Kıssalardan Hisseler

Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Kıssalardan Hisseler

Mesaj gönderen MERDAN »

AVCI İLE SERÇE KUŞU

Avcının biri bir gün bir serçe avlar, serçe dile gelerek avcıya "Bana ne yapmayı düşünüyorsun" diye sorar, avcı serçeye " seni kesip yiyeceğim" cevabını verir.

Bunun üzerine serçe avcıya "vallahi, benim etim ne kahvaltılık olur, ne de karın doyurur. Fakat eğer beni salıverecek olursan sana üç şey öğretirim, onlar etimi yemekten daha çok işine yarar. Kabul edersen bu üç şeyin ilkini şimdi elinde iken, ikincisini elinden uçup karşıdaki ağaca konunca, üçüncüsünü de ağaçtan uçup önümüzdeki tepeye varınca söyleyeceğim" der.

Kuşun teklifine avcının aklı yatar, onu salıvermeye karar verir, "öğreteceğin ilk şeyi söyle bakalım" der. bunun üzerine kuş avcıya "elinden kaçan fırsatlar için hayıflanma" der. Avcı kuşu salıverir.

Uçup karşı ağacın bir dalına konunca da ikinci şeyi öğretmek üzere : "olmayacak şeye inanma"der. Bu sözlerden sonra kanatlanan kuş avcının önündeki bir tepeye varıp konar, oradan avcıya şöyle der. Ey bedbaht adam: "Eğer beni kesmiş olsaydın, kursağımdan her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci çıkaracaktın" der.

Bu sözleri duyan avcı kaçırdığı fırsat karşısında hayıflanarak dudaklarını ısırır. Artık elinden bir şey gelmeyeceği için kuşa "üçüncüyü söyle" der.
Kuş avcıya "Sen ilk iki nasihatimi unuttun üçüncüsünü sana nasıl söyleyeyim ben sana"kaçırdığın fırsatlar için hayıflanma" demedim mi ? Oysa sen daha az önce beni elinden kaçırdın diye hayıflanıverdin. Yine ben sana "olmayacak şeye inanma" demedim mi ? Benim etim, kanım ve tüylerimin hepsi tartılsa yirmi miskal çekmez, kursağımda her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci nasıl olabilir ?" der. ve uçup gözden kaybolur.


Bu hikayenin özü şudur:
insanoğlu, kendisini aşırı tamahkarlığa kaptırınca basireti kapanarak gerçeği idrak edemez oluyor ve olmayacak şeyi olabilir gibi görüyor.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Herkes bir mucize bekliyordu..

Hastahanenin başhekimi amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Yurt dışında tedavisi mümkün olabilirdi fakat tüm hekim arkadaşları onun yolculuğa dayanamayacağı konusunda hemfikirdi.Çaresiz bir mucize bekliyordu herkes.
Derken nereden haber aldığı bilinmeyen genç bir hekim geldi ve onu iyi edebileceğini söyledi.

Ameliyat başarıyla sonuçlanmış,başhekim de narkozun etkisinden kurtulmaya başlamıştı.Ancak bir babanın evladına gösterebileceği muhabbet ve sevgiyle genç doktorun elini avucunun içine alarak konuşmaya başladı;

"Allah razı olsun evladım.Sen bana narkoz vurduğunda etkisini gösterinceye kadar,bir zamanlar tıpkı benim de senin gibi genç bir asistan iken yaptığım bir iyilik geldi aklıma. Bir anne gelmişti hastahaneye.Doğum yapmak üzereydi.Ultrasonda çocuğun iki bacağının da sakat olduğunu görünce,onun böyle yaşamasındansa ölmesinin daha iyi olacağını düşünmüştüm.

Ama kalp atışlarını duyunca dayanamadım ve doğmasına karar verdim.Sağlıklı nüfus planlaması bahanesiyle birçok cana kıyan sistemin inadına iki bacağı sakat olan o çocuğun yaşamasına vesile oldum. Allah gerçekten hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmıyor yavrum. İnşallah bana yaptığın bu iyiliğin de karşılığını görürsün."

Genç doktor yaşlı başhekimin gözlerine ancak bir evladın bakabileceği muhabbetle bakarak,yine aynı şefkatle elini başhekimin elinden usulca çeker. Pantolonunun paçalarını sıyırarak dizlerinden aşağısı protez olan iki bacağını göstererek;

Evet efendim.Allah hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmıyor; kurtardığınız o çocuk bendim!.." der.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Tebessüm

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson gence yüklü bir bahşiş bıraktı.

Garson genç ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp ölümden kurtardılar.

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜM`ün sonucuydu.
En son MERDAN tarafından 07 Tem 2007, 16:18 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Ve Kapı Çalmaz...

Kapı çalar...
Sabahın erken saatlerinde... Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz. Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. İçinizden "Bugün kahvaltıyı bahçede yapalım " diye geçirirsiniz.

Kapı çalar...
Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. "Artık canım sıkılmayacak " deyip keyiflenirsiniz,en çok merak ettiğinizi alıp uzanırsınız.

Kapı çalar...
Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir. Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta günlerce sürer."Yaşamak ne güzel "dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.

Kapı çalar... Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız,yine kimse yok, tam o sırada bir daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz."Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre..." Bu küçük hadise neşelendiriverir ortalığı. Hatta coşup hanımınıza anlatırsınız.

Kapı çalar... Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. "Oğlum benim..." diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı zaptedemezsiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar....

"Ve kapı çalmaz..."
En büyük misafir gelir...
Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi, şaşırırsınız."Niye haber vermedi?" diye içinizden geçirirken..." Doğduğundan beri zile basmaktayım" der. Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez. Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir...
En son MERDAN tarafından 07 Tem 2007, 11:35 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

80' lik nineyle dedenin boşanma davası..

O gün adliye binasının önü ana baba günü gibiydi. Bütün gazeteciler toplanmıştı. Konu 80 yaşındaki bir neneyle, 84 yaşındaki bir dedenin boşanma davalarına tanıklık etmekti.

Tam da hani şu evlenmeden, beraber yaşamanın daha iyi olduğunu savunan sapık zihniyetin türediği andı.

Mahkeme başlamıştı. Hakim önce neneyi çağırdı.
-Anlat bakalım anne derdin ne ? Bu yaştan sonra neden boşanmak istiyorsun ?

Nene anlatmaya başladı:
-Bak hakim bey evladım, şu görmüş olduğun ihtiyar adamla ben tamı tamına 60 yıllık evliyim. Birbirimizi severek evlenmiştik.Ben Ankara da yaşıyordum ve bu adam çankayada askerlik yapıyordu,askerliği bitince evlendik.

Ben bi çocuğumuz olmasını çok istiyordum ama eşimden olan bir problem yüzünden çocuğumuz olmuyordu, bende üzülerek kendisinden boşanmak istediğimi söyledim. O da:
-Biz birbirimizi çok seviyoruz, çocuk için ayrılmayalım. Nasip değilmiş. Ben sana çiçek getiririm sende onlarla uğraşırsın. Onlarda çocuk gibidir sevgi ister,i lgi ister, konuşmak ister.
Gel yuvamızı yıkmayalım.

dedi, ben de gerçekten seviyordum kabul ettim.O çiçekler getirdi, zaten bahçıvandı kendisi, ben de o çiçeklerle sanki çocuğum gibi davrandım, ta ki bi akşam yeni bir çiçekle gelinceye kadar. SEDEF ÇİÇEĞİ.

Bak hayatım dedi, sana yeni bir çocuk getirdim. Ama bu çocuğun huyu biraz kötü. Bunu her gece saat 3 te sulaman gerekiyor.Y oksa ölür dedi.
Ben de her gece saat 3 te kalkıp o çiçeği suladım. Bir gece olsun şu adam kalkıp sulamadı. Bende kendi kendime adadım ki eğer bu çiçek ölürse, bende bu adamdan boşanırım, dün baktım çiçek ölmüş, bende boşanma davası açtım.

Beni boşa bu duygusuz adamdan hakim bey evladım.
Hakim olanları dinledikten sonra dedeye yönelir.
-Eşini dinledin baba, gel bide seni dinleyelim. Söylemek istediğin bişey varmı ?

Dede suçlamalardan yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde, utanarak hakimin karşısına çıkar:

-Söylenenleri dinledim evlat. Eşim haklıdır ancak, bilmediği bir nokta var.
Ben bahçıvanım çiçekleri çok iyi bilirim. Sen sedef çiçeğinin huyunu bilirmisin evlat ?
Hakim:
-Nedir baba söylede bilelim.
Dede:
-Sedef çiçeği suyu hiç sevmez. Ayda bir defa sulasan yeterlidir. Eğer birden fazla sularsan yaşamaz kurur.

Eşimin boynunda ağrılar vardı, doktora götürmüştüm. Doktor bana dedi ki, bak dede nenenin boynunda kireçleme başlamış. 4 saatten fazla yatmaması lazım, yoksa Allah vermesin felç bile olabilir.

Uyku tatlıdır hakim bey oğlum, ona gece kalk dolaş sonra tekrar yat deseydim yapamazdı. Benim de aklıma böyle bir oyun geldi.
O her gece kalkar, çiçeği sular, geri gelir yatardı. Ben o zamana kadar numara yapar, onun uyumasını beklerdim.

O uykuya dalınca, gece kalkar çiçeğin toprağını değiştirirdim.
Sedef, gece sulanmayı hiç sevmez hâkim bey. "

İnsanlık hali işte, dün ben de uyuya kalmışım çiçek ölmüş..

Bazen her şey, bizim bildiğimiz gibi değildir...
En son MERDAN tarafından 07 Tem 2007, 16:28 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

ESKİ ÇORAPLAR

Bir zaman çok zengin bir adam, çocuklarına şöyle vasiyette bulunur:
Ben ölüp yıkanınca, şu eski çoraplarımı ayağıma geçirin, ben bunlarla gömülmek istiyorum.
Vakit saat gelir bu zengin vefat eder.

Cenaze yıkandıkdan sonra oğulları çorapları alıp getirirler:
Babamızın vasiyeti var, şu eski çorapları ona giydireceğiz, derler.
Cenazeyi yıkayan hoca efendi bunu katiyyen kabul etmez.
Bu sefer müftüye çıkarlar. O da
Dinimizde böyle birşey yok, deyip reddeder.
İster istemez, babalarının vasiyetinden vazgeçmek mecburiyetinde kalırlar.

Cenazeyi defnedip kabirden evlerine dönünce komşularından biri elinde bir mektupla gelir.
Babanız çok önceleri bu mektubu, bana vererek, benim cenazem gömülüp oğullarım eve dönünce kendilerine ver demişti, der.
Mektubu açıp okuyunca, babalarının en son ibretli dersini şu ifadelerle verdiğini görürler:

Evlatlarım, işte gördünüz; eski çoraplarımı bile kabrime götüremedim. Aklınızı başınıza alınız. Ne yapacaksanız hayatta yapıp öbür aleme gönderiniz. Aldanmakta fayda yok.
En son MERDAN tarafından 07 Tem 2007, 14:13 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

İyilik ve Vefâ...

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir.

Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler."
Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. aÇuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder.

Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar.
Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü; "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır.
Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar. "Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın" "Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar.

O arada; "Bir dakika" diye seslenir kurt, "Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok."
Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım."
"Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt. "Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım.

"Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.
Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. Olayı anlatırlar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya kovdu...

Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime. Koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..."
Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der.
Köylü de son bir çabayla; "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir.

Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar.
Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki; "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?" Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve; "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar.

Sonra tilkiye döner; "Sana minettarım beni bu kurttan kurtardın" der.
Tilki de; "Benim için bir zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür.

Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter; "Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş..." der


Yaptığımız iyiliklerin unutulmaması ve yapılan iyilikleri unutmamamız dileğiyle...
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Kızıl derili ve Cırcır Böceği

Bir gün New York´ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar. Gruptan biri kızıl derilidir yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin, araçlarının çıkardığı gürültü ve araçların korna sesleri arasında ilerlerken Kızılderili kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar. Arkadaşları bu gürültüde arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.

Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya devam eder. Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür, arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı Kızıl deriliye “Senin insanüstü güçlerin var! Bu sesi nasıl duydun?” diye sorar.

Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler.

Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar. Bir çok insan bozuk para sesinin ceplerinden düşen bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar. Kızılderili arkadaşına dönerek; “Gördün mü? Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğine bağlıdır. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin...” der.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

MÜMİNİN ŞEYTANI İLE KAFİRİN ŞEYTANI

Bir gün, bir mü'minin şeytânı ile bir kâfirin şeytânı karşılaşırlar.
Kâfirin şeytânı yağlı, semiz, parlak ve temizdir.
Mü'minin şeytânı ise zayıf, pis, kirli ve çıplaktır.

Kâfirin şeytânı, mü'minin şeytânına :
- Bu ne hâl ? diye sorar.

Mü'minin seytânı :
- Ne yapayım, bir adama düştüm ki adam
yiyeceği zaman Besmele'yi okur, ben aç kalırım, içeceği
zaman okur, susuz kalırım. Giyinirken okur, çıplak kalırım.
Temizlendiği zaman (Besmele) ile temizlenir, ben pis kalırım. dedi.

- Ben de öyle birine düştüm ki: Hiç (Besmele) getirmez.
Ben de onun yiyeceğine, içeceğine giyeceğine velhâsıl
her şeyine ortak olurum, dedi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

HZ. ALİ'NİN RÜYA YORUMU

Ashabtan (Peygamberimizin arkadaşları) Abdullah oğlu Cabir bir rüyasında, büyük ineklerin küçük inekleri sağdığını, hastaların sağları ziyaret ettiğini, kuru bir çay kenarında yemyeşil bahçeler bulunduğunu, minberde (camilerde imamın hutbe okuduğu yer) koca koca putlar durduğunu gördü.

Bu, sıradan bir rüyaya benzemiyordu. Bunun önemli bir mesajı olmalıydı. Bu rüyayı yoracak kişi olarak ilk defa Hz. Ali aklına geldi. Hz. Peygamberin "İlim beldesinin kapısı" diye nitelediği Hz. Ali ancak güvenilir bir açıklama getirebilirdi. Bu düşüncelerle rüyasını yordurmak üzere Hz. Ali'ye müracaat etti. Rüyasını tane tane anlattı ve
ne anlama geldiğini yormasını rica etti.

Hz. Ali "Yanlış yorumdan Allah korusun" diyerek söze başladı ve şöyle devam etti. "Büyük ineklerin küçük inekleri sağması, yetki ve mevkilerini halkı soymak için kullanan görevlileri (amir ve memurları); hastaların sağları ziyaret etmesi, yoksulların hallerini arzetmek için zenginlerin peşinde koşmasını; kuru çay kenarında bulunan yemyeşil bahçeler, uzaktan veya dışardan bakıldığında çok büyük sanılan ve öyle ünlenmiş ama aslında içleri kupkuru çölden ibaret olan ilim adamlarını; minberde duran koca koca putlar ise, layık olmadığı halde ilmin, dinin ve devletin yüce makamlarına yükselmiş kimseleri ifade eder."
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Hikaye, Kıssa ve Nükteler” sayfasına dön