Bektaşiliğin Temel Kaynakları

Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Bektaşiliğin Temel Kaynakları

Mesaj gönderen Dede-baba »

Alevilik konusunda günümüzde birçok kitiap ve bilgi vardır fakat konuyla ilgili hangi kitapların güvenilir olduğu ve ne ölçüde aleviliği anlattığı tartışmalıdır. konuyla ilgili tam bir dezenformasyon vardır (yanıltma ve yalan haber).

Alevilik hakkında temel eserler asağıdadır . bu eserlerden kısa alıntılarda size sunalcak



1- KUR'AN-I KERİM ( şiir halinde Alevi Kurran yorumu) Adil Ali Atalay can yayınları- Bedri Noyan Dede-baba Kur'an Tevsiri-

2-BUYRUK (İmam Caferi Sadık)

3-MAKALAT (Hacı Bektas-ı Veli)

4- DÖRT KAPI KIRK MAKAM

5- HÜSNİYE ( dede-babalarca şii/caferi ilavelernden arındırılmışı)

6-HUBET-ÜL BEYAN ( şii/caferi ilavelerinden arındırılmış Olanı)

7- CAVİDAN-NAME

8- CABBAR KULU

9- YUNUS EMRE DİVANI VE YİNE YUNUS EMREYE AİT..RİSALET-ÜN NUSHİYYE

10- KAYGUSUZ ABDAL (Budalaname)

11- PİR SULTAN ABDAL (Değişler)

12- BATTAL GAZİ DESTANI (Cenknameler)

13- AŞKNAME

14- Değişler-Nefesler Sözlü kaynaklar

15-Saadete Erenlerin Bahçesi (Fuzuli)

16-Faziletname (Yemini)

17-Erkânname (Aleviliğin İslam'da yeri Ve Alevi Erkânları) DERLEYEN: Seyit Derviş TUR. can yayınları


"...Bu gülü yetiştireceksen canın yanacak....

Elin kanayacak,güneş seni terletecek,bu bahçede gül bitmez diyenler olacak,gül öyle yetiştirilmez böyle yetiştirilir diyenler olacak....

Sen kendine şunu soracaksın;ben burayı gülbahçesi yapmak istiyor muyum? Ben burada dünyanın en güzel güllerini yetiştirmek istiyor muyum? Eğer çok istiyorsan,ne eline batan dikene ne de söylenenler umrunda olacak,kim olursan ol tek isteğin şu kokuyu duymak olacak...."


Bizler Gül bahçesinin bahçevanları olalım... Sevgi ekelim... Sevgi biçelim... Sevgiyle yatıp sevgiyle kalkalım....Kalplerde sevgiyi yeşertmek,Güzel ahlakı tamamlamaya gelen Hz. Muhammed-i ve Kur'an-ı doğru kimselerden öğrenerek İnsan-ı kamil yolculuğumuza başlayalım..Buda ancak.. Özü sevgi,, Dili kardeşlik, Cedd-i Muhammed Mustafa Evlad-ı Resul dede-baba'larımızın kaynaklarıyla ancak olabilir


SAYGILARIMLA..

--------------------------------------------------------------------------------
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

İmam Caferi Sadık - BUYRUK-

Mesaj gönderen Dede-baba »

İmam Caferi Sadık

Adı Cafer Unvanı Sadık (doğru, gerçek dost)... babası İmam Muhammed Bakır.. Annesi Ümmü Ferve ( Halife Ebubekir torunu) Doğum yeri ve tarihi: medine, 699 Çocukları. ismail, Musa, Kasım, Muhammed, İshak ve Fatıma'dır (/ erkek, 3 kız).. İmam Abbasi halifesi mansur tarafından 765 te Medine de zehirlenerek şehit edilmiştir.. Türbesi Medine'dedir...


Bugün, İmam Caferi Sadık 'a ait Buyruk kitabından bahsetmek istiyorum, kitabın küçük ve büyük olmak üzere ve erdebil nüshası olmak üzere bir kac sekli vardır. Ama genel olarak, içerikleri aynıdır.

Kitap Alevi erkanını , Peygamber'in Miracını, "Kırklar Cemini" "SEMAHI" anlatmaktadır. Özellikle kitapta bir yer var ki bu kısmı her alevinin okumasını tavsiye ederim. KİTABIN "RIZA ŞEHRİ" kısmı , aleviliğin oluşturmaya calıştığı ütopyayı içermektedir. İlginc olan sey ise Karl Marx'ın Das kapital'inin deki komünizm aşamasıyla büyük benzerlikler göstermesidir. Ayrıca kitap, batının yüzyıllar sonra keşfettiği "hümanistik" düşünceyi ortaya koyan enfes bir eserdir.

=RIZA ŞEHRİ=

" ....Bir zamanlar bir sofu dünyayı gezmeye çıktı. Bir gün yolu bir şehre düştü. Bu şehir şimdiye dek gördüğü şehirlere benzemiyordu. sabah saatinde herkes işine gücüne gidiyor, sessizlik içinde yaşam sürüyordu. Sofu şehrin bu düzenini görünce şaşa kaldı. öyle ki birisine yaklaşıp bir şey sormaya cesaret edemedi. karnı acıkmıştı. şehri gezerken bir fırın gördü. Ekmek almak için içeri girdi. Fırıncıya para uzatarak ekmek istedi. ama fırıncı hayretle paraya baktı:

-Bu ne bu? Biz bunu kaldırmak için yıllarca uğraştık, Büyük savaşlar verdik. Anlaşılan sen RIZA şehrinden değilsin. Dünyalı olmalısın, dedi.

