Doğrular'ın Öyküsü

ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

ZÜLLEİ BENİ SAİDE DE

Geceydi, hava yağmurlu ve rutubetliydi. İmam Sadık (a.s), yalnız ve ailesinin haberi olmadan gecenin karanlığı ve sokağın boşluğundan istifade ederek evden dışarı çıktı. Zulle*i Beni Saide’ye doğru yola koyuldu. Tesadüfen, İmamdın yakın dostları ve ashabın dan ve hariciye nazırı olan Mu alla bin Huneys. İmamdın dışarı çıktığını gördü. O da evden çıktı. Kendi kendine “İmam’ı bu karanlıkta yalnız bırakmıyayım” dedi. İmamdın karartısını gördüğü karanlıkta bir kaç adım arayla, ağırca İmamdın peşine düştü.

İmamdın peşinden ağır gittiği anda bir an İmamdın üstünden bir şey düştüğünü, yere döküldüğünü gördü. Yavaşça İmamdın sesini işitti. İmam şöyle buyurdu: “Allahım, bunu bize gönder”. Bu arada Mu alla yaklaşarak selam verdi. İmam, Mualla’nın sesinden tanıdı ve buyurdu:

- Mu alla sen misin?

- Evet Muallayım.

İmam’a cevap verdikten sonra yere düşenin ne olduğunu görmek için dikkat etti, bir miktar ekmeğin yere döküldüğünü gördü.

İmam: Bunları yerden topla ve bana ver.

Mu alla: Sırayla ekmekleri yerden topladı, İmamdın eline verdi. Bir kişinin güçlükle yüklenebileceği büyük bir heybe vardı.

Mu alla: İzin ver, bunu ben taşıyayım.

İmam: Hayır, gerekmez, bu işi senden daha çok benim yapmam gerekir.

İmam ekmekleri omuzuna aldı ve iki kişi Zulle-i Beni Saide’ye varıncaya kadar yola koyuldular. Orada fakirler toplanmıştı. Ev ve konutları olmayan bu kimseler orada, yaşıyorlardı.

Hepsi uykudaydı ve bir kişi uyanık değildi. İmam ekmekleri birer birer, ikişer ikişer her birinin elbisesi altına bıraktı ve hiç birini unutmadan geri döndü.

Mu alla:Bu gecenin ortasında ekmek getirdiğin bu kimseler şia mıdırlar ve imamete inanmışlar mıdır?

- Hayır, bunlar imamete inanmamışlardır, imamete inanmış olsalardı tuz da getirirdim.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar ül- Envar, c. 11, s. 11 Kompani basımı, Vesail, c. 2, s. 49 Emir Bahadır basımı.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

KILIÇ GİBİ KESKİN DİL

-Hicri üçüncü asrın yarısında, Abbasiler devrinde, İbnurrumi diye bilinen, Ali ibni Abbas, Kasım Ubeydullah adındaki Abbasi vezirinin meclisinde oturmuştu.O daima mantık ve beyan gücü olan kılıç gibi keskin diliyle gururlanırdı. Kasım bin Ubeydullah, İbnurrumi’nin dil yarasından çok korkuyordu ve endişeliydi. Fakat rahatsızlık göstermiyor ve öfkesini belli etmiyordu. Aksine, öylesine bir tavır takınıyorduki İbnurrumi; bütün kötümserliği, kuruntuları ve sahip olduğu, ihtiyatlı davranma, ve her şeyi kötüye yorma sanatına rağmen, onunla muaşeret etmekten çekinmiyordu. Kasım gizlice, İbnurrumi’nin yemeğine, zehir koymalarını emretti. İbnurrumi yemeği yedikten sonra döndü ve hemen gitmek için kalktı. Kasım “Nereye gidiyorsun? diye sordu.

- Beni gönderdiğin yere.

- O halde, anne ve babama da selam söyle.

- Fakat, ben cehennem yoluna gitmiyorum, dedi.

İbnurrumi evine gitti ve tedaviye başladı. Fakat tedaviler fayda vermedi ve böylece sonunda, dilinin kılıç gibi keskin olmasının, cezasını buldu.[1]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Tetimmetü’l-Münteha, Muhaddis-i Kumi, c. 2, s. 400, Tarih-i İbni Hallikan, c. 3, s. 44.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

EBUZER'E BİR MEKTUP

Ebuzer’e bir mektup geldi, açıp okudu. Uzak yoldan gelmişti. Bir şahıs ondan, kendisine mükemmel bir öğüt yazmasını rica ediyordu. O,

Ebuzer’in, Resül-i Ekrem (s.a.a) kendisine ne kadar teveccühü olduğunu, Resul-i Ekrem (s.a.a)’in ona ne kadar lütuf ettiğini yüksek ve manalı sözlerle ona hikmet öğrettiğini bilenlerden biriydi.

Ebuzer cevapta yalnız kısa bir cümle yazdı: “Halktan en çok sevdiğin kimseye karşı herhangi bir kötülük veya düşmanlık yapma.” Mektubu kapatıp gönderdi.

O şahıs, Ebuzer’in mektubunu açtıktan sonra okudu. Fakat ondan hiç bir şey anlıyamadı. Kendi kendine “ne yani? Maksat nedir? “Halktan en çok sevdiğin kimseye karşı herhangi bir kötülük veya düşmanlık yapma.” Ne demek acaba? Bu açık bir açıklama mıdır, bir adamın sevdiği kimseler olsun da onların en azizine kötülük mü yapsın? Kötülük yapmayacağı gibi malını, canını ve varlığını bile ayakları altına döküp feda eder ona” dedi.

Diğer taraftan kendi kendine: Bu cümleyi söyleyen kişinin, önemli bir kimse olduğunu unutmamak gerekir, dedi. Bu cümleyi söyleyen Ebu Zer’dir. Ebu Zer ümmetin Lokman’ıdır. Hekimce bir aklı vardır. Başka çare yok, kendisinden açıklamasını istemen lazım.

Tekrar Ebuzer’e bir mektup yazdı ve açıklama istedi.

Ebuzer cevabında şöyle yazdı: Kişilerin en sevgilisi ve en azizinden maksadım, kendi nezrinde, “sensin” başka birisi değil. Sen kendini halktan daha çok seviyorsun. Öyleyse, sana aziz olanların en sevgilisine düşmanlık yapma. Yani kendine düşmanca davranma, acaba insanı, suçlu bir duruma düşüren her hata ve günahtan dolayı zararın doğrudan doğruya kendisine döneceğini, ve kendi eteğine yapışacağını bilmiyor musun?[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - İrşad-ı Deylemi.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

TAYİN EDİLMEYEN ÜCRET

O gün Süleyman bin Cafer Caferi ve İmam Rıza (a.s) birlikte dışarı çıkmışlardı. Güneş battı ve Süleyman evine gitmek istedi. Ali ibni Musa’r-Rıza (a.s) ona “bizim eve gel, bu gece bizle beraber ol” dedi. İtaat etti ve İmamla birlikte onun evine gittiler.

İmam, hizmetçilerini çiçek dikmekle meşgul gördü ve yine İmamdın gözü, onlarla birllikte çiçek dikmekte olan yabancı birine ilişti. “Bu kimdir?” diye sordu.Hizmetçiler bunu bu ğün bize yardım etsin diye ücretli tuttuk.

- Çok güzel, ona ne kadar ücret tayin ettiniz?

- Sonra bir şeyler verip onu razı edeceğiz.

İmamda rahatsızlık ve öfke izleri belirdi. Ve hizmetçileri cezalandırmak üzere onlara döndü. Süleyman Caferi: “niçin kendinizi rahatsız ediyorsunuz?dedi.

İmam buyurdu: Bunlara tekrar tekrar talimat verdim. Bir işe başlanırken, işin ücretini tayin etmeden önce asla bir kimseyi görevlendirmeyin, dedim. İş ücretini tayin ederseniz, iş sonunda karşınızdakine bir miktarda fazladan verebilirsiniz. Elbette o da kendisine verilen muayyen ücretten fazlasını aldığı için size müteşekkir ve sizden memnun kalır. Sizi sever, aranızdaki ilgi daha da sağlamlaşır böylelikle yalnız kararlaştırdığınız miktara iktifa etseniz bile karşınızdaki sizden rahatsız olmayacaktır. Fakat ücreti tayin etmez de karşınızdakini görevlendirirseniz işin sonunda ona verdiğiniz her miktara rağmen, kendisine gösterdiğiniz sevgiye inanmayıp belki de sizin ona daha az ücret verdiğinize inanacaktır.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar al-Envar, c. 12. s. 31 Kompani basımı.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

KÖLE MİDİR YOKSA ÖZGÜR MÜ?

Saz ve eğlence sesi yükselmişti; Evin yanından geçen her kimse evin içinde ne olduğunu tahmin edebilirdi. içki ve eylence sofrası serilmiş, şarap kadehleri ardardına boşalıyordu. Hizmetçi cariye evin içini süpürmüş, çöpleri toplamış,onları bir kenara dökmek için evin dışına çıkmıştı. Aynı anda yüzünde ibadet izleri görünen ve alnı uzun secdeleri anlatan bir adam, oradan geçiyordu. Cariyeye sordu:

- Bu evin sahibi, köle mi özgür mü?

- Özgür.

Özgür olduğu malum. Köle olsaydı, sahibi ve maliki olan Allah’ından korkar, bu sofrayı sermezdi.

Bu cariyeyle o adam arasındaki konuşmalar, cariyenin evin dışında daha çok beklemesine sebep oldu. Eve döndüğünde sahibi “Niçin bu kadar geç kaldın?” diye sordu.

Cariye başından geçenleri anlattı. “Bu durumda bir adam geçiyordu, o sordukça ben cevap verdim” dedi.

Ev sahibi, onun başından geçen, bu şeyleri işitince, bir müddet düşünceye daldı. Özellikle “Köle olsaydı, sahibinden korkardı” cümlesi ok gibi kalbine saplandı. Farkında olmadan yerinden sıçradı ve ayakkabısını giymeye zaman bulmadan, çıplak ayakla sözü söyleyenin peşinden gitti. Sözün sahibi Musa ibn-i Cafer (a.s)’e ulaşıncaya kadar koştu ve hazretin eline, tövbe etmek için tutundu. O gün çıplak ayakla tövbe şerefine kavuşmuş olduğundan artık ayakkabı giymedi. O güne kadar Boşr bin Harız bin Abdurrahman Mervezi diye tanınıyordu. Ondan sonra El-Hafi yani çıplak ayaklı lakabını aldı ve Boşr-i Hafi diye tanındı ve meşhur oldu. Yaşadığı müddetçe kendi sözüne sadık kaldı. O güne kadar ayyaşlar takımından olan Hafi ondan sonra dindar adamlar arasına girdi.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - El-Kuna vel-Elkab, Muhaddis-ı Kumi, El-Hafi ünvanı altında, c. 2, s. 153, Minhac al-Kirame den nakil.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

MİKAT'TE

Medine’nin tanınmış fakihi Malik bin Enes[1] yılın birinde, hac seferinde, İmam Sadık (a.s)la beraberdi. Mikat’e geldiler. İhram elbisesi giyme ve tel biye söyleme yani lebbeyk zikrini söyleme zamanı geldi. Başkaları, her zaman yapıldığı üzere bu zikri söylediler. Malik bin Enes, İmam Sadık (a.s)’a yöneldi. İmamdın halinin değiştiğini, bu zikri söylemek istediği anlar heyecanlandığını ve sesinin boğazında kaldığını gördü. Asan kontrolünü, öylesine elden bıraktı ki, neredeyse farkında olmadan, binek hayvanından düşecekti. Malik önüne geldi ve “Yebne Resulullah’ın; bu zikri söylemekten gayri bir hal çaresi yok” dedi. İmam: “Ey Ebi Amir’in oğlu, nasıl lebbeyk demeye cesaret ederim ki lebbeyk demek; Allahım, sen beni çağırdığın zaman, hemen sana icabet ederim ve daima sana hizmete hazırım manasındadır. Hangi gönül rahatlığıyla, Allahıma böyle küstahlık yapar ve kendimi hizmetine, hazır bir köle olarak tanıtırım? Ya bana cevapta, La Lebbeyk denilirse, o vakit, ne yaparım?” buyurdu.[2]




--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Malik bin Ebi Amir Ehli sünnet ve cemaat imamlarından biridir ve Maliki diye tanınan mezhep ona mensuptur. Yaşadığı asır, Ebu Halifeninkine yakındır. Şafi’i, Malik’in öğrencisiydi ve Ahmed bin Hanbel de Şafi’nin öğrencisiydi.

Malik’in fıkıh mektebi, Ebu Hanife’n’nin fıkıh mektebine karşı olmuştur çünkü Ebu Hanife’nin mektebi daha çok düşünce ve kıyasa dayanır. Malik’in fıkıh mektebi, aksine sünnet ve hadise dayanırdı. Aynı durumda ibni Hallikan’ın Vefeyatü’l-A’yan’ında c.3,s. 286 da Malik, bazı konunlarda kendi düşüncesiyle fetva verdiği için velatı anında endişeli ve korkmaktaydı. “keşke kendi düşüncemle fetva vermeseydim, her bir fetva yerine bir kırbaç yeyip de o günahların peşinden gitmeseydim” diyordu.

Malik’in övünülecek taraflarından biri, onun şehit olan Muhammed bin Abdullah-ı Mehz’in, biatının doğru olduğu ve zora dayanan Abbas oğullarının biatının doğru olmadığı, inancında olmasıydı. Benil Abbas’ın zora dayanan idaresinden korkmuyor ve büyük bir cesaret ve açıklıkla, akidesini halkın fetva isteğine cevap olarak gösteriyordu. Bu fikir, Malik’in, Seffah ve Mansur’un amcası Cafer bin Süleyman Abbasi’nin emriyle, çok fena kamçılanmasına sebep oldu. Tesadüfen aynı kamçılanma Malik’in kendisine daha çok hürmet edilmesine, daha çok sevilmesine sebep oldu. (Bk. Vefayatül A’yan, c. 3,s. 285)

[2] - Malik, Medine’de olduğu zaman, İmam Sadık’ın huzuruna, sık gelip gidiyordu. Hazretten hadis rivayet eden kişilerdendi. (Bihar, c. 11, c. 109, İlelu’ş-Şerayi ve Emali-i Saduk) Malik, İmam Sadık’ın huzuruna gittiği zaman, İmam ona sevgi gösterirdi. Bazen ona “ben seni severim” buyurdu. Malik, İmamın kendisine iltifat etmesinden çok mutlu olurdu. Malik, Al-İmam Ul-Sadık kitabının üçüncü sahifesinin nakline göre şöyle der: “Bir müddet, İmam Sadık’ın huzuruna gidip geldim. Onu daima, ya namazda, ya oruçlu ya da Kur’an okurken görüyordum. İlimde, takvada ve ibadette Cafer bin Muhammed’den daha faziletli birini ne bir göz görmüş ne de bir kulak işitmiştir. Ne de birinin hatırına gelir.” Malik yine Bihar’dan nakledilerek İmam Sadık hakkında der ki: “O, abid ve zahitlerin büyüklerindendi. Allah’dan korkar ve çok hadis bilirdi, hoşsohbetti. Meclisi feyz doluydu. Allah’ın elçisinin ismini işittiği zaman, yüzünün rengi değişirdi.”
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

HURMA YÜKÜ

Ali ibni Ebi Talip (a.s) evinden çıkmış ve her zamanki gibi, tanıdığı yerlerde çalışmak üzere sahra ve bahçeliklere doğru gidiyordu.

Aynı zamanda yanında bir yük de taşıyordu. Bir şahıs: “Ey Ali (a.s) yanındaki nedir?” diye sordu.

Ali (a.s): Hurma ağacı, inşaallah, diye cevap verdi.

- Hurma ağacı mı! Hayret.

Uzun zamanlardan sonra, o şahsın ve diğerlerinin, merakları kayboldu. Zira gördülerki, Ali (a.s)’nin o gün her birinden büyük bir hurma ağacı olsun diye düşündüğü, ve çöldeki bir arsaya ekmek üzere taşıdığı, bütün hurma çekirdeklerinden, büyük bir hurmalık meydana gelmiştir.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Vesail, c. 2, Emir Bahadır basımı, s: 531, Bihar al-Envar, c. 9, s. 599, Tebriz basımı.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

ALIN TERİ

İmam Kazım (a.s) kendi tarlasında çalışmakla meşguldü. Fazla faaliyet İmamdın bütün vücundan terler akıtmıştı bu arada Ali ibni Ebi Hamza-i Bata ini geldi imamın yanına, ve o manzarayı görünce:

- Kurban olayım, niçin bu işi başkalarına bırak mıyorsun? diye sordu.

- Niçin başkalarına bırakayım? Halbuki benden daha üstün kişiler bile, daima bu gibi işlerle meşgul olmuşlardır.

- Allah’ın elçisi, Emirülmü’minin ve bütün ecdadım. Esasen tarlada çalışmak ve ziraatla meşgul olmak Peygamberlerin, peygamber vasilerinin ve Allah’ın seçkin kullarının başta gelen, en önemli adetlerinden biridir.[1]




--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar ul-Envar, c. 11, s. 266 Kompani basımı, Vesail, c. 2, s. 531 Emir Bahadır basımı.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

KESİLEN DOSTLUK

Hiç kimse o dostluğun kesileceğinden, daima birbirinin hizmetçisi olan, o iki arkadaşın birbirlerinden ayrılacaklarından şüphe etmezdi. Halk, onlardan birini kendi esas isminden daha ziyade arkadaşının ismiyle tanıtıyordu ve onun adını hatırlamak isterlerken, asıl ismine teveccüh etmezlerdi ve “.... Arkadaşı” derlerdi.

Evet o, “İmam Sadık (A.S)’ın arkadaşı” diye tanınmıştı. O günde, her zaman beraber oldukları gibi birlikte kunduracılar çarşısına girdiler. Acaba hiç kimse onların, daha çarşıdan çıkmadan önce, dostluk bağlarının, tamamen kesileceğini zanneder miydi?

O gün, her zaman olduğu gibi, İmamdın yol arkadaşıydı. Birlikte kunduracılar çarşısına girdiler, zenci kölesi de o gün onunlaydı ve arkasından geliyordu. Adam, çarşıda, bir ara arkasına baktı, köleyi görmedi. Birkaç adım sonra, tekrar geriye baktı, yine köleyi görmedi. Üçüncü defa yine arkasına baktı ve hala, etrafı seyretmekle meşgul olan ve sahibinden uzak kalan köleden, bir haber alamadı. Başını, dördüncü defa geriye çevirdiğinde, köleyi gördü. Ona öfkelenerek “Anası filan kimse, neredeydin?” dedi

Bu cümle ağzından çıkınca, İmam Sadık (a.s) şaşkınlık ifadesiyle elini kaldırdı ve kuvvetlice alnına vurdu: “Sübhanallah, Annesine mi küfrediyorsun? Annesine yakışmayan bir işi nispet ediyorsun. Ben seni takvalı ve dindar bir adam zannederdim, fakat sende, takva ve dindarlık olmadığı belli oldu.”buyurdu.

- Yebne Resulullah’ın, bu köle aslen haramzadedir ve annesi de haramzade ehlindendir. Sen de bilirsin ki, onlar müslüman değildirler. Evet, bu kölenin annesi müslüman olsaydı, o zaman suçlamam haksız olurdu.

- Annesi kafir olmuşsa olsun, her kavmin evlenmede, bir kanuna göre hareket ettikleri takdirde, yaptıkları işi zina, çocuklarını da gayri meşru saymazlar.

İmam bu açıklamadan sonra “artık benden uzak ol” buyurdu.

O hadiseden sonra hiç kimse artık, İmam Sadık (a.s)’la onun, bir arada bulunduklarını görmedi.[1]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Kafi, c. 2, Babü’l-Biza, s. 324. Vesail, c. 2, s. 477 Emir Bahadır basımı.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

BİR KÜFÜR

İranlı meşhur yazar ve bilgin, Abdullah bin Mukaffanın kölesi, Sahibine ait atın dizginini, elinde tutmuş ve Basra ferman darı Süfyan bin Muafiyet-i Muhlebi’nin evinin dışında oturmuş ve sahibinin işini bitirerek dışarı çıkmasını ve atına binerek evine dönmesini diye bekliyordu.

Uzun süre bekledi; İbni Mukaffa dışarı çıkmadı. Ondan sonra fermandarın yanına gelenler dönüp gittiler, fakat İbni Mukaffadan bir haber olmadı. Köle yavaş yavaş aramaya hazırlandı. Sorduğu her kimseden, ya bir haber alamıyordu, ya da bakışlarıyla köle ve atı, baştan aşağı süzdükten sonra, bir söz söylemeden, omuz kaldırıp gidiyorlardı.

Vakit geçti Köle, endişeli ve üzgün, zamanın iktidar halifesi Mensur Devanikı’nin amcası Ali ibni Abdullah bin Abbas’ın oğulları olan İsa ve Süleyman’ın yanına gitti.

İsa ve Süleyman, güçlü bir yazar, eli işe yakışır bir mütercim ve aynı zamanda hocaları olan Abdullah bin Mukaffa’yı, seviyorlardı ve onu himaye ediyorlardı. İbni Mukaffa da onların himayesine çok güvenmekteydi. Tabiatıyle cesur, korkusuz ve küfürbazdı. Başkalarını dille iğnelemekten çekinmiyordu. Halifenin amcaları olan, İsa ve Süleyman’ın himayesi İbni Mukaffa’yı daha cesur ve daha küstah yapmıştı. İsa ve Süleyman, Abdullah bin Mukaffa’yı, Süfyan bin Muaviye’den istediler. O, bu isteği reddetti ve “İbni Mukaffa, evime gelmemiştir” dedi. Fakat sabahleyin, bir çok kimse, İbni Mukaffanın, fermandar evine girdiğini görüp ve bu hususta şahitlik ettikleri için, inkar edilecek bir durum kalmamıştı.

Küçük bir iş değildi. İbni Mukaffa gibi bilgin ve tanınmış bir şahsiyetin öldürülmesi söz konusuydu ve anlaşamayan iki taraf vardı. Bir tarafta Basra ferman darı, diğer tarafta ise halifenin amcaları. Konu, ister istemez Bağdad’da, halifenin sarayına kadar uzadı. Dava tarafları, şahitler, ve malumatı olanların hepsi, Mansur’un huzuruna gittiler. Dava arzedildi, şahitler şahitlik ettiler, şahitlerin ifadelerinden sonra Mensur amcalarına şöyle dedi: “Şimdi Süfyan’ı, İbni Mukaffa’yı öldürmekle itham edildiği için, öldürtebilirim. Fakat ikinizden hanginiz, eğer İbni Mukaffa sağsa ve Süfyan’ı öldürdükten sonra-arkasındaki kapıyı göstererek- bu kapıdan sağ salim içeri girerse, sorumlu tutulmaya, Süfyan’a kısas olarak öldürülmeye hazırdır?!

İsa ve Süleyman, bu sorunun cevabına karşılık şaşırmış bir halde, kalakaldılar ve kendi kendilerine belkide “İbni Mukaffa hayattadır ve Süfyan onu, sağ salim, halifenin yanına göndermiştir” dediler. Çaresiz kalarak davalarından vazgeçip gittiler. Uzun zaman geçti artık İbni Mukaffamdan ne bir haber işitildi nede bir iz görüldü ve yavaş yavaş herkesin hatırından silinmek üzereydi. Bu hadiseler yatıştıktan uzun müddet sonra, İbni Mukaffanın, ısırıcı diliyle, Süfyan bin Muaviye’yi, hicvettiği anlaşıldı. Hatta birgün, bir topluluk huzurunda, annesine bile küfretmiş. Süfyan, İbni Mukaffanın yaralayıcı dilinden intikam almak için pusudaydı. Fakat halifenin amcaları İsa ve Süleyman’ın korkusundan, cüret edemiyordu. Nihayet o hadise oldu.

Hadise şöyle olmuştu: Mansur’un diğer amcası olan, Abdullah bin Ali için emanname yazılması ve Mensur tarafından imzalanması mevzu bahisti. Abdullah bin Ali, kardeşlerinin hocası olan, İbni Mukaffa’yı çağırttı, ve emannameyi ona yazdırtıp tanzim ettirdi. İbni Mukaffanın tanzim ettiği emannamede, kandökücü Abbasi halifesi Mansur’a karşı, küstahça tabirler zikrolunmuştu. Mektup Mansur’un eline ulaşınca çok kızdı ve rahatsız oldu. “Bunu kim yazdı?” diye sordu “İbni Mukaffa” denildi. Mansur’da daha önce, Basra ferman darı Süfyan bin Muaviye’den beliren, aleyhteki aynı duygular belirdi.

Mensur, gizlice Süfyan’a “İbni Mukaffa’yı cezalandır” diye yazdı. Süfyan fırsat peşindeydi. Nihayet birgün İbni Mukaffa Süfyan’ın evine bir hacet için gitti. Kölesine ve binek hayvanını da dışarda bıraktı. İçeri girdiği vakit Süfyan, kölelerden ve cellatlardan bir kaç tanesini bir odaya dikmişti. Orada bir tandır, alev alev yanıyordu. Süfyan’ın gözü İbni Mukaffa’ya işitince, o güne kadar ondan işittiği bütün dil yararları gözünün önünde canlandı. Kızgınlık ve kininden dolayı içi, önündeki tandır gibi yanmaya başladı. Ona dönerek “hatırında mı senin, filan gün anneme küfrettiğin? Şimdi intikam vaktidir. Ne kadar özür dilesen faydası yoktur” dedi. Hemen orada, İbni Mukaffa’yı en feci şekilde, ortadan kaldırdı.[1]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Şerh-i İbni Ebi’l-Hadid, Nehcül-Belaga, Beyrut basımı, c. 4, s. 389.
Cevapla

“Hikaye, Kıssa ve Nükteler” sayfasına dön