Doğrular'ın Öyküsü

ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

HURMA AĞACI

Semret ibni Cendeb’in, ensardan birinin bahçesinde, bir hurma ağacı vardı. Hanımı ve çocuğuyla birlikte orada yaşayan, ve ensardan olan adamın evi, aynı bahçedeydi. Semret zaman zaman geliyor ve kendisine ait olan hurma ağacı hakkında haber alıyor veya ağaçtan hurma topluyordu. Muhakkak İslam kanununa göre, o eve gidip gelmeye ve ağacıyla ilgilenmeye hakkı vardı.

Semre, istediği vakit ağacını görmek için, çekinmeden ve haber vermeden eve giriyor, bu arada çapkınlık da yapıyordu.

Ev sahibi ondan, eve girmek istediği zaman habersizce girmemesini rica etti. O kabul etmedi. Ev sahibi çaresiz olarak Resul-i Ekrem (s.a.a)’e şikayet etti ve “bu adam habersizce evime giriyor, siz ona söyleyin haber vermeden girmesin ki, önce ailem haberdar olsun ve kendisini, onun çapkınlığından korusun” dedi.

Resul-i Ekrem (s.a.a) Semre’yi çağırttı ve ona buyurdu: “Filan kimse senden şikayet ediyor ve haber vermeden evine girdiğini söylüyor. İster istemez ailesini, onun istemediği bir halde görüyorsun. Bundan sonra izin al ve haber vermeden girme.” Sema bu söze uymadı.” “O halde ağacı sat” buyurdu. Sema kabul etmedi. Resul-i Ekrem (s. a. a) kıymetini yükseltti, yine razı olmadı. Daha da yükseltti, yine kabul etmedi. “Eğer bu işi yaparsan, cennette senin bir ağacın olacak” buyurdu. Yine kabul etmedi. “İki ayağım bir pabuca gelse bile ne ağacımdan vaz geçerim, ne de bahçeye girerken, bahçe sahibinden izin alırım” dedi.

O zaman Resul Ekrem (s.a.a): “İslam dininde zarar vermek ve zorlamak yoktur”[1] buyurdu. Sonra ensardan olan adama dönerek: “Git hurma ağacını sök, Semrenin önüne bırak” buyurdu.

Gittiler, bu işi yaptılar. Sonra Resul-i Ekrem (s.a.a), Semre’ye: “Şimdi git de gönlünün istediği, yerde, ağacını dik,”[2] buyurdu.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] -İnneke reculun muzırrun vela zararun vela zırar.

[2] - Vesail, c. 3, Emin Bahadır, Kitab’uş-Şuf’a, bab-ı “adem cevaz ul-ızrar bi’l-muslim” s. 329, hadis 1,3,4.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

ÜMMÜ SELEME'NİN EVİNDE


O gece Resul-i Ekrem (s.a.a), Ümmü Seleme’nin evindeydi. Gece yarısıydı. Seleme uyandı ve Resul-i Ekrem (s.a.a)’in yerinde olmadığını gördü. Başına ne geldi diye merak etti. Ayriyeten kadınca kıskançlık onu araştırma yapmaya teşvik etti. Yerinden kalkıp aramaya başladı. Resul-i Ekrem (s.a.a)’i, karanlık bir köşede durmuş, elini ğöğe kaldırmış, gözyaşı dökerken gördü. Şöyle söylüyordu: Allah’ım bana verdiğin güzel şeyleri benden geri alma. Allahım, beni düşmanların ve kıskanç kimselerin kınamasından koru. Beni, kurtardığın o kötülüklere tekrar çevirme. Allahım beni hiç bir zaman bir göz açıp kapayıncaya kadar bile kendime bırakma.

Ümmü Seleme, öylesine cümleleri işitince titremeğe başladı. Gitti bir köşeye oturdu ve ağlamaya başladı. Ümmü Seleme o kadar çok ağladı ki Resul-i Ekrem (s.a.a) gelerek ona sordu:

- Niçin ağlıyorsun?

- Niçin ağlamayayım? Senki bu mevki ve makamınla çekinerek Allah’tan böyle korkuyorsun. Ondan, kendini bir an olsun bırakmamasını istiyorsun. O halde benim gibilerin vay haline.

- Ey Ümmü Seleme, nasıl çekinmeyeyim ve nasıl gönlüm rahat olabilir? Yunus Peygamber bir an kendi kendisiyle yetindi ve başına neler geldi.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar, c. 6, Bab-u Mekarim-i Ahlakıhu ve Siretuhu ve Sünnetuhu
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

KARABORSA


İmam Sadık (a.s) ailesinin masrafları artmıştı. İmam, çalışmak ve ticaret yapmak yoluyla, evin masraflarına, cevap vereceğini düşünüyordu. Bin dinar sermaye hazırladı ve Musadif isimli oğluna, “şu bin dinarı al, Mısır’a ticaret ve yolculuk yapmak için, hazırlan” dedi.

Musadif o parayla, Mısır’da tutulan mallar nevinden, bir miktar satın aldı ve aynı cins malları taşıyan tüccarlardan kurulu bir kervanla, Mısır’a doğru hareket etti.

Mısır’a yaklaştıkları zaman Mısır’dan çıkmış başka bir tüccar kafilesiyle karşılaştılar. Vaziyeti birbirlerinden sordular. Konuşmalar arasında, “son zamanlarda Musadif ve arkadaşlarının taşıdıkları mal, iyi pazar bulmuş ve az bulunan mallardan olmuştur.”denildi. Mal sahipleri iyi talihlerinden çok memnun oldular. Tesadüfen o mallar, halkın ihtiyaç duyduğu şeylerdendi. Halk çaresizdi ve oradaki malları her ne kıymete oka olmaya mecburdu. Mal sahipleri bu haberi işitince sevindiler ve yüzde yüz kardan aşağı, mal satmamak için birbirleriyle anlaştılar.

Gittiler ve Mısır’a girdiler. İstedikleri şey, öğrendikleri gibiydi. Birbirleriyle yaptıkları anlaşmaya göre karaborsa vücuda getirdiler ve malları kıymetlerinin iki mislinden aşağı satmadılar.

Musadif, net bin dinar karla Medine’ye döndü. Memnun bir şekilde İmam Sadık (a.s)’ın huzuruna gitti ve her birinde bin dinar bulunan iki keseyi İmamdın önüne bıraktı. İmam “bunlar nedir?” dedi. “Bu iki keseden, birisi bana verdiğiniz sermayedir, diğeri sermayeye eşit, elde edilen net kazançtır”.

İmam, kar fazladır, söyle bakayım bu kadar fazla karı nasıl kazanabildiniz?

- İş şöyle oldu: Mısır yakınında, ticaret mallarımız orada az olduğunu öğrendik. Yüzde yüz net kardan aşağı satmayacağımıza dair birbirimizle anlaştık.

- Sübhanallah Böyle yaptınız demek. Müslüman halk arasında karaborsa yapmak için sözleştiniz. Net kar asıl sermayeye eşit olmadan satmayınız diye anlaştınız. Hayır, böyle kazanç ve ticareti asla istemem.

İmam,sonra, iki keseden birini alarak “bu benim sermayem dedi, diğerine dokunmadı ve “benim onunla işim yok” buyurdu.

O zaman “Ey Musadif, kılıç savurmak, helal kazançtan kolaydır” dedi.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Ya Musadif Mücadelet üs-Süyuf Ehvenu min Taleb il-Helal, Bihar ül-Envar, c. 11 Kompani basımı, s. 121.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

KAFİLDEN GERİ KALAN


Karanlık bir gecede, uzaktan bir gencin sesi kulağa geliyor ve yardım isteyerek, anneciğim anneciğim diye inliyordu. Zayıf devesi, kafileden geriye kalmış ve sonunda yorgunluktan uyumuştu. Ne ettiyse deveyi hareket ettiremedi. Çaresizce devenin başında durmuş inlemekteydi. Bu sırada, Resul-i Ekrem (s.a.a), zayıflık ve güçsüzlükten dolayı, birisi kafileden ayrılıp yalnız ve yardımsız kalabilir diye, kafilenin arkasında gidiyordu. Uzaktan bir gencin iniltisini duydu. Yaklaşarak sordu: Ne oldu sana ?

- Ben Cabir’im.

- Niçin geride kaldın?

- Ya Resulallah, devem yolda kaldı.

- Yanında sopan var mı?

- Evet.

- Bana ver.

Resul-i Ekrem (s.a.a) sopayı aldı ve sopanın yardımıyla deveyi hareket ettirdi. İkinci defa deveyi çöktürdü ve sonra ellerini üzengi yaparak Cabir’e “bin” dedi. Cabir bindi, bir likte yola koyuldular. Bu sırada Cabir’in devesi daha da hızlı gidiyordu. Peygamber, yolda, Cabir’e karşı devamlı olarak, muhabbetle davranıyordu. Cabir saydı ve toplam yirmi beş defa Peygamberin onun için, af dilediğini gördü.

Yolda Cabir’e sordu: Baban Abdullah’tan kaç çocuk kaldı?

- Yedi kız, ve erkek olarak, tek ben.

- Acaba babanın borcu kalmış mı?

- Evet.

- O halde Medine’ye döndüğün zaman alacaklılarla anlaş, ayriyeten hurma toplama zamanı, bana haber ver.

- Çok güzel

- Hanımın var mı?

- Evet.

- Kimle evlendin?

- Filan kadınla, filan kimsenin kızıdır, Medine’nin dul kadınlarından biri.

- Niçin dengin olan bir kız almadın?

- Ya Resulallah, bir kaç tane genç ve tecrübesiz kız kardeşim vardı, genç ve tecrübesiz kadın almak istemedim, akıllı bir kadını, eş olarak seçmeyi, daha doğru gördüm.

- Çok iyi bir iş yaptın. Bu deveyi kaça aldın?

- Beş vukiyye altına.

- Mal, aynı kıymetle bizim olsun, Medine’ye geldiğinde gel, parasını al.

Yolculuk sona erdi ve Medine’ye döndüler. Cabir, teslim etme üzere, deveyi getirdi. Resul-i Ekrem (s.a.a), Bilal’e buyurdu: Cabir’e devenin parası olarak beş vukiyye ver. Buna ilave olarak babasının borçlarını ödemesi için üç vukiyye altın daha ver. Devesi de kendi malı olsun.

Sonra Cabir’e: “Alacaklılarla anlaştın mı? diye sordu.

- Hayır ya Resulallah.

- Babandan kalanlar, borçlarına yetmiyor mu?

- Hayır ya Resülullah.

- Peki, hurma toplama zamanı bize haber ver.

Hurma toplama zamanı geldi, Resulullah’a haber etti. Geldi ve alacaklıların hesabını kapattı. Yeteri miktarda da Cabir’in ailesi için bir şeyler bıraktı.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar, c. 6, Bab-u Mekarim-i Ahlakıhu ve Siretuhu ve Sünnetuhu.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

AYAKKABI BAĞI

İmam Sadık (a.s), ashabın ın bazılarıyla birlikte baş sağlığı için akrabalarından birinin evine gidiyorlardı. Yolda İmam Sadık (a.s)’ın ayakkabısının bağı koptu. Öyle ki ayakkabı ayağında durmuyordu. İmam ayakkabısını eline alıp, çıplak ayakla yola düştü.

Hazretin büyük sahabelerinden olan İbn-i Ebi Ya’fur hemen ayakkabısını ayağından çıkardı, ayakkabısının bağını çözüp, İmam ayakkabıyla kendisi de çıplak ayakla, gitsin diye, bağı İmam’a vermek için uzattı.

İmam öfkelenerek yüzünü Abdullah’tan çevirdi ve hiç bir sebeple onu kabul etmedi, ve buyurdu:

Birinin başına bir zorluk gelirse, o kimsenin bütün zorluklara tahammül etmesi evladır, birinin başına gelen bir hadiseden dolayı, başkasının, onun sıkıntısına tahammül etmesinin bir manası yoktur.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar al-Envar, Kompani basını, c. 11, s. 117.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

YAHUDİNİN SELAMI

Resuli-Ekrem (.s.a.a)’in eşi Ayşe, Resul-i Ekrem (s.a.a)’ın huzurunda oturmuştu ki, Yahudi bir adam içeri girdi. Girdiği anda Selam un aleykum yerine “essamu aleykum” yani “ölüm üzerinize olsun”dedi. Uzun sürmedi, başka biri daha geldi. O da selam yerine “ölüm üzerinize olsun” dedi. Bunun tesadüf olmadığı malumdu. Resul-i Ekrem (s.a.a)’i dille incitmek için yapılan bir plandı. Ayşe çok öfkelendi, ve “Ölüm sizin üzerinize olsun...” diye bağırdı.

Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu: “Ey Ayşe küfür etme, küfür şekillenirse en kötü ve çirkin bir biçimde mücessem olur. Yumuşaklık ve sabırlı olmak, her neyin üzerine konursa, onu güzelleştirir, süsler ve her şeyin üzerinden kaldırılırsa güzelliğini azaltır. Niçin sinirlenip öfkelendin?

Ayşe: Görmüyor musun ya Resulullah’ın, bunlar küstahlık ederek, utanmadan selam yerine ne diyorlar?

- Evet, görüyorum onun için bende, “Aleykum” yani “sizin üzerinize olsun” diye cevap verdim, bu kadarı kafiydi.”[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Vesail, c. 2 s. 212 Emir Bahadır Basımı.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

HİŞAM VE FARAZDAK

Vilayet makamında bulunan Hişam bin Abdülmelik, Emevi hükümetinin kudretinin zirveye ulaştığı, ikinci asrın aylarından birinin, onuncu gününde, ne kadar telaş ettiyse Kabe’yi tavaftan sonra Hacer’ül Esved’e ulaşıp elini ona sürmeyi başaramadı. Bütün halk, ihram elbisesi olan bir çeşit sade elbise giyinmişlerdi. Dillerinde de, Allah’ın zikrinden tek bir söz vardı. Bir iş yapıyorlardı. Öyle temiz hislere boğulmuşlardı ki, Hişam’ın dünyevi şahsiyetini ve içtimai makamını düşünemiyorlardı. Ona hürmetini koruyan, Şam’dan beraberinde getirdiği şahısların, hac işinin manevi azameti ve yüceliği karşısında çaresiz kaldıkları göze batıyordu. Hişam ne ettiyse de Hacer’ül Esved’e ulaşıp, hac amellerine göre ona dokunmaya, izdiham nedeniyle kavuşmadı. Çaresiz döndü. Yüksek bir yerde onun için kürsü koydular. O kürsünün üstünden topluluğu seyretmeye başladı. Onunla beraber gelen Şamlılar, onu bırakıp izdihamı seyretmeye başladılar.

Bu arada,simasından takva ehli oluğu anlaşılan bir adam ortaya çıktı. Onun da herkes gibi sade bir elbisesinden başka bir şeyi yoktu. Allah’a ibadet ve kulluk izleri yüzünde görünüyordu. Önce gidip Kabe’yi tavaf etti sonra rahat kıyafetle ve mutmain adımlarıyla Haceraül Esved’e geldi. Bütün bu izdihama rağmen topluluk onu görünce hemen yol verirdiler. Ve o, Hacerül Esved’e yaklaştı. Vilayet makamında bulunan bir kimsenin, o heybet ve şanına rağmen, siyah taşa yaklaşamadığına karşılık bu manzarayı gören Şamlıların, gözleri karardı ve hayret ettiler. Hişam’ın yanında bulunanlardan biri “bu şahıs kimdir?” diye sordu. Bu şahsın Ali ibni’l-Hüseyn Zeyn’ül abidin (a.s)olduğunu iyi bilen Hişam, tanımam azlıktan geldi ve “tanımıyorum” dedi. O zamanlar kılıcından kan damlayan Hişam’ın korkusundan, kim onu tanıtabilirdi! Bu arada Farazdak diye tanınan, Human bin Galib adlı usta ve güçlü arap şairi, mesleği ve özel işi gereğince, herkesten daha çok Hişam’a, hürmet ve saygısını, koruması gerekiyordu. Fakat vicdanı öyle tahrik oldu ve duyguları öylesine coştu ki, hemen “fakat ben onu tanıyorum” dedi ve sade bir tanıtmayla yetindi. Yüksek bir yerde durdu. O denizin dalgalandığı gibi, şair ruhunun heyacan dolu duygularıyla birlikte, fazla düşünmeden meydana getirdiği ve arap edebiyatının şahaserlerinden biri olan parlak bir kasideyi okudu. Şiirde şöyle dedi:

Bu kişi öyle bir kişidir ki Batha vadisinin bütün taşları bile onu tanır. Bu Kabe onu tanır. Haremin iç ve dışı da onu tanır. Bu oğul Allah’ın kullarının en iyisidir. Budur o temiz meşhur dindar.

Sen onu tanımıyorum diyorsun bu ona bir zarar vermez. Senin onu tanımadığını farz etsek de Arap ve acem onu tanır.

Hişam, bu kaside ve bu beyanı işitince hışmı ve gazabından ateşlendi. Farazdak’ın Beyt’ülmal’den aldığı aylığını kestirdi, ve Mekke’yle Medine arasındaki Asfan’da hapsettirdi. Fakat Farazdak akidesini göstermekteki cesareti neticesinde başına gelen bu olaya önem vermedi. Ne hakkının yenilip gelirinin kesilmesine önem verdi ne de zindana girmeyi. Aynı zamanda, zindanda Hişam’ı hicv ve tenkid edici parlak şiirler inşa etmekten çekinmedi.

Ali ibni’l-Hüseyin (a.s) Farazdak’ın gelir yolları kapandığı için, zindana bir miktar para gönderdi. Farazdak onu kabul etmedi ve: “Ben o kasideyi yalnız Allah’a olan akide ve imanım için inşa ettim, onun karşılığında para almak istemiyorum” dedi. Ali ibni’l-Hüseyin (a.s) parayı ikinci defa Farazdak’a gönderdi ve ona “Allah senin niyet ve maksadından haberdardır ve seni aynı niyetle mükafatlandıracaktır. Eğer bu yardımı kabul edersen ecrin ve ödülün Allah katında ziyan olmaz” diye haber verdi ve Farazdak’a o yardımı kabul etmesi için, yemin ettirdi. Farazdak da kabul etti.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar, Kompani basımı, c. 11, s. 36.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

BAZANTİ


Asrının bilginlerinden olan Ahmed bin Muhammed Ebi nasr Bazanti, İmam Rıza (a.s) la arasında, karşılıklı devam eden mektuplaşmalardan sonra sualler sorup cevapları dinledi ve Hazret-i Rıza (a.s)’nın İmamlığına inandı. Bir gün İmam’a “gidip gelmem için bir mani olmadığında, hükümet nazarında bir güçlükte doğmazsa, bizzat evinize gelip huzurunuzdan istifade edeyim” dedi.

Bir gün geç vakitti ki İmam Rıza (a.s) kendi binek hayvanını gönderdi ve Bazanti’yi yanına çağırdı. O gece, gece yarısına kadar ilmi soru ve cevaplarla geçti. Bazanti, sırayla müşküllerini soruyor, İmam cevap veriyordu. Bazanti, kendisine nasip olan muvaffakiyetle iftihar ediyor ve mutluluktan kabuğuna sığmıyırdu.

Gece geçti ve yatma zamanı geldi. İmam hizmetçisini çağırarak “Uyuduğum kendi yatağımı getir, Bazantı için yay ki istirahat etsin” buyurdu. Böyle muhabbet göstermek Bazantı’de o kadar tesirli oldu ki hayal kuşu uçmaya başladı. Kendi kendine: “Şimdi dünyada benden daha mutlu ve talihli kimse yoktur. Ben, imamın benim için özel binek hayvanını gönderdiği, onunla beni eve kadar getirttiği kişiyim. Ben, İmamdın gece yarısına kadar yalnız benimle oturup sorularıma cevap verdiği bir kimseyim. Bütün bunlara ilave olarak uyku vaktim geldiğinde özel yatağını benim için serdirmeye emir verdiği bir kişiyim. O halde kim benden daha mutlu ve bahtiyar olacaktır?” diyordu.

Bazanti bu hayalleriyle meşguldü. Dünyayı ve diğer şeyleri ayağı altında görüyordu ki ansızın İmam Rıza (a.s) ellerini yere dikmiş kalkıp gitmeye hazırlanmaktaydı. “Ya Ahmed” cümlesiyle Bazanti’yi karşısına aldı ve hayaller zincirini parçaladı. O vakit; “asla bu gece başında geçen şeyleri diğerleri karşısında, kendin için övünç mayası yapma, çünkü Sa’sat ibni Su han ki Ali ibni Ebi Talib aleyhisselamın dostlarının büyüklerindendi, hastalandı ve Ali(a.s) onu ziyarete gitti. Ona çok ilgi ve muhabbet gösterdi. Elini şefkatle Sa’sa’nın alnına koydu. Fakat yerinden kalkıp gitmek istediği anda onu karşısına alarak: “Bu işleri asla kendin için övünç sebebi yapma, bunlar senin için herhangi bir şeye delil olmaz. Bütün bunları, beni ilgilendiren görev olarak yapıyorum. Bir kimsenin böyle işleri, olgunluğuna delil olarak farz etmesi gerekmez.” buyurdu.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar, c. 12, Kompani basımı, s. 14.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

ALİ (a.s)NİN MİSAFİRİ AKİL

Akil, kardeşi Emirül müminin Ali aleyhisselamın halifeliği zamanında misafir olarak, hazretin Kufe’deki evine geldi. Ali (a.s) büyük oğlu Hasan ibni Ali’ye amcasına bir elbise hediye etmesini işaret etti. İmam Hasan (a.s) kendi malından bir gömlek ve bir cübbeyi amcası Akil’e hediye etti. Gece yaklaştı, hava sıcaktı Ali (a.s) ve Akil Dar’ül imare’nin damına çıkmışlar konuşmakla meşguldüler. Akşam yemeği vakti geldi. Kendisini halifelik sarayında misafir olarak gören Akil, muhakkak renkli bir sofra beklemekteydi. Fakat beklediğinin aksine çok sade ve fakirane bir sofra getirildi. Şaşırarak “yemeğin hepsi bu mu?” diye sordu.

Ali (a.s):Yoksa bu Allah’ın nimeti değil midir? Ben Allah’a çok şükür ediyorum.

Akil: İstediğimi bir an evvel söyleyip izin almam lazım, borçluyum ve borç altında kaldım. Emir ver de biran evvel borcumu versinler. Kardeşine ne kadar yardım etmek istiyorsan et de, evime döneyim.

- Ne kadar borçlusun?

- Yüz bin dirhem.

- Oh! Yüz bin dirhem! Ne kadar çok! Üzgünüm kardeşim, borçlarını verecek kadar param yok. Fakat istersen sabret, hisselerin tediye zamanı yaklaşıyor, kendi payımı alıp, sana vereyim böylece eşitlik ve kardeşlik şartını, yerine getireyim. Eğer ailemin masrafları olmasaydı kendi payımın tümünü sana verir kendime bir şey bırakmazdım, dedi.

- Nasıl? Hisselerin tediye zamanı gelinceye kadar bekletiyorsun? Üstelik hem senin devlet hazinesi elindedir, birde bana sabret de hisselerin tediye zamanı geldiğinde, kendi payımı sana vereyim diyorsun. Sen ne kadar istersen, hazineden ve Beyt’ül mal’de alabilirsin. Niçin beni hisselerin tediye zamanı gelinceye kadar bekletiyorsun? Üstelik hem senin Beyt’ül mal’de bütün hakkın ne kadardır? Farz en hakkının tamamını bana versen, derdimin ne kadarına deva olur?

- Senin teklifine şaşıyorum doğrusu, devlet hazinesinin parası varmış veya yokmuş, ben ve seninle ne ilgisi var? Ben ve sen diğer Müslümanlar gibi herhangi bir kişiyiz. Doğrudur, kardeşimsin ve imkanlarım ölçüsünde, sana malımdan yardım etmem gerekir.

Fakat kendi malımdan müslümanların Beyt’ül Malı’ndan, değil.

Konuşmaları devam etti ve Akil, türlü dillerle “izin ver Beyt’ül mal’den bana yeteri kadar para versinler de işimin peşinden gideyim” diye ısrar ediyordu.

Oturdukları yer Kufe pazarını görüyordu.Tüccar ve pazarcıların para sandıkları, oradan görülüyordu. Akil hala ısrar ediyordu. Ali (a.s), Akil’e buyurdu:

“Eğer yine ısrar ediyor ve sözümü kabul etmiyorsan, o halde sana bir teklifim var. Yaparsan eğer, borçlarının, tamamını ödeyip daha fazlasına da sahip olabilirsin.

- Akil ne iş yapayım?

- Buranın altında sandıklar vardır. Şimdi orada kimse yok. Ve pazarda da kimse kalmadı. Buradan aşağı in ve sandıkları kır. Gönlün ne isterse al.

- Sandıklar kimin malıdır?

- Bu esnafın malıdır. Nakdi değeri olan mallarını, oraya döküyorlar.

- Hayret. Bana, halkın sandıklarını kırmama ve bin zahmetle kazandıkları ve bu sandıklara döküp Allah’a tevekkül ederek evlerine giden, çaresiz halkın, malını alıp, gitmemi mi teklif ediyorsun?

- O halde nasıl bana, müslümanların Beyt’ül mal sandığını senin için açmamı teklif ediyorsun? Peki bu mal kimindir? Bunlar da bir şey düşünmeden evlerinde rahatça uyuyan halkındır. O halde başka bir teklif daha yapayım. İstersen bu teklifi kabul et.

- Başka ne teklifi?

- Hazırsan eğer kılıcını al, ben de kılıcımı alayım, Kufe’ye yakın eski bir şehir olan Hıre vardır. Orada toptancı tüccarlar ve zengin kimseler vardır. Gece ikimiz gideriz. Birimiz baskın yaparız. Büyük servetleri alıp getiririz.

- Kardeşim, ben hırsızlık yapmak için gelmedim ki bu sözleri söylüyorsun. Sen sadece elinde bulunan Beyt’ül mal’den ve devlet hazinesinden, borçlarımı vermem için bana para vermelerine izin ver diyorum.

- Birlikte bir kişinin malını çalmamız, yüz binlerce müslüman ın malını yani, bütün müslümanların malını çalmamızdan daha iyidir. Nasıl olur bir kişinin malını çalmak hırsızlık da, bütün halkın malını çalmak hırsızlık değildir?

Sen utanmıyor musun ki hırsızlık yalnız birinin birine saldırması, zorla malını pençesinden almasıdır diyorsun, hırsızlık çeşitlerinin en kötüsü şimdi bana teklif ettiğin değil midir?[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bihar ül-Envar, c. 9, s. 613. Tebriz basımı
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

KORKULU RÜYA

Gördüğü bir rüya, onu çok korkutmuştu. Her an gözünün önüne korkunç yorumlar geliyordu. Korkarak İmam Sadık’ın (a.s) huzuruna geldi ve “bir rüya gördüm” dedi.

Rüyamda ağaçtan bir hayalet veya ağaçtan bir adam, ağaçtan bir ata binmişti, elinde bir kılıç vardı, o kılıcı havada hareket ettirdiğini gördüm. Onu görünce sonsuz derecede korktum ve şimdi bana, bu rüyanın yorumunu açıklamanızı istiyorum.

İmam: Mutlaka belirli bir şahıstır, bir malı vardır, sen bu arada bu vesileyle onun malını elinden almak düşüncesindesin. Seni yaratan ve yaratıp geçindiren Allah’tan kork ve kararından vazgeç.

- Gerçekten de, sen gerçekleri bilen bir alimsin, bilgiyi madeninden elde etmişsin, itiraf edeyim ki başımda böyle bir düşünce vardı. Komşularımdan birinin bir tarlası var. Paraya ihtiyacı olunca satmak istedi, benden başka da müşterisi yoktu. Bu günlerde hep, onun ihtiyacından faydalanıp, az bir parayla o tarlayı elinden almak düşüncesindeydim.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Vesail, c. 2, Emir Bahadır basımı, s. 582.
Cevapla

“Hikaye, Kıssa ve Nükteler” sayfasına dön