SAHİH-İ BUHARİ VE SAHİH-İ MÜSLİM HAKKINDA

Cevapla
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

SAHİH-İ BUHARİ VE SAHİH-İ MÜSLİM HAKKINDA

Mesaj gönderen f_altan »

SAHİH-İ BUHARİ VE SAHİH-İ MÜSLİM HAKKINDA

PRF. DR. MUHAMMED TİCANÎ SEMAVÎ


BUHARİ VE MÜSLİM'E GÖRE EBU BEKİR VE ÖMER'İN FAZİLETLERİ

BUHARİ, ÖMER'İ SAVUNMAK İÇİN HADİSLERLE OYNUYOR!

BUHARİ'NİN, ÖMER'İN İÇYÜZÜNÜ AÇIKLAYAN HADİSLERİ DEĞİŞTİRDİĞİNE DAİR ÖRNEKLER

BUHARİ'NİN EHL-İ BEYT'İ YEREN RİVAYETLERDEN HOŞLANMASI!

SON SÖZÜMÜZ



Bu iki kitap, Ehl-i Sünnet'in yanında gerçekten büyük öneme sahiptir. Ehl-i Sünnet, dini konuların hemen hepsinde bu iki kitabı temel hadis kaynağı olarak kabullenirler. Hatta bu kitaplardaki apaçık çelişki ve uydurmaları gören araştırmacıları dahi, bunu halka açıklamaktan çekinirler. Çünkü açıkladıkları takdirde ya kendilerine bir zarar yetişeceğinden ya da kalben bu iki kitaba karşı sonsuz saygı besleyen halkın bazı konularda şüpheye düşeceğinden korkarlar. Gerçek şu ki; Buhari ve Müslim, âlimlerin ve halkın yanında böyle bir makam kazanacaklarını rüyalarında bile görmezlerdi.

Biz bu iki kitabı eleştirip onlardaki bazı rivayetlere itiraz ediyorsak, bunu, Resulullah'ı (s.a.a.) tenzih edip masumluğuna gölge düşürtmemek için yapıyoruz. Bu itiraz ve eleştirilerden bazı sahabiler dahi kurtulamıyorsa, Buhari ve Müslim de doğal olarak kurtulamazlar. Çünkü sahabiler, Resulullah'a Buhari ve Müslim'den daha yakındırlar.

Bizim hedefimiz, Resulullah'ı (s.a.a.) tenzih etmek, onun masumluğunu, bütün insanlardan daha takvalı ve daha bilgili olduğunu ispat etmektir. Biz şuna inanıyoruz ki: Yüce Allah onu, halkı hidayet etmek üzere âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Bu yüzden, yüce Allah onu tenzih etmemizi ve ona saygısızlığı asla kabul etmememizi istemiştir bizden. Dolayısıyla biz ve bütün Müslümanlar, Resulullah'ın yüce ahlakına uymayan bütün iddiaları reddetmeli, onun masumluğuyla çelişen bütün rivayetleri kesinlikle uzağa atmalı, yüce makamına gölge düşüren her iddiayı çürütmeliyiz. Çünkü ashap, tabiîn, hadis ve fıkıh İmamları ve yeryüzündeki bütün insanlar, her şeylerini onun ilahı ve insanı fazilet ve meziyetlerine borçludurlar.

Şüphesiz, bu sözleri ilk kez duyanlar doğal olarak onları yadırgayacak, eleştirecek, hatta belki de kınayacaktırlar. Ama bizim hedefimiz, Allah'ın rızasını kazanmak, Resulullah'ın hoşnutluğunu elde etmek ve ne malın, ne de evlatların hiçbir işe yaramadığı ahiret günü için azık toplamaktır. Bu arada böylece, halife ve sultanların değil, Allah'ın ve Resulünün kadrini bilen temiz kalpli müminleri de sevindirmek istemekteyiz.

Hiç unutmam! Buhari'nin naklettiği, Hz. Musa'nın Azrail'e tokat atıp gözünü kör ettiği hadisini eleştirdiğimde muhalefetle karşılaşıp tekfir olundum. Bana mürtet olduğumu söyleyerek, "Sen kim oluyorsun da Buhari'yi eleştiriyorsun?!" dediler ve öyle bir yaygara kopardılar ki, sanki ben Kur'an'ın bir ayetini inkar etmiştim. Hâlbuki eğer bir araştırmacı, körü körüne taklidi bırakıp yanlış taassuplardan kendini kurtarırsa, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, efsane ve hurafelere inanan bir çöl Arabının zihniyetini yansıtan çok ilginç şeylerle karşılaşır. Tabii, bu bir çöl Arabı için ayıp değildir. Çünkü onun zamanında uydu, televizyon, telefon, füze vs. yoktu. Ama biz böyle bir zihniyetin Resulullah'a (s.a.a.) nispet verilmesini kabullenemiyoruz. Çünkü Allah onu, insanları cehaletten kurtarması için göndermiş, Kur'an ayetlerini onlara okumasını, onları eğitmesini, kitabı ve hikmeti onlara öğretmesini istemiştir. Ve son peygamber olduğu için, Allah ona gereken ilmi vermiştir.

Bu arada aziz okuyucular, Sahih-i Buhari'de yazılan her şeyin Resulullah'a (s.a.a.) ait olmadığına da dikkat etmelidirler. Çünkü bazen Buhari bir hadisi naklediyor, sonra bazı sahabilerin görüşünü ona ekliyor, okuyucu da bunun tümüyle Resulullah'a (s.a.a.) ait olduğunu zannediyor.

Buna bir örnek verelim:

Buhari, Sahih'inin "Hiyel Kitabı"nda Ebu Hureyre'den Resulullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder: "Bakire kızın izni, dul kadının ise görüşü alınmadan kendileriyle evlenilemez." "Ya Resulallah! Bakire kızın izni nasıl olur?" diye sorduklarında; "Susarsa (razı olduğu anlaşılır)." buyurdu.
Bazıları ise dediler ki: "Bakire kızın iznini almayıp onunla evlenmeyen birisi, hile yaparak iki yalancı şahit getirir ve kızın rızası ile onunla evlendiğini iddia eder, hâkim de buna hükmederse, o adam şahitlerin yalancı olduğunu bildiği halde, onunla yatabilir ve bu evlilik sahihtir."
(Sahih-i Buhari, c. 9, s. 32)

Resulullah'ın hadisi bittikten sonra Buhari'nin, "Bazıları ise dediler ki: ..." şeklindeki sözüne dikkat ediyor musunuz?! Buhari, bununla ne demek istiyor acaba?! Resulullah'ın hadisi karşısında, kimler olduğu bilinmeyen bu bazılarının sözünü aktararak, yalancı şahitlerle evliliğin doğru olduğunu ispata çalışmanın ve okuyucu, bu sözün Resulullah'a (s.a.a.) ait olduğu zannını vermenin ne anlamı olabilir acaba?!

Bir başka örnek:

Buhari, Sahih' inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Muhacirlerin Menkıbe ve Faziletleri Babı’nda Abdullah bin Ömer'den şöyle nakleder:
"Resulullah'ın zamanında hiç kimseyi Ebu Bekir'den üstün bilmezdik. Ondan sonra Ömer'i, sonra Osman'ı üstün bilirdik. Onların dışında diğer sahabilerin hiçbirini diğerinden üstün bilmezdik."

(Sahih-i Buhari, c. 5, s. 18)

Bu, Abdullah bin Ömer'in görüşü olup sadece kendisini bağlar. Yoksa, nasıl olur da Hz. Ali'nin hiçbir üstünlüğü olmaz ve Abdullah bin Ömer, onu diğer sıradan insanlarla eşit tutar?! Hâlbuki Resulullah'tan (s.a.a) sonra insanların en üstünü ve en faziletlisi, Hz. Ali'dir.

Abdullah bin Ömer'in Hz. Ali'ye karşı olan kinini ve bu nedenle de Hz. Ali'ye biat etmemesini bilenler, onun bu sözünü asla yadırgamazlar. Hâlbuki Resulullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: "Veli ve mevlası Ali olmayan kimse, mümin değildir."

(es-Savaik'u1-Muhrika, s. 179; Zahair'ul-Ukaba, s. 68)

Yine buyurmuştur ki: "Ali hak iledir, hak da Ali ile."

(Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 321)

Gel gör ki, Allah'ın velisi ve müminlerin mevlası Hz. Ali'ye biat etmeyen bu Abdullah bin Ömer; Allah'ın, Resulü'nün ve müminlerin düşmanı olan fasık, facir ve zalim Haccac'ın ayağını öperek ona biat ediyor!
Burada bu gibi konulara girmek istemiyoruz. Çünkü bu örnekleri vermekteki maksadımız, Buhari ve onun gibilerini daha iyi tanımak ve nasıl bir karaktere sahip olduklarını bilmektir.

Bakınız, Buhari bu rivayeti "Muhacirlerin Menkıbeleri Babı’nda getirirken, okuyuculara Resulullah'ın (s.a.a.) da bu görüşte olduğunu ima etmek istiyor. Hâlbuki bu görüş, Hz. Ali'ye düşman olduğunu açıkça ilan eden Abdullah bin Ömer'e aittir.

Bu doğrultuda akıl sahibi okuyuculara, Buhari'nin Hz. Ali'ye karşı tutumunu ve nasıl onun faziletlerini gizlemeye ve hakkında bazı eksiklikler bulmaya çalıştığını da açıklayacağız.

Örneğin:

Buhari, Sahih'inin "Yaradılışın Başlangıcı Kitabı"nda Ebu Ya'la' dan, o da Muhammed-i Hanefıyye' den şöyle nakleder:
"Babam Ali'ye; "Resulullah'tan (s.a.a.) sonra halkın en üstünü kimdir?" diye sordum. "Ebu Bekir'dir" dedi. "Sonra kimdir?" dedim. "Ömer'dir" dedi. "Ondan sonra Osman'dır" söyleyeceğinden korkarak; Sonra da sensin." dedim. Bunun üzerine; "Ben ancak Müslümanlar'dan normal bir insanım" dedi."

(Sahih-i Buhari, c. 5, s. 9)

Evet! Bu da Hz. Ali'nin oğlu Muhammed-i Hanefıyye'nin dilinden uydurulmuş bir rivayet! Bu rivayet de, tıpkı Ömer'in oğlu Abdullah'm dilinden aktarılan rivayet gibi, sonuçta Osman'ın üstünlüğünü ispatlıyor. Çünkü Muhammed-i Hanefıyye'ye iftira edilen bu rivayette, Hz. Ali'nin sıradan bir Müslüman olduğu vurgulanıyor. Oysa Sünnilerden hiçbir kimse, Osman'ın sıradan bir Müslüman olduğunu söylemez. Onlar, insanların en üstününün Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra da Osman olduğunu söylerler, sonra bütün sahabileri eşit kabul ederler.

Buhari'nin naklettiği ve bütün amacı, Hz. Ali'yi her türlü faziletten soyutlamak olan bu gibi hadislere şaşırmıyor musunuz?! Hala Buhari'nin, bütün bunları sırf Ümeyye Oğulları, Abbas Oğulları ve Ehl-i Beyt' e düşman sultanların rıza ve sevgisini kazanmak için yazdığında şüpheniz mi var?!

Hiç kuşkusuz, bunlar, hakikati bilmek isteyenler için hiçbir şüpheye yer bırakmayacak sağlam delillerdir.
En son f_altan tarafından 23 Kas 2008, 02:06 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

BUHARİ VE MÜSLİM'E GÖRE EBU BEKİR VE ÖMER'İN FAZİLETLERİ

Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı"nda, Müslim ise, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ebu Bekir'in Faziletleri Babı"nda Ebu Hureyre'den şöyle naklederler:

"Resulullah (s.a.a.) sabah namazını kıldıktan sonra halka dönerek dedi ki: "Birisi ineğini kovarken ona binip bir kamçı vurdu. İnek; "Biz bunun için yaratılmadık, biz tarla sürmek için yaratıldık." dedi. Halk; "Fe subhanallah! Hiç inek konuşur mu?" dedi. Bunun üzerine Resulullah; “Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanıyoruz." buyurdu. Ebu Bekir ile Ömer orada yoktular. Resulullah yine buyurdu ki: “Çobanın biri koyunlarını otlatırken bir kurt koyunun birini kaptı. Çoban koşarak koyunu kurttan kurtarmak istedi. Ama kurt o adama dedi ki: "Sen bugün bu koyunu elimden alıyorsun ama bir gün gelecek bu koyunların çobanı sadece ben olacağım. O zaman ne yapacaksın?" Halk; "Kurt nasıl konuşabilir?" dedi. Resulullah; "Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanıyoruz." buyurdu. Ama o ikisi orada yoktu."

(Sahih-i Buhari, c. 4, s. 212; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1857, h. 2388)


Bu hadisin her tarafından yalan yağıyor. Bu hadis, sırf Ebu Bekir ile Ömer' i övmek için uydurulmuştur. Yoksa Resulullah iki kez; "Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanıyoruz." dediği halde ashabı niye onu yalanlasın ki?!

Sonra gördüğünüz gibi rivayeti nakleden adam iki kere altını çizerek; "Ebu Bekir ile Ömer orada yoktular." diyor. Bunlar, hiçbir manası olmayan gülünç faziletlerdir. Ama ne yapalım ki, beyler tıpkı boğulan adamlar gibi ellerinin ulaştığı her çerçöpe sarılıyorlar. Yalancılar, onlar için kaydedilmiş hiçbir fazilet göremeyince, hiçbir ilmi, tarihi ve mantıki delile dayanmayan ve daha çok hayale benzeyen faziletler uydurdular.

Buhari, Sahih'inin "Peygamber'in Ashabının Faziletleri Kitabı"nda, Müslim de, "Sahabenin Faziletleri Kitabı"nda Amr bin As'tan şöyle naklederler: "Resulullah beni "Zat'us- Selasil" ordusuna gönderdi. Resulullah'ın yanına gelerek; "Halkın içinde en çok kimi seviyorsun?" diye sordum. Resulullah; "Aişe'yi." dedi. Ben; "Ya erkeklerden?" diye sordum. Dedi ki: "Babasını." "Daha sonra kimi?" dedim. "Ömer bin Hattab'ı" dedi ve ondan sonra da başkalarını saydı."

(Sahih-i Buhari. c. 5, s. 6; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1856, h. 2384)

Tarih, hicretin sekizinci yılında Resulullah'ın (s.a.a.), bir ordu hazırlayarak Amr bin As'ın komutanlığında Zat'us- Selasil'e gönderdiğini ve bu orduda Ebu Bekir ile Ömer'in de onun komutası altına olduğunu kaydeder. İşte yalancılar, Amr bin As'ın dahi, Ebu Bekir ile Ömer'den üstün olduğunun iddia edilebileceğini anladıklarından Amr bin As'ın dilinden Ebu Bekir ile Ömer'in üstünlüğünü uydurmuşlardır.

Tabii bu arada Aişe'yi de işe katarak bir yandan şüpheleri kaldırmak, öte yandan da Aişe'nin mutlak üstünlüğünü ortaya koymak istemişlerdir.

Bu yüzden görüyoruz ki Nevevi, Sahih-i Müslim'in şerhinde diyor ki: "Bu hadiste Ebu Bekir, Ömer ve Aişe'nin üstün faziletleri açıkça görülmektedir. Bu da, Ebu Bekir ile Ömer'i diğer sahabilerden üstün bilen Ehl-i Sünnet'in iddialarını onaylamaktadır."

( Nevevi, Sahih-i Müslim Şerhi, c. 15, s. 153.)


Bu rivayet de, benzeri diğer rivayetler gibi, oldukça zayıftır. Bu rivayetleri uyduran yalancılar, hatta Hz. Ali'nin dilinden dahi yalan uydurmaktan çekinmemişlerdir. Böylece, kendi zanlarınca bir yandan Hz. Ali'yi diğer sahabilerden üstün bilen Şiilerin delillerini çürütmek, diğer yandan da Hz. Ali'nin Ebu Bekir ve Ömer'den asla rahatsız olmadığını anlatmak istemişler. İşte bunun örneği:

Buhari, Sahih'inin "Peygamber'in Ashabının Faziletleri Kitabı, Ömer'in Menkıbeleri Babı"nda, Müslim de, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda İbn-i Abbas'tan şöyle naklederler:

"Ölmeden önce Ömer'i yatağına koydular. Halk onun etrafına toplanmış, onun için dua ediyor ve namaz kılıyorlardı. Ben de onlarla birlikteydim. İçlerinde sırtıma vuran birisi ilgimi çekti. Bakınca onun Ali olduğunu gördüm. Sonra Ali Ömer' e acıyarak dedi ki: "Ne kadar isterdim ki Allah, sana davrandığı gibi bana da davransaydı. Allah'a andolsun ki Allah'ın seni diğer iki dostunla birlikte haşredeceğini sanıyorum. Ben Resulullah'tan çokça şöyle buyurduğunu işittim: "Ben, Ebu Bekir ve Ömer gittik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer girdik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer çıktık."

(Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1858, h. 2389; Sahih-i Buhari, c. 5, s.14)

Bu hadisin de yalan olduğu bellidir. Ondan, Resulullah'a ilk kavuşan olduğu halde Hz. Fatıma'yı Resulullah'ın yanına defnettirmeyen siyasetin kokusu geliyor. Rivayeti uyduran adam, "Ben, Ebu Bekir ve Ömer gittik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer girdik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer çıktık." dedikten sonra, "Ben, Ebu Bekir ve Ömer aynı yere defnolunacağız." diye eklemeyi de unutmuştur galiba!

Tarihin ve vakıanın yalanladığı bu uydurma rivayetlerle ihticac eden Müslümanlar acaba ne zaman kendilerine gelip de bu rivayetlerden el çekecekler?! Bunlar, Müslümanların kitaplarının, Ebu Bekir ile Ömer'in Hz. Ali ve Hz. Fatıma'ya karşı yaptıkları haksızlıklarla dolu olduğunu görmüyorlar mı?! Bundan dolayı da Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın hayatları boyunca onlardan şikayetçi olduklarını tarih ve hadis kitaplarında okumuyorlar mı?!

Ayrıca, söz konusu rivayette; Hz. Ali, garip bir ölüyü seyreden yabancı bir adam gibi tanıtılmakta ve halkın ona dua ettiğini görünce, eliyle İbn-i Abbas'ın sırtına vurarak yavaşça kulağına o sözleri söylediği, sonra da çekip gittiği anlatılmaktadır. Halbuki Hz. Ali'nin herkesten önde olup, halka namaz kıldırması ve Ömer'i toprağa vermeden oradan ayrılmaması gerekmiyor muydu?!

Fakat ne var ki, Ümeyye Oğulları zamanında, Hz. Ali'nin faziletleri karşısında Ebu Bekir ve Ömer'in makamını yüceltmek isteyen Muaviye'nin emriyle, halk hadis uydurmak için yarıştıkları için, fazilet hadisleri hep böyle zayıf, gülünç ve bazen de çelişik olarak ortaya çıktı. Bu rivayetlerin bazen birbiriyle çelişmesi de, hadis uyduran şahısların eğilimlerinden kaynaklanıyordu.

Örneğin; hadis uyduran kişi, Teym kabilesinden olunca, kimseyi Ebu Bekir'den öne geçirmezdi. Aynı şekilde, Adi kabilesinden olunca da, Ömer'in herkesten üstün olduğunu gösteren hadisler uydururdu. Ümeyye Oğulları da, Resulullah'a karşı oldukça cüretkar davranan, hiçbir şeyden çekinmeyen, hiçbir edep kuralına riayet etmeyen, sert ve kaba bir yapıya sahip olan Ömer'in kişiliğinden çok hoşlandıkları için daha çok, onu öven, onun hatta Ebu Bekir' den de üstün olduğunu bildiren rivayetler uydurdular.

İşte birkaç örnek:

Müslim, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda, Buhari ise, Sahih'inin "İman Kitabı"nda Ebu Said-i Hudri'den Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle dediğini nakleder:

"Rüyamda insanları bana gösteriyorlardı. Herkesin gömleği vardı; bazılarının gömleği göğüslerine bile ulaşmıyordu. Bazılarınınki ise göğüslerinden aşağıda idi. O sırada Ömer bin Hattab'ı gördüm. Onun gömleği (o kadar uzundu ki) yerlerde sürükleniyordu." Ashap; "Ya Resulallah! Bu gömleği ne olarak yorumluyorsun?" diye sordular. Resulullah; "Din olarak." buyurdu!"

(Sahih-i Buhari, c. 1, s. 12 ve c. 4, s. ıs; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1859, h. 2390)

Eğer Resulullah'ın rüyasının yorumu din ise, dernek ki Ömer bütün herkesten daha üstündür. çünkü, bazılarının dini göğüslerine kadar ulaşmıyorken, Ömer bin Hattap tepeden tırnağa, hatta daha fazla dinle doludur! Tıpkı uzun gömleğin çekilip sürüklenmesi gibi, o da dini arkasında çekip sürüklemektedir! Peki öyleyse, imanı bütün ümmetin imanından üstün olan Ebu Bekir-i Sıddık nerede kalıyor?!

Buhari, Sahih'inin "İlim Kitabı, İlmin Faziletleri Babı"nda, Müslim ise "Faziletler Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda İbn-i Ömer'den şöyle naklederler:

"Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu duydum: "Rüyamda bana bir bardak süt verdiler. Ondan o kadar içtim ki tırnaklarımdan dışarı sızdı. Sonra onun geride kalanını Ömer bin Hattab'a verdim." "Ya Resulallah! Rüyanızdaki sütü neye yorumluyorsunuz?" diye sorduklarında; "İlme yorumluyorum." buyurdu."

(Sahih-i Buhari, c. 1, s. 31; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1859, h. 2391)

Önceki rivayette Ömer'in dindeki üstünlüğünün, bu rivayette ise ilimdeki üstünlüğünün üzerinde duruluyor. Böylece ilim ve amelde Ömer'in, içlerinde Ebu Bekir de olmak üzere, bütün ümmetten, hatta bütün insanlardan üstün olduğu söyleniyor.

Şimdi geride bir tek fazilet kalıyor. Bu öyle bir fazilet ki, insanlar ona ulaşmak için birbiriyle yarışırlar; Allah ve Resulü o sıfatın sahibini sever. Evet, "yiğitlik" faziletini diyorum. Öyleyse raviler, Ebu Hafs'ın (Ömer) yiğitliği hakkında da mutlaka bir rivayet uydurmuş olmalılar.

Bu rivayet, Buhari'nin "Peygamber'in Ashabının Faziletleri Kitabı"nda, Müslim'in ise "Sahabenin Faziletleri Kitabı"nda mevcuttur. Her ikisi de Ebu Hureyre'den şöyle nakleder:

"Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu duydum: "Rüyamda kenarında kova olan bir kuyu gördüm. İhtiyacım olduğu kadar o kuyudan su çektim. Sonra Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir), bir ya da iki kova su çekti. Onun su çekişinde bir zaaf vardı. Allah onun zaafını bağışlasın. Sonra o kova daha büyük bir kova oluverdi ve onu Hattab'ın oğlu (Ömer) eline aldı. Ben halkın içinde Ömer gibi su çeken bir kahraman görmedim. Ömer o kadar su çekti ki bütün halkı doyurdu."

(Sahih-i Buhari, c. 4, s. 7; Sahih-i Müs1im, c. 4, s. 1860, h. 2392)

İmanın, İslam'ın, takvanın ve Allah'a yaklaşmanın ekseni olan din, diğerlerinin göğüslerinden öteye geçmeyip bedenlerinin geri kalanı çıplak kalıyorken, Ömer bin Hattab'ı başından ayağına kadar bürüyor, fazlası da arkasından yerlerde sürükleniyorsa; aynı şekilde ilim, sadece Ömer bin Hattab'a veriliyor ve Resulullah'tan arta kalanı o, tek başına içiyor, hatta dostu Ebu Bekir'e bile bir şey bırakmıyorsa, yiğitlik ve cesaret de, dostu Ebu Bekir'in zaafından sonra Ömer'e özgüleniyorsa, (Ebu Bekir'in kendisi Ömer'e; "Sen hilafette benden daha güçlüsün, ama sen zorla bu görevi benim üzerine yükledin." demişti) doğal olarak, "Allah, zaafı olduğu halde Ömer' den öne geçen Ebu Bekir'i affetsin." diye dua da edilecektir.

Evet! Adiyy Oğulları ile Ümeyye Oğulları, Ömer' i Ebu Bekir'den de öne geçireceklerdir. Çünkü Ömer'in zamanında gördükleri refah ve rahatlığı, ganimetlerden faydalanma ve makamlara atanmayı diğer hiçbir zamanda görmediler.

Bunlar, Ömer'in dünyadaki faziletleri hakkında bunca rivayetler uydurabiliyorlarsa, onu ahirette de herkesten, hatta Ebu Bekir'den de öne geçirecek ve bu hususta da rivayetler uyduracaklardır. Nitekim uydurmuşlardır da.

Buhari, Sahih' inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Cennetin Vasfi Babı"nda, Müslim de, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda Ebu Hureyre'den şöyle naklederler:

"Bir gün Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda oturmuştuk. Resulullah şöyle buyurdu: "Rüyamda cennette olduğumu gördüm. O sırada bir sarayın yanında bir kadının abdest aldığını gördüm. "Bu saray kimindir?" diye sorunca; "Ömer bin Hattab'm sarayıdır." dediler. Ömer'in çok kıskanç olduğunu hatırlayarak oradan kaçtım." Bunun üzerine Ömer ağlayarak; "Seni mi kıskanacağım ya Resulallah?!" dedi."

(Sahih-i Buhari, c. 4, s. 142; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1863, h. 2395)

Aziz okuyucular da, bu rivayetlerin kesinlikle uydurma olduğunu anlamışlardır, sanırım. Çünkü gördüğünüz gibi, Ömer'in faziletlerinin hemen hepsini Resulullah (s.a.a.) rüyasında görüyor! Aslında bu rüyaları gören Resulullah (s.a.a.) değil, onları rivayet eden şahıstır.

Bilindiği gibi, Resulullah (s.a.a.) daha hayattayken onun dilinden birçok hadisler uydurulmuştu. Şimdi siz, bir de Resulullah'ın vefatından sonraki dönemi düşünün! Ümmet doğru yoldan sapmış, çeşitli gruplara bölünmüş, ayrı ayrı fırkalar ortaya çıkmış ve her grup sadece kendi görüş ve davranışlarıyla sevinip böbürlenmekte! Böyle bir durumda doğal olarak, özellikle de hakim güç tarafından, kendi çıkarları doğrultusunda, daha çok rivayetler uydurulacaktır.

Fakat ne var ki, Ömer'in taraftarları her ne yaptılarsa, onun kabalığını, sertliğini ve katı yürekliliğini gizleyemediler. Böyle bir ahlaka sahip olanı da halk asla sevmez. Yüce Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de Resulullah'a hitap buyuruyor ki:

"Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, insanlar etrafından dağılır giderlerdi." (Al-i İmran Süresi / 159)

Ama Ömer'in taraftarları, bütün ölçüleri ters çevirerek kötülükleri iyilik, eksiklikleri olgunluk, Rezillikleri ise fazilet olarak göstermeye çalıştılar. Bu doğrultuda Resulullah'ın (s.a.a.) yüce şahsiyetini küçük düşüren çirkin rivayetler uydurdular. Halbuki Yüce Allah, Resulullah'ın (s.a.a.) asla kaba ve katı yürekli olmadığını, aksine çok yumuşak ve de şefkatli olduğunu buyurmaktadır:

"Allah'ın rahmeti ile onlara yumuşak davrandın." (AI-i İmran Suresi / 159)

"Şüphesiz, sen, çok yüce bir ahlaka sahipsin." (Kalem Süresi /4)

"Müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir." (Tevbe Suresi / 128)

"Biz, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya Süresi / 107)

Bir de gelin şu ahmakların ne söylediklerini dinleyin:

Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, İblis ve Askerlerinin Sıfatları Babı"nda, Müslim ise "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda Sa' d bin Ebi Vakkas'tan şöyle naklederler:

"Ömer bin Hattap, Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna girmek için izin istedi. O sırada Kureyşli bazı kadınlar Resulullah'ın yanındaydılar ve onunla yüksek sesle konuşuyorlardı. Ömer içeri girmek için izin isteyince, kadınlar ayağa kalkarak hicap arkasına geçtiler. Resulullah gülerek Ömer'e izin verdi. Ömer; "Allah seni her zaman güldürsün. Neden gülüyorsun ya Resulallah?" dedi.
Resulullah; "Bu kadınlar benim yanımda oturmuşlardı. Senin sesini duyunca kalkıp hicap arkasına geçmeleri beni şaşırttı!" buyurdu.
Ömer dedi ki: "Aslında onların senden çekinmeleri gerekir."
Sonra kadınlara dönerek; "Ey kendi nefıslerinin düşmanları! Resulullah'tan değil de benden mi çekiniyorsunuz?!"
Kadınlar; "Evet! Sen Resulullah'tan daha sert ve daha kabasın!" dediler.
O sırada Resulullah; "Canım yed-i kudretinde olan Allah'a andolsun ki, şeytan seni hangi yolda görse, kaçıp başka bir yola girer." buyurdu."

(Sahih-i Buhari, c. 4, s. 153; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1863, h. 2396)

Ağızlarından çıkan bu sözün ne kadar büyük bir söz olduğunun farkında mısınız?! Onlar ancak yalan söylüyorlar. Rivayetin ne kadar saçma olduğunu görüyor musunuz?! Kadınlar Ömer'den çekiniyorken Resulullah'tan (s.a.a.) asla çekinmiyorlar, huzurunda bağırarak konuşuyorlar ve Resulullah'a saygı gösterip de hicap arkasına geçmiyorlar.

Ama Ömer'in sesini duyunca hemen susarak hicap arkasına geçiyorlar. Allah'a andolsun ki bu cahil ahmakların, sertlik ve kabalığı Resulullah'a nispet vermelerine şaşırıyorum!
Çünkü onlar, Ömer'in daha sert ve daha kaba olduğunu söylerken, Resulullah'ta da sertlik ve kabalık olduğunu söylemek istiyorlar. Şimdi eğer bunu bir fazilet olarak görüyorlarsa, demek ki Ömer, Resulullah'tan daha faziletlidir! Ve eğer bir eksiklik olarak kabul ediyorlarsa, böyle bir sıfatı nasıl Resulullah' a nispet edebiliyorlar ve Müslümanlar nasıl Buhari ve Müslim'den bu gibi hadisleri kabulleniyorlar?!

Hatta bu kadarıyla da yetinmeyerek, şeytanın Resulullah'ın huzurunda cirit attığını ve ondan korkmadığını iddia ediyorlar! Çünkü hiç şüphesiz, şeytan, kadınların bağırarak konuşmasına ve hicaba riayet etmemelerine sebep olmuş olacak ki, Ömer'in Resulullah'ın evine girmesiyle şeytan hemen oradan uzaklaşıyor ve kadınlar susup hicap arkasına geçiyorlar!

Ey gayretli Müslümanlar! Resulullah'ın onların yanındaki değerini ve bilerek veya bilmeyerek Ömer'in Resulullah'tan (s.a.a.) üstün olduğunu iddia ettiklerini görüyor musunuz?! İşte bu yüzden, bugün Hz. Resulullah'tan söz açıldığında, kendi zanlarınca, onun hatalarını sayarak normal bir insan olduğunu, masum olmadığını, birçok yanlışını Ömer'in düzelttiğini ve birçok konuda Kur'an'ın Ömer'i onaylamak için nazil olduğunu söylemektedirler! Buna delil olarak da "Abese Suresini", "hurma ağacının aşılanmasıyla ilgili rivayeti", "Bedir esirleri hikayesini" vs. gösteriyorlar.

Ama onlara Ömer'in, "müellefet'ül-kulup hükmünü iptal etmesi", "mut' aları yasaklaması", "beytülmalın dağıtımında ayrıcalık tanıması" gibi konularda yanlış yaptığını söylerseniz, hemen kaşları çatılır, gözleri kızarır ve seni dinden çıkmakla itham edip derler ki:. "Sen kim oluyorsun da Ömer-i Faruk'u eleştiriyorsun? Ömer, hakla batılı birbirinden ayıran bir kişidir!" Sen de teslim olup sohbeti kesmekten başka çare göremezsin. Aksi halde seni incitebilirler.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

BUHARİ, ÖMER'İ SAVUNMAK İÇİN HADİSLERLE OYNUYOR!

Bir araştırmacı, Buhari'nin hadislerini okuduğunda onların birçoğunu anlayamaz. Sanki o hadislerde eksilme ve artırmalar olmuştur. Buhari, bir hadisi birkaç kez tekrarlar ve çeşitli kelimelerle onu değişik bölümlerde nakleder. Tüm bunlar, onun Ömer bin Hattab'ı çok sevmesinden kaynaklanmaktadır. Belki de bu yüzden Ehl-i Sünnet onu daha çok sever ve kitabını diğer kitaplardan üstün bilirler.

Müslim'in kitabının tertip ve düzeni daha iyi olduğu halde yine de Buhari'yi daha çok severler ve Kur'an'dan sonra en sahih kitap olarak Buhari'yi görürler. Bir de Buhari, Ali bin Ebi Talib'in faziletlerini gizlemeye çalışmıştır. Bu da, ayrıca onu Ehl-i Sünnet'in gözünde daha da büyütmüştür. Kısaca, Buhari iki yönlü çalışmıştır. Bir yandan Ömer'i yeren, öte yandan da Hz. Ali'yi öven rivayetleri bölmüş, parçalamış, eksiltmiş ve sonuçta hadis ve rivayetlerin içeriğini değiştirmiştir. Bu konuda bazı örnekler sunacağız inşallah.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

BUHARİ'NİN, ÖMER'İN İÇYÜZÜNÜ AÇIKLAYAN HADİSLERİ DEĞİŞTİRDİĞİNE DAİR ÖRNEKLER

1- Müslim, Sahih'inin "Hayız Kitabı, Teyemmüm Babı"nda der ki: "Birisi Ömer'in yanına gelerek; "Ben cenabetli oldum, ama gusül almak için su bulamadım (ne yapmalıyım)?" diye sordu. Ömer; "Namaz kılma!" dedi.

Ammar; "Ey Ömer!" dedi. "Hatırlamıyor musun, ben ve sen bir seferdeydik, cenabetli olduk ve su bulamadık. Sen namaz kılmadın, ama ben topraklara bulanarak namaz kıldım. Resulullah da buyurdu ki: "Ellerini yere vurup toprakları üfleseydin ve onunla yüzünü ve ellerini mesh etseydin yeterliydi."

Ömer; "Ey Ammar! Allah'tan kork!" dedi.

Ammar; "Eğer istemezsen, bu hadisi başkalarına anlatmam." diye cevap verdi.(1)

Bu rivayeti Ebu Davud,(2) Ahmed bin Hanbel,(3) Nesei(4) İbn-i Mace(5) ve Beyhaki(6) de naklederler.

Ama Buhari, hadisin naklinde emanete riayet etmemiş, Ömer'in haysiyetini korumak için hıyanet etmiş ve hadisle oynamıştır. Zira halifenin en basit dini hükümleri dahi bilmediğini halkın anlamasını istememiştir. Bakın şimdi Buhari "Teyemmüm Kitabı"nda hadisi nasıl naklediyor: "Birisi Ömer bin Hattab'ın yanına gelerek dedi ki: "Ben cenabetli oldum ve su bulamadım." Ammar bin Yasir, Ömer'e dedi ki: "Hatırlıyor musun, ben ve sen bir seferdeydik...."(7)

Gördüğünüz gibi Buhari, Ömer bin Hattab'ın, "Namaz kılma!" dediğini kaydetmemiştir. Çünkü o, halkın, Resulullah'ın zamanında bile Kur'an ve sünnetin karşısında içtihat ederek kendi görüşleriyle amel eden Ömer'in böyle bir mezhebi olduğunu bilmesini istemiyordu. Oysa Ömer halife olduktan sonra da aynı mezhebe sahipti ve bunu Müslümanların arasında yaymaya çalışıyordu.

İbn-i Hacer bu konuda der ki:

"Bu, Ömer'in meşhur mezhebidir."(8) Ömer'in, bu mezhebinde oldukça ciddi olduğunun delili, Ammar'ın şu sözüdür: "Eğer istemezsen, bunu kimseye söylemem."

2- Hakim-i Nişaburi, Müstedrek'us-Sahihayn adlı kitabında Enes bin Malik'ten şöyle nakleder:

"Ömer bin Hattap minbere çıkarak şu ayeti okudu:

"Böylece onda taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar, boyları iri ve birbiri içine girmiş ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar (ebb) bitirdik." (9)

Sonra dedi ki: "Hepsini anladık da bu "ebb" de ne demek oluyor?" Sonra şöyle devam etti: "Vallahi bu çok zor bir şeydir. "Ebb"in ne olduğunu bilmesen ne olur ki? Kur'an'dan bildiklerinize uyun, anlamadığınız şeyleri ise Allah'a bırakın!"(10)

Bu rivayeti Suyuti, ed-Dürr'ül-Mensur' da, Zemahşari Keşşaf'ta ve İbn-i Kesir, Razi ve Hazin de kendi Tefsirlerinde aynen naklederler. Ama Buhari, tıpkı her zaman olduğu gibi, bu rivayeti de eksilterek halkın, Halife Ömer'in "ebb" kelimesinin anlamını bilmediğini anlamasını istememiştir.

Dolayısıyla bu rivayeti Sahih'inin "Kitap ve Sünnete sarılma Kitabı"nda Enes bin Malik'ten şu şekilde nakletmiştir:

"Bir gün Ömer'in yanındaydık, şöyle dedi: "Biz (ayetlerin anlamını anlamak için) kendimizi zorlamaktan menolunduk."(11)

Evet! Buhari, halifenin cahilliği ve eksikliğini gösteren her hadis ve rivayetin başına bu belayı getiriyor. Sonuçta, okuyucunun bu eksik rivayetle olayın gerçek yüzünü öğrenmesi mümkün olmuyor. Okuyucu, "Biz, kendimizi zorlamaktan menolunduk." sözünden Ömer'in "ebb" kelimesinin manasını bilmediğini nasıl anlayacak?!"

3- İbn-i Mace, Sünen'de; Hakim, Müstedrek'de; Ebu Davud, Sünen'de; İbn-i Hacer, Feth'ul-Bari'de ve diğerleri başka kaynaklarda İbn-i Abbas'tan şöyle naklederler:

"Zina eden deli bir kadını Ömer'in yanına getirdiler. Ömer onun hakkında bazı kişiler ile fikir alış - verişi yaptıktan sonra taşlanarak öldürülmesini emretti. Oradan geçen Ali bin Ebi Talip; "Bu kadının sorunu nedir?" diye sorunca, "Falan kabileden bir deli kadındır ve zina etmiştir. Ömer de onun taşlanarak öldürülmesini emretmiş." dediler.

Hz. Ali; "Onu Ömer'in yanına götürün." dedi. Kendisi de Ömer'e giderek dedi ki: "Bilmiyor musun, deli akıllı oluncaya kadar, uyuyan şahıs uyanıncaya kadar ve çocuk buluğa erinceye kadar hiçbir mükellefiyeti olmaz?"

Bunun üzerine Ömer, kadını salıvererek dedi ki: "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." (12)

Ama Buhari bu rivayeti görünce sarsılıyor ve, "Nasıl olur da Resulullah (s.a.a.) Allah'ın hükmünü açıkladığı halde Ömer bunu bilmezken hilafet kürsüsüne oturabilir?" diye insanların kafasının karışmaması için rivayeti tahrif ediyor. Ayrıca bu rivayette ilim kentinin kapısı Ali bin Ebi Talib'in fazileti de anlatılmaktadır. Bundan da ötede Ömer itiraf ediyor ki: "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." O halde Buhari nasıl bu rivayeti nakledebilir ki?! Şimdi bu rivayetin Buhari tarafından nasıl değiştirildiğini görelim:

Buhari, Sahih'inin "Muharip Kâfirler ve Dinden Dönenler Kitabı, Deli Erkek ve Kadın Taşlanmaz Babı"nda hiçbir senet zikretmeden şöyle der:

Ali Ömer' e dedi ki: "Bilmiyor musun, deli akıllı oluncaya kadar, çocuk buluğa erinceye kadar ve uyuyan şahıs uyanıncaya kadar hiçbir mükellefiyeti olmaz?" (13)

Bu, Buhari'nin rivayetlerle oynadığı ve onları eksilttiğinin canlı örneklerinden biridir. Evet! Buhari, Ömer aleyhinde veya Hz. Ali'nin faziletinde bir rivayet gördüğünde hep böyle davranmıştır.

4- Müslim, Sahih'inin "Hudut Kitabı, Şarap İçenin Haddi Babı"nda Enes bin Malik'ten şöyle nakleder:

"Şarap içen bir adamı Resulullah'ın huzuruna getirdiler. Resulullah yaprakları soyulmuş iki hurma çubuğuyla onu yaklaşık kırk defa kamçıladı. Ebu Bekir de aynı uygulamada bulundu. Sıra Ömer'e gelince halka danıştı. Abdurrahman bin Avf; "En hafif ceza, seksen kırbaçtır." dedi. Bunun üzerine Ömer de bunu emretti."(14)

Buhari, her zaman olduğu gibi burada da, Ömer'in İslam'ın hükümlerini bilmediğinin anlaşılmaması ve Resulullah (s.a.a.) ile Ebu Bekir'in uyguladıkları bir ceza konusunda nasıl halktan görüş isteyebileceğinin sorgulanmaması için söz konusu rivayeti, Sahih'inin "Hudut Kitabı Şarap İçenin Cezası Babı"nda Enes bin Malik'ten Şöyle nakleder:

"Resulullah, şarap içen birine hurma çubuğu ve ayakkabı ile vurdu; Ebu Bekir ise kırk kamçı vurdu."(15)

5- Hadisçiler ve tarihçiler Resulullah'ın (s.a.a.) hastalığını, vefatını ve hastalığı sırasında kalem kağıt isteyerek ümmetini sapıklıktan kurtaracak bir şeyler yazmak istediğini, ama Ömer'in buna karşı çıktığını ve; "Peygamber -haşa- sayıklıyor." dediğini yazarlar ve o günü "Raziyyetu Yevm'il-Hamis" (Perşembe Gününün Acı Musibeti) diye adlandırırlar.

Ama Buhari, "Cihat Kitabı"nda, Müslim ise "Vasiyet Kitabı"nda olayı başka bir şekilde naklederler:
İbn-i Abbas (r.a.) der ki:
"Perşembe! Bilir misin nedir perşembe?!"
Sonra o kadar ağladı ki gözyaşları yerdeki çakıl taşlarını ıslattı. Daha sonra dedi ki: "Perşembe günü Resulullah'ın ağrıları çoğaldı. "Bana bir kağıt getirin de size öyle bir şey yazayım ki benden sonra asla sapıtmayasınız." buyurdu. Ama onlar tartışarak bağrıştılar; Resulullah'ın huzurunda saygısızlık yapıp kavga ettiler ve; "Peygamber sayıklıyor." dediler. Resulullah da; "Dışarı çıkın! Beni yalnız bırakın! Zira benim bulunduğum bu durum, sizin beni davet ettiğiniz şeyden daha hayırlıdır." buyurdu. Resulullah vefatına yakın şu üç vasiyette bulundu: "Müşrikleri Arap Yarımadası'ndan çıkarın. Ben elçilere hediye verdiğim gibi siz de onlara hediye verin. Üçüncü vasiyetini ise unuttum.”

Evet! İşte Perşembe gününün musibeti! Bu olayda başrolü oynayan da Ömer'dir. O, açıkça Resulullah'a karşı çıkmış, yazılması gerekenleri yazmasını engellemiş ve çok çirkin bir cümle kullanıp, Kur'an'ın buyruğunun aksine, "Peygamber sayıklıyor." demiştir. Buhari ve Müslim de o cümleyi değiştirmeden naklederken Ömer'in adını vermeyerek, sözün kime ait olduğunun bilinmesini istememişler.

Ama Ömer'in adını verdikleri zaman o çirkin cümlede bazı değişikler yaparak, halifenin içyüzünün ortaya çıkmasına ve her zaman olduğu gibi ölüm döşeğinde de Resulullah'a itiraz ettiğinin anlaşılmasına engel olmaya çalışıyorlar. Çünkü Buhari ve Müslim gibileri, Müslümanların sırf bu cümleden dolayı halifenin aleyhinde isyan edecekleri ve sevgisini gönüllerinden söküp atacaklarını bildikleri için tahrife başvuruyorlar. Dolayısıyla "sayıklıyor" kelimesini değiştirerek yerine "ağrıları ona galip geldi"(16) cümlesini koyuyorlar. Böylece kullanılan o çirkin kelimeyi atarak bu defa aynı olayı şu şekilde anlatıyorlar:

"İbn-i Abbas der ki: "Resulullah ölüm yatağında olduğu sırada bazıları onun huzurun da oturmuşlardı. Ömer de oradaydı. Resulullah (s.a.a.); "Gelin size bir şey yazayım ki benden sonra asla sapıtmayasınız." buyurdu. O sırada Ömer; "Peygamber'e ağrıları galip geldi! Kur'an sizin aranızdadır! Allah'ın Kitabı bize yeter!" dedi. Orada olanlar tartışmaya başladılar. Bazıları; "Kalem kağıt getirin de Peygamber yazacağını yazsın da bundan sonra sapıtmayın." diyordu. Bazıları ise, Ömer'in dediklerini tekrarlıyorlardı. Tartışma ve ihtilaf çoğalınca Resulullah; "Kalkın gidin." buyurdu."

Abdullah bin Mes'ud, İbn-i Abbas'ın her zaman şöyle dediğini nakleder: "En büyük musibet, en büyük bela Resulullah'ın vasiyetini yazması engellendiği zaman meydana geldi!"(17)

Tabii ki Müslim, bu işi üstadı Buhari'den öğrenmiştir. Onun için biz Buhari'ye diyoruz ki: Her ne kadar cümleleri düzeltmeye ve gerçekleri gizlemeye çalışsan bile, naklettiğin miktar dahi sana ve efendin Ömer'e hücceti tamamlamak için yeterlidir! Çünkü "sayıklıyor" ile "ağrıları ona galip geldi" iki tabir ise de, ama aynı sonucu ifade etmektedirler. Hatta bugün bile aynı tabir kullanılmakta ve "Zavallının ateşi galip gelmiş de sayıklıyor." denilmektedir. Özellikle de ondan sonra, "Kur'an sizin aranızdadır! Allah'ın Kitabı bize yeter!" demesi, bu hususta hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Bu sözün anlamı şudur: "Peygamber'in işi bitmiştir ve onun varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark yoktur." Allah'a sığınırız!

Ben açıkça diyorum ki: Vicdanlı bir araştırmacı, saf zihniyle sadece bu olayı düşünecek olursa, kesinlikle ümmeti hidayetten mahrum bırakan ve sapıklığa düşmesine

Niçin hakkı söylemekten korkalım ki?! Biz bu sözlerimizle Resulullah'ı, Kur'an'ı ve İslam hükümlerini savunmuyor muyuz?! Yüce Allah buyuruyor ki: "İnsanlardan korkmayın ve benden korkun. Ayetlerimi az bir değere satmayın. Allah'ın nazil ettiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridirler." (18)

Peki neden bu nur ve ilim çağında bazı âlimler hala bütün güçleriyle hiçbir ilmi değeri olmayan yorumlarıyla gerçekleri gizlemeye çalışıyorlar?

Gelin de birlikte günümüz âlimlerinden Muhammed Fuat Abdulbaki'nin, el-Lü'lüü ve'I-Mercan adlı kitaba yazdığı şerhinde Perşembe günü musibetini nasıl yorumladığına bakalım! O diyor ki:

"Resulullah; "Bana kâğıt kalem getirin." demekle herhalde Ebu Bekir' in hilafeti hakkında bir şeyler yazmak istiyordu. Ama halkın tartıştığını görünce ağrıları çoğaldı ve bu işten vazgeçerek onu kendi yerine cemaat İmamı tayin etmekle yetindi."

"Sayıklıyor" kelimesinin manasına gelince de diyor ki: "İbn-i Battal, "sayıklama"nın "aklın baştan gitmesi" olduğunu sanıyor. İbn'ut-Tin ise bunun "saçmalamak" olduğunu zanneder. Bu ise Resulullah'ın yüce makamına yakışmaz. Belki de rivayetin orijinalinde geçen "hecere" burada "sayıklıyor" anlamında değil de "Resulullah sizin aranızdan ayrılıyor ve gidiyor" anlamındadır.

İbn-i Esir ise şöyle diyor: "Bu bir soru cümlesidir, ne var ki soru edatı zikredilmemiştir. Yani şöyle denmek istenmiştir: "Resulullah ağrılarının şiddetlenmesi yüzünden aklını oynatarak Sözünü mü değiştirdi?"(19)

Bu yorum, diğer yorumlardan daha uygundur. Çünkü eğer bu cümlenin soru anlamında değil de haber anlamında olduğunu söylersek, o zaman Resulullah'a sayıklamak gibi çok kötü bir şey nispet verilmiş olur. Özellikle de bu sözü Ömer söylemiştir ve onun böyle bir şey söylemesi düşünülemez.

Evet, Muhammed Fuat Abdulbaki böyle demektedir. Biz onun cevabında diyoruz ki:

Muhterem âlim! Kur'an'ın da belirttiği gibi, bir şeyi tahmin ve zannetmekle asla hakka ulaşılmaz. Özellikle de bu çirkin sözü söyleyenin Ömer olduğunu biliyorsunuz. Peki, Resulullah'ın o kâğıda Ebu Bekir'in hilafetini yazacağını size kim ilham etti? Eğer böyle bir şey yazacak olsaydı, Ömer hiç itiraz eder miydi?!

Ömer'in kendisi Ebu Bekir'in hilafetinin temellerini atmadı mı?! Halkı zorla ve tehditle hilafeti kabullenmeye zorlamadı mı?! Hatta bu uğurda Hz. Fatıma'nın evini de yakmakla tehdit etmedi mi?! Öyleyse niye Ömer buna itiraz etsin ki?' Acaba senden başka diğer bir muhterem alim böyle bir iddiada bulundu mu?!

Geçmişte ve günümüzde âlimler arasında meşhur olan şudur:

Hz. Ali, Resulullah (s.a.a.) tarafından halife adayı olarak gösterilmişti. Nassın varlığını kabul etmeyenler dahi bu kadarını kabul ederler. Bu hususta Buhari'nin, Sahih'inin "Vasiyetler Kitabı"nda kaydettiği şu rivayet bile yeter:

"Aişe'nin yanında Ali'nin, Resulullah'ın vasisi olduğu söylendi. Bunun üzerine Aişe dedi ki: "Resulullah ne zaman onu kendisine vasi etti ki?! Oysa ben, Resulullah'ın başını göğsüme dayamıştım! Resulullah bir leğen getirmelerini emretti. Sonra benim kucağımda can verdi. Öyle ki ben onun öldüğünü anlamadım. Peki, ne zaman ona vasiyet etti?"(20)

Buhari bu hadisi nakleder. Çünkü orada Aişe, Hz. Ali'nin vasiliğini inkâr etmektedir ve bu, Buhari'nin oldukça hoşuna gitmektedir. Ama biz diyoruz ki: Hz. Ali'nin Resulullah'ın vasisi olduğuna dair Aişe'nin yanında şahitlik edenler doğru söylüyorlar. Zira Aişe onları tekzip etmemiş, sadece inkâr etmek için vasiyetin ne zaman edildiğini sormuştur.
Biz burada diyoruz ki: Resulullah, bazı değerli sahabilerin huzurunda ve Aişe'nin gıyabında ona vasiyet etmiştir. Şüphesiz, ashap da vasiyetin ne zaman edildiğini Aişe'ye söylemişlerdir; ama zamanın otoritesi bunun kaydedilmesine engel olmuştur. Tıpkı üçüncü vasiyetin unutturulması gibi...

Kaldı ki, Ömer'in kendisi, Resulullah'ın (s.a.a.) vasiyetini yazmasına engel olduğunu açıkça itiraf ediyor. Çünkü yazılacak vasiyetin, Ali bin Ebi Talib'in hilafeti ile ilgili olduğunu biliyordu.

İbn-i Ebi'l-Hadid, Ömer bin Hattap ile Abdullah bin Abbas arasında geçen bir konuşmayı nakleder. Orada Ömer, İbn-i Abbas'a; "Ali'nin içinde hilafet konusunda bir şey kalmış mı?" diyor. İbn-i Abbas'ın "Evet!" demesi üzerine Ömer diyor ki: "Resulullah da hastalığında açıkça onun adını ilan edecekti. Ama ben İslam'ı korumak için uyanık davranıp bunu engelledim." (21)

Peki ey kardeşim! Neden gerçeklerden kaçıyorsunuz?! Artık bugün Ümeyye Oğulları ve Abbas Oğullarının karanlık dönemi bitmiştir. Niçin o karanlıkları daha da karartıyorsunuz?! Niçin perdeleri kaldırıp hakikate ulaşmıyorsunuz?! Eğer vereceğiniz cevapta samimi iseniz, Allah'tan sizi hidayet etmesini ve basiret gözünüzü açmasını diliyorum!

6- Buhari, çoğu zaman Resulullah'ın hadislerine eklemeler yaptığı, azalttığı, tahrif ettiği gibi, meşhur tarihi bir olayda Hz. Ali'nin Ebu Bekir'e mutlak üstünlüğünün ispatlandığını görünce, olayı olduğu gibi kenara koymuş ve asla değinmemiştir.

Oysa Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden bir çokları Sahih ve Müsnedlerinde -Mesela; Tirmizi, Sahih'inde(22) Hakim, Müstedrek'inde(23) Taberi, Tefsir'inde(24) Celaleddin Suyuti, ed-Dürr 'ül-Mensur adlı tefsirinde(25) İbn-i Esir, Tarih'inde(26) Muttaki Hindi, Kenz'ül-Ummal'da(27) Belazuri, Ensab'ul-Eşrafta(28) Zemahşeri, Keşşaf adlı tefsirinde(29) ve diğer bir çokları kendi eserlerinde şöyle yazarlar:

"Resulullah (s.a.a), Tevbe Suresinin ilk ayetlerini (Mekke müşriklerine) tebliğ etmesi için Ebu Bekir'i gönderdi. Ardından Hz.Ali 'yi göndererek bu ayetleri onun tebliğ etmesi gerektiğini söyledi. Hz. Ali, Zilhicce'nin sekiz, dokuz ve onuncu günleri (Eyyam-ı Teşrik) halkın arasına gidip Tevbe Suresinin ilk ayetlerini okuyarak şöyle dedi:

"Bu yıldan sonra hiçbir müşrikin haccetmeye hakkı yoktur. Hiçbir kimse çıplak olarak Kâbe'nin etrafında tavaf etmeyecektir." Ebu Bekir geri dönerek; "Ya Resulallah! Benim hakkımda ayet mi nazil oldu?" diye sordu. Resulullah şöyle buyurdu: "Hayır! Ama Cebrail bana gelerek dedi ki: "Senin tarafından ancak kendin ya da senden olan birisi iletebilir."

Buhari, bu rivayeti Sahih'inin "Kur'an Tefsiri Kitabı"nda şöyle rivayet eder:

"Hamid bin Abdurrahman, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder: "O yıl Ebu Bekir, beni de diğer tebliğcilerle birlikte hacca göndermişti. Biz, o yıldan sonra hiçbir müşrikin haccetme hakkı olmadığını ilan etmeliydik."
Hamid bin Abdurrahman der ki: "Sonra Resulullah Ali'yi göndererek Beraat (Tevbe) Suresini ilan etmesini istedi." Ebu Hureyre dedi ki: "Ali, Kurban bayramı günü Mina'da bizimle birlikte Beraat'i ilan ederek dedi ki: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccetmeyecek ve hiçbir kimse çıplak olarak Kâbe'yi tavaf etmeyecektir." (30)

Aziz okuyucular! Hadislerin ve olayların nasıl heva ve heveslere göre değiştirildiğini görüyor musunuz? Acaba Buhari'nin naklettiğiyle diğer Ehl-i Sünnet tarihçileri, hadisçileri ve müfessirlerinin nakli arasında bir benzerlik görüyor musunuz?

Buhari bu rivayette Ebu Bekir'i Resulullah'ın yerine koyuyor ve Ebu Bekir de Ebu Hureyre'yi ve diğerlerini Beraat' i ilan etmek için gönderiyor. Sonra Hamid bin Abdurrahman'ın sözü araya giriyor ve diyor ki:

"Resulullah da Ali'yi Beraat'i ilan etmek için gönderdi." Sonra tekrar Ebu Hureyre devreye giriyor: "Ali de bizimle birlikte Beraat'i ilan edip, bu yıldan sonra hiçbir müşrikin haccedemeyeceği ve hiçbir kimsenin çıplak olarak Kabe'yi tavaf edemeyeceğini bildirdi."

İşte Buhari, bu üslupla Ali bin Ebi Talib'in faziletlerini gizliyor ve Cebrail'in Allah tarafından nazil olup Ebu Bekir'i azlederek Ali'yi onun yerine göndermesi gerektiğini bildirmesini açıklamıyor. Çünkü Ebu Bekir'in ilahı vahiyle azledilip yerine Ali'nin tayin edilmesi, Buhari'nin çok ağrına gitmiş ve bu yüzden onu böylece tahrif etmiştir.

Bir araştırmacı, bu tahrif ve hıyaneti nasıl anlamaz? Ebu Hureyre diyor ki: "Ebu Bekir, o yıl Beraat'i ilan etmek için beni diğer bazılarıyla birlikte hacca göndermişti..." Acaba Ebu Bekir Resulullah'ın zamanında işleri yürütmek için görev mi almıştı?! Nasıl oluyor da bu iş için görevlendirilen şahıs, kendi yerine ashaptan bazılarını gönderebiliyor?!

Bakın Buhari nasıl da gerçekleri altüst ediyor! Resulullah (s.a.a.) tarafından bu önemli iş için gönderilen tek salahiyetli kişi (Hz. Ali) gönderilen adamlardan biri olarak tanıtılıyor. Ayrıca, Ebu Bekir'in azledilip geri dönüşüne (ve bazı rivayetlere göre de ağlamasına) hiç değinmiyor! Resulullah'ın şu sözüne de hiç ilgi göstermiyor: "Cebrail gelerek bana dedi ki: "Bu işi ancak sen ya da senden olan birisi yapabilir."

Evet! Buhari, bütün bunları görmezlikten gelmekte haklıdır! Çünkü bu bir iftihar madalyasıdır ki, Resulullah onu ancak amcası oğlu, halifesi ve vasisine layık görmüştür. Hadiste belirtildiği gibi, bu madalya hem de Cebrail-i Emin vasıtasıyla Âlemlerin Rabbi tarafından ona verilmiştir. Öyleyse artık Buhari gibi yorumcular bu iftihar konusunda; "Muhammed de bir beşerdir, o da hata yapabilir." diyemeyecekler. Dolayısıyla, Buhari bu rivayeti tamamen değiştirmelidir!

Aynı belayı diğer birçok rivayetin başına getiren Buhari, Sahih'inin "Sulh Kitabı"nda(31) Resulullah'ın Hz.Ali'ye buyurduğu, "Sen bendensin ve ben de sendenim." hadisini Ali, Cafer ve Zeyd'in, Hamza'nın kızını istediklerinde söylediğini yazar. Ama İbn-i Mace, Tirmizi, Nesei, Ahmed bin Hanbel ve Kenz'ül-Ummal'ın yazarı, bu hadisi Veda Haccı hutbesinde naklederler: "Resulullah Veda Haccında şöyle buyurmuştu: "Ali bendendir, ben de Ali'denim. Benim görevlerimi sadece ben ve Ali yapabiliriz." (32) Ama böyle bir hadisi nakledecek Buhari nerede?!

7- Bunların dışında Müslim, Sahih'inin "İman Kitabı, Ali'yi ve Ensarı Sevmenin İmandan Olduğuna Dair Delil Babı"nda Hz. Ali'den şöyle nakleder:

"Tohumları yaran ve insanı yaratan Allah'a andolsun ki, Ümmi Peygamber (s.a.a.) bana şunu bildirdi: "Beni müminden başkası sevmez; münafıktan başkası da bana düşman olmaz." (33)

Bu hadisi Tirmizi, Sahih'inde(34) Nesei, Sünen'inde;(35) Ahmed bin Hanbel, Müsned'i(36) ve Fazail'us-Sahabe'sinde;(37) İbn-i Mace, Sünen'inde;(38) Ebu Ya'la, Müsned'inde;(39) Yakubi Tarih-i Bağdad'ında;(40) İbn-i Ebi Şeybe, Müsned'inde(41) naklederler.

Ama Buhari, bunu kesinlikle gördüğü halde nakletmemiştir. Çünkü Müslim'in de kaydettiği senedi sahih olan bu rivayeti naklederse, ashabın çoğunun münafık olduğunun ortaya çıkacağından korkmuştur.

Evet! Asla heva ve hevesiyle konuşmayan ve sadece vahye dayanan Peygamberimizin bu sözüyle anlaşılıyor ki: Ali hak ile batılı, iman ile nifakı birbirinden ayırmaktadır. Çünkü Ali, Allah'ın en büyük ayeti ve bu ümmete olan en büyük hüccettidir. Allah, Resulullah'ın vefatından sonra onun vasıtasıyla Muhammed'in (s.a.a) ümmetini imtihan etmiştir. Münafıklık, insanın kalbindeki gizli sıfatlardan biridir ki, onu ancak bütün gizlilikleri bilen Allah bilir. Ancak Yüce Allah, bu ümmete olan rahmet ve lütfu ile bunun için bir alamet belirtmiştir ki, helak olanlar, apaçık delilden sonra helak olsunlar; kurtulanlar da apaçık delille kurtulsunlar!

Bu yüzden ben şuna inanıyorum ki, Ehl-i Sünnet'in selefi, Buhari'nin bu konudaki kurnazlığının farkına varıp, kaydettiği hadislerin seçmiş olduğu mezhebiyle çelişmemesine özellikle dikkat ettiğini gördükleri için onu herkesten öne geçirmişler. Buna bir örnek daha verelim:

Buhari, Sahih'inin "Hediye ve Hediye Vermenin Faziletleri Kitabı"nda Ubeydullah bin Abdullah'tan Aişe'nin şöyle dediğini nakleder:

"Resulullah'ın hastalığı şiddetlenip de ağrıları ona galip gelince, hastalığını benim evimde geçirmek için diğer eşlerinden izin istedi ve bu izin ona verildi. Sonra iki kişi onu kollarından tutup kaldırdı. O durumda Resulullah'ın ayakları yere değiyordu. Onlardan biri Abbas idi, diğeri de bir başkasıydı."

Ubeydullah der ki: "Bu olayı Abdullah bin Abbas'a anlattığımda; "Aişe'nin adını söylemediği o adamın kim olduğunu biliyor musun?" dedi. Ben; "Hayır!" dedim. Bunun üzerine İbn-i Abbas; "O, Ali bin Ebi Talip idi." dedi."(42)

Bu rivayeti İbn-i Sa'd, sahih sened ile Tabakat'ında; Halebi, es-Siret'ül-Halebiyye'de ve Sünen sahipleri Sünen'lerinde naklederler. Rivayetin sonunda şöyle geçer: "Aişe, Ali'yi hiç sevmezdi ve ondan nefret ederdi."(43)

Aişe'nin Hz.Ali'ye düşman olduğunu gösteren bu cümleyi Buhari nakletmemiştir. Ama biraz dikkat edilecek olursa, rivayet bu şekliyle bile yeterlidir. Aişe'nin, mevlası Emir'ül-Müminin Ali bin Ebi Talib'e olan aşırı düşmanlığını hangi tarihçi ve araştırmacı bilmez ki?!(44) Aişe, düşmanlığının ne boyutta olduğunu, Hz. Ali'nin şehit olduğu haberini duyduğunda secde edip Allah'a şükrederek ortaya koymuştu.

La havle ve la kuvvete illa bi'llah'il-Aliyy'il- Azim!
--------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280 - 281, h. 368.
2- Sünen-i Ebi Davud, c. 1, s. 88, h. 322.
3- Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 265.
4- Sünen-i Nesei, c. 1, s. 170.
5- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 188, h. 569.
6- Sünen-i Beyhaki, c. 1, s. 209.
7- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92.
8- Feth'ul-Bari, c. 1, s. 352.
9- Abese Suresi / 27 - 31.
10- Müstedrek-i Hakim, c. 2, s. 514; Telhis-i Zehebi, c. 2, s. 514, Müstedrek'in hamişinde.
11- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 118.
12- Müstedrek-i Hakim, c. 2, s. 59; Feth'ul-Bari, c. 12, s. 101; Sü- nen-i Ebi Davud, c. 4, s. 140, h. 4399; Sünen-i Beyhaki, c. 8, s. 264; Tezkiret-u İbn'il-Cevzi, s. 147; Menakıb-ı Harezmi, s. 38 - 39.
13- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 204 - 205.
14- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1330, h. 1706.
15- Sahih-i Buhari, c. 8, 196.
16- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 85; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1257, h. 1637.
17- Sahih-i Buhari, c. c. 6, s. 11 - 12; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1259, h. 1637.
18- Maide Süresi /44.
19- el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 5, s. 246.
20- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 3.
21- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Be1ağa, c. 12, s. 20 - 21.
22- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 275, h. 3090 ve 3091.
23- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 52.
24- Tefsir-i Taberi, c. 10, s. 44.
25- ed-Dürr'ü1-Mensur, c. 4, s. 122.
26- Tarih-i İbn-i Esir, c.2, s. 291.
27- Kenz'ül-Umma1, c. 2, s. 417, h. 4389.
28- Ensab'ul-Eşraf, c. 2, s. 155.
30- Zemahşeri, Tefsir, c. 2, s. 243.1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 81.
31- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 241 - 242.
32- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1
Harezmi, s. 79; İbn-i Cevzi, Tezkiret'ul-Havas, s. 36; İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 120.
33- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 86, h. 78.
34- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 643, h. 3736.
35- Sünen-i Nesei, c. 8, s. 116.
36- Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 84.
37- Ahmed bin Hanbel, Fazail'us-Sahabe, c. 2, s. 619, h. 1059.
38- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 42, h. 114.
39- Müsned-i Ebu Ya'la, c. 1, s. 251, h. 291.
40- Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 426.
41- Müsned-i İbn-i Ebi Şeybe, c. 12, s. 56, h. 12113.
42- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 207.
43- et- Tabakat'ul-Kubra, c. 2, s. 231 - 232; es-Siret'ül-Halebiyye, c. 3, s. 457.
44- İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 107'de der ki: İki Arap Ömer'in yanına gelerek aralarında hakemlik yapmasını istediler. Ömer de Ali'den hüküm vermesini istedi. Onlardan biri dedi ki: "Bu mu hakemlik yapacak?" Ömer hemen sinirlenerek onun yakasından tutup dedi ki: "Yazıklar olsun sana! Biliyor musun bu kimdir? Bu senin ve bütün müminlerin mevlasıdır. Mevlası bu olmayan kimse, mümin değildir"
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

BUBARİ'NİN EBL-İ BEYT'İ YEREN RİVAYETLERDEN HOŞLANMASI!

Üzülerek belirtmeliyim ki Buhari, bir kere hakim gücün oluşturduğu "Hulefa Okulu"nu seçip tüm çabasını o okulu güçlendirmek yolunda sarfetmiştir. Daha doğrusu; bu okul, Buhari gibilerini seçerek sultasını güçlendirmek, görüşlerini yaymak ve temellerini sağlamlaştırmak yolunda onlardan yararlanmış, onları kullanmıştır.

Emeviler ve Abbasiler zamanında âlimlerin, azcık bir dünya metaına ulaşmak için dinlerini satarak halifeleri desteklemekte adeta yarıştıklarını bilenler, bu sözümüzü daha iyi anlarlar. Allah Teâlâ’nın da buyurduğu gibi, "Onlar, ahiretlerini dünyaları için sattılar.", "Onların ticareti ne de kötüdür!", "Onlar, kıyamet günü pişman olup hüsrana uğrayacaklardır."

Dün bugüne ne kadar da benziyor! Aynı üslup ve aynı siyaset bugün de devam ediyor. Birçok gerçek alim, evine kapatılıp ortalıkta görünmez olmuş ve halk onları tanımamaktadır. Alim görünüşlü birçok cahil ise, cemaat İmamlığı yapmakta ve kürsülere çıkarak Müslümanların alınyazısı ile oynamaktadır. Bunun sebebi ise hükümete yakın olmaları ve bozuk rejimlerin onayını almış olmalarıdır. Aksi halde Buhari'nin, Allah'ın her türlü pislikten temizleyip arındırdığı Ehl-i Beyt'e karşı beslediği düşmanlık nasıl yorumlanabilir?!

Veya bazıları kendi zamanında yaşamış olan Ehl-i Beyt İmamlarından hadis nakletmemeye özen göstermesi, naklederken de Kur'an ve sünnetle sabit olan masumluklarına gölge düşüren yalan ve uydurma rivayetleri nakletmesi nasıl açıklanabilir?! Bununla ilgili örnekleri inşallah birazdan getireceğiz.

Diğer taraftan Buhari, Ehl-i Beyt düşmanları olan nasibilere ve haricilere yönelerek onlardan rivayet nakleder. Muaviye'den, Amr bin As'tan, Ebu Hureyre'den, Mervan bin Hakem' den, Deccal diye tanınan Mukatil bin Süleyman'dan ve Hz. Ali'nin düşmanı olan İmran bin Hattan'dan rivayet nakleder. Oysa İmran haricilerin şairi olup şiirleriyle Hz. Ali'nin düşmanı ve katili olan İbn-i Mülcem'i methediyordu.

Aynı şekilde Buhari Haricilerin, Mürcie'nin, Mücessime'nin ve zamanın hiç tanımadığı bazı cahillerin rivayetleriyle ihticac eder.

Ayrıca, Sahih'inde tahrif ve yalanla meşhur olan ravilerden bazı saçma ve çirkin rivayetler de nakleder. Örnek olarak Sahih'inin "Nikah Kitabı, Evlenilmesi Helal Veya Haram Olan Kadınlar Babı"nda, "Anneleriniz size haram kılındı..." (1) ayeti hakkında bakınız ne diyor? Bu babın sonunda, "Bunların dışındakiler size helal kılındı..." (2) ayeti hakkında der ki: "İkrime, İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder: "Eğer birisi baldızı ile zina ederse karısı ona haram olmaz."
Daha sonra Yahya Kindi, Şa'bi ve Ebu Cafer'den öyle çirkin bir söz nakleder(3) ki Buhari'yi şerh eden şöyle der: "Âlimlerin, kitaplarını böyle çirkin sözlerden ve kelimelerden korumaları daha uygun olur."(4)

Yine Buhari, Sahih'inin "Kur'an Tefsiri Kitabı"nda [b]"Kadınlarınız sizin tarlanızdır... ,"[/b] (5) ayetiyle ilgili olarak Nafı'den, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini nakleder: "Kadınlara ... yaklaşın." (6) Buhari'yi şerh eden der ki: "Bu cümledeki boş yere "arkadan" kelimesi gelmeliydi. Ama müellif bunu yadırgadığı için yerini boş koymuştur."(7)

Bir gün Paris Sorbon Üniversitesi'nde Peygamberimizin yüce ahlakı hakkında konuşuyordum ve Resulullah'a peygamber olmadan önce bile "Muhammed-i Emin" dendiğinden bahsediyordum. Bir saat süren konuşmamda Resulullah'ın insanların haklarını asla gaspetmediğini ve bazı batılıların iddiasının aksine, dini halka zorla kabul ettirmediğini ispatladım. Konuşmamdan sonra soru ve cevaplar başladı ve oradakilerin Müslümanlar ve İslam tarihi ile ilgili bütün sorularını cevaplayarak galip geldim. O sırada Lübnanlı olduğunu tahmin ettiğim Hıristiyan bir Arap kurnazca bir soru sorarak az daha benim zaferimi ağır bir yenilgiye çevirecekti.

Arapça'yı çok güzel konuşan bu doktor bana itiraz ederek dedi ki: "Sizin sözleriniz mübalağayla doludur. Özellikle Resulullah'ın masumluğu hakkındaki sözleriniz. Oysa, Müslümanlar ve hatta Muhammed'in kendisi bile bunu kabul etmez. O, birçok yerde normal bir insan olduğunu ve hata yapabileceğini söylemiştir. Müslümanlar da onun birçok hatalarını saymışlardır. Müslümanların muteber kitapları bunu itiraf ederler. Siz savaşlar konusuna tarih kitaplarına başvurarak onun gazvelerini okuyun. Peygamber hayatı boyunca hep savaşlar başlattı; vefatından sonra da Raşit Halifeler onun yolunu devam ettirdiler. Nihayet savaşarak Fransa'nın batısındaki "Poitier" kentine ulaştılar ve her yerde zorla ve kaba kuvvetle yeni dinlerini halka yüklediler."

Toplantıda bulunanlar alkışlarla onu desteklediler ve ben, Müslümanlar kitaplarında yazsalar bile doktorun söylediklerinin doğru olmadığını anlatarak onları ikna etmeye çalıştım. Ama salondakiler kahkaha atarak benimle alay ettiler.

Hıristiyan doktor yeniden söze başlayarak bu söylediklerini en güvenilir kitaplar olan Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’den naklettiğini söyledi.

Ben de; "Sahih-i Buhari ile Sahih-i Müslim sadece Ehl-i Sünnet'e göre muteberdir; ama benim mensup olduğum Şia mektebine göre bunların hiçbir itibarı yoktur." cevabını verdim.

Bunun üzerine o şöyle dedi: "Bize göre Şia'nın görüşü önemli değildir. Çünkü Müslümanların çoğu onları tekfir ederler. Ehl-i Sünnet Müslümanlar, Şia'nın on katı kadar olup Şiilere hiç değer vermezler."
Sonra alaylı bir şekilde gülerek şöyle devam etti: "Eğer siz Müslümanlar kendi aranızda Peygamberinizin masum olduğu konusunda anlaşırsanız, işte o zaman bizi ikna edebilirsiniz."

Sonra tekrar bana dönerek; "Muhammed'in yüce ahlakı konusunda konuşma yaptığın için sana bir soru soracağım." dedi. "Muhammed elli dört yaşını geçtiği halde altı yaşını geçmeyen Aişe ile neden evlendiği konusunda burada bulunanları ikna edebilir misin?"

Tekrar gülüşmeler başladı ve benim cevabımı işitmek için herkes boynunu uzattı. Ben onları şöyle ikna etmeye çalıştım:

"Araplarda evlilik iki merhalede gerçekleşirdi. Birinci merhalede sadece evlilik akdi okunur, daha sonra düğün yapılırdı. Aişe altı yaşındayken sadece akdi Hz. Muhammed' e okundu; dokuz yaşını doldurup büluğa erinceye kadar da babasının evindeydi. Eğer Buhari'yi kabul ediyorsanız, Buhari bunu söylemektedir. Ama ben şahsen bu rivayetin doğrulundan şüpheleniyorum. Çünkü, o zamanda nüfus dairesi yoktu; doğum ve ölüm tarihleri tam olarak kaydedilmiyordu. Bu rivayetin sahih olduğunu kabul etsek dahi, demek ki Aişe dokuz yaşında büluğa ermiştir ve (bunun hiçbir sakıncası yoktur. Bugün de dokuz on yaşlarında ergenlik çağına eren kızlar vardır. Dolayısıyla Aişe, büluğa erip adet gördükten sonra Resulullah onunla evlenmiştir. İslam'da, Fransa'da olduğu gibi büluğ yaşı 18 değildir. Kızların hayız görmesi ve erkeklerden meni gelmesi büluğ alametidir. Hepimiz biliyoruz ki bazı erkeklerden on yaşında dahi meni gelebilir; bazı kızlar da on yaşına varmadan adet görebilirler."

Bu arada bir kadın ayağa kalkarak; "Bilimsel olarak sözlerinin doğruluğunu kabullensek dahi, öyle yaşı başı geçmiş bir adam böyle küçük bir kızla nasıl evlenebilir?!" dedi.

Ben ona cevaben; "Muhammed Allah'ın peygamberidir." dedim. "O, hiçbir işi ilahi emir olmadan yapmaz. Bu işte muhakkak benim gibi birinin bilmediği bir hikmet vardır. "

Hıristiyan doktor; "Ama bu, Müslümanların içinde bir adettir." dedi. "Çoğu kez babalar küçük kızlarını zorla yaşlı adamlarla evlendirirler ve maalesef bu adet bugün de devam etmektedir."

Fırsatı ganimet bilerek; "Bu yüzden ben Sünni mezhebini bırakarak Şii oldum." dedim. "Zira Şia'da, kadın istediği şahısla evlenme hakkına sahiptir ve kimse onu herhangi biriyle evlenmeye zorlayamaz."

Hıristiyan doktor; "Şimdi Şii - Sünni konusunu bir kenara bırakalım da Muhammed'in Aişe ile evliliğine dönelim!" dedi. Sonra toplantıdakilere dönerek alaylı sözlerle; "Muhammed elli yaşını aşmış bir peygamberdir." dedi. "Aişe ise evlilik hakkında hiçbir şey bilmeyen küçük bir kızdır. Buhari'nin kendisi de rivayet eder ki; Aişe, Resulullah'ın evinde oyuncaklarla oynardı.(8) Bu da onun çocuk olduğunu gösterir. Peki, Peygamberinizin yüce ahlakı nerede kaldı?!"

Resulullah hakkında Buhari'nin hüccet olamayacağını söyleyerek tekrar onları ikna etmeye çalıştıysam da hiç faydası olmadı. Çünkü Lübnanlı Hıristiyan istediği gibi halkın fikirleriyle oynamıştı. Biz birbirimizi anlayamıyorduk. Ben Buhari'de yazılanları kabullenmediğimi söylediğim halde, o bana karşı Buhari'yi delil gösteriyordu. Bu yüzden konuyu bitirmek zorunda kaldım."

Oradan çıkarken İslam'ın ve Hz. Muhammed'in (s.a.a.) aleyhine İslam düşmanlarının eline keskin bir kılıç veren Müslümanlara ve en başta Buhari'ye çok kızmıştım. Üzgün bir halde eve dönerek Buhari'nin sayfalarını karıştırarak Aişe'nin faziletlerini aramaya başladım. Sonra basiret gözümü açarak beni hidayet ettiği için Allah'a şükrettim. Aksi halde, Allah göstermesin, ben de Resulullah'ın kişiliği hakkında şaşkın kalıp, şüpheye düşerdim.

O toplantıda söz konusu edilen bazı rivayetleri burada naklederek, eleştirenlerin bize iftira atmadığını, aksine bunları Sahihlerden aldıklarını belirtmek istiyorum.

Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Resulullah'ın Aişe İle Evlenmesi Babı"nda Aişe'den şöyle nakleder:
"Resulullah benimle evlendiğinde altı yaşındaydım. Sonra Medine'ye gelerek Beni'l-Hars bin Hazrec'in evine yerleştik. Ben öyle hastalandım ki saçımın ön kısmı döküldü. Ben arkadaşlarımla oynarken annem Ümmü Rumman gelerek beni çağırdı. Beni ne için çağırdığını bilmiyordum. Annem, elimden tutarak beni kapıya kadar götürdü. Ben nefes nefese kalmıştım. Biraz sakinleştiğimde yüzümü yıkayarak beni odaya götürdü. Odada Ensar'dan bazı kadınlar da vardı. Onlar; "Hayırlı ve bereketli olur inşallah!" dediler. Sonra annem beni onlara teslim etti. Onlar beni bezeyerek öğlen olmadan Resulullah'a teslim ettiler. Ben o zaman dokuz yaşındaydım." (9)

Ben bunun gibi rivayetler hakkında hiçbir açıklama yapmadan yorumu siz aziz okuyuculara bırakıyorum.

Yine Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "Ben Resulullah'ın huzurunda oyuncak bebeklerle oynardım; benimle oynayan arkadaşlarım da vardı. Resulullah içeri girdiğinde onlar utanırlardı, ama Resulullah onlara iyi davranır, onları benimle oynamaya teşvik ederdi; onlar da benimle oyuna devam ederlerdi." (10)

Aziz okuyucular! İnsafla konuşacak olursak, Buhari'deki bu rivayetleri okuduktan sonra, batılı eleştirmenlere söyleyebileceğimiz bir sözümüz kalır mı?!

Allah aşkına bana söyleyin! Aişe'nin Resulullah'a söylediği, "Görüyorum Rabbin, nefsinin isteklerini hemen yerine getiriyor!" (11) sözünü okuduğunuz zaman, Resulullah'ın temizliğinden şüphelenen böyle bir kadına karşı kalbinizde zerre kadar saygı kalır mı?! Acaba bu, onun aklının, rüşdünün eksik olduğunu göstermiyor mu?!

Buhari'de, "Resulullah'ın nefsani isteklerinin hemen yerine getirildiği" veya "bir saatte on bir karısıyla yattığını ve o otuz erkeğin gücüne sahip olduğu" kaydedildikten sonra, İslam düşmanlarının, Resulullah'ın haşa- kadın düşkünü olduğu yönündeki iddialarına nasıl cevap verebiliriz?!

Evet! Bu konuda asıl suçlu, bu saçmalıkları o kitaplarda okuyup da onaylayan ve o kitapları Kur'an gibi muteber kabul eden Müslümanlardır. Fakat gerçek şu ki, Müslümanlar özgür seçimleriyle bu yolu seçmiş değiller. Bilakis başlarındaki otoriteler, onları bu yöne yönlendirmiş ve bu kitapları onlara kabul ettirmişler.

Şimdi gelin de Buhari'nin Ehl-i Beyt'e attığı iftiralara birlikte göz atalım:

Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı" nda Ali bin Hüseyin'den, babası Hüseyin bin Ali'nin, babası Ali bin Ebi Talip'ten şöyle naklettiğini kaydeder:

"Bedir ganimetlerinden benim hakkıma bir deve düşmüştü. Resulullah da o gün Allah'ın kendisine geri döndürdüğü humustan bana bir deve vermişti. Ben Peygamber'in (s.a.a.) kızı Fatıma'yı (s.a.) evime getirmek istediğimde, Kaynuka Oğullarından bir kuyumcuyla, gidip biraz izhır (güzel kokulu bir bitki) getirmeyi kararlaştırdık. Onu getirip kuyumculara satmak ve parasıyla düğün yemeği masraflarının bir miktarını karşılamak istiyordum. Ben iki devemin semerleri, hararları ve iplerini toplamakla meşkuldüm. Develerimi de Ensar'dan birinin evinin yakınlarına bağlamıştım. Geri döndüğümde develerin hörgüçlerinin kesildiğini, böğürlerinin yarıldığını ve ciğerlerinin çıkarılıp götürüldüğünü gördüm! Gözlerimin gördüğüne inanamıyordum! "Kim bu işi yaptı?" diye sorunca dediler ki: "Hamza bin Abdulmuttalib yaptı! O şimdi Ensar' dan bir grupla birlikte şu evde oturmuş, şarap içiyor. Orada şarkı söyleyen bir cariye de var. O, söylediği şarkılarıyla Hamza'yı bu işe teşvik etti. Hamza da hemen kılıcını alarak develerin başına bu belayı getirdi."

Ben hemen Resulullah'ın yanına koştum. Zeyd bin Harise de oradaydı. Resul-i Ekrem halimi görünce; "Sana ne oldu?" diye sordu. "Ya Resulallah!" dedim. "Hiç böyle bir gün görmemiştim. Hamza benim iki deveme saldırarak onları parçalayıp ciğerlerini çıkarmış. Şimdi de şarap içenlerle birlikte aynı evde oturmuş, şarap içiyor."

Resulullah abasını sırtına atarak yola çıktı; ben ve Zeyd de peşinden gidip o eve vardık. Resulullah içeri girmek için izin istedi. İzin verdiklerinde içeri girer girmez Hamza'yı kınamaya başladı. Sarhoşluktan gözleri kızarmış olan Hamza Resulullah'a şöyle bir baktı; sonra dizlerine baktı; sonra tekrar Resulullah'a bakarak dedi ki: "Siz benim babamın köleleri değil misiniz?" Resulullah onun sarhoş olduğunu anlayınca arkasını dönerek evden çıktı; biz de onunla beraber çıkıp gittik!!" (12)

Aziz okuyucular! Baştan sona yalan, suçlama ve iftira dolu olan bu rivayetin Seyyid'üş-Şüheda Hamza'ya nasıl hakaret ettiğini görüyor musunuz?! Bunun sebebi şudur: Hamza Ehl-i Beyt'in iftiharıydı. Hz. Ali (a.s.) şiirlerinde onu över ve, "Seyyid'üş-Şüheda (Şehitlerin Efendisi) Hamza benim amcamdır." diyerek onunla övünürdü. Resulullah da onunla övünürdü. Hamza şehit olduğu zaman çok üzülmüş, ona ağlamış ve "Seyyid'üş-Şüheda" lakabını ona vermişti.

Zayıf Müslümanlar gizlice ibadet ederlerken Allah Hamza'nın vücuduyla İslam'a izzet bağışladı. O, Kureyş'in karşısında tavrını açıkça kardeşinin oğlundan yana koyarak eşsiz bir cesaretle Müslüman olduğunu ilan etti.

Hamza, Resulullah'tan önce hicret ederek Resulullah'ın Medine'ye girmesinin hazırlıklarını yaptı. Hamza ile kardeşinin oğlu Ali, Bedir ve Uhud kahramanlarıdır. Buhari'nin kendisi Sahih'inin "Kur'an Tefsiri Kitabı"nda Hz. Ali'den şöyle nakleder: "Kıyamet günü Rabbinin huzurunda, düşmanlarının aleyhinde dava açacak olan ilk kişi benim."

Kays der ki: "Bu iki grup, Rableri hakkında çekişen iki düşmandırlar.' (13) ayeti Bedir'de birbirleriyle çarpışan Ali, Hamza ve Ubeyde ile Şeybe bin Rabia, …. ve Velid bin Utbe hakkında nazil olmuştur." (14)

Evet! Ehl-i Beyt'in iftiharı olan Hamza hakkında bu gibi karalamaları nakletmek Buhari'nin hoşuna gidiyor! Bu rivayeti uyduranların zinciri ise uzayıp gidiyor. Buhari bu uydurma rivayeti Abdan'dan, o da Abdullah'tan, o da Yunus'tan, o da Ahmed bin Salih'ten, o da Anbese'den, Yunus'tan, o da Zühri'den, Zühri de İmam Ali bin Hüseyin'den nakleder.(15) Yani Buhari'yle İmam Zeynelabidin (a.s.) arasında yedi vasıta vardır. Şimdi size soruyorum:

Acaba "ibadet Edenlerin Ziyneti", "Secde Edenlerin Efendisi" lakaplarını alan İmam Ali bin Hüseyin'e (a.s.) böyle yalan ve iftiraları rivayet etmek yakışır mı?! Acaba Resulullah tarafından "Seyyid'üş-Şüheda" lakabına layık görülen Hz. Hamza, Müslüman olup hicret ettikten sonra, hem de şehadetinden birkaç gün önce şarap içebilir mi?! Acaba Seyyid'üş-Şüheda'ya, şarkı söyleyen, kötü işler yapan bir cariyesinin olduğunu yakıştırabilir misiniz?! Acaba Seyyid'üş-Şüheda, kesilmemiş hayvanın etini yer mi?! Acaba Seyyid'üş-Şüheda, develerin böğürlerini yararak ciğerlerini çıkarıp yer mi?!

Acaba Resulullah şarap içilen, günah işlenen bir eve girmek için izin ister mi?! Resulullah'ın böyle bir yere girmesi mümkün müdür?!

Acaba Şehitlerin Efendisi Hamza'nın, gözlerinin şarap içmekten kızarmış olması ve Resulullah'a, babasının kölesi olduğunu söyleyerek sövmesi mümkün müdür?!

Acaba Resulullah'ın (s.a.a.), Hamza'yı böyle bir durumda görmesine rağmen en azından onu kınayıp azarlamadan arkasını dönüp gitmesi mümkün müdür?! Hani o Allah için gazaplanırdı?!

Benim hiç kuşkum yok ki, eğer bu rivayette Hamza'nın yerine Ebu Bekir, Ömer, Osman veya Muaviye'nin adı geçseydi, Buhari kesinlikle onu nakletmezdi. Nakletseydi de kesinlikle onu değiştirir veya eksiltirdi. Ama elden ne gelir ki?! Buhari, bir kere Ehl-i Beyt'i sevmiyor. Çünkü Ehl-i Beyt, " Hulefa Okulu"nu kabullenmemiş ve bu yüzden de hepsi Kerbela faciasında katledilmişlerdi. Onlardan yalnız Ali bin Hüseyin (a.s.) kurtulmuştu. Buhari, mezkûr rivayeti, işte bu Ali bin Hüseyin'in dilinden nakletmektedir!

Ehl-i Beyt'in fıkhı, ilimleri, ahlakı, zühdü ve faziletleri Şiilerden önce Sünni kitaplarını doldurduğu halde neden Buhari onlardan hiçbir şey nakletmiyor acaba?!

Şimdi de Buhari'nin, başta Ali bin Ebi Talip (a.s.) olmak üzere Ehl-i Beyt'i kötüleyen diğer bir rivayetini okuyalım. Ehl-i Beyt düşmanları, Ali bin Ebi Talip'te hiçbir eksiklik bulamayınca, bir rivayet uydurarak onu -haşa- namazı hafife almakla suçladılar.

Buhari, Sahih'inin "Güneş Tutulması Kitabı"nda Ebu'l-Yeman'dan, o da Şuayb'dan, o da Zühri'den Ali bin Hüseyin'den, o da Hüseyin bin Ali'den Ali bin Ebi Talib'in şöyle dediğini nakleder: "Resulullah bir gece benim ve kızı Fatıma'nın (s.a.) kapısını çalarak, "Namaz kılmıyor musunuz?" dedi. Ben dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Canımız Allah'ın elindedir; eğer Allah isterse namaz kılarız, istemezse kılmayız." Ben böyle söyleyince Resulullah bir şey söylemeden gitti. Sonra elini dizine döverek; "İnsan ne kadar da cedelcidir!" (16) dediğini duydum." (17)

Hayır! Ey gafıl Buhari! Ali bin Ebi Talip öyle birisidir ki, tarihçiler onun hakkında şöyle yazarlar: "O, Sıffın savaşında köpeklerin hırladığı gecede dahi, ok yağmurunun altında seccadesini serip gece namazını kılardı. Okların sağına ve soluna düşmesine aldırmadan gece namazını kılmaya devam ederdi."
Ey Buhari! Sen, insanlara kaza ve kaderi öğreten ve insanı kendi amellerinden sorumlu tutan Ali bin Ebi Talib'i "cebirci" olarak mı tanıtacaksın?! Resulullah'ın (s.a.a.) karşısına çıkıp; "Bizim canımız Allah'ın elindedir. O isterse namaz kılarız, istemezse namaz kılmayız." diyerek "cebr"i savunduğunu mu söylemek istiyorsun?!

Ey Buhari! Ali bin Ebi Talip öyle birisidir ki, onu sevmek iman, ona düşman olmak nifaktır. Şimdi sen, onun cedelci olduğunu mu söylüyorsun?! Allah'a andolsun ki, senin bu yalanını Hz. Ali'nin katili İbn-i Mülcem ve hatta halkı Hz. Ali'ye lanet okumaya zorlayan Muaviye dahi kabul etmezdi! Bu çok gülünç ve çirkin bir yalandır. Ama sen bu yalandan istifade ederek Ehl-i Beyt'e düşman olan halifeleri ve hakimleri sevindirdin! Bu yüzden de onlar, dünyada senin makamını yücelttiler. Ama sen, bu tutumunla kesinlikle Rabbini gazaplandırdın! Çünkü sen müminlerin emiri, vasilerin efendisi, cennet ile cehennemi taksim eden ve kıyamet günü herkesi yüzünden tanıyarak(18) cehennemliklere; "Siz cehenneme!", cennetliklere de; "Siz de cennete!" diyecek olan Hz. Ali'ye hakaret ettin.(19)

Kıyamet günü de amel defterin, bu dünyadaki kitabın gibi böyle süslü püslü olacak mı?!

Evet! Efendisi Ömer bin Hattab'ın su bulmayınca günlük farz namazı terk etmesi, "Ben namaz kılmam"(20) demesi, hilafete ulaştıktan sonra aynı görüşte olması ve böylece Kur'an ve sünnete karşı çıkması Buhari'nin gücüne gitmiştir! Dolayısıyla, aramış taramış, sonunda hadis uyduran deccallardan, "Hz. Ali gece namazına kalkmıyordu" diye bir rivayet bulmuştur!

Kaldı ki, rivayetin doğru olduğunu farzetsek bile, Hz. Ali'ye hiçbir zararı olmaz. Çünkü rivayet, sünnet namazla ilgilidir. Eğer birisi onu kılarsa sevap kazanır, kılmazsa günah yazılmaz. Bunu, kesinlikle Ömer'in farz namazı kılmayıp terk etmesiyle mukayese edemeyiz.

Ancak bu, sırf bir varsayımdır ve söz konusu rivayet kesinlikle doğru olamaz, hatta onu Buhari nakletmiş olsa bile! Çünkü Buhari, sadece Ehl-i Sünnet'in yanında muteberdir.

Ehl-i Sünnet ise, Emeviler ve Abbasilerin siyaseti doğrultusunda gelişen "Hilafet Okulu"nu desteklerler. Bugün artık gün gibi açığa çıkmış olan bu gerçeği araştırmacılar çok iyi bilirler. Ehl-i Beyt ve Şiilerine karşı düşmanlık siyasetini izleyen yöneticilere uyan Ehl-i Sünnet ve Cemaat da, Ehl-i Beyt düşmanlarını sevip Ehl-i Beyt dostlarına düşman kesilmekle, farkında olmadan Ehl-i Beyt' e ve Şiilerine düşman oldular. Bu yüzden, Buhari'yi bugün olduğu seviyeye çıkardılar. Dolayısıyla, onların yanında Ehl-i Beyt'in ya da On İki İmam'ın hiçbir eserini göremiyoruz. Hatta, Musa'ya göre Harun nasıldıysa, Resulullah'a göre öyle olan veya Resulullah'a yakınlığı, Resulullah'ın Rabbine yakınlığı gibi olan, ilim şehrinin kapısı Hz. Ali'nin dahi, kayda değer bir eserini göremiyoruz.

Ehl-i Sünnet'e bu konuyla ilgili olarak şunu soruyoruz: Sizin, Buhari'yi diğer âlimlerinizden daha üstün görmenizin sebebi nedir?

Bence bu sorunun tek cevabı şudur: Çünkü Buhari;

1- Sahabe, özellikle de Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Muaviye aleyhindeki rivayetleri değiştirmiştir. . . Bunu Muaviye ve ondan sonraki halifeler emretmişti.

2- Resulullah'ın (s.a.a.) masumluğuyla uyuşmayan ve onu hatalar işleyen normal bir insan gibi gösteren uydurma rivayetleri bolca nakletmiştir... Bunu asırlar boyu çoğu halifeler arzulamıştı.

3- Özellikle ilk üç halifenin Hz. Ali'ye üstün olduklarını gösteren rivayetleri bolca nakletmiştir... Muaviye -kendi zannınca- özellikle bu vesile ile Hz. Ali'nin adını tarihten silmek istiyordu.

4- Ehl-i Beyt'i yeren uydurma hadisleri nakletmiştir.

5- Kaza ve kader konusunda cebri onaylayan rivayetleri nakletmiştir... Emevi ve Abbasi halifeleri, ümmetin üzerindeki egemenliklerini koruyabilmek için bu inancı yayıyorlardı.

6- Halkı uyutmak için efsanelere benzeyen saçmalıkları rivayet etmiştir... Buhari'nin dönemindeki halifeler de bunu istiyorlardı. Örnek olarak şu rivayete dikkat ediniz:

Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Cahiliye Günleri Babı"nda şöyle nakleder:

Amr bin Meymun der ki: "Cahiliye döneminde zina yapan bir maymunu recm eden (taşlayan) birçok maymun gördüm. Ben de onlarla birlikte o maymunu recm ettim."(21)

Biz Buhari'ye diyoruz ki: Belki de Allah Teala maymunlara acıdı da onları cennetten çıkardıktan sonra, cahiliye döneminde onlara farz kıldığı "recm" hükmünü kaldırarak İslam gelince zinayı onlara helal kıldı! Bu yüzden Resulullah'ın (s.a.a.) bi'setinden bu yana hiçbir Müslüman zina yapan bir maymunu taşladığını veya onun maymunlar tarafından taşlandığını gördüğünü iddia etmemiştir!!!
-------------------------------
1- Nisa Suresi /23.
2- Nisa Suresi /24.
3- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 13 - 14.
4- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 127, hamiş.
5- Bakara Suresi / 223.
6- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 35.
7- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 160, hamiş.
8- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 179.
9- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 70 - 71.
10- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 37.
11- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 147.
12- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 105 - 106.
13 - Hacc Suresi / 19.
14- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 123 - 124.
15- Sahih-i Buhari, c. 5, s. ıo5.
16-Kehf Suresi /54.
17- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 62.
18- Şevahid'ut-Tenzil, c. 1, s. 198.
19- İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 126.
20- Sünen-i Ebi Davud, c. i, s. 88.
21- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 56.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

SON SÖZÜMÜZ

Buhari'de mevcut olan bu kadar hurafe ve saçmalıktan Sonra özgür araştırmacılar ve âlimler hala susacak ve konuşmayacaklar mı?

Bazıları şöyle sorabilir: Neden özellikle Buhari'ye bu kadar yükleniliyor? Halbuki diğer hadis kitaplarında onun kat kat fazlası saçmalıklar vardır?!

Bu söz doğrudur; ama biz özellikle Buhari'yi şu sebepten dolayı seçtik: Buhari, artık Ehl-i Sünnet'in yanında bir hadis kitabı olmaktan çıkmış ve içinde hiçbir batıl bulunmayan ve içindekilerin hepsi sahih olan kutsal bir kitap konumuna gelmiştir. Ona bu kutsallığı, özellikle Abbasiler döneminde İslam ümmetine hüküm süren sultanlar ve padişahlar kazandırdılar.

Diğer taraftan her zaman sultanların peşinde koşan kötü alimler de, makam ve servete ulaşmak için, "ihtilaf yarat, hüküm sür" siyasetinin piyonları olarak kimseye içtihat izni vermediler. Böylece Hicri ikinci asrın başlarında sultanlar tarafından içtihat kapısının kapatılmasıyla çoğunlukta olan Ehl-i Sünnet ile azınlıkta olan Ali Şiileri arasındaki ihtilafların halli yoluna gidilmesine engel oldular. Ehl-i Sünnet alimleri, bu siyasi oyuna gelerek Şiileri red ve tekfır ettiler; onlara olmadık iftiralar atarak aleyhlerinde binlerce kitap yazdılar. Bunun neticesinde binlerce suçsuz insan öldürüldü. Bu insanların tek suçu ise, Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin velayetini kabul edip onlara uymak ve ümmetin boynuna zorla yüklenen hâkimleri reddetmekti.

Maalesef, ilim ve özgürlükler çağı olarak adlandırılan günümüzde de aynı durum yaşanmaktadır. Bugün eğer bir âlim taassup ve taklit zincirlerinden kurtularak, Şiilik kokusu gelen bir yazı yazarsa, kıyameti koparır ve olanca güçleriyle onu kınar ve tekfır ederler. Tek nedeni ise, onların alışık oldukları şeye karşı çıkmış olması! Ama eğer birisi Buhari'yi öven bir kitap yazarsa, onu büyük âlim olarak tanıtıp her taraftan ona övgüler yağdırırlar. Namaz ve oruçları da, onları bu dalkavukluk ve yağcılıktan engellemez.

Allah'ın kullarının çoğunun Sırat-ı Mustakim'den sapmasının sebebi nedir acaba?! Kur'an-ı Kerim'de Yüce ve Aziz Allah ile kovulmuş Şeytan arasında geçen konuşma, bu gizli sırrı ortaya çıkarmaktadır:

"(Allah) dedi ki: Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?

(Şeytan) dedi ki: "Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan."

Dedi ki: Öyleyse çık cennetten! Bu senin kibrinin cezasıdır. Çık, sen hakir ve alçaksın!

Dedi ki: Beni kıyamete kadar yaşat.

Dedi ki: Sen kıyamete kadar yaşayacaksın.

Dedi ki: Beni azdırdığın için ben de senin kullarını doğru yoldan çıkaracağım. Sonra onlara önden, arkadan, sağdan ve soldan saldıracağım. Artık, onların çoğu sana şükretmeyecekler.

Dedi ki: Çık cennetten! Sen ve onlardan sana uyanlar kovulmuşsunuz ve cehennemi seninle ve onlarla dolduracağım."(1)


Bir başka yerde ise şöyle buyuruyor:

"Ey Adem oğulları! Şeytan, ananızı, babanızı cennetten çıkardığı ve avret yerlerini onlara göstermek için büründükleri elbiseyi sıyırıp üstlerinden attığı gibi, sakın sizi de bir derde uğratmasın. O ve ona mensup olanlar, sizin görmediğiniz yerlerden sizi kollar ve görürler. Şüphesiz biz şeytanları iman etmeyenlere dost ettik. Onlar kötü iş yapınca derler ki: Babalarımız da bu işi yaparlardı, öyle bulduk onları ve bunu bize Allah emretti. De ki: Allah kesinlikle kötülüğü emretmez. Allah'a bilmediğiniz şeyi mi isnat ediyorsunuz? De ki: Rabbim bana adaletle hareket etmemi emretti. Ve her secde yerinde, her namazda yüzünüzü kıbleye döndürün, dininizde halis olup ona bağlanarak kulluk edin.

Nasıl sizi O yarattıysa yine O'na döneceksiniz. Halkın bir bölümünü hidayet etti, bir bölümü ise sapıklığı hakketti. Onlar, Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar. " (2)


Bu yüzden bütün Müslüman kardeşlerime diyorum ki:
Şeytana lanet edin ve onun kalbinize ulaşmasına izin vermeyin. Gelin de Kur'an'ın ve doğru sünnetin emrettiği ilmi konuları tartışalım. Sadece sizin ve bizim yanımızda sahih olan şeyleri delil olarak getirelim. İhtilaf ettiğimiz şeyleri bir kenara bırakalım.

Resulullah (s.a.a.); "Benim ümmetim yanlış üzere toplanmaz." buyurmuyor mu?! Demek ki doğru ve hak olan, Şiilerle Sünnilerin toplanıp ittifak ettikleridir; batıl ise onların ihtilaf ettiği şeylerdir. Eğer sadece bu direği dikebilirsek sefa, samimiyet, dostluk, muhabbet, bereket ve Allah'ın yardımı yeri göğü dolduracaktır.

Artık beklemeye fırsat yoktur ve bunun zamanı gelmiştir. Hepimiz kitaplarımızın müjdelediği Hz. Mehdi'yi (a.s.) beklemekteyiz. Bu, bizim alınyazımızın aynı olduğunu göstermiyor mu?! Şiiler sizin kardeşlerinizdir; Ehl-i Beyt de onlara ait değildir. Hz. Muhammed (s.a.a.) ve Ehl-i Beyti (a.s), bütün Müslümanların İmamlarıdırlar. Şii ve Sünni olarak Resulullah'ın (s.a.a.) şu hadisini ittifakla kabul ediyoruz:

"Size iki emanet bırakıyorum; onlara sarılırsanız asla sapıtmazsınız: Kur'an ve Ehl-i Beyt." (3)

Hz. Mehdi de Ehl-i Beyt'tendir. Bu da başka bir delil değil midir?!

Artık karanlıklar ve zulüm çağı geçmiştir. Allah'a andolsun ki, hiç kimse Resulullah'ın Ehl-i Beyti kadar zulüm görmemiştir. Minberlerde onlara lanetler okunmuş, Müslümanların gözleri önünde kendileri öldürülmüş, kadınları ve çocukları esir edilmiştir. Artık Resulullah'ın Ehl-i Beyt'ine yapılan zulümleri kaldırmanın ve ümmeti onların sıcak yuvasına geri döndürmenin zamanı gelmiştir. Onların yuvası rahmet ve sevgi ile doludur. Gelin onların şeref ve fazilet dolu ağacının altında gölgelenelim. Onlara Allah ve melekler salat ederler; Müslümanlara da onlara salat ve selam göndermeleri emredilmiştir. Tıpkı onları sevmeleri ve velayetlerini kabul etmeleri emredildiği gibi...

Ehl-i Beyt'in faziletlerini Müslümanlar inkar etmedikleri gibi şairler de asırlar boyu onları bu faziletleriyle övmüşlerdir. Örneğin; Ferazdak, Ehl-i Beyt hakkında der ki:

Takva ehli sayılırsa, İmamları "onlar" denir
En iyiler aranırsa, başlarında onlar gelir
Onlara buğzetmek, hiç kuşkusuz küfürdür
Sevmelisin onları; bu Allah'ın emridir
Allah'ı andıktan sonra onları anmalısın
Onlarla başlamış bu din, onlarla bitecektir. (4)


Ünlü şair Ebu Firas, Ehl-i Beyt'i övdüğü ve Abbas Oğullarını yerdiği kasidesinin bir bölümünde şöyle der:

Ey şarap müşterileri! Bunlar sizin iftiharlarınız değil
Bunlar din uğrunda kanlarını akıtanların iftiharlarıdır
Ne sorarsan, cevap verirler onlar
Amel yönünden de herkesten öndedirler
Gazaplanırlarsa, Allah için gazaplanırlar
Hükmettiklerinde Allah'ın sınırlarını aşmazlar
Onların evlerinden seher vakitlerinde
Yükselir Kur'an sesi
Sizin evlerinizdense, duyulur saz ve eğlence sesi
Rükün, Kâbe ve örtü onların menzilidir
Zemzem, Sara ve Harem ve Hacer'ul-Esved de
Kur'an'da yemin edilmişse, onlara edilmiştir.


Beyhaki ve Kastalani, Ebu Abdullah Muhammed bin Ali el-Ensari eş-Şatibi'den şöyle bir şiir naklederler:

Ebu Bekir ile Ömer'i kötülemek istemem
Ama Haşim Oğullarını oldukça çok severim
Ali ve evlatlarını sevdiğim için kınanmaktan korkarım
Diyorlar ki: Ne oluyor da onları
Hıristiyanlar da seviyor
Arap ve acemin seçkinleri de?
Diyorum ki: Onların sevgisi, bütün mahlukatın
Hatta hayvanların da kalbine işlemiştir. (5)


Bazı Hıristiyanlar Ehl-i Beyt'in, özellikle de Ali bin Ebi Talib'in faziletleri hakkında kitaplar yazmışlardır. İşte Şatibi de buna değinerek diyor ki: Hıristiyanlar bile onları seviyor.

Keşf'ul-Gumme adlı eserde bazı Hıristiyanların Hz. Ali'nin methinde şöyle söyledikleri nakledilir:

Ali'dir müminlerin velisi ve emiri
Ondan başka kimsenin yok hilafette hakkı
Ulu bir soyu var, yüce de bir nesebi
Herkesten önce o, kabul etmiş İslam'ı
Toplamış bir araya bütün faziletleri
Nebi'den sonra o, en cesur ve en takvalı
Ve bütün insanların en üstünü, efdali
Dinimden başka bir din seçecek olsaydım
Müslümanlık içinde seçerdim Şiiliği(6)


Bu durumda Müslümanlar, nasıl Ehl-i Beyt'i sevmez, onlara uymazlar?! Peygamberlerinin elçiliğinin ücretini, onları sevmeden, onlara uymadan nasıl ödeyebilirler?!

Umarım benim bu feryadım, işiten kulaklara, gören gözlere ve anlayan kalplere ulaşır. Bu durumda dünya ve ahiret mutluluğu benim olur. Yüce Allah'tan amellerimi ihlâslı kılmasını niyaz ediyor ve ondan kabul, af ve mağfiret dileyerek beni dünyada ve ahirette Muhammed (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'inin hizmetçisi kılmasını istiyorum. Şüphesiz, onlara hizmet, büyük bir kurtuluştur ve Rabbimin yolu doğrudur.

Son sözümüz: Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Allah'ın salat ve selamı, Muhammed'e (s.a.a.) ve onun tertemiz Ehl-i Beyt'ine (a.s.) olsun.

Prof.Dr.Muhammed Ticani Semavi
---------------------------------------
1- A'raf Suresi / 12 - 18.
2- A'raf Suresi /27 - 30.
3- Sahih-i Buhari, c. I, s. 39. Daha önce de açıkladığımız gibi bu hadis, "Kur'an ve sünnetim" diye geçen hadisle asla çelişmez. Çünkü Kur'an ve sünnet sessizdir ve onları birilerinin açıklaması gerekir. Resulu1lah da (s.a.a.) buyuruyor ki: "Bunların açıklayıcısı, Ehl-i Beyt'imdir" ve bütün Müslümanlar bilirler ki, Ehl-i Beyt, ilimde ve amelde herkesten üstündür.
4- Divan-ı Ferazdak, c. 2, s. 180 - 181.
5- Beyhaki, el-Mehasin ve'l-Mesavi, c. 1, s. 62; Kastalani, el-Mezahib'ul-Ledünniye, c. 3, s. 366.
6- Keşf'ul-Gumıne, c. 1, s. 65.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“İslam Tarihi” sayfasına dön