Yahudilerin etkisinin olması mümkün müdür?

3-Osmanlıda vakayi Hayriye adıyla bilinen ve 1826 yılında 2.Mahmutun emriyle yeniçeriliğin kaldırılması sırasında yeniçerilerle bağı bulunan bazı Bektaşi mensuplarının da zarar gördüğünü biliyoruz.Yine aynı olaylarda yeniçerilerle bağı bulunan Behor karmona,Yeşeye acimen,yeheskel gabay gibi Yahudilerde zarar görmüştü.Buradan yeniçeri-bektaşi-yahudi üçgeniyle ilgili bilgiler çıkarılabilirmi?

4-İttihat terakkicilerin,jön Türklerin bazılarının hem Bektaşi,hem mason olduklarını artık biliyoruz.Bu durum bir sonuç mudur? Yoksa yeni bir başlangıç mıdır?

5-İttihatçı önderlerinden Baha Sait beyin Alevi ve Bektaşi kavramlarını birlikte kullanmasının sebatayistlerin siyasi bir girişimi olması mümkün müdür?Zira teşkilat o tarihlerde tamamen sebatayist etkideydi.

6-1921 den sonra kurulduğu yönünde görüşler olan Tarikatı Salahiye (Asıl adı:Müdafaai kübrai hukuku hilafet) örgütlenmesinde masonik bazı örgütlenme biçimleri de göze çarpıyordu.Başında Hadimül İslam bulunan bu örgütlenmede hemen altta üçler meclisi,yediler meclisi ve en sonunda kırklar meclisi bulunuyordu.
Acaba sebatayistler bu girişimle Bektaşiliğimi kullanıyorlardı ? yoksa Bektaşiliğe kendi adetlerini mi sokmaya çalışıyorlardı?

7-Kutsal Aslan ve Kutsal Geyik motifleri bir arada Sebatay Mehmed sevi tarafından ilahi bir birliktelik olarak sunuluyordu.Peki Bektaşilik içerisinde de gördüğümüz bu birliktelik buraya sebatayistlerce taşınmış olabilirmi? Ve bu durumda “Geyiğin sırtına binip kuş gibi uçan”ve bursaya yerleşen Geyikli babanın kim olduğundan kuşku duymalımıyız?

8-Su-Ateş-Toprak ve Hava masonlukta önemlidir.Masonlarda 18.derecede “İgne natura renovator integra”(Doğa ateşle kıvamlaşır ve olgunlaşır”diye bir olay vardır.Bu sözlerin baş harfleri İ.N.R.İ dir. Ve Masonlukta 22.derecenin kutsal sözlerinin baş harfleri de aynıdır.Bu Bektaşilikte de sıkça rastladığımız 4 unsurun kökenimidir?

9-Özellikle Osmanlının son dönemlerinde Alevileri karalamak için atılan “Mum söndü “iftirasının nedeni Sabetayistlerin Kuzu bayramında yaptıklarımıdır?

10-Bektaşilerin içinde başını Şinasi koçun çektiği sebatayist grup Muharrem ayının her sene mart ayına geldiğini ısrarla savunduklarını biliyoruz.Acaba bu 22 adarda yani mart ayında yapılan kuzu bayramıyla bir bağ kurmak için ortaya atılmış olabilir mi?

Yakın döneme ilişkin soruları sonraya bırakıyorum,önce bu sorular çerçevesinde düşünmeye çağırıyorum.Hepimizin katkılarıyla bakalım konu nerelere taşınacak.
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

Zİyaretçi Defterinden

Mesaj gönderen Musa Özateş »

Internette Dolaşırken Gözüme ilginç bir yazı cıktı. bu yazıyı Özelikle Bektaşi Arkadaşların okumasını ve bu konu hakında düşünmelerini öneriyorum ..saygılar
--------------------------------------------------------
Arastirmada ilgimizi çeken diger bir husus ise gizli yahudi tarikati mensuplarinin ekonomiden, politikaya ve egitime kadar birçok alanda etkin olmalarinin yanisira Islamin mistik yorumu kabul edilebilecek Sünni ve Alevi tarikatlarinin içine sizmis olmalari. Özellikle Mevlevi, Melami ve Bektasi tekkelerinde 19. yydan itibaren seyh, mürsid, dede, dedebaba gibi en üst makamlara kadar ulastiklarini görüyoruz. Sabatayci seyh ve müritler Sevi müslüman olduktan sonra baglilarina müslümanlarin görünürdeki adet ve geleneklerine riayet etmelerini ögütlemistir. Bu da onlarin kendilerini en rahat ifade edebilecekleri çesitli tarikatlarin dergah, hanekah, tekke ve zaviye gibi mekanlara ragbet etmelerine yol açmis. Merkezi Selanik olan bu cemaatin Selanikteki özellikle Mevlevi ve Bektasi dergahlarinda yogunlastiklarini görüyoruz.

Ilgaz Zorlu, Sabatayci cemaatlerin Islam mutasavviflariyla iliskilerinin özellikle Istanbul, Izmir ve Selanikte yogunlastigini belirtiyor. (Bkz. Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41) Istanbul da Yenikapi Mevlevihanesi, Kasimpasa Mevlevihanesi, Aziz Mahmud Hüdainin Üsküdardaki dergahi Sabataycilarin etkin oldugu dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Yahudi mistizizmi olarak tanimlanan Kabbala ögretisine dayanan Sabatayci yorum, Islamin gevsek mistik yorumu olarak Mevlevilik, Bektasilik ve Melamilik ile paralellikler arzeder ve ortak bulusma noktalari bulur. Yunan asilli Sabatayci yazar Starolakis, Salonika, jews and dervishes isimli kitabinda Yahudi-Sabatayci kökenden olup Selanikteki dergahlarda etkili olan ve hatta bir kisminin uzantilari Istanbula kadar gelen dönme seyhlerden bahsediyor. Bunlardan biri de su anda Amerikada yasayan müflis isadami Halil Bezmenin dedesi Esad Efendidir. Esad Efendi 1920 lerde Kasimpasa Mevlevihanesinin seyhidir. Ankara Bektasi Dergahinin su andaki Dedebabasi yani seyhi de Sabatayci. Yine Dedebabalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesi. Kardesi Engin Noyan da bir tv de program yapimci ve sunucusu dur .
AZADİ
Mesajlar: 125
Kayıt: 24 Ara 2006, 20:57

Mesaj gönderen AZADİ »

Osmanlı padişahı 2.Bayezid anadoluya İspanyadan birçok sebatayist ve Yahudi gelmesine razı olmuştu.Yine aynı padişahın Bektaşi olduğunu ve Bektaşilik tarikatının kurulması konusunda Balım sultana yetki verip onu dergaha atadığını ve desteklediğini biliyoruz.
Bu iki önermeden Bektaşi-sebatayist ilişkisi üzerine bir şeyler söylenebilirmi?


Osmanlı padişahı 2.Bayezid'in bektaşi olduğu konusunda yazılı kaynak varmıdır.
Eğer o zaman bektaşilik devlet düzeyinde bir itibara sahip ise bugüne kadar aynı itibarı neden koruyamamıştır.
Yoksa alevilikle bektaşiliğin aynı kabul edilmesi işin çehresini değiştirmişmidir.
Alevi Bektaşi tanımı ilk ne zaman çıkmış ve bu tarihten sonra bektaşiliğin durumu ne olmuştur

Alevilerin her zaman dışlanıp yok sayılması tarih boyunca değişmez bir kader olarak görülmüş. Yakın tarihlerde ise Alevi toplumunun artık aleviyim demesini bile bir özgürlük ve zafer olarak kabul edilmektedir.
Belki bir zaferdir ama hala akıllarda var olan iftira ve karalamalar hafızalardan silinmemiş..
Buna ek olarakta aleviyim diyen her kişinin artık inançsızlığı benimsemeside ben aleviyim demenin bir zafer değil kayıp olduğunu gösteriyor.
Çünki artık aleviliğe değer veren tüm herşey yok sayılıyor.
Hatta alevi inancına ters olan tüm düşünce ve ideolojiler merkeze oturtulup bu yönde gayret sarfedilmektedir.