SOFU: Evet bu şehirden değilim, diye karşılık verdi.


FIRINCI: Hele belli oluyor. Dur, öyleyse seni görevlilere teslim edeyim. Onlar seninle ilgilenirler. bizim şehrimizde para pul geçmez dedi. Görevliler önce kendi aralarında bu sofuyu ne yapacaklarını tartıştılar.

İÇLERİNDEN BİRİ: Meclise götürelim ulular karar versin dedi. Diğerleride bu görüşe katıldılar. Bunun üzerine tümü meclisin yolunu tuttu. Yol boyu sofu düşünüyordu. İçinden "paranın gecmediği bir şehir. Görevliler. ulular meclisi, şimdide büyük ne görkemli yerdir gör ulular meclisi diye" kurdu. neyse bir süre yürüdükten sonra divana vardılar.Ama sofu bu kez de şaşa kaldı. Çünkü divan denen bu meclis hiç de düşündüğü gibi büyük ve göz kamaştırıcı değildi. Düşündüğünün tam karşıtıydı. Bir sessiz köşede küçük bir yapı idi. Yerlere basit kilimler serilmişti. Ak sakallı ulular bağdaş kurmuş kentin sorunlarını görüşüyorlardı.

Görevliler Uluları Selamladıktan Sonra :


"Bu Dünyalı şehrimize girmiş. Acıkmış, ekmek almak için bir fırına girmiş. Fırıncıya para vermeye kalkmış. Bunun üzerine fırıncı farkına varıp bize teslim etti. ne yapalım?" diye sordular.

ULULAR.

" Bunu neden buraya getirdiniz? Törelerimizi biliyorsunuz. Onu konakta bir odaya yerleştirin, aşevine götürün, gerekeni yapın! diye buyurdular.

Bunun üzerine görevliler sofu ile birlikte geri döndüler. Önce bir aşevine götürdüler. karnını doyurdular. Sonra kentin konukları için yapılmış konağa götürdüler. Bir odaya yerleştirdiler.

Sofuya kentte ne yapması, nasıl yaşaması gerektiğini anlattılar.:


"Burada para pul geçmez, Burası Rıza şehridir. Rızalıkla her istediğini alır, her istediğini yaparsın" dediler, yeterki rızalık olsun. "bunu unutma" diye uyardılar.

Sofu konaga yerleşti, gezip dolaştı. Rahatı yerindeydi. İstediği yerde yiyip içiyordu. Bir kaç gün sonra eşyalarını topladı. Şehirden ayrılıp yola koyulmak istedi. Ama görevlileri Karşısında buldu.

GÖREVLİLER:


--"Gidemezsin!" dediler. "Bu şehir Rıza şehridir, adı üstünde. Sen buraya rızan ile geldin. Bizde sana yiyecek ve5rdik, yatacak yer sağladık. bu şehirde kaldığın sürece bizden razı kaldın mı?

SOFU: "-- Kuşkusuz razı kaldım, sağ olun! " diye karşılık verdi.

GÖREVLİLER: "Şimdi bizim de senden razı kalmamız gerek. bu yiyip, içip yattığın günler için çalışmalısın

SOFU: "-- O ki töreniz böyle çalışayım" diye kabul etti.

Görevliler sofuya yapabileceği bir iş verdiler. konakladığı odadan alıp daha büyük bir eve yerleştirdiler. Artık o da Rıza şehrinden bir adam olmuştu. Her sabah işine gidiyor, akşama dek çalışıp evine dönüyordu. Yavaş yavaş dost, arkadaş edinme çabasına girişti. Ama her kiminle konuşmaya başlasa ilk sorulan "Sen dünyalı mısın?" oluyordu. Bu şehrin insanları kavga, çekememezlik, kendini beğenmişlik gibi tüm kötülüklerden arınmışlardı. Böylece gün geçti ay geçti. Sofu şehri iyiden iyiye sever oldu. Dünyayı gezme düşüncesinden vazgeçti. Bu şehirde kalmaya karar verdi. Ama hala yanlızdı.


Bir gün yakın bulduğu bir arkadasına açıldı:

"-- Sizin bu şehirde nasıl evlenilir, ne yapılır diye sordu.

ARKADASI: "-- Şehrin ortasındaki bahçe var ya, işte orda her cuma günü tanışmak dost edinmek isteyenler toplanır. Gençler gelirler. Herkes orda beğendiği anlaştığı biri ile evlenme yolunu arar. Orda tanışırlar. Anlaşırlarsa evlenirler" dedi.

SOFU: Cuma günü söylenilen bahçeye girdi. Kocaman bahçe tıklım tıklım doluydu. türlü giysiler içinde genç kızlar kelebek gibi dolaşıyorlardı. Birbirini beğenip anlaşanlar uzaklaşıyorlardı. Anlaşamayanlar ayrılıp başkasına yaklaşıyorlardı. Sofu olup bitenleri bir süre hayranlıkla izledi. Sonra kanının kaynadığı bir kıza yaklaştı.

Ama O Bacının ilk sorusu:

"--Sen dünyalı mısın? " oldu.

Sofu aylardan beri hep bu sözü duymaktan iyiden iyiye bıkmıştı.

