Doğrular'ın Öyküsü

ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Doğrular'ın Öyküsü

Mesaj gönderen ammar alevi »

RESUL-İ EKREM (s.a.a) VE MESCİD`DE OTURAN İKİ GRUP


Resul-i Ekrem (s. a. a) mescide (Medine Mescidi)[1] girdi. Gözü her biri halka şeklinde oturmuş iki gruba ilişti. Birinci grup ibadet ve zikirle, diğeri ise öğrenmek ve öğretmekle meşguldü. Her iki gurubu gözden geçirdi; onları görmekten sevindi, hoşnut oldu. Kendisiyle beraber olanlara dönerek şöyle buyurdular:...“Lakin ben öğretmek için gönderilmiş bulunuyorum.” Hemen sonra kendisi, öğrenmek ve öğretmekle meşgul olan topluluğa doğru yaklaşarak onların oluşturduğu halka arasına oturdu.[2]

[1]- Medine mescidi, İslamın başlangıç devrinde, yalnız namaz farizalarının edası için değil, ayni zamanda müslümanların dini ve içtimai hareket ve faaliyetlerinin de merkezi olan bir camiydi. Her zaman halkın toplanması gerektiğinde halkı mescide hazır olmaya davet ederlerdi ve halk her önemli haberden, orada haberdar olurdu. Yeni bir karar alındığında orada halka ilan edilirdi. Müslümanlar, Mekke’de bulundukları zaman her türlü hürriyetten ve toplumsal faaliyetlerden mahrumdurlar. Ne dinlerinin gerektirdiği şeyleri rahatça yapabiliyorlar, ne de dini talimatlarını hürce öğrenebiliyorlardı.

[2]- Münyetü’l-Mürit, Bomba’i Basımı S. 10.

Bu durum, islamın, Arabistan’ın diğer hassas bir noktasına nüfuz etmesine kadar devam etti. Adı Yesrib olan bu yer, sonraları Medine tün nebi yani Peygamber şehri olarak bilindi. Peygamber-i Ekrem, o şehir halkının teklifiyle ve verdikleri sözle bu şehre hicret buyurdu. Diğer müslümanlar da bu şehre tedricen hicret ettiler. Müslümanların faaliyetlerinin serbestliği bu zamandan itibaren başladı. Resul-i Ekrem’in hicretten sonraki ilk işi bir yeri seçerek dostların ve ashabının yardımıyla bu mescidi orada kurmak oldu.
En son ammar alevi tarafından 16 Oca 2008, 00:57 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

YARDIM İSTEYEN ADAM

Meşakkat dolu geçmişini düşünüyordu. Ne kadar acı ve üzüntülü günlerini, geride bıraktığı hatırına geldi. O günlerde karısının ve masum çocuklarının rızkını hazırlayacak kadar gücü yoktu. Kendi kendine üç kez kulağını okşayan, ruhuna güç veren ve hayatının yolunu değiştiren, kısa fakat tek bir cümle ile fakirlikten ve düşkünlükten nasıl kurtulduğunu düşünüyordu.

O, Resul-i Ekrem (s. a. a)in sahabesinden biriydi. Fakirlik ve yoksulluk ona galip gelmişti. Artık bıçak kemiğe dayandığı bir günde karısıyla müşavere edip durumunu Resul-i Ekrem’e açıklayarak o hazretten mali yardım istemeye karar verdi.

Bu niyetle gitti. Fakat hacetini söylemeden önce Resul-i Ekrem’ in söylediği şu cümle kulağına geldi: “Kim bizden yardım isterse ona yardım ederiz. Fakat bir kimse istiğna gösterip çalışırsa ve hacet elini hiç bir mahluka uzatmazsa Allah onu hiç kimseye muhtaç etmez.” O gün hiç bir şey söylemedi ve evine döndü. Tekrar evine, gölge salmış olan fakirliğin o korkunç hayali ile karşı karşıya geldi. Çaresiz ertesi gün aynı niyetle Resul-i Ekrem’ in meclisinde hazır oldu. O gün de Resul-i Ekrem’ den aynı cümleyi işitti. “Kim bizden yardım isterse ona yardım ederiz. Fakat muhtaç olmayan bir kimse çalışır ve hacet elini hiç bir mahluka uzatmazsa Allah onu hiç kimseye muhtaç etmez.” Bu defa da hacetini söyleyemeden evine döndü. Kendisini aynı şekilde fakirliğin pençesinde zayıf, çaresiz ve güçsüz görünce üçüncü defa aynı niyetle Resul-i Ekrem (s. a. a)in meclisine gitti. Tekrar Resul-i Ekrem(a.s.a)’in dudakları hareket etti ve gönüle kuvvet veren, ruhu tatmin eden cümleyi aynı ahenkle tekrar etti.

İşittiği aynı cümle, bu defa kalbini daha tatmin edici bir şekilde kendini hisettirdi. Kendi güçlüğünün anahtarının aynı cümlede olduğunu anladı. Dışarıya çıktığı zaman daha tatminkar adımlarla gidiyordu. Kendi kendine düşünüyordu. “Yardım için kulların arkasından gitmeyeceğim. Allah’a dayanırım. Vücuduma emanet edilen kuvvet ve istidadımdan faydalanırım, ve Allah’tan beni engellerden kurtarmasını, muhtaç olmayan bir duruma gelmemi, isterim.

Kendi kendine “Elimden ne iş gelir?” diye düşündü. Hemen çöle giderek odun toplayıp getirmenin ve satmanın, yapabileceği bir iş olduğu aklına geldi. Emanet bir balta alarak çöle gitti. Odun topladı ve sattı. Kendi el emeğinin lezzetini tattı. Yavaş yavaş kazanmış olduğu parayla kendisine, balta, hayvan ve diğer iş aletlerini alınacaya kadar diğer günlerde de bu işe devam etti, Bu işi sermaye sahibi olana kadar sürdürdü.

Bir gün Resul-i Ekrem (s.a.a) ona geldi ve gülümseyerek: “Kim bizden yardım isterse ona yardım ederiz, fakat bir kimse muhtaç olmamaya calışırsa, Allah onu hiç kimseye muhtaç etmez demedim mi?” buyurdu.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Usul-i Kafi, c.2, s.139. “Bab ul-Kana’at” ve Sefinetü’l-Bihar mad. Kana’at
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

GÖÇEBE ARAP VE RESÜL-İ EKREM (s.a.a)


Yabani bir çöl Arab’ı, Medine’ye girdi ve direk olarak Allah’ın elçisinden (gümüş ve altın) almak için Mescide geldi. İçeriye girdiği zaman Resül-i Ekrem (s.a.a) ashabı ve dostlarının kalabalığı arasındaydı, hacetini açıkladı ve bir bağış istedi. Resül-i Ekrem (s.a.a) ona bir şey verdi. Fakat o, kani olmayarak onu az buldu bunun üzerine çirkin ve uygunsuz sözler söyleyerek Allah’ın elçisine küstahlık etti, ashap ve dostlar çok öfkelendiler; neredeyse onu linç edeceklerdi fakat Allah’ın elçisi buna engel oldu.

Resul-i Ekrem(s.a.a), sonra onu eve götürerek bir yardımda bulundu. Bu arada Arap, Resül-i Ekrem (s.a.a)’in durumunun, şimdiye kadar gördüğü reis ve devlet adamlarının durumuna benzemediği, onda mal ve mülkün toplanmamış olduğuna yakından şahid oldu.

Göçebe arap razı oldu ve teşekkür etti. O zaman Resül-i Ekrem (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Camide ashabın ve dostlarımın öfkelenmesine sebep olan çirkin ve uygunsuz sözler söyledin. Onlardan sana zarar gelmesinden korkuyorum. Fakat şimdi yanımda teşekkür edici cümle söyledin, acaba aynı cümleyi, sana olan öfkelerinin ve rahatsızlıklarının aradan kalkması için cemaatin huzurunda söylemen mümkün müdür? Arap, “bir sakıncası yok” dedi.

Ertesi gün Arap, mescide geldiğinde oradaydılar. Resül-i Ekrem (s.a.a) cemaate döndü ve buyurdu: “Bu adam bizden razı olduğunu söylüyor. Öyle mi? Arap: öyle dedi. Peygamberle yalnız olduğu zaman söylediği teşekkür cümlesini tekrar etti. Allah elçisinin ashabı ve dostları gülümsediler.

O zaman Resül-i Ekrem (s.a.a), cemaate dönerek şöyle buyurdu: “Ben ve bu gibi adamların misali, devesi ürküpte kaçmakta olan bir adamın misaline benzer. Olayı görenler deve sahibine yardım etmek tasavvuruyla bağırarak devenin arkasından koşarlar. Bunu gören deve, daha çok ürküp daha çok kaçar. Devenin sahibi halka bağırarak: “Kimsenin deveme bir şey yapmasını istemiyorum” der, “devemi hangi yolla terbiye edeceğimi kendim daha iyi bilirim.”

Halk takibi bırakınca, adam gider, bir avuç ot alarak geri döner, sonra yavaş yavaş devenin önüne gelir, böylece, bağırmadan, koşmadan otu göstererek yavaş yavaş devesinin yanına sokulur ve devesinin yularını ele geçirir.

“Eğer dün sizi serbest bıraksaydım, şüphesiz ki bu bedbaht Arap öldürülürdü -ve ne kötü halde öldürülmüş olurdu! Kafir ve putperestlik halinde -fakat size mani oldum ve bizzat yumuşaklıkla onu terbiye ettim”.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Kuhlül- Basar S.70
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

İMAM BAKIR (a.s) VE HRISTİYAN ADAM


İmam Bakır Muhammed bin. Ali Bakır’ dır. Hüseyin (a.s)’ın lakabı Bakır’ dır. Bakır yani ikiye ayıran, O hazrete Bakır ul-ulum yani ilimleri ayıran derlerdi.

Hrıstiyan bir adam, alay edici bir şekilde Bakır kelimesini Bakar -yani öküz -olarak değiştirdi ve hazrete “Ente bakarun” -yani sen bir öküzsün -dedi.

İmam rahatsız olduğunu belirtemeden ve kızgınlık göstermeden sadelikle:

“Hayır, ben öküz değilim, ben Bakırım.” diye açıkladı.

Hristiyan: Sen annesi aşçı olan bir çocuksun.

- İşi buydu, ar ve utanç sayılmaz.

- Annen, uğursuz, utanmaz ve kötü dilliydi.

- Eğer anneme nispet ettiğin bu şeyler doğruysa Allah onu affetsin, günahlarını bağışlasın, yok yalansa, senin günahını bağışlasın, çünkü yalan söyledin ve iftira ettin.

Bütün bu sabırlı ve yumuşak davranışın müşahedesi, İslam dininin dışında bulunan, o adamın ruhunda değişiklik yapmaya ve onu İslama çekmeye yetmişti.

Hristiyan, sonradan müslüman oldu.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Bihar-ül Envar, Kompani basımı, Halet-i İmam-ı Bakır (a.s) S. 83.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

HALİFENİN ÜZENGİSİNDE


H. Ali (a S.) Küfe’ ye gelirken halkı İran’ın olan Anbar şehrine girdi. Anbar şehrinin köy muhtarları ve çiftçileri, sevdikleri halifenin o şehirden geçmesinden memnun oldular. Onu karşılamaya koştular. Ali (a.s)’nin binek hayvanı yola koyulunca, Onlar Ali (a.s)’ın binek hayvanının önünde koşmaya başladılar. Ali (a.s) onları çağırdı ve sordu: “Niçin koşuyordunuz ve yaptığınız bu iş nedir?

- Bu bir nevi hürmettir ki emirlere ve saygı değer kimselere gösteririz. Bu aramızda alışa gelmiş gelenek ve bir nevi edeptir.

- Bu adet sizi dünyada zorluğa ve ahirette hüsrana uğratır, sizi alçaltan böyle işlerden daima çekininiz. Üstelik bu işlerin, o fertlere ne gibi bir faydası dokunabilir?[1]




--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Nehc-ül Belaga, Kelimat-ı kısar, S.37.
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Mesaj gönderen ali muhsin »

arkadslar avatardaki resim Seyyid Mukteda Sadr,dir babasi büyük Alimlerden olup Seyyid Ayatullah Muhammed sadig el Sadr,dir..bu Muhterem Sahis Irakat Ehli Beyt Mektebinin öncülerinden olup Ehli Beyt soyundan gelen gercek bir Seyyid,dir yillarca Saddama karsi direnmis ve Saddam gibi zamanin yezitlerine asla boyun egmemis ve Saddam gibi zalimlere karsi Cesartele gercekleri savunmustur ,Muhammed sadig el Sadr gittigi yerde Ehli Beyt Davsini anlatir ve Zillete boyun egmemeleri konusunda Ali taraftarlarina Alevilere ögretici derlser verirdi, bundan rahatsiz olan Saddam .birgün Büyük Ayatullah Muhammed Sadig El Sadr,i yolda araba ile giderlerken Saddamin kiralik katileri tarafindan kursun yagmuruna tutulmus ve Üc oglu ile birlikte Sehid etmislerdir ,ancak arabada bulunmayan Mukteda sadr daha evel Babasi tarafindan "sen burda Necefte kal ...." dediginde Mukteda Sadr Babasinin emri ile arabada bulunmamistir ve böylelikle Mukteda Sadr Hayatta kalmistir ..simdi ise Babasinin izinden gidip Ehli Beyt Mektebini irakta yaymakla vede sürdürmekle beraber kutsal sehirler olan basta Necef ve Kerbelayi isgal güclerine karsi "Mehdi Ordusu " adindaki direnis gücüyle korumaya devam etmektedir...bilmeyenlerin dikkatine
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

HACCA GİDEN KAFİLE


Mekke’ye giden müslümanların teşkil ettiği bir kafile, Medine’ye vardığında, bir kaç gün durdu ve dinlendi. Medine’den sonra Mekke’ye doğru hareket etti.

Mekke ile Medine yolu arasındaki bir yerde kafilede bulunanlar, kendilerini tanıyan bir adamla karşılaştılar. O adam,kervandakilerle sohbeti esnasında, aralarında bulunan, salih yüzlü, çabuk davranan,çalışkan ve neşeyle hizmet eden, işleri yetiştiren ve kafiledekilerin hacetlerini temin eden bir şahısı görerek onu ilk anda tanıdı. Şaşırmış bir halde kafile de kilere“Sizin işlerinizde ve hizmetinizde bulunan bu şahısı tanıyor musunuz?” diye sordu.

- Hayır, onu tanımıyoruz. Bu adam, Medine’de kafilemize katıldı. Salih ve dindar bir adam. Ondan, bizim için çalışmasını istemedik. Fakat onun, başkalarının işlerine ortak olup, onlara yardım etmeye meyli çok.

- Tanımadığınız belli zaten. Tanısaydınız böyle küstah olmazdınız, bir hizmetçi gibi işlerinizi yapmasına izin vermezdiniz.

- Peki, bu şahıs kimdi?

- Bu, Ali İbni’ l Hüseyin Zeyn’ül Abidin (a.s)’dir.

Topluluk, paniğe kapılarak ayağa kalktı, ve özür dilemek için, İmam (a.s)ın elini ayağını öpmek istediler. Daha sonra dert yanarak; “Bize karşı yaptığınız bu iş ne idi?” “Size karşı, Allah’a hoş gelmeyen bir küstahlık etmemiz ve büyük bir günah işlememiz mümkündü” dediler İmam;(a.s) Beni tanımadığınızı bildiğimden, kasten sizinle yolculuk yapmayı seçtim. Çünkü bazen, beni tanıyan kimselerle yolculuk yaptığımda onlar, Allah elçisinin hatırı için, bana daha çok şefkat gösterirler ve benim, her hangi bir iş veya hizmetten sorumlu olmama müsaade etmiyorlardı. İşte bu yüzden yolculukta, beni tanımayan arkadaşları tercih ederim ve kendimi tanıtmaktan da çekinirim. Zira, ancak bu surette, “arkadaşlarıma hizmet etme saadetine” kavuşabilirim.[1]




--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Bihar c: 11 Kompani basımı s. 12 ve 27...
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

BİRLİKTE YEMEK


Resul-i Ekrem, dostlarıyla birlikte, binek hayvanlarından iner inmez, yüklerini yere koydular, daha sonra bir koyun keserek yemek hazırlamaları için karar aldılar.

Birisi: “Koyunu ben keserim” dedi.

Diğeri: “Derisini ben yüzerim” dedi.

Üçüncüsü: “Etini de ben pişiririm” diye söze katıldı.

Dördüncü:............

Resul-i Ekrem (s.a.a): Çölden odunu da, ben toplarım.” buyurdu.

Topluluk: “Ey Allah’ın elçisi, siz zahmet etmeyip sakin bir köşede oturursanız, biz bu işlerin hepsini seve seve yaparız” dediler.

Resul-i Ekrem(s.a.a): Evet, yapabileceğinizi biliyorum. Fakat Allah, “Her hangi bir kulunun, kendi dostları ve arkadaşlarından, özel imtiyazlarla ayrılarak, seçkin bir vaziyette görünmesini sevmez” Buyurdu. Sonra çöle doğru gitti ve çölden çalı çırpı toplayıp getirdi.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] -Kuhlü’l-Basar S.68.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

HAC SEYAHATI ARKADAŞI


Hac seferinden dönen bir adam, İmam Sadık (a.s)’a kendisi ve yol arkadaşlarının yolculuk hikayesini anlatarak, özellikle yol arkadaşlarından birinin, çok asil olduğunu anlatıyor. “Biz, böylesine asil ve zahit bir insanla övünüyorduk; tek başına taat ve ibadetle uğraşıyordu. Bir yerde konakladık mı, hemen bir köşeye çekilip, seccadesini serer sermez mustehab ibadetiyle meşgul oluyordu.”diyordu.

İmam: O halde, onun kendi işlerini kim yapıyor ve hayvanını kim tımar ediyordu?

- Belli ki, bu gibi işlerle uğraşma şerefi, bize aitti ve o yalnız, kendi kutsal işleriyle meşguldü. ve bu gibi işlere yanaşmıyordu.

İmam: Öyleyse, “Hepiniz ondan, daha üstün olmuşsunuz” buyurdu.
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

Mesaj gönderen ammar alevi »

DEVENİN DİZİNİ BAĞLAMAK


Saatlerce yol katetmişti kafile, binenlerde ve binek hayvanlarının da her ikisinde de yorgunluk işaretleri belirmeye başlamıştı. Su bulunan bir mekana ulaştıkları vakit, kafile konakladı. Kervanda bulunan Resul-i Ekrem (s.a.a) devesini çöktürdükten sonra indi. Hepsinin düşüncesi bir an evvel suya ulaşıp namaz mukaddematını hazırlamaktı.

Resul-i Ekrem (s.a.a) indikten sonra yürüyerek su bulunan tarafa doğru gitti, fakat biraz sonra tek söz bile konuşmadan binek hayvanına doğru döndü. Ashab ve dostları, şaşkınlıkla, kendi kendilerine; acaba burayı konaklamak için beğenmedi mi? yoksa hareket emri mi verecek diye düşündüler. Meraklı bakışlarıyla emir vermesini bekliyorlardı. Fakat bir an için topluluğun şaşkınlığı daha da arttı. Zira gördüler ki Peygamber, devesinin yanına varınca, devenin dizbağını kaldırarak hayvanın dizlerini bağladı ve sonra, ilk maksadına doğru yürüdü. Feryatlar yükseldi etraftan, neden bu işi yapmamız için bize emir vermedin de zahmet edip geriye döndün, dediler. Bu işi yapmak bizim için büyük bir şerefti.

Onlara cevaben şöyle buyurdu: Şahsi işlerinizde asla başkalarından yardım istemeyiniz. Ve sonra şöyle devam etti sözüne; bir parça misvak için bile başkalarına dayanmayınız.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Kuhlü-l Basar S. 69.
Cevapla

“Hikaye, Kıssa ve Nükteler” sayfasına dön