Bektaşiliği tanımlarken Hacı Bektaşı bir yol önderi olarak görüyoruz.
Hacı Bektaşın bu yolu hangi değerler üzerine kurduğu konusunda bir fikri olan varmı.
Ve bugün bektaşi fıkrası diye anlatılanlar acaba hangi inanca hizmet etmektedir.
İnancı bir fıkra ile anlatabilmenin olanağıne kadardır.
Bu daha iyi anlaşılması içinmidir yoksa işi dahada anlaşılmazmı kılmaktadır.

Balım Sultan Aleviler ve Bektaşiler tarafından tanınıp saygı duyulan birisimidir.
Balım Sultan ile Bayezid'in ilişkisini devlet ve din büyüğü ilişkisimidir.
Yoksa devletin kendi çıkarların koruması için satın alıp kendine uygun fetvalar vermesini sağlıyacağı mekanizmanın çalışması için bir düzenmidir.

Bu gün bektaşilerin devlet düzeyinde aynı itibarı görmemesi topluma yön verecek mekanizmaların artık işlerliğini kaybetmesinden olabilirmi.

ALLAHA EMANET
Eğer iman etmiyor ve Allahtanda korkmuyorsanız bari şu dünyada özgür kişiler olun.

Şehidlerin Efendisi Hz.İmam Huseyin (a.s)
biralevi
Mesajlar: 1487
Kayıt: 24 Ara 2006, 14:02

Yanıt

Mesaj gönderen biralevi »

Kod: Tümünü seç

Osmanlı padişahı 2.Bayezid'in bektaşi olduğu konusunda yazılı kaynak varmıdır. 
2.Bayezid Osmanlının teorik Sünni temelini kuran bir kişidir,ancak fatih ile yavuz arasında sıkıştığı için popüler olamamıştır,ama yaptıkları onu veli ve sofu ilan etmiş bu da tarih kitaplarına geçmiştir.Dahası ondan önceki üç –beş yazımı saymazsak tarih anlatımının onun döneminde başladığını ve resmi tarih yazımının (yani maddi yardım ve siparişle tarih yazıcılığının)onun döneminde başladığını söyleyebiliriz.
Heşt behişt,destani ali Osman,selatinname,oruç beğ tarihi,hacı bektaş vilayetnamesi onun döneminde onun maddi destekleriyle yazılıyor,aşıkpaşa tarihide çoğaltılıyor.
Tarihçi Mehmet Hemdemi ölümü(1657)itibarıyla ona en yakın tarihçilerdendir ve Solakzade tarihinde ,Fransız tarihçi A.lamartine nin Osmanlı tarihinde onun 1492 li yıllarda arnavutluka sefer düzenlediği,dimetokaya uğradığı yazar hemen akabinde dimetokalı Balım sultanı istanbulda görüyoruz ve akabinde hacı bektaş dergahına atandığını görüyoruz.
Aradaki bağı kurmakta hiç zor olmuyor.
Tarihçiler balım sultanı 2.pir yani 2.kurucu sayıyorlar peki onu oraya atayan 2.bayezit asıl kurucu sayılmazmı?
Yine birge,hasluck gibi tarihçiler dergaha maddi yardımlar yapıldığını kaydediyorlar.Osmanlı mühime evraklarındada bu yardımlar geçiyor.
Erken yazım tarihçilerinden aşıkpaşazade hacı bektaşın tarikatı yoktu dedikten hemen 100 -150 yıl sonra 2.bayezidin bu hamleleriyle orada bir tarikat kurulmuş oluyor.
Zaten tarihçiler 2.bayezidi Bektaşi sayma yada görme eğilimindedirler.Balım sultanı getirmesi,istanbulda ayini cem düzenlemesi,dergahı desteklemesi,hacı bektaş vilayetnamesini sarayda parayla yazdırıp hacı bektaşı insanlara tanıtması ve hem hacı bektaşın hemde 2.bayezidin bu tarihten sonra veli lakaplarıyla anılması 2.bayezidin Bektaşiliği için yeterli sayılmazmı?

Kod: Tümünü seç

Eğer o zaman bektaşilik devlet düzeyinde bir itibara sahip ise bugüne kadar aynı itibarı neden koruyamamıştır. 
Bektaşiliğin itibarı yeniçerilik olayı nedeniyle arka plana atılmıştır.Osmanlı yeniçerilere 1826 yılında vakayi Hayriye adıyla tavır koyunca,aradaki bağ nedeniyle bu tavırdan Bektaşilerden etkilenmeye başlamış ve diğer Sünni tarikatlarca da dışlanma eğilimine girilmiştir,fıkraların başladığı tarihte burasıdır.Yeniçerilerin hayat pratiğiyle Bektaşilik özleştirilerek dinsel alanda zayıflatılmıştır.Büyük etken bu olaydır.Ama buna rağmen yılların köklü tarikatını tümüyle silememişler ve etkisi dönem dönemde lsa açıkça görülmüştür.Osmanlının son döneminde devletin üst kademelerinde yer alan bektaşiler bunun kanıtıdır.

Kod: Tümünü seç

Yoksa alevilikle bektaşiliğin aynı kabul edilmesi işin çehresini değiştirmişmidir. 
Alevi Bektaşi tanımı ilk ne zaman çıkmış ve bu tarihten sonra bektaşiliğin durumu ne olmuştur 
Osmanlının son döneminde ittihatçıların yeni bir anlayış doktrin yaratma hevesiyle Alevilik-bektaşilik birlikte anılmaya çalışılmış baha sait bey bu alanda öncülük yapmıştır.Aleviler Bektaşiliğin doğal uzantısı olarak tanmlanmış hatta milli mücadele döneminde m.Kemale bile böyle raporlar sunulmuş anadoludaki kızımlbaşların dergaha bağlı oldukları Türklük vurgusuyla tepeden vurgulanmıştır,böylece osmanlı döneminin azılı muhalifi olan bir kitle Türkçülük üst şemsiyesi adı altında sisteme entegre edilmeye çalışılmıştır.
Böylecede 12 imamların ismini bilen Sünni olmayan islamla üstün körü yeni tanışan ama kendisini Ali taraftarı kabul eden kitle eski kültürleriyle inançlarını Bektaşilik ve Türklük şemsiyesi altında ifade etmeye başlamıştır.

Kod: Tümünü seç

Bektaşiliği tanımlarken Hacı Bektaşı bir yol önderi olarak görüyoruz. 
Hacı Bektaşın bu yolu hangi değerler üzerine kurduğu konusunda bir fikri olan varmı. 
Biz hacı bektaşın türk kökenli Sünni bir mutassavıf olduğuna inanıyoruz.Osmanlının ve din adamlarının bakışıda böyleydi.
Rahmetli gölpınarlı Batıni daisi olduğunu söylüyor.
Alevi halkın çoğu ise onun adına uydurulan bilgilerden dolayı onu alevi sanıyor.Özellikle 2.bayezidin yazdırdığı vilayetnamede onun soyunun peygambere çıkarılması bu zannın doğumunun nedeni olmuştur.o her ne ise zaten yoluda o değerler üzerinedir,ama tarih sürecinde bektaşiliğin birçok yol ayrımından geçerek günümüze geldiğininde altını çizm
eliyiz.

Kod: Tümünü seç

Ve bugün bektaşi fıkrası diye anlatılanlar acaba hangi inanca hizmet etmektedir. 
İnancı bir fıkra ile anlatabilmenin olanağıne kadardır. 
Bu daha iyi anlaşılması içinmidir yoksa işi dahada anlaşılmazmı kılmaktadır. 
Fıkralar 1826 sonrasının ve özelliklede ittihatçı dönemin ürünüdürler.Fıkraların işleniş tarzı ve tümü dikkate alındığında masum olmadıkları ve alaycı ince kurnaz nüktelerle Osmanlı din adamlarını eleştirirken aslında islamı hedef aldıklarını görebilirsiniz.Yeterki bütüne bakın.

Kod: Tümünü seç

Balım Sultan Aleviler ve Bektaşiler tarafından tanınıp saygı duyulan birisimidir. 
Balım Sultan ile Bayezid'in ilişkisini devlet ve din büyüğü ilişkisimidir. 
Yoksa devletin kendi çıkarların koruması için satın alıp kendine uygun fetvalar vermesini sağlıyacağı mekanizmanın çalışması için bir düzenmidir. 
Balım sultanın ismi dışında bir eseri yoktur,ismi bilinir ama kendisi hakkında bilgi yoktur.Klasik piri sani ünvanı onun bazı şeyleri kurallaştırdığı kurumsallaştırdığı dizayn ettiği yönündedir,bilinen yazılı bir eseri ortada yoktur.
Padişah ile ilişkisi klasik saltanat hizmetindeki bir din adamı görüntüsü vermektedir.Çünkü balım sultan hayatı boyunca 2.bayazide ve yavuza hizmet etmiştir.Onca katliam sırasında en ufak bir itirazını bile tarih yazmıyor.

Kod: Tümünü seç

Bu gün bektaşilerin devlet düzeyinde aynı itibarı görmemesi topluma yön verecek mekanizmaların artık işlerliğini kaybetmesinden olabilirmi. 
Bugünkü proje baha sait beyinkinden çokta farklı değildir.devlet yetkilileride alevi-bektaşi kavramlarını bir arada kullanma eğilimindedir,sadece Ecevit döneminde Ecevit Bektaşi Alevileri diyerek Şiiliğin dışında daha belirleyici bir tanım getirmek istedi ama ömrü yetmedi.
Şu an cemevleri yapılarak ve buralara dede ve diyanet hocaları atayarak ve alevi Bektaşi kültürel ve dini merkezleri olarak taktim edilerek alevi kitlenin denetim altına alınması ve zamanla Sünnileştirilmesi çalışmaları devam etmektedir.Çünkü onlarda Bektaşi kurallarıyla Sünnileştirilmeye karşı gelinemeyeceğini biliyorlr böylece birtaşla iki kuş vurmak istiyorlar hem bizim öngördüğümüz Alevilik Şiilik birdir anlayışına karşı hamle geliştirdiklerini düşünüyorlar,tabi unuttukları önemli bir şey var:
ALLAHU TEALANIN ONLARA KURDUĞU PUSU………Bu pusunun ne olduğunu nasıl olduğunu nasıl gelişeceğini asla keşfedemeyecekler…..
AZADİ
Mesajlar: 125
Kayıt: 24 Ara 2006, 20:57

Mesaj gönderen AZADİ »

Bismillahirrahmnairrahim

Yavuz ile Şah İsmail'in savaşı din üzerinemi yoksa bir toprak kazanma mücadelesimidir. Şah İsmailin Öz Türkçe şiielre yazmasına rağmen Yavuzun Farsça konuşması doğrumu. Bu doğru ise bu hangi milletlerin savaşıdır. Fars ile Türklerinmi. Bugün Osmanlıya Türk milliyetçisi Sünni kesimin verdiği önem hangi sebepten kaynaklanmaktadır. Eğer Türklük üzerine ise Farsça konuşulması pek olumsuz kabul edilmiyor. Yada karşıdaki düşman olarak kabul edilen Şah İsmailin Türklçe şiir yazması Türkçüler için önemli değilmidir.

Bu sadece Türkçülükle ilgili bir konu. Birde dini yönü var. Mesela Şah Hatayinin Muhammed Ali'ye verdiği önemi YAvuzda göremiyoruz. O sadece bunu bir saltanat meselesi olarak gördüğünden Halife tahtının peşine düşmüştür. Dini görüşü kuvvetli ve imanlı bir müslüman mezhebi ne olursa olsun bu taht kavgasının İslama verdiği zararı görememektemidir. Bugün aynı Türkçüler gibi İslamcı diye tanımlana ve kendilerini dinin merkezinde görmeye çalışan en azından Ülkemizde bu imajı veren kesimin Hala Osmanlıya karşı büyük sevgi beslemesi İslamimidir.
hatta birçok Alevi tarafından bile Osmanlının övüldüğüne şahit olmuşumdur. Kötüde olsa zulümde etse eskiden bir üzen vardı diye geçmişi arayan bir yaklaşım. Eskiden bir düzen olduğu kesin ama bu düzen sistematik katliamlarla sadece Alevi değil haksızlığı karşı gelen her kesimin katlinin başına bir borç bilen bir düzen.

Burada Osmanlının adaleti yada zulmü hakkında çok uzatmadan Alevilerin Osmanlı ile tanışmasındaki etkenler nelerdir diye yeni bir soru sormak istiyorum. İnşallah cevabını alabilirim.
Osmanlının anadoluda sadece vergi toplamak için belli zaman aralıklarında uğraması mı Alevilerin Osmanlıyla tanışmasına vesile olmuştur. Yada Osmanlı din adamlarının Alevilerin içine girip onları kendi inançları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmasımıdır.
Pir Sultanı konu edinen eski bir Türk filminde Osmanlı nın vergi toplayan görevlileri vergi toplamak için Pir Sultanın köyüne geldiğinde oradaki halk eskiden verdiği vergiden daha azını veriyor. Görevlilerde buna itiraz etti,ğinde Halk Pirimiz sadece sizin hakkınızdan fazlasını almanıza müsade etmiyor diyerek tavrını koyuyor. Burada iki noktada tespit yapılabilir. Birincisi Osmanlının her geçen gün vergiyi arttırıp halkı olabildiğince sömürmesi diğeride Pir Sultanın burada adeta bir müçtehid gibi sözünü halka kabul ettirip uygulanmasını sağlamasıdır.

Alevilerin içinde bazı sünni tasavvufi din adamlarının girmesi konusunuda dahada açıklığa getirmek gerekiyor.
Balım Sultan ve benzeri din ajanlarının Alevilerin içine girip inancı temelden zyıflatma çabaları hangi bölgelerde yoğunluk kazanmıştır.
Belki bugün Alevilerin bölgesel farklılıklarınada iyi bir cevap olur

KALIN SELAMETLE
Eğer iman etmiyor ve Allahtanda korkmuyorsanız bari şu dünyada özgür kişiler olun.

Şehidlerin Efendisi Hz.İmam Huseyin (a.s)
biralevi
Mesajlar: 1487
Kayıt: 24 Ara 2006, 14:02

Mesaj gönderen biralevi »

Kod: Tümünü seç

Yavuz ile Şah İsmail'in savaşı din üzerinemi yoksa bir toprak kazanma mücadelesimidir. 
Din burada aracıdır,temel amaç saltanat,taht kavgasıdır ve bu toprak fethiyle görünüm kazanmaktadır,
İslam dan farkı islamın kalpleri kazanma hedefli olmasıdır,hatta genel anlamda bu dahi gereksiz olur sadece hücceti tamamlamak için tebliğ yapılır.

Kod: Tümünü seç

Şah İsmailin Öz Türkçe şiielre yazmasına rağmen Yavuzun Farsça konuşması doğrumu.

Evet doğru.

Kod: Tümünü seç

 Bu doğru ise bu hangi milletlerin savaşıdır. Fars ile Türklerinmi.

Bu milletlerarası bir savaş değildir,padişah iradesinden kaynaklanan,saltanatçı kafayla yapılan bir savaştır.Her iki taraftada değişik milletler vardı,hatta yavuzun yanında sebatayistler,Yahudilerde vardı,

Kod: Tümünü seç

 Bugün Osmanlıya Türk milliyetçisi Sünni kesimin verdiği önem hangi sebepten kaynaklanmaktadır. 

Yeni cumhuriyet kuruldu ama kuranlar Osmanlı kalıntılarıydı ve Osmanlıyla teorik kavgalarını yapmadılar ve Osmanlı yeni cumhuriyet içinde mevzilendi,yaşadı.bu nedenle milliyetçi ideoloji Osmanlı ile ayrışamadı,onu sahiplenerek ilerledi.Osmanlının ve cumhuriyetin Sünniliği resmi dini anlayış kabul etmeleride olayı pekiştirdi

Kod: Tümünü seç

Eğer Türklük üzerine ise Farsça konuşulması pek olumsuz kabul edilmiyor. Yada karşıdaki düşman olarak kabul edilen Şah İsmailin Türklçe şiir yazması Türkçüler için önemli değilmidir.

Buradaki çelişkiyi Sünnilik temelinde sünnilik lehine çözümlediler,bu milliyetçilerin paradoksudur.

Bu

Kod: Tümünü seç

 sadece Türkçülükle ilgili bir konu. Birde dini yönü var. Mesela Şah Hatayinin Muhammed Ali'ye verdiği önemi YAvuzda göremiyoruz. O sadece bunu bir saltanat meselesi olarak gördüğünden Halife tahtının peşine düşmüştür. Dini görüşü kuvvetli ve imanlı bir müslüman mezhebi ne olursa olsun bu taht kavgasının İslama verdiği zararı görememektemidir. Bugün aynı Türkçüler gibi İslamcı diye tanımlana ve kendilerini dinin merkezinde görmeye çalışan en azından Ülkemizde bu imajı veren kesimin Hala Osmanlıya karşı büyük sevgi beslemesi İslamimidir. 

İslamın kendi rengi ,kendi boyası vardır,İslam ataların dinlerine düzenlerine saltanatlarına sahip çıkmamızı değil tam tersi o düzenleri sorgulamamızı ister,bekler,günümüz Sünnilerinin en büyük açmazı budur,hem İslamdan bahsedip hemde ataların düzenlerine körü körüne sahip çıkmak ta paradokstur.
İslam zarar görmez,İslam Allahın dinidir,ancak yanlış tercihlerde bulunan kişiler ve gruplar zarar görürler belki bu dünyada belki ahiret aleminde,belki her ikisindede.Dini görüşü kuvvetli insanlar taht kavgalarında yer almazlar.hak batıl kavgasını esas alırlar.

Kod: Tümünü seç

hatta birçok Alevi tarafından bile Osmanlının övüldüğüne şahit olmuşumdur. Kötüde olsa zulümde etse eskiden bir üzen vardı diye geçmişi arayan bir yaklaşım. Eskiden bir düzen olduğu kesin ama bu düzen sistematik katliamlarla sadece Alevi değil haksızlığı karşı gelen her kesimin katlinin başına bir borç bilen bir düzen. 

Ataların yoluna meyil aleviyim diyenlerde de vardır.kötünün iyisi olmaz kötü kötüdür.Osmanlının hiçbir döneminde düzen yoktu her dönem binbir çeşit kargaşa içinde idi.İnanmayan her dönemin savaşlarına taht kavgalarına ve ekonomik durumlarına baksın.her dönemin isyanlarına baksın.



Kod: Tümünü seç

Burada Osmanlının adaleti yada zulmü hakkında çok uzatmadan Alevilerin Osmanlı ile tanışmasındaki etkenler nelerdir diye yeni bir soru sormak istiyorum. İnşallah cevabını alabilirim. 
Osmanlının anadoluda sadece vergi toplamak için belli zaman aralıklarında uğraması mı Alevilerin Osmanlıyla tanışmasına vesile olmuştur. Yada Osmanlı din adamlarının Alevilerin içine girip onları kendi inançları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmasımıdır. 
Anadoluya gelip göç eden ve zamanla kendisini alevi olarak kabul eden ve de sünnileşemeyen kitle doğal olarak bu topraklar üzerinde kurulan düzenle tanışacaktı.

Osmanlı döneminde din adamları belli merkezlerde yoğunlaşmıştı,bugünkü gibi her yere hakim ulaşan bir din anlayışı ve çabaları yoktu.hele Anadolu kırsalı dinden daha çok mahrumdu,bu boşluk tarikatçılar tarafından dolduruluyordu.

Kod: Tümünü seç

Pir Sultanı konu edinen eski bir Türk filminde Osmanlı nın vergi toplayan görevlileri vergi toplamak için Pir Sultanın köyüne geldiğinde oradaki halk eskiden verdiği vergiden daha azını veriyor. Görevlilerde buna itiraz etti,ğinde Halk Pirimiz sadece sizin hakkınızdan fazlasını almanıza müsade etmiyor diyerek tavrını koyuyor. Burada iki noktada tespit yapılabilir. Birincisi Osmanlının her geçen gün vergiyi arttırıp halkı olabildiğince sömürmesi diğeride Pir Sultanın burada adeta bir müçtehid gibi sözünü halka kabul ettirip uygulanmasını sağlamasıdır. 
O film ticari duygularla ve 1970 li yılların sol devrimci havası içinde senaryolaştırılmış ve bu yönlere ağırlık vermiş bir senarist eliyle yazılmış bir filmdi,ciddiye alıp eleştiri yapmaya değmeyecek bir filmdir,pir sultanı sosyalist hava içinde sunmaya çalıştılar,Onun saltanata karşı mücadelesini kendi anlayışlarına kök yapmaya çalıştılar,bugünde öyle değilmi?

Kod: Tümünü seç

Alevilerin içinde bazı sünni tasavvufi din adamlarının girmesi konusunuda dahada açıklığa getirmek gerekiyor. 
Balım Sultan ve benzeri din ajanlarının Alevilerin içine girip inancı temelden zyıflatma çabaları hangi bölgelerde yoğunluk kazanmıştır. 
Belki bugün Alevilerin bölgesel farklılıklarınada iyi bir cevap olur
15.yüzyıl alevi katliamlarında halk tarikatlara sığındı,son yüzyılda ise tarikatlar halkın içine girdiler,bu süreç halen devam ediyor,
balım sultan türü fesadi yapılar Bektaşi merkezli olarak o merkeze yakın olanları etkiledi,mutlaka bir bölge verilecek ise yakın il ve ilçeler etki alanına daha açıktı,özellikle türk Türkmen kökenli olan yda devşirme modunda olanları daha çok etkiledi ama aynı etkiyi diğer etnik unsurlarda aynı ölçüde göremiyoruz,mesela kürt Alevilerinin Bektaşilerden etkilenme oranı daha azdır.
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

sabataycilar

Mesaj gönderen Musa Özateş »

GÖNDERİLMİŞ İLETİDİR.


Sabataycılar ifşa edildi
Milli gazete yazarı M. Şevket Eygi Sabataycılarla ilgili ilginç yorumlarda bulundu. Eygi, "Sabataycıların özellikleri"ni yazdığı yazısında bir de ilginç öneride bulundu...
Sabataycılık konusunda kaçık kim?

BİRTAKIM büyük gazete, dergi ve televizyonlarda o kadar cahil, o kadar kültürsüz ve ufuksuz kişiler var ki, Türkiye’de Sabataycılık meselesinin benim “Sabataycılar yahut Yahudi Türkler” isimli kitabımla ortaya çıktığını sanıyorlar. Neymiş efendim ben o kitabı yazmışım, televizyonda Abdi İpekçi’nin kızı ile program yapmışım ve ortaya bu fitne çıkmış...


Mâzisi daha eskidir ama Sabataycılık meselesi asıl 1924’te Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştür. Karakaşzâde Rüştü adında bir Dönme Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bu konuda dehşetli açıklamalar ihtiva eden (içeren) bir dilekçe vermiş, o tarihte hür olan basın (daha sonra dizginlenmiştir) konuyu sütunlarına taşımış ve ülke uzun bir müddet bu meseleyle çalkalanıp durmuştur. Meraklılar, 1928’den önceki Türkçeyi okumayı ve mânasını anlamayı biliyorlarsa kütüphanelere giderek eski gazete ve dergi koleksiyonlarını inceleyebilir.


Sabataycılık meselesi 1950’li yıllarda da tartışılmıştır.


Hâfıza-i beşer nisyan ile mâlüldür (İnsan hâfızası unutmak hastalığı ile illetlidir), sonra bu mesele unutulmuş veya daha doğrusu unutturulmuştur. Neden? Çünkü bazıları asıl kimliklerinin ortaya çıkmasından hoşlanmazlar.


Büyük bir gazetenin yazarlarından biri Sabataycılık konusunda altı ilmî araştırma kitabı yazan bir profesör için “Kaçık profesör” demiş. Doğrusu yakışıksız bir tâbir. Fikirlerini, görüşlerini beğenmiyorsan, araştırmalarında yanlış varsa, bunları ciddî, seviyeli, edebli bir şekilde dile getirirsin. Kaçık profesör demekle ne kazanacaksın?

Hiçbir şey kazanmaz, sadece zarar edersin.


Türkiye Sabataycıları ile (Başka ülkelerde de Sabataycı vardır, ülkenin dominant dinî kimliği neyse o renge bürünürler, taqiyye yaparlar...) ilgili bir takım iddia ve ithamlar bulunmaktadır. Tarihçiler, ilim adamları, araştırıcılar, üniversite profesörleri elbette bunları inceleyeceklerdir. Yeter ki, seviyeli şekilde incelesinler.


Bu iddiaların bazısını sayıyorum:


(1) İki kimliklidirler. Dıştan Müslüman ve Türk gibi görünürler, asıl kimlikleri ise Sabataycılık dini ve sektidir.
(2) Kendilerini gizleyerek Türkiye’de güçlü bir hakimiyet ve saltanat kurmuşlardır.
(3) Prof. Yalçın Küçük onların üç özelliğini şöyle sayıyor: (a) Ülkenin rantlarının arslan payını yerler. (b) Ehil ve lâyık olmadıkları halde köşebaşlarına, önemli mevkilere hep kendilerinden olanları getirirler. (c) Kendilerine mahsus isimleri, soyadları vardır.


(4) Ülkemizde kaç Sabataycı bulunmaktadır? Bu rakamı kestirmek çok zordur. Ben başlangıçta hayli az olduklarını düşünüyordum. Şu anda iki milyonluk bir kütle oluşturduklarına inanıyorum.


(5) Sabataycılar bilhassa ceza hukuku sahasında ağırlığa sahiptirler. Niçin? Bunu siz düşünün.


(6) Bir kısım Sabataycılar, zâhiren Müslüman görünmelerine rağmen agresif (saldırgan) şekilde İslâm dinine ve dindar Müslümanlara düşmanlık etmektedir.


(7) Laikliği çığırından çıkartmış ve koyu, fanatik, ödünsüz sert bir laikçilik ideolojisi üretmişlerdir.


( Atatürk’ü kullanmaktadırlar. Yaptıkları her şeyi meşru ve haklı göstermek için dogmatik bir zihniyetle Atatürk’ü kalkan yapmaktadırlar.


(9) Türkiye Sabataycıları mono-blok, homojen bir yapıya sahip değildirler. Karakaşlar, Kapanîler, Yakubîler diye üç büyük aileye veya kabileye ayrılmışlardır. Aralarında geçimsizlikler vardır. Bazen birbirine hiç acımazlar. Adnan Menderes’in asılmasında çok tuzları biberleri bulunduğu iddia ediliyor.


(10) Adnan Menderes niçin asıldı veya astırıldı? Bu konuda henüz isbat edilmemiş rivayetler vardır. Gerçekten Müslüman olduğu, Meclis’te Demokrat Partili milletvekillerine “Arkadaşlar, Millet size vekalet vermiştir, siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” dediği, Antalya ve İzmir’de “Bu memleket Müslümandır, Müslüman kalacaktır, İslâmiyetin bütün icapları yerine getirilecektir” dediği için...


(11) Sabataycıların Müslüman Türklere “Acı Soğan” dediği söylenmektedir.


(12) Devlet arşivlerindeki Sabataycılarla ilgili belge ve dosyaların sinsice imha ve yok edildiği rivayet ediliyor. (Gershom Scholem Sabatay Sevi ile ilgili önemli ve temel kitabında böyle yazıyor.)


(13) Türkiye’deki müzmin din-devlet çekişmesinin Sabataycıların eseri olduğu da bu rivayetler içindedir.


(14) Önemli bir rivayet daha: 1915’te Ermenilerin başlarına gelenlerin Sabataycılar tarafından planlandığı iddia ediliyor. (Geçenlerde bu konu ile ilgili bir internet referansı yayınlamıştım.)


(15) Türkiye devletinin yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nde ve Türk Ansiklopedisi’nde Sabataycılık ile ilgili maddeler bulunmaktadır.


(16) Meşhur Varlık Vergisi hâdisesinde, mükellefler listesindeki Sabataycıların hizasına “D” harfinin konduğu bilinen bir şeydir.


(17) Türkiye’de vatandaşlar arasında eşitlik olduğu, lakin Sabataycıların “Daha eşit” statüsünde bulunduğu iddia edilmektedir.


(18) Sabataycıların büyük medyada tekel ve kartel kurdukları da iddia edilmektedir.


(19) Sabataycıların Müslümanların dinî yapı ve teşkilatına sızdıkları rivayeti vardır. Melâmiliğin üçüncü derecesine sızmışlardır. Bir kısmı Mevlevî görünmektedir.


(20) Türk halkını Türk Kürt, Sünnî Alevî, Dinci Laik, Sağcı Solcu, Şucu Bucu diye birbirine düşman, birbiriyle çatışan gruplara ayırdıkları iddia edilmektedir.


Daha çok rivayetler var. Bu kadar yeter.


Bütün Sabataycıları mı suçluyorum? Hayır, onların içinde kendi halinde, yukarıda sayılan rivayetlerle ilgili olmayan vatandaşlar da vardır. Kendilerini aşan, ellerinde olmayan bir şekilde iki kimlikle doğmuşlardır. Zaten bir çoğuna Sabataycı olduğu, evlenme yaşına geldiği zaman söylenmektedir ve bunu öğrenince şok geçirenler de vardır. Yukarıdaki maddeler arasında zikr etmedim, sırası gelmişken kayd edeyim:


Sabataycılar Müslüman Türklerle evlenmezler. Genel kural budur. İstisnâlar bu kuralı bozmaz.


Türkiye’de Sabataycılık konusu mutlaka seviyeli ve ciddî şekilde araştırılmalı ve incelenmelidir. Kimler yapmalıdır bu işi?


- Ciddî, güçlü, seviyeli tarihçiler,


- Sosyologlar ve antropologlar,


- Büyük fikir adamları,


- Haysiyetli büyük medyacılar.


- Üniversite mensupları.


Sabataycılar böyle araştırmalar yapılmasını istemiyor. Çünkü onların birinci temel ilkesi gizliliktir. Açığa çıkmak istemezler.


Haklarındaki iddialar vahimdir. Türkiye’deki birçok olumsuzluk onların üzerine yıkılmak isteniyor. Temiz çıkmak istiyorlarsa araştırmalara taraftar olmaları gerekir.


Ben Müslüman bir Türkiyeli olarak bir kısım Sabataycıların (Hepsi değil) dinime, mukaddesatıma, temel haklarıma saldırmalarından son derece rahatsızım. Onlar dindar Müslümanları bu devlet, bu ülke, Cumhuriyet için bir tehlike ve tehdit olarak görüyorlar. Böyle bir iddia kesinlikle yalandır, iftiradır.


Her kesimde olduğu gibi dinî kesimde de birtakım sömürücüler, sahtekârlar, münâfıklar, arivistler bulunabilir. Ben bir Müslüman olarak, dinî kesimdeki böylelerini şiddetli bir şekilde tenkit edip lânetliyorum. Ancak din sömürücülerini tenkit ve takbih etmek (kötülemek) başka, bütün Müslümanları potansiyel bir tehdit ve tehlike olarak görmek başkadır.


Sabataycıların bir mârifeti de kendilerinden biri malı götürürse ses çıkartmamaları, kendilerinden olmayan biri yolsuzluk yapınca ortalığı velveleye vermeleridir.
Benim hırsızım iyidir, onların hırsızı kötüdür... Bu ne biçim kafadır?


Militan ve fanatik Sabataycıların bu ülkeye, bu devlete, bu halka yaptıkları kötülüklerden biri de devletle sistemi, devletle bir ideolojiyi özdeşleştirmiş olmalarıdır. Onların, böyle bir yanlışa düşmeyecek kadar kültürleri vardır ama işlerine geldiği için bu konuda ısrar edip duruyorlar.


Kuruntuları, “Kaçık Profesör...” suçlamalarını, paranoyaklığı, ilkelliği, peşin fikirleri bıraksınlar ve cesaretleri varsa televizyonlarda ciddî açık oturumlara çıkıp tezlerini savunsunlar. Ciddî açık oturumlar dedim. Sabataycının biri sunucu olacak ve muhaliflerini konuşturmayacak... Yağma yok!


Benim teklifim şudur: Böyle açık oturumları Sabataycı olmayan bir noter idare etsin. Var mı cesaretleri?

Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete
biralevi
Mesajlar: 1487
Kayıt: 24 Ara 2006, 14:02

Mesaj gönderen biralevi »

(27.8.2007 Aksiyon dergisinden aktarım;
alevi kelimesi yerine bektaşi yazarak dikkatle okuyun,belki bektaşiliğin tarihi seyri içinde neden islam dışına çıktığının ve alevilerin nasıl bir oyun içinde olduğununda farkına varacaksınız.)



Yahudi Aleviler!

“Yahudi Alevi”ler İsrail’den Hacıbektaş’a inanç turları düzenliyor; semah dönüyorlar

Semah, çok barışçıl; su gibi, uçmak gibi; sürekliliği ve doğallığı var. Sonsuzdur. Bunu yaparak Tanrı’ya yakın olduğumu hissediyorum. Evimi bir dergâha dönüştürdüm. Bazen kendim semah yapıyoruz, bazen de arkadaşlarımla grup olarak yapıyorum. Ben Yahudi-Aleviyim. Ali ve Hacı Bektaş-ı Veli benim rehberlerim. Tanrı’ya ulaşmanın yolu budur.”
Yahudi Alevi olur mu?” demeyin; biz onların yalancısıyız. Yukarıdaki sözler de onlardan birine, Yahudi asıllı Sarita Moas’a ait. Sarita Moas, normal şartlar altında İsrailli bir Yahudi. Ancak kendisi için “Ben Yahudi-Aleviyim” tabirini kullanıyor. Etnik ve dinî bakımdan mantığı zorlayan bir kavram gibi görünse de kendi tabirleriyle “Yahudi-Aleviler” yeryüzünde var; ve varlıklarını “iki çizgi arasında” sürdürmeye devam ediyorlar. Henüz bir oluşum ve teşkilatlanmaları yok; ancak daha çok kendilerini Bektaşi tarikatları içinde saklıyorlar. “Yahudi Aleviler” her yıl 4 ila 6 defa Türkiye’ye bir nevi ‘inanç turları’ düzenliyorlar. Konya’nın yanı sıra Alevilerin kutsal olarak kabul ettiği Nevşehir’deki mekânları ziyaret ediyorlar. Özellikle son 6 yıldır artan bir sıklıkla Hacıbektaş’ı ziyaret eden Yahudi Aleviler, buradaki köklü dergâhlardan olan Ulusoylar Dergâhı’na bağlılar. Semah dönen Yahudi Aleviler, “inançlarının gereğini” dedenin eşliğinde yerine getiriyorlar.

TÜRK ALEVİLERLE İLGİLİ BİLGİ TOPLUYORLAR

İsrail’de inançlarını yeterince yaşayamadıklarını söyleyen Mira adlı bir başka ‘Yahudi Alevi’, Türkiye ziyaretlerini önemli bir ihtiyaç olarak niteliyor: “İsrail’de Hacı Bektaş-ı Veli hakkında fazla bilgiye sahip olmak mümkün değil. Buraya gelip daha çok bilgi ediniyoruz. Alevi kardeşlerimizi görüyoruz. Dede nasıl yaşar, dervişler neler yapar, bunları öğrenip kendi hayatımıza uyarlamaya çalışıyoruz. Önemli olan Müslüman, Musevi, Hıristiyan olmak değil; insan olmaktır. Bu yol da bizim yolumuzdur; her canlıya yer var.”

İsrail’den gelen “Yahudi Alevi” gruplar sadece “inançlarının gereğini” yerine getirmiyor; Türkiye’deki Aleviler hakkında da geniş bilgiler topluyorlar. Alevilerin konumları, siyasi durumları, Alevi gençliğinin sıkıntıları da Yahudi Alevilerin dert edindiği konuların başında geliyor. Bu amaçla gençlerle sık sık görüşen Yahudi Aleviler, onlara sorular sorup kayıt altına alıyorlar.

DEDE ULUSOY: BİZİMLE BİRLER

Yahudi Alevilerin ziyaretgâhı Hacıbektaş’taki Ulusoylar Dergâhı’nın dedesi Mehmet Münir Ulusoy, Alevi inancı gereği kapılarının herkese açık olduğunu belirtirken, gelenlerin çoğunlukla adak için geldiklerini vurguluyor. Yahudi Alevilerin bu amaçla gelmelerine rağmen kurban kesmekten vazgeçip fakir ve öğrencilere yardım etmeyi tercih ettiğini belirten Münir Ulusoy, “İnsanlar kardeştir. Bizde bütün hudutlar ortadan kalkar. Farklı yerlerden gelen ve bizimle aynı inanca sahip insanların bir mekânda buluşması doğaldır. Yahudilerin Anadolu’ya gelmelerinin altında yatan en önemli neden, Anadolu’da Aleviliğin yaşanabilir olduğunu görmelerinden kaynaklanıyor.” diyor.

İsrail’den gelen misafirleriyle aynı görüşleri paylaştıklarını ve onlarla birlikte semah dönüp dua ettiklerini şöyle anlatıyor Münir Ulusoy: “Bu insanlara bir şeyler verebiliyoruz ki buraya geliyorlar. Bizimkileri aşan bir semah yapıyorlar. Biz hoşgörü sahibiyiz. Emevi şeriatını kabul etmiyorlar. Allah’ın varlığına inanıyorlar. Dört kitap ve peygamberlere saygı duyan bir sınıf. Bazen ibadete giriyoruz. Daire çizip kitap okunuyor, üç tane delil (mum) yakıyorlar. Dualar ediliyor, sonra ekmek tuza batırılıp yeniyor. Benzer taraflarımız var. Hacı Bektaş-ı Veli, bir kitlenin velisi değil, bütün canlıların velisidir. Bunu öyle kabul ediyorlar.”

CAMİDE DUA İZNİ İSTEDİLER

Peki, kendilerini Yahudi Alevi olarak tanımlayan, Hacı Bektaş-ı Veli yolunda gittiklerini söyleyen ve Hz. Ali’ye kutsiyet atfeden Yahudi Alevilerin tarihsel arka planı var mı? Gün yüzüne yeni yeni çıkmaya başlayan bu ilginç topluluk hakkında detaylı olmasa da bazı bilgiler bulunuyor.

Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, “Yahudi Alevi” tanımlamasının altında henüz kurumsallaşmış bir topluluğun olamayabileceğini söylüyor. Ancak Nassi, bu kavrama farklı bir açıdan yaklaşarak “Yahudi Aleviler” tabirini destekler mahiyette bir yorumda bulunuyor: “Olsa olsa, Anadolu Alevi inancının tüm inançlara saygılı olmayı ve hoşgörüyü öneren ilkelerinden ve bu ilkelere bağlı Sabetaycı ilkelerden esinlenerek, Aleviliğin İslam ve Yahudi dünyası arasında bir köprü oluşturabileceği görüşü etrafında birleşen bir insan kümesinden bahsedebiliriz.”

Dr. Gad Nassi, konuyla ilgili örnekler de vererek meseleyi daha da detaylandırıyor: “The Jerusalem Post gazetesinde rastladığım bir haberde, bu topluluğa bağlı iki kişinin, Yafa’daki Hasan Bey Camii’nde dua etmek için yaptıkları müracaatın, cami yetkilileri tarafından reddedildiğini okudum. Bilebildiğim kadarıyla bu hareketin başını, Bar Ilan Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Avraham Elkayam çekmektedir. Elkayam, iyi niyetli ve değerli bir bilim adamıdır.”

MUSEVİLERİN GİZLENME AMACIYLA GELİŞTİ

16. yüzyıldan itibaren Akdeniz çevresinde bazı ülkelere yayılan Alevi-Bektaşilik inancının, Yahudiler tarafından korunmak amacıyla bir şemsiye olarak kullanılmaya başladığı belirtiliyor. Kendilerini gizlemek isteyen Yahudiler, Bektaşi dergâhlarına girerek Bektaşiler gibi davranmaya çalıştı. Zamanla Alevilerle kan bağını geliştiren Yahudiler, Alevilikle birleşip Yahudi-Alevi inancını doğurdular. Bunlar daha çok kendilerini gizleyerek yüzyıllarca hem Aleviler hem de Bektaşiler içinde yaşadılar.

Yahudi-Alevilerin diğer kolu ise Kürt Yahudiler içinde gizlenerek gelişti. Osmanlı resmî nüfus sayımına göre 1881’de bugünkü Kuzey Irak coğrafyasını kapsayan Musul ve Şehrizor vilayetlerinde toplam 4 bin 286 Musevi cemaati mensubu yaşıyordu. Bu sayı 1924’te daha da artmış. Musul sorununu çözmek için kurulan Milletler Cemiyeti heyet raporunda, Süleymaniye’de 1550, Erbil’de 2 bin 750, Musul’da 7 bin 550 Yahudi’nin bulunduğu belirtiliyor. Bunlar “Kürt Yahudiler” olarak geçiyor; ancak bazı kaynaklar Kürt Yahudiler içinde, Kürtlerle birlikte hareket eden Yahudi-Alevilerin olduğunu tespit ediyor.

Yahudi-Alevilerin tıpkı Kürtler gibi İsrail ile sıkı ilişki içinde oldukları, önemli bir kısmının İsrail devletinin kuruluşundan sonra buraya geçtiği kaydediliyor. 1996 yılında Kürtleri ayaklandırmak için başlatılan hareket başarısız olunca Saddam Hüseyin tarafından Kuzey Irak’ta sıkıştırılan Kürtlerin önemli bir kısmının Yahudi olduğu dile getiriliyor. Kürt Yahudilerle birlikte Yahudi Aleviler de bunların arasındaydı. Bunların bir kısmı önce Guam’a daha sonra ABD’ye götürüldü.

İSİS TARİKATI VE YAHUDİ ALEVİLER

Yahudi- Aleviler, Bektaşilik ve Aleviliğin Musevilerin İSİS inancına benzediğini ileri sürüyor. İSİS tarikatının, Hz. İsa’nın doğumundan 3 bin yıl önce var olduğuna inanılıyor. Bu tarikatın daha sonra Terapoy ve ardından ise Kabala olarak kendisini tanımladığı görüşü hâkim.

Yahudi-Alevilerin İSİS tarikatıyla benzeştiklerini söylemelerinde, bu tarikatta sufi anlayışının olması büyük etken. Bu anlayış, yaratıcıya ulaşma yolunda bütün dinlerden faydalanmayı onaylıyor; ancak söz konusu dinlerin getirdiği kuralları da mümkün olduğunca kabul etmiyorlar. Yahudi Aleviler, “Alevilik öğretileri ile İSİS inancının Mısır’da birleştiği” iddiasını da söz konusu bağı kurmada temel dayanak gösteriyorlar.

Yahudi Alevilerden Milly Miller, İSİS inancı ile Alevi Bektaşiliğin aynı kaynaktan beslendiği tezini savunarak, inançlarının İslam’daki tasavvuf anlayışı ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin felsefesini birlikte sunduğunu söylüyor: “Yaratıcıdan gelecekler papaz, haham ya da hocaların etkisiyle değil, direkt bizimle Tanrı arasında gerçekleşecek bir olaydır. Dede yol göstericidir. Aracı değildir. Semah ile biz istediğimiz yere ulaşıyoruz.”

SAYILARI BİLİNMİYOR

Hacıbektaş Müzesi’nin avlusunda bulunan Üçler Çeşmesi’nin ortasındaki Mühr-ü Süleyman motifi, Yahudi-Alevileri için büyük anlamlar taşıyor. Yahudiler, altı köşeli yıldız ve ortasındaki gül motifinden Hacı Bektaş-ı Veli ile bağları olduğunu ispata çalışıyorlar. Çeşmenin ortasındaki altı köşeli yıldız da buna önemli bir ‘delil’ olarak gösteriliyor. Ancak bu yıldızın ortasındaki gül motifinin Selçuklulardan beri kullanıldığını unutmamak gerek.

Yahudi Aleviler İsrail’de inançlarından dolayı rahat olmadıklarını, büyük sıkıntılar yaşadıklarını da dile getiriyorlar. Ancak kendileri gibi düşünen ve yavaş yavaş ‘asılını’ kabul eden Yahudilerin sayısının her geçen gün attığına da dikkat çekiyorlar. Fakat, konuştuğumuz ziyaretçiler İsrail’de ne kadar ‘Yahudi Alevi’ olduğu konusunda bir tahminde bulunmaktan kaçınıyor. Hacıbektaş’tan, kafamızda soru işaretleriyle ayrılıyoruz.



Sosyolog Müfit Yüksel: ALEVİ KİMLİĞİNİ SAPTIRMA PROJESİ DE MEVCUT

-Bir grup İsrailli, kendilerine Yahudi-Alevi diyerek semah yapıyor. Bu kavram doğru bir tanımlama olabilir mi?

Bunlar modern dönemde ortaya çıkmış birtakım oluşumlardır. 80-90 yıl önce Hıristiyan kökenli Bektaşiler vardı. Bektaşiliğin içine girmiş; ancak Hıristiyanlardı. Ama bu genel bir eğilim değildi. Son dönemlerdeki hadiselerin iki yönü var. Postmodernite karışık kimlikler oluşturmaya başladı. Mesela Amerika'da kendini Müslüman kabul etmeyen Nakşibendîler var. Yeni yapılar, yeni bir kimlik oluşturuyorlar. Her şey gider düşüncesiyle kuralsızlık kuralı gereğince hareket ediyorlar. Postmodernizm bu tür projelere müsait ve elverişli bir ortam oluşturuyor. Birçok inancın içi boşaltılarak birbirilerine monte edilip seküler bir yapı oluşturuluyor.

-Bu oluşumların sorumlusu modernite mi?

Burada planlı bir durum da söz konusu. Alevilik kimliğini Müslümanlık dışında başka bir yere kaydırma projeleri de var. Bektaşi olmuş Avrupalı ve Amerikalılara rastladım, onlarla görüştüm. Hıristiyanlıklarını koruyor; ama Bektaşi oluyorlar. Bu tür yönelimler söz konusu. Ama eskiden bir hassasiyet vardı. Alevilerin içinde hassasiyet gösterenler de var. Fakat 'biz 72 millete bir bakarız' diyerek Aleviliğin İslamiyet'e bağlılığını çok umursamayan kişiler, dedeler var. Bektaşi halife babası Teoman Göre'ye gelen Hıristiyanlar var; bunlar Müslüman değiller. Aynı şekilde Mevlana'nın "İslamiyet'i aşan evrensel mesajları" diyerek birtakım çabalara giriliyor. İslamiyet'i aşan evrensel bir mesaj olmaz. Tarikat ve tasavvufların temelinde İslamiyet var, İslamiyet'in içinde oluşmuşlar.

-Sabeytacıların kendilerini Bektaşi tarikatı içinde gizlediklerini biliyoruz. Bu günümüzde de devam eden bir durum mu?

Bir kısım Sabeytacılar Bektaşi, Melami ve Mevlevi tarikatlarına girdiler; yükselip baba, dede oldular. Selanik'te son postişınlerden İshak Dede bunlardan birisi. Eski Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'ın dedesidir. Yenişehirli Hasan Baba da böyledir. Günümüzde Bektaşilik içinde ciddi bir şekilde devam eden Sabeytacı etkisi var. Bektaşiliğin Babazan kolu içinde Sabetaycı unsurun ağırlığı çok daha belirgindir. Bundan rahatsız olan Alevi ve Bektaşiler var. Turgut Koca Halife Babanın oğlu Şevki Koca bu konudaki rahatsızlığını çok dile getirmiştir.



Dr. Gad Nassi: BİR DÖNME-BEKTAŞİ KİMLİĞİ VAR

Musevi cemaati genelde kapalı kalmayı tercih eden bir topluluk. Kendini gizleyen ve kripto olarak tanımlanan Yahudilerin ise deşifre olma ihtimali çok zor. Bu sebeple, onlarla ilgili bilgileri yazılı kaynaklarda görmek pek mümkün değil. Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda uzman araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Yahudi cemaati ile Bektaşi ve Alevi ilişkisini Aksiyon’a değerlendirdi.

-Bektaşiliğin Balkanlar, Ege adaları, Marmara ve Ege Bölgesi’ndeki Yahudi cemaatleri için bir şemsiye tarikat ve perde görevi gördüğü görüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sabetaycı hareketin uyandığı ve geliştiği tarih dilimi, gerek Osmanlı toplumu ve gerekse de Yahudi dünyası için, siyasal, toplumsal ve inançsal bir bunalımın temsilcisi ve bir felaketin habercisi olarak algılanmıştır. Bu bağlamda, ilahi bir kurtarıcı beklentisi her iki tarafın özellikle gizemci ve heterodoksiye yönelik kesimlerine hâkimdi. Böylelikle, Sabetaycılığın beşiği olan bu bölgelerdeki Yahudi cemaatleri ile Bektaşiler arasında, bir inanç ve kader birliğinin var olduğu kanaati uyanmış ve bu da, iki kesimin birbirlerine manen yakınlaşmasına yol açmıştır. Sabetaycı inanç, Sevi’nin ihtidası ile ‘resmen’ son bulmuştur. Aynı şekilde, bu inanca bağlı bir toplumun açıkça varlığı da, Osmanlı yönetiminin yasalarına ters düşmekteydi. Diğer taraftan Bektaşilik, Osmanlı toplumu bağlamında varlığı bilinen ve genelde kabul görmüş bir kurumdu. İki topluluk arasındaki, evrenselliğe yönelik örtüşen inançların varlığı da göz önünde bulundurulduğunda, Sabetaycı müminlerin Bektaşiliğin çatısı altında varlıklarını devam ettirmeğe uygun bir düzen bulmuş olmalarını değerlendirmek mümkün olmakta.

-Özellikle Selanik’te Bektaşi olduğunu söylemenin Osmanlı’nın son dönemi için Yahudi/Sabetaycı inançlı olduğunu söylemek anlamına geldiği ifade ediliyor. Çünkü görünüşte Selanik’teki dönme cemaatinin Bektaşi ve Mevlevi olarak bilindiği belirtiliyor. Siz buna katılıyor musunuz?

Bu kanaatte her ne kadar gerçek payı mevcutsa da, olanları mümkün olduğu kadar gerçek boyutları içerisinde değerlendirmek gerekmekte. Görünüşte din değiştirmekle, insanın kendi köklerinden kopması mümkün olmuyor. Sabetaycı müminler Selanik’te genelde kendi aralarında evlendiler ve Müslümanlarla karışmadılar. Bunun yanı sıra, Müslüman gözükmekle eşit vatandaş haklarına sahip olmalarına ve Yahudi cemaatine vergi ödemekten muaf tutulmalarına rağmen, Sabetaycı aileler Selanik’te yer yer Yahudilerle aynı mahalleleri paylaştılar ve bir cemaatten ötekine serbestçe geçtiler. İspanyol Musevicesini yüzyıllar boyunca, anadilleri olarak korudular. Dinsel sorunlarına yanıt bulabilmek için, Yahudi ravlara danıştılar.

-Siyasi kimliklerini geliştirmeye başlamaları daha sonra mı oldu?

İkinci Meşrutiyet yıllarına doğru ise, terakki taraftarı Osmanlı kimliği etrafında siyasal ve kültürel kimliklerini geliştirdiler. Bu arada, Bektaşilik ve Mevlevilik çatısı altında başkaca ilerici unsurlarla birleşmeleri ve devrim hareketlerine fiilen karışmaları mümkün oldu. Zaten, bu çatı ile birleşmelerine uygun, ortak kavramlar alt yapısı evvelce mevcuttu. Bu bağlamda, konunun yeterince aydınlığa kavuşmamış bir yönünün anlaşılmasına çalışmakta yarar var. Bilindiği gibi, ihtida ettikten sonraki dönemde Sevi, Arnavutluk’ta Berat şehrine sürgün edilerek hayatını burada tamamlamıştır. Berat yakınlarında bulunduğu iddia edilen mezarının, Bektaşiler tarafından kutsal bir yer olarak kabul edilerek son zamanlara kadar ziyaret edildiği bildirilmiştir. Ayrıca, her sene Sevi’nin hatırasına burada bir panayır düzenlendiği de eklenmiştir. Sevi, Berat’a sürüldüğünde, kendisine bağlı bir miktar aile de buraya yerleşerek 30 sene kadar burada yasamağa devam etmiştir. Başka bir iddiaya göre Sevi, Arnavutluk’un güneyindeki Ftera kasabasında yaşamış ve bu aileler buraya yerleşerek bu kasabanın halkının bir kısmını oluşturmuştur. Hatta bir görüşe göre Arnavutluk’un güneyine özgü birtakım devrimci düşüncelerin çıkış noktasını da bu ailelerde aramak gerekmektedir.

-Bu durumda ortaya nasıl bir kimlik çıktı?

Osmanlı yönetiminin yerleşmesinden önce Makedonya halkının önemli bir kısmı, Hıristiyan heterodoksisi olarak bilinen Bogomil mezhebine mensuptu. Bu bakımdan, bunların Müslümanlığı kabul etmesi bir sorun oluşturmamış ve Bektaşiliğin burada kök salmasına uygun bir altyapı oluşturmuştur. Aynı şekilde, Sabetaycı ailelerin Arnavutluk’un Bektaşi toplumuna karışmaları, inançsal kimliklerini korumalarına yönelik ve gerçeklerle bağdaşan bir çözüm oluşturmuştur. Zamanla, Sabetaycı ve Bektaşi kimlikleri birbirleri ile uyuşarak, Dönme-Bektaşi-Mevlevi kimliği oluşmuştur. Kanımca, Makedonya’da yasamış ve Yahudi kökenleri açıkça belirlenmemiş ve Yahudi olduklarını iddia eden ve Sabetaycı toplumun 4’üncü bir kolu olarak kabul edebileceğimiz birtakım ailelerin çıkış noktasını da, bu toplumda aramak gerekmekte.
Cevapla

“Bektaşi-Yahudi-Sebatayist-Mason İlişkileri” sayfasına dön