"-- Evet Dünyalıyım. Ne olacak?" diye karşılık verdi.


BACI: "--Davranışlarından hemen belli oluyor. Ama alınma, zararı yok. O ki beni kendine eş seçmek istiyorsun, bu konuda bende sana yardımcı olurum, davranışlarını düzeltirsin" dedi.

Bacı ile sofu anlaşmaya niyet ettiler. İşten artan boş zamanlarda buluşup konuşuyorlardı. Sofu bir keresinde bacı ile buluşmaya giderken yolun kıyısında kocaman bir nar bahçesi gördü. bahçenin ne duvarı, ne bakçisi ne koruyucusu vardı. Hemen bahçeye daldı. Kimse görmeden bahçeden bir kaç nar topladı. Yakalanırım korkusu ile ivedi davranıp ağacın bir kaç dalını kırdı. Ama ne kimse geldi, ne de sordu. Sofu narları toplayıp bacı ile buluşacakları yere gitti. Henüz bacı gelmemişti. Narları tabağa koydu. Masanın üzerine yerleştirdi. Bacının gelmesini bekledi. Nitekim bir süre sonra bacı geldi. Ne var ki narları görmesine karsın hiç ilgilenmedi. Oysa sofu bacının narları görüp ilgilenmesini, sevinmesini bekliyordu. Bacı her zamanki gibi yerine oturdu. O zaman sofu dayanamadı. Bacıya narları gösterdi.


BACI: "Bunları nerden aldın?" diye sordu.

Sofu narları nerden kopardığını söyledi. Bunun üzerine

"-- beni düşündüğün için sağ ol. Ama o bahçenin yerini, varlığını ben de biliyorum. Canım isteseydi gidip ben de alabilirdim. Şimdi benim canım istemiyor. Bu narlar burda boşuna çürüyecek. Başkalrının hakkını boşuna çürütmüş olacağız. gelirken öğrendim. Narları kopartırken bahçeye bahçeye de bir sürü zarar vermişsin. oysa daha dikkatli davranıp bahçeye zarar vermeyebilirdin. Burda kimse senden birşey kaçırmıyor ki... Bunca süredir Rıza şehrinde yaşıyorsun. Bu şehirde rızalıkla her şeyin serbest olduğunu bilmeliydin. Şimdi anlıyorum, sen bu şehre ayak uyduramayacaksın.

Bunları söyledikten sonra bacı sofuyu bırakıp gitti. Görevlilere söylemiş olacak ki, görevliler sofunun yaptıklarını divana bildirdiler. Divan sofunun durumunu tartıştı. Sonunda sofunun Rıza şehrine uymayacağına karar verdi. bunun üzerine görevliler Dünyalı sofuyu şehirden attılar


Şimdi Bu olay kulağınıza küpe ola!

Rıza üç türlüdür.

BİRİNCİSİ: Kişinin kendi ile rızasıdır.

İKİNCİSİ: Toplumla rızasıdır.

ÜÇÜNCÜSÜ: Kişinin tarikatla rızasıdır. ( Alevi erkanına göre yola giriş, islamiyeti kabul -ikrar verme- rıza iledir.)
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Hacı Bektaş-ı veli ve Kitabı Makalat Hakkında Analiz

Mesaj gönderen Dede-baba »

Degerli canlar...

Bugün başta sünni itikatler arasında yer alan, nakşibendilerin ve nurcuların o dahası diyanetin, bastırdıkları ve Hacı Bektaş-ı Veliye Atfettikleri MAKALAT'lardan bahsetmek istiyorum.. acaba Bu makalattar gerçektende Hünkar'a Ait mi?


Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri Anadolu Aleviliğinin en önemli önder kişilerinden biridir. Hünkar'ın adının anılmadığı hiçbir Alevi ibadeti yoktur. O halkımızın sönmeyen ışığıdır. O'nu söndüremeyenler, Hünkar'ın kimliğini ters yüz etme uğraşına girmekteler...

Bu Tür çabaların en önelisi eski Sünni Nakşi cemati lideri olan ESAT COŞAN'NIN VE DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ başta olmak üzere Bastırdığı MAKALAT'lardır
...

öncelikle belirtmek gerekir ki, "MAKALAT" ın Arapça orjinalinin sağlıklı ve tam bir nüshasıda mevcut olmayıp, bir birinden farklı "MAKALAT"larda vardır.

Bu bağlamda, Gerek Diyanetin ve gerekse Sünni yobaz çevrelerin MAKALAT'I bastırmalarındaki temel amaç, "Dört kapı Kırk makam" daki Şeriat kapısında yer alan ve üçüncü makamda yazılı olan şu ifadelerdir:


"Üçüncü makam: Zekatdur,oruçtur,gücü yetenin hacca varması ve hem gaza hem de cenabetten arınmaktır...

orjinali: "...ve akimu's-salate ve âtü'z-zekate.. ve savm-ı şehr-i ramazan...vehıccu'l-beyti meni'steâ'a ileyhi sebilen..."


Gerek Diyanetin ve gerekse diğer sünni/şii çevrelerin makalattaki bu ifadeleri görünce adeta gözlerinin içi parlamakta.. ve bu sözleri büyük bir gayretle öne çıkarmaktadırlar... bunu yapmalarında ve öne çıkarmalarındaki en büyük dertleri, 5 vakitli günlük namazı, 30 günlük Ramazan orucunu, kabe'ye, hacca gitmeyi Alevilere benimsetmektir.

Oysa Alevi-Bektaşilikte... sünnilerin zahiri anlamda yaptıkları ve anladıkları bu ibadetlerin hiçbirisi Fiilen bizde yoktur.. Bizler bu ibadetleri sünni/şiiler gibi yapmayız....Alevi'nin namazı halka namazı .. kıblesi Dost cemali.. Kur'anın indiği anın tasviri olan ramazan anının dolunay vakti 3-10 arası oruç..ve yine Hızır ve Muharrem oruç ibadetir ...Hiçbir zaman Alevi-bektaşi sünni şeriat anlayışına göre ibadet yapmamış ve benimsememişti...Alevi-bektaşi İbadetini perşemde akşamını cumaya bağlayan Ayin-i cem yapandır..

Unuttukları ve görmezden geldikleri en önemli ayrıntı, bizlerin namazı da orucuda haccıda ve diğer Kur'anı-ı emir ve yasakları inkar edenler değil.. hem sünnilerden hemde şiilerden farklı anlamlandırdığımız ve yaşadığımızdır..

Kılarız namazı kılmayız değil,
Biz Hakk'ın emrini bilmeyiz değil.

Kur'an kitabımız,islam dinimiz.
Hadisten,âyetten almayız değil.

Bildik rumuzunu savm-ü salatın.
İsteyip ıssını bulmayız değil...


Değişte. geçen "Bildik rumuzunu savm-ü salatın" sözü gerçekten manidardır. Savm-ü salat yani oruç ve namaz, burada bektaşi anlayışına uygun bir biçimde bir Rumuz/simge olduğu vurgulanmakta.. oruç ve namazın batın anlamına işaret edilmektedir...


Genellikle bu sünni/şii yobaz takımı, makalattaki namaz, oruç, ramazan gibi ifadeleri, işlerine geldiği gibi zahiri olarak yorumlayıp, MAKALAT'I bütünsel açıdan ele almadan, Hünkar'ı sünni ilan etme cüreti bile gösterilmektedir. Böylece Alevi-Bektaşilik Sünniliğin içinde yer alan bir tarikat olarak yeniden düzenlenmeye çalışılmaktadır...

Yine gerek Sünni ve gerekse Diyanetin Makalat çevirileri incelendiğinde çelişkiler ve uydurmalar açıkça göze çarpmaktadır...


Bu çevreleri ellerinde yazdıkları makalat'ın Gerçek Hünkar'ın makalatı olduğunu söylerler.. Oysa Bu makalatların gerçek olmadığını şurdan anlayabilirsiniz..

"...Çün selam ve salat ol resulu'llah hazretine ve âline olduktan sonra OL ESRAR SÖZLÜ VE KELECİ TUZLU VE LATİF SÖZLÜ VE GÜLER YÜZLÜ MAKALATI..ıssı ve şer'at soyı ve tertib-i marifet ve gen-i hakikat ve makam ehli sevmedi CEHLİ VE SAHİB-İ GENC-İ ULÛM O KUTB-I MA'LÛM SULTAN HACI BEKTAŞIYYÜ'L HORASANİ KADDESA'LLAHU SIRRAHU'L-AZİZ OL DÎN ÇIRAĞI ÎMAN NURUNUN YAĞI VE ERENLERİN TURAĞI BÖYLE BEYAN EDER..."


Diyanet tarafından ve sünniler tarafından tahrifata uğratılarak yayımlanan malakatların ilk cümleleri yukarıda sözlerle başlar...yani hacı Bektaş kendi kendine bu övgüleri yaparak sözlerine başlamış, Oysa bu ifadelerin bizatihi Hacı Bektaşın kendisinin yazdığını söylemek Çuvalladıklarının ve yalanlarının açığa çıkmasından, dahası uyduruk makalatlarının ifadelerin hiç birinin Hacı Bektaş tarafından yazılmadığının adeta delilidir....

Kültürümüzde hiçbir ulumuz ve eser sahibi olan seyid nesli Evliya ve Pirlerimiz... Kendi yazdığı eserin başına kendini göklere çıkaran, övücü ifadeler koymaz..Bu ifadeler esere yapılan müdahalenin en büyük kanıtlarından biridir...Kendi kendini öven insan... İnsanı kamil olabilir mi?

Hünkar'ı Sünni ibadetleri yapan biri olarak gösteren anlatılar, tümüyle uyduruktur. Hünkar'ı, 5 vakit günlük namaz kıldıran, Hacca götüren zihniyet, Alevi-Bektaşiliğin temeline dinamit koymaya çalışan zihniyettir...

Bunu hem Diyenetin hemde Sünnilerin tahrip ederek yayımladığı makalatı eleştirel bir gözle incelediğinizdede bulabilirsiniz.. Örneğin geçmiş yaşantısında sünni iken Hünkara İkrrar verip talip olan said Emre, 5 vakit sünni namazı, sünni anlamda kıble ve diğer İbadetler hakkında bektaşi oladuktan sonra şöyle diyor...


Unuttum namazımı, dosta tutdum yüzümü,
Dost kendü mürvetinden bir işaret eyledi.
Ne taat var ne salat, ne zikir var ne tesbih,
Bu beş vakit namazımı aşkla terk eyletdirdi.
.......

kanda baksam dopdolu Hacı bektaş Veli,
Bu said kemter. onun kulı oldu,yola meyledi...


Saygı ve sevgilerimle
En son Dede-baba tarafından 23 Haz 2009, 00:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Nec'ül Belaga'dan bölümler

Mesaj gönderen Dede-baba »

".....Ya Cabir, dünya şu dört şey üstüne durur: Bilgisiyle amel eden, onu halka da ögreten bilgin; öğrenmekten geri durmayan ögrenci; iyiliğini esirgemeyen cömert; ahiretini dünyasına satmayan yoksul.

Bilgin, bilgisinin gereğini yerine getirmezse, öğrenci de ögrenmekten geri durur.

Zengin, malında cimrilik ederse, yoksul da ahiretini dünyasına satar.


Ya Cabir, kime Allah'ın nimetleri bolca gelir, malı fazlalaşırsa, insanların ona ihtiyacı artar. Kim, Allah'ın verdiği nimetler konusunda kendine düşeni yerine getirirse, o nimetleri devam ve bekaya mazhar eder. Kim de, yapması gerekenleri ifa etmezse, o malı ve mülkü zeval ve yokluğa hedef gider."

Hz. Ali'nin adeta şimdiki zamanımızı anlatan bir kıssası

" İnsanlara, bir zaman gelip çatar ki, o zamanda Kur'an'dan ancak yazısı, İslam'dan da ismi kalır. O gün insanların ibadethaneleri yapı bakımından mamurdur; hidayet bakımından haraptır.

O gün ibadethanelerde oturanlar, onları yapanlar, yeryüzünün en kötü kişileridir; fitne onlardan çıkar, suç ve hata onlara sığınır. O fitneye girmek istemeyenleri sürüp götürürler. Ondan geri duranları ona doğru iterler.


Yüce Allah buyurur ki: "Zatıma andolsun ki Ben, o kavme öylesine bir fitne gönderirim ki, aklı başında olanları bile şaşırır kalır" (işte o zamanda) bunu yapacaktır. Biz, Allah'ın bağışlamasını, ayağımızı kaydırmamasını diliyoruz..."
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

1313 tarihli bir Bektaşi Ayin-i Cem belgeleri

Mesaj gönderen Dede-baba »

Degerli Canlar, 1313 Tarihinde yapılan bir ayin-i cem'e ait bilgiler veren ve Cem-i olduğu gibi anlatan bir eserden bahsedecem....

Eseri günümüze Dursun GÜMÜŞOĞLU-Rıza YILDIRIM çevirmiştir. Ve Horasan yayınlarından okuyuclar için yayınlanmıştır..


Kitap, Bektaş-i Erkanını, Bektaşilerin nasıl ibadet ettiklerini, cemlerini nasıl yaptıklarını, hangi duaları okuduklarını, inanç refenslarının neler olduğunu gibi birçok soruya cevap niteliğindedir..

sözlerime, Kitap da yer alan bir Bektaşi babası olan İlhami BABA'ya ait bir nefes'le son vermek istiyorum...


Heva vü heveste,mecazi aşkta,
Bu dünya gözüme leyla göründü
Tarikat pirine ikrar vereli,
Erenler cümleden ala göründü.


Rakibler elinden zehirler yuttum,
İçtim şarabını sırrı sır ettim,
Muhammed-Ali'nin damenin tuttum,
Himmeti var olsun,Mevla göründü.

Ervahlar nur iken bezm-i eles'te
Hitab-ı ezelde kulağım seste,
Can cesede geldi girdi kafeste,
LA'yı terk eyleyüp İLLA göründü


Allah Eyvallah, Şeyen İlallah

saygı ve Sevgilerimle....
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Alevilik anlayşına göre Kur'an Tefsiri -1-

Mesaj gönderen Dede-baba »

Degerli Canlar , bugün Kur'an tefsiri ve yorumlanması üzerinde durmak istiyorum...

Öncelikle belirtmek gerekir ki su an bir çok Kurran meali mevcuttur . Ancak, Kurran, 1400 sene evvel nazil olduğu için o zamanın arapcası ile günümüz arapça arasında büyük farklar vardır. Şöyle ki, o zaman konuşulan arapçayı su an konuşanlar anlayamamaktadır. Bu bizim eski Türkçe (orta asyadaki) ile istanbul Türkçe'si arasındaki fark gibidir (yani arasında nerdeyse hiç benzerlik kalmamıştır).


Kur'ran'nın motamot çevirisi bu nedenle tam olarak yapılamadığı gibi, Kurran ayetleri çoğunlukla bir hadise üzerine inmiştir. Bu hadiseyi bilmeden yapılan tercümeler ve tefsirler (yorumlarda) Kurran'ın yanlış anlatılmasına sebeb olabilmektedir. Üçüncü unsur ise, çeviren kişinin bilgi seviyesi, bağlı olduğu itikadi ekoldur (çoğunlukla sünnidir). Buda Kurran çevirisini etkileyebilmektedir . Bunu en çok aleviler, fark etmektedir. bizde esas olarak Allah sevgisi söz konusuyken, Kur'ran'ı açtığınızda , İntikam alan , korkulması gereken, cehennemlere atan bir Tanrı karşımıza çıkmaktadır

Kur'an'ın orjinalliği açısında kuşku olmamakla birlikte yorumlanısı, ve çeşitli dillere çevrilişi esnasında bilerek veya bilmeyerek sünni/şii islami ekol çevirileri büyük hatalar içermekte , Ehli Beyit ile ilgili olan ayetler yok sayılmakta veya saptırılmaktadır.

"Kur'an zamanlar ötesidir... ve tüm zamanlara hükm eder... bu nedenle Kur'an ı yorumlarken 1400 sene evvelinin mantık yürütmesiyle yapmamak anlamak gerekir...


Yine İnsanların anlayışları de birbirinden farklılıklar arz eder. Kur'an-ı Kerim tevhit dininin kutsal kitabıdır. Bu nedenle sadece avam denilen en alt idrak seviyesinde olana hitap etmez; Allah'ın şeçkin kullarının ancak zevk edebileceği tasavvufi konuları içeren, tefekkürle idrak edilebilecek ayetleri de vardır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de ilahi sırlarının üstlerini kısmen örtmüştür; bu nedenle " Biz bu ayetleri hakikati kavrayabilecek insanlar için, açık ve anlaşılır kılmaktayız.(En'am Suresi 6/98)" demektedir. Yine bir başka ayette "İlahi kelamın özü olan açık ve kesin hükümlü mesajlar ile müteşabihleri kapsayan bu ilahi kelamı sana bahşeden O' dur. (Al-i İmran suresi 3/7) denilmektedir. Niyazi Mısri Şöyle söylemektedir;

Şeriatin sözleri hakikatsiz bilinmez
Hakikatin sözleri tarikatsız bulunmaz

Savm-ı salat ü hac sanma biter zahit işin
İnsan-ı kamil olmağa lazım olan irfan imiş

Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelüp gittiğin anlamayan hayvan imiş

Mürşit gerektir bildire Hakk'ı sana Hakk'el yakin
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş

Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradır
Mürşidi kamil olanın gayet yolu asan imiş


Kur'an 'ın gerçek yorumu ve tefsiri ise... Evlad-ı Resul dede-babalarımızdadır.. Erenler ceminde Kur'an yorumları ve tefsirleri her dönem yapılmış ve görgü cemlerinde, canlarla Türkçe olarak paylaşılmaktadır..

Genellikle Ben Kişisel çalışmalarımda ise, üç Kur'an Tefsirine itibar ediyorum..


1- Alevi-bektaşi dede-babası Bederi Noyan dede-baba'nı Kur'an tefsirine

2- Şiir şeklinde derlenmiş olan Adil Ali ATALAY' KUR'AN tercümesini 8Bu eser, 114 Ehli Beyt Dostu tarafından yapılmış, Kur'an tesfsirlerinin bir derlemesidir.)

3- Mevlevi olan Adülbaki GÖLPINARLI Hoca'nın, Kur'an tefsirined e yukardaki kaynaklara ulaşılamadığı takdirde başvurulabilir.

4- Sünni çevrelerde ise kanımca en doğru kaynak Yasar Nuri Öztürk Hoca'nın da Meali'dir....


Saygı ve sevgilerimle
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Bektaşiliğin Güvenilir Kaynakları

Mesaj gönderen Dede-baba »

Degerli Canlar bugün bektaşiliği öğrenebileceğimiz güvenilir kaynakların klasiklerini sıralamak istedim...

1- Makalat (Hacı Bektaş-ı Veli)

2- Vilayetname

3- Rıfkı'nın Bektaşi Sırrı

4- Bektaşi Sırrı Müdafasına Mukabele

5- Bektaşi Sırrı Nam Risaleye Müdafaa ( Ahmet CEMALETTİN)

6- Ruhullahın Bektaşi nefesleri

7- Bektaşi İlmihali (M. Seyfettin bin Zülfikar)

8- Bektaşi Makalatı ( Ali Ulvi Baba)

9-Bektaşilik ve Edebiyatı ( Besim ATALAY)

10- Kur'an Tefsir ve Meali (Bedri Noyan dede-baba)

11-Ahmet REFİK...16. asırda rafızilik ve bektaşilik, ist-1932. (MUALLİM HALİT Kitaphanesi)

12-yahya BERKANAY... Yaşayan Alevilik, Kızılbaşlar arasında, İst- 1967, varlık yayınları

13- F.W hasluck, Bektaşilik tetkikleri, İst-1928, "Anadolu'nun Dini Tarih Ve Etnorofisine dair Tedkikat Merkezi neşriyatı,
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Alevi-Bektaşiliğin Temel Kaynakları

Mesaj gönderen 3nokta »

NAMAZI ORUCU ÖNCE İNKAR ETTİNİZ. BAKTINIZ Kİ BUNA DELİL BULUP ALEVİLERİ KANDIRAMIYORSUNUZ SONRA DA YOK YOK BİZ RET EDTTMİYORUZ KABUL EDİYORUM AMA BİZ FARKLI YORUMLUYORUZ ŞEKLİNDE BİR YOZLAŞTIRMA OYUNUNA BAŞVURDUNUZ.
Allah BU YOLU BOZMAK İSTEYEN YOLZ YEZİTLERİNE LANET ETSİN.
M CEMİL KILIÇ DENİLEN SUNNİ KÖKENLİ ALEVİ DÜŞMANI MUNAFIĞIN YAZILARINI HABERCEM DEN DE OKURUZ LİNK ATMAN YETERLİ.
AMA SEN DÜŞÜNCELER ÜZERİNE YAZIŞMAKTAN UZAKSIN. SADECE KOPYALIORSUN VE SEN ASLA EHLİ BEYT KAYNAĞI SUNAMIYORSUN SUNDUKLARIN SADECE VE SADECE KİŞİSEL YORUMLAR UYDURMALAR VE SUNNİ TASAVVUF KAYNAKLI VERİLERDİR.

ADULBAKİ GÖLPINARLI MEVLEVİ DEĞİLDİR TARİKATLAR ÜZERİNE ARAŞTIRMALARI VARDIR. SENİN O KAYNAK OLARAK GÖSTERDİĞİN GÖLPINARLI DENİLEN ŞAHIS REDDETTİĞİN UYDURMA DEDİĞİN ALEVİ KAYNAKLARINI RİVAYETLERİNİ BENİMSEMİŞTİR.!!!! AMA BU DA SENİN ÇELİŞKİLERİN OLSUN. ABDULBAKİ GÖLPINARLI SEMAH DÖNMEDİ NAMAZ KILDI 12 İMAM İNANCINA GÖRE ORUÇ TUTTU SİZİN GİBİ ÇARPITMADI BARİ ONUN ADINI KİRLETMEYİN!
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

Halac-ı Mansur ve eseri TAVASİN

Mesaj gönderen Dede-baba »

Hallac-ı Mansur:

Asıl adı Ebu Muğis el Hüseyin bin Mansur el- Hallac, 857 yılında İran'ın Tur kasabasında doğdu. Tasavfufu eğitimi aldıktan sonra Huzistan'da, Tanrı'yla birleşme yolunu öğretmek için konuşmalar yaptı. Birçok yandaş topladı ama o kadar da düşman edindi. Kendisini yalancılıkla suçlamaları ve halkı alehine kışkırtmaları üzerine Horasana gitti. Orada 5 yıl kalıp görüşlerini yaydıktan sonra Bagdat a geldi.

Müritleriyle birlikte Hacca gitti. Mekke'de onu büyücülük ile suçladılar. Daha sonra Hindistan ve Türkistana gitti. 902 yılında Mekke'ye geldi."Enel Hak= Ben Tanrıyım" demesi nedeniyle... Yakalanıp hapse atıldı.. " Mucizeler göstermek, Tanrı'nın gücünü ele geçirip kötü amaçla kullanmak, Tanrı ile insan arasında aşk bağlantısı kurulabileceğini öne sürmek," ölüm cezasının nedenleri olarak gösterildi. Mansur 9 yıllık hapis hayatı süresince: "Ta Sin el- Azal", "Mirac" adlı eserlerini yazdı.

Mansur'u önce, astılar... Başını kesip bedeninden ayırdılar... Bedenini yaktılar... ve küllerini Dicle nehrine attılar. İdam sırasında büyük bir ayaklanma oldu güç bir şekilde bastırıldı...

Ancak Mansur birçok tefekkür ehline ilham kaynağı oldu... feridüddin Attar "Bisername" adlı eserinde: " Hallac'ın gönlüne düşen ateş, benimde yaşamıma düştü"
demiştir.

Mevlana, Yunus Emre, Nesimi, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal onun takipcileridir...



Şimdidi size Hallac-ı Mansur'un Eseri Olan Ta-Sin bir bölüm sunmak istiyorum... (Hz. Muhammed ve Allah arasındaki ilişki)

" Bir ışık çıktı, Görünmez'in Nur'undan. Çıktı ve geri dönerek diğer ışıklara egemen oldu. Bir aydı o; diğer ayların içinde ışık saçarak kendini açığa vuran, ayların sultanıydı. Evi, göğün en yüce katında bir yıldız. Tanrı onu "okumaz yazmaz" diye adlandırdı; çünkü o, soluğunu "hu"ı çıkarmaya adamıştı; Tanrı onu, "kutsanmış" diye adlandırdı. Dualarını görkeminden dolayı; "Mekkeli" diye adlandırdı, kendisinin bulunduğu yerde oturduğundan dolayı."


Tanrı, onun gögsünü genişletti, gücünü arttırdı ve üzerinden kaldırdı "senin sırtına ağır gelen" yükü, ve kendi yetkisini yükledi. tanrı onun bedr'ini görünür kıldı, böylece o tüm bir ay olarak yemame'nin bulutundan sıyrıldı ve güneş olarak Tihame (Mekke)'nin yan tarafından yükseldi ve ışığını tanrısal bağış kaynağından aldı...

O, kendi içinde gördüğünden başka bir şey bildirmedi, kendi davranışının gösterdiği gerçek dışında bir şeyin örnek alınmasını buyurmadı. kendisi, Tanrının varlığında bulundu, başkalrını da tanrı'nın varlığına kavuşturdu. Gördü, gördüğüne benzedi. Yol gösterici bir ışık olarak bırakıldı, böylece rehberliğin sınırlarını belirledi.

Hiç kimse, onun gerçekten neyi simgelediğini anlayamaz, Katıksız Olan'dan başka. Çünkü o, katıksız Olan'ın varlığını doğruladı ve ona eşlik etti, öyleki aralarında hiçbir fark kalmadı.

Bilgeler, onun gerçek niteliğine ilişkin bilgileri olduğu halde, kendisini öz olarak tanımlayamadılar. Onun niteliği, ancak Tanrı'nın açıklamayı uygun bulduğu kimseler için açık kılındı.


"kendilerine kitap verdiğimiz kimseler; bunlar o zaman çocuklarını tanıdılar; bunların bir bölümü, bile bile gerçeği gizli tuttular (Bakara Suresi; 146)

Peygamberlik ışığı, onun ışığından çıktı, onun ışığıysa Giz'in ışığından doğdu. Tüm ışıklarların içinde, en parlak, en tanınır olanı, yaratılmamışın en yaratılmamaşı olanı, Sonsuz Bağış Sahibinin ışığı.


O'nun varlığı, var olmayandan üstün; O'nun adı, Kelamdan üstündür, çünkü daha önce var oldu.

Bu işleve sahip olandan daha gönül okşayıcı, daha soylu, daha akıllı, daha adaletli,daha nazik, Bir kimse... Ne ufuklarda ne ufukların ötesinde, ne de ufukların altında var. O'nun unvanı, yaratılmışların Efendisi'dir, adı Ahmet, sıfatı Muhammed'dir. Buyruğu en keskin, özü en üstün, sıfatı en görkemli, soluk alışı kendine özgü
...

Allah Eyvalla Şeyen İlallah

Saygılarımla...
Dede-baba
Mesajlar: 469
Kayıt: 19 Haz 2009, 10:00

YEMİNİ -Faziletname-

Mesaj gönderen Dede-baba »

Degerli canlar...

Bugün size... Alevi-Bektaşilerin 7 büyük Ozanından olan Yemini Baba'nın eseri olan.. Faziletname'den bir bölüm arz edeceğim...


"...Kulak tut, hoş bir öykü anlatacağım.. şah-ı velayetin ululuğunu anlayasın...


Vade adında zengin bir hatun, bir gün Muhammed Mustafa'nın katına geldi. dedi ki: Ey ulu yalvaç, sen bir çok güçlüklerin üstesinden gelirsin. Merak ediyorum, senden sonra yerine kim geçecek, Katında kim bulunacak?


Böyle deyince hatun, Muhammed eline bir taş aldı. Taş Resul'ün elinde hamur gibi yumuşadı. Taşı mühürledi. O hatuna verdi. Dedi ki: Kim ki bu taşı yumuşatır, mühürlerse bil ki, o benim gerçek velimdir. Taşı al, sakla. Kadın taşı aldı, sevine sevine yollandı evine ay ve yıl geçti. Muhammed hakka yürüdü...

Bekir halife oldu. Vade kadın, ona vardı. Durumu açıkladı. dedi:

--- Eger gerçek vasi veli isen bu taşı mühürle. Bekir kadına kızdı, ne olmaz iştir bu dediğin, haydi git buradan, deyip kovdu.


Kadının yolu Selman'a düş oldu. Olayı olduğu gibi anlattı. Gel seni gerçek veli kim, ona götüreyim, dedi. Vardılar Ali'nin yanına eşiğine erdiler. Ali evinde oturuyordu. Taşı önüne koydular. Taş Ali'nin evinde hamur oldu.

Kadın taşı aldı, Ali'ye teşekkür etti. Muhammed'in yerine geçecek er sensin dedi gitti.. Ali'den sonra yerine hasan geçti. kadın yine geldi. Taşı İmam hasan'nın önüne koydu. taştaki mühürleri göstedi. Mustafa ve Mürteza'nın işaretleridir, dedi. İmam Hasan, taşı eline aldı. Taş yumuşadı. Kadın mühürlü taşı, sırası ile İmam Hüseyin'e, Zeynel - Abidin'e İmam bakır'a götürdü. Onlar taşı yumuşatıp mühürledirler. İmam Cafer inanmışların en içten olanlarındandır. Ulu tanrım bu mührü tüm gerçek İmamlara bağışla...

Ey Ali'yi sevenler, can kulağını Ali'nin gizine çevir ve o gizleri anlamaya çalış.
Muhammed Mustafa mescitte oturmakta, Cibril-i Emin de yanında oturmuş durumda. Birden mescidin kapısı açıldı. Ali ve Selman içeri girdiler. Cebrail derhal kıyam eder. Ayağa kalkar. Bu duruma Resul şaşırır. Cebrail'e sorar. Bu halini hiç görmedim...


Cebrail şöyle bir öykü anlatır... Yer, gök, gece, gündüz yoktu.. Adem yaratılmamıştı. Yanlız ben vardım. Bu arada deniz de var edildi. Tanrı buyurdu denizden yana uç. Uçarken bir delikanlı gördüm. Yanına yaklaştım. Sen ne zaman yaratıldın? gel söyle bana. Delikanlı hışımla baktı bana. O bakış bir kanadımı yaktı. Altı bin yıl deniz üstünde yaralı ve tedavi edilmeden kaldım. Tanrı'dan nida geldi. O delikanlıyı bul. Derdinin ilacı ondadır. vardım, delikanlıyı buldum. Yalvardım, yakardım.

O delikanlı yine bana baktı. kanadım yeniden bitti, iyileştim, yine uçmaya başladım. deniz üstünde bana eza , cefa eden budelikanlı idi.

O'nun gazabından korkarım, dedi. Bu sözleri işitenler Ali'nin gücünün dercesini bildiler, öğrendiler, sevindiler, Mervan ve yandaşları ise işi dedikoduya vardırdılar...


Saygılarımla..
Cevapla

“Bektaşi Kaynakları” sayfasına dön