Suriye'de BOP Operasyonları

Mekzun
Mesajlar: 259
Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35

Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen Mekzun »

19 Ağustos 2011, Cuma

Prof. Michel Chossudovsky -Suriye’de BOP Operasyonları Yazısı:

İşte Prof. Michel Chossudovsky “Suriye’de BOP operasyonları” yazısı:

BİRİNCİ YAZI
Suriye’deki protesto hareketlerinin arkasında kimler var? ABD-NATO’nun “İnsani Müdahale” için bahane imalatı*

Bütün [Batılı] medya, Güney Suriye’de 17 Mart tarihinde patlak veren protesto hareketlerini, en başından beri çarpıtma ve yönlendirme ve çarpıtma çabası içinde oldu.
Batı medyası Suriye’deki olayları, Tunus’tan Mısır’a ve Libya’dan Suriye’ye kendiliğinden yayılan geniş bir Arap demokrasi hareketinin parçası olan protesto hareketleri olarak sundu.
Medyanın haberleri içerik olarak, Suriye polisi ve silahlı kuvvetlerinin, rastgele ateş ederek demokrasi yanlısı silahsız göstericileri vurup öldürdüğü suçlaması üzerinde yoğunlaştı. Her ne kadar polis gösteriler sırasında gerçekten ateş açmış olsa da, medyanın sözünü etmediği asıl gerçek, göstericiler içerisinde keskin nişanciların ve silah taşıyan çok sayıda kişinin bulunduğu ve bunların hem güvenlik güçlerine hem de diğer göstericilere ateş açtığıdır.
Haberlerde verilen ölü sayıları çoğunlukla asılsızdır. Haberlerin çoğu sözde“görgü tanıkları”nın ifadelerine dayandırılmaktadır. El Cezire ve CNN’de yayımlanan görüntü ve video çekimleri, her zaman haberlere konu olan olaylara ait görüntü ve çekimler olmamaktadır.
Suriye’de toplumsal huzursuzluk ve kitlesel gösteriler için elbette elverişli bir zemin bulunmaktadır: Özellikle 2006 yılından beri uygulanan IMF rehberliğindeki kapsamlı ekonomik reformlar altında işsizlik artmış, toplumsal koşullar iyice kötüleşmiştir. IMF’nin “ekonomik reçeteleri”, kemer sıkma önlemlerini, ücretlerin dondurulmasını, mali sistemin serbestleştirilmesini, ticaret reformlarını ve özelleştirmeleri içermektedir.1
Alevi (Şii İslam’ın bir kolu) azınlığın hâkim olduğu bir hükümete sahip Suriye, insan hakları ve ifade özgürlüğü bakımından bir “model toplum”oluşturmaktadır. Nedir ki, Suriye aynı zamanda Arap dünyasında (geriye kalan) son bağımsız laik devlettir. Ülkenin halkçı, anti-emperyalist ve laik temeli, Müslümanları, Hıristiyanları ve Dürzüleri birleştiren iktidardaki Baas Partisi’nin eseridir.
Ayrıca, Mısır ve Tunus’takilerin tersine, Suriye’de Beşir Esad’ın arkasında oldukça yüksek bir halk desteği var. 29 Mart [2011] günü Şam’da “on binlerce Başkan Esad destekçisinin” (Reuters) katıldığı büyük bir miting yapılmıştır. Ancak Batı medyası tarafından görülmemiş bir çarpıtmaya başvurularak, yönetimi destekleyen gösterilerin video görüntüleri, uluslararası kamuoyunun, Esad'ın hükümet karşıtı gösteriler ile karşı karşıya olduğuna ikna edilmesi için kullanılmıştır.

Protesto Hareketinin “Merkez Üssü” Dara:
Güney Suriye’de küçük bir sınır kasabası
Protesto hareketinin karakteri nedir? Suriye toplumunun hangi kesimlerinden kaynaklanmaktadır? Şiddeti ne körüklemiştir? Ölümlerin asıl nedeni nedir?
Aksini gösteren birçok kanıta karşın, Batı medyası, ayaklanmanın öldürme ve kundaklama eylemlerine girişen örgütlü çeteler tarafından yönetildiği gerçeğini göz ardı etmektedir.
Gösteriler ülkenin başkenti Şam’da başlamamıştır. Protestolar başlangıçta Suriye’nin başkentindeki herhangi bir kitle hareketiyle de bütünleşik değildir. Gösteriler örgütlü siyasal muhalefet hareketlerinin merkezi olan Şam ya da Halep’te değil, ancak, Suriye-Ürdün sınırında bulunan ve 75 000 nüfuslu küçük bir sınır kasabası olan Dara’da patlak vermiştir. (Dara, ABD-Kanada sınırındaki Plattsburgh’a benzer bir kasabadır).
Associated Press (AP) Ajansı (isimsiz “tanık” ve “eylemciler”e dayanarak) Dara’daki ilk protestoları şu şekilde açıklamıştır:
“Ürdün sınırına yakın 300 000 nüfuslu bir şehir olan Dara’daki şiddet neredeyse Başkan Beşir Esad’a karşı bir meydan okuma halini aldı. ... Görgü tanıkları, Suriye polisinin Çarşamba günü Dara’daki hükümet karşıtı göstericilerin sığındıkları mahalleye acımasız bir saldırıda bulunduğunu ve şafaktan önce başlattığı bu operasyonda en az 15 kişiyi öldürmek üzere vurduğunu söyledi.
“Görgü tanıkları, en az altı kişinin, ülkenin güneyinde bir tarım şehri olan Dara'da protestocular sabahın erken saatlerinde reform ve siyasal özgürlükler için sokağa çıktığında El Omari camisine yönelik saldırıda öldürüldüğünü söyledi. Dara sakinleri ilişkide olan bir eylemci, polisin, Roma döneminden kalma tarihi kent merkezinde alacakaranlıkta üç kişiyi daha öldürdüğünü söyledi. Eylemci, günün ilerleyen saatlerinde altı tane daha ceset bulunduğunu belirtti.
“Eylemci, kayıplar artarken, İnkhil, Jasim, Khirbet Ghazaleh ile El Harrah ve civar köylerden insanların Çarşamba akşamı Dara'ya doğru yürüyüş gerçekleştirmeye çalıştığını, ancak güvenlik güçlerinin onlara ateş açtığını söyledi. Daha fazla ölü ya da yaralı olup olmadığı henüz açıklığa kavuşmadı.”(altını biz çizdik-MC)2
AP’nin haberi rakamları şişirmektedir: Dara 300 000 nüfuslu bir kent olarak tanıtılmaktadır, oysa bu yerin nüfusu sadece 75000’dir. Haberdeki “protestocuların sayısının binlere ulaştığı” ve “kayıpların arttığı”na ilişkin ifadeler tam bir şişirmecedir. Ayrıca haber, Batılı bulvar gazetelerinde manşetten verilen sürekli polis ölümleri hakkında sessizdir.
Polis ölümleri, Suriye’de gerçekten ne yaşandığını doğru değerlendirmek açısından önemlidir. Polis kayıpları, her iki taraf arasında karşılıklı silahlı çatışma yaşanmış olduğuna işaret etmektedir.
Peki, aralarında çatılardan ateş açan keskin nişancıların da yer aldığı ve polisi hedef alan bu “göstericiler” kimdir acaba?
Polis ölümlerini doğrulayan İsrail ve Lübnan kaynaklı haberler, 17–18 Mart tarihlerinde Dara’da ne olup bittiğine ilişkin daha açık bir tablo ortaya koymaktadır. Şam yanlısı olmakla suçlanamayacak olan İsrail Milli Haber Ajansı’nın haberi, aynı olayları şu şekilde yorumluyor:
“Geçen Perşembe günü Suriye’nin güneyinde bulunan Dara kasabasında patlak veren ve şu an hala devam eden kanlı çatışmalarda yedi polis memuru ve en az dört gösterici yaşamını yitirdi.

“(…) Cuma günü polis silahlı protestoculara ateş açtı, dördünü öldürdü ve 100 kadarını da yaraladı. Adının açıklanmasıni istemeyen bir görgü tanığına göre polisler, ‘hemen gerçek mermilere sarıldılar; ne göz yaşartıcı bombaya ne de başka bir şeye’.
“(…) Hükümet, gerginliği azaltma amacıyla, gözaltına alınan öğrencilerin beklenmedik bir şekilde serbest bırakılmasını emretti, ancak Pazar günü yeniden şiddete başvurularak yedi polis memuru öldürüldü ve Baas Partisi'nin merkezi ve mahkeme ateşe verildi.”(abç)3
Lübnan haberleri, birçok kaynağa atıfta bulunarak, Dara'da yedi polisin öldürüldüğünü doğruluyor: Polisler, "güvenlik güçleri ile protestocular arasındaki çatışmalar esnasında” öldürüldüler... “Dara'daki gösteriler sırasında protestocuları püskürtmeye çalışırken öldürüldüler.”

Ayrıca, El Cezire'nin haberine atıfta bulunan Lübnan kaynaklı Ya Libnan'da protestocuların "Dara'da Baas partisinin merkezini ve mahkeme binasını yaktıklarını" doğrulamıştır (abç).

Dara’daki olaylarla ilgili bu haberler şunları doğrulamaktadır:
1. Yaşananlar, Batı medyasının iddiasının aksine, “barışçıl bir protesto” değildir. Birçok sözde “gösterici” silah kuşanmıştı ve bunları polise karşı kullanmışlardır: “Polis silahlı göstericilere ateş açtı ve dördünü öldürdü”.
2. İsrail Haber Ajansı’nın belirttiği gibi, ilk rakamlara göre öldürülen polis sayısı öldürülen göstericilerinkinden daha fazladır: Dört göstericiye karşı yedi polis öldürülmüştür. Bu önemli bir ayrıntıdır, çünkü böylelikle polis gücünün çatışmanın ilk anlarında iyi örgütlenmiş silahlı bir çeteye göre sayıca azınlıkta kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Suriyeli haber kaynaklarına göre çatılarda hem polise hem de diğer göstericilere ateş açan keskin nişancılar da bulunmaktadır.
Verilen ilk haberlerde açık olan bir şey varsa o da, birçok göstericinin aslında gösterici olmadığı, ancak önceden planlı öldürme ve kundaklama faaliyetlerine girişen birer terörist olduğudur. İsrail’in haber başlığı orada yaşananları iyi bir şekilde özetlemektedir: “Suriye: Yedi polis öldürüldü, protestolarda binalar ateşe verildi”.
18 Mart'ta Dara'da meydana gelen "protesto hareketi" önceden tasarlanmış bir olay görüntüsü vermektedir. Büyük bir ihtimalle bu olayda Mossad ve/veya Batılı istihbarat servislerinin İslamcı teröristlere örtülü desteği bulunmaktadır. Hükümet kaynakları, İsrail tarafından desteklenen radikal Selefi grupların rolüne işaret etmektedir. Kimi diğer haberler ise Suudi Arabistan’ın protesto hareketlerini parasal destek sunma rolünü vurgulamaktadır.

17–18 Mart tarihlerinde yaşanan ilk şiddetli çatışmaları izleyen haftalarda, asıl çatışmanın polis ve silahlı kuvvetlerle protesto hareketine sızan silahlı terörist timleri ve keskin nişancılar arasında yaşandığı ortaya çıkmıştır. Haberler, bu teröristlerin İslamcı gruplara mensup olduğunu ortaya koymaktadır. Teröristlerin arkasında hangi İslamcı örgütlerin bulunduğu konusunda henüz somut bir kanıta rastlanmamış ve Suriye hükümeti bu grupların kim olduğunu açıklamamıştır.
Hem liderliği İngiltere’de sürgünde bulunan Suriye Müslüman Kardeşler Örgütü hem de Hizb ut Tahrir (Kurtuluş Partisi), diğer birçok benzeri örgüt gibi, protesto hareketine sahte bir dostluk desteği açıklamışlardır. Foreign Affairs’e göre, 1980’li yıllarda Suriye doğumlu Ömer Bekri Muhammed tarafından yönetilen Hizb ut Tahrir, “İngiltere’de İslamcı faaliyet alanına hâkim olmak” istemektedir. Ayrıca Hizb ut Tahrir İngiltere’nin istihbarat servisi MI6 açısından Orta Doğu ve Orta Asya’da Anglo-Amerikan çıkarları doğrultusunda stratejik bir öneme sahiptir.4
Suriye, Müslümanlarla Hıristiyanların yüzyıllardır barış içerisinde yaşadığı ve dini hoşgörüye sahip bir toplumu olan laik bir Arap devletidir. Hizb ut-Tahrir ise kendini İslamcı bir halifeliğin kuruluşuna adamış olan radikal bir siyasal harekettir. Örgütün Suriye’ye dönük açıkça belli olan amacı, laik devleti istikrarsızlaştırmaktır.
Sovyet-Afgan savaşından beri hem Batılı istihbarat servisleri hem de İsrail’in MOSSAD’ı birçok İslamcı terörist örgütü sürekli olarak “istihbarat kaynağı “ olarak kullanmışlardır. Hem Vaşington hem de onun değişmez müttefiki İngiltere etnik çatışmaları, mezhepler arası şiddeti ve siyasal istikrarsızlığı tetiklemek için Afganistan’da, Bosna’da, Kosova’da, Libya’da ve daha birçok ülkede “İslamcı teröristlere” gizli destek sağlamıştır.
Suriye'de sahnelenen protesto hareketi Libya'dakinden örnek alınmıştır. Doğu Libya'daki başkaldırının başını İngiliz istihbarat servisi M16 ve CIA tarafından desteklenen Libya İslamcı Mücadele Grubu çekmiştir. Suriye'deki protesto hareketinin nihai amacı, medya yalanları ve çarpıtmaları üzerinden Suriye toplumu içerisinde etnik, mezhepsel vb bölünme ve çatışma yaratmak ve en sonunda "insani müdahale"ye gerekçe hazırlamaktır.

Suriye’de silahlı ayaklanma
İslamcı gruplar tarafından başlatılan ve Batı istihbaratının gizli bir şekilde desteklediği silahlı bir başkaldırıdan söz etmek, Suriye’de aslında nelerin yaşanmakta olduğunu anlamak açısından son derece önemlidir.
Batı medyası silahlı bir başkaldırının varlığından söz etmemektedir. Eğer bu gerçek tahlil ve kabul edilseydi olayları kavrayışımız tamamen başka olurdu. Oysa Batı medyası sıkça silahlı kuvvetler ve polisin göstericileri ayrım gözetmeksizin öldürmesinden bahsetmektedir. Silahlı kuvvetlerin tanklarla birlikte Dara’ya konuşlandırılması, 17–18 Mart’tan beri bu sınır şehrinde faaliyet gösteren örgütlü ve silahlı bir başkaldırıya karşı gerçekleşmiştir. Bu sırada polis ve askerler de dahil olmak üzere kimi kayıpların yaşandığı bildirilmiştir. Batı medyası, acı bir ironi olarak asker/polis ölümlerini kabul ederken, silahlı bir başkaldırının varlığını inkâr etmektedir.
Burada kilit soru, medyanın asker ve polis ölümlerini nasıl açıkladığıdır. Haberler, hiçbir kanıta dayanmaksızın, fakat kendince inandırıcı bir üslupla, polis ve askerlerin birbirlerine ateş açtıklarını öne sürmektedir. 29 Nisan tarihli bir El Cezire haberi Dara’yı “kuşatma altında bir kent” olarak tanımlamaktadır.
“Tanklar ve birlikler bütün yolların giriş ve çıkışlarını denetim altında tutuyor. Kentte dükkânların kepenkleri indirilmiş ve kimse bir zamanlar kalabalıkların aktığı, şimdi ise çatıda konuşlanmış keskin nişancıların avlanma bölgesi halini almış çarşı sokaklarında yürümeye cesaret etmiyor.
“Ne gizli polisi, ne kiralık katilleri ve ne de kardeşinin askeri bölüğündeki özel kuvvetlerle kendisine başkaldıran halkı ezemeyen Başkan Beşir Esad, binlerce askeri, ağır silahlarıyla Dara’ya dünyada kimsenin görmesini istemediği bir operasyonu gerçekleştirmeye yolladı.
“Dara ile bütün iletişim kanallarının, hatta sınırların ardından şehre ulaşan Ürdün cep telefonu servisinin bile kesilmesine karşın, El Cezire, kimi şehri yeni terketmiş kimi ise karartma bölgesinin dışına çıkabilmiş ve olaylara şahit olmuş kent sakinlerinden birinci elden bilgi alabilmeyi başardı.
“Haberde anlatılanlardan, o bölgede karanlık ve ölümcül bir güvenlik alanı oluşturulduğu anlaşılıyor. Asker ve protestocuların yaralanıp öldürüldüğü, asker içerisinde bile çatlakların oluştuğu ve ortaya çıkan kargaşa ile rejimin artan baskıları meşrulaştırdığı bu güvenlik alanı, gizli polis ve çatıdaki nişancılar tarafından denetlenmektedir.”5
El Cezire’nin haberi bizi aptal yerine koyan mantıksızlıklarla örülü durumdadır. Dikkatlice okuyunuz:
“Tanklar ve askeri birlikler bütün yolların giriş ve çıkışlarını denetim altında tutuyor”, “binlerce Suriye askeri ağır silahlarıyla birlikte Dara’da”...
Ve bu durum birkaç hafta boyunca devam etmiş. Bu da, gerçekten de zaten Dara’da olmayan protestocuların Dara’ya giremedikleri anlamına gelir.
Ayrıca kentte yaşayan halk da evlerinde oturuyor: “Kimse sokaklarda yürümeye… cesaret edemiyor”. Peki, kimse sokaklarda yürümeye cesaret edemiyorsa nerede bu göstericiler acaba?
Sokaklarda kimler vardır? El Cezire’ye göre göstericiler askerlerle birlikte sokaklarda ve bunlar(protestocularla askerler) “sivil kıyafetli gizli polis”,“kiralık katiller” ve hükümet destekli keskin nişancılar tarafından saldırıya uğruyor. Bu haberden kayıpların asker ile polis arasındaki çatışmadan kaynaklandığı sonucu çıkmaktadır. Ancak aynı haber diyor ki, askerler (hatta binlerce asker), sivil kıyafetli polisler tarafından vurulmalarına karşın, şehrin bütün yollarının giriş ve çıkışlarını tutmuş durumdadır.
Bu internet medyası aldatmacasının, “askerlerin polis tarafından öldürülmesi” ve “hükümetin keskin nişancıları” gibi uydurmaların amacı, silahlı terörist toplulukların varlığını inkar edebilmektir. Oysa olaylar “sivil giyimli teröristler” ve keskin nişancıların polise, Suriye ordusuna ve yerel halka saldırmasından ibarettir.
Bu terörist eylemler kendiliğinden ortaya çıkan eylemler değildir; tam tersine, dikkatlice planlanmış ve eşgüdümlenmiş saldırılardır. Xinhua Haber Ajansı’nın[Çin] 30 Nisan 2011 tarihli haberine göre, “terörist gruplar” son olarak Dara’da “askerlerin barınma tesislerine saldırı düzenlemiş” ve“bir çavusu öldürüp iki tanesini de yaralamıştır”.
Hükümet sivil ölümleriyle sonuçlanan asker-polis operasyonunu kötü yöneterek sorumluluğu büyük ölçüde taşısa da, haberde de belirtildiği gibi, göstericilere ve yerel halkın kendisine silahlı terörist topluluklar tarafından ateş açılmıştır. Ancak (Batı medyasında) kayıpların sorumluluğu tamamıyla silahlı kuvvetlere ve polise yüklenmekte ve “uluslararası toplum”da Esad hükümetinin sayısız katliamın emrini verdiği kanısı yaygınlaştırılmaktadır.
İşin gerçeği, yabancı gazetecilerin Suriye içerisinden haber yapmaları yasaklanmıştır, dolayısıyla, yaşanan kayıpların sayısı da dâhil, elde edilen bilgilerin çoğu hayali “görgü tanıklarının” ifadelerine dayanmaktadır.
ABD’nin hesapları ve bu hesapların muhtemel sonuçları
Suriye’deki olayların “diktatoryal bir rejim” tarafından acımasız bir şekilde bastırılan barışçıl bir protesto hareketi olarak gösterilmesi, ABD’nin ve NATO ittifakının çıkarınadır.
Suriye hükümeti otokratik olabilir. Bu ülkenin bir demokrasi modeli olmadığı tartışmasızdır, ancak aynı durum büyük yolsuzlukların, Vatansever Kanunu aracılığıyla sivil özgürlüklerin kısıtlanmasının, işkencenin yasallaştırılmasının ve hatta “kansız” “insani savaşlar”ın simgelediği ABD yönetimi için daha fazlasıyla geçerlidir.
“’ABD ve onun NATO müttefikleri Akdeniz’de, 6. Filo ve NATO Aktif Çaba askeri varlığının yanı sıra, Libya’ya karşı kullanılan savaş uçakları, savaş gemileri ve denizaltılar konuşlandırmıştır ve bunlar her an Suriye’ye karşı kullanılabilir’.
“27 Nisan tarihindeki Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi toplantısında ABD ve NATO müttefiklerini Suriye’ye karşı 1973 sayılı kararname doğrultusunda bir eylem kakarı çıkartmaktan açıkça Rusya ve Çin alıkoymuştur. Rusya BM elçisi Aleksandr Pankin mevcut durumun ‘uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturmadığını’ belirtmiştir. Suriye, Rusya’nın Akdeniz ve Arap dünyasındaki son gerçek ortağıdır ve Rusya’nın iki denizaşırı
üssünden birine (Tartus’takine) ev sahipliği yapmaktadır. (Diğer üs, Ukrayna Kırım’da bulunmaktadır).”6
Burada asıl amaç, İslamcı terörist örgütleri gizlice destekleyerek Suriye’de mezhepler arası şiddeti ve siyasal kargaşayı tetiklemektir.

Gelecekte Suriye’yi ne beklemektedir?
ABD dış siyaseti Suriye’ye dönük olarak, uzun vadede, örtülü bir “demokratikleşme” süreci yoluyla ya da doğrudan askeri yollarla Suriye’de bir “rejim değişikliği”ni ve ülkenin bağımsız bir ulus-devlet olarak istikrarsızlaştırılmasını öngörmektedir.
Suriye, ABD’nin askeri müdahale gerektiren “haydut devletler” listesinde yer almaktadır. Eski NATO Komutanı General Wesley Clark tarafından dillendirildiği üzere, (Pentagon tarafından onaylanmış resmi) “Beş yıllık askeri operasyon planı... Irak ile başlayarak Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan'ı içermektedir".
Nihai amaç, BM desteğinde muhtemel bir "insani müdahale" zemin hazırlarken, laik devlet yapısının zayıflatılmasıdır. “İnsani müdahale” ilk aşamada, hem Suriye'ye çesitli yaptırımlar da dâhil bir ambargo dayatılması hem de Suriye’nin denizaşırı yabancı finansal kurumlardaki varlıklarının dondurulması şeklinde bir ambargo olarak gerçekleştirilebilir.
Her ne kadar ABD - NATO askeri müdahalesi yakın gelecekte oldukça imkânsız gözükse de, Suriye hala Pentagon'un askeri yol haritasında yer almaktadır. Başka bir deyişle, Vaşington ve Tel Aviv Suriye'ye karşı muhtemel bir savaşı önceden tasarlamıştır.
Gelecek bir tarihte bu savaşın gerçekleşmesi daha da başka gerginliklere yol açacaktır. İsrail kaçınılmaz olarak olaylara dâhil olacaktır. Akdeniz'den Çin- Afgan sınırına kadar, olduğu gibi bütün Ortadoğu-Orta Asya bölgesi ve Doğu hızla alevler içinde kalacaktır.
En son Mekzun tarafından 20 Ağu 2011, 23:53 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."

İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
Mekzun
Mesajlar: 259
Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen Mekzun »

İKİNCİ YAZI
Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve Büyük Ortadoğu Savaşı**

Suriye’de, içlerinde ABD, İsrail ve Türkiye’nin bulunduğu yabancı güçler tarafından örtülü bir biçimde desteklenen bir silahlı ayaklanma ortaya çıktı.
İslamcı örgütlere mensup silahlı isyancılar, ülkeye, Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırlarından geçerek giriyorlar. ABD Dışişleri Bakanlığı da, ayaklanmayı desteklediğini açıkladı.
Birleşik Devletler, ülkede bir rejim değişikliği gerçekleşmesini uman Suriyelilerle bağlantılarını genişletiyor.
Bu durum, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Victoria Nuland tarafından açıklandı. Kendisi, “Ülkenin gerek içinde, gerekse dışında bulunan, değişim çağrısı yapan Suriyelilerle irtibatlarımızı genişletmeye başladık” diyor.
Nuland ayrıca, Barack Obama’nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a, daha önce, reformları başlatma ya da iktidardan çekilme çağrısı yaptığını da tekrarladı (Voice of Russia/Rusya’nın Sesi, 17 Haziran 2011). Egemen birer devlet olarak Suriye ve Lübnan’ın istikrarsızlaştırılmaları, ABD-NATO-İsrail askeri ittifakının en az on yıldır hedef tahtasında bulunuyor.
Suriye’ye dönük harekât, bir “askeri yol haritası”nın, bir askeri operasyonlar zincirinin bir halkası. NATO önceki komutanı General Wesley Clark’a*** göre Pentagon, Irak, Libya, Suriye ve Lübnan’ı, açık biçimde, olası bir ABD-NATO müdahalesinin hedef ülkeleri olarak tanımlamıştı: “Irak ile başlayıp, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan ile devam edecek olan beş yıllık savaş planı, toplamda yedi ülkeyi kapsıyor” (Sözlerin sahibi, General Wesley Clark’ın aktardığı üzere, bir Pentagon yetkilisidir).
Modern Savaşları Kazanmak [Winning Modern Wars] adlı kitabında, General Wesley Clark şunları ifade ediyor (sayfa 130):
“2001 Kasımı’nda Pentagon’a döndüğümde, üst düzey bir askeri yetkiliyle sohbet etme fırsatım oldu. ‘Evet, halen Irak’taki işi sürdürmekle meşgulüz’, diyordu. Ancak dahası da vardı. ‘Bu, beş yıllık savaş planının bir parçası olarak tartışılıyordu’, diyordu ve ‘Irak ile başlayıp, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan ile devam edecek olan beş yıllık savaş planı, toplamda yedi ülkeyi kapsıyor’.
“(…) Bunları, bu vizyona mesafeli durarak, bir serzeniş, hatta daha ziyade inançsızlık içerisinde ifade etti. Konuyu değiştirdim, zira duymak istediğim şey bu değildi. Dahası bu, ileride görmek istediğim şey de değildi… Öğleden sonra, Pentagon’u kaygı içerisinde terk ettim”.
Amaç, Suriye Devleti’ni istikrarsızlaştırmak ve İslamcı milislerin yürüttüğü silahlı ayaklanmayı el altından destekleyerek bir “rejim değişikliği” gerçekleştirmektir. Sivil ölümlerine ilişkin raporlar da, bahane yaratmak ve “Koruma Sorumluluğu” ilkesine atfen yapılacak bir “insani” müdahaleyi temize çıkarmak için kullanılıyor.

Medya dezenformasyonu
Üstü kapalı olarak kabul edilen [meşru yönetime karşı] silahlı bir ayaklanma olduğu olgusu, Batı medyası tarafından umursamaz biçimde görmezden geliniyor. Bu olgu kabul edilseydi ve incelenseydi, yayılmakta olan olaylara dönük kavrayışımız bütünüyle farklı olurdu.
Bolca dillendirilen ise, silahlı kuvvetlerin ve polisin sivil eylemcileri ayrım gözetmeksizin katlettiğidir. Oysa basında çıkan haberler, eylemler başladığından bu yana, silahlı isyancılar ve polis arasında yaşanan çatışmalarda, her iki tarafın kayıp verdiğini de doğrulamaktadır.
Ayaklanma, Mart ortasında, Ürdün sınırına 10 km. uzaklıktaki sınır şehri Daraa’da başlamıştı. 18 Mart’ta gerçekleşen Daraa “protesto hareketi”, her yönüyle tertiplenmiş bir olaydı; İslamcı teröristler, büyük olasılıkla, MOSSAD ve/veya Batılı istihbarat servislerince gizlice desteklenmişti. Hükümet kaynakları, (İsrail tarafından desteklenen) köktenci Selefi grupların rolüne dikkat çekiyor.
Başka haberlerde ise, Suudi Arabistan’ın protesto hareketinin finanse edilmesinde üstlendiği role işaret ediliyor.
17–18 Mart tarihlerinde gerçekleşen Daraa’daki ilk şiddetli çatışmaları takip eden haftalarda açıkça ortaya çıkmıştır ki, cepheleşmenin taraflarından biri polis ve silahlı kuvvetler, diğeri ise protesto hareketine sızmış silahlı terörist unsurlar ve keskin nişancılardı.
Bu çatışmaya ilişkin ilk haberlerde açıkça görülüyor ki, göstericilerin çoğu gösterici değil, fakat kasten cinayet ve kundakçılığa karışan birer teröristti. İsrail haber bültenlerine yansıyan başlık, neler yaşandığını özetliyor: “Suriye: Yedi Polis Öldürüldü”, “Eylemlerde Binalar Ateşe Verildi”.7[7]

Türkiye’nin rolü
Şu anda ayaklanmanın merkezi, Türkiye sınırına 10 km. uzaklıktaki küçük bir sınır şehri olan Cisreşşuğur’a kaymış durumda.
Cisreşşuğur’un nüfusu 44.000. Silahlı isyancılar, sınırı geçerek Türkiye’den geldiler.
Müslüman Kardeşler üyelerinin cephaneyi, kuzeybatı Suriye’de teslim aldıkları bildiriliyor.
Türk ordusu ve istihbaratının buradaki baskınları desteklediğine ilişkin belirtiler var.
MB Rebels at Jisr al Choughour Cisreşşuğur’da, hiçbir kitlesel sivil protesto hareketi yoktu. Denilebilir ki, yerel nüfus, iki ateş arasında kaldı. Silahlı isyancılar ve hükümet güçleri arasındaki çatışma, medya ilgisinin merkezine oturan mülteci krizinin tetiklenmesine yol açtı.
Buna karşılık, belli başlı toplumsal hareketlerin merkezi olan ülkenin başkenti Şam’da, muhalefetten ziyade hükümeti destekleyen kitlesel gösteriler yapıldı.
Başkan Beşar Esad, üstünkörü bir biçimde Tunus Devlet Başkanı Bin Ali ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile karşılaştırılmaktadır. Rejimin otoriter karakterine karşın Başkan Esad’ın Suriye halkının yaygın desteğe sahip popüler bir figür olması, genel medyanın her sözünü edişte başarısız olduğu bir [çelişmeli] durumdur.
29 Mart’ta Şam’da yapılan büyük gösteriye Başkan Esad’ın “on binlerce destekçisi”nin katılmasından, hemen hemen hiç söz edilmedi. Fakat Batı medyası, benzeri görülmedik bir çarpıtmaya imza atarak, çeşitli hükümet yanlısı eylemlerin fotoğraf ve video çekimlerini, uluslararası kamuoyunu Başkan Esad’ın kitlesel hükümet karşıtı gösterilerle karşılaştığına ikna etme gayretinde kullandı.
15 Haziran’da binlerce kişi, Şam’ın en belli başlı ana caddesinde, 2,3 kilometrelik bir Suriye bayrağı taşıyarak, kilometrelerce toplu yürüyüş yaptı. Medya, gösteriyi kabul etti etmesine, ama bunu umursamazlıkla geçiştirdi.
Her ne kadar Suriye rejimi, hiçbir biçimde demokratik olmasa da, ABD-NATO-İsrail askeri ittifakının amacı da demokrasiyi ilerletmek değildir. Hatta tam tersidir. Washington’un niyeti, son tahlilde bir kukla rejim kurmaktır.
Medya dezenformasyonunun amacı, Başkan Esad’ı şeytanlaştırmak ve esas olarak da, laik bir devlet olan Suriye’yi istikrarsızlaştırmaktır. Esas amaca, çeşitli İslamcı örgütler gizli bir biçimde desteklenerek ulaşılmak isteniyor: “Suriye, yurttaşlarına karşı kaba güç kullanan otoriter bir oligarşi tarafından yönetiliyor. Ancak Suriye’deki ayaklanmalar karmaşık. Bunları, içten özgürlük ve demokrasi arayışları olarak değerlendirmek olanaksız. Suriye’deki ayaklanmalar, ABD ve AB’nin Suriye önderliğini baskı altına almaya ve sindirmeye dönük girişimlerinden biri olmuştur. Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün ve 14 Mart İttifakı, silahlı ayaklanmanın desteklenmesinde rol oynadı.
“Suriye’deki şiddet, iç gerilimlerden çıkar sağlama amacıyla, dış güçler tarafından körükleniyor… Suriye Ordusu’nun şiddetli tepkisi bir yana, medya yalanlarına başvuruluyor, düzmece videolar havada uçuşuyor. Suriyeli muhalefet gruplarına, ABD ve AB tarafından para ve silah akıtılıyor… Bir taraftan Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye zulalara gizlenmiş silahlar sokulurken, öte taraftan uğursuz ve halkın sevmediği yurtdışındaki Suriyeli muhalif kişilere parasal kaynak sağlanıyor.”8

İsrail-Türkiye ortak askeri ve istihbarat anlaşması
İstikrarsızlaştırma sürecinin jeopolitiği geniş kapsamlıdır. Türkiye, isyancıların destekçileri arasındadır.
Türk hükümeti, silahlı ayaklanmayı destekleyen sürgündeki Suriyeli muhalif grupları resmen tanıdı. Türkiye ayrıca Şam’a, Washington’un rejim değişikliği taleplerine boyun eğmesi yönünde baskı da yapıyor.
Türkiye, NATO’nun etkili askeri güce sahip bir üyesidir. Dahası, İsrail ile Türkiye arasında, uzun süredir yürürlükte olan ve açıkça doğrudan Suriye’yi hedef alan bir askeri-istihbarat ortaklığı anlaşması var.
“(…) 1993 tarihli bir Mutabakat Zaptı, sözde bölgesel tehditlere karşı devreye sokulacak (İsrail-Türk) “ortak komiteleri” kurulmasına yol açtı. Bu zapta göre, Türkiye ve İsrail, ‘Suriye, İran ve Irak’a dönük istihbarat toplamada işbirliği ile terörizm ve bu ülkelerin askeri olanakları ile ilgili değerlendirmelerini paylaşmak üzere düzenli olarak bir araya gelme’ konularında anlaştı.
“Türkiye, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF-Israel Defence Forces) ve İsrail güvenlik güçlerinin, Suriye ve İran hakkında, Türkiye üzerinden elektronik istihbarat toplamalarına izin vermeyi kabul etti. Karşılığında İsrail, Türk güvenlik güçlerine, Suriye, Irak ve İran sınırları boyunca yürüttüğü teröre karşı savaşta donanım ve eğitim desteği sundu.
(…)
“Zaten daha Clinton yönetimi zamanında, ABD, İsrail ve Türkiye arasında bir üçlü askeri ittifak ortaya çıkmıştı. ABD Genelkurmay personeli güdümündeki bu “üçlü ittifak”, bu üç ülke arasındaki Büyük Ortadoğu’ya yönelik askeri komuta kararlarını bütünleştiriyor ve eşgüdümlüyor. Tel Aviv ve Ankara arasındaki güçlü bir karşılıklı askeri ilişkinin eşlik ettiği bu ittifak, sırasıyla ABD, İsrail ve Türkiye arasındaki yakın askeri bağlara dayanmaktadır.
“Üçlü ittifak ayrıca, ‘terörizme karşı mücadele ve ortak askeri tatbikatlar’ gibi ‘ortak ilgi alanına giren’ pek çok konuda, 2005 NATO-İsrail eşgüdüm anlaşması ile birleştirilmiştir. İsrail ordusu, NATO ile kurulan bu askeri eşgüdüm bağlarını, ‘başta İran ve Suriye olmak üzere, kendisini tehdit eden potansiyel düşmanlara karşı İsrail’in caydırıcılık kapasitesini arttırma’nın bir aracı olarak görüyor.”9
Silahlı isyancıların Türkiye ve Ürdün kanalıyla gizli bir biçimde desteklenmeleri, hiç şüphesiz ortak İsrail-Türkiye askeri ve istihbarat anlaşması çerçevesinde koordine edilmektedir.
Tehlikeli kavşaklar: Büyük Ortadoğu Savaşı
İsrail ve NATO, 2005 yılında geniş kapsamlı bir askeri işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşma uyarınca, İsrail, NATO’nun de facto bir üyesi sayıldı.
Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon başlatıldığı takdirde, İsrail büyük olasılıkla (NATO-İsrail karşılıklı anlaşmasına dayanarak), NATO güçlerinin yanında askeri girişimlere katılacaktır. Türkiye de etkin bir askeri rol oynayacaktır.
Uydurma insani gerekçelerle başlatılacak Suriye’ye dönük bir askeri müdahale, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Orta Asya’ya, Doğu Akdeniz’den Çin’in Afganistan ve Pakistan ile olan Batı sınırına kadar uzanan geniş bir alan üzerinde ABD-NATO liderliğinde savaş tırmanışını başlatacaktır.
Bu durum bir yandan Lübnan, Ürdün ve Filistin’in siyasi istikrarsızlaştırma sürecini besleyecek, diğer yandan da, İran’la olası bir çatışmaya zemin hazırlayacaktır.

______________________________________________

DİPNOTLAR:
* http://www.globalresearch.ca/index.php? ... &aid=24591 , Erişim: 01 Temmuz 2011
** http://www.globalresearch.ca/index.php? ... &aid=25312 , Erişim: 01 Temmuz 2011
***Wesley Clark: 1997–2000 yılları arası NATO Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı olan Amerikalı general. ABD ve NATO’nun Vietnam Savaşı’na katılmış generallerindendir. Görevi sırasında, NATO’nun 1999’daki Yugoslavya’yı bölme savaşını yönetti. 2004 ve 2008 ABD Başkanlık Seçimlerinde Demokrat Parti’den Başkan aday adayı oldu. Fakat birincisinde aday adaylarından John Kerry; ikincisinde ise, Barack Obama’ya karşı Hillary Clinton lehine adaylıktan çekildi. Clark şu anda bir özel petrol şirketinin yönetim kurulu üyesidir (Teori).
[1] Bu konuda bkz: Suriye Arap Cumhuriyeti-IMF Heyeti Görüşmeleri Sonuç Bildirgesi 4. Maddesi,http://www.imf.org/external/np/ms/2006/051406.htm, 2006.
[2] AP, 23 Mart 2011.
[3] Gavriel Queenann, “Suriye: Yedi polis öldürüldü, protestolarda binalar ateşe verildi”, İsrail Milli Haber Ajansı, Arutz Sheva, 21 Mart 2011.
[4] Bkz: “Hizb ut Tahrir Başka Bir İngiliz-MI6 Projesi mi?”, Pakistan Devleti’nin saptaması.
[5] “Dara: Kuşatma Altında Bir Kent”, IPS / El Cezire, 29 Nisan 2011.
[6] Rick Rozoff, “Suriye için Libya Senaryosu: ABD-NATO Suriye’ye ‘İnsancıl Müdahale’de mi Bulunacak?”, Global Research, 30 Nisan 2011.
[7] Bkz: Michel Chossudovsky, “SURİYE: Protesto Hareketlerinin arkasında kim var? ABD ve NATO'nun 'İnsani Müdahale' için bir bahane imalatı" [Yukarıdaki birinci makale] (“SYRIA: Who is Behind The Protest Movement? Fabricating a Pretext for a US-NATO ‘Humanitarian Intervention’”), Global Research, 3 Mayıs 2011, http://www.globalresearch.ca/index.php? ... a&aid=2459.
[8]Mahdi Darius Nazemroaya, “Amerika’nın Yeni Savaş Alanı: Suriye ve Lübnan mı? [America’s Next War Theater: Syria and Lebanon?]”, Global Research, 10 Haziran 2011,
http://globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=25000.
[9]Bkz: Michel Chossudovsky, “’Üçlü İttifak’: ABD, Türkiye, İsrail ve Lübnan Savaşı” [“’Triple Alliance’: The US, Turkey, Israel and the War on Lebanon”],Global Research, 6 Ağustos 2006, http://www.globalresearch.ca/index.php? ... a&aid=2906.
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."

İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
alone_man
Mesajlar: 1769
Kayıt: 13 Oca 2008, 21:28

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen alone_man »

--------------------------------------------------------------------------------

"İçimizden bir sürü kalemi satın almışlar, bu adamlarda onların düşüncelerini pazarlayıp duruyor. Medyada satılmış insan dolu. Geçen sene bu vakitler İslamcı gazetelerde “yaşasın Suriye” diyen kalemler şimdi Suriye’ye girelim demeye başladılar..."

Bugünlerde bütün gözler Suriye’de. Bir tarafta yönetim karşıtı olaylar diğer tarafta ise uluslararası abluka sürüyor. Emperyalist güç odakları ise mart ayında başlayan olayları Libya benzeri olası bir saldırıya dönüştürmek için fırsat kolluyor. Süreci en iyi değerlendiren kalemlerden birisi olan Suriyeli gazeteci Hüsnü Mahalli ile geçtiğimiz günlerde gittiğimiz Suriye’nin başkenti Şam’da bir özel görüşme yaptık.


Demokratik soslu’ askeri müdahalelerin son halkası Suriye mi olacak?

Yaşananların halkların demokratikleşme mücadelesiyle asla hiç bir ilgisi yok. Bu bir projedir…

Ne tür bir proje?

Batılı bir projedir, Amerikan projesidir ve çok çok önceden hazırlanmıştır. Bunun kanıtı olarak tek bir şey söyleyeceğim. Çok sayıda kanıtı var da..!

Nedir o kanıtlar? Somutlaştırabilir misiniz?

Suriye’de kıpırdanmalar 15 Mart’tan itibaren başladı. Oysa taa geçen yılın haziran ayında El Cezire televizyonuna, Suriye’den muhalif dedikleri birçok kişi getirildi. Bu insanlara Suriye’de başlayacak olan ayaklanmada nasıl haber iletişimi sağlayacakları bizzat öğretildi. Uydu bağlantılı özel sim kartları ve uydu antenli telefonlar verilerek bunları nasıl kullanacakları, nasıl fotoğraf çekip cep telefonlarıyla merkeze iletecekleri uygulamalı olarak gösterildi. Bunun yanında bu insanlara nasıl görgü tanığı olunabileceği de öğretildi. Örneğin kişi Şam’da yaşamasa da Şam’dan arıyormuş ve olaylara tanık olmuş gibi konuşma yapacak, rol kesecek. Bunların hepsinin eğitimi verildi. Tüm bu hazırlıklar ta bu hazirana kadar bekletildi.

Ve zamanı gelince medya devreye sokuldu!
Tabi, çünkü medya asıl olarak düğmeye basıyor. Örneğin hepimiz aynı benzer görüntüleri seyrediyoruz. Eğer bu görüntüler cep telefonuyla çekildiyse ve o yürüyüşte on bin kişi yer aldıysa o zaman 10 bin tane görgü tanığı ve 10 bin tane görüntü olması gerek. Niye bir tek görüntü dünyanın her tarafına yayılıyor. Çünkü Müslüman Kardeşlere ait Fransa’da bir görüntü merkezi var. Görüntüler ilk olarak Fransa’daki bu merkeze iletiliyor. Orda seçiliyor, fotomontaj yapılıyor, buradan da tüm dünyaya yayılıyor. Üzerine ses bindiriliyor, fotoşopla üzerinde oynanıyor. Ve bütün dünya medyasına El Cezire üzerinden servis yapılıyor. Bütün bunları neden anlatıyorum?

Neden anlatıyorsunuz?

Yaşananların nasıl da örgütlü bir olay olduğunu, nasıl önceden planlanıp hazırlandığını göstermek açısından söylüyorum. Elbette ki Suriye’de yolsuzluk da antidemokratik uygulamalar da var. Suriye’de sorun yok demiyoruz, tartıştığımız şey bu değil? Bu Batı formüllü bir oyun, bir kurmaca.

Süreç nereye evirilecek peki? Olası bir çözüm ufukta görünüyor mu?

Tabi reformlar için geç kalındı aslında biraz. Fakat baktığımızda muhalefet denilen grupların tüm bileşenlerinin de sağcısı liberali orta yolcusu vs… Demokrasi diye bir dertleri yok. Yoksa Esad birçok reform vaadinde bulundu. Siyasi partiler yasası, seçim yasası ve siyasi af çıktı, Şubata kadar seçim yapılacak. Bu arada anayasa da değişecek. Eğer sen gerçekten bir demokrasi istiyorsan bekle. Ama hayır beklemiyorlar. Bunun bir proje olduğunu oradan anlıyoruz.

Demokrasi istemiyorlarsa amaçları ne? Ne istiyorlar?

Bu bir Amerikan projesi. Burayı dağıtmak istiyorlar. Suriye antisiyonizmin ve anti emperyalist mücadelenin kalesi olduğu için yok etmek istiyorlar. Başta Amerikalılar ve onların bölgedeki yandaşları Suriye’yi çökertmek istiyorlar. Bu bir İsrail projesidir aynı zamanda. Çünkü Suriye bir cephe ülkesi. Lübnan da cephe ülkesi. Lübnan’da direnişlin sembolü Hizbullah. Suriye olmadan Lübnan Hizbullahı bir gün bile dayanamaz. Suriye’yi nasıl çökertebilirsin?

Nasıl çökertilebilir Suriye?

Bir iç savaşla, başka hiçbir şekilde çökertemezsin Suriye’yi. Dolayısıyla burada kesinlikle bir iç savaş çıkarmak peşindeler, kesinlikle.

Başarıya ulaşabilirler mi? Olası bir müdahale söz konusu mu?

Olası bir müdahaleyi ben görmüyorum. Fiili bir müdahale, Libya örneğinde olduğu gibi bence olmaz. Çünkü BM’den bir karar çıkması mümkün değil. Ama NATO üzerinden NATO kararıyla Suriye’yi sıkıştırabilirler. NATO kendi karar alır.

NATO TÜRKİYE’Yİ MECBUREN KULLANACAK

NATO devreye girerse haliyle Türkiye kullanılacak?

Tabii, çünkü Türkiye NATO üyesi ve NATO üsleri Türkiye’de bulunuyor. Mecburen kullanacaklar. Türkiye NATO planlarına evet derse haliyle taraf ülke olacaktır. Tabi ben böyle bir olasılığı çok az görüyorum. Türkiye’nin tutumu burada çok önemlidir tabi.

Saldırıya ihtimal vermiyorsanız, Suriye’yi nasıl karıştıracaklar peki?

Şunu yapacaklar; Buradaki “muhalefeti” özellikle radikal İslamcı grupları sürekli destekleyecekler. Parayla, silahla, her türlü lojistik destekle. Muhalifler de bu desteği gördükleri sürece ayaklanmaları, silahlı eylemlerini sürdürecekler. Uzun süre bunu yapabilirlerse, o zaman Suriye’de bir iç savaş riski doğar.

Muhalifler kimlerden oluşuyor?

İki tür muhalefet var. Birinci grupta Şam yönetiminden, yolsuzluklardan, antidemokratik uygulamalardan, polis devletinden hoşnutsuz olan herhangi bir şekilde haksızlığa uğrayan, sağcısı solcusu liberali eski komünisti yeni komünisti milliyetçisi bütün kesimlerden insanlardan var. Bu muhalefetle yönetim diyaloga girdi. Burada bir sorun yok. Sonuçta bunlar ülkenin bir Amerikan oyununa kurban gitmesine asla izin vermezler. Bunların hiç biri silahlı değil.

Kim bu silaha ve şiddete başvuranlar?

Silahlı olanlar İslamcılar. Müslüman Kardeşler’in radikal kanadı. Bunlar Suudilerden Lübnan’daki Hariri’den Ürdün’den Fransa’dan Amerika’dan her türlü lojistik, parasal yardım alıyorlar. Yıllardır bugünler için örgütleniyorlar. Bugünün sorunu değil bu. 3-4 yıldır hazırlanıyorlar. Bütün katliamları bunlar yapıyor. Hama da devlet kurumlarını basan Humus’ta yolları kesenler Halep’i ele geçirmeye çalışanlar bunlar. Çok ciddi silahları ve paraları var. Öyle tabanca gibi hafif silahlardan bahsetmiyorum.

İstanbul ve Antalya’da buluşan muhalifler kimler? Ne tür bir role sahipler?

Suriye için en büyük risk radikal İslamcı gruplar. Muhalefetin büyük bölümü özellikle İslamcı olanları Türkiye’de barınıyor. Türkiye-Suriye arasında mekik dokuyorlar! Burada ağırlanıyorlar, toplantılar yapıyorlar, sık sık gidip geliyorlar.

Türkiye’de bunları kim ya da kimler finanse ediyor, destekliyor?

Psikolojik olarak Türkiye’den destek aldıkları çok açık ortada. Bu da onlara yetiyor. Çünkü ABD’de ya da Fransa’da istedikleri kadar toplansınlar bu çok şey ifade etmez. Ama Türkiye’de toplanmaları çok şey ifade eder. Çünkü Türkiye hem komşu hem de Müslüman bir ülke. 6 ay öncesine kadar Şam’la stratejik bir müttefikti aynı zamanda.

Ne oldu ‘sıfır sorun’ politikasına. Geçen yıl bu vakitler bir hayli dillendiriliyordu!

Ben bu söylemin uluslararası ilişkilerin ne kadar ahlaksız bir ilişki biçimi olduğunu kanıtladığını söylüyorum. Hep söylenir ya uluslararası ilişkilerde duygulara yer yoktur, çıkarlar vardır diye. Oysa daha altı önce Türkiye ile Suriye arasında uluslararası ilişkiler bağlamında bakıldığında duygu vardı. Suriye ve Türk halkı birleşiyordu. Sınırlar kalkmış, kişisel anlamda Esad ile Gül ve Erdoğan arasında dostluklar vardı. Demek ki bu söylediğimiz şey artık bir anlamı kalmıyor bize bunu kanıtlamak istiyorlar. Suriye halkı ile bir Türkiye halkları dost olamazsın boşuna uğraşmayın diyorlar. Bunu bize maalesef zorla da olsa kabul ettirdiler.

Suriye halkı ne düşünüyor? Yaşananlar sokağa nasıl yansıyor?


Bugün sokağa çık deki ne diyorsunuz? Adamın sana diyeceği tek şey abi bunu bize niye yaptınız olacaktır. Sınırlar kalkacakken şimdi bu iki ülke düşmanlaştırılmaya çalışılıyor. Bu büyük bir proje. Projede yer almak oyuna gelmek demek. Tuzağa düşülmemeli.

Bu büyük proje engellenebilir mi? Libya’da engellenemedi!

Tabi aslında Türkiye halkı, halkları farkına vardı bu oyunun. Başlangıçta medyanın gazına gelse de, sonradan ayıldı. İnsanlar bunun bir Amerikan oyunu olduğunu farkında. ABD’nin bu coğrafyayı allak bullak etmek istediğine dair bir kanaat halka yerleşti. Esad gecen seneye kadar Türkiye’nin en sevdiği adamdı. Ne oldu? Eğer Suriye’de insan ölüyorsa Türkiye’de de ölüyor. Türkiye’nin son 30 yılık tarihine bakmamız yeter. Sen de köyleri ve kasabaları bombalıyorsun. Bunlar bir gerekçe değil. CHP’nin son açıklaması özellikle önemli.

Taşeron?

Evet evet. Taşeronlaşma. Kılıçdaroğlu’nun son açıklaması çok önemli. Keşke CHP, BDP ve diğer partiler bu konuda daha etkin bir tavır alsa. Eğer bu olursa ABD’nin Türkiye’yi oyuna getirme projesi engellenmiş olur.

Bu denklemde İran nerede duruyor? İran Suriye için savunmaya geçer mi?

Hayır. Zaten coğrafi olarak da mümkün değil. Irak ABD işgali altında, buradan geçiş yapamaz. Türkiye üzerinden gelmesi gerekecek ancak Türkiye bu proje içinde yer almak zorunda kalırsa o yol da kapanır. Zaten Türkiye sık sık İran’dan gelen silahlara el koyuyor. Dolayısıyla İran’ın yapabileceği bir şey yok. Ama İran elbette ki psikolojik bir destek Suriye için.

Irak Başbakanı Nuri El Maliki Esad’a destek verdi?

Çünkü Irak Şiilerin ve Kürtlerin kontrolünde. Talabani buradaki Kürtlere aman oyuna gelmeyin sakin olun, bu büyük bir oyundur diye telkinlerde bulunuyor. Sık sık elçilerini gönderiyor.

Tam da oraya gelmek istiyordum: Kürtler bu denklemde nerede duruyor?

Toplumun genel şikayetleri neyse Kürtler de bunlardan muzdarip. Kürtlerin ekstra ‘kimlik’ sorunu var. Üç ay önce bir yasa çıktı, komisyon kuruldu. Resmi rakamlara göre 36 bin 136 kimliksiz Kürt buraya başvurdu. Hem komisyonun kurulması hem de Barzani ve Talabani’nin telkinleriyle artık kontrollü davranıyorlar. Diğer muhalefetle arasına sınır koyuyorlar, radikal İslamcılara mesafeli duruyorlar.

Neden?

Çünkü Kürtler demokratik talepler peşindeydi. Ama İslamcılar muhalefete şiddet bulaştırdı. Kimseler burada İslamcı bir iktidar istemez. Hıristiyan, Aleviler karşı zaten İslamcılara. İslamcı bir iktidar riski doğunca herkes aman aman kaçalım demeye başladı. Kürtler de dahil.

Sık sık büyük projeden bahsediyorsunuz? Projenin nihai hedefi nedir?

Şimdi tarih çok önemlidir. Tarih haçlı seferi başladığında bu coğrafyaya haçlılar geldiğinde bu coğrafyada petrol mü vardı. Osmanlı döneminde de ellerindeki cetvellerle geldiler. Demokrasi insan hakları umurlarında değil. Bu coğrafyayı psikolojik nedenlerle ele geçirmek istiyorlar. Batının planlamasında her zaman çıkar aramak doğru değil.

Siz yaşananları siyasi ve ekonomik çıkarlardan ziyade psikolojik etkenlerle açıklıyorsunuz?

Garip bir psikoloji bu, maddiyata gerek yok ki. Irak niye işgal edildi? Saddam zamanında bile Irak petrolünün hepsini ABD alıyordu. ülkelerinin bütün petrollerini zaten bunlar alıyor. Petrolü zaten işleyen ve tüketen ülkeler alır. Sen de petrolü satın alabilecek ülkelere satarsın. Bunların hepsi palavra. Batının derdi şu; Bu coğrafyanın tümünden intikam almak. Yahu çok mu umurunda demokrasi gelmiş.

Demokrasi kelimesini dillerinden düşürmüyorlar!

Çok mu umurlarındaydı Mısır’a Tunus’a demokrasi gelmiş. Mübarek 30 yıldır ABD’nin uşağıydı. Uşak hafif kalır. Darbeyi yapanlar Mübarek’in generalleriydi. Adamı uçurdun. Şimdi yeni iktidar getireceksin yine uşak yapacaksın. Batı için Mübarek’ten daha uşak bir iktidar Mısır’da asla kabul edilemez. Mübarekten çok çok daha uşak biri gelecek göreceksin. İsteselerdi Mübarek’i kaçırabilirlerdi. Yapmadılar. Çünkü yeni iktidara mesaj vermek istiyorlar. Söz dinlemezseniz Mübarek’ten daha beter olursunuz diye. Kafes içinde sergiledikleri Mübarek’i koz olarak kullanıyorlar.

PSİKOLOJİK HARP YÜRÜTÜLÜYOR

Medyanın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye medyasına gelmeden El Cezire, El Arabiya, BBC Arapça ve France 24 diye dört tane kanal var. Bunlar dörtlü çete. Bunlar habercilik yapmıyorlar. Bunlar 24 ayar çok kaliteli bir CIA operasyon merkezi gibi çalışıyorlar.

Psikolojik harp mi yürütüyorlar?

Psikolojik harp hafif kaçar. Bunların haberleri “ey devrimci Suriyeliler, ey devrimci Libyalılar şurayı aldınız burayı ele geçirdiniz. Burdan şuraya girin allahu ekber haydi” diye başlar. Düzmece konuklar düzmece haberler, düzmece görgü tanıkları. Yaşanan olayların baş mimarı bu dört kanal. Çünkü insanlar bunları izliyor ve psikolojik olarak etkileniyor. Mesela dün dendiki (muhaliflerin Trablus’a girdiği gün) Kaddafi’nin iki oğlu yakalandı. Psikoljik harbi iyi bilmeme rağmen ben bile etkilendim UCM’nin başkanı bile çıktı konuştu, muhaliflerin başkanı Abdulcelil basın toplantısı yaptı oğul Kaddafi elimizde dedi. Bir ülkenin başkanı olacak olan adam El cezire’ye çıkıp bunu diyorsa etkileniyorsun. Ama ne oldu hepsi düzmece çıktı. Hani yakalanmıştı.Şimdi sen Libya yurttaşı olsan moralin bozulmaz mı? Kaddafi yanlısı olsan etkilenmez misin? Daha ne hikayeler var. Asıl büyük hikaye şu.

Nedir?

El Cezire muhaliflerin Trablus’a girdiği gün bir canlı bağlantı yaptı. Oğul Mahfus Kaddafi sözde evden telefonla canlı olarak kanala bağlanıyor. Konuşuyor evdeyim her şey kontrol altında vs diye. Yayın esnasında aniden silah sesleri geliyor, burayı bastılar bağırışı duyuluyor ve birden bağlantı kopuyor. Oysa bu bir mizansen. Yalan düzemece haber yapılmış. Düzmece tanıklar, görüntü bindirmeler, tümü düzmece. Görüntülere ses bindiriyorlar, fotoshoplarla fotomontajlarla her türlü hileye başvuruyorlar.

Wikileaks belgelerinde 40 milyon dolar yardım yapıldığı ortaya çıkmıştı!

ABD Kongresi’nin kararı var 80 milyon dolar yardım yapıldı diye. Bunlar açıklanan rakamlar önemli değil. Esas Suudi Arabistan var. Suudilerin ABD bankalarında 1.8 trilyon doları var. Oradan 3 milyon dolar verseler ne olacak ki. Faiz almıyorlar haram ya, öylece duruyor o paralar orada.

Türkiye medyasına gelirsek?

Türkiye medyasına gelince. Birincisi uluslararası medyanın özellikle de “dörtlü çete”nin yarattığı baskı var. Dolayısıyla tek taraflı geliyor haberler. Medyada bunları kullanıyor. İkincisi çıkar ilişkileri var. Belli merkezlerden gelen emirler üzerine hep birlikte Suriye’ye yüklendiler.

Özellikle de yandaş basın ve İslamcı gazeteler. Suriye’ye dünden girmeye razılar!

Evet. Geçen sene bu vakitler bazı İslamcı gazetelerde “yaşasın Suriye” diyen kalemler şimdi Suriye’ye girelim demeye başladılar. Bu inanılmaz bir savrulmadır. Hem felsefi hem de ideolojik anlamda. İçimizden bir sürü satılmış adam almışlar bu adamlarda onların düşüncelerini pazarlayıp duruyorlar. Medyada bunlardan çok var. Satılmış yalaka aşağılık insan dolu. Bunlar batlıların bu projelerini zorla kamuoyuna ve bilinçaltımıza yerleştiriyorlar. Bu saldırmanın aslında Türkiye’yi hedef aldığının farkında değiller.

Nasıl hedef alınıyor?

Türkiye iyisiyle kötüsüyle bölge için iyi bir modeldi. Şimdi bu modeli “İslami” bir modele dönüştürmek istiyorlar. Bu şekliyle de Arap ülkelerine pazarlayacaklar. Türkiye’deki İslamcıların mı Araplar ülkelerinden etkileneceği, yoksa Arapların mı Türkiye’deki İslamcılardan etkileneceği temel sorundur bence.

Sizce kim daha fazla etkilenir?

Onu günler gösterecek. Şimdilik Arap ülkelerindeki İslamcıların Türkiye’deki İslamcılardan etkilendiği izlenimini alıyoruz. AKP’yi model partiler kuruluyor birer birer. Sıklıkla buralara gelip gidiyorlar, konuşuyorlar. Çünkü Batı onlara şunu empoze ediyor; AKP gibi olun ılımlı olun size iktidar yolunu açalım. Bir Arap ve Türkiyeli olarak şunu söyleyebilirim ki Arap ülkelerindeki İslamcıların Türkiye’deki İslamcıları örnek alacaklarını sanmıyorum. Buna Suudiler asla ama asla izin vermezler. Suudier ılımlı İslamdan nefret ediyor.

Birgün/İbrahim Varlı
Kullanıcı avatarı
Big Boss
Mesajlar: 260
Kayıt: 25 May 2009, 20:43

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen Big Boss »

ben bugun akp nin abd güdümünde siyaset yaptığını düşünüyorum suriye tavırları bunu kanıtlamıştır
suriyeli muhaliflere verilen destekte bunun kanıtlarındsandır sözde islami medyanın suriyeye karşı tavrıda en güzel kanıtlardır
bu saftirikler suriye düşerse filistinin lübnanın zora gireceğini bile görmüyorlar yada tam anlamıyla satılmışlar
Çeri
Mesajlar: 815
Kayıt: 28 May 2009, 10:06

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen Çeri »

Tek neden o işbirlikçilikleri değil İslamcı geçmişleri 1982 Hama Olayı Türkiye İslamcılarını çok derin den etkilemiştir.Hama 1982´yi anlatan romanlar yazılmış radyo tiyatrosu biçimin de kasetler yayınlanmıştır.Milli Gençlik Vakfına gelen gençlere 1982 Hama Olayları anlatılmıştır.İmam Hatip Liselerin´de bile öğretmenler öğrencilerine bu olaydan bahsetmiştir.
O romanlar da Suriye İhvan-i Müslimini üyelerini konuşmaya zorlamak için kızlarına, kızkardeşlerine, nişanlılarına gözlerinin önün´de tecavüz edildiği hatta Sovyet bu subaylarına ikram bile edildikleri yazılı.
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen Musa Özateş »

Çeri yazdı:Tek neden o işbirlikçilikleri değil İslamcı geçmişleri 1982 Hama Olayı Türkiye İslamcılarını çok derin den etkilemiştir.Hama 1982´yi anlatan romanlar yazılmış radyo tiyatrosu biçimin de kasetler yayınlanmıştır.Milli Gençlik Vakfına gelen gençlere 1982 Hama Olayları anlatılmıştır.İmam Hatip Liselerin´de bile öğretmenler öğrencilerine bu olaydan bahsetmiştir.
O romanlar da Suriye İhvan-i Müslimini üyelerini konuşmaya zorlamak için kızlarına, kızkardeşlerine, nişanlılarına gözlerinin önün´de tecavüz edildiği hatta Sovyet bu subaylarına ikram bile edildikleri yazılı.
hamada katliam yapıldığını herkes biliyor
ama uluslararası ilişkilere böyle bakılamaz tarihe böyle bakarsak herkesin herkese her zaman katliam yaptığını görürüz ve o zaman herkes herkesle herzaman hasım olup düşman olmalıdır bugünkü sözde müttefiklerimizlede ruslarlada sürekli savaşmışız almanya fransayı işgal etmiş ingiltere almanyayı işgal etmiş rusya avrupaya girmiştir o halde herkes herkese yaptığını unatmayıp düşmanmı olmalıdır
o dönem soğuk savaş koşullarıdır taraflar sovyetlerle amerikadır ve suriye sovyet taraftarıdır ve başlarında şimdi ölmüş esat vardır
şimdi ise suriye anti emperyalist anti siyonist çizgidedir
ve lübnan ve filistindeki müslümanların can dostu koruyucusudur ve başındada hamayla ilgisi olmayan oğul esat vardır
hama bahane edilemez eğer böyle güdüler varsa milli mücadele döneminde amerika ve ingilterenin anadoluya yaptıklarına öncelik vermek gerekir
dış politikada günün somutuna öncelik vermek gerekir bugün suriye müslümanların yanındadır ortadoğunun kilidi filistin ve lübnandır ve suriye buraların ön seddidir bu yüzden amerika suriyenin düşmesini istiyor peki biz müslümanlar ne istemeliyiz?
olaya böyle bakmak gerekir
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen 3nokta »

Ben Suriye'deki olayların kesinlkle Siyonist oyunu olduğunu düşünüyorum. İsrail'e karşı açıkça düşman olan bir hükümet yerine Batı uşağı bir hükümet kurmak istiyorlar.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Mekzun
Mesajlar: 259
Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen Mekzun »

AMBARGO SURİYE’YE NE YAPABİLİR?

Bir türlü başaramadılar. Beşşar Esad Önderliği etrafında kenetlenen Suriye halkına diz çökertemediler. 6 aydır dünyanın tüm şer güçleri, uluslararası şer medyası, ne medya ahlakı ne de ekonomik kaygı duymadan, petrol şirketlerinin akıl almaz desteğiyle 48 TV kanalından, binlerce gazete ve radyodan 7/24 saat üzerinden yalan, abartma, kışkırtma, uydurma, senaryolarla yaptığı yayına rağmen Suriye halkı birliğini korudu ve devletin dik duruşunda tek bir fire vermeden bu ahlaksız saldırılara karşı koydu.

Başlangıçta halkın haklı reform taleplerini hızla ve çok daha ileri adımlarla karara bağlayıp resmi gazetede yayınlayarak halkının kazanımları haline getirilmesine rağmen, uluslararası komplocular bunu yeterli görmeyip, halkın bu kazancı değerlendirmesinin önüne set çektiler. Silaha sarıldılar, kan döktüler. Yol kesme harekatı yaptılar. Suriye’nin halkı yönetimi ısrarla Reformlara devam ettikçe, onlar inatla silahlı saldırıları sürdürdüler.

Ama başaramadılar. Suriye halkı, laik, direnişçi ve halkçı yönetimi etrafında milyonlar üzerine milyonları ekleyerek kenetlendi. Halk son sözünü söyledi; “dünyanın tüm kudretleri toplansa da ambargolarla aç bıraksalar da reform yolunda halkçı yönetiminin arkasında kalacağız” dedi. Suriye’yi sarsamayacaklarını, muhalefet diye özellikle Erdoğan’ın desteğiyle bir türlü bir araya gelmeyen, ilkesiz, çapsız ve döküntü halleri bir türlü toparlanamayınca uluslar arası ambargolara başlandı. İçten yıkanmadıkları bu onurlu ve bağımsız ülkeyi, dış kuşatmalarla yıkabileceklerini sandılar. ambargolar süreci böyle başladı.

Suriye bu kuşatmalara şerbetli bir ülkedir. İMF, kuklası solan ülkelere karşı geçerliliği olan bu ekonomik sıkıştırmaların Suriye’de hiçbir anlamı yoktur; çünkü ne IMF vardır ne de tek kuruş dış borcu bulunuyor. Kaldı ki Suriye bu risklerin stratejik önlemlerini almış bir ülkedir.
Suriye Hafız Esad döneminden itibaren, Siyonist İsrail’le 50 yıllık savaş sürecinin tecrübeleriyle, önlem almıştır. Askeri olduğu kadar, besin stratejileriyle bunu pekiştirmiştir. Bu gün Suriye’yi ambargolar karısında dik tutan da budur. Güncel olan bu sorunu altta maddeler halinde okurlarla paylaşıyorum.
Suriye;

1. Dış borcu sıfır olan bir ülkedir.
2. iç üretimi özellikle beslenme ve giyim sektöründe kendi kendine yeterli bir ülkedir
3. Hafız döneminden itibaren devam eden beslenme güvenliği projesi etrafında geliştirilen stratejilerle hiç bir ambargonun etkilemeyeceği önlemler alınmıştır; özel ve kamu sektörü bu doğrultuda dizayn edilmiştir.
4. 100 milyon zeytin ağacına sahip ve dünyada zeytincilik alanında dördüncü ülkedir.
5. Yıllık 400 bin ton (4 milyon kg) zeytin yağı üretimi vardır.
6. 2 yıllık buğday stokları bulunmaktadır (Bu besin güvenliği stratejisi gereği sürekli korunmaktadır)
7. Yıllık 4,5 milyon ton hububat üretimi bulunmaktadır.
8. Yıllık 700 bin ton narenciye üretimi yapar
9. 700 bin tona yakın değişik meyve üretimi yapar.
10. 1 milyon ton dünyanın en kaliteli pamuğunu üretir, (Mısır nil pamuğu gibi teli en uzun pamuk) Türkiye dahil dünyanın kapıştığı pamuk iplik ve ham bez üretimi yapar( Türkiye'de satılan en kaliteli kumaşlar ham olarak Suriye’den gelip boyanarak piyasaya iner)
11. Petrol fazlası olan günlük 200 bin varil şimdiden 2 yıllık üretimi satılmış durumdadır. Sehll AT'nin aldığı kararlara rağmen üretimine ve satışına devam etmektedir. Kaldı ki dünyada 100 devlet bu ambargo kararlarıyla ilgili değildir ve Petrolu kapışa kapışa almaya hazırdır. Çin bu fırsatı beklemekte mega şirketleriyle bölgede petrol arama işleme ve satmaya hazırdır. ABD ve AT bundan çok çekinmektedir (Sudan sendromu)
12. ABD ile ticareti on yıllardır sıfır noktasında tutulmuştur.
13. on yıllardır kademeli olarak doğu toplumlarıyla ekonomik ilişkiler geliştirilmekte, alternatif pazar ve yedek ihtiyaçlar için zemin oluşturulmuştur.
14. Dolar 25 yıldır fiyatı değişmeden korunmuştur. halkın yaptığı son desteklerle dolar ve Euro, Suriye lirası karşısında 3 SL değer kaybetmiştir ( 1 Dolar=47 SL = 1.6 TL)
15. Bunlara ek olarak, 1 lt mazot 15 SL (Türk lirasıyla 50 krş), 2 kg ekmek 15 SL (50 Krş TL), 1kg şeker, 1kg pirinç 10 SL (0,30 Krş TL), eğitim, sağlık bedava; ana okul dahil üniversiteyi bitirene kadar bir ailenin ödeyeceği para 15 000 SL civarındadır (300 Dolar, yaklaşık 500 TL), dünyada sadece üniversite eğitimi için ortalama olarak 100 ile 250 000 Dolar ödenir. Yolu, elektriği, suyu olmayan tek köy bırakmamıştır. Yapılan son katkılarla ortalama bir memurun aylığı 15 000 ile 25 000 civarında olmuştur (Yaklaşık 300 ile 500 dolar, bu da yaklaşık olarak bir ailede ikiden fazla memurun olduğu ve ülkedeki temel besin maddelerinin devlet tarafından desteklendiği göz önüne alınınca yaşam düzeyin daha da net anlaşılmış olur). Sağlıkta, açık kalp ameliyatı dahil tüm sağlık hizmetleri bedavadır; komşu ülkelerden gelen tüm hastalar da aynı şekilde sadece insan olması sağlık ihtiyaçlarını gidermesi açısından yeterli görülür. Ülkede her meslek gurubunun sendikası vardı (işçi,köylü, sanatçı, mühendis, doktor, avukat, memur, zanaatçı, vb..) ve her türden sağlık, eğitim hizmetini ailesiyle birlikte karşılıksız olarak devletten alır. Çok etkin şekilde korunan ekonomik dengeler (Dolar fiyatı ve enflasyon oranlarından belli olun) toplumsal dengenin ve halkın, ülkenin halkçı yönetimi etrafında kenetlenmesinin de temel nedenidir.

Şimdi gelsin dünyanın tüm şer güçleri Suriye’yi ambargo altına alsın da bakalım ne çıkacak.

Hiçbir şey çıkmayacaktır.

...

Suriye bu zor günleri geride bırakacaktır. Bununla kalmayacak, sistemi yenileştiren devrim gibi reformlarıyla da bölgemizin en güçlü demokratik ülkesi olacaktır. Bu onurlu komşumuza omuz vermek gerekirken onu arkadan vurmak ahlaksızlıktır.
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."

İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
Mekzun
Mesajlar: 259
Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen Mekzun »

Türkler Osmanlı hayali kuruyor
Suriye lideri Beşar Esad, Şam’a karşı baskıyı artıran Ankara’ya “Türkiye’de Osmanlı’yı yeniden canlandırmak isteyenler var ama bu imkansız” dedi.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, “Türkiye’de bazılarının Osmanlı İmparatorluğu’na dönmenin hayalini kurduğunu” söyledi. Arapça yayın yapan Arab Press’e konuşan Esad, “Türkiye’de bazıları hala Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden kurma rüyasında... Türk liderler bu rüyanın imkansız olduğunu biliyorlar ve bu yüzdan dini ajandası olan partileri sömürerek Arap dünyasındaki etkilerini artırmak istiyorlar” dedi.

Suriye Devlet Başkanı kendisini destekleyenlere herhangi bir Türk sembolüne zarar vermemeleri çağrısında bulunarak, “Sizden Türk bayraklarını yakmamanızı istiyorum. Türk halkı gururlu bir millettir” diye konuştu. Açıklamalarında diğer Arap ülkelerine de mesaj gönderen Esad, “Suriye komplolara daha fazla tahammül etmeyecek” vurgusunda bulundu.
_______________

Kaynak link: http://www.focushaber.com/-turkler-osma ... 90242.html
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."

İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
alone_man
Mesajlar: 1769
Kayıt: 13 Oca 2008, 21:28

Re: Suriye'de BOP Operasyonları

Mesaj gönderen alone_man »

MAİLİME GELDİ PAYLAŞIYORUM GÜZEL BİR YAZI


Dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrininin tesviye ettiği zihinler...  
Kenan Çamurcu






Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz. Fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin, kılıçlarından gelen fayda bize lazım değil. (Bediüzzaman Said Nursi)


Amerika dışındaki nüshalarında Başbakan Erdoğan'ın fotoğrafının yeraldığı Time kapağıyla çalkalanıp gururu kabartılan ve köpürtülen muhafazakâr iktidar, NATO'nun Suriye'yi işgal ve istilasını aklamaya hazırlanıyor. Kara talan aklayıcılığıdır bu!

İmalatı Washington'da gerçekleştirilen bu halet-i ruhiye, Müslüman dünyada sömürgeci güçlerin istilasına yükselen öfke ve hissiyatı teskin etmeyi amaçlayan muhtelif eşbaşkanlıklarda Türkiye'nin ortağı yapılmış İspanya'da sağcı Halk Partisi'nin iktidara gelmesiyle eşzamanlıdır. Bir yanda İslam beldelerini yeniden fetih işine soyunmuş Erdoğan, diğer yanda İslam beldelerini yeniden fetih (re-conquista) için tarihsel anlamına atıfta bulunulan İspanya, gayet simgesel ve manidar bir eşbaşkanlık ortaklığı oluşturabilir artık.

Siyasallaşmış İslam'ın değil, siyasallaşmış Sünniliğin iktidarı olan muhafazakâr hükümet ve onun itaatkâr sivil toplumu, yalanlarla bezenmiş haklılaştırmalarla NATO'yu Suriye'yi istila, işgal ve talan etmeye çağırıyor.
Siyasallaştırılmış Sünnilik fikriyatını Kemalizm'in yerine geçirip rejimi buna göre yeniden yapılandırmakla geniş kitlelerin aidiyet duygusunu sağlama alan muhafazakâr iktidar, batılılar nezdinde, yakın çevrede hegemoni kurma bahşişiyle NATO'nun kara istilasını aklama katmanından fazla anlam taşımıyor. O nedenle Suriye İhvanı'nın “Batı değil Türkiye Suriye'yi işgal etsin” şiarıyla NATO işgalini kamufle ettiğini sanması zekice buluş sayılmaz.
Muhafazakâr iktidar ve onun sivil toplumu, “görüldü” mührüyle damgalanmış olarak Suriye istilasına yürüyor.

Müslüman beldelere karşı Yavuz Selim kesilen Erdoğan'ın, NATO sancağı altında, Suriye'den başlayarak Irak, Lübnan ve İran'a doğru fütuhata çıkmaya hazırlanmasına TSK'nın vatanperver evlatlarının itaatsizlikle direnmesini umuyorum!
28 Şubat günlerindekine benzer medya operasyonlarıyla zihinler, Washington-Tel Aviv karargâhından yönetilen Suriye, Irak, Lübnan ve İran harekâtına hazırlanıyor.
Muhafazakâr medyadaki talimatlı ve istikrarlı anti-Suriye kampanyası kimi ikna etmeye çalışıyor? Patlamak üzere şu kadar bomba bulundu haberleriyle tansiyon yükselten büyük yalanların mimarı muhafazakâr medya, ne entelektüel derinliğe, ne de yeteneğe sahip olduğundan medya operasyonlarını gizlediğini sanarken her defasında kendisini ifşa ediyor. Eline tehlikeli medya silahı tutuşturulmuş kabiliyetsiz çocuklar, onu rastgele ateşliyor, birçok kazaya yolaçıyor, ortalığı karıştırıyor, tam bir karmaşa yaratıyor.

Hele “hacıların otobüsüne Suriye askerlerinin saldırdığı” kabilinden haberler, tıpkı 28 Şubat günlerinde televizyonlarda döndüre döndüre, köpürtülerek, zihinlere nakşedilerek yapılmış “başbakanlıkta tarikat liderlerine iftar”, “Fadime Şahin” vs. gibi haberleri andırıyor. Muhafazakâr medyada yayınlanan haberler sayesinde kendimizi 28 Şubat günlerinde hissediyoruz. Muhafazakâr medyanın ve onlara yol gösteren 28 Şubat döneminden hayli tecrübeli laik medyanın ortak operasyonları çok tanıdık. 28 Şubat zamanlarında Tel Aviv karargâhında imal edilen operasyonlar laik medya eliyle servis edilirdi. Şimdi muhafazakâr medya da garsonluğa başladı!

Suriye'deki iç savaş tablosunu kabul etmekte güçlük çeken zihinler, batı medyasıyla işbirliği içindeki muhafazakâr medyanın kurbanıdır.
İsyancılar kurtarılmış bölgelerde gösteri düzenliyor, isyancılara karşı çıkan Suriye halkı da ülkenin genelinde. Şam yönetiminin 3 bin isyancıyı öldürdüğü söyleniyor, isyancılar ve silahlı örgütlerin de 1000'in üzerinde güvenlik görevlisini ve sivil halktan insanları. Bu bir iç savaş tablosudur. Taraflar savaşıyor. Ankara, iç savaşı teşvik etmeyi bıraktığı ve Suriye'ye karşı terörü desteklemekten vazgeçtiği an Suriye normalleşme yoluna girer.

Ama bugün yaşadığımız gerçeklik bunun tam tersidir.
“Özgür Suriye Ordusu” isimli örgüt, Suriye'de 15 bin silahlı adamı olduğunu; bu adamların barınma, eğitim ve lojistiği için Türkiye'nin desteğine şükranlarını yerli ve yabancı medyaya ilan edip durmuyor mu? Ankara'daki iktidar ve onun sivil toplumu muhafazakâr/İslamcı STK'lar, bu örgüt liderinin açıklamalarından hayli hoşnut değil mi? Türkiye'nin desteğiyle Suriye içinde eylemler düzenleyen 15 bin silahlı adam 1000'in üzerinde güvenlik görevlisi ve sivili öldürmedi mi?

Ankara, Suriye'de düzenlenen terörist eylemlere yardım ve yataklık etmiyor mu?

Kara propaganda kaynağı ve yalan fabrikası muhafazakâr medyanın, hiç silahlı örgütlerin Suriye sokağında döktüğü kandan sözettiğini işittiniz mi? Hakkaniyete riayet etseler, hiç olmazsa gazetecilik yapsalar muhafazakâr medyada bir kez olsun isyancıların ve terör örgütlerinin (kendi çektikleri onlarca videoda izlediğimiz) cinayetlerini, bombalamalarını ve öldürdükleri insanları görürdük değil mi? Muhafazakâr Ankara'nın ve onun sivil toplumunun, isyancıların döktüğü kandan hiç bahsetmemesi büyük yalanların mimarı olmalarındandır.

Suriye'de isyancılarla Şam yönetimi arasında yaşanan silahlı çatışmalar iç savaşın hazırlık aşamasıdır. İsyancılar ve silahlı örgütler ülkeyi iç savaşa sürükleyerek NATO müdahalesini mümkün kılmak istiyor. Libya modelinin Suriye'de de tekrarlanacağına büyük umut besliyor. Suriye'de isyancıların kontrolündeki kurtarılmış bölgelerde NATO'yu çağıran gösteriler düzenleniyor. Rejimin öldürdüğü isyancıya ağlayıp, isyancının öldürdüklerine sevinmek siyasi bir tercih olabilir, ama öncelikle bir insanlık trajedisidir ve siyasetin çirkin yüzünü temsil eder. Ama görünen o ki Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, isyancılara ve silahlı örgütlere tam destek vererek Suriye'de bir an önce iç savaş çıkması için insanüstü gayret harcıyorlar. Fakat bütün bu çabalarına karşın bu maceradan elleri boş dönebilirler. Hatta tersine, Suriye'de iç savaş çıkartmaya uğraşan Ankara'nın çılgınlığı ve maceracılığı Türkiye'nin ağır bedeller ödemek zorunda kalmasıyla da sonuçlanabilir.

Suriye'ye hamle hatası, Türkiye'yi Rusya, İran, Çin, Hizbullah, hatta Hamas'la karşı karşıya getirdi. Ankara, kelimenin tam anlamıyla duvara tosladı. Muhafazakâr iktidarı yerinden etme kapasitesi hayli yüksek Suriye krizi, sadece siyasi iktidarı değil, onun sosyal iktidarını da süpürebilir.

Politik bir değerlendirme yapmak gerekirse, Suriye meselesi AK Parti iktidarının sonunu getirecek vehamette sonuçlara yolaçabilir. Erdoğan, ABD'nin tehdidi ile savaş riski arasına sıkışmış gözüküyor. ABD'nin, Erdoğan'ı, PKK/KCK'nın Türkiye'de “Arap baharı” görüntüleri sahnelemesine göz yummakla tehdit etmesi tek seçenekli bir riskti. Bu tehditten korkup “Libya'da NATO'nun ne işi var” noktasından, “NATO neden Suriye'de yok” noktasına savrulan Erdoğan, Suriye meselesinde rol üstlenmekle şimdi çok seçenekli riskle yüzyüzedir. Ankara'nın yapması gereken ABD'nin tehdidine boyun eğmemesi ve Suriye'ye hücum etmemesiydi. Bu kapıyı açmakla büyük hata yaptığını gerilim derinleştiğinde anlayacaktır. Erdoğan Suriye'ye yüklendikçe Kürdistanların genleşme kapasitesini besleyeceğini biliyor olmalıydı. Suriye, Irak, İran Kürdistanları genleştikçe Ankara köşeye sıkışacak ve içine kapanacaktır. Bugünlerde gördüğümüz çıkışlarıyla Ankara son hamlesini yapıyor olmasına rağmen Şam henüz harekete bile geçmedi. Şam harekete geçtiğinde iktidarı sarsacak gelişmeler birbiri ardınca patlak vermeye başlayabilir.

Suriye eksenli büyük krizin sarsıcı sonuçlarından AB(D) mi Ankara'yı koruyacak? Gerçekten AB(D)'nin kendilerini himaye edeceğini mi düşünüyor muktedirler?

Lafı dolandırmayalım: Ankara'nın Suriye'ye saldırmaya rampa olması, tetikçilik yapması veya bunun adı her neyse, bu asla Türkiye'nin kararı değildir. Bu nedenle muhafazakâr iktidarın bu siyasetine rıza göstermeyen herkes, 1 Mart 2003 örneğinde olduğu gibi sokaklara dökülüp Ankara'nın savaş kararından sorumlu ve mutlu olmadığını dünyaya duyurmalıdır.

Suriye krizi Türkiye'nin krizi değildir. Bu büyük gerilim, muhafazakâr iktidarın ve onun sivil toplumunun başımıza bela ettiği bir felakettir. Bunun sorumlularının, krizlerini alıp gitmelerinden başka temennimiz olamaz!

Yoğun kara propaganda ve medya kampanyasının sis bulutundan başını çıkarmayı başarıp soluklanabilen aklın karşısına onlarca soru çıkacaktır:

Suriye'de yaşanan iç gerilim ikili ilişkiler bakımından Türkiye'yi ilgilendirmediği ve Türkiye, Suriye yönetiminin isyancılarla uzlaşması ve barışın sağlanması işinde ancak arabulucu ve iyiniyet elçisi olabileceği halde Ankara neden aylardır Suriye ile savaş hali varmış gibi bir hava estiriyor?
Ankara'nın Suriye konusunda ilkesel ve ahlaki bir tutumu olmadığı halde (ilkeyi takip ettiğini kanıtlayacağı Bahreyn, Suud ve Yemen katliamlarına hiçbir tepkisi ve tavrı yok çünkü!) sesini yükseltmesinin sebebi nedir?

Erdoğan'ın, Şam tarafından hiçbir şekilde muhatap alınmadığı ve konuyla ilgili olmadığı halde Şam'a bağırıp çağırması isyancılarda ve silahlı örgütlerde Türkiye menşeli silahların ele geçirilmesinden olmasın sakın!

Suriye'ye Amerikalıların mesajını taşıdığı suçlamaları karşısında “Biz postacılık yapmayız” diyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Suriye lideri Esed, Davutoğlu'nun kendilerine her geldiğinde Amerika'nın tehditlerini aktardığını ifşa ettiğinde neden “yalan söylüyor” diyemedi?

Muhafazakâr iktidar ve onun sivil toplumu neden Suriye'ye yaptığı gibi Suud'un, Bahreyn'in, Yemen'in döktüğü ve dökmeyi sürdürdüğü kan için kampanyalar yapmıyor, masum halkı kurtarmaya neden koşmuyor?

Neden Suriye ile savaş varmışçasına saldırgan bir dil kullanılıyor da Suud, Bahreyn ve Yemen katliamlarına sitem bile edilmiyor?
Bahreyn'de barışçı sokak protestolarına karşı Bahreyn kralı katliamla karşılık verirken ve bununla da yetinilmeyip Suudi saltanatıyla birlikte sultanlar çetesi sokakta katliam yaparken, bırakalım kınamayı, buna itiraz bile edilmemesi Ankara'nın ilkesel davrandığı iddiasını yalanlamıyor mu?

Suriye'deki olaylara ilişkin mebzul miktarda videoyu dolaşıma sokanlar, Bahreyn'de Sünni sultanın güvenlik güçlerinin camileri tahribatını ve Kur'an-ı Kerim'leri paramparça edip etrafa savurmasını teşhir eden video görüntülerinden neden köşe bucak kaçıyor?
Madem Suriye yönetiminin isyancıların kanını dökmesi bu kadar kanınıza dokunuyor, Erdoğan, elinin kanıyla Ankara'ya gelmiş Bahreyn katilini el üstünde tuttuğu, krallar gibi ağırlayıp afiyetle misafir ettiğinde içinizdeki kan neden alevlenmedi, neden buna hiçbir itirazınız olmadı?

Şam yönetiminin Ramazan günü çoluk çocuk öldürdüğünden bahsedip duran Erdoğan, aynı Ramazan günü Suriye'deki silahlı örgütlerin kurtarılmış bölgelerde asker/polis ve sivil öldürdüğünü neden hiç görmedi? Libya'da, Türkiye'nin de içinde yeraldığı NATO'nun saldırılarında Ramazan günü çoluk çocuk öldürülürken Erdoğan bunu da görmüyordu. Başbakan'ın Suriye'de akan kana gerçekten üzüldüğüne, bu konuda samimi olduğuna inanacağımız bir tek örnek bulamıyorsak kabahat bizde mi?
Ankara'nın ve onun sivil toplumu muhafazakâr kesimlerin diktatörlerle büyük derdi varsa ve Suriye'deki tek parti rejimine bu nedenle şiddetle karşılarsa neden Suud, Bahreyn, Yemen ve diğer saltanat diktalarına tek kelimelik sitemleri yok?

Neden Suriye'deki tek parti rejiminden (Biz Suriye ile iyi ilişkilerin tek parti rejimine onay ve teyit anlamına gelmemesi gerektiğinden sözederken onların on yıl boyunca ağızlarına dahi almadıkları tek parti rejiminden!) ağızlarını doldurarak bahsediyor ama Suud ve diğer saltanatları üzecek tek kelime etmiyorlar?
Bugünlerde Mısır'da, “Arap baharı”yla yollarını ayırdıkları için Washington destekli ordu tarafından katledilen devrimcilerin dökülen kanı karşısında Erdoğan'ın Mısır ve Amerikan yönetimine kabadayılık yaptığını işiten var mı? Suriye'yi işgal ve istila ihalesinin yanına Mısır ilave edilmedikçe Tahrir'de dökülen kana sesi çıkmayacak mı?

Sultanlar sofrası Arap Birliği'nin, kurtarılmış bölgelerde terör estiren örgütlere hiçbir ikazı ve çağrısı olmamasına Ankara'nın neden itirazı yok? Arap Birliği, Şam yönetiminin geri çekilmesini istemekle, örgütlere, kurtarılmış bölgelerin sayısını arttırma fırsatını doğurtmaktan başka ne istiyor?

Ankara'nın Suriye'de çözüm diye savunduğu şey, silahlı örgütlerin rahat eylem düzenlemesi için güvenlik güçlerinin çekilmesi mi?

Arap Birliği Suud'a, Bahreyn'e, Yemen'e baskı ve katliamları durdurma çağrısı yapmamakla bu beldelerin sokaklarında katliamın devam edebileceğini söylemiş oluyor ve Ankara'daki iktidar da bunu canı gönülden destekliyor. Ankara'nın en önemli dayanağı ve meşruiyet gerekçesi durumundaki sultanlar sofrası Arap Birliği'nin saygı duyulacak, meşru ve makul bir tek kararı ve çağrısı var mı?

Ankara'nın Bahreyn, Yemen ve Suud'daki baskı, zorbalık, tiranlık ve katliamlara neden itiraz etmediğini her dile getirdiğimizde önümüze bu ülkelerin Türkiye'ye sınırı olmadığı gibi akla zarar bir izah konuyor. Oysa Ankara, Suriye politikasını sınır komşuluğuyla değil, ilkeyle temellendiriyor. Ankara ilke ve ahlak nedeniyle Suriye'de yaşanan olaylara karışıyor olsaydı Bahreyn, Yemen ve Suud'da yaşananları itinayla bir kenara ayırmazdı.

Ayrıca Suriye'de yaşanan çatışmalarda isyancılara destek olmak, onları himaye etmek, silahlandırmak ne demek oluyor? Müslümanların kanını döken silahlı örgütlere yardım ve yataklık mı edeceğiz? Suriye, Türkiye menşeli silahları teşhir etmeye başladı. Ankara girdiği bu çıkmaz sokaktan nasıl kurtulacak?

Muhafazakâr ana akım medya, batılı kara propaganda ve yalan fabrikalarının hoparlörlüğünden başka ne yapıyor? Kim kimin mecrasında akıyor? Tel Aviv merkezli laik operasyoncular mı muhafazakârların/İslamcıların, yoksa muhafazakârlar/İslamcılar mı onların? Tabii ki ikincisidir! Öyle olmasa, mesela Türkiye'ye kaçmaya zorlanan veya teşvik edilen 15 bin Suriyelinin 8 bini geri döndüğünde Türkiye'ye kaçışlarının manşet olması gibi geri dönüşlerinin de en az o kadar gazetecilik ilgisini uyandırması gerekmez miydi? Suriye'ye geri dönen 8 bin kişi haber bile olmadı!

Ankara'nın da, onun itaatkâr sivil toplumunun da Suriye sokağında dökülen kana üzüntüsü sahtedir. Gözettikleri tek hedef, AB(D) kampanyasının zafere ulaşmasıdır. Bu yüzden Suriye'nin normalleşmesi, işgal ve istila edilememesi, Direniş'in (Hamas, Hizbullah, İran) bu kampanyadan güçlenerek çıkması korkulu rüyaları haline geldi, Suriye'nin işgal edilmemesi onlar için adeta bir kâbustur!

İçinde yüzdükleri çelişki denizinde gayet mutlu görünen NATO'cu İslamcılar/muhafazakârlar, “NATO'cu” ithamını iftihar sayacak yüzsüzlüğe erdiler. Suud, Bahreyn ve Yemen'de dökülen kanı umursamayan, bunu hatırlatanı ise Baasçılıkla suçlayan güruh, utanmazlık yarışmasının açık ara galibidir. Washington'un sâdık, mûti, mûnis, itaatkâr bağlılarına göre eğer NATO'cu değilsek Baasçıyızdır. Çünkü sömürgecilere karşı Müslüman beldelerin hukukunu, namusunu ve bağımsızlığını savunmayı akılları almıyor artık. Dış baskıyla değişim doktrinini öyle içselleştirmiş durumdadırlar ki, yaşadıkları yabancılaşma, değerler hiyerarşisini de, psikolojilerini de, akıl sağlıklarını da altüst etmiş ve ruhlarını zehirlemiştir.

Muhafazakârın Türkiye siyasi tarihini hep “dış güçlerin baskısıyla değişim” doktriniyle okuması kendi siyasi ve toplumsal iktidarına meşruiyet arayışıdır.

“Dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrini, muhafazakâr zihne sömürgeleşmeyi meşrulaştırma imkânı bahşediyor.

“Dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrini, Türkiye'yi de, çevre ülkeleri de işgal, istila veya gönüllü sömürgeleşmeyle değiştirmeyi öngörüyor.

“Dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrininin çatışmasız teslimiyet modeli, Türkiye'de muhafazakârın siyasi ve toplumsal iktidarıdır. Sömürgeciler, “dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrininin çatışmasız teslimiyet modelini Müslüman beldelere örnek gösteriyor.

“Dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrininin çatışmasız teslimiyet modeli olan Türkiye, aynı zamanda çevre ülkelere kırk katır-kırk satır tehdididir. Ya teslimiyet modeline boyun eğecekler ya da Afganistan ve Irak gibi işgal facialarını yaşamaya hazır olacaklardır.

Washington-Tel Aviv lobisinin sıklıkla dile getirdiği, “Suriye'de tek parti rejimi var da, Suud özgürlük cenneti mi?” sorusu sömürgeleşmiş zihinde sultanlıklara da müdahale edilmesi içindir. Batı dünyasının diktatörlükler arasında tercihte bulunmasındaki çifte standart, sömürgeleşmiş zihinde müdahalenin ayrımsız olması gerektiği anlamına gelir. Bu çifte standarda biz de itiraz ediyoruz ama bizim Suriye'yi hedefe koyan batının, zorba sultanlıklara imtiyaz tanımasına yönelttiğimiz itirazımız, batının kötü niyetini teşhir içindir, yoksa Washington-Tel Aviv lobisi gibi “dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrinine itikat eden İslamcı/muhafazakâr çevrelerin müdahaleyle değişim fikriyatına destek için değil.

Muhafazakâr/İslamcı ruhun kirlenmişliği, “dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrininde neyin yanlış olduğunu sorabilecek boyutlardadır.

Şam'ın, “dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrinine meydan okuması üzerine muhterem Reisicumhurumuz Suriye'nin çıkmaz sokağa girdiğini buyurdular. Oysa çıkmaz sokağa giren, muhafazakârın elindeki politik Ankara'nın bizzat kendisidir. Fazilet Partisi'nin genel başkanlığına aday olduğunda “Biz yenilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız” diye söze giren teslimiyetçilik Türkiye'ye ve insanlığa ne vadedebilir? Yenilmişliği peşinen kabul etmiş ruhlar, Suriye'ye de sömürgeciliğe teslim olma çağrısı yapıyor. “Yenilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız” mesajıyla işaret fişeği çakılan, “dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrinine teslimiyet idi.
“Dış güçlerin baskısıyla değişim” doktrininin Türkiye modelinde iktidara ilişik aydınların davranış stili de sömürge çağındaki aydınlar gibidir. Washington'a sadakatle tâbi laik ve dindar aydınların laflarına kananlar, Arap sokağını Suriye meselesinde ABD yanında sanabilir, Arap sokağının ABD işgal sancağına hayran olduğunu sanabilir. Halbuki tam aksidir: Arap sokağı, “Libya'ya müdahale eden NATO Suriye için neyi bekliyor” diyen Erdoğan'dan nefret güzergahında koşar adım ilerliyor.

Arap sokağı da, Türkiye sokağı da işgalci NATO'dan nefret ediyor, işgalci ABD'den nefret ediyor, NATO ve ABD bayrağının altında söz söyleyen işbirlikçi herkesten nefret ediyor. Türkiye sokağının muhafazakâr iktidara sömürgecilerle işbirlikçiliği konduramaması ve yakıştıramamasını NATO'cu politikalara destek zannedenlerin gafleti ölçülebilir mi? “Keşke bilebilseydiniz!” (Tekasür 5)
Cevapla

“Dış Siyaset (Politika)” sayfasına